trabzon-başakşehir'den sonra izlediğim maç. en son böyle bir hissiyatı 2006 yılında güngören'deki bir mahalle kahvesinde çay içip batak oynadıktan sonra akşam sait halim paşa yalısında şirket yemeğine katıldığım gün yaşamıştım.
mavi papagan11 profili
-
23 aralık 2023 liverpool arsenal maçı
-
aile (dizi)
zenginlik, güç, para, şiddet vb. unsurları göze sokan standart bir tv dizisi. ben kadın olsam, amcasıyla konuşurken cam masayı yumruklayıp tuzla buz eden birinden koşarak kaçardım. olması gereken de budur zaten. bunun normalleştirilmesi tehlikeli. hele bizim gibi toplumlarda daha hassas bir mesele. ana karakterin davranışları mafyatik öğeleri bilinçaltında olumlu sınıflandırmaya neden olur. internet ve sinema nispeten izole alanlar ama açık kanalda sırf para uğruna bu işler yapılmamalı.
-
tadı damakta kalan futbolcular
jay jay okocha
nicolas anelka
mario gomez
frank ribery
ariel ortega
alex de souza
wesley sneijder
mayıs ayından sonra bu listeye miralem pjanic eklenecek. -
15 eylül 2021 beşiktaş borussia dortmund maçı
bazı arkadaşlar beşiktaş ve dortmund kağıt üzerinde eşit demiş. dortmund'un kadro değeri beşiktaş'tan dört kat fazla. kağıt üzerinde eşitlik falan yok yani. bizim oyuncu profilimiz türkiye ligini domine edebilecek kalitede ama orası şampiyonlar ligi. başka bir seviye.
dortmund fizik gücü ve oyun ritmi olarak bizden oldukça üstün. bir mucize olur mu derseniz, olabilir neden olmasın? barcelona'yı inönü'de 3-0 skorla paket etmişliğimiz var. fakat normal şartlarda işimiz zor. çok koşan, fizik gücü yüksek, temposu muazzam bir takıma karşı oynayacağız. yeni malatya ve rize maçlarını referans alırsanız, üzülürsünüz. -
kıdemli başçavuş
lakabı sniper olan bir kıdemli başçavuş vardı bizim bölükte. mekanik nişancılık eğitiminde sigara isterdi. marlboro, parliament uzatan olursa alır kulağının arkasına koyar, "maltepe, samsun yok mu oğlum?" derdi. gariban çocuklardan biri "var komutanım" diye çıkarırdı hemen parkasının üst cebinden. sonra o sigarayı 25 metreden vurur, kulağının arkasındakini yakıp içe içe nizamiyeye doğru yürürdü. öyle enteresan bir adamdı.
-
en lezzetli balık
dört kuşak istanbullu, dede tarafından şehremini, babaanne tarafından kumkapılı, anneanne tarafından eyüplü, deniz ve balık kültürünü kuşaklar boyu engin tecrübelerden edinmiş biri olarak; samatyalı ve kumkapılı barbaların, hayatın kerterizini almış müdavimlerin, ne yapsan iflah olmaz akşamcıların, meyhanesiz, rakısız ve balıksız gün geçirmeyen kalendermeşreplerin tavsiyelerine göre, kesin ve katî suretle lüferdir. aksini beyan ve hatta bu tutumda ısrar etmek hamervahlıktır.
-
fatih karagümrük spor
sekiz yaşındaydım. rahmetli hüseyin dayıyla babam balkonda rakı içiyorlardı. hüseyin dayı babama göz kırptıktan sonra bana döndü. "benim bisiklet fabrikasında çalışan arkadaşım var" dedi, "hem de bmx!" yaz sıcağında bayılan gözlerim faltaşı gibi açıldı birden. "valla mı be dayı?" dedim. bmx diye yanıp tutuşuyorum o ara. ama babama aldıramıyorum bir türlü. "ben sana alırım," dedi hüseyin dayı, "ne renk olsun?" heyecandan yerimde duramıyorum. bir yandan babamı da kolluyorum, kızar diye tedirgin oluyorum. "ama bir şartım var" dedi, "beşiktaş'ı bırakıp karagümrüklü olacaksın!" şaşırdım. babama baktım. yüzünde kızgınlık emaresi yoktu.
beyaz bmx'in üstünde hayal ettim kendimi. zafer bakkalın önünde durmuşum. almancıların kızı şafak balkondan bana bakıyor. bmx ile ön kaldırarak on beş pedal atıyorum. hakan, murat, ömer alkışlıyorlar beni. şafak'ın hayran bakışları üstümde... "tamam dayı, kabul" dedim. hüseyin dayı mağrur bir tavırla sigarasından bir nefes çekti. "koş içeriden kağıt kalem al gel" dedi. matematik defterimin ortasından bir sayfa kopardım, kalem alıp geldim. "otur bakalım şöyle" dedi, "söylediklerimi yaz şimdi." o söyledi ben yazdım. beşiktaş'ı bırakıp karagümrüklü olduğumun beyanı. sağ üst köşeye tarih attırdı. bilmem kaç ağustos 1988. altını imzalattı. kağıdı katlayıp gömleğinin cebine koydu. "bekle, bir hafta sonra bmx kapıda" dedi. babamla gülüştüler.
kıyak kafayla verilen sözlerin tutulmadığını o yaşta öğrendim. bisiklet gelmedi. beşiktaş'ı bırakmadım. ama o günlerin hatırına, yazmayı yeni öğrendiğim eğri büğrü harfleri yan yana getirerek verdiğim sözün hatırına karagümrük'ü de bırakmadım. süper lige hoş geldin karagümrük. babam hayatta olsaydı arardım şimdi. -
ekşi itiraf
dirseklerimi köprünün korkuluğuna dayadım. bir sigara yaktım. karşı kıyılarda kırpışan ışıklara doğru üfledim dumanını. sinemle ayrılmamızın ikinci saatiydi. hiçbir şey hissetmiyordum henüz. “ateşini versene” diye seslendi biri. dönüp baktım, otuzlu yaşlarında bir kadın. sigarasını yakarken keskin bir alkol kokusu geldi burnuma. o da dirseklerini dayadı korkuluğa benim gibi. ne olduğunu anlamadan konuşmaya başladık. zürafa sokak’taki evlerden birinde çalışıyormuş. kafamın bozuk olduğunu fark etti hemen. üsteleyince döküldüm. “biliyor musun?” dedi, “kimse buraya gelip uzaklara bakarak beni düşünmemiştir. efkarlanıp da bir sigara yakmamıştır. ne şanslı karılar var be!” uzun uzun dertleştik. bir ara ağladı, sonra kahkahayla güldü. samsun’dan buraya nasıl geldiğini, ilk kocasının onu bir şahin parasına nasıl sattığını anlattı. “tanımadığım biriyle, burada bunları konuşacağım hiç aklıma gelmezdi” dedim. taksinin birine el etti. dörtlüleri yakıp hemen önümüzde durdu araba. “burası galata köprüsü oğlum” dedi taksiye binerken. “burada en çok balıklar ve ziyan olmuş ömürler hakkında konuşulur.”
-
ekşi itiraf
libya’ya çalışmaya giden dayımın, dönerken bana bisiklet getireceğini söylediklerinde sekiz yaşındaydım. bütün arkadaşlarım rengarenk, süslü bisikletleriyle sabahtan akşama kadar mahallede cirit atıyordu. bense bütün bir yaz mevsimini balkonda dayımı bekleyerek geçirdim. bisikletlerin bizim evin önünden konvoy halinde kornalara, zillere basarak geçişlerini izledim her gün akşama kadar. onlara el salladım. gözden kaybolana dek arkalarından baktım her defasında. küçük plastik sepetteki tahta mandallardan asker yapıp onları savaştırdığım sıkıcı oyunu haftalarca oynadım balkonda tek başıma. sonunda dayım geldi ama bisiklet gelmedi. uzun zaman sonra öğrendim, 88 yazında dayımın libya’da değil metris cezaevinde olduğunu.
babam tuvalete gittiğinde annem babamın içkisini lavaboya dökerdi. dökerdi dediysem öyle hepsini değil, bir iki parmak belki. anlaşılmayacak kadar. babam anlarsa kıyamet kopardı çünkü. elinde kadehle usulca mutfağa gidip gelirdi annem. parmağını dudaklarına götürerek 'sus!' işareti yapardı bana. lavaboya döktüğü o iki parmak rakıyı kâr sayardı. babam yetmişlik rakının üstüne dört bira içerdi oysa. annemin döktüğü içki, babamın içtiğinin yanında devede kulak kalırdı. yarım duble az içse sarhoş olmayacaktı güya. anneminki öyle zayıf bir umut, öyle çaresiz bir medet ummaydı ki çocuk halimle bile hüzünlenirdim.
büyüdüm. senin parmakların vardı. annemin bana sus işareti yaptığı geceleri saymazsak, bir insanın parmaklarını hiç bu denli fark etmemiştim. avrupa’da kıyafet aldığın mağazanın kasa görevlisi de fark etmiştir muhakkak. küçükçekmece’nin dar sokaklarında dünyalar gizliydi bir zamanlar. kar yağarken seni ilk öptüğüm kafe, önünde yaşlıların bekleştiği bir banka şubesi olmuş şimdi. olsun. ağlak bir romantizme yaslanacak değilsin ya. iberya’da paella yerken fotoğraf çekilebiliyorsun en azından. ben sana anca şiir yazabilirdim. zaten o da yeterince cazip değil.
ayrılmasaydık evlenirdik belki. seni artin’in meyhanesine götürecektim. midye ve limon kokan ellerimle galata kulesini gösterecektim sana, “işte orada” diyecektim, “çocukluğumu çalan kule!” bir suçluyu işaret eder gibi gösterecektim. doğa sevgisini ilkokul türkçe kitabındaki rakım çalapala şiirlerinden öğrenmiş her çocuk gibi, seni bir çiçeğe benzetecektim. otogarda çorba yanında verilen, kenarında “afiyet olsun” yazan ıslak mendile bakarken, sidik ve ernet kokusunun gözleri yaktığı kahvehanelerde soba başında ellerimi ovuştururken, hep seni düşünecektim. misafir telaşı yaşanan evlerin sıcaklığı gibi bir huzur kaplayacaktı içimi. puslu bir pazar günü market alışverişinden döndüğümde, kabartma tozu almayı unuttuğum için kızacaktın bana. ben biraz mızmızlanıp tekrar gidecektim.
bu deli saçması şeyleri okusan ne gülersin kim bilir? sen bana bakma. ben böyle cılız bir umuda dört elle sarılmayı annemden öğrendim. -
ekşi itiraf
sahildeki banklarda yatan adama mont, kazak, bir şişe de rakı götürdüm bugün. mutluluğunu görmenizi isterdim. sahip olduklarınızın kıymetini bilin, her şeyden şikayet etmeyin diye buraya yazıyorum.
-
ekşi itiraf
oğlum üç buçuk yaşında, otizm spektrumu içinde bir çocuk. henüz konuşmuyor. bana babacığım diyerek sarılacağı günü görebilmek en büyük hayalim. birçok babanın farkında bile olmadığı, basit, küçücük bir şey benim hayalim evet.
geçen gece eve dönerken, evlerden birinin balkonunda küçük bir kız babasına heyecanla bir şeyler anlatıyordu. babası hiddetli bir ses tonuyla "ceren sus artık allah belanı versin" diye bağırdı. o an içimden bir şeyler kopup gitti. buz gibi oldum.