(bkz: elma) adem’in yediği
(bkz: elma) ısaac newton’un kafasına düşen
(bkz: elma) steve jobs’un olan
Öncelikle, sitemize gösterdiğiniz ilgi ve destek için hepinize teşekkür ederiz. Sizlerden gelen geri bildirimler ve beğeniler bizim için büyük bir motivasyon kaynağı oldu.
Sozlock olarak tam 9 senedir her gün ekşisözlük'den okumaya değer içerikleri filtreleyip günlük listeler oluşturduk. Bu işi yaparken kişisel davranmadık, günün en popüler başlıklarının en beğenilen entrylerini aldık listelerimize. Üstelik bu gayretimiz hiç bir zaman ticari bir kaygı taşımadı. Yayına başladığımız ilk günden beri en ufak bir reklam yayınlamadık, sponsorluk anlaşmaları yapmadık. Sozlock üzerinden tek kuruş kazanmadık.
Bütün bunlara rağmen, ne yazık ki son dönemde ekşisözlük yönetimi tarafından alınan bot koruma önlemleri nedeniyle, ekşisözlükten entry çekme ve beğenilen entryleri listeleme hizmetimizi maalesef devam ettiremiyoruz. Bu durum ekşisözlük yönetiminin aldığı bir karar olup, tamamen bizim kontrolümüz dışında gerçekleşmiştir. Bu zorunlu durumdan ötürü yaşanan aksaklık nedeniyle anlayışınıza sığınıyoruz.
Sozlock Ekibi
Ekşi Sözlük Debe Listesi
-
1. dünyanın kaderini değiştiren 3 nesne
-
2. varoş itemi
koluna, italik harflerle veledinin ismini yazdırmak.
ekleme: küfürlü mesaj attıkça siz veya ebeveynleriniz daha az varoş olmuyorsunuz ama yine de siz bilirsiniz tabii. -
3. 1 aralık 2018 deontay wilder tyson fury maçı
onu bunu bilmem. 2 yılı aşkın süredir bokstan uzak dur, 190 kilolardan 115 civarı kiloya düş, depresyon gibi problemlerle uğraş ama 2 yıl sonra sikletinin en güçlü isimlerinden biri ile kafa kafaya mücadele ederek berabere bitir. bence fury büyük bir alkışı hakediyor.
edit: bir yazar arkadaşımızla ilgili gereksiz yere argolu bir yazı yazmıştım. mesajlaşınca sorunu hallettik kusura bakmasın. -
4. 2 aralık 2018 galatasaray'ın verilmeyen penaltısı
galatasaray’ın 3 kornerine 1 penaltı verilmemesi ile gerçekleşmiştir
-
5. kokusu yaşam sevincini arttıran şeyler
(bkz: bebek)
(bkz: yagmurdan sonraki toprak kokusu) -
6. milenyuma girilen yılbaşı gününden akılda kalanlar
sapsarı duvarlar. odamdaydım bütün gece sarı duvarlı. annem ölmüş 5 gün önce. tek hatırladığım dışarıdan gelen onca sesin, kanal d de sürekli değişen, sırıtan yüzlerin anlamsızlığı. kafamda sürekli matematik işlemleri yaptığımı hatırlıyorum, anlamsızlığı unutabilmek için. sonraki yıllarda her şey değişti. şimdi yılbaşında ağacı ilk süsleyen, kurabiyeler pişiren, aralık başından christmas çılgınlığına giren benim. show must go on.
-
7. macron denen o. çocuğu gelsin 1200 euro'ya yaşasın
koyun sürüleri gibi yaşayan türk halkının izleyip, utanması gereken görüntülerdir. bizim ülkemizde aynısı olsa, o kadının ne fetöcülüğü kalırdı, ne silahlı örgüt üyeliği kalırdı. ah pardon biz demokratik bir ülkeydik. (bkz: çakma demokratlar)
-
8. ay'da 250 milyon insan yaşadığını iddia eden pilot
ayda 250 milyondan yılda 3 milyar insan yaşar. çok "uçmuş" pilot beyanı.
-
9. erdoğan'ın avukatına verdiği ibretlik ayar
''siz adamı mahkemeye vereceğinize adamın insan gibi tedavi olmasını sağlayın. ''
cümlesini okuyunca devleti avukatın yönettiğini düşündüren hikaye pardon masaldır. -
10. seksi tamamen bıraktım
''1969'da içkiyi ve kadınları bıraktım. hayatımda geçirdiğim en berbat 20 dakikaydı''
-george best- -
11. 1 aralık 2018 paris protestoları
“aptallar sürüsü ”, “beş para etmezler ”, “zontalar ”... bu pek nazik sözler, göçmen kökenli banliyölü gençlerin içinde yaşadığı trajik şiddet ortamını müthiş bir sinemasal dille anlatan 1995 yapımı la haine (protesto) filminin yönetmeni mathieu kassovitz ’in twitter’da sarı yelekler’e saydırmalarından birkaç örnek. kassovitz’i nasıl bilirdik? bazen tutarsızlıkları olsa da, başta fransa’da olmak üzere daima siyasetin elitleşmesini eleştirmiş, muhalif ve sözünü sakınmayan bir sinemacı. peki kassovitz’in ve daha birçok “ünlü solcunun” böyle bir hınçla horladığı sarı yelekler kim ? ne istiyorlar ? ve daha önemlisi bu horgörünün sebebi ne?
“yüksek görünürlük yeleği ”: akaryakıt zammının tetiklediği ve fransa’yı yaklaşık bir aydır kasıp kavuran kitlesel başkaldırı hareketiyle özdeşleşen ve her arabada bulunması yasal zorunluluk olan fosforlu sarı yeleklerin resmî adı bu.
hiçbir koşulda sesini çıkarmayıp işine bakmasına alışılmış, daima eski kafalı, bencil, ırkçı ve cahil olarak yaftalanan taşralı fransızlar sonunda seslerini duyurmak ve varlıklarını hatırlatmak için herhalde daha iyi bir simge seçemezdi. tek tük yol kapama eylemleriyle başlayan dalga en ufak bir kurumsal örgütlenme olmaksızın kısa sürede fransa geneline yayıldı, 17 ve 24 kasım cumartesi günleri yüzbinlerce kişinin katılımı ve birçok yerde polisle çıkan çatışmalarla tüm dünyanın dikkatini çekti.
olaylar sırasında panikleyen bir sürücünün çarptığı bir gösterici ve sarı yelekler’in kurduğu barikatı aşmaya çalışırken kaza yapan bir motosiklet sürücüsü hayatını kaybetti, polisle yaşanan şiddetli çatışmalarda yüzlerce kişi yaralandı ve gözaltına alındı. fransa’da tepkiler, özellikle sol içinde ciddi bir bölünme yarattı. sağlam bir muhalif ideolojiye yaslanmayan, ekolojik endişeleri hiçe sayar gözüken, içlerinde aşırı sağ sempatizanları, homofobik muhafazakârlar barındıran, ama aslında macron ultra-neoliberalizm ine başkaldıran bu halk hareketini nasıl ele almalı?
kimisi tepeden bakmaya devam ederken, kısa sürede sarı yelekler’e verilen destek büyüdü. gelinen noktada tüm karşılıklı güvensizliğe rağmen sendikalar ve siyasi partiler hareketle diyalog kurmanın ve buluşmanın yollarını arıyor. olaylar başlamadan önce dahi fransa tarihinin en düşük memnuniyet oranına sahip emmanuel macron iktidarı belki de en beklemediği, çünkü en umursamadığı yerden gelen bu büyük tehdide nasıl karşılık vereceğini bilemiyor.
bardak taşma noktasına nasıl geldi?
akaryakıt fiyatlarına yapılan zammın bardağı taşıran son damla etkisi yarattığı, bunun üzerine halkın bir kısmının her arabada bulunması zorunlu fosforlu sarı güvenlik yeleklerini üzerlerine geçirip arkalarında hiçbir siyasal veya sendikal örgütlenme olmadan ve kısa sürede tüm fransa’ya yayılan eylemler başlattığı artık bütün dünyanın malûmu. buna rağmen, “kim bu sarı yelekler” sorusunun cevabı hep muğlak kalıyor. zira bunun için önce bağlama, sonra da kim olmadıklarına yakından bakmak gerekiyor.
önce bağlam. sarı yelekleri açıklarken hemen herkesin akaryakıt zammı için “bardağı taşıran son damla” ifadesini kullandığını gördük, fakat nedense bardağın niçin zaten taşmak üzere olduğunun izahına, özellikle ana-akım fransız medyasında pek rastlanmıyor.
öncelikle, öfke dalgasının esas hedefinde bulunan cumhurbaşkanı emmanuel macron’un bir buçuk yıl önce hangi koşullarda iktidara geldiğini hatırlamakta fayda var. fransa’da daima iki partiyi öne çıkaran sistemin demirbaşları olan merkez sol (sosyalist parti ) ve merkez sağ (cumhuriyetçiler ) partilerin tarihi bir hezimete uğrayacağı kampanyanın daha başında anlaşılmış, soldanjean-luc mélenchon ’un liderliğindeki boyun eğmeyen fransa [la france insoumise – fı], aşırı sağdan da marine le pen ’in milliyetçi cephesi birçok ankette bu iki merkez partinin önüne geçmişti.
1980’lerden beri böyle bir “tehditle” karşılaşmamış fransız neoliberalizminin bir kurtarıcıya ihtiyacı vardı. bu kurtarıcı rolü emmanuel macron’a bahşedildi. fransa tarihinin en düşük memnuniyet oranına sahip françois hollande iktidarının ekonomi bakanı olduğu, ondan önce ünlü rothschild bankası’nda ortak olarak çalıştığı unutulmuşçasına bir “kopuş” sembolü olarak (“ne solcuyum ne sağcı”), ama aslında mevcut düzeni koruma misyonuyla cumhurbaşkanlığı yarışına sokuldu.
kökeninde bu yenilir yutulur olmayan paradoks yatmasına rağmen, neredeyse tüm ana-akım medyanın ve büyük şirket patronlarının desteğini alan macron, yüzde 77 katılım oranı olan ilk turda oyların yüzde 24’ünü alarak ikinci tura kaldı. karşısında ilk turda mélenchon’u burun farkıyla geçen ırkçı marine le pen’i bulan macron “cumhuriyet değerlerine” sahip çıkmak ve le pen’e baraj oluşturmak için çok farklı kesimlerin birleşmesiyle ikinci turu oyların yüzde 60’ını alarak kazandı. başka bir deyişle, fransız seçmenin yaklaşık yüzde 82’si, ilk turda macron’a ve temsil ettiği programa oy vermemiş, ikinci turdaysa büyük çoğunluğu mecburiyetten desteklemişti.
buna rağmen macron, arkasında kitlesel bir destek varmışçasına, üstelik birçok durumda parlamenter tartışmaları devre dışı bırakmak için kararnameler yoluyla bir dizi ultra-neoliberal düzenlemeyi kısa sürede devreye soktu. türkiye’de de gayet iyi bildiğimiz bu yönteme, macron gibi sayısal çoğunluğu kazanamadan abd başkanı seçilen donald trump da birçok kez başvurdu. meclis dengelerinin aslında tam olarak sağlamadığı meşruiyeti olağanüstü yöntemler yaratarak adeta muhalefetsiz bir şekilde yönetmeyi mümkün kılan bu yol liberal demokrasilerde oldukça işlevsel bir eğilim haline geldi.
servet vergisine son, işten çıkarmalara tam yol
söz konusu düzenlemeler arasında en öne çıkanlar fransa’nın en varlıklı kesimini kapsayan servet vergisinin kaldırılması ve temelde çalışanların işten çıkarılmalarını kolaylaştıran iş yasası oldu. iktidarın bu ultra-neoliberal icraatlarına ilaveten, muhalif medyanın roma ’da tanrıların efendisi olan jüpiter lâkabını taktığı emmanuel macron’un benzeri görülmemiş kibri ve alt sınıflara karşı küstah tavırları da bardağı dolduran etkenlerden.
bir gezi sırasında işsizlikten yakınan bir gence, “şu sokakta karşıya geçsem size iş bulurum!” demesi (meali: fransa’da yüzde 10 oranındaki işsiz nüfusun çoğunluğu aslında çalışmak istemediği için işsiz), ekonomi bakanıyken grevdeki bir sendika işçisine “üzerinizdeki tişörtle beni sindiremezsiniz, çalışırsanız sizin de takım elbiseniz olur” diye nasihat vermesi… iş kanunundaki değişikliklere karşı gösteriler hakkında konuşurken, “tembellere, siniklere ve aşırılıklara” boyun eğmeyeceğini ilan etmesi, paris-rennes tren hattının açılışında yaptığı konuşmada “tren garları hem başarılı insanların hem de hayatta bir hiç olanların karşılaştığı yerdir” demesi… danimarka’daki bir konuşmasında fransız halkını “değişimi kabullenemeyen galyalılara ” benzetmesi ve dahası..
tüm bu cümleler ana-akım medyada birer anekdot olarak ele alındı, muhalif sol kesimlerde dahi pek üzerinde durulmadan prensip olarak eleştirildi. fakat bu ifadelerin doğrudan haysiyetini zedelediği, onurunu kırdığı insanlara hiç söz verilmedi. sarı yelekler hareketi tam da bu kesimin içinden doğdu.
sarı yelekler kim değil?
buradan hareketle, en azından başlangıç noktasında sarı yelekler'in kim olmadıklarını anlamak nispeten kolaylaşıyor: büyük şehirli, eğitim düzeyi yüksek, üst-orta sınıf, oyları büyük ölçüde jean-luc mélenchon’un fı’si, sosyalist parti’nin sol kanadı ve yeşiller arasında dağılan, kısaca “elitist” diyebileceğimiz sol değil. aksine, (hepsi kassovitz’in düzeyinde olmamakla beraber) sarı yelekler’e en sert eleştirilerin de bu gruba dahil insanlardan geldiğini görüyoruz.
bunun sebepleri arasında tabii ki eylemlere katılan kitlenin arasında aşırı sağ sempatizanlarının da bulunması, bazı durumlarda homofobik sloganlara rastlanması var. her ne kadar iktidar ve ana-akım medyanın bir kısmı bu unsurların üzerinde çok durmuş olsa da bunların hareketin tamamına yayılmadığını, ne özünü ne de genelini temsil ettiğini aslında herkes biliyor.
nispeten elitist sol kesimin sarı yelekler’i hor görmese dahi, neden bu kadar mesafeli durduğunu yine en güzel mathieu kassovitz’in bir başka tweet’i özetliyor: “gülünçsünüz, çünkü mücadeleniz sapına kadar burjuva ve hiçbir anlamı yok.” yani, başka bir deyişle, “diğer bütün olan bitene sesinizi çıkarmadınız, şimdi sizin cebinize dokununca isyan ediyorsunuz”.
benzer şekilde, aynı kesimden birçok kişiyse öfkenin sebebini anladıklarını söylemelerine rağmen, hareketi ve eylemlerini kınamayı sürdürüyordu. cezayir asıllı fransız gazeteci mohamed sifaoui’nin yüzlerce kez paylaşılan tweet’i bu bakışı gayet iyi özetliyor: “eğer sorunları olan herkes (işsizler, vergi mağdurları, alım gücü düşenler, fakirler, evsizler...) ayaklansaydı bunun sonu felaket olurdu. halbuki çok büyük çoğunluk başı dik, edepli ve sessiz. bu vurdu kırdıyı yapanlar en varlıksızlar değil.” ana fikir? mesele gerekçeleriniz veya talepleriniz değil, mesele başkaldırmanız. uslu uslu oturmayı reddetmeniz.
“aşağı fransa”
gerçekten de sarı yelekler sistemin ya dışına itilmiş ya da iyice periferisinde yaşayan, büyük kısmı göçmen kökenli ve gettolaşmış banliyölerden gelen, en ufak bir güvencesi ve geleceğe dair neredeyse hiçbir umudu olmayan, günümüzün bir anlamda yeni en alt sınıfını oluşturan kesim değil. sarı yelekler hareketinin özü büyük ölçüde taşralı, ortalama kırk yaşlarında, yaklaşık asgari ücretli bir işe sahip, fransa’daki eski bir tabirle “aşağı fransa” halkı.
siyasi düzlemde sesini pek çıkarmayan, dolayısıyla da, başta iktidar olmak üzere, herkesin sesinin çıkmamasına alıştığı, ezici çoğunluğu daha önce hiçbir gösteri ve eyleme katılmamış, ne sendikalı ne de doğrudan belli bir parti sempatizanı olan bir kesim. hareketin süratle ve önlenemez bir şekilde saman alevi gibi yayılmasının sebeplerinden belki de en önemlisi buydu.
yukarıda özetlediğimiz bağlama rağmen, kimse söz konusu kesimden böyle bir kalkışmayı beklemiyordu ve dahası, önce görülmemiş eylem yöntemleri, örgütsüz, hatta kaotik işleyişleri iktidarın işini iyice zorlaştırmıştı. zira, dünyada belki de en sık muhalif eylem ve gösterilere sahne olan fransa’da haliyle bu işler sofistike bir çerçeve içinde yürür:
eylemler belli sendika veya siyasi partilerin çağrısı üzerine düzenlenir, eylemin yapılmak istendiği yer için valiliğe bildirimde bulunulur, gerekirse bu konuda müzakere yapılır, düzenleyiciler hem katılımcıları korumak hem de eylemin meşruiyetini kaybetmemesi için olası taşkınlıklara karşı önlemler alır, eylemin başarısı ve arkasındaki kitlesel destek talepler ve anlaşmazlıklar üzerindeki güç dengelerini belirler, buradan hareketle eylemin kurumsal sorumluları ve hükümet temsilcileri arasında müzakereler başlar ve bunun sonucunda da eylem ya sona erer ya da başarılı olana veya kendiliğinden sönene kadar devam eder (son yıllarda ikinci senaryo çok daha yaygın).
sarı yelekler hareketi ister istemez bu kontrol edilmesi mümkün çerçevenin dışında kalıyor. çünkü hareket adına konuşabilecek ve müzakere yürütebilecek sorumlular olmadığı gibi, yürüyüşlerin yanısıra daha önce görülmemiş ve çok çeşitli eylemlere de başvuruyorlar: büyük kamyonlarla işlek kavşakları tıkamak, konvoylar halinde aşırı yavaş araba sürerek trafik sıkışıklığı yaratmak, özelleştirilerek vinci gibi büyük şirketlere satılan paralı otobanların bariyerlerini kaldırarak bedava geçiş sağlamak, sabahın erken saatlerinde disneyland paris ’e “baskın” düzenleyip bütün gün girişlerin bedava olmasını sağlamak gibi...
paris’te yoğun çatışmalara sahne olan 24 kasım gösterilerinin başlangıcı da bu durumu gayet iyi özetliyor. valilik sarı yelekler’in dünyanın en ünlü lüks ve zenginlik sembollerinden champs-elysées caddesi’nde yürüyüş talebini reddederek bambaşka bir yer önerdi (champ de mars). tahmin edilebileceği gibi, sarı yelekler bu kararı tanımadı. bunun sonucu olarak da kontrollü bir büyük yürüyüş yerine, birbirinden kopuk grupların, farklı zamanlarda, caddenin farklı noktalarında, bambaşka tarzlarda, aralarına saldırgan provokatörlerin sızmasını engelleyecek en ufak bir tedbir alınmadan kaotik eylemler dizisi yaşandı ve kısa sürede güvenlik güçlerinin fazlasıyla sert tepkisiyle, yüzlerce kişinin yaralandığı ve gözaltına alındığı bir çatışmaya döndü.
sendikalar ve prekarya
bu noktada, sarı yelekler’in sendikalara neden bu kadar mesafeli yaklaştığı üzerine bir parantez açmak şart. bunun en görünür sebebi, kendilerini hor gören adaletsiz sistemin tamamına isyan eden sarı yelekler’in sendikaları da o sistemin bir parçası olarak görmesi. fakat bu açıklama daha derin ve çok daha endişe verici bir başka faktörü gizliyor. avrupa’nın birçok ülkesinde olduğu gibi fransa’da da sendikalar süratle etkinliklerini kaybediyor. örneğin, fransa’nın en büyük konfederasyonu cgt (confédération générale de travail - genel emek konfederasyonu) son dört yılda 30 bin üye kaybetti (bugün yaklaşık 650 bin üyesi bulunuyor). bu elbette yeni bir durum değil ve başlıca sebebi sanayiye yönelik üretimin giderek yurtdışına kayması ve büyük şehirlerde hizmet sektörünün ağırlık kazanması.
ama günümüzde bu eğilimi, özellikle de sendikalara olan güven kaybını açıklayan bir başka nokta var. o da işsizlerin (dünyanın altıncı büyük ekonomisi olan fransa’daki işsizlik oranının 1990’lardan bu yana yüzde 9-12 arasında seyrettiğini hatırlatalım) ve prekaryanın sendikaların kendilerini temsil ettiğine inançlarının olmaması. belirsizlik, güvencesizlik anlamına gelen prekarite ve proletarya sözcüklerinin bir araya gelmesiyle oluşturulan prekarya kavramı fransa’da yakın zamana kadar çok tanımlı bir kesimi kapsıyordu. her an sona erebilecek geçici sözleşmelerle çalışan, bu sebeple gelecek güvencesi olmayan, büyük ölçüde genç bir nüfus.
işte tam da bu noktada, akaryakıt zammıyla patlayan sarı yelekler hareketi önemli bir sosyo-ekonomik gerilemeye işaret ediyor: prekarya kavramı artık sözleşme güvencesi olan, kalıcı işlere sahip, ortalama asgari ücretle düzenli maaş alan sınıfı da kapsamaya başladı. beklenmedik bir akaryakıt zammı on binlerce aileyi ciddi geçim sıkıntısına sürükleyecek hakiki bir statü kaybına yol açabiliyor. sendikalar da hızla değişmekte olan bu yeni duruma henüz uyum sağlayabilmiş değil.
kamuoyu ne diyor ?
tüm bunlardan yola çıkarak ve özellikle de basına yansıyan şiddet olaylarından, dört bir yandan gelen kınamalardan hareketle sarı yelekler’in marjinal ve fazlasıyla içine kapanık bir hareket olduğu izlenimi doğuyor. peki, rakamlar ne diyor? 24 kasım’daki bol çatışmalı eylemlerin hemen ertesinde yayınlanan anketler kesinlikle beklenmedik sonuçlar ortaya koyuyordu: bva şirketinin düzenlediği ve belli başlı tüm büyük medya kuruluşlarına yansıyan ankete göre, görüşülenlerin yüzde 72’si sarı yelekler’in taleplerine katıldığını söylüyordu. eylemlerin kısa sürede sona ermesini arzulayanlar yüzde 40, mümkün olduğunca devam etmesini isteyenler ise yüzde 60’tı.
bu koşullarda cumhurbaşkanı macron, 27 kasım salı günü, arkasındaki kitlesel desteği gittikçe artan hareketi yatıştırmak amacıyla iktidara geldiğinden bu yana en önemli konuşmalarından birini yaptı. herkesin beklediği gibi sarı yelekler’in öfkesine kulak verdiğini ve anladığını söyleyerek başladı, fakat hiçbir alanda herhangi bir geri adım atmayı öngörmediği gibi, özetle öfkenin sebebinin “ekolojik amaçlarla” yapılan akaryakıt zammının halka yeteri kadar iyi açıklanmaması olduğunu ima etti. ardından da sözü ekolojik dönüşüm bakanı [çevre bakanı] françois de rugy’ye bıraktı.
de rugy’nin geçtiğimiz eylül ayında liberal düzen değişmediği sürece samimi ekolojik adımlar atılmasının mümkün olmadığını anladığını söyleyerek beklenmedik bir şekilde istifa eden nicolas hulot’nun yerine getirilen ve ekoloji ya da solculuk, seçmek lâzım (ecologie ou gauchisme, il faut choisir, archipel, 2015) başlıklı kitabın yazarı olmasını bir kenara bıraksak dahi, böyle bir stratejinin sarı yelekler’i tatmin etmeyeceği çok belliydi.
buradan da macron iktidarının ya karşı karşıya oldukları isyanın ne kadar kitlesel olduğunu kavramamış olduğu ya da buna karşı tam bir çaresizlik ve/ya umursamazlık içinde olduğu anlaşılıyor. hiç şaşırtıcı olmayan bir şekilde, macron’un konuşmasının ardından yapılan tüm anketlerde sarı yelekler’e verilen desteğin daha da arttığını gördük. france ınfo televizyonu ve figaro gazetesi için düzenlenen ve 28 kasım’da yayınlanan anketin sonuçlarına göre, halkın yüzde 84’ü sarı yelekler’in taleplerini haklı buluyor. bu oranın parti seçmenlerine göre dağılımıysa macron için durumun ne kadar kritik olduğunu iyice gözler önüne seriyor: aşırı sağcı marine le pen seçmeninin yüzde 96’sı, radikal solcu fı seçmeninin yüzde 92’si, sosyalist parti seçmeninin yüzde 90’ı ve sağ parti cumhuriyetçiler seçmeninin yüzde 77’si hareketi destekliyor. macron’a oy vermiş grubun pozisyonuysa yüzde 50-yüzde 50 gözüküyor.
sarı yelekler’e destek çağrıları
bu durum yalnızca emmanuel macron’un hareketi geriletme girişimlerinin başarısızlığını değil, hareketin ne kadar büyük bir süratle kitlesel desteğini artırdığını da gösteriyor. öyle ki, bu yazının kaleme alınmaya başlamasından bu yana geçen kısa sürede bile örgütlü ve üst-orta sınıf solcu seçmenin sarı yelekler hareketine bakışında hızlı ve net bir olumlu değişim oldu. bunda, başından beri bahsettiğimiz horgörüye karşı çıkarak sol kesimleri sarı yelekler’e desteğe ve belki daha da önemlisi diyaloğa çağıran bazı kişilerin rolü büyük.
bunlardan biri yeni antikapitalist parti ’nin [nouveau parti anticapitaliste - npa] kurucusu olivier besancenot , katıldığı bir televizyon programında işçi hareketini şu sözlerle sarı yelekler’e desteğe çağırıyordu: “işçi hareketinin de en azından bir genel grev başlatarak hayat pahalılığına karşı duyulan öfkeyle başlayan bu dalganın bir parçası olması lâzım. herkes satın alma gücünden bahsedip duruyor. bu ‘satın alma gücü’ lafından gına geldi! halkın ezici çoğunluğuna bahşedilen tek güç satın alma ve tüketme gücü, başka hiçbir gücümüz yokmuş gibi! [...] gösterilere baktığımda, aşırı vergilere karşı sloganlar duymuyorum. servet vergisinin kaldırılmasına, vergi kaçakçılarına, kısacası vergi adaletsizliğine karşı sloganlar duyuyorum.”
bir diğer isim de 2016’da grevdeki işçilerin mücadelesini konu alan merci patron! isimli belgeselin yapımcısı françois ruffin. filmin özellikle parisli genç nüfusta uyandırdığı yankı ve heyecan république meydanı ’nda düzenlenen nuit debout [gece ayakta] buluşmalarına önayak olmuş, ruffin de yoğun halk desteğiyle 2017 seçimlerinde fı’den milletvekili seçilerek meclis'e girmişti.
29 kasım akşamı yine république meydanı’nda 500 kişilik bir kalabalık önünde yaptığı konuşmada, ruffin doğrudan üst-orta sınıf parisli bobo’lara sesleniyor: “siz farklı kesimler arasında köprü olabilecek sınıfsınız, kimi istiyorsa onu destekleme seçeneğine sahip sınıfsınız.” ve ekliyordu: “burada söz konusu olan oligarşiye karşı yürütülen bir mücadele. [...] hükümet şunu çok iyi biliyor: bu konuda geri adım atarsa fransa halkının gücü karşısında geri adım atmış olacak. mesele mazot vergisi değil, tüm reformlar, macron yasalarının tamamı!”
kısacası, ilk başta bazen art niyetle ana-akım fransız medyasına, onun üzerinden de tüm dünyaya yansıyan yanıltıcı ya da en azından fazlasıyla eksik bir tablo vardı: şiddetli, faşizan, eğitimsiz, tek derdi kendi cebi olan marjinal bir hareket. mevcut öfkenin sebepleri olarak da hep aynı üçgen öne çıkarılıyordu: hayat pahalığı, aşırı vergi yükü ve benzine zam. halbuki bugün sarı yelekler’in sokağa taşıdığı, ama aslında neredeyse tüm ülkeyi kapsayan talep son derece basit: daha adil bir düzen .
alican tayla/ birartıbir.org -
12. özgür demirtaş'in enver aysever'e verdiği ayar
-
13. ilacımı getirin diye yalvaran çocuk
gerçekten çok üzüldüğümü belirtmeliyim. ancak gelin görün ki yıllık bir milyon dolardan, türkiyedeki kayıtlı üçbin sma hastası yıllık 3 milyar dolar yapar. ve bu sadece sma. bunun daha aids'i var, bu gibi tekelleşmeyle astronomik rakamlar verilen pek çok ilaç var.
tabi ki çocuğun durumu çok iç acıtıcı ve kendi çocuğumun başına gelse yıkılırdım ama ilacın parasını da papatyalarla ya da entry ile ödemiyoruz. burda eleştirilmesi gereken devletin neden onaylamadığından önce, şirketlerin tekelleşmesi, ülkemizin ilaç sektöründeki başarısızlığı ve bağımlılığı, anlaşma yaparken böyle bir meblağa karşı çıkamayacak denli güçsüz olması vesaire... biz istediğimiz fiyatı belirleriz diyen şirketlerin ürünlerini almak halkın sırtında muazzam bir yüke dönüşüyor. ülkemizde bilime yatırım yapılmalı. aramızda para toplamayla olacak iş mi bu allah aşkına? asla kalıcı çözüm düşünmüyorsunuz hep duygusal, hep anlık. böyle böyle siktik işte ülkeyi.
anlamayanlar için şöyle anlatayım. biz ülke olarak pek bir şey üretmiyor, doğru düzgün ihracat yapmıyoruz. ve sürekli dışardan bir şey alıyoruz. bir de üstüne sma için 3 milyar, aids için beş milyar filan ekleniyor. ne oldu? aa kriz... o zaman da aranızda para toplayıp videodaki çocuğa ekmek mi alacaksınız? üç beş bir şey toplayıp geçiştirelim mentalitesi ne zaman son bulacak? örnek veriyorum ne zaman yurtdışından hayvan gibi alışveriş yapmayı falan azaltacaksınız? -
14. cüneyt çakır
engelle engelle bitmiyor gerizekalılar anasını satıyım.
vida'nın pozisyonunun penaltı olduğundan emin olan ve ona buna söven sayan insanlar var, şaşırıyor adam nasıl penaltı olmaz diye.
hayır bir insan bilmeyebilir, daha futbolu yeni takip etmeye başlamıştır ama bu özgüven bu cahilliğin yükselişi gerçekten sinir bozucu.
not: fb -
15. ankara'da huzur bulunan mekanlar
emek ve bahçeli'nin daracık,bol ağaçlı ve sakin ara sokakları.
-
16. konya b.şehir belediyesindeki yolsuzluklar
düşünebiliyor musunuz, habere göre adamlar üstgeçit-köprü yaptık diyorlar. 7.5 trilyon parayı kayıp ve sayıştay yetkilileri üstgeçidi görmeye gittiğinde üstgeçidi bulamamışlar. ama yargılanırlar mı? asla! çünkü allah, kuran, kitap, dinimiz islam..amin.
-
17. türk doktorların cahil ve kokan halkla uğraşması
konudan çok da bağımsız olmamakla birlikte bir anı anlatacağım.bilen bilir 1. ve 2. sınıf tıp öğrencileri mesleğe yeni adım atmış olmanın verdiği hevesle semtlerde etkinlikler düzenlerler.mesela bahçelievler'de sokakta bir stand kurup yaşlı teyzelerin tansiyonunu ölçer şekerine falan bakarlar.
bizim arkadaşlar da böyle bir etkinlik düzenliyorlar ve kimileri kadıköyde yapalım abi keyfimize bakarız dese de gençler idealist olduklarından çoğu halkın daha çok ihtiyacı olan bir yerde yapmak istiyor ve ekip bağcılar'a karar veriyor.
sonra ne mi oluyor? bedava tansiyon ölçüyorlar diye birbirine haber veren ve yığılan teyzeler.hadi buna eyvallah zaten çocuklar keyif alıyor insanlarla ilgilenmekten.ama sonra etraftan laf atan barzolar tıp okuyan oraya gönüllü bişeyler katmak için gelen gencecik kızlara laf atmaya başlıyorlar.ve teyzelerden birkaç tanesi de zorla tansiyon aletlerini ve getirdikleri tartıyı çalıyor.hani çaktırmadan değil çekiştire çekiştire gasp ediyor aslında.sen o malzemeyi gönüllü olarak herkes faydalansın diye götürmüşsün adamlar seni gasp ediyor ve birbirlerinin faydalanmasını engelliyor.
bu olaydan sonra bir daha böyle bir işe girmediler.o gün orada yaşananlar ülkesinin halkına hizmet sunmak isteyen bir avuç hekimin gönlünü kırmıştı işte.
ınanın her alanda ülkesine hizmet etmek isteyen ve halkına severek hizmet sunabilecek bir sürü idealist insan var bu ülkede.ama çoğu bizzat hizmet etmek istediği toplum tarafından yıpratılıyor ve yolun başında kalpleri kırılıyor bir daha da tövbe diyorlar ve horlanmaktan haz alan bu topluma onlar da tepeden bakmaya başlıyorlar. -
18. sahibinden.com'daki vw new beetle ilanı
türkücü ceylan'ın, özel olarak yaptırdığı eski arabasıdır. tık
-
19. cahil insanların ortak özellikleri
bir şeyi anlamadıklarını anlamamaları.
-
20. psikolojik olarak hazır olunmayan şey
deprem, her dürttügünde ödüm patlıyor. sadece psikolojik olarak değil ulkece, bina güvenliği olarak da hazır değiliz. en kötüsü bunu bilmek.
-
21. good form
günümüzün ve temel tüm sorunlarımızın özetidir.
(bkz: zaman kaybı)
(bkz: cehalet)
(bkz: kadın çıplaklığı)
(bkz: kapitalizm)
(bkz: kalitesiz müzik) -
22. 2 aralık 2018 euro 2020 elemeleri kura çekimi
yine gidip hırvatistan ya da çek cumhuriyeti'ni falan çekmeyelim nolur yeter lan. sanki son 10 yıldır bunlardan başka kimseyle oynamıyoruz gibi geliyor bana. zaten turnuvalara gidemiyoruz, bari tüm maçlarımızın heyecan ve kaos ortamında geçmesini istediğim için, dileğim ;
- ingiltere
- almanya
- türkiye
- yunanistan
- ermenistan
böyle bir gruptur. ingiltere'nin olacağı grubun 5 takım olacağı kesinmiş, 4. torbadan yunanistan olmaz, güney kıbrıs olur ona da okeyim bu arada.
edit ; ulan totem tuttu da izlanda'yı unuttum. keşke onu da yazsaydım. -
23. az emekle çok para kazanılan meslek
emlakçılık
-
24. ekşi itiraf
kafamı rakı dolu bir kovaya sokup boğularak ölmek istiyorum.ben böyle hayatın anasını sikeyim.
-
25. kadın pedi rafının yanına konulan siyah poşetler
çökeleklerin kadına özgü ne varsa sansürleme, yok etme ve toplumda da pis, iğrenilecek, örtülecek algısı yaratma çabasıdır.
regl olmak normal ve haber değeri olmayan bir şeydir. adını bile duyduğunuz zaman rahatsız olmanıza çok üzüldüm. tabii ki hassasiyetlerinize saygı göstereceğim. şöyle: regl regl regl regl regl regl regl regl regl regl regl regl regl regl regl ve regl. -
26. 10 km uzaktan selektör yapan bmw'li
sol şeritte sürekli olarak 240 kilometre hızla gitmeyi kendinde hak gören ve bir de bunun açıklamasını yapmaya çalışan cahil bmw'lidir.
-
27. üstteki yazarın nickinin düşündürdüğü
vay amk paraya bak!
-
28. kadınların tipe önem vermedikleri gerçeği
kadınların beğenme mekanizması minimumlara göre çalışıyor arkadaşlar. yani ben kültürlü erkek istiyorum diyen kadın aslında biraz yakışıklı, biraz paralı ve çok kültürlü erkek istiyor demek oluyor. yoksa tipsiz kültürlü adam konuştuğunda üff ukala gerzekalı diyor içinden.
ben zengin erkek istiyorum diyen kadın zengin ama tipsiz adam gördüğünde üff parasıyla hava atıyor gerzekalı diyor. ya da o arabadan inen adama bak ıyy diyor.
dolayısıyla çok takılmayın sizi de beğenen birileri çıkar elbet. ha sizi beğenen herkesi beğenir tabi o ayrı.* -
29. antrenman izleyen 40 bin kişinin ülkeye katkısı
adam çaresizlikten süleyman soylu'ya havale etmiş konuyu. süleyman soylu'nun yapacağı; antrenmanlara katılmayı yasaklamak, katılanları da terör örgütü üyeliğinden hapse atmak olur.
-
30. erkeğin en seksi hareketi
olm siz geri zekalı mısınız lan! bırakın da kadınlar yazsın...
tanım: erkeklerin seksi bulunan harletlerini barındıran bir anket. biz erkeklerin burayı okuyarak seksiliğimize seksilik katmamız için hazırlanmış sanırım. -
31. pilot kalemle dönem ödevi hazırlamış efsane nesil
son satırlarda yapılan bir hata sonrası sayfanın çöp olması ve tekrar yazmak.
-
32. duş jelinin fiyatının % 1000 artması
"37 lira yerine 370 lira yazmışlardır, uzatacak ne var ki?" diyecektim ama onlarca sitede fiyatının 300 ve üzeri gezindiğini görünce anlam veremedim.
"33 liralık ürün 370 liraya nasıl çıkar?" diye dert yanan birine çıkıp da "ben kullanmıyorum, bunlar hep kapitalizmin size dayattığı şeyler, bunlara ihtiyacınız yok, proletarya, sistem, çark, yumruk v.s. (*müzik girer https://youtu.be/55vzvydjx70 ) demek ayrı bir kafa. kullandıklarının listesini çıkar da gençler hayatlarını nasıl yaşayacaklarını öğrensin.
o halde zamlardan hiç şikayet etmemeliyiz, değil mi?
-doğalgaza zam gelmiş
+beni ilgilendirmez. ben ineklere sarılıp uyuyorum
*ayrıca "zam olsun %100 olsun, %200 olsun" demek nedir? 33 liralık şey bugün 66 lira zamlanıp da 99 olursa bu normal mi olur? -
33. mustafa kemal heykellerinin israf kaynağı olması
“92 yıldır her sene devletin miletin milyonlarca lirası bu faydasız heykellere harcanıyor. yazıktır, günahtır” diyen yavşağın, 1000 odalı saraylara sessiz kaldığı durum. allah çok büyük!
-
34. duşta sevişmek
çok fazla film izleyenlerin fantezi dünyasını ortaya koyan başlık. tabii seveşen çoktur buna lafım yok ama fantezi dünyaları renk renk*
bir kere türkiye standartlarında çoğu duş 2 kişiye yetecek kadar rahat değildir.
ikinci olarak o su aynı anda akmaz üstünüze. biriniz ıslak biriniz kuru kalırsınız ve büyük ihtimalle su tam ikinizin ortasından akar, üşüdüğünüzle kalırsınız.
ayrıca bir çok yazarın da belirttiği gibi su kayganlığı giderir, hareketler zorlaşır hatta duştan sonra acı çekersiniz, genital bölgelerde kızarıklık,yanma oluşur.
oral yapın desem onda da su faktörü giriyor devreye.. girin duşunuza, birbirinizi sabunlayıp keseleyin* biraz da romantik davranıp öpüşüp koklaşın yeter
sıhhatler olsun -
35. bilinmeyen trafik kuralları
ülkemizde hemen hemen hiç bilinmeyen, bilenlerin pek fazla uygulamadığı kurallardır.
örneğin;
- yaya geçidinde geçiş üstünlüğü yayalarındır. yaya geçidinin çevresi tamamen boş olsa bile araç yaya geçidine yaklaştığında yavaşlamalı ve çevrede geçecek biri olup olmadığını kontrol etmelidir. yaya geçidinde yayaya çarpan sürücü %100 suçludur. "ama birden önüme fırladı", "ama sağına soluna bakmadı", " telefonuyla onuyordu, aracımı görmedi" şeklindeki savunmalar %100 geçersizdir.
- yaya geçidi ya da ışık olmayan ara sokaklarda geçiş üstünlüğü yine yayalarındır. araçlar ara sokaklarda çok yavaş ve dikkatli gitmek zorundadır. kaldırımda bir yaya karşıya geçmek için bekliyorsa araç mutlaka durmak ve yayanın geçişini beklemek zorundadır.
- "dur" levhası bildiğimiz "dur" anlamına gelir. bu levhanın bulunduğu yere gelen araç, yol bom boş olsa bile hızını sıfıra indirerek tamamen durmak zorundadır.
- kaldırımlar yayaların alanıdır. araçların tamamen ya da sadece tekerleklerini kaldırıma çıkararak park etmeleri suçtur. -
36. 2 aralık 2018 arsenal tottenham maçı
her derbi öncesi olduğu gibi yine o günün derbi öncesinde izlediğimiz muhteşem ingiltere ligi mücadelesi.
sanki karanlık bir el sürekli o derbiden önce şimdi bunu izleyin daha sonra da gidin kendi liginizin en önemli maçlarından birisini izleyip kalitesizliğinizi görün der gibi.* -
37. eren derdiyok
(bkz: eren beyniyok)
-
38. en iyi arkadaşlıkların dayandığı temel
başarısını kıskanmak değil başarısı için onu tebrik etmek ve gerçekten onun adına mutlu olmaktır.
edit:düzeltme -
39. yere düşen çocuğu kaldırmayan ebeveyn
benim o.
bir yerine bir şey olmadığından eminsem dokunmam.
içime taş oturur o ağlarken ama sadece cesaretlendiririm onu.
hayat hep yapacak bunu zaten ileride.
her zaman ben yanında olamayacağım.
öğrensin güzel kızım... -
40. ayakkabı numarası çarpı kilo bölü boy
40x58/178=13,03
demek erkek olsam 13 cm çüküm olacakmış. * -
41. şu anda çalan şarkı
şarkı gibi duruyor karşımızda kardeşimiz.bağırıyor,güzel bağırıyor.
(bkz: ilacımı getirin diye yalvaran çocuk) -
42. erkek yazarlardan kadın yazarlara sorular
(bkz: #83835146)
geçen bi soru sormuştum kadınlara, tahmin ettiğimden de fazla cevap geldi. beyler size kötü haber.
türk kızları sizi ekseriyetiyle sevmiyor. mecburiyetten sizinle beraber olduklarını düşünüyorlar. yani elde türk erkeği olduğu için sizinle beraber oluyorlar. eğer türkiyede farklı milletlerden erkekler yaşıyor olsaydı, onları seçecekler. (bkz: picking up girls in istanbul) olayı baya var yani.
gelelim hangi milletin erkeklerini istiyorlar.
1) büyük çoğunluk ingiliz dedi. seks performanslarından dolayı.
2) fransız-italyan-yunan erkekler. evet ezeli düşmanımız yunan erkeklerini bile size tercih ediyorlar.
3) abd-kanada-avustralya erkekleri. bu ülkeler birbirinden çok farklı olmalarına rağmen, tahmin ediyorum ki burada cazip gelen ana faktör, hepsinin okyanus ötesinde olmaları.
4) bunu üzülerek söylüyorum. ortadoğu ülkeleri hariç herhangi bi milletten erkekte olur dediler.
5) 1-2 tane, türk erkekleri fena değil aslında. her milletten erkeğin sorunları var. biz en azından bunların sorunlarını biliyoruz dediler.
gelelim türk erkeğini neden sevmediklerine.
1) karısını, annesi gibi görmesi. ondan sürekli ilgi , yemek, bakım ve ihtiyaçlarının giderilmesini beklemesi.
örnek vermek gerekirse, bi gün bile evde yemek yapmamaları. çamaşırlarını yıkamamaları. evi temizlememek.
2) kaba ve şiddete meyilli olması. argo konuşması. sohbet etmeyi bilmemesi.
3) çirkin, bakımsız, kilolu olması. her yerinin kıllı olması.
4) kültürsüz, bağnaz ve yobaz olması. burada bahsedilen yobazlık, dini bişey değil. kemalistinde yobazından nefret ediyorlar.
5) romantik olmaması. gönül konularında anladığı tek dilin arabesk olması. müslüm baba ve türevler. müzikli ve çiçekli, güzel bi lokantaya arada bi hiç götürmemeleri.
6) son olarak giyim kuşamı çok kötüymüş.
türk erkeğine tavsiyem, burada yazılanlara önem verin. tüm kadınlarla olan ilişkilerinizde başarı oranınız artar. -
43. karnında bant unutulan kadın
yaklaşık 15 yıl kadar önce çok daha komik bir versiyonu benim başıma geldi. anlatayım efendim:
asistanlık yıllarım, brid ileus vakası alacağız. brid ileus dediğimiz hastanın daha önce geçirmiş olduğu karın ameliyatlarına bağlı olarak barsakların birbirine yapışıp tıkanması durumudur. evet, vücutta yara iyileşmesi olurken dokular birbirine yapışabilir ve ameliyattan yıllar sonra hastaya problem çıkarabilir. neyse bir hocamızın daha önce ameliyat ettiği bir hasta bu. ben de ameliyata almadan önce hasta yakınlarına bilgi verdim işte önceki ameliyatına bağlı olarak barsaklar birbirine yapışmış, biz de ameliyatla o yapışıklıkları açacağız dedim. gayet sakince dinlediler beni. nereden bileyim olayı götünden anlayacaklarını. neyse biz icapçı uzmanla ameliyata başladık. bir süre sonra ilk ameliyatı yapan hoca hışımla ameliyathaneye girdi. "ulan gerizekalı bir intern hasta yakınlarına abuk subuk şeyler anlatmış, benim ameliyatta barsakları birbirine diktiğimi söylemiş, ameliyat hatası demiş. bir saat hasta yakınlarına laf anlatmak zorunda kaldım. neredeyse döveceklerdi beni" diye anlattı. tüm ameliyat ekibi hemşiresinden anestezistine kadar herkes o interne küfürler etmeye başladı, vay adi utanmaz bilip bilmeden yorumlar yapmış, bunlar bir de doktor olacak diye sövüp duruyorlar ama kimse bilmiyor ki o intern zannettikleri kişi aslında benim. gelgelelim millet o kadar sinirlendi ki ben olduğumu bir anlasalar vay halime, o asistanlık bitmez artık. gıkım çıkmıyor o an ama nasıl yusufluyorum. sırf benden şüphelenmesinler diye "hocam boşverin orospu çocuğunun tekiymiş, uğraştığınıza değmez" diyerek iki küfür de ben salladım. neyse ki anlamadılar ben olduğumu ama yediğim onca küfür yanıma kar kaldı. ayrıca kendi kendine küfür eden ilk insan olma şerefine de nail oldum böylece.
yıllar yıllar sonra bir bölgesel toplantıda o hocayla karşılaştığımda itiraf etmiştim o şerefsiz bendim diye. hoca o olayı hatırlamadı gerçi ama çok güldü o da.
bu da böyle bir anımdır. -
44. 2 aralık 2018 yds
1998 yılından beri bu işin içinde olan, bir üniversitenin yabancı dil hazırlık okulunda 11 yıldır ingilizce eğitimi veren, yüksek lisansı odtü ingiliz edebiyatı olan ve doktorasına aynı alanda devam eden bir öğretim görevlisi olarak belirtiyorum:
bu bir hangi seviyedesiniz sınavı değildi. aksine, dur bakalım sen acaba advanced seviyede misin sınavıydı. sınava girerek içeriden bildiren birisinin sözüne güvenirseniz eğer, canınızı sıkmayın derim suserlar. ösym’nin ağır saçmaladığı başka bir sınav daha olmaktan öteye gidememiştir. -
45. ulu türk hakanının g-20'de karşılanması
gençler sakin olun. kaddafi diye birisi vardı bir zamanlar. italya başbakanına elini öptürmüş. parisin ortasına bedevi çadırını kurdurmuştu. sonra makatına tüfek sokarak öldürdüler adamı
-
46. düşün ki o bunu okuyor
beklesem sacima aklar dolacak
vazgecsem askima yazik olacak
demis ya hani zeki müren. cok guzel demis. -
47. bir daha onu sevdiğim gibi kimseyi sevemem hissi
yok öyle bir his.
çatır çatır seveceksiniz başkasını. onun sizde göremediğini görecek ve hak edecek insanlar olacak hayatınızda, etrafınızda.
siz yeter ki kendinize güvenin ve kendinize olan inancınızı kaybetmeyin.
giden, gitti ise bu sizin değil, onun kaybedişidir. -
48. ekşi sözlük dertleşecek insan veritabanı
o başkası ile konuşurken sen eski yazışmaları okursun. ne acı...
-
49. caner erkin
2 aralık 2018 beşiktaş galatasaray maçının 90+4. dakikasında vagner love’a vermeyip direkt kaleye vurup auta attığı top karakteri hakkında çok önemli bir göstergedir.