paranormal paranoyak15
profili

  • masumlar apartmanı

    han sürpriz olarak evi gösterdiğinde inci'nin "aşkımm yhaaaaa" diyerek boynuna atlayacağını falan düşünmüştüm ama beni şaşırttı doğrusu, aferin. akıllanmaya başlamış. buradaki insanlara gerçekten şaşırıyorum. birlikte yaşayacağın eve karşındaki insanın senden habersiz, kendi kafasına göre karar vermesi normal bir şey mi? senden önce alınmıştır, burada yaşayacağız dersin anlarım ama bu bambaşka. bu bir sürpriz değil. han bu emri vaki davranışları hep yapıyor.

    bu kimlerde görülüyor biliyor musunuz? küçük yaşta babası ölmüş veya babası evden ayrılmış erkek çocuklarında. küçüklükten beri evin erkeği gözüyle görüldükleri için kimseye hesap vermedikleri ve tüm kararları kendi başlarına aldıkları için evlendiklerinde de eşlerine bir şey danışma gereği duymazlar. şimdi savunuluyor ama böyle kendi başına ev alan adamlar yarın öbür gün o evi, arabayı satacağı, ciddi bir karar alacağı zaman da eşlerine danışmazlar, kendi başına hareket ederler. düşünün, kesin çevrenizde böyle bir adam vardır.

    her şeyi kontrol eden adamlar ne sana evin içindeki eşyanın yerini değiştirmene izin verir ne de başka bir şeye. hatta genelde karşısındaki insanı ya aile çevresi ve arkadaşlarından uzaklaştırırlar ya da ailesi uzakta veya vefat etmiş insanları tercih ederler. çevresinde ne kadar az insan olursa karşısındakini yönetmesi o kadar kolaydır çünkü. belki o kadar uzak yerden ev alması da bunun göstergesi, uzaklaştırmak. belki ileride ailesiyle de arasını açıp tamamen kendine çekecek inci'yi.

    ayrıca inci'nin de her şeyden kuşkulanması ve her şeyin altında bir şey araması acayip sinir bozucu. tanımadan etmeden evlenirken sorun yok ama şimdi mi didiklemeye başladın? bu da ayrı bir ruh hastası. madem memnun değilsin boşan ya. bunları seviştiremeden boşatırsanız üzüleceğim, ama olsun.

    buradaki anne rolündeki hasibe ile kürk mantolu madonna'daki raif efendinin karısı mihriye'yi çok bağdaştırıyorum. baba karakteri ile de raif efendiyi. ikisi de zamanında bir kadını çok sevmiş fakat sonradan sevmedikleri bir kadınla evlenmişler. biz o romanda her şeyi raif efendinin gözünden gördük ama sevmediği kadınla yıllarca evli kalıp bir de ondan bilmem kaç tane çocuk yapan bir adam raif bey. varsan baksan maria ile yaşanan büyük aşk! ahh ne güzel, değil mi? değil efendim, değil işte. ikisi de takıntılı, anormal. tamam seversin de madem unutamadın, sırf evlenmek için evlenme o zaman. zorla mı? başka insanın başını neden yakıyorsun? bu dizi tam da öbür taraftan bir bakış açısı sağlıyor bize.

    buradaki anne karakteri de başlarda o kadar takıntılı değil bence. bu kadını da adamın ilgisiz ve sevgisizliği böyle bir ruh haline itmiş. hatta dizide ben olsam şöyle bir flashback yapardım. kadın evlendikten sonra adamın bu durumunu görüp baba evine dönmek istesin. kocası tarafından sevilmiyor ve istenmiyor çünkü. ailesi de kadını kabul etmesin ve tıpış tıpış kocasının evine dönmek zorunda kalsın. belki kamu spotu yerine geçer hem. tam türkiye gerçeği. sonradan kadın bu adamla evli kala kala böyle delirmiş olsun falan. güzel olurdu. böyle çok hikaye vardır bu ülkede.

    safiye'nin helvaları kaplara boşaltırken resmen totem yapması ve kapların yetmemesi beni baya güldürdü. bu tür takıntılar bir sürü insanda az da olsa vardır.

    edit: hay senin arnavutköy'üne inci ya. her şeyi batırıyorsun ve kendini haksız çıkartıyorsun. madem arnavutköy'ü çok beğeniyordun da neden bu sidikli apartmana taşındın, neden şimdi arnavutköy'e şimdi taşınmıyorsun demezler mi insana? şu düğün öncesi gelinlik şuradan, düğün burada, ev şurada olacak diye inatlaşan kadınlar gibi görünüyorsun. bu mevzu bir daha açılmasın rica ediyorum.

  • masumlar apartmanı

    babamın az önce ilk kez maruz kaldığı dizi. dizinin özetini izlerken sinirlenip "bu ne biçim dizi, izlerken ben strese girdim" diyerek kumandayı alıp kanalı değiştirdi. evet, adam dizinin özetinde bile strese girdi.

  • ekşi itiraf

    maskeyle dolaşmanın en iyi tarafı ne biliyor musunuz? maskenin altında kimse sizin yüzünüze dikkatli bir şekilde bakmazsa ağladığınızı fark etmiyor. yolda yürürken, cafede otururken, ofiste bile bunu rahatlıkla yapabiliyorsunuz. yaptım, oradan biliyorum çünkü. tabi uzun, kıvırcık saçlarımın olması da bunu biraz daha kolaylaştırdı. saçlarımı yanıma aldığımda görmüyorlar çünkü.

    insan beyni herhangi bir şeyi tamamlamaya yatkın. bundan dolayıdır ki zamansız ölümler, ani bitişler daha çok yıpratır insanı. mesela ölen kişi sanki kapıdan giriverecek gibi hissedersiniz ilk zamanlar. ayrıldıktan sonraki ilk gece de ben nedense ilk kez biri için böyle hissettim. ölüm benim için hiçbir zaman sadece fiziksel bir yok oluş değildi.*sanırım bunu kabullenemedim, çünkü beklemediğim bir anda ayrılmak istediğini söyledi karşımdaki insan bana. daha yeni ameliyat olmuştum ve 3-4 gün sonra böyle bir şeyle karşılaşmayı beklemiyordum.

    karşınızdaki kişi "ben kendimi ciddi ilişki yürütebilecek kafada hissetmiyorum" tarzı bir mesajla ilişkiye nokta koyar. insanı en üzen, en kıran da sizi karşısına alıp konuşmaya bile değer görmemesi oluyor işte. kalbimiz camdan değil ama ben o an kalbimin kırılma sesini duyduğuma yemin edebilirim. o anki şokla ofiste en yakın bulduğum insanı aramıştım. daha benim konuşmama fırsat vermeden gülerek "hadi gözünüz aydın, cuma günü tatil oldu. ameliyat stresini atar, rahat rahat gezersiniz artık" demişti. sahi, bizim ay sonunda tatil planımız vardı, değil mi? en azından 5 dakika öncesine kadar öyle olduğunu sanıyordum.

    "biz ayrıldık" diyebildim sadece. arkadaşım "nasıl yani, neden? tartıştınız mı?" diye sordu. en ufak bir tartışmamız olmamıştı oysa ki. "hissediyorum, ameliyat olmamı bekliyor demiştim değil mi sana" dedim arkadaşıma ağlayarak. ortada hiçbir sebep yoktu, içimden geçen saçma sapan bir histi sadece. ve hislerimde her zamanki gibi yine yanılmamıştım. "düzgün düzgün konuştunuz mu? onun yanında olduğunu söyledin mi? belki kafası karışıktır, birkaç gün sonra kafasını toplar arar belki. hemen üzülme bak, oluyor bazen böyle şeyler. sonra insan yanlış karar verdiğini anlayabiliyor" diye beni teselli etmeye çalıştı. acı olan şey bunun beni teselli etmek için söylenmiş bir cümle olduğunu bilmem. daha da acı olan şey karşınızdaki insanın bunu kafasında planlayıp sizin ameliyat olmanızı beklemesi bence. demek ki diyorsunuz, o zamana kadarki herşey göstermelikmiş.

    akşam eve gelince ona ait eşyaları görünce zaten gözlerim dolmaya başladı. ona göre bitmişti ama ben hala onun kokusunu duymak, ona sarılmak istiyordum. duygusal olarak da kötü bir dönemde olmam buna sebep oluyordu belki de. ağlaya ağlaya ona ait eşyaları, bana aldığı hediyeleri bir bir katlayıp koydum. herhangi bir sinirle değil, sırf onu özlediğim için yaptım bunları aslında. bir an önce bunları vermeliydim.

    ayrılıktan sonraki en zor gecenin ilk gece olduğunu söylerler fakat bence en kolay gecedir ilk gece. içinde hala saçma da olsa gelebileceğine dair bir ümit vardır mesela. veya yokluğunu tam olarak idrak edememişsindir henüz. sonraki günler ve geceler biraz daha kötü geçiyor çünkü. ameliyattan sonra bile doğru dürüst ağrısı olmayan ben, ayrıldıktan sonraki ilk gece üzüntüden dolayı ağrıdan duramamıştım. hem ağrım olduğu için ağlıyordum hem de duruma. neyse ki insan ağlamaktan bir süre sonra yorulup uyuyakalıyormuş. ilk kez bunu da deneyimledim sanırım.

    ayrıldıktan sonra bana göre mutlu olunan tek an ilk sabah uyandığında gözünü açmadan önceki birkaç saniye. çünkü durum henüz taze olduğu için olan biteni unutmuşsundur. insan güne ilk başladığında aklına kim veya ne gelir bilemiyorum ama benim hayatımda sevdiğim biri varsa o insan gelir ve bu bile beni mutlu eder. gerçeği gözünü açtığın an idrak ediyorsun. uyandığımda sanırım sabah saat 5'e geliyordu. üzüntüden sabah o kadar ağrım vardı ki bir süre yürüyemedim. hani "içecek suya muhtaç olmak" diye bir laf var ya, mutfağa kadar bile yürüyemedim bir süre. karşımdaki insan beni bu halde bırakıp gitmişti. üzüldüğüm şey ayrılmak değil, böyle bir durumda bırakıp gitmesi. bu tıpki hamile kalan sevgilisini veya askerdeki sevgilisini terk edip gitmek gibi bir şey bana göre. karşındakini duygusal olarak sana ihtiyacı olduğu bir dönem bırakıp gitmek bir nevi. eşyaları bırakmak için günün aydınlanmasını beklemek kadar kötüsü yoktu çünkü o gün aslında kahvaltıya gitmeyi planlıyorduk. evinin yakınında tanımadığım bir yere bıraktım eşyalarını. bir arkadaşına mesaj atıp eşyaları almasını rica ettim.

    dönüşte zamanında akşam yürüyüş yaptıktan sonra kahve içtiğimiz cafeye oturdum. saat çok erken olduğu için henüz yeni açmışlardı. içeride 65 yaşlarında biri vardı. baktım kahvesini içiyor, "acelem yok, dışarıda oturacağım. müsait olduğunuzda bana da kahve yapar mısınız?" dedim. acele edeceğim bir şey yoktu, bütün gün benimdi artık. adam kahveyi getirirken dökmüş biraz, sorun etmem böyle şeyleri. tam kahvemi bitirmişken, baktım yeni bir kahveyle geliyor. gülümseyip "içimden geldi" dedi. o kadar üzgündüm ki yine başladım ağlamaya. benimle biraz konuştuktan sonra "üzül, ağla ama bunu sakın karşındaki insana belli etme. hep güçlü görün" demişti. bu zamana kadar dedemin cenazesinde bile ağlamamış ben, güçlü görünmeyi bırak güçlü olduğunu düşünen ben, her şeyini kendi halleden ben artık yorulmuştum sanırım.

    akşam iş ingilizcesi için yabancı bir eğitmenle dersim vardı. resmen mesai gibi sabah ayrı, akşam eve gelince ayrı ağlıyordum. o gün ders yapmak istemedim. böyle zamanlarda insan konuşmak istiyor sanırım. derdimi bir de ağlaya ağlaya ingilizce olarak anlattım. çalıştığım eğitmeni yurtdışındaki bir arkadaşına önermiştim, anlatırken konusu geçince ders almaya başladığını söyledi. hayat ne garip, iki günde neler değişiyor.

    şöyle bir dönüp bir süre önceki hayatıma bakıyorum. kendi halinde takılıyormuşum resmen. sağlığı bile çok da kafama takmadan ilerliyormuşum. boşluktan faydalanıp bol bol dizi, film izleyip kitap okuyordum. tek derdim de terfi beklemek falandı sanırım. onu da arkadaşlarıma şu tarz görseller atarak dalgaya alıyordum sözde.

    sonra hayatına biri giriyor. hem de ısrar ederek. bakıyorsun "efendi, düzgün birine benziyor" diyorsun içinden. uzun uzun sohbet ediyorsunuz, çok da keyif alıyorsun o sohbetlerden. tekrar tekrar görüşmek istiyor seninle. elini falan tutmak istiyor bir ara. içinden diyorsun ki "bundan zarar gelmez." öyle hissediyorsun işte o zamanlar. yakın arkadaşlarıyla tanıştırıyor seni. birlikte yemek yiyiyor, kahvaltı ediyor, film izliyor, her çift gibi keyifli vakit geçirdiğinizi düşünüyorsun işte. en sonunda herşey bittiğinde soruyorsunuz, "madem böyle düşünüyordun, neden beni insanlarla tanıştırdın, elimi tuttun" diye. karşınızdaki insan net bir cevap bile veremiyor.

    hayatıma giren her insana karşı dürüst olmuş, duygularımı açmış, içimden geldiği gibi davranmıştım ama kimseye bu kadar açılmamıştım sanırım. her şeyimi ama her şeyimi anlatmıştım. kartları açık oynamıştım güya. öyle taktik yapmak zaten bana göre şeyler değildi baştan beri. o da benimle anılarını, geçmişini paylaştı. bir gün kimi zaman yakınlıktan bunaldığını söylemişti. insan yeni tanıştığında sık sık görüşmek istese de, ben de sürekli mesaj atan, görüşmek isteyen biri değildim. sıkmamak için o görüşelim demeden çok da fazla görüşelim demedim. istedim ki rahat hissetsin kendini. ama öyle olmuyormuş işte.

    hayatıma o kadar beklemediğim ve hazırlıksız olduğum bir anda girdi ki kaçıngan bağlanma stiline sahip olduğunu fark ettiğimde çoktan onu sevmeye başlamıştım. başka zaman olsa böyle birine "öyle mi? güle güle o halde" der geçerdim ve gardımı indirmediğim için hiç de üzülmezdim ve önüme bakardım. uzmanlar bu stile sahip insanların güvenli bağlanan partnerlerle birlikte "eğer isterse" bunu zamanla düzeltebileceğini söylerler genelde. anlayışla karşılamaya çalıştım, bunu beraber aşabileceğimizi söyledim ama karşımdaki insan sabit bir fikri körü körüne savunduğu ve kulaklarını kapattığı için denemek bile istemiyordu. istemeyen bir insana hiçbir şey yaptıramazsınız.

    bir erkeğin gerçekten sevdiğini gösteren detaylar başlığına da yazmıştım zamanında. gözler var ya gözler, oradan anlıyorsunuz işte. o zamanlar da şakayla karışık "sen hep arzular şekilde bakıyorsun ama biraz da sevgi dolu bak" tarzında şeyler söyleyip gülerdim. erkeğin kalbine giden yol ne seks ne yemek ne de muhabbet. ilk olarak sana verecek bir kalbi, sevgisi yoksa bunların hiçbiri işe yaramaz. diğerleri tek başına yeterli olsaydı ayrılmış olmazdık sanırım. son konuşmada bile "hani beraber düzeltecektik" diyorsun. "olmuyor işte, yapamıyorum" diyor karşındaki insan. doğrusu yapamamak değil, yapmak istemiyor. istese, içinde en ufak bir sevgi olsa en azından denerdi.

    westworld'te bir sahnede tom "sana söyledim bernard, bize güvenme. bizler sadece insanız. eninde sonunda hayal kırıklığına uğratırız. hoşçakal dostum" diyor. gözümün önüne hep bu sahne geliyor.

  • ekşi itiraf

    mahallede hergün geçtiğim bir sokaktaki apartmanın giriş katındaki evin penceresinde çok güzel çiçekler vardı.* o pencerenin önünden geçerken hayran hayran bakardım rengarenk çiçeklere. şimdi ben de biraz arsız biriyim. birgün zili çaldım, sahibinden ekmek için birkaç dal isteyeceğim. başka bir komşusu birkaç gün önce yazlığa gittiklerini ama döndüklerinde isteyebileceğimi söyledi. pencerenin önümden her geçişimde bakıyorum yoklar, bakıyorum yoklar. çiçekler de sulanmadığı için yaprakları düştü ve git gide kurumaya başladı. hani artık öldü ölecek. kıyamıyorum da.

    dün sabah fırına giderken dayanamadım çantama birkaç şişe şu doldurdum. pencerenin önünden geçerken parmak uçlarımla ulaşabildiğim kadarına ulaşıp saksıları suladım. tam sulamayı bitirmiştim ki o apartmandaki başka bir komşuyla göz göze geldik. bence kadın yukarıdan "bu deli ne yapıyor?" diye bakıyordu. göz göze gelince gülümseyip "merhaba" dedim. kadın da "ne yapıyorsunuz diye bakıyordum ben de" dedi. o an acayip utandım, yüzüm kıpkırmızı oldu resmen. hızlı hızlı fırına doğru yürüdüm. ben neden böyle şeyler yapıyorum, cidden bilmiyorum. sana ne yani, sana ne!

  • aşk için gidilen en uzun mesafe

    ben şu kadar gittim diye övünmeye gerek yok belki de. "en uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir birbirini anlamayan..." diye bir söz vardır ya, tam da öyle. yoksa burnunun dibindeki adamla görüşemeyen bir sürü kadın gördüm ben. adam bir şekilde bir bahane bulup görüşmüyor işte.

    bu güne kadar uzak mesafe ilişkisine laf söyleyen, sorulduğunda "ben hiç böyle bir ilişki içinde bulunmadım" diyen biriydim ben. birkaç hafta önce konuşurken konu açılınca sonrasında oturdum düşündüm. fark ettim ki yıllar önce aşık olduğum adamla bildiğin uzak mesafe ilişkisi yaşamışım len ben! şimdi diyeceksiniz ki "yuh yeni mi farkettin", evet yeni farkettim.

    bambaşka bir ülkede tanışmış, bambaşka kültürlerde büyümüş bambaşka iki insandık. sonrasında da yaşadığımız şehirler arasında 5 saat varmış. o işi gereği sürekli seyahat eden, ben de o dönem sürekli gezen biriydim. o iş seyahatinden dönerdi, ben geziden ama dönüşümüz hep aynı yere olurdu. bildiğin tren istasyonunda, havaalanında buluşup eve birlikte dönerdik.

    şimdi ben bunu neden uzak mesafe ilişkisi olarak görmemişim onca sene, değil mi? görmemişim çünkü aramış, sormuş, duygusal bir bağ kurabilmeyi başarmış da ondan. özlediğim zaman bu adamın yanımda olabileceğini bilmişim. zaten özlemeye fırsat kalmadan görüşmüş, birbirimize zaman ayırmayı bilmişiz. geçmişe dönüp bu ilişkinin ne hissettirdiğine baktığımda hani böyle kuş tüyü yorgana sarılı, çoook rahat bir yatakta yatarsın ya, aynen bu duyguyu hissediyorum. huzur, güven, rahatlık, sıcaklık, samimiyet...

    yani biri size değer veriyor ve vakit ayırmak istiyorsa emin olun ayırabiliyor. bunun uzaklık veya yakınlıkla hiçbir ilgisi yok. bu anlamda en üzüldüğüm insanlar da yan yana olup karşısındakiyle görüşemeyenler. hani uzakta olsa insan bir süreliğine kendi kendini avutacak, bahanesi olacak belki ama o da yok. görüşmüyorsa, bahaneler buluyorsa görüşmek istemediklerinden, özlemediklerinden bana kalırsa. bundan dolayı en uzak mesafe bu insalar arası mesafedir. eğer bu anlamda karşınızdakine karşı içinizde en ufak bir acaba varsa genel olarak doğru çıkar. içinizdeki sese kulak verin.

  • bir erkeği mutlu edecek 3 şey

    daha önce yazmıştım* ama yine yazalım: yemek, seks, huzur.
    adamlar az uyusa da oluyor ama dırdır sevmiyorlar.

  • ekşi itiraf

    haftaiçi öğlen iş yerinde arkadaşlarla yemek yiyiyorum. arkadaşın biri 1 yıllık evli olan avukat bir arkadaşından bahsetti. kadın adamdan boşanacakmış ama adamın babası yakın zamanda bunlara ev almayı planlıyormuş. kadın da boşanmak için evin kendilerine geçmesini bekliyormuş ve anlatan bunu sanki çok komik bir şeymiş gibi anlatıyor. ciddi bir şekilde "arkadaşın neden boşanıyor ki" diye sordum. böyle komiklikler şakalar gırla o an ama ben hala işin ciddiyetindeyim. "sorun cinsellik mi?" diye sordum sonra. 7 yıl sevgili olmuşlar, sonra da evlenmişler ve o zamana kadar hiç birlikte olmamışlar. anladığım kadarıyla adamda problem var. 7 yıl sevgili olup da hiçbir şey yaşamadıklarına inanasım gelmedi. eğer ki doğruysa tek taraf değil iki taraf da sorunlu bana kalırsa. yani aklım almıyor.

    "madem sorun çözülmüyor, arkadaşın konuşsun ve güzellikle ayrılsın. böyle bir şey yapmak bence çok adice" dedim. çünkü "arkadaşının yaptığı orospuluk" diyemedim. içimde kaldı. bir de arkadaşını savunuyor. neymiş kadının 7 senesini, gençliğini yemiş adam. gülerek "kadın zaten avukat, her şeyini alır adamın" diyor bana. yemekte olan kimse de arkadaşının yaptığı yanlış demedi. "erkekler evlenmek istememekle haklılar" dedim artık. ben böyle bir şey yapacak olsam annem yolar beni herhalde ve babamla ikisi adamı ararlar diye düşünüyorum. yakın arkadaşlarım ise yaptığın yanlış, yapma derler. birini tanımak istiyorsan arkadaş çevresine bakacaksın, bu olaydan anladığım budur.

  • veda ederken 2018'e bir not bırakmak

    sene başında yapmam gerekenleri ve isteklerimi yazıp cüzdanıma koymuştum. canım sıkıldığında çıkarır çıkarır okurdum. okurken de hayaller paris gerçekler bilmem ne derdim. aslında hayatımın en kötü senesi olmaya aday bir seneydi 2018. bir dönem işsiz kaldım mesela. sevdiklerime birşey olmadı ama çok fazla insan kaybettik. sevdiğim insanların bu kadar üzüldüğünü görmemiştim bu yıla kadar. hatta bir ara tekrardan aşık oluyorum herhalde bile dedim. işin özü her anlamda çok öğretici bir sene oldu.

    sonradan sene başında aldığım notlardan biri dışında hepsinin tam da istediğim şekilde gerçekleştiğini fark ettim. işsiz kaldım ama senelerdir tamamlamak istediğim her şeyi tamamladığım bir sene oldu. tıpkı kağıda not aldığım gibi bir iş buldum mesela. hem çevremdekilerin değerini ve kıymetini anladım, hem de yalnız olmadığımı gördüm. güzel insanlar da tanıdım. her şeye rağmen hayatımdan memnun ve mutluyum. teşekkürler 2018. notta eksik kalanı 2019'dan istiyorum. *

  • en son gerçekten mutlu hissedilen an

    doğum günümde kök hücre bağışı için verdiğim kanın başka bir hastayla 10/10 uyumlu olduğunun haberini aldığım gün. eve gidince mutluluktan ağlamıştım. umarım en kısa sürede nakil gerçekleşir ve en azından bir kişi sağlığına kavuşur.

  • zeki kadının zeki olduğunun en önemli göstergesi

    saf ayağına yatabilmesi. hayır, sinsilikten bahsetmiyorum. siz herhangi birşey söylediğinizde bunun yalan olduğunu bilse yada inanmamış olsa da o kadın sizin söylediklerinizin doğru olabileceğini de düşünüp, inanmış gibi davranır. siz de o kadının herhangi birşeyden haberi olmadığını yada sizin söylediklerinize inandığını sanırsınız ama o kadın aslında sizin doğru söylemiş olabilme ihtimalinizi düşünerek hareket eder. çünkü o kadın size inanmak ister beyler. hayır, saf değil; sadece size inanmak istedi, hepsi bu.

    trip atmaması. kadın yada erkek olarak zeki insan işi değildir şu trip atmak. hem aptalca hem de çok toyca. trip atmakla herhangi bir sorunun çözüldüğünü düşünmez. trip atmak yerine o sorun oluştuğu anda karşısındakiyle sorun ne ise karşılıklı oturup konuşmayı tercih eder.

    sıkboğaz etmemesi, özellikle de erkekleri. bu özellik de yine biraz erkek mantığıyla düşünebilmesini ve empati yeteneğinin olmasını gerektiriyor. öf valla rahat bırakın biraz şu adamları. maç mı yapacak, oyun mu oynayacak, arkadaşlarıyla içecek mi ne yapacaksa gitsin yapsın. siz de kendinize zaman ayırın işte.

    sabırlı olması, çabuk sinirlenmemesi, soğukkanlı olması. özellikle de herhangi bir olay karşısında haklıysa karşısındakinin eline koz vermemesi. bir arkadaşımla konuşuyoruz. kadının anlattığından anladığım; adam kadından ayrılmak istiyor ama bekliyor ki kadın arıza çıkartsın. adam da "of ben gelemem böyle şeylere" deyip üste çıkıp bunu bıraksın. dedim bekle, sabret ki herhangi bir sebep bulamasın; bulamasın ki asıl düşüncesini söyleyip ayrılsın senden. adam en son birşey bulamayıp kadından ayrıldı yine. tipik sorun sende değil bende muhabbeti. neyse ki en azından kadını suçlayacak herhangi birşey bulamadı.

    ortamdaki her olayı bilip duyup bunu aynı ortamda paylaşmaması. anlatılması gerekenleri sadece anlatılması gereken kişilerle paylaşabilmesi.

    ön yargılı olmaması. gerçi bu biraz görüp geçirmekle alakalı ya neyse.

    saçma sapan sebeplerle kavga yada sorun çıkartmaması. bu demek değildir ki herşeyi alttan alması gerekiyor. çok fazla alttan alıp tolerans gösterildiğinde o kişi kendi yaptığı davranışların normal bir davranış olduğunu zanneder çünkü.

    dipnot: her zeki kadın, bir kadının ilişkiye başladığında salaklaşacağını bilir. bundan dolayı da zeki bir kadın genel olarak diğer kadına akıl vermekle uğraşmaz. dinlemeyeceğini bilir çünkü. yaşa ve gör der sadece. denildi, oradan biliyoruz. *

  • şu anda çalan şarkı

  • türk erkeğiyle evlenmemek için en büyük neden

    türk kızıyla evlenmemek için en büyük neden başlığında yazanları okurken geldim ta buralara. şimdi oradan yola çıkarak düşünüyorum ben de. türk erkeği ve türk kadını farklı dünyaların insanı mıdır öncelikle? o başlıkta sıralananların bir çoğunu türk erkekleri de taşıyor maalesef. evlenilecek kadınlar da var erkekler de var. bulmak istedikten sonra evlenmemek için de çoook neden var:

    - ikiyüzlü olmaları. siz mesela türk erkeği olarak bir kadınla tanıştığınızda hangi özelliklerinizi ön plana çıkardığınıza hiç dikkat ettiniz mi? ben kadın olarak biriyle tanıştığımda genelde "hangi üniversiteden" mezun olduğunu değil, hangi bölümden mezun olduğunu; "hangi şirkette" çalıştığını değil, hangi "sektörde" olduğunu sorarım. bunlar bir insanı tanımak için, muhabbet kurabilmek için yeterlidir. türk erkekleri olarak bir kadınla tanışırken "statünüzü" ön plana çıkarıyorsanız ve karşınızdaki kadını bunlarla etkilemeye çalışıyorsanız ve kadınlar da evlenirken buna bakıyorsa sonra gelip kadınlar şuna buna bakıyor dememelisiniz.

    -türk erkeğinde biraz da patron mantığı var. adam direkt olarak sonuca odaklanıyor. giriş, gelişme bölümü yok adamlarda. bir nevi yedek oyuncu gibi. maçın ortasında oyuna girme, yorulmadan gol atma ve maçı bitirme peşinde. sonra da önümüzdeki maçlara bakalım modunda takılıyor adam. sevişebildi mi yada sevişebilecek mi.. bütün mevzusu bu genel olarak. o aşamaya kadar yapmadığı şey yok, o aşamadan sonraysa dünya birden tersine dönüyor.

    -kadını anlama, dinleme, değer verme becerilerinden yoksun olmaları. hayatın her alanında bu böyle ama. sosyal hayatta da yatakta da böylesiniz. hani kadınlar ne ister ne ister diyorsunuz ya, susup kadını dinlemeyi başarsanız emin olun cevabını bulacaksınız.

    -türk kızı ve cinsellikle bağlantılı entrylerde türk kızını yerden yere vurup bunun kendileriyle herhangi bir bağlantısı olmadığını düşünmeleri. uzun uzun girmeyeceğim, yine en büyük neden üstteki satırdaki gibi sizin kadını dinlememeniz ve bencil olmanızla alakalı. bunun harici sizinle ilgili fiziksel ve duygusal problemleri söylemiyorum bile.

    -kadına güven verebilmekten yoksun olmanız.

    -kadınları her konuda eleştirmeniz. sürekli olarak kafanızdaki kadınla karşınızdaki kadını karşılaştırmanız.

    **türk kızıyla ilgili başlığa bakınca ortak bulduğum noktalar:

    -sadece erkekle evlenmezsiniz. anasıyla, babasıyla, kardeşleriyle, halası, dayısı, yengesi, kuzenleri... gibi tüm aile fertleriyle evlenirsiniz.

    -kına gecesi, düğün, gelinlik üçlemesine laf eden zihniyetin anasına baksan sanki ecnebi. varsan baksan aynı erkeğin anası benim düğün gecesi giyeceğim geceliğin rengine kadar belirlemek ister. neymiş illa o gün beyaz giyilirmiş. len ben belki siyah giyeceğim, sana ne?

    -çevresinde ki insanların dolduruşuna gelirler.*

    -özür dilemeyi bırakın, hatalarını bile kabul etmezler. sürekli bağırıp çağırarak üste çıkmaya çalışırlar. kadını dinlemeye çalışmazlar. kendi istedikleri neyse onu empoze etmeye bayılırlar.

    -eş olmaktan ziyade siz o evin hizmetçisi, kuluçka makinesi durumuna düşersiniz.

    - dizilerde izledikleri hayatı yaşamak isterler. sanırlar ki bütün kadınlar o dizilerde gördükleri gibi, her zaman hazır ve nazır onları beklemektedirler.

    - anası ve teyzesi kafa kafaya verip her konuya burnunu sokar, adama sürekli gaz verirler. işten yorgun argın gelirsiniz ayaklarınızı uzatıp 2 bira içme gibi bir planınız vardır, uygulamaya geçemezsiniz. çünkü işten geldikten sonra öncelikli göreviniz yemeği hazırlamaktır. çünkü aynı kişinin annesi kendi oğlunu paşa çocuğu gibi yetiştirdiği için herhangi bir yemek yapmayı bilmez. kendi evinizde kendinizi hizmetçi gibi hissedersiniz.

    - evin temizlenmesi ve yemeklerin yapılması için yardımcı kadın çağrılacaktır. sözlükçülerin maaşları başlığına baksan hepsi ayda en az 10k kazanan insanlardır ama evin temizlenmesi için birinin çağırılmasına da kulp bulurlar. çünküüü siz hem ayaklarınızın üstünde durup para kazanmalı ve erkeğe muhtaç olmamalısınız, hem çocukla ilgilenmelisiniz, hem ev temizliğini yapmalısınız, hem de sürekli bakımlı olmalısınız. ha, kafa dinlemek için ayırdığınız kahve molası sözlükçülerin diline düşer. böyle kadın varsa bana da yollayın beyler. maaşlı köle gibi bişiy bu.

    - haftasonu akşam, ayda yılda bir arkadaşlarınızla buluşma planları yapsanız. kıskançlık krizine girip gittiğinize gideceğinize sizi pişman ederler. artık siz evlisinizdir ve sizin "özel" hayatınız yoktur.

    bulmak istedikten sonra örnekler çoğaltılabilir. sadece bunun dışında da insanlar olduğunu bilmeniz yeterli.

  • başkanlık referandumunda evet çıkacağı gerçeği

    gerçek olur mu olmaz mı bilemiyorum. ne çıkarsa çıksın bir şey değişeceğini de düşünmüyorum. mayıs ayında binali yıldırım'ın fiili durumu yasal hale getireceğiz diye bir açıklaması vardı. yani adam diyor ki, zaten biz bunu uyguluyoruz, sadece hukuki zemine oturtacağız. referandum sonucundan ziyade türk toplumunda olmayan toplumsal hafıza nasıl kazanılır diye kafa yormak lazım belki de. bu adamların hangi psikologlarla, hangi sosyologlarla çalıştıklarını ciddi ciddi sorguluyorum. ülkenin şu an içinde bulunduğu durumu sadece bir partiyle açıklayamıyorum çünkü.

    idris küçükömer'in bir kitabı var: halk demokrasi istiyor mu diye. soruyorum şimdi: halk demokrasi istiyor mu? bu toplum eşitlik, özgürlük, demokrasi gibi kavramları kendi isteğiyle elde etmemiştir, tamamen tepeden inme bir devrim olmuştur. bu anlamda atatürk gibi bir deha bu ülke halkına çok çok fazladır.

    görüşmeleri izliyorum. düşünme, sorgulama yeteneğim olmasa "adamlar doğru konuşuyor, haklı" derim. bu anlamda kendilerini takdir etmeden geçemeyeceğim. bunları izleyince the strain dizisi aklıma geliyor. adamlar resmen bir thomas eichhorst, itaatkar hizmetkarlar yemin ederim. umarım bu ülkede abraham setrakian'lar da vardır.

    “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diye bir atasözü var ya, bunu boşuna söylememişler. benim milletim böyle bir millet çünkü. kendine dokunan bir şey yoksa, umursamaz. şu an olduğu gibi. bu millet kendine ciddi anlamda bir zarar gelmedikçe bir şey yapmaz. tarihe bakalım mesela. kahramanmaraş halkı işgalcilere ne zaman başkaldırmış? sanma ki maraş’a ilk düşman askeri geldiğinde. ne zamanki işgalciler bunların topraklarını paylaşmaya, ekinlerinden hak iddia etmeye başlamışlar o zaman ayaklanmışlar. sonra adı olmuş “kahraman”maraş. bak menemen'de düşman askerleriyle film izleyen halk. senin günlerdir dil döktüğün, bilgilensin diye periscope'ta canlı yayın yaptığın halk böyle bir halk ey chp.

    --- spoiler ---

    savaş barıştır
    özgürlük köleliktir
    cahillik güçtür

    "winston, birazdan bir günce tutmaya başlayacaktı. günce tutmak yasadışı değildi (aslında hiçbir şey yasadışı değildi, çünkü artık yasa diye bir şey yoktu)".

    "winston, savaş suçu işledikleri gerekçesiyle ölüm cezasına çarptırılan bazı avrasyalı mahkûmların o akşam park'ta asılacaklarını anımsadı. nerdeyse her ay düzenlenen bu gösteri çok tutuluyordu. çocuklar gitmek için yanıp tutuşurlardı. son zamanlarda nerdeyse tüm çocuklar korkunçlaşmıştı.

    en kötüsü de, casuslar gibi örgütler aracılığıyla sistemli bir biçimde, başına buyruk küçük vahşilere dönüştürülmüş olmalarına karşın, parti disiplinine en ufak bir baş kaldırma eğilimi göstermemeleriydi. tam tersine, partiye ve parti'yle bağıntılı her şeye tapıyorlardı. şarkılar, törenler, bayraklar, yürüyüşler, oyuncak tüfeklerle yapılan talimler, atılan sloganlar, büyük birader'e tapınmalar; onların gözünde bütün bunlar harika birer oyundu."
    --- spoiler ---

  • ilk buluşmada 200 lira hesap kitleyen kız

    eğer "kitlemek"ten kasıt erkeğin o hesabı ödemesiyse, istemeden de olsa bir kaç kez aralarında bulunmuşluğum var. üstelik ne memelerim büyük ne de öyle güzelim. yeri geldiğinde dışarı çıkmayalım evde yiyelim demesini de bilen biri oldum.

    kadınların hesap ödememek için yaptığı hareketler başlığını okuduktan sonra türk kızı olarak; tuvaletim gelmiş, tuvalete gidemiyorum. niye? hesap istenecek, şimdi kalkarsam "tam hesap gelirken tuvalete giden türk kızı" olurum diye. canım bir değil üç bira içmek istiyor, içemiyorum. neden? nasılsa erkek ödeyecek diye düşünüp "ilk buluşmada 200 lira hesap kitleyen türk kızı" olmayayım diye. çantama olabildiğince az şey koymaya çalışıyorum. neden? çantanın içinden cüzdanı daha hızlı bir şekilde bulabileyim diye.

    erkek hangi kadının o hesabı "kitlemeye" kalktığının gayet farkında aslında. benzerler birbirini çeker derler. karşınızdaki insanı siz seçtiniz, başkası değil.

    200 lira türkiye şartlarında iyi bir miktar. gidip de bu da para mı muhabbeti yapmak anlamsız. herhangi bir insanla buluştuğun yeri kendi ekonomik durumuna göre belirlersin. gidip lüks bir yere oturup sonra gelen hesabın lafını yapman da garip olur.

    bazen karşımdaki kadın ya da erkek fark etmez hesabın hepsini benim ödediğim de oluyor. yeri geliyor kendi kendime 100 lira hesap kitledigim de oluyor. birinde arkadaşım menüdeki fiyatları görünce ve hesabı da benim ödeyeceğimi bildiği için yavaşça eğilip "ya çok pahalı, kalksak mı" demişti. şimdi bu kız hesap mı kitlemiş oluyor? dedim ya herkes kimin nasıl olduğunu bilir zaten.

    annem hep "yarın bir gün karşındaki insana lafını yaptırma" diye sıkı sıkı tembihlediginden midir bilemiyorum ama hiç bir zaman karşımdakine hesap kitleyen biri olmadım. "ben kadına hesap ödetmem" deyip sonra bunun lafını yapabilecek kapasitedeki adamı da hayatımda barındırmadım. siz de erkek olarak böyle kadınları hayatınızda barındırıyorsanız karşınızdakini değil kendinizi sorgulayın.

  • ayrılık acısından kurtulma tavsiyeleri

    seneler önce bir arkadaşım "bir gün bu acıyı bile özleyeceksin" demişti. o zamanlar tam anlayamamıştım. aradan 2 sene geçmiş, yeni yeni anlıyorum ne demek istediğini.

    sevdiğim biri olsa da oturup arkasından ağlasam. o biçim. her ne durumda olursa olsun birine karşı bir şey hissetmek güzel. ayrılık acısını sonuna kadar yaşayın arkadaşlar. bu bile güzelmiş, şimdi anlıyorum. çok saçma geliyor, değil mi? ama değil. keyfini çıkartın.