bahara kadar bekle bandini30
profili

  • neslican tay

    hastalığının ekmeğini yiyor diyen oruspu çocukları bir yerlerine kına yakabilir artık.

  • selahattin demirtaş

    selahattin demirtaş, 6 milyon seçmenin oylarıyla seçilmiştir. selahattin demirtaş, iktidarın tüm baskılarına ve zorbalığına rağmen düşüncesinden ve söylediklerinden geri adım atmadı. akp- mhp gerici- faşist bloğu tarafından göz altına alınmış ve şu an 3 yıla yakın ise içeride rehin tutulmakta.

    selahattin demirtaş, terörist değildir. bazılarını başkan yaptırmak istemediği için halâ içeride. şu an içeride olması bile büyük bir utanç. yarına selahattin demirtaş'ı özgür görmek ümidiyle.

  • demirtaş'ın çizgisini beğenenlerden biriydim

    ekrem imamoğlu dahi hdp seçmeninin ona selahattin demirtaş aracılığıyla ne kadar çok katkı sağladığının farkında. söylemesi gerekeni söylemiş. taktir ettim, ekrem imamoğlu'na oy verdiğime de değmiş.

    şu korkak, sünepe ve ulusalcı tayfadan bir halt olmaz. dünya âlem biliyor işte hdplilerin ekrem imamoğlu'na blok oy attığını. merak edenler merakını gidermesi adına sancaktepe, küçükçekmece ve esenyurt seçim sonuçlarına bakabilirler.

    selahattin demirtaş ve hdp'nin stratejisi olmasaydı; şu ana kadar istanbul'un en ücra yerine kadar sinmiş siyasal islamcıların seçim zaferini kendinizi kemirerek seyrediyor olacaktınız. teşekkür etmek de bir erdemdir, ekrem imamoğlu nazik bir şekilde teşekkürlerini iletmiş.

    2011'den bu yana hdp'ye oy veren bir aileden geliyorum, yaklaşık 10 oyumuz vardı, hepsini büyükşehirde ekrem imamoğlu'na verdik. umarım; ekrem imamoğlu, bu tavrını korur ve devam ettirir.

  • imamoğlu mazbatayı almaya kasılarak geldi

    hahahahahahaha dikkat edin de çıkarıp masaya vurmasın.

  • fatih tezcan'ın iç savaş çağrısı

    fatih tezcan, eşine şiddet gösteren, eşini ölümle tehtit eden, çocuğunu bir islamcı terörist gibi yetiştirmeye çalışan, ülkenin kurucusu atatürk'e binlerce kez hakaret eden, halkı kin ve nefrete sürükleyeyip iç savaş çağrısı yapan biri. bu yaptıkları her seferinde yanına kâr kalıyor. gerekli mercilerin artık harekete geçip gerekli cezai yaptırım uygulaması lazım. artık yetti!

  • selahattin demirtaş

    cezaevinde tek bir tweetle tüm türkiye'nin kaderini uzun bir süreden sonra ikinci kez değiştirmek üzere. 7 haziran'da akp'yi iktidardan etti, bugün de inşallah akp'ye kaybettirecek.

    selahattin demirtaş ve hdp'nin stratejisi ankara, istanbul, antalya, hatay, adana, mersin, aydın, antalya ve bursa gibi türkiye metropollerinde akp'ye kaybettirmek üzere.

    çok büyük, yüce insan. ne kadar değerli bir isim olduğunu gördük. milyonların ona teşekkür etmesi lazım.

    sana özgürlük ve adalet borcumuz var, seni özgür görmek ümidiyle.

  • muhsin yazıcıoğlu

    muhsin yazıcıoğlu, daha önce nice insanın kanına giren, birçok katliamda adı geçen ve bu katliamlarda başrol oynayan, birçok insanın yakılmasına düşünceleriyle ön ayak olan ve temennim o ki donarak can vererek ilahî adalete inancımı ölümüyle daha da perçinleştirmiş kişidir.

    muhsin yazıcıoğlu'nu orhan aydın'ın kaleminden tanıyalım:

    "seni tanıyordum.
    elinde silah, komünist avına çıktığın ta o ilk günlerden beri seni tanıyordum.
    önce ankara’da sonra istanbul’da ve tüm bir ülkede kana bulamadığın sokak, kahvehane, okul avlusu, fabrika önü kalmamıştı.
    ev baskınları yaptın, kör karanlıklarda.
    boğarak öldürdüğün arkadaşlarımın üstüne, kurşun yağdırmak marifetlerin arasındaydı. bahçelievler'de yedi canıma sen kıydın.
    ellerine bulaşmış insan kanıyla, yüzünü yıkıyordun her sabah.
    sarkık bıyıkların, yaz-kış üstünden çıkarmadığın kara ceketin, korkak- hain sinsi, kan oturmuş bakışların, gözümün önünden hiç gitmedi.
    16 mart katliamı'nda kardeşlerimin üstüne kurşun yağdıranların başında sen vardın.
    1979 kışında, ankara ziraat fakültesi öğrencisi, kayınbiraderim sabit torun’u balgat’ta evinin önünde pusu kurup, yaylım ateşine tutanların başında sen vardın.
    kalbura çevirdiğiniz o körpe bedendeki, yirmi bir kurşunun dört adedi, senin cinayet aletinden çıkmıştı.
    maraş’ı kana sen buladın.
    annelerimizin karnındaki, bebeklerimizi katlettin.
    bir değil, beş değil, on değil yüzlerle canımızı ateşe verdin.
    yozgat, çorum ve 93'te sivas'ta yine sen vardın.
    bir dağ başında, elinde silahın uluyan resimlerini anımsıyorum,
    madımak ateşe verildiğinde, "tahrik var" diyen yine senin ölüm kokulu sesindi.
    korkağın tekiydin.
    uçan kuştan, akan sudan, kararmış geceden, gündüz güneşten ve insan sesinden ödün patlardı.
    bu yüzden olsa gerek seni yalnız başına kimse görmedi!
    kuyruğunu kıstırıp, sokak köşelerine pusu kuran, uyuzluk misali yaşadın.
    ardında iş ortağın onca "tosuncuk" varken, hep güvencede hissettin kendini.
    bu ülke katillerini seviyor ya, seni daha çok seviyorlar!
    bahçeli de seviyor seni, baykal da, tayyip de, erbakan da.
    halen arkan sağlam.
    ardından methiyeler düzülüyor!
    yazık oldu sana yazık. ölümün böyle olmamalıydı!
    ateşe verdiğin o maraş yolu, canını aldı!
    çakılıp kaldın bir dağın başına.
    beş santim buz tutmuş bedenin.
    zavallı ürkek yüreğin donmuş!
    üzülmedim.
    hiç unutmayacağım söz!
    aklıma faşizmin düştüğü her an, önce seni anıyordum, yine seni anacağım..."

  • 4 mart 2019 gezici anket sonuçları

    gezici anket şirketinin beş para etmeyen, algıcı bir şirket olduğunu görmek isteyenler bakabilir. chp, iyip ve hdp'yi ittifak halinde göstererek amacının ne olduğunu göstermiş olmuş.

    yandaş medya ağzıyla ve görselliğiyle anket yapmaya çalışan bir anket şirketinin hiçbir gerçekliği olmayan sonuçlarını paylaştığı haber içeriği.

  • çok güzel hareketler 2

    yılmaz erdoğan, yine aynı şeyleri deneyerek ekmeğinin peşinde. siyasi makamlara karşı el pençe durarak sinemaya uygulanacak sansür yasasını onaylayan ekibin başında geliyordu. bir zamanlar skeçlerinde ve filmlerinde az da olsa siyasi göndermeler ve taşlamalar yapan erdoğan artık ona da rahmet okutacak.

    neyse; yılmaz erdoğan, yarın öbür gün yine bir film çekmeye kalkar, yine gider kültür bakanlığına para dilenir. abilerinden "ş" harfinden orak-çekiç yapmayı öğrenen erdoğan, şimdi de bazılarına yalakalık yaparak "ş" harfinden dolar işaretleri yapmayı öğreniyor. kahverengi sıralarda solculuk oynamayı pek bilemediği gibi şimdi protokollerde sağcılık oynuyor.

    yapılan projeye gelecek olursak; söz her halde açıklayıcı olacak:

    "aptallığın en büyük kanıtı, aynı şeyi defalarca yapıp farklı bir sonuç almayı ummaktır."

    albert einstein

  • survivor 2019 türkiye-yunanistan

    türkiye gibi üçüncü sınıf ülkelerde en çok ekmek kazanılan alanlar: milli duygulara oynamak, dini duyguları sömürmek. bunların farkında olanlar yolunu buluyor. bir tek ben ve benim gibiler bulamadı.

    acun ılıcalı'nın bu sefer de milli(!) duygulara oynayarak keriz silkelemeye devam edeceği başka bir program.

  • ekşi itiraf

    ben, öldüm; ama ailem üzülmesin diye yaşıyor gibi yapıyorum.

  • 8 aralık 2018 paris protestoları

    fransız hükümeti, temiz enerjiye geçişi teşvik gerekçesiyle karbon yakıtlara ek vergi kararı aldığında, sol partilerin de seçim programında bulunan çevreci vaadlerin bu denli geniş çaplı, şiddet olaylarına dönüşmeye meyilli protesto gösterilerine yol açacağı beklenmiyordu.

    sosyal medya üzerinden başlayan imza kampanyası, kısa sürede sokağa taşan bir halk hareketine dönüştü. kasım 2018 başında filizlenen eylemler, lokal olarak yol blokajları şeklinde kendini gösterdi. fransa'da her sürücünün aracında bulundurması (kaza ya da arıza anında araçtan çıkıldığında giyilmesi için) zorunlu olan fosforlu sarı yelekler (gilets jaunes ) eylemlerin sembolü haline geldi.

    akaryakıt zamlarına tepki olarak başlayan eylemler kısa sürede cumhurbaşkanı emmanuel macron'un yönetim şekline karşı ve hükümetin diğer reform paketlerini de kapsayan daha genel bir tepkiye dönüştü. nitekim, zamların askıya alınması ve ardından tamamen iptal edilmesi öfkeyi dindirmedi.

    taşra - paris çekişmesi
    daha önce sendikaların öncülüğünde, eğitim ve iş yasası reformlarına tepki olarak düzenlenen gösteriler, büyük oranda barışçıl bir ortamda geçmişti.

    ancak, artan akaryakıt fiyatlarına karşı yükselen (üstelik sendika ve siyasi parti desteğinden yoksun) tepkinin diğer gösterilerden farklı olacağı kısa sürede anlaşıldı. bu kez alanda bastille'den republique'e yürümekle yetinecek parisliler yoktu. aksine, merkezi hükümet tarafından ihmal edildiğini düşünen, siyasi otorite ve burjuvazinin sembolü olarak gördüğü paris'e öfke duyan "taşralı" bir kitle söz konusuydu.

    büyük kentlerde yaşayanlara oranla sosyal hizmetlerden daha az yararlanan, yeterli sayıda aile hekimi bulamayan, toplu taşıma imkanı kısıtlı olan, çocuklarının okulu ya da iş için özel aracıyla kilometrelerce yol kat etmek zorunda kalan bu kitle, kendini "français oubliés " (unutulan fransızlar) olarak tanımlıyor.

    nihayet, akaryakıta getirilen zamlardan ilk planda etkilenenler kırsalda yaşayan fransızlar oldu.

    kamuoyu yoklamaları, sarı yelekliler eylemlerine paris banliyölerinden katılanların oranının maksimum yüzde 30'da kaldığını gösteriyor. eylemcilerin yaklaşık yüzde 50'si ise nüfusu 20 binin altındaki yerleşim birimlerinden geliyor.

    1 aralık'ta paris'ten kameralara yansıyan yağma olaylarındaki eylemcilerin büyük bir kısmının başkent dışından geldiği kayıtlara geçmişti.

    diplomalılar azınlıkta
    sarı yelekliler hareketinde "taşra - paris " çekişmesinin yanı sıra, "yoksul - zengin" ayrışması da ön plana çıkıyor. eylemlere destek verenlerin sadece yüzde 13'ü maaşıyla ay sonunu getirmekte sorun yaşamadığını belirtiyor.

    diğer yandan, kendini 'sarı yelekli' olarak tanımlayan eylemcilerin yüzde 25'inin lise diploması yok. üniversite mezunu olanların oranı ise yaklaşık yüzde 12.

    aşırı sağ seçmen eylemlerin merkezinde
    sendikaların eylemlerini yetersiz bulan, paris odaklı cılız tepkilerden ibaret gören "sarı yelekliler", protesto gösterilerinin herhangi bir siyasi partinin tekeline girmesini de istemedi.

    hareketin apolitik kimliği, ülke çapında gördüğü desteği yüzde 80'lere kadar çıkarırken, macron karşıtı grupların eylemlerde kendi kimliklerini ortaya koymasına da engel olamadı.

    fransa'da yapılan son kamuoyu yoklamalarına göre, kendini 'sarı yelekli' olarak tanımlayanların yüzde 42'si 2017 cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda aşırı sağcı aday marine le pen'i destekledi. sarı yelekliler'in yüzde 20'si aşırı sol jean-luc mélenchon'a, yüzde 16'sı merkez sağ françois fillon'a, yüzde 9'u sosyalist parti'nin adayı benoît hamon'a, yüzde 5'i ise mevcut cumhurbaşkanı emmanuel macron'a oy verdi.

    farklı anketlerde mélenchon seçmeninin yüzde 86'sı ila 92'si kendini 'sarı yelekli' olarak tanımlamamakla birlikte eylemlere sempati duyduğunu belirtirken, le pen seçmeninde bu oran yüzde 91-96 bandında.

    paris'te, özellikle polisle çatışan eylemcilerin aşırı sağcı gruplardan oluştuğu gözlendi.

    macron'a oy verenler de eylemleri destekliyor
    odoxa adlı kamuoyu araştırma şirketinin 27-28 kasım tarihli anketinde sosyalist parti seçmeninin yüzde 90'ının, macron'un partisi lrem seçmeninin ise yüzde 50'sinin eylemleri desteklediği görülüyor.

    1 aralık'ta paris'i hedef alan eylemlerin şiddet olaylarına dönüşünde, fransa genelindeki destekte kayda değer bir gerileme yaşanmadı.

    2 aralık tarihli kamuoyu yoklamaları, sarı yeleklilere yönelik ülke genelindeki desteğin sürdüğünü gösterdi. diğer yandan, hareketin aşırı sağ ve aşırı sol seçmen arasındaki popülaritesi yüzde 90 üzerindeki yerini korudu.

    her 10 fransızdan 8'i paris'teki şiddet olaylarını kınadığını söylerken, aynı ankete katılanların yaklaşık yüzde 72'i eylemlerin sonuç alınana kadar devam etmesinden yana fikir bildirdi.

    hareket genişledikçe talepler çeşitlendi
    hareketi destekleyen geniş kitleler, zamların iptali, asgari ücretin artırılması, zenginler lehine iptal edildiği düşünülen 'servet vergisi'nin geri getirilmesi ve sosyal yardımların iyileştirilmesi gibi talepleri ön plana çıkarırken, aşırı sağcı gruplar göçmen politikalarının sıklaştırılması gerektiğini de gündeme taşıyor.

    elbette hükümetin istifası da talepler arasındaki yerini aldı. fransız basınına konuşan 'sarı yelekliler'in sözcülerinden biri, başbakan edouard philippe'in görevden alınıp yerine, eski genelkurmay başkanı (macron tarafından görevden alınmıştı) general pierre de villiers'in getirilmesini istediklerini duyurmuştu.

    macron'un tavrı tepkiyi canlı tutuyor
    uzmanlara göre fransa'nın genç cumhurbaşkanı'nın "gururlu" tavrı, kendi seçmeni arasında da tepkiye yol açtı. 2017 seçimlerinde aşırı sağcı marine le pen'e karşı "mecburen" emmanuel macron'a oy veren seçmen, hükümetin memnun kalmadığı politikalarına karşı sesini yükseltmekten çekinmiyor.

    göçmenler arka planda
    fransa'da 2005'de patlak veren "banliyö isyanında" meydanda göçmen gençler vardı. eylemlerini kendi mahalleleri dışına taşırmayan bu grup, alışık olduğu "ekonomik sorunlar" yerine polis şiddetini protesto ediyordu. oysa bu kez hükümetin karşısında, ellerinde fransız bayrakları, sık sık la marseillaise (milli marş) okuyan daha "fransız" bir kitle var. üstelik şiddet söz konusu olduğunda banliyölü göçmen gençlerden geri kalır yanları da yok.

    sarı yelekliler kimdir? nasıl ortaya çıktı? kimlerden oluşur?

    aptallar sürüsü ”, “beş para etmezler ”, “zontalar ”... bu pek nazik sözler, göçmen kökenli banliyölü gençlerin içinde yaşadığı trajik şiddet ortamını müthiş bir sinemasal dille anlatan 1995 yapımı la haine (protesto) filminin yönetmeni mathieu kassovitz ’in twitter’da sarı yelekler’e saydırmalarından birkaç örnek. kassovitz’i nasıl bilirdik? bazen tutarsızlıkları olsa da, başta fransa’da olmak üzere daima siyasetin elitleşmesini eleştirmiş, muhalif ve sözünü sakınmayan bir sinemacı. peki kassovitz’in ve daha birçok “ünlü solcunun” böyle bir hınçla horladığı sarı yelekler kim ? ne istiyorlar ? ve daha önemlisi bu horgörünün sebebi ne?

    yüksek görünürlük yeleği ”: akaryakıt zammının tetiklediği ve fransa’yı yaklaşık bir aydır kasıp kavuran kitlesel başkaldırı hareketiyle özdeşleşen ve her arabada bulunması yasal zorunluluk olan fosforlu sarı yeleklerin resmî adı bu.

    hiçbir koşulda sesini çıkarmayıp işine bakmasına alışılmış, daima eski kafalı, bencil, ırkçı ve cahil olarak yaftalanan taşralı fransızlar sonunda seslerini duyurmak ve varlıklarını hatırlatmak için herhalde daha iyi bir simge seçemezdi. tek tük yol kapama eylemleriyle başlayan dalga en ufak bir kurumsal örgütlenme olmaksızın kısa sürede fransa geneline yayıldı, 17 ve 24 kasım cumartesi günleri yüzbinlerce kişinin katılımı ve birçok yerde polisle çıkan çatışmalarla tüm dünyanın dikkatini çekti.

    olaylar sırasında panikleyen bir sürücünün çarptığı bir gösterici ve sarı yelekler’in kurduğu barikatı aşmaya çalışırken kaza yapan bir motosiklet sürücüsü hayatını kaybetti, polisle yaşanan şiddetli çatışmalarda yüzlerce kişi yaralandı ve gözaltına alındı. fransa’da tepkiler, özellikle sol içinde ciddi bir bölünme yarattı. sağlam bir muhalif ideolojiye yaslanmayan, ekolojik endişeleri hiçe sayar gözüken, içlerinde aşırı sağ sempatizanları, homofobik muhafazakârlar barındıran, ama aslında macron ultra-neoliberalizm ine başkaldıran bu halk hareketini nasıl ele almalı?

    kimisi tepeden bakmaya devam ederken, kısa sürede sarı yelekler’e verilen destek büyüdü. gelinen noktada tüm karşılıklı güvensizliğe rağmen sendikalar ve siyasi partiler hareketle diyalog kurmanın ve buluşmanın yollarını arıyor. olaylar başlamadan önce dahi fransa tarihinin en düşük memnuniyet oranına sahip emmanuel macron iktidarı belki de en beklemediği, çünkü en umursamadığı yerden gelen bu büyük tehdide nasıl karşılık vereceğini bilemiyor.

    bardak taşma noktasına nasıl geldi?

    akaryakıt fiyatlarına yapılan zammın bardağı taşıran son damla etkisi yarattığı, bunun üzerine halkın bir kısmının her arabada bulunması zorunlu fosforlu sarı güvenlik yeleklerini üzerlerine geçirip arkalarında hiçbir siyasal veya sendikal örgütlenme olmadan ve kısa sürede tüm fransa’ya yayılan eylemler başlattığı artık bütün dünyanın malûmu. buna rağmen, “kim bu sarı yelekler” sorusunun cevabı hep muğlak kalıyor. zira bunun için önce bağlama, sonra da kim olmadıklarına yakından bakmak gerekiyor.

    önce bağlam. sarı yelekleri açıklarken hemen herkesin akaryakıt zammı için “bardağı taşıran son damla” ifadesini kullandığını gördük, fakat nedense bardağın niçin zaten taşmak üzere olduğunun izahına, özellikle ana-akım fransız medyasında pek rastlanmıyor.

    öncelikle, öfke dalgasının esas hedefinde bulunan cumhurbaşkanı emmanuel macron’un bir buçuk yıl önce hangi koşullarda iktidara geldiğini hatırlamakta fayda var. fransa’da daima iki partiyi öne çıkaran sistemin demirbaşları olan merkez sol (sosyalist parti ) ve merkez sağ (cumhuriyetçiler ) partilerin tarihi bir hezimete uğrayacağı kampanyanın daha başında anlaşılmış, soldanjean-luc mélenchon ’un liderliğindeki boyun eğmeyen fransa [la france insoumise – fı], aşırı sağdan da marine le pen ’in milliyetçi cephesi birçok ankette bu iki merkez partinin önüne geçmişti.

    1980’lerden beri böyle bir “tehditle” karşılaşmamış fransız neoliberalizminin bir kurtarıcıya ihtiyacı vardı. bu kurtarıcı rolü emmanuel macron’a bahşedildi. fransa tarihinin en düşük memnuniyet oranına sahip françois hollande iktidarının ekonomi bakanı olduğu, ondan önce ünlü rothschild bankası’nda ortak olarak çalıştığı unutulmuşçasına bir “kopuş” sembolü olarak (“ne solcuyum ne sağcı”), ama aslında mevcut düzeni koruma misyonuyla cumhurbaşkanlığı yarışına sokuldu.

    kökeninde bu yenilir yutulur olmayan paradoks yatmasına rağmen, neredeyse tüm ana-akım medyanın ve büyük şirket patronlarının desteğini alan macron, yüzde 77 katılım oranı olan ilk turda oyların yüzde 24’ünü alarak ikinci tura kaldı. karşısında ilk turda mélenchon’u burun farkıyla geçen ırkçı marine le pen’i bulan macron “cumhuriyet değerlerine” sahip çıkmak ve le pen’e baraj oluşturmak için çok farklı kesimlerin birleşmesiyle ikinci turu oyların yüzde 60’ını alarak kazandı. başka bir deyişle, fransız seçmenin yaklaşık yüzde 82’si, ilk turda macron’a ve temsil ettiği programa oy vermemiş, ikinci turdaysa büyük çoğunluğu mecburiyetten desteklemişti.

    buna rağmen macron, arkasında kitlesel bir destek varmışçasına, üstelik birçok durumda parlamenter tartışmaları devre dışı bırakmak için kararnameler yoluyla bir dizi ultra-neoliberal düzenlemeyi kısa sürede devreye soktu. türkiye’de de gayet iyi bildiğimiz bu yönteme, macron gibi sayısal çoğunluğu kazanamadan abd başkanı seçilen donald trump da birçok kez başvurdu. meclis dengelerinin aslında tam olarak sağlamadığı meşruiyeti olağanüstü yöntemler yaratarak adeta muhalefetsiz bir şekilde yönetmeyi mümkün kılan bu yol liberal demokrasilerde oldukça işlevsel bir eğilim haline geldi.

    servet vergisine son, işten çıkarmalara tam yol

    söz konusu düzenlemeler arasında en öne çıkanlar fransa’nın en varlıklı kesimini kapsayan servet vergisinin kaldırılması ve temelde çalışanların işten çıkarılmalarını kolaylaştıran iş yasası oldu. iktidarın bu ultra-neoliberal icraatlarına ilaveten, muhalif medyanın roma ’da tanrıların efendisi olan jüpiter lâkabını taktığı emmanuel macron’un benzeri görülmemiş kibri ve alt sınıflara karşı küstah tavırları da bardağı dolduran etkenlerden.

    bir gezi sırasında işsizlikten yakınan bir gence, “şu sokakta karşıya geçsem size iş bulurum!” demesi (meali: fransa’da yüzde 10 oranındaki işsiz nüfusun çoğunluğu aslında çalışmak istemediği için işsiz), ekonomi bakanıyken grevdeki bir sendika işçisine “üzerinizdeki tişörtle beni sindiremezsiniz, çalışırsanız sizin de takım elbiseniz olur” diye nasihat vermesi… iş kanunundaki değişikliklere karşı gösteriler hakkında konuşurken, “tembellere, siniklere ve aşırılıklara” boyun eğmeyeceğini ilan etmesi, paris-rennes tren hattının açılışında yaptığı konuşmada “tren garları hem başarılı insanların hem de hayatta bir hiç olanların karşılaştığı yerdir” demesi… danimarka’daki bir konuşmasında fransız halkını “değişimi kabullenemeyen galyalılara ” benzetmesi ve dahası..

    tüm bu cümleler ana-akım medyada birer anekdot olarak ele alındı, muhalif sol kesimlerde dahi pek üzerinde durulmadan prensip olarak eleştirildi. fakat bu ifadelerin doğrudan haysiyetini zedelediği, onurunu kırdığı insanlara hiç söz verilmedi. sarı yelekler hareketi tam da bu kesimin içinden doğdu.

    sarı yelekler kim değil?

    buradan hareketle, en azından başlangıç noktasında sarı yelekler'in kim olmadıklarını anlamak nispeten kolaylaşıyor: büyük şehirli, eğitim düzeyi yüksek, üst-orta sınıf, oyları büyük ölçüde jean-luc mélenchon’un fı’si, sosyalist parti’nin sol kanadı ve yeşiller arasında dağılan, kısaca “elitist” diyebileceğimiz sol değil. aksine, (hepsi kassovitz’in düzeyinde olmamakla beraber) sarı yelekler’e en sert eleştirilerin de bu gruba dahil insanlardan geldiğini görüyoruz.

    bunun sebepleri arasında tabii ki eylemlere katılan kitlenin arasında aşırı sağ sempatizanlarının da bulunması, bazı durumlarda homofobik sloganlara rastlanması var. her ne kadar iktidar ve ana-akım medyanın bir kısmı bu unsurların üzerinde çok durmuş olsa da bunların hareketin tamamına yayılmadığını, ne özünü ne de genelini temsil ettiğini aslında herkes biliyor.

    nispeten elitist sol kesimin sarı yelekler’i hor görmese dahi, neden bu kadar mesafeli durduğunu yine en güzel mathieu kassovitz’in bir başka tweet’i özetliyor: “gülünçsünüz, çünkü mücadeleniz sapına kadar burjuva ve hiçbir anlamı yok.” yani, başka bir deyişle, “diğer bütün olan bitene sesinizi çıkarmadınız, şimdi sizin cebinize dokununca isyan ediyorsunuz”.

    benzer şekilde, aynı kesimden birçok kişiyse öfkenin sebebini anladıklarını söylemelerine rağmen, hareketi ve eylemlerini kınamayı sürdürüyordu. cezayir asıllı fransız gazeteci mohamed sifaoui’nin yüzlerce kez paylaşılan tweet’i bu bakışı gayet iyi özetliyor: “eğer sorunları olan herkes (işsizler, vergi mağdurları, alım gücü düşenler, fakirler, evsizler...) ayaklansaydı bunun sonu felaket olurdu. halbuki çok büyük çoğunluk başı dik, edepli ve sessiz. bu vurdu kırdıyı yapanlar en varlıksızlar değil.” ana fikir? mesele gerekçeleriniz veya talepleriniz değil, mesele başkaldırmanız. uslu uslu oturmayı reddetmeniz.

    aşağı fransa

    gerçekten de sarı yelekler sistemin ya dışına itilmiş ya da iyice periferisinde yaşayan, büyük kısmı göçmen kökenli ve gettolaşmış banliyölerden gelen, en ufak bir güvencesi ve geleceğe dair neredeyse hiçbir umudu olmayan, günümüzün bir anlamda yeni en alt sınıfını oluşturan kesim değil. sarı yelekler hareketinin özü büyük ölçüde taşralı, ortalama kırk yaşlarında, yaklaşık asgari ücretli bir işe sahip, fransa’daki eski bir tabirle “aşağı fransa” halkı.

    siyasi düzlemde sesini pek çıkarmayan, dolayısıyla da, başta iktidar olmak üzere, herkesin sesinin çıkmamasına alıştığı, ezici çoğunluğu daha önce hiçbir gösteri ve eyleme katılmamış, ne sendikalı ne de doğrudan belli bir parti sempatizanı olan bir kesim. hareketin süratle ve önlenemez bir şekilde saman alevi gibi yayılmasının sebeplerinden belki de en önemlisi buydu.

    yukarıda özetlediğimiz bağlama rağmen, kimse söz konusu kesimden böyle bir kalkışmayı beklemiyordu ve dahası, önce görülmemiş eylem yöntemleri, örgütsüz, hatta kaotik işleyişleri iktidarın işini iyice zorlaştırmıştı. zira, dünyada belki de en sık muhalif eylem ve gösterilere sahne olan fransa’da haliyle bu işler sofistike bir çerçeve içinde yürür:

    eylemler belli sendika veya siyasi partilerin çağrısı üzerine düzenlenir, eylemin yapılmak istendiği yer için valiliğe bildirimde bulunulur, gerekirse bu konuda müzakere yapılır, düzenleyiciler hem katılımcıları korumak hem de eylemin meşruiyetini kaybetmemesi için olası taşkınlıklara karşı önlemler alır, eylemin başarısı ve arkasındaki kitlesel destek talepler ve anlaşmazlıklar üzerindeki güç dengelerini belirler, buradan hareketle eylemin kurumsal sorumluları ve hükümet temsilcileri arasında müzakereler başlar ve bunun sonucunda da eylem ya sona erer ya da başarılı olana veya kendiliğinden sönene kadar devam eder (son yıllarda ikinci senaryo çok daha yaygın).

    sarı yelekler hareketi ister istemez bu kontrol edilmesi mümkün çerçevenin dışında kalıyor. çünkü hareket adına konuşabilecek ve müzakere yürütebilecek sorumlular olmadığı gibi, yürüyüşlerin yanısıra daha önce görülmemiş ve çok çeşitli eylemlere de başvuruyorlar: büyük kamyonlarla işlek kavşakları tıkamak, konvoylar halinde aşırı yavaş araba sürerek trafik sıkışıklığı yaratmak, özelleştirilerek vinci gibi büyük şirketlere satılan paralı otobanların bariyerlerini kaldırarak bedava geçiş sağlamak, sabahın erken saatlerinde disneyland paris ’e “baskın” düzenleyip bütün gün girişlerin bedava olmasını sağlamak gibi...

    paris’te yoğun çatışmalara sahne olan 24 kasım gösterilerinin başlangıcı da bu durumu gayet iyi özetliyor. valilik sarı yelekler’in dünyanın en ünlü lüks ve zenginlik sembollerinden champs-elysées caddesi’nde yürüyüş talebini reddederek bambaşka bir yer önerdi (champ de mars). tahmin edilebileceği gibi, sarı yelekler bu kararı tanımadı. bunun sonucu olarak da kontrollü bir büyük yürüyüş yerine, birbirinden kopuk grupların, farklı zamanlarda, caddenin farklı noktalarında, bambaşka tarzlarda, aralarına saldırgan provokatörlerin sızmasını engelleyecek en ufak bir tedbir alınmadan kaotik eylemler dizisi yaşandı ve kısa sürede güvenlik güçlerinin fazlasıyla sert tepkisiyle, yüzlerce kişinin yaralandığı ve gözaltına alındığı bir çatışmaya döndü.

    sendikalar ve prekarya

    bu noktada, sarı yelekler’in sendikalara neden bu kadar mesafeli yaklaştığı üzerine bir parantez açmak şart. bunun en görünür sebebi, kendilerini hor gören adaletsiz sistemin tamamına isyan eden sarı yelekler’in sendikaları da o sistemin bir parçası olarak görmesi. fakat bu açıklama daha derin ve çok daha endişe verici bir başka faktörü gizliyor. avrupa’nın birçok ülkesinde olduğu gibi fransa’da da sendikalar süratle etkinliklerini kaybediyor. örneğin, fransa’nın en büyük konfederasyonu cgt (confédération générale de travail - genel emek konfederasyonu) son dört yılda 30 bin üye kaybetti (bugün yaklaşık 650 bin üyesi bulunuyor). bu elbette yeni bir durum değil ve başlıca sebebi sanayiye yönelik üretimin giderek yurtdışına kayması ve büyük şehirlerde hizmet sektörünün ağırlık kazanması.

    ama günümüzde bu eğilimi, özellikle de sendikalara olan güven kaybını açıklayan bir başka nokta var. o da işsizlerin (dünyanın altıncı büyük ekonomisi olan fransa’daki işsizlik oranının 1990’lardan bu yana yüzde 9-12 arasında seyrettiğini hatırlatalım) ve prekaryanın sendikaların kendilerini temsil ettiğine inançlarının olmaması. belirsizlik, güvencesizlik anlamına gelen prekarite ve proletarya sözcüklerinin bir araya gelmesiyle oluşturulan prekarya kavramı fransa’da yakın zamana kadar çok tanımlı bir kesimi kapsıyordu. her an sona erebilecek geçici sözleşmelerle çalışan, bu sebeple gelecek güvencesi olmayan, büyük ölçüde genç bir nüfus.

    işte tam da bu noktada, akaryakıt zammıyla patlayan sarı yelekler hareketi önemli bir sosyo-ekonomik gerilemeye işaret ediyor: prekarya kavramı artık sözleşme güvencesi olan, kalıcı işlere sahip, ortalama asgari ücretle düzenli maaş alan sınıfı da kapsamaya başladı. beklenmedik bir akaryakıt zammı on binlerce aileyi ciddi geçim sıkıntısına sürükleyecek hakiki bir statü kaybına yol açabiliyor. sendikalar da hızla değişmekte olan bu yeni duruma henüz uyum sağlayabilmiş değil.

    kamuoyu ne diyor ?

    tüm bunlardan yola çıkarak ve özellikle de basına yansıyan şiddet olaylarından, dört bir yandan gelen kınamalardan hareketle sarı yelekler’in marjinal ve fazlasıyla içine kapanık bir hareket olduğu izlenimi doğuyor. peki, rakamlar ne diyor? 24 kasım’daki bol çatışmalı eylemlerin hemen ertesinde yayınlanan anketler kesinlikle beklenmedik sonuçlar ortaya koyuyordu: bva şirketinin düzenlediği ve belli başlı tüm büyük medya kuruluşlarına yansıyan ankete göre, görüşülenlerin yüzde 72’si sarı yelekler’in taleplerine katıldığını söylüyordu. eylemlerin kısa sürede sona ermesini arzulayanlar yüzde 40, mümkün olduğunca devam etmesini isteyenler ise yüzde 60’tı.

    bu koşullarda cumhurbaşkanı macron, 27 kasım salı günü, arkasındaki kitlesel desteği gittikçe artan hareketi yatıştırmak amacıyla iktidara geldiğinden bu yana en önemli konuşmalarından birini yaptı. herkesin beklediği gibi sarı yelekler’in öfkesine kulak verdiğini ve anladığını söyleyerek başladı, fakat hiçbir alanda herhangi bir geri adım atmayı öngörmediği gibi, özetle öfkenin sebebinin “ekolojik amaçlarla” yapılan akaryakıt zammının halka yeteri kadar iyi açıklanmaması olduğunu ima etti. ardından da sözü ekolojik dönüşüm bakanı [çevre bakanı] françois de rugy’ye bıraktı.

    de rugy’nin geçtiğimiz eylül ayında liberal düzen değişmediği sürece samimi ekolojik adımlar atılmasının mümkün olmadığını anladığını söyleyerek beklenmedik bir şekilde istifa eden nicolas hulot’nun yerine getirilen ve ekoloji ya da solculuk, seçmek lâzım (ecologie ou gauchisme, il faut choisir, archipel, 2015) başlıklı kitabın yazarı olmasını bir kenara bıraksak dahi, böyle bir stratejinin sarı yelekler’i tatmin etmeyeceği çok belliydi.

    buradan da macron iktidarının ya karşı karşıya oldukları isyanın ne kadar kitlesel olduğunu kavramamış olduğu ya da buna karşı tam bir çaresizlik ve/ya umursamazlık içinde olduğu anlaşılıyor. hiç şaşırtıcı olmayan bir şekilde, macron’un konuşmasının ardından yapılan tüm anketlerde sarı yelekler’e verilen desteğin daha da arttığını gördük. france ınfo televizyonu ve figaro gazetesi için düzenlenen ve 28 kasım’da yayınlanan anketin sonuçlarına göre, halkın yüzde 84’ü sarı yelekler’in taleplerini haklı buluyor. bu oranın parti seçmenlerine göre dağılımıysa macron için durumun ne kadar kritik olduğunu iyice gözler önüne seriyor: aşırı sağcı marine le pen seçmeninin yüzde 96’sı, radikal solcu fı seçmeninin yüzde 92’si, sosyalist parti seçmeninin yüzde 90’ı ve sağ parti cumhuriyetçiler seçmeninin yüzde 77’si hareketi destekliyor. macron’a oy vermiş grubun pozisyonuysa yüzde 50-yüzde 50 gözüküyor.

    sarı yelekler’e destek çağrıları

    bu durum yalnızca emmanuel macron’un hareketi geriletme girişimlerinin başarısızlığını değil, hareketin ne kadar büyük bir süratle kitlesel desteğini artırdığını da gösteriyor. öyle ki, bu yazının kaleme alınmaya başlamasından bu yana geçen kısa sürede bile örgütlü ve üst-orta sınıf solcu seçmenin sarı yelekler hareketine bakışında hızlı ve net bir olumlu değişim oldu. bunda, başından beri bahsettiğimiz horgörüye karşı çıkarak sol kesimleri sarı yelekler’e desteğe ve belki daha da önemlisi diyaloğa çağıran bazı kişilerin rolü büyük.

    bunlardan biri yeni antikapitalist parti ’nin [nouveau parti anticapitaliste - npa] kurucusu olivier besancenot , katıldığı bir televizyon programında işçi hareketini şu sözlerle sarı yelekler’e desteğe çağırıyordu: “işçi hareketinin de en azından bir genel grev başlatarak hayat pahalılığına karşı duyulan öfkeyle başlayan bu dalganın bir parçası olması lâzım. herkes satın alma gücünden bahsedip duruyor. bu ‘satın alma gücü’ lafından gına geldi! halkın ezici çoğunluğuna bahşedilen tek güç satın alma ve tüketme gücü, başka hiçbir gücümüz yokmuş gibi! [...] gösterilere baktığımda, aşırı vergilere karşı sloganlar duymuyorum. servet vergisinin kaldırılmasına, vergi kaçakçılarına, kısacası vergi adaletsizliğine karşı sloganlar duyuyorum.”

    bir diğer isim de 2016’da grevdeki işçilerin mücadelesini konu alan merci patron! isimli belgeselin yapımcısı françois ruffin. filmin özellikle parisli genç nüfusta uyandırdığı yankı ve heyecan république meydanı ’nda düzenlenen nuit debout [gece ayakta] buluşmalarına önayak olmuş, ruffin de yoğun halk desteğiyle 2017 seçimlerinde fı’den milletvekili seçilerek meclis'e girmişti.

    29 kasım akşamı yine république meydanı’nda 500 kişilik bir kalabalık önünde yaptığı konuşmada, ruffin doğrudan üst-orta sınıf parisli bobo’lara sesleniyor: “siz farklı kesimler arasında köprü olabilecek sınıfsınız, kimi istiyorsa onu destekleme seçeneğine sahip sınıfsınız.” ve ekliyordu: “burada söz konusu olan oligarşiye karşı yürütülen bir mücadele. [...] hükümet şunu çok iyi biliyor: bu konuda geri adım atarsa fransa halkının gücü karşısında geri adım atmış olacak. mesele mazot vergisi değil, tüm reformlar, macron yasalarının tamamı!”

    kısacası, ilk başta bazen art niyetle ana-akım fransız medyasına, onun üzerinden de tüm dünyaya yansıyan yanıltıcı ya da en azından fazlasıyla eksik bir tablo vardı: şiddetli, faşizan, eğitimsiz, tek derdi kendi cebi olan marjinal bir hareket. mevcut öfkenin sebepleri olarak da hep aynı üçgen öne çıkarılıyordu: hayat pahalığı, aşırı vergi yükü ve benzine zam. halbuki bugün sarı yelekler’in sokağa taşıdığı, ama aslında neredeyse tüm ülkeyi kapsayan talep son derece basit: daha adil bir düzen .

    alican tayla/

    sarı yelekler, 29 kasım perşembe günü, aralarından 30 bin kişinin katılımıyla düzenledikleri anketlere dayanarak saptadıkları 42 temel talebi milletvekillerine ve medyaya gönderdi. fransa ana-akım medyasının görmezden gelmeye gayret ettiği, çeşitli alternatif mecralarda “sarı yelekler’in siyasal programı” başlığıyla yer alan 42 talebi, ifade biçimlerine tamamen sadık kalarak naklediyoruz.

    1) sıfır evsiz : acil.

    2) gelir vergisi daha kademeli olsun.

    3) asgari ücret net 1300 avro olsun. [halihazırda net asgari ücret yaklaşık 1150 avro.]

    4) köylerde ve şehir merkezlerinde küçük esnaf korunsun. (şehir merkezlerinin etrafında küçük ölçekli ticareti yok eden dev alışveriş merkezi inşaatlarına son verilsin) + şehir merkezlerinde bedava otoparklar kurulsun.

    5) konutlar için büyük bir ısı yalıtımı projesi (vatandaşa da tasarruf yaptıran bir ekoloji uygulaması).
    6) büyükler (mcdonalds , google , amazon , carrefour ) büyük vergi ödesin, küçükler (zanaatkârlar, küçük ve orta ölçekli işletmeler) küçük.

    7) herkes için aynı sosyal güvenlik sistemi (zanaatkârlar ve bireysel girişimciler de dahil). serbest çalışanlar için ayrı sosyal güvenliğe [bağ-kur benzeri] son verilsin.

    8) emeklilik sistemi dayanışmacı ve sosyal kalsın. (puanlı emeklilik hesabına hayır).

    9) akaryakıt zammına son.

    10) 1200 avronun altında emeklilik maaşı olmasın.

    11) tüm seçilmişlerin maaşı ülkenin ortalama maaşıyla eşit olsun. seyahat ve ulaşım harcamaları denetlensin, ancak zorunlu olanlar karşılansın. yemek ve tatil kuponu hakları olsun.

    12) tüm fransızların maaşları, aynı zamanda emeklilik maaşları ve sosyal yardımlar enflasyona endekslensin.

    13) fransa sanayi muhafaza edilsin; üretimin ülke dışına kaydırılmasına son verilsin. sanayimizi korumak uzmanlığımızı ve işlerimizi korumak demektir.

    14) ülke dışı çalışanlar sistemine [ab üyesi ülke vatandaşlarının bir başka ülkede çalışmaya gönderilmesi – posted workers ] son verilsin. fransa topraklarında çalışan bir kişinin aynı maaş düzenine ve haklara sahip olmaması kabul edilemez. fransa sınırları içinde çalışma hakkı olan herkes fransız vatandaşlarıyla eşit olmalı ve o kişinin işvereni fransız işverenlerle aynı vergileri ödemeli.)

    15) iş güvenliği hakkında: büyük şirketlerin sözleşmeli işçi çalıştırma hakkı sınırlandırılsın. kadrolu çalışma hakkı istiyoruz.

    16) rekabet ve istihdam için vergi kredisi [cice – büyük şirketler için vergi indirimi] kaldırılsın. buradan elde edilecek kaynak (elektrikle çalışan arabaların aksine gerçekten ekolojik olan) hidrojenle çalışan araba üretimi için fransa sanayiine aktarılsın.

    17) kemer sıkma politikalarına son. hiçbir meşruiyeti olmayan borç faizlerinin ödemesi durdurulsun. ödenmesi gereken borçlara kaynak olarak en fakir ve az varlıklı kesimin parasını almak yerine, 80 milyarlık vergi kaçakçılığının peşine düşülsün .

    18) zorunlu göç hareketlerinin sebeplerine çözüm üretilsin.

    19) sığınmacılara iyi davranılsın. onlara barınak, güvenlik, temel gıda ve çocuklarına eğitim sağlamak bizim sorumluluğumuz. dünyanın birçok ülkesinde, sığınma talebine yanıt bekleyen kişiler için ağırlama kampları kurulması adınabirleşmiş milletler ’le işbirliği halinde çalışılsın.

    20) sığınma talebi reddedilenler ülkelerine gönderilsin.

    21) hakiki bir entegrasyon politikası uygulansın. fransa’da yaşamak fransız olmayı gerektirir (tamamlayana sertifika verilmek üzere fransızca dil, fransa tarihi ve vatandaşlık bilgisi dersleri verilsin).
    22) azami ücret ayda 15000 avro olsun.

    23) işsizler için iş alanları açılsın.

    24) engellilere verilen mali ödeme artırılsın.

    25) kiralara sınırlama getirilsin. daha çok sayıda makûl ücretli kiralık konut yapılsın (özellikle öğrenciler ve güvencesiz koşullarda çalışanlar için).

    26) fransa’ya ait mülklerin (baraj, havalimanı…) satışa çıkarılması yasaklansın.
    27) yargı, polis, jandarma ve orduya daha kapsamlı imkânlar sunulsun. güvenlik güçlerine fazla mesai için ödeme yapılsın veya bunun karşılığı tatile çevrilebilsin.
    28) ücretli otoyollardan toplanan paranın tamamı fransa’da otoyol ve yolların yapımına, bakımına ve güvenliğine yatırılsın

    29) gaz ve elektrik ücretleri özelleştirmeler sonrasında artış gösterdi. tekrar kamusallaştırılsın ve fiyatlar aşağı çekilmesi.

    30) küçük yerleşimlerdeki demiryolu hatlarının, postane şubelerinin ve ilkokul ve anaokullarının kapatılmasına son verilsin.

    31) yaşlı nüfusun hayat seviyesi yükseltilsin. yaşlılar üzerinden para kazanılması yasaklansın. gri altın [yaşlıların biriktirdiği para] devri kapandı. gri refah çağı başlıyor.

    32) anaokulundan lise sona kadar hiçbir sınıfta öğrenci sayısı 25’i geçmesin.

    33) psikiyatrik desteğin yaygınlaşması için imkânlar sunulsun.

    34) halk oylaması anayasaya girsin. her bireyin yasa teklifini sunabileceği, bağımsız bir teşkilatın denetiminde kolay anlaşılır ve etkili bir site kurulsun. eğer söz konusu yasa teklifi 700 binin üzerinde imza toplarsa, meclis bunu tartışıp, düzeltip, tasarı haline getirerek tüm fransızların katılacağı bir halk oylamasına sunmakla yükümlü olsun.

    35) cumhurbaşkanlığı görev süresi yeniden 7 yıla çıkarılsın [cumhurbaşkanının görev süresi, milletvekili görev süresine tekabül etmesi ve bu sayede yasama ve yürütmenin farklı siyasi görüşler tarafından kutuplaşmasını engellemek gerekçesiyle 2000 yılında 7 yıldan 5 yıla indirilmişti]. (cumhurbaşkanının seçiminden iki yıl sonra milletvekili seçimlerinin düzenlenmesi cumhurbaşkanının yürüttüğü siyasete bir memnuniyet veya memnuniyetsizlik mesajı verilmesini sağlıyordu. bu da halkın sesini duyurmasına katkıda bulunuyordu.)
    36) emeklilik yaşı 60 olsun. fizikî zorluk içeren mesleklerde (inşaat işçiliği, mezbaha işçiliği gibi) çalışan herkes için ise 55 olarak belirlensin.

    37) 6 yaşındaki, tek başına bakımını üstlenemeyeceğinden çocuklar 10 yaşında girene kadar geçerli olmak üzere çocuk bakımı için parasal destek sistemi geri getirilsin.

    38) ticari malların dolaşımı demir yollarıyla sağlansın.

    39) vergilerde stopaj sistemine son verilsin.

    40) eski cumhurbaşkanlarına ömür boyu ödenek uygulamasına son verilsin.

    41) banka kartıyla ödeme yapıldığında esnafa ek vergi uygulanmasın.

    42) gemi yakıtlarına ve kerosene vergi getirilsin.

    yargı, polis, jandarma ve orduya daha kapsamlı imkânlar sunulsun. güvenlik güçlerine fazla mesai için ödeme yapılsın veya bunun karşılığı tatile çevrilebilsin.

    ücretli otoyollardan toplanan paranın tamamı fransa’da otoyol ve yolların yapımına, bakımına ve güvenliğine yatırılsın.

    romanlarıyla ve pierre bourdieu üzerine yazdığı kitapla parlayan genç yazar edouard louis,[*] sarı yelekler hakkında ve onlar “için” yazmayı arzu ettiği metni bir türlü yazamayınca, düşünce ve duygularını twitter hesabından kelimelere döktü. metinleştirerek paylaşıyoruz...

    birkaç gündür, sarı yelekler hakkında ve sarı yelekler için bir yazı yazmaya çalışıyorum. ama olmuyor bir türlü. bu harekete aşırı zorbalık ve sınıfsal horlamayla çullanmanın barındırdığı bir şey beni felç ediyor, bir şekilde, kişisel olarak hedef alındığım hissine kapılıyorum.

    sarı yelekler’in sağda solda yayınlanan ilk görüntülerini gördüğümde üzerimde uyanan sarsıcı etkiyi tasvir etmekte zorlanıyorum. yazılara eşlik eden fotoğraflarda, kamusal alana ve medyalara neredeyse hiç yansımayan bedenler gözüme çarpıyordu; acı çeken bedenler, çalışmaktan, yorgunluktan, kötü beslenmekten, egemenlerin ezilenleri daimi aşağılamasından, toplumsal ve coğrafi dışlanmışlıktan harap olmuş bedenler, bitap düşmüş bedenler görüyordum, yorgun eller, çökmüş sırtlar, takatsiz bakışlar.

    altüst olmamın nedeni toplumsal âlemin şiddetine ve eşitsizliklere duyduğum tiksintiydi elbette, ama aynı zamanda, ve belki de her şeyden önce, fotoğraflarda gördüğüm bedenler babamın bedenine, abimin, teyzemin bedenlerine benziyordu çünkü... ailemin fertlerinin, çocukluğumda yaşadığım köydeki insanların bedenleri, yokluk ve sefalet yüzünden sağlığı harap olmuş o insanların bedenleri...

    durmadan “biz zaten kimsenin umurunda değiliz, kimsenin bizi gördüğü yok ki” diye tekrarlayıp duran insanlar. bu harekete hemen çullanan burjuvazinin şiddetinin ve horgörüsünün şahsen hedefinde olduğumu hissetmem bundan kaynaklanıyor olmalıydı. çünkü benim için, benim benliğimde, sarı yelekler’e edilen her küfür, her hakaret babama ediliyordu.

    derhal, daha hareket doğar doğmaz, sarı yelekler’i ve vücuda getirdikleri isyanı küçümsemek, mahkûm etmek, alaya almak üzere medyalarda birtakım “uzmanlar”ın ve “siyasetçiler”in peydahlandığını gördük. sosyal medya ağlarında “barbarlar ”, “eblehler ”, “hırbolar ”, “şuursuzlar ” gırla gidiyordu. medyada sarı yelekler’in “homurtusu”ndan söz ediliyordu: öyle ya, halk sınıfları isyan etmez, olsa olsa homurdanır. hayvanlar gibi.

    bir araba ateşe verildiğinde, bir vitrinin camları kırıldığında, bir heykele zarar verildiğinde “hareketin zorbalığı”ndan bahsediliyordu. şiddete dair, o çok tanıdık algıda seçicilik hadisesi: siyaset ve medya dünyasının büyük bir kesimi binlerce canın perişan olması ve sefalete mahkûm edilmesinin şiddet olmadığına, birkaç arabanın yanmasınınsa şiddet olduğuna bizi inandırmak istiyordu. bir tarihi anıtın üstüne yazılan yazının tedavi olabilme, yaşayabilme, yemek yiyebilme ya da ailesinin karnını doyurabilme imkânından yoksun olmaktan daha vahim olduğunu düşünebilmek için, hakikaten asla sefalet nedir bilmemiş olmak lâzım.

    sarı yelekler açlıktan, güvencesizlikten, ölüm kalımdan bahsediyor. “siyasetçiler” ve kimi gazeteciler karşılık veriyor: “cumhuriyetimizin sembolleri zarar gördü.” neden bahsediyor yahu bunlar? nasıl cüret ediyorlar buna? nerde yaşıyor bunlar?

    medyada bir de sarı yelekler’in ırkçılığı ve homofobikliği ahkâmından geçilmiyor. kiminle dalga geçiyorlar allah aşkına? kendi kitaplarımdan söz etmek istemiyorum, ama romanlarımda çocukluğumun geçtiği köydeki ırkçılıktan ve homofobiden söz ettiğim için yoksul ve kırsal fransa’yı aşağılayıp damgalamakla suçlandım her defasında. halk sınıfları için hiçbir zaman kılını kıpırdatmamış gazeteciler öfkeye kapılıp birdenbire halk sınıflarının savunuculuğu rolüne soyunuverirdi.

    egemenler için halk sınıfları, her şeyden önce, pierre bourdieu’nün deyişiyle söylersek, nesne-sınıfı temsil eder; söylemle manipüle edilebilir bir nesne: bir gün iyi yürekli otantik garibanlar, ertesi gün ırkçılar, homofobikler. her iki durumda da altta yatan niyet aynıdır: halk sınıflarının halk sınıflarına dair sözünün ortaya çıkmasına engel olmak. akşamdan sabaha dediğinin tersini söylemek nahoş tabii, ama yeter ki sussunlar.

    sarı yelekler’in içinde homofobik ve ırkçı söz ve davranışlar yok değil, elbette var, peki ama medya ve “siyasetçiler” ne zamandan beri ırkçılığı ve homofobiyi bu kadar dert eder oldu? ne zamandan beri? ırkçılığa karşı ne yaptılar? sahip oldukları iktidarı adama traoré’den ya da adama komitesi’nden söz etmek için hiç kullandılar mı?

    her gün fransa’nın siyahi ve arap nüfusunun üzerine çullanan polis şiddetine karşı tek kelime ediyorlar mı? herkese evlilik hakkı yasası gündemdeyken frigide barjot ’ya ve bilmem-kaçıncı monseigneur efendimize başköşede defalarca söz vermediler mi ve böyle yaparak homofobiyi televizyon stüdyolarında mümkün ve sıradan hale getirmediler mi?

    egemen sınıflar ve kimi medyalar sarı yelekler hareketinin homofobikliği ve ırkçılığından söz ederken aslında ne homofobi ne de ırkçılık kastettikleri şey. söyledikleri şu: “fakirler , kapayın çenenizi !” öte yandan, sarı yelekler henüz oluşum halinde bir hareket, kendi dilini bulmuş değil. şayet sarı yelekler arasında homofobi ve ırkçılık varsa, bu dili dönüştürmek de bizim sorumluluğumuz.

    “mağdurum” demenin çeşitli biçimleri var. bir toplumsal hareket, mağdurların “göçmenler yüzünden ve sosyal yardım alan komşum yüzünden mağdurum” demeyi bırakıp “iktidardakiler yüzünden mağdurum. sınıflı sistem yüzünden mağdurum, emmanuel macron ve edouard philippe yüzünden mağdurum” diyebilmesinin önü açıldığı anda toplumsal hareket olur.

    toplumsal hareket dilin yıkıldığı andır, eski dillerin alaşağı edilebildiği andır. bugün olmakta olan da bu: birkaç gündür, sarı yelekler’in kelime dağarcığının yeniden şekillenmesine tanık oluyoruz. ilk başta sadece akaryakıttan bahsediliyordu ve zaman zaman “sosyal yardımla geçinenler” gibi kimi tatsız sözler çalınıyordu kulağımıza. oysa bir süredir, eşitsizlik, ücret artışı, adaletsizlik gibi sözler duyar olduk.

    egemenler için halk sınıfları, her şeyden önce, pierre bourdieu’nün deyişiyle söylersek, nesne-sınıfı temsil eder; söylemle manipüle edilebilir bir nesne: bir gün iyi yürekli otantik garibanlar, ertesi gün ırkçılar, homofobikler.

    bu hareket devam etmeli, çünkü doğru, adil, acil, son derece radikal bir şeyi ete kemiğe büründürüyor, çünkü görünmezliğe mahkûm edilmiş yüzler ve sesler nihayet görünür, duyulur oluyor. mücadele kolay olmayacak. görüyoruz, burjuvazinin büyük bir kesimi açısından sarı yelekler rorschach (mürekkep-algı) testi gibi.

    bu hareket onları normalde dolambaçlı bir şekilde, üstü kapalı ifade ettikleri zorbalıklarını ve sınıf horgörülerini açıkça dile getirmeye mecbur bırakıyor. çevremde onca hayatı karartmış ve yıkıma sürüklemiş, gittikçe daha da fazlasını yıkıma sürüklemeye devam eden horgörü. dile getirmek istediklerimi ifade etmeme, yazmayı arzu ettiğim metni yazmama engel olacak kadar beni felç eden, suskunluğa hapseden horgörü.

    ama kazanmalıyız: bir kez daha solun, dolayısıyla mağdurların yenilgisine tahammülümüz yok diye içinden geçiren bizlerin sayısı hiç de az değil.

    çeviren: siren idemen

    6 aralık/ bbc news
    zam tasarısı iptal edildi

    euronews

    fransa'da istihbarat kurumları cumartesi günü şiddet olaylarının artabileceği uyarısında bulundu

    eyfel kulesi cumartesi günü ziyarete kapatılırken binlerce güvenlik gücü görevlendirildi.

    kaynak

    fransız polisinin lise öğrencilerini diz çöktürerek gözaltına aldığı görüntüler tepki çekti.

    kaynak

    sputnik

    istifa çağrılarını reddeden fransa başbakanı philippe: protesto için değil yok etmek için gelen insanlarla karşı karşıyayız.

    kaynak

    fransa'da 700'den fazla lise öğrenci gözaltına alındı.

    [fransa'da 700'den fazla lise öğrenci gözaltına alındı.

    kaynak

    le figaro: fransa makamları 'darbe' olacağından endişe ediyor.

    kaynak

    fransa'da polis sendikasından sarı yelekler'e destek.

    kaynak

    macron'a halk desteği en düşük seviyesinde: yüzde 18'e geriledi.

    kaynak

    eyfel kulesi'nin işletmesini yapan şirket, şiddet olayları tehdididin "yeterli güvenlik koşullarını" sağlamayı imkansız hale getirdiğini açıkladı.

    yetkililer, geçen haftaki eylemlerde zafer takı'nın zarar görmesinin ardından, ünlü eserlerin korunması için güvenlik önlemlerini artıracaklarını açıkladı.

    kültür bakanı franck riester louvre ve orsay müzeleriyle, opera binaları ve büyük saray kompleksi'nin kapatılacak mekanlar arasında olduğunu belirtti.

    bbc news

    'beşinci cumhuriyet'in sonuna geldik'

    euronews'e konuşan bir 'sarı yelekliler' sözcüsü, eylemlerin artık benzin zamlarıyla ilgili olmadığını ve yeni bir döneme girilmesi gerektiğini düşündüklerini söyledi.

    yaklaşık 150 bin kişinin üye olduğu bir facebook grubunun yöneticisi olan leila, insanların adaletsizlik hissettiğini söyleyerek, artık beşinci cumhuriyet'in bittiğini ve yeni bir tanesinin başlaması gerektiğini ifade etti.

    fransa'da 1958'de charles de gaulle önderliğinde kabul edilen ve cumhurbaşkanına büyük yetkiler veren anayasa, 'beşinci cumhuriyet' olarak adlandırılıyor.

    grupta yalan haberlerin yayılmaması için de büyük çaba harcadıklarını belirten leila, "artık yetti. özgürlüğümüze ve haklarımıza kavuşmak istiyoruz. ellerimizde ve ayaklarımızdaki prangalardan sıkıldık." dedi.

    leila, hareket içerisindeki dinamikleri, "ilk defa aramızda kardeşlik hissediyoruz. uzun süredir hep berabermişiz gibi. kimin hangi partiye oy verdiği önemli değil, hepimiz aynı şeyi hissediyoruz ve gücümüzü geri istiyoruz." ifadeleriyle açıkladı.

    röportajın tamamına ulaşmak isteyenler için

    fransa hükümet sözcüsü: hükümeti devirmek istiyorlar, silah dağıtılabileceği istihbaratı var.

    kaynak

    fransa içişleri bakanı: canavar yaratıldı, şiddete müsamaha göstermeyeceğiz.

    kaynak

  • 1 aralık 2018 paris protestoları

    aptallar sürüsü ”, “beş para etmezler ”, “zontalar ”... bu pek nazik sözler, göçmen kökenli banliyölü gençlerin içinde yaşadığı trajik şiddet ortamını müthiş bir sinemasal dille anlatan 1995 yapımı la haine (protesto) filminin yönetmeni mathieu kassovitz ’in twitter’da sarı yelekler’e saydırmalarından birkaç örnek. kassovitz’i nasıl bilirdik? bazen tutarsızlıkları olsa da, başta fransa’da olmak üzere daima siyasetin elitleşmesini eleştirmiş, muhalif ve sözünü sakınmayan bir sinemacı. peki kassovitz’in ve daha birçok “ünlü solcunun” böyle bir hınçla horladığı sarı yelekler kim ? ne istiyorlar ? ve daha önemlisi bu horgörünün sebebi ne?

    yüksek görünürlük yeleği ”: akaryakıt zammının tetiklediği ve fransa’yı yaklaşık bir aydır kasıp kavuran kitlesel başkaldırı hareketiyle özdeşleşen ve her arabada bulunması yasal zorunluluk olan fosforlu sarı yeleklerin resmî adı bu.

    hiçbir koşulda sesini çıkarmayıp işine bakmasına alışılmış, daima eski kafalı, bencil, ırkçı ve cahil olarak yaftalanan taşralı fransızlar sonunda seslerini duyurmak ve varlıklarını hatırlatmak için herhalde daha iyi bir simge seçemezdi. tek tük yol kapama eylemleriyle başlayan dalga en ufak bir kurumsal örgütlenme olmaksızın kısa sürede fransa geneline yayıldı, 17 ve 24 kasım cumartesi günleri yüzbinlerce kişinin katılımı ve birçok yerde polisle çıkan çatışmalarla tüm dünyanın dikkatini çekti.

    olaylar sırasında panikleyen bir sürücünün çarptığı bir gösterici ve sarı yelekler’in kurduğu barikatı aşmaya çalışırken kaza yapan bir motosiklet sürücüsü hayatını kaybetti, polisle yaşanan şiddetli çatışmalarda yüzlerce kişi yaralandı ve gözaltına alındı. fransa’da tepkiler, özellikle sol içinde ciddi bir bölünme yarattı. sağlam bir muhalif ideolojiye yaslanmayan, ekolojik endişeleri hiçe sayar gözüken, içlerinde aşırı sağ sempatizanları, homofobik muhafazakârlar barındıran, ama aslında macron ultra-neoliberalizm ine başkaldıran bu halk hareketini nasıl ele almalı?

    kimisi tepeden bakmaya devam ederken, kısa sürede sarı yelekler’e verilen destek büyüdü. gelinen noktada tüm karşılıklı güvensizliğe rağmen sendikalar ve siyasi partiler hareketle diyalog kurmanın ve buluşmanın yollarını arıyor. olaylar başlamadan önce dahi fransa tarihinin en düşük memnuniyet oranına sahip emmanuel macron iktidarı belki de en beklemediği, çünkü en umursamadığı yerden gelen bu büyük tehdide nasıl karşılık vereceğini bilemiyor.

    bardak taşma noktasına nasıl geldi?

    akaryakıt fiyatlarına yapılan zammın bardağı taşıran son damla etkisi yarattığı, bunun üzerine halkın bir kısmının her arabada bulunması zorunlu fosforlu sarı güvenlik yeleklerini üzerlerine geçirip arkalarında hiçbir siyasal veya sendikal örgütlenme olmadan ve kısa sürede tüm fransa’ya yayılan eylemler başlattığı artık bütün dünyanın malûmu. buna rağmen, “kim bu sarı yelekler” sorusunun cevabı hep muğlak kalıyor. zira bunun için önce bağlama, sonra da kim olmadıklarına yakından bakmak gerekiyor.

    önce bağlam. sarı yelekleri açıklarken hemen herkesin akaryakıt zammı için “bardağı taşıran son damla” ifadesini kullandığını gördük, fakat nedense bardağın niçin zaten taşmak üzere olduğunun izahına, özellikle ana-akım fransız medyasında pek rastlanmıyor.

    öncelikle, öfke dalgasının esas hedefinde bulunan cumhurbaşkanı emmanuel macron’un bir buçuk yıl önce hangi koşullarda iktidara geldiğini hatırlamakta fayda var. fransa’da daima iki partiyi öne çıkaran sistemin demirbaşları olan merkez sol (sosyalist parti ) ve merkez sağ (cumhuriyetçiler ) partilerin tarihi bir hezimete uğrayacağı kampanyanın daha başında anlaşılmış, soldanjean-luc mélenchon ’un liderliğindeki boyun eğmeyen fransa [la france insoumise – fı], aşırı sağdan da marine le pen ’in milliyetçi cephesi birçok ankette bu iki merkez partinin önüne geçmişti.

    1980’lerden beri böyle bir “tehditle” karşılaşmamış fransız neoliberalizminin bir kurtarıcıya ihtiyacı vardı. bu kurtarıcı rolü emmanuel macron’a bahşedildi. fransa tarihinin en düşük memnuniyet oranına sahip françois hollande iktidarının ekonomi bakanı olduğu, ondan önce ünlü rothschild bankası’nda ortak olarak çalıştığı unutulmuşçasına bir “kopuş” sembolü olarak (“ne solcuyum ne sağcı”), ama aslında mevcut düzeni koruma misyonuyla cumhurbaşkanlığı yarışına sokuldu.

    kökeninde bu yenilir yutulur olmayan paradoks yatmasına rağmen, neredeyse tüm ana-akım medyanın ve büyük şirket patronlarının desteğini alan macron, yüzde 77 katılım oranı olan ilk turda oyların yüzde 24’ünü alarak ikinci tura kaldı. karşısında ilk turda mélenchon’u burun farkıyla geçen ırkçı marine le pen’i bulan macron “cumhuriyet değerlerine” sahip çıkmak ve le pen’e baraj oluşturmak için çok farklı kesimlerin birleşmesiyle ikinci turu oyların yüzde 60’ını alarak kazandı. başka bir deyişle, fransız seçmenin yaklaşık yüzde 82’si, ilk turda macron’a ve temsil ettiği programa oy vermemiş, ikinci turdaysa büyük çoğunluğu mecburiyetten desteklemişti.

    buna rağmen macron, arkasında kitlesel bir destek varmışçasına, üstelik birçok durumda parlamenter tartışmaları devre dışı bırakmak için kararnameler yoluyla bir dizi ultra-neoliberal düzenlemeyi kısa sürede devreye soktu. türkiye’de de gayet iyi bildiğimiz bu yönteme, macron gibi sayısal çoğunluğu kazanamadan abd başkanı seçilen donald trump da birçok kez başvurdu. meclis dengelerinin aslında tam olarak sağlamadığı meşruiyeti olağanüstü yöntemler yaratarak adeta muhalefetsiz bir şekilde yönetmeyi mümkün kılan bu yol liberal demokrasilerde oldukça işlevsel bir eğilim haline geldi.

    servet vergisine son, işten çıkarmalara tam yol

    söz konusu düzenlemeler arasında en öne çıkanlar fransa’nın en varlıklı kesimini kapsayan servet vergisinin kaldırılması ve temelde çalışanların işten çıkarılmalarını kolaylaştıran iş yasası oldu. iktidarın bu ultra-neoliberal icraatlarına ilaveten, muhalif medyanın roma ’da tanrıların efendisi olan jüpiter lâkabını taktığı emmanuel macron’un benzeri görülmemiş kibri ve alt sınıflara karşı küstah tavırları da bardağı dolduran etkenlerden.

    bir gezi sırasında işsizlikten yakınan bir gence, “şu sokakta karşıya geçsem size iş bulurum!” demesi (meali: fransa’da yüzde 10 oranındaki işsiz nüfusun çoğunluğu aslında çalışmak istemediği için işsiz), ekonomi bakanıyken grevdeki bir sendika işçisine “üzerinizdeki tişörtle beni sindiremezsiniz, çalışırsanız sizin de takım elbiseniz olur” diye nasihat vermesi… iş kanunundaki değişikliklere karşı gösteriler hakkında konuşurken, “tembellere, siniklere ve aşırılıklara” boyun eğmeyeceğini ilan etmesi, paris-rennes tren hattının açılışında yaptığı konuşmada “tren garları hem başarılı insanların hem de hayatta bir hiç olanların karşılaştığı yerdir” demesi… danimarka’daki bir konuşmasında fransız halkını “değişimi kabullenemeyen galyalılara ” benzetmesi ve dahası..

    tüm bu cümleler ana-akım medyada birer anekdot olarak ele alındı, muhalif sol kesimlerde dahi pek üzerinde durulmadan prensip olarak eleştirildi. fakat bu ifadelerin doğrudan haysiyetini zedelediği, onurunu kırdığı insanlara hiç söz verilmedi. sarı yelekler hareketi tam da bu kesimin içinden doğdu.

    sarı yelekler kim değil?

    buradan hareketle, en azından başlangıç noktasında sarı yelekler'in kim olmadıklarını anlamak nispeten kolaylaşıyor: büyük şehirli, eğitim düzeyi yüksek, üst-orta sınıf, oyları büyük ölçüde jean-luc mélenchon’un fı’si, sosyalist parti’nin sol kanadı ve yeşiller arasında dağılan, kısaca “elitist” diyebileceğimiz sol değil. aksine, (hepsi kassovitz’in düzeyinde olmamakla beraber) sarı yelekler’e en sert eleştirilerin de bu gruba dahil insanlardan geldiğini görüyoruz.

    bunun sebepleri arasında tabii ki eylemlere katılan kitlenin arasında aşırı sağ sempatizanlarının da bulunması, bazı durumlarda homofobik sloganlara rastlanması var. her ne kadar iktidar ve ana-akım medyanın bir kısmı bu unsurların üzerinde çok durmuş olsa da bunların hareketin tamamına yayılmadığını, ne özünü ne de genelini temsil ettiğini aslında herkes biliyor.

    nispeten elitist sol kesimin sarı yelekler’i hor görmese dahi, neden bu kadar mesafeli durduğunu yine en güzel mathieu kassovitz’in bir başka tweet’i özetliyor: “gülünçsünüz, çünkü mücadeleniz sapına kadar burjuva ve hiçbir anlamı yok.” yani, başka bir deyişle, “diğer bütün olan bitene sesinizi çıkarmadınız, şimdi sizin cebinize dokununca isyan ediyorsunuz”.

    benzer şekilde, aynı kesimden birçok kişiyse öfkenin sebebini anladıklarını söylemelerine rağmen, hareketi ve eylemlerini kınamayı sürdürüyordu. cezayir asıllı fransız gazeteci mohamed sifaoui’nin yüzlerce kez paylaşılan tweet’i bu bakışı gayet iyi özetliyor: “eğer sorunları olan herkes (işsizler, vergi mağdurları, alım gücü düşenler, fakirler, evsizler...) ayaklansaydı bunun sonu felaket olurdu. halbuki çok büyük çoğunluk başı dik, edepli ve sessiz. bu vurdu kırdıyı yapanlar en varlıksızlar değil.” ana fikir? mesele gerekçeleriniz veya talepleriniz değil, mesele başkaldırmanız. uslu uslu oturmayı reddetmeniz.

    aşağı fransa

    gerçekten de sarı yelekler sistemin ya dışına itilmiş ya da iyice periferisinde yaşayan, büyük kısmı göçmen kökenli ve gettolaşmış banliyölerden gelen, en ufak bir güvencesi ve geleceğe dair neredeyse hiçbir umudu olmayan, günümüzün bir anlamda yeni en alt sınıfını oluşturan kesim değil. sarı yelekler hareketinin özü büyük ölçüde taşralı, ortalama kırk yaşlarında, yaklaşık asgari ücretli bir işe sahip, fransa’daki eski bir tabirle “aşağı fransa” halkı.

    siyasi düzlemde sesini pek çıkarmayan, dolayısıyla da, başta iktidar olmak üzere, herkesin sesinin çıkmamasına alıştığı, ezici çoğunluğu daha önce hiçbir gösteri ve eyleme katılmamış, ne sendikalı ne de doğrudan belli bir parti sempatizanı olan bir kesim. hareketin süratle ve önlenemez bir şekilde saman alevi gibi yayılmasının sebeplerinden belki de en önemlisi buydu.

    yukarıda özetlediğimiz bağlama rağmen, kimse söz konusu kesimden böyle bir kalkışmayı beklemiyordu ve dahası, önce görülmemiş eylem yöntemleri, örgütsüz, hatta kaotik işleyişleri iktidarın işini iyice zorlaştırmıştı. zira, dünyada belki de en sık muhalif eylem ve gösterilere sahne olan fransa’da haliyle bu işler sofistike bir çerçeve içinde yürür:

    eylemler belli sendika veya siyasi partilerin çağrısı üzerine düzenlenir, eylemin yapılmak istendiği yer için valiliğe bildirimde bulunulur, gerekirse bu konuda müzakere yapılır, düzenleyiciler hem katılımcıları korumak hem de eylemin meşruiyetini kaybetmemesi için olası taşkınlıklara karşı önlemler alır, eylemin başarısı ve arkasındaki kitlesel destek talepler ve anlaşmazlıklar üzerindeki güç dengelerini belirler, buradan hareketle eylemin kurumsal sorumluları ve hükümet temsilcileri arasında müzakereler başlar ve bunun sonucunda da eylem ya sona erer ya da başarılı olana veya kendiliğinden sönene kadar devam eder (son yıllarda ikinci senaryo çok daha yaygın).

    sarı yelekler hareketi ister istemez bu kontrol edilmesi mümkün çerçevenin dışında kalıyor. çünkü hareket adına konuşabilecek ve müzakere yürütebilecek sorumlular olmadığı gibi, yürüyüşlerin yanısıra daha önce görülmemiş ve çok çeşitli eylemlere de başvuruyorlar: büyük kamyonlarla işlek kavşakları tıkamak, konvoylar halinde aşırı yavaş araba sürerek trafik sıkışıklığı yaratmak, özelleştirilerek vinci gibi büyük şirketlere satılan paralı otobanların bariyerlerini kaldırarak bedava geçiş sağlamak, sabahın erken saatlerinde disneyland paris ’e “baskın” düzenleyip bütün gün girişlerin bedava olmasını sağlamak gibi...

    paris’te yoğun çatışmalara sahne olan 24 kasım gösterilerinin başlangıcı da bu durumu gayet iyi özetliyor. valilik sarı yelekler’in dünyanın en ünlü lüks ve zenginlik sembollerinden champs-elysées caddesi’nde yürüyüş talebini reddederek bambaşka bir yer önerdi (champ de mars). tahmin edilebileceği gibi, sarı yelekler bu kararı tanımadı. bunun sonucu olarak da kontrollü bir büyük yürüyüş yerine, birbirinden kopuk grupların, farklı zamanlarda, caddenin farklı noktalarında, bambaşka tarzlarda, aralarına saldırgan provokatörlerin sızmasını engelleyecek en ufak bir tedbir alınmadan kaotik eylemler dizisi yaşandı ve kısa sürede güvenlik güçlerinin fazlasıyla sert tepkisiyle, yüzlerce kişinin yaralandığı ve gözaltına alındığı bir çatışmaya döndü.

    sendikalar ve prekarya

    bu noktada, sarı yelekler’in sendikalara neden bu kadar mesafeli yaklaştığı üzerine bir parantez açmak şart. bunun en görünür sebebi, kendilerini hor gören adaletsiz sistemin tamamına isyan eden sarı yelekler’in sendikaları da o sistemin bir parçası olarak görmesi. fakat bu açıklama daha derin ve çok daha endişe verici bir başka faktörü gizliyor. avrupa’nın birçok ülkesinde olduğu gibi fransa’da da sendikalar süratle etkinliklerini kaybediyor. örneğin, fransa’nın en büyük konfederasyonu cgt (confédération générale de travail - genel emek konfederasyonu) son dört yılda 30 bin üye kaybetti (bugün yaklaşık 650 bin üyesi bulunuyor). bu elbette yeni bir durum değil ve başlıca sebebi sanayiye yönelik üretimin giderek yurtdışına kayması ve büyük şehirlerde hizmet sektörünün ağırlık kazanması.

    ama günümüzde bu eğilimi, özellikle de sendikalara olan güven kaybını açıklayan bir başka nokta var. o da işsizlerin (dünyanın altıncı büyük ekonomisi olan fransa’daki işsizlik oranının 1990’lardan bu yana yüzde 9-12 arasında seyrettiğini hatırlatalım) ve prekaryanın sendikaların kendilerini temsil ettiğine inançlarının olmaması. belirsizlik, güvencesizlik anlamına gelen prekarite ve proletarya sözcüklerinin bir araya gelmesiyle oluşturulan prekarya kavramı fransa’da yakın zamana kadar çok tanımlı bir kesimi kapsıyordu. her an sona erebilecek geçici sözleşmelerle çalışan, bu sebeple gelecek güvencesi olmayan, büyük ölçüde genç bir nüfus.

    işte tam da bu noktada, akaryakıt zammıyla patlayan sarı yelekler hareketi önemli bir sosyo-ekonomik gerilemeye işaret ediyor: prekarya kavramı artık sözleşme güvencesi olan, kalıcı işlere sahip, ortalama asgari ücretle düzenli maaş alan sınıfı da kapsamaya başladı. beklenmedik bir akaryakıt zammı on binlerce aileyi ciddi geçim sıkıntısına sürükleyecek hakiki bir statü kaybına yol açabiliyor. sendikalar da hızla değişmekte olan bu yeni duruma henüz uyum sağlayabilmiş değil.

    kamuoyu ne diyor ?

    tüm bunlardan yola çıkarak ve özellikle de basına yansıyan şiddet olaylarından, dört bir yandan gelen kınamalardan hareketle sarı yelekler’in marjinal ve fazlasıyla içine kapanık bir hareket olduğu izlenimi doğuyor. peki, rakamlar ne diyor? 24 kasım’daki bol çatışmalı eylemlerin hemen ertesinde yayınlanan anketler kesinlikle beklenmedik sonuçlar ortaya koyuyordu: bva şirketinin düzenlediği ve belli başlı tüm büyük medya kuruluşlarına yansıyan ankete göre, görüşülenlerin yüzde 72’si sarı yelekler’in taleplerine katıldığını söylüyordu. eylemlerin kısa sürede sona ermesini arzulayanlar yüzde 40, mümkün olduğunca devam etmesini isteyenler ise yüzde 60’tı.

    bu koşullarda cumhurbaşkanı macron, 27 kasım salı günü, arkasındaki kitlesel desteği gittikçe artan hareketi yatıştırmak amacıyla iktidara geldiğinden bu yana en önemli konuşmalarından birini yaptı. herkesin beklediği gibi sarı yelekler’in öfkesine kulak verdiğini ve anladığını söyleyerek başladı, fakat hiçbir alanda herhangi bir geri adım atmayı öngörmediği gibi, özetle öfkenin sebebinin “ekolojik amaçlarla” yapılan akaryakıt zammının halka yeteri kadar iyi açıklanmaması olduğunu ima etti. ardından da sözü ekolojik dönüşüm bakanı [çevre bakanı] françois de rugy’ye bıraktı.

    de rugy’nin geçtiğimiz eylül ayında liberal düzen değişmediği sürece samimi ekolojik adımlar atılmasının mümkün olmadığını anladığını söyleyerek beklenmedik bir şekilde istifa eden nicolas hulot’nun yerine getirilen ve ekoloji ya da solculuk, seçmek lâzım (ecologie ou gauchisme, il faut choisir, archipel, 2015) başlıklı kitabın yazarı olmasını bir kenara bıraksak dahi, böyle bir stratejinin sarı yelekler’i tatmin etmeyeceği çok belliydi.

    buradan da macron iktidarının ya karşı karşıya oldukları isyanın ne kadar kitlesel olduğunu kavramamış olduğu ya da buna karşı tam bir çaresizlik ve/ya umursamazlık içinde olduğu anlaşılıyor. hiç şaşırtıcı olmayan bir şekilde, macron’un konuşmasının ardından yapılan tüm anketlerde sarı yelekler’e verilen desteğin daha da arttığını gördük. france ınfo televizyonu ve figaro gazetesi için düzenlenen ve 28 kasım’da yayınlanan anketin sonuçlarına göre, halkın yüzde 84’ü sarı yelekler’in taleplerini haklı buluyor. bu oranın parti seçmenlerine göre dağılımıysa macron için durumun ne kadar kritik olduğunu iyice gözler önüne seriyor: aşırı sağcı marine le pen seçmeninin yüzde 96’sı, radikal solcu fı seçmeninin yüzde 92’si, sosyalist parti seçmeninin yüzde 90’ı ve sağ parti cumhuriyetçiler seçmeninin yüzde 77’si hareketi destekliyor. macron’a oy vermiş grubun pozisyonuysa yüzde 50-yüzde 50 gözüküyor.

    sarı yelekler’e destek çağrıları

    bu durum yalnızca emmanuel macron’un hareketi geriletme girişimlerinin başarısızlığını değil, hareketin ne kadar büyük bir süratle kitlesel desteğini artırdığını da gösteriyor. öyle ki, bu yazının kaleme alınmaya başlamasından bu yana geçen kısa sürede bile örgütlü ve üst-orta sınıf solcu seçmenin sarı yelekler hareketine bakışında hızlı ve net bir olumlu değişim oldu. bunda, başından beri bahsettiğimiz horgörüye karşı çıkarak sol kesimleri sarı yelekler’e desteğe ve belki daha da önemlisi diyaloğa çağıran bazı kişilerin rolü büyük.

    bunlardan biri yeni antikapitalist parti ’nin [nouveau parti anticapitaliste - npa] kurucusu olivier besancenot , katıldığı bir televizyon programında işçi hareketini şu sözlerle sarı yelekler’e desteğe çağırıyordu: “işçi hareketinin de en azından bir genel grev başlatarak hayat pahalılığına karşı duyulan öfkeyle başlayan bu dalganın bir parçası olması lâzım. herkes satın alma gücünden bahsedip duruyor. bu ‘satın alma gücü’ lafından gına geldi! halkın ezici çoğunluğuna bahşedilen tek güç satın alma ve tüketme gücü, başka hiçbir gücümüz yokmuş gibi! [...] gösterilere baktığımda, aşırı vergilere karşı sloganlar duymuyorum. servet vergisinin kaldırılmasına, vergi kaçakçılarına, kısacası vergi adaletsizliğine karşı sloganlar duyuyorum.”

    bir diğer isim de 2016’da grevdeki işçilerin mücadelesini konu alan merci patron! isimli belgeselin yapımcısı françois ruffin. filmin özellikle parisli genç nüfusta uyandırdığı yankı ve heyecan république meydanı ’nda düzenlenen nuit debout [gece ayakta] buluşmalarına önayak olmuş, ruffin de yoğun halk desteğiyle 2017 seçimlerinde fı’den milletvekili seçilerek meclis'e girmişti.

    29 kasım akşamı yine république meydanı’nda 500 kişilik bir kalabalık önünde yaptığı konuşmada, ruffin doğrudan üst-orta sınıf parisli bobo’lara sesleniyor: “siz farklı kesimler arasında köprü olabilecek sınıfsınız, kimi istiyorsa onu destekleme seçeneğine sahip sınıfsınız.” ve ekliyordu: “burada söz konusu olan oligarşiye karşı yürütülen bir mücadele. [...] hükümet şunu çok iyi biliyor: bu konuda geri adım atarsa fransa halkının gücü karşısında geri adım atmış olacak. mesele mazot vergisi değil, tüm reformlar, macron yasalarının tamamı!”

    kısacası, ilk başta bazen art niyetle ana-akım fransız medyasına, onun üzerinden de tüm dünyaya yansıyan yanıltıcı ya da en azından fazlasıyla eksik bir tablo vardı: şiddetli, faşizan, eğitimsiz, tek derdi kendi cebi olan marjinal bir hareket. mevcut öfkenin sebepleri olarak da hep aynı üçgen öne çıkarılıyordu: hayat pahalığı, aşırı vergi yükü ve benzine zam. halbuki bugün sarı yelekler’in sokağa taşıdığı, ama aslında neredeyse tüm ülkeyi kapsayan talep son derece basit: daha adil bir düzen .

    alican tayla/ birartıbir.org

  • 24 kasım 2018 river plate boca juniors maçı

    barcelona-real madrid veya manchester united-liverpool maçlarını unutun.

    bu kulüplerin arasındaki rekabet, arjantin'in boca juniors ve river plate takımları arasındakinin yanından bile geçemez.

    özellikle de bu iki takım güney amerika'nın şampiyonlar ligi olan libertadores kupası'nın finalinde karşılaştıklarında.

    arjantin'in başkenti buenos aires'in iki takımı, kupanın 58 yıllık tarihinde, iki maçlık finalde daha önce hiç karşı karşıya gelmemişti.

    2-2 biten ilk maçın rövanşında iki takım tsi 23:00'de river plate'in sahasında karşı karşıya gelecek.

    diğer karşılaşmalar belki dünya çapında daha çok kişi tarafından izleniyor olabilir ama boca juniors-river plate, bir başka deyişle "superclasico" dünyanın en büyük futbol derbisi olarak nitelendiriliyor. işte bu rekabetin nedenleri;

    tarih ve yakınlık
    iki takım arasındaki düşmanlık, klüplerin buenos aires'in aynı mahallesinde, liman bölgesindeki işçi sınıfı la boca'da kurulmasına kadar gidiyor.

    ilk olarak 1901'de river plate kuruldu. buenos aires'in yanı başında akan plata ırmağı'na atfen verilen ingilizce ismin, limanda bırakılan vinçleri gören kulübün ilk oyuncuları tarafından görülmesiyle verildiği söyleniyor.

    daha sonra 1905'te boca juniors kuruldu. italya'nın cenova kentinden gelen göçmenler kulübün kuruluşunda büyük rol oynadı ve "los xeeneizes- cenovalılar" takma ismini aldılar. sarı-lavicert renklerinin ise limandaki isveç bandralı geminin bayrağından esinlendiği söyleniyor.

    arjantinli futbolseverler iki kulüp arasında, kazananın mahalleyi kontrol edeceği, kaybedenin ise gideceği doğruluğu biraz şüpheli bir maçtan bahseder. bu maç gerçekten yapılmış olsa da olmasa da, river ve boca pek uzun süre aynı mahallede kalmadı.

    river plate mahalleden taşındı ve 1938'de daha üst sınıf bir mahalle olan nunez'e yerleşti. ancak boca'nın la bombonera stadı ve river'ın monumental de nunez stadı arasındaki mesafe sadece 13 kilometre.

    sınıf savaşı mı?
    belki taşınması, belki de klübün 1931'de 10 bin pezoluk bir servet ödeyerek carlos peucelle'yi satın alması nedeniyle river "los millonarios-milyonerler" lakabını aldı.

    taraftarlar arasındaki sosyal sınıf farklılığı algısı, birbirlerine karşı tezahüratlarına da yansıdı.

    river taraftarları, boca taraftarlarına "bosteros-dışkı toplayıcıları" diyor ve stadyumlarının hayvan dışkısı koktuğunu söylüyor.

    boca taraftarlarının evlerini temizleyen hizmetçiler olduklarını söyleyen şarkıları var. ancak river plate'in işçi sınıfından da büyük bir destek aldığı gerçeği de var.

    boca ise sosyal açıdan alt sınıf olarak tanımlanmalarından hoşnut ve popülerliğiyle övünüyor. ülkenin yarısından fazlasının - la mitad mas uno (yüzde 50 artı 1) boca taraftarı olduğunu iddia ediyorlar.

    gerçekte ise bu, boca ve river'ın taraftar gruplarını çok basite indirgenmiş bir şekilde tanımlıyor. her iki takımında toplumun tüm kesimlerinden taraftarları var. örneğin, arjantin cumhurbaşkanı mauricio macri güçlü bir sanayici aileden geliyor ve 12 yıl boyunca boca juniors'ın başkanlığını yaptı.

    aslında aileler de boca ve rivers söz konusu olduğunda ortadan ikiye bölünüyor. yeni bir kız arkadaş ya da erkek arkadaş ilk kez bir aile toplantısına götürüldüğünde sorulan ilk soru büyük ihtimalle "boca mı? river mı?" oluyor.

    arjantin futbolunun hakimleri
    iki kulüp arjantin futbolunun mutlak hakimi. boca ve rivers'ın toplam 69 şampiyonluğu var (36 kez river, 33 kez boca). en çok şampiyon olan üçüncü kulüpse 17 kez kupayı kaldıran racing.

    boca taraftarları, takımlarının arjantin birinci liginden hiç düşmemiş olmasıyla övünüyor. river ise 2011'de ligden düşmüştü.

    iki takımın birlikte geçirdiği yıllar ve "dostluk maçları" hariç, bir sezonda 4 kez karşılaşmaları rekabetin dozunu da artırdı ve oynanan her maç, bir sonraki karşılaşmanın kinini üretiyor.

    rekabet uluslararası futbola da uzanıyor. mesele libertadores kupası olunca hava atma hakkı boca'nın. boca 6, river ise 3 kez bu kupayı kazandı.

    ancak boca son libertadores kupasını 2007'de alırken, river 2015'te "amerika'yı fetheden" son arjantin ekibiydi.

    şiddet
    boca juniors-river plate maçlarındaki tutku, çoğunlukla saha dışına şiddet olaylarıyla yansıyor. "save our football - futbolumuzu kurtarın" kampanyasına göre, 1922'den bu yana arjantin'de taraftarların ölümüyle sonuçlanan 320 olay yaşandı.

    arjantin futbolunda süregiden şiddet nedeniyle, 2013'te deplasman taraftarlarının maçlara alınması 2013'te yasaklandı. daha sonra yasak biraz yumuşatılsa da, arjantin futbolunun beş büyük kulübü, boca, river, ındependiente, racing ve san lorenzo taraftarları hala deplasman maçlarına giremiyor.

    yasak, libertadores finalinde de uygulandı. 10 kasım'da la bombonera'da 10 kasım'da oynanan ve 2-2 beraberlikle sonuçlanan maça da deplasman taraftarı alınmadı.

    arjantin'de futbol yazarlarının şimdiye kadarki "en önemli superclasico" diye tanımladığı maç için hayat durdu.

    bu kez stadyumda sadece river plate taraftarları olacak. ancak, başkent buenos aires ve tüm ülkeledeki kafelerde ve barlarda ve hatta dünya çapında, iki takımın taraftarları futbolun en yoğun rekabetindeki son bölümü izlemek için birbirlerinden ayrılmayacak.

    mark shea ve fernando duarte
    bbc dünya servisi

  • ara güler

    "en iyi makine en iyi fotoğrafı çekseydi en iyi daktiloya sahip olan da en iyi romanı yazardı." sözünün sahibi, dünya fotoğraf sanatının en büyük 4 - 5 sanatçısından biri olan, son zamanlarda erdoğan güzellemeleriyle gündeme gelen, namı değer "istanbul'un gözü" ara güler hayatını kaybetti.

    dünyaca ünlü fotoğraf sanatçısı olan ara güler, 16 ağustos 1928 tarihinde, istanbul’da dünyaya geldi. ermeni asıllı türk gazeteci, foto muhabiri ve yazar olan ara güler, 1951 yılında getronagan ermeni lisesi'nden mezun oldu.

    lisedeyken film stüdyolarında sinemacılığın her dalında çalıştı. muhsin ertuğrul'un yanında tiyatro ve oyunculuk eğitimi almaya başladı. amacı rejisör veya oyun yazarı olmaktı. 1950'de yeni istanbul gazetesinde gazeteciliğe başladı. bu yıllarda ermenice gazete ve edebiyat dergilerinde öyküleri yayınlandı. aynı zamanda istanbul üniversitesi iktisat fakültesi'ne devam ediyordu. ancak gazeteci olmaya karar verdi.

    1962 yılına kadar hayat dergisinde fotoğraf bölümü şefi olarak çalıştı. 1961'de ingiltere'de yayınlanan photography annual, onu dünyanın en iyi yedi fotoğrafçısından biri olarak tanımladı. aynı yıl amerikan dergi fotoğrafçıları derneği'ne kabul edildi ve bu kuruluşun türkiye'den tek üyesi oldu. fotoğraf dünyasının çok önemli yayınlarında fotoğrafları kullanıldı, kendisinden bahsedildi. abd'de, almanya'da, paris'te çeşitli sergiler açtı. bu arada, bertrand russell, winston churchill, arnold toynbee, picasso, salvador dali gibi birçok ünlünün fotoğrafını çekti, röportajlar yaptı.

    1979'da türkiye gazeteciler cemiyeti'nin foto muhabirliği dalındaki birincilik ödülünü aldı. 1980'de fotoğraflarının bir kısmı karacan yayıncılık tarafından kitap haline getirildi. 1986'da hürriyet vakfı'nca basılan, prof. abdullah kuran'ın yazdığı mimar sinan kitabını fotoğrafladı. bu kitap 1987'de ınstitute of turkish studies tarafından ingilizce olarak yayınlandı.

    1989'da hil yayınları ara güler'in sinemacıları kitabını yayınladı. yıllarca üstünde çalıştığı mimar sinan yapıtlarının fotoğrafları, 1992'de fransa'da edition arthaud, abd ve ingiltere'de thomas and hudson, singapur'da archipelago press tarafından turkish

    ara güler'in fotoğraflarının büyük bir bölümü fransa, abd ve almanya'da çeşitli müzelerde sergilenmekledir. fotoğraflarında leica makinasını kullanmıştır. fotoğrafın sanat dalı olmadığını düşünmektedir. ara güler kendisini: "ben de gazeteciyim. fotoğrafçı değilim. fotoğrafçı ile gazeteci arasındaki fark budur. fotoğrafçı bomba patlar kaçar. ama gazeteci peşinden gider olayı yakalamaya çalışır. ben de bu yaşa kadar ona göre çalıştım" şeklinde tanımlıyor.

  • ekşi itiraf

    hayatımda ilk kez bir kız tarafından doğum gününe davet edildim. komşumuzun 6 yaşındaki kızı beni doğum gününe davet etti. benim ise ona hediye alacak param yok. ne alsam diye düşünürken kendimi götürmeye karar verdim. hem param yok, hem ayıyım, hem de sevimliyim.

  • ekşi itiraf

    kurduğum hayallerin gerçekleşmesini istiyorum; ama hayallerimi gerçekleştirmek için hiçbir şey yapmıyorum. kurduğum hayallerimin ayağıma gelmesini istiyorum. neyse ben hiçbir şey yapmadan gideyim, biraz daha hayal kurayım. belki gerçekleşir.

  • ekşi itiraf

    dünyanın en kötü şeyi üniversite okumak. daha kötüsü de üniversite bitirdikten sonra evde oturmak. işsizsin, senden bir beklenti var. kanepede oturuyorsun. sana alacaklı gibi bakılıyor. babanla aynı çorapları ortaklaşa giyiyorsun.sincap gibi odadan odaya kaçıyorsun. yemeğe ilk oturan sen, ilk kalkan sen oluyorsun. evde gereksizsin. orada olmaman gerekiyor, ama varsın.

  • 20 mart 2018 hakim ve savcılar atama skandalı

    aslı kazan'ın söylediğine göre;

    gonca hatinoğlu’nun başarı öyküsü. önce açıktan başbakanlık basın ve halkla ilişkiler müşavirliğinden girişi yapıldı. sonra cumhurbaşkanlığı kanunlar ve kararlar dairesi'nde uzman oldu. yeni hsk gelince hakim oldu. ilk görev yerinde 24 saati doldurunca da yargıtay tetkik hakimi

    başka bir şey söylemeye gerek yok sanırım.

  • refah düzeyi yüksek ülkelerin ortak noktası

    *demokrasinin ve hukukun olması ( istisnalar mevcut olsa da çoğunluk yönetimi demokrasi)

    *torpil yerine liyakatın esas alınması

    *fikir özgürlüğünün olması

    * bilime ve teknolojiye ayrılan ödeneğin çok olması

    *kaliteli ve nitelikli eğitimin olması

    * sömürgeci ve emperyalist düşüncenin kazandırdığı ekonomik güç

    *kapitalist ve liberal ekonomik faaliyetlerin serbest olması

    *hırsızlık ve yolsuzluğun çok az hatta yok denecek kadar az olması