ben taraf olmayi sevmem. taraflarin ikisini de sevmeyince de hep ben suclanirim.
bir bilgi verip kacacagim.
yurtdisinda bir suru kilisenin cesitli nedenlerle baska isler icin kullanildigini gordum. hostel yapilanda kaldim. muzik studyosu olanina gittim. club olaninda sok gecirdim ve dedim ki bizim eski bir camiyi bar yapsalar neler olurdu acaba dedim.
yurtdisinda ayasofyanin cami olmasinin cok da tepki cekecegini zannetmiyorum. mucahit kivaminda hristiyan yok. hacli seferlerinin sonuncusu biteli de baya oldu.
edit: neresi nereye donusmus ekleyelim bari de kanitli olsun. cepten atiyorum linkler anca boyle oldu idare edin
once hostel olan https://www.hostelworld.com/…-hostel/edinburgh/5002
studyo olan https://en.m.wikipedia.org/wiki/the_church_studios
club olan chesterfield’da idi. ıflas edip kapanmis heralde. adi ‘bar so’ idi. https://www.alamy.com/…urch-building-106955305.html
edit sizden gelen: web shitting spiderman’in dedigine gore kitapciya evrilen boekhandel dominicanen, maastricht
jzff10 profili
-
ayasofya
-
ekşi sözlük yazar maaşları 2018 zammı
londra'da zirve yapıyoruz ara ara.
yine toplaştık. hava da güzel. türkçe konuştuğumuzu duyan yan masalardan birisi: aaa dedi biz de türküz.
sohbet filan. bizim ekşisözlük yazarı olduğumuzu söyledik.
eleman şey dedi: ya biliyorum sık sık okuyorum. hanginiz yazdı bilmiyorum ama geçen şu yazıyı okumuştum. çok sevmiştim. onu yazan arkadaş burda mıdır? filan dedi. maaşlarımızı filan kibarca sordu. iyi kazanıyor musunuz filan dedi. ahiaehiuaeeia.
önce error verdik ama kibar dille izah ettim adama. maaşlar gecikiyor dedim. son kur artışından sonra iyice pula döndü para. -
ekşi itiraf
valla benim için bomba ama insanlık için belki kulağa ufak bir fiske etkisi yaratacak bir tanışma hikayem var.
yıllarca yurt dışına çıkmadığım için ilk yurt dışı deneyimimi 27 yaşımda (sene 2010, ay nisan) yaşayacağım için heyecanlıydım. pasaport kuyruğuna girip 6 aylık pasaport için basvurduğumda pasaport polisi, kıbrıs'a mı gitcen? oraya pasaport gerekmiyor diye beni başından savmak istedi. yok abi dedim. brezilya'ya, arjantin'e gidicem ben.
şaşırdı. hayatında ilk defa oralara gidecek birini görmüştü sonuçta. ben de dedim uzunca bir süre yurtdışına çıkmam herhalde zaten. param da kısıtlı. 6 aylık pasaport yeterli diye düşündüm.
hayatımda ilk defa yurt dışına çıkacağım için de, dedim uzak bir yer olsun. herkesin gittiği bir yer olmasın.
hayatım o kararla beraber komple yörüngesiyle değişti.
havalı havalı rio de janeiro'da, sao paolo'da checkin yaparken, bir arkadasım facebooktan dedi ki, çok ilginç ama bir başka arkadaşımla aynı yerlerde checkin yapıyorsunuz. tanışmak ister misin? dedim tabi ki.
sinan'la tanıştım brezilya'da. beraber arjantin'e geçtik. buenos aires'te boca mahallesine gittik. lan dedik bir daha arjantin'e gelir miyiz belli değil. en pahalı tango gösterisine bilet aldık filan. o sırada boca mahallesinde tango yapan çiftler var. para verirsen işte kadın ya da erkek seninle fotoğraf çektiriyor. sana bir ceket giydiriyorlar. şapka filan hemen moda sokuyorlar. hemen yanlarında maradona'ya benzeyen bir eleman var. onunla da fotoğraf çektirebiliyorsun.
sinan ordan kızın biriyle resim çekildi. bana da ısrar etti. ben reddettim. bu ne lan dedim. kadın vücudunu satıyor resmen. niyeyse öyle bir salaklık ettim. kadınla resim çekilmedim. ödemem gereken para 2 tl bile değildi halbuki.
şişe dibi gibi kalın gözlükleri olan bir sokak karikatüristine gittim. önüne oturdum. dedim ben sanatın ve sanatçının yanında yer alacağım. çiz abi beni. 10 dakika filan oturdum orda. umutla kağıdın bana dönüşünü ve harika karikatürümü bekledim. ama hüsranla sonuçlandı. sonra çok tatlı bir tangocu kız geldi ve bana tekrar fotoğraf çekilmek isteyip istemediğimi sordu. sinan da beni ikna etti. lan dedi çekil işte nolcak ki?
kız bana sordu. beni taşıyabilir misin? evet dedim. hemen bir hareketler yaptı ve hop dizime oturdu. çok güzel bir şekil aldık. sinan çekti şipşak fotoları. hatta öyle şey oldu ki, normalde bir poz çekmek için anlaşmıştık. önce ikimiz de kameraya bakıp poz vermiştik. sonra göz göze geldik, kız dedi ki, dur bırakma beni. bir de biz birbirimize bakarken çek.
mayıs ayında türkiye'ye denizli'ye döndüm. davul çalıyorum ben amatör müzisyenim. biri aklıma girdi abi dedi perküsyon al, deli iş oluyor. para kazanırsın. gözüm parada değil aslında ama birden cazip geldi. temmuz ayında bir işe gittik. sünnet yemeğinde gitar ve perküsyon çaldık. güzel de para aldık ha. ama gitarist o hafta nişanlısından ayrılmış. morali çok bozuk.
hazır para da kazanmışız dedim gel seni gece klubüne götüreyim. ben hiç denizli'de gece klübüne gitmedim o zamana kadar. zaten gidilen yer de pek tekin değil. her hafta birisi vuruluyor. ama yine de gittik. bende beyaz bir fötr şapka var. girdik mekana. eğleniyoruz filan. birisi şapkamı almaya çalışıyor arkamdan. dedim lan aldık başımıza belayı. kesin bir olay çıkacak derken bir döndüm arkamı. çocukluktan beri can ciğer arkadaşım levent. levent'te hayatında ilk defa gelmiş mekana. kızın biriyle tanışmış. kız da oraya gidelim demiş. bu da işte kızın bokuna girmiş mekana. beni görünce şok oldu. ben onu görünce şok oldum çünkü bize hitap eden bir mekan değil.
levent'in beraber geldiği kızın bir arkadaşı var. adı züleyha. züleyha boşta. ben de züleyha'ya yavşama planı yaptım hemen, ama bahçeye çıkınca gördüm ki, züleyha pek de güzel değil. sonra mekanda kavga çıktı. levent, kız, züleyha filan kaldılar orda. biz ayrıldık aşk acısı çeken gitarist arkadaşla. zaten ben onu avutmaya çıkmıştım ya biraz da. neyse ertesi gün levent'e dedim ki, şu züleyha'nın facebook filan yok mu? ben bir de gündüz gözüyle resimlerine filan bakayım belki olur molur derken, levent benim hayatımı baştan sona değiştirecek bir şey yaptı.
züleyha'nın profili ararken, levent başka bir züleyha bulmuş tesadüf.
aman yarabbi. afet-ül dehşet.
lan dedi, sen onu boşver. şuna bak. fake ama çok güzel hatun dedi.
ben baktım. hakkaten hatun süper güzel. ve gerçek olamaz yani.
hatun o kadar güzel ki, baktıkça içim açılıyor.
o günden sonra ben yeni züleyha'nın profile açıp açıp baktım. ne zaman canım sıkılsa, girdim kızı inceledim. o zamanlar tabi facebook bu kadar güvenlikli değil. bir çok resim açık. kolayca stalk yapılıyor.
fakat ben kızın gerçek ve denizli'de olduguna inanmadığımdan, hayır hoş gerçek olsa da bana bakmayacağından, sallamıyorum bile. sadece kızın resimlere bakıyorum.
bir ay ne zaman canım sıkılsa, kızın resimlere baktım boş boş. acayip rahatlatıcı geliyordu. bir ay sonunda ekledim kızı facebooktan. meraktan. o sırada o arjantin'de tangocu kızla çekildiğim fotoğraf vardı profilimde. züleyha da beni tango hocası sanmış. ekleme isteğimi bu yüzden kabul etti. düşünmüş ki, tango hocasına 3-5 soru sorarım. laflarız. sonra kafam almazsa silerim
işte o foto
ben yine züleyhayı gerçek sanmıyorum. sallamıyorum. bir süre hiç yazmadım. sonra bir gün niyeyse yazdım. konuşmaya başladık. ara ara sohbet ettik. 2 hafta da öyle geçti. kıza hiç yürümüyorum ama. normalde kıza da herkes yürüdüğünden ben farklı geliyorum.
dedim bir gün gel seni kahve falcısına götürcem. ama hala kızın gerçek olabileceği ihtimali üzerine düşünmüyorum. 4 gün sonra buluşmaya sözleştik. 4 gün ben yine aramadım. kız mesaj attı, bu aksam buluşuyor muyuz diye.
normalde alışık değil böyle şeye sanırım. çünkü onu aramayan olmaz. ben gerçek değil diye aramıyorum.
dedim buluşuyoruz akşam.
ben gittim mekana. yalnız ben beni keklemeye gelmiş bir erkek filan bekliyorum. diyorum uzaktan izliyorlar mıdır? mekanı ben seçtim. gazeteciler cemiyeti. oturdum. bi kola söyledim. açık yeşil bir tişörtüm var hiç unutmuyorum. önce burda buluşucaz. sonra züleyha gerçekse o nişanlısından ayrılan gitarist arkadasın, ayrıldığı nişanlısıyla buluşcaz. barıştılar çünkü ve kız iyi fal bakıyor. neyse.
5 dakka sonra kapıdan bir şey girdi. oha. o lan. gerçekmiş. yanıma geldi. hatta bu yaşlıların sıklıkla ziyaret ettiği bir doktorun yanında çalıştığı için orada alışmış bağırarak konuşmaya. yaşlılar duymuyor ya. zorlanıyor. kız geldi. bana bağırıyor. merhaba ben züleyha diye. ulan mekanda herkes bize baktı. kabak gibi ilk buluşma olduğu belli oldu. ben zaten dumurdum. iyice dumur oldum.
hayatımdaki en güzel akşamlardan birini geçirdim. sohbet muhabbet. ama kıza yürümüyorum çünkü hiç şansım yok.
ertesi gün 100 mesaj filan atmışızdır birbirimize. süper kafamız uydu. bir daha buluştuk bir kaç gün içinde. sinemaya gittik.
kızın elini dahi tutmadım. çünkü bu kız bana bakmaz diyorum. 3. sefer de buluştuk sonra. harika anlaşıyoruz.
hayatım boyunca unutamayacağım lafı etti kız 3. buluşmada. deli gibi güzel. inanılmaz güzel. ben dudaklarına bakıyorum. benim çekingenliğim had safhada. kız artık baktı benden bir hareket geleceği yok. 'beni istiyorsan öpebilirsin' dedi.
beni istiyorsan öpebilirsin.
ulan o kadar şaşkınım ki, bana tuzak mı bu acaba diyorum. çünkü ben bu kızı öpme ihtimalini bile kendimde görmüyorum. öpersem tokat atar mı ki filan diyorum. hayatımın en güzel ilk öpücüğünü aldım orda. şu an arkada çalan müzikte ud var. tatlı tatlı çalıyor udi. o öpücük yeni bir hayatın başlangıcı idi.
3 yıllık bir ilişki başladı o gün.
bana çok şey öğretti. hayatım bambaşka oldu. hepsi büyük tesadüfler halkası.
biri eksik olsa olmayacak hikaye. sonra o kızın yanında hayatımın yönünü yine komple değiştirdim. neler neler yaşadık. brezilya'ya gitmesem, sinan'la tanışmasam, o tangocu kızla resim çekilmesem, perküsyona başlamasam, gitarist çocuk nişanlısından ayrılmasa, gece klubune gitmesek, leventler gelmese, ilk züleyha'nın adı başka bir şey olsa, benim züleyha'mın tango merakı olmasa, biz asla tanışamayacaktık. ve ben bambaşka yerlerde olacak şu an ki ben olamayacaktım. ki şu anki ben olmaktan çok memnunum.
ilişki için net özet: 2010 agustosta başladı. 2013 sonu bitti. -
savcı kadın yalnızlığı
eski bir akrabam (artık akrabam değil)(o nasıl oluyor bir düşünün)(boşandığım eşim tarafından akrabamdı. boşanınca haliyle eski akraba oldu hahahahaha) hakim savcılık sınavını kazandı. (boşandığım eşim deyince, cümle biraz düşük mü oldu ne? sanki bir de boşanmadığım eşim varmış gibi oldu.)
nasıl oluyor tam bilmiyorum da bunları bir kampa alıp 3-5 ay topluca eğitiyorlarmış. artık tüm türkiye'den gelen sınavı kazanan 100-150 kişi eğitim görüp görev yerlerine dağılıyorlarmış.
bizim kızcağız yeni mezun. sınavı ilk denemede kazanmış. sevgilisi yok. bunlara üst dönemlerden bir kaç kişi demişler ki, ilerde koca bulmanız çok zor. bu kampta bulmaya bakın. çünkü ilerde evlenmek isterseniz size uygun en iyi aday yine bir meslektaşınız. hem tayin mevzuları kolay olur, hem de sizi anlar.
aksi takdirde doktor bulursanız, farklı meslek grupları, tayin sıkıntıları oluyor. askerlikte de aynı. ayrıca doktoru askeri nerden bulacaksın? tanışabileceğin ortam sınırlı. o işler hızlı ilerlemiyor.
diyelim kamptan bulamadınız kimseyi, kadın başınıza esnaf sevseniz, esnaf işini gücünü bırakıp sizle artvin'in bir ilçesine tayininiz sonrası kalkıp gitmez. memur sevseniz, erkek adam sizden alt rütbeli gibi hissedecek kendini. kadının forsu fazla kaldıramayabilir. salakça ama erkek egosu sizi ilerde sıkıntıya sokabilir.
hadi hiç bulamadınız ve yozgat'a atandınız.
savcı veyahut hakimsiniz. kim size yaklaşıp aşkı ilan edebilir ki? avukat size çiçek yollasa, bir türlü, yollamasa nasıl açılacak. bilmiyorum ben yürüyemezdim hakime savcıya. herkes bir behzat ç değil.
savcı lan. savcı kelimesini burda okuyunca bile insanın götü atıyor korkudan. gidince de savcıya aşk sözcükleri fısıldıcan.
o yüzden zor koca buluyormuş bekar savcı ve hakim kadınlar.
dolayısıyla zor işler. yalnızlık içeren meslek. tamam güzel meslek ama ben yapamazdım. daha uzatırım da konuyu kavradınız umuyorum. hem uzatmayayım. hem de biraz da siz kendiniz üstüne düşünüp egzersiz yapın. kendiniz gyme gidip spor yapmıyorsunuz. götünüz olmuş paris. bari beyniniz egzersiz yapsın. köftoşlar sizi. hıh.
edit: şunu yazan duvar surungenidaha net özetlemiş demek istediğim şeyi.
ayrıca savcı kadın, kadın savcı muhabbeti çevirenler oluyor. güzel kardeşim, kardeşim güzel. bu ikisi arasında büyük büyük fark var. ama savcı kadın ve kadın savcı arasında anlam açısından devasa bir fark yok. türkçenin böyle güzellikleri var. kelimelerin yerlerini değiştirip daha başka bir hava yakalayabiliyorsun. türkçe öğretmenleri varsa ve bu çok yanlışsa hakikaten ben de öğrenmek isterim ama kadın savcı, savcıyı betimler. fakat burada savcı kadın, kadını betimliyor. erkek savcı, kadın savcı yalnızlığı arasından birini seçip kadın savcı yalnızlığını anlatmadım ben burada. kadınlar arasından savcı olanların yalnızlığını seçip anlattım. türkçe güzel dil arkadaşlar. herşey sizin eleştirdiğiniz gibi değil yani.
ayrıca yazanlardan da gördüm. değinemediğim şeye değinenler var. savcı birine yavşasa, o da yavşayamaz. adı çıkar. oooo latife savcı bana yavşadı filan diyen birini ben hiç duymadım. makam olarak ağırlığı var bu mesleğin. hepte var olacak. o yüzden zannediyorum ki savcı kadınlar bir adım atacakken normal insanlardan daha fazla kez düşünür adımını. aynısını savcıya karsı adım atacak erkekler de biraz daha fazla düşünür normalden. niye uzattıysam ben de :)
son olarak hikayenin sonunu merak edenler olmuş. lan bizim kızcağız sevgili bulsa evlense ne evlenmese ne? konuyu genişten alın az. bir kişi özelinde açılmış bir başlık değil bu. sen kafandan senaryo yaz işte. ben yazayım sana birini seç. a) evlendi mutlu mesut 1 cocuklu. b) hala bekar, hep bekar kalacak. -
3 mayıs 2017 monaco juventus maçı
bu akşam juventus'un kalesini koruyacak buffon, futbola başladığında 1950 doğumlularla oynuyormuş. şimdi 2000 doğumlu oyuncularla oynuyor. adam 5 ayrı jenerasyon görmüş. vay kapına köleyim
-
boşanmak
olabildiğince kısa anlatacağım. ama ana hatları kaçırmamaya çalışacağım. altın değerinde olduğunu düşündüğüm şeyler anlatacağım ve kendi düşüncelerimi ekleyeceğim.
ayrıca evlilik ile ilgili esasen 6 yıl önce yazdığım ama eksiye 9 ay once ilistirdigim şu yazıya da bir bkz vereyim 162 fav almış. okuyup güzeldi diyen çoktu bu yazıyı. (reklam değil bu. yazıyı ciddiye al diye ön uyarı)
sen ne bilirsin, ne anlarsın bu işlerden diyen olursa, iki kere evlendim, boşandım ben. yalnız ilişkiler konusunda akıl verdiğim bir arkadaşım, "sen bi bok bilsen iki kere boşanmazdın" demişti. o da farklı bir bakış açısı tabii ki. yalnız şunu bilmeniz de yarar var. ikisi de doğru evlilikti. ama şartlar başka gelişti. bu yazı da onun hikayesi zaten. yazıyı popüler olacak şekilde yazmayacağım. gerçekten birilerine ışık olsun istiyorum. özellikle bekarlar okusun. aynı hataları yapmazlar belki. bir musibet bin nasihatten yeğdir. yani eşittir :) ekstra özet isteyenler ise sona bakabilirler. orada özet nasihat bölümü yaptım. ama sebeplerini bilmeden o nasihatlerimi uygular mısınız bilemem. zira ben bir şeyin nasıl geliştiğini bilmez isem sonunu anlayamıyorum. kafam öyle çalışıyor. o yüzden sürekli uzun yazıyorum sanırım.
koltuklarınızı dik konuma getirin, yumuşak bir playlist açın başlıyoruz.
5 yıllık üniversite ilişkimiz vardı. 24 yaşımda idim. askerlik bitmiş, işin başına geçmiş, evi hazır bir erkektim.kız arkadaşımın ailesi başka bir anadolu şehrinde yaşıyor idi. istanbul'da çalışmaya başlamıştı. ben ise denizli'de idim. ya ayrılacaktık. ya evlenecektik.
kıza baktım, aile şartlarımıza uygun. biz zengin sosyete ailesi değiliz. yokluk ne biliyoruz. onlar da öyle. aile yapılarımız uygun. dünürler geçinebilir diye öngördüm. ki hiç sıkıntı yaşanmadı da. iki tarafta ılımlıydı hep. kız hem tatlı dilli. güler yüzlü. ayrılırsak, yerine yeni birini bulurum ama 5 yılda tanıdığım kız gibi olur mu? onun herşeyini biliyorum. üstelik ben tek eşliliğe inanan bir insanım. 5 yılımı onunla geçirmişim. eğer ayrılırsak o 5 yıl çöp olmuş olacak.
bakın ilk büyük hata geldi. ilişkimiz boyu 3 yıl çöpe gitmesin diye 4. yıla girdik. 5 yıl çöpe gitmesin diye de evlendik. o benim ilk uzun ilişkimdi. büyük bir hatası yoktu. niye ayrılayım? diye düşündüm. hem günün birinde toplum gelenekleri gereği mutlaka evleneceğim. o yüzden uzatmanın alemi yok dedik, 24 yaşımızda evlendik. itiraf etmek gerekirse, hatun uygulaması gereken taktiksel davranışları güzel sergilemişti. bir kadının ağına düşerseniz, sizi ikna etmesi zor olmaz. kadınlar zaten ne demek istediğimi anladı. ama anlamayan erkekler varsa, neden bir şey istediğinizde babanıza değil de annenize gidersiniz? çünkü anneniz, babanızı nasıl ikna edeceğini bilir. kadınlar bu konuda gayet uzman. erkekler de ikna olur. biz de ikna olmada ustayız.
erkendi. evlendik. ama neye göre kime göre erken. bence tam zamanıydı. lisedeki arkadaşlarım içinde ilk evlenen bir kızdı. ikinci ben evlendim. 3. den sanırım 30. ya kadar evlenen hep kızdır. erkekler arasında benim kadar erken evlenen yok. ama ben doğruyu yaptım. çünkü evlenmem yanlıştı. sen de bir karar ver doğru mu yanlış mı? 24 yaşımda evlenmem yanlıştı ama ben de yanlış bir insandım. eğer ki 24 ümde evlenmeseydim, o yanlış evliliği 30umda yapsaydım bu tecrubelerim olmayacak ve hayata yeniden baslayamayacaktım. 24te evlenip hata yaptığımı görüp, doğru adımı atabilmem için bu tecrübeyi yaşamam gerekliydi. bu da onun hikayesi.
ben düğüne karşı bir insanım ama benim haricimde herkes düğün istedi. katlandım. ama bunu öyle güzel gizledim ki, kendi düğünümü trolledim. masalara çıkıp göbek attım. ben düğünlerden nefret ederim. ama o gün o'nun en güzel günü olması için uğraştım. çünkü eşim olacaktı. en kıymetlim olacaktı.
kız tarafı beni çok sevmiş. ve düğün günü için hep iyi bahsetti bizim hatun. düğün cdsini 30 kere filan her gelen misafirle izledi. ben 1 kere zor izleyebildim. yalnız bana bir zararı oldu bunun. insanlar rol yaptığımı anlamadığı için, kendi akrabalarım bile 30 kere lafını etti. pek sevinçliydin yahu filan dediler. halbuki ben düğünün ertesi sabahının hayalini kuruyordum. dünya umrumda değildi. düğün bir an evel bitsin istiyordum.
ama kızı seviyordum. onun için yapmalıydım. yaptım da. anlamadı bile düğünde acı çektiğimi.
sonra 3 yıllık evlilik içinde hep destek oldum.
amcam ile yengemin aşkı dünyadaki en büyük aşk benim canlı şahidi olduğum. benim ismim ölen amcam ile aynı. onun anısını bende yaşatıyorlar. ben doğmadan önce trafik kazasında ölüyor. aptal bir kaza. kimseye bir şey olmuyor. amcam boynunu kırıyor. ayrılıyor dünyadan. yengemi, kuzenimle başbaşa bırakıyor. yengem de ona olan aşkından dolayı hiç evlenmiyor. kızına bakmak için çalışıyor çabalıyor. ama eğitimi yok haliyle. görece olarak düşük maaşlı işlerde çalışıyor. ben bunları kücükken gördüğüm ve o kadının azmine hayran kaldığım için eşimin çalışmasını hep destekleyeceğim diye yemin etmiştim. bana günün birinde bir şey olursa ayakları yere sağlam bassın istedim. ve şunu da ilerde hatırlayacağız. günün birinde beni gercekten sevmez ise çekip gidebilsin, benim parama muhtaç olduğu için yanımda kalmasın istedim.
iş kuralım dedi. hanıma bir danışmanlık franchise aldık. ikimiz de işletme okuduğumuz için anlıyoruz az buçuk. ofis kurma işleriyle uzun süre uğraştım. ofisi tam açtık. masaya kurulup ilk yaptığı şey kariyer nete girip ilan bakmak oldu. dedi ben bu işi yapamayacağım. dedim canın sağolsun. dügünde takılan ortak altınları kullanmıştık.onlar gitti. ilerde boşanırken kayınpeder lafını etti. geri istedi. erkek olsaydın da sen açaydın büroyu, ofisi filan dedi. önemsemedim dediklerini. çünkü bilmemesi gereken şeyler vardı. neyse.
denizli'nin en iyi ilk 5 şirketi içinde yer aldığını düşündüğüm bir şirkete insan kaynaklarına, benim arkadaşımın referansı ile soktuk. denizli'nin ihracatı bayağı iyidir. tüm dünyaya havlu bornoz satar. hani çalıştığı şirket global iş yapan bir firmaydı demeye getiriyorum. bizim hatun çok sevindi. hayalini öğrenciyken kurduğu büyük bir firmada işe başlamıştı. onun çok sevinmesi de benim icin yeterliydi. ben ise çok sevinme, belki bu iş ayrılmamıza vesile olur diye geçirdim içimden.
2 sene çalıştı o şirkette. yükseldi. şirket zaten baya zengin bir ailenin. herşey iyi işliyor. ama bizim hatun iş stresini eve getiriyordu. bunu öğrenemedi. anlatmaya çalışıyorum. koca şirketi sen kurtaramazsın. zaten iyi durumdasınız filan diyorum. dinlemiyor. üniversitede de böyleydi. sınavlarda karnına ağrılar kramplar girerdi stresten. benim telkinlerim ile aşmıştı çoğunu. notları da hep bu sayede yükselmişti. yine onu çabaladım ama beceremedim. koca şirket omuzlarında yükselmiş gibi davranıyordu. halbuki yapması gereken sorumluluklarını yapsa yeter. şirketin genel müdürü var. sahipleri var. yok yere kendini strese sokmanın alemi yok. sen işini yapmassan şirket batmaz. anca seni kovarlar. kovulursan da başka iş bakarsın. ki zaten işini yapıyorsun. ne diye kovulasın. kovuldu gerçi ama onun nedeni başka. neyse o kovulma kısmı bayağı güzel hatta onu da anlatacağım :)
3 yıl evli kaldık ilk eşimle. takribi 1000 gün evlilik diyelim. 1000 günün 50 günü bana yemek yapıp önüme koymadı. hadi 50 yapmıştır belki ama 150 yapmamıştır. gık demedim. arardı, jzff bugün işim var. yemeğini ye de gel. tamam. dışarda yerdik bazen. eve söylerdik. eve temizliğe gelen kadın yapardı onu yerdik bazen. kadınımın çalışması benim için desteklenmesi gereken bir şeydi. gerekirse hizmetçi tutalım derdim. arada tutardı işte. bir şeyler yapardı. ben de parasını verirdim kadının. ama yemekten ziyade burda benim istediğim ve alamadığım şey tatlı dildi. bir erkeğin en çok istediği şey, eve gelince karısının güleryüzle kapıyı açmasıdır. çok şükür ki ikinci karım da bunu bulmuştum. dünyanın en güzel şeylerinden biri. ilk eşim ise eve geldiğimde götünü devirmiş, ben çok yorgunum ayaklarında, dizi izliyor olurdu. izlediği dizi de alirıza bey tadımız kaçmasın. belgesel izlese yine dersin ki vay ameka. ama alirıza bey lan. neyse. kızlara tavsiye, kocanızı tatlı dille, güler yüzle karşılayın. herşey daha başka olur. görün. (aşağılarda bir başka yazar haklı olarak serzenişte bulunmuş. eşleriniz diyeceksiniz diye. haklı. ben de aynı onun gibi düşünüyorum. cinsiyetçi bir yaklaşım algılanmış özür dilerim. güler yüz çok önemli. bu hatayı yapma nedenim burda kendi hikayemi anlatıyor oluşumdan. yoksa karşılıklı hep güler yüz iyi bir şey. erkekler güler yüz göstermesin diye bir algı çıktıysa hemen vazgeçin. erkekler siz de güler yüzlü olun. öküz olmayın.)
aldığı maaşa hiç dokunmadım. üstelik üniversite kredi borcunu da biraz biraz ben ödüyordum.
bu arada ben iyi miyim? elimden geldiğince iyiyim. hani hatalarım var mı? var tabi ki. ama beni tanıyan bilir. ben geçimli insanım. bana güzelce izah edersen, her şeye ikna olurum. sözlükte vardı bir yazı bulamadım ama bulunca buraya iliştiricem. kadınların erkeği kızdırıp haksızken haklı konuma geçmelerini anlatan bir şeydi. kavga çıkarıp damarıma basıp suçlu konuma getirildim çok kere.
büyük bir kavgamız hiç olmadı. ufak ufak arada kavga ederdik. ama sorun neydi biliyor musunuz? o kadını ben seçmemiştim. o da beni seçmemişti. biz toplum normlarına uygun olan bir insanı seçmiş gibi davranmıştık. seviyordum onu ama aşık değildim. ona çok bağlıydım ama ölesiye bir aşk yoktu aramızda. on üzerinden 5'lik bir ilişkiydi. sıradan. mantık evliliği idi bir yerde. ama mantıksızdı. çünkü bir birimiz için pek uygun değildik. onu sırtıma çıkardıkça daha çok şey istiyordu. memnun etmem çok zordu. ve işin daha önemli kısmı, onu memnun etmek istemiyordum. ikinci karıma aşıktım gerçekten. gerçek aşkı onunla gördüm. zaten onunla anladım ki, ilk karıma yapmayı sevmediğim şeyleri ikinciye o istemeden fazla fazla yapıyordum. başkası nasıl yaşar bilmem. ama aşk önemliymiş. ben onu gördüm.
--- spoiler ---
bu kısım cinsi münasebetli kısım artı 18
seks hayatımız bok gibiydi.
toplum doğrularına göre herkes bakire kızla evlenmek istiyor. her yerde duyuyorum. ben de kıskanç bir insandım o zaman. dedim ben bakire bir kızla evlenmek istiyorum. benim hakkım değil mi? hakkım. ama düşünüyorum bir yandan. hatun da bakir bir erkek istemez mi? ister. o zaman dedim jzff. sana karı yok oğlum. evlenene kadar bakirsin. bu kararı 14 yaşımda aldım. 24 yaşıma kadar uyguladım. salak mıyım? bi yerde düşününce hakkaten salağım. ama sonuçta 14 yaşındaki bir çocuğun kararı da anca böyle olabilir. geçmişe gidip değiştiremeyeceğime göre yargılamak saçma. ayrıca imdb'de 1. olduğu şaibeli bulunan esaretin bedeli filminde morgan freeman'in bir sahnesi var. 10 yılda bir ıslah olup olmadığına bakarak salıverilmesi tartışılıyor. buna 50. yılında soruyorlar. ıslah oldun mu? diye. oda diyor ki işte o cinayeti ben işlemedim. gençlik halim işledi. ama cezasını ben çektim. artık o kişi ben değilim. benimle alakası yok, gibi laflar ediyor ya, işte benimki de o hesap. ilk sevgilimle evlenme hayalini de 7 yaşımdaki halim hayal etmişti. kalkıp, 7 yaşımdaki halimi mi cezalandırayım şimdi? ilkokul ciddi sevgilinle evlenmek istemek ütopik derecede romantik. çok güzel bir şey. ama evlilik zaten başlı başına kumar. kumar çünkü güzel olup olmayacağı hiç belli değil.
evlenmeden önce 5 yıl çıktık biz hatunla. ama araba garaja hiç girmedi ağa. seviştik filan ama o ingiliz doktorların intercourse dediği şeyi yapmadık. cinsel birleşme olmadı yani. o da nasıl bir kafa. lafı uzatmak istemiyorum. ben bakir, o bakire kaldık. ama ikimizde rahip ve rahibe değildik. günahkardık ama suçu tam işlememiştik. beni yargılamayın. o zaman için çok doğru bir şey yaptım. adildi. ama aması var.
ben seks nasıl yapılır bilmiyorum. o da bilmiyor. videolarda görüyoruz. ama icraatte imza sonrasını bekliyoruz. kafalara gel. neyse evlilik sonrası, daha doğrusu imza sonrası, düğünden davetlilerin bizi evlerimize kadar uğurlaması sonrası seviştik. o kısım daha bir vahim. balayına gittik. balayında olaya girişiriz diye umuyorum ama bizim hatun niye olduğunu hiç anlamadığım şekilde korktu ve istemedi. üstüne de gidemiyorum. ama istiyorum da. iki ucu boklu değnek. rezillik resmen benim içsel durumum. napacağım bilemiyorum. hatırlamak istemiyorum o günleri.
neyse sonra nasıl başladığını bilmediğim şekilde cinsel ilişkiye başladık. ikimiz de üniversite mezunuyuz. ama ben erkenden boşalıyorum. onda da bir gerilme oluyor. itiyor beni bazen. doktora gidelim diyoruz. çekiniyoruz. erteliyoruz.
lan bizim hatunda, vajinismus varmış. benim anladığım mı var? kızcağız ile 3 sene evli kaldık. adam gibi bir kere sevişememişizdir. o beni itiyor, ben stresten erkenden boşalıyorum. artık elle, dille bir şeyler yapıp boşaltıyoruz birbirimizi. bu kısıma daha sonra yine geleceğiz.
ayrıca başka bir kaç arkadaşla da konuştum. hem erkek hem kadın. onların da böyle sorunları olmuş. yani sadece biz değiliz böyle sorunlar yaşayan. çevremizdeki bir çok insan konuşmadığı için sorunlarının olup olmadığını bilmiyoruz sadece. bu yazıyı okuyup aha lan biz de bilmiyoruz gercekten diyecek bir sürü insan var. itiraf etmek zor. ben ediyorum çünkü benim başka bir hayatım var şimdi. benim yaşadığım sıkıntıları başkaları yaşamasın istiyorum.
--- spoiler ---
daha anlatabileceğim irili ufaklı saçma şeyler sonrası iyice soğudum hatundan. kendimi o dizi izlerken bilgisayar oyunlarına verdim bende. oldum olası çocukluktan beri bilgisayar oyunlarını çok sevmemin nedeni bu sanırım. orası benim kaçtığım bir sığınak. beni sürekli mutlu eden bir dünya. oyun severler bilirler. oyuna kaptırdın mı da çıkması zor oluyor. 1-2 saat diye başladığım oyunlarda 4-5 saati buluyordum. onun dizileri 2-3 saatte bitiyordu. kalan zamanda onla ilgilenmediğim için suçlu oluyordum. hatta alirıza beyin tadının kaçmasını izlemediğim için, onunla ortak vakit geçirmediğim için de suçlu oluyordum. artık bitmeye yüz tutmuştu ilişki.
ama o noktada çok sıkıştım. napacağımı bilemedim. erteledim bir süre hiç bir şey düşünmedim ama düşünmedikçe, daha çok üstüme geldi bunlar. bir icraate girişmeliydim. ama ben hiç b planı yapmamıştım ki. evlilikte sorun olursa naparım diye düşünmemiştim bile. boşanmayı kesinlikle istemiyordum. benim mahkeme salonu görmemek gibi bir hayalim vardı. ömrümün sonuna kadar bir mahkemeye çıkmayım diye umut ediyordum.
bu kararı almam lazımdı ama götümde yemiyordu.
o sırada ilginç bir şey oldu. hayatı sorgularken sorularım olduğunu farkettim. birisi bana danışırsa bugün bile herkese bunu öneriyorum. mümkün olabildiğince çok soru sorun kendinize. elbette hepsine cevap vermeniz mümkün değil ama içlerinden bazı sorulara daha çok cevap arıyorsunuz. ve o size gerçekten ne istediğinizi bulmanızda yardımcı oluyor. en azından bende öyle oldu.
işimi ve eşimi sevmediğimi düşündüm. 27 yaşımda idim. başkasını bulup mutlu olabilirdim. işimi de değiştirebilirdim. tam o sırada bizim hatun bana göre büyük bir hata yaptı.
daha öncelerde müdürü bir gün, bana , benim kadar eşine destek olan başka bir adam görmediğini söylemişti. ben hakikaten destek olurdum. mesaiye kaldı bir gün. ben 10 11 gibi gidip işyerinden alacaktım onu. uyumuş kalmışım. saat 12bucuk gibi uyandım. hatun evde yok. dedim eyvah ben ne bok yedim. ama telefonum çalmamış bile. aradım sert bir sesle. nerdesin sen diye azarladım. hanımefendi iş arkadaşlarıyla kokoreç yemeye gitmiş. geliyormuş. o beni azarladı.
bu arada o işyerindeki arkadaşlarından birinden şüpheleniyorum. eleman garip bir tonda yazıyor mesajları benim hatuna. anladım ki aralarında bir şey var. aldatılıyorum. napıcam? tabi ki gidip hem adamı hem kadını vurucam :) sonra nolacak. hayatım kayacak. bombok bir hapishane yaşantım olacak. size bu satırları çemişgezek ğ kapalı tipi cezaevinden yazıyorum. ikinci eşimde gardiyanlardan biriydi zaten.
neyse, ben sallamadım pek. çünkü hakettiğim bir şey değildi bu. kendime baktım. durumumu inceledim. önüme bakmam gerektiğini anladım. eşime bildiğimi bile söylemedim.
hatun eve gelince yem attım. dedim o işten ayrılacaksın. başka iş bulucaz sana.
"senden ayrılırım. işten ayrılmam" dedi. anladım ki yeni elemanı seviyor.
bunun üstüne düşünüyorum. ertesi gün iş yerindeyim. bana o filmlerdeki gibi yukardan bir ses gelmedi. kendi kendime konuştum. napıyorum ne ediyorum filan. 3 5 gün hatunla konuşmadık. hatta ilk 2 gece eve gitmedim. karım başkasını seviyordu. ve işin garibi neydi biliyor musunuz? ben hayvan gibi kıskançtım o zamanlar. zerre gücüme gitmedi bu durum. hani friends'te monica ve chandler ilişkileri için işin garibi hiç tuhaf değil demişlerdi ya, benim de aldatılmam zerre garip gelmedi. o zaman anladım işte hatunu zaten içimde çoktan bitirmişim. hanım ablalar beni mazur görsün bu benzetmem için ama kadınları maymuna benzetirler. bir dalı tutmadan öbür dalı bırakmaz diye. en azından çoğunluğu tenzih ederim ilk evliliğimde böyle oldu. (ikinci hatunda öyle olmadı bu arada)fakat o yeni eleman benim için bir çıkış noktası oldu. kurtuluş oldu. konuşup tek celsede işi bitirme kararı aldık.
ailelere durumu izah etmek lazım. anne ben boynuzlanıyorum dersem olmaz. kayınbaba bey, kızınız beni boynuzluyor desem adam kalpten gider. hatta eşime desem yok öyle bir şey diye inkar edecek. hatta boşanmaktan vazgeçse eminim ki benim yüzüm yumuşak beni ikna edecek. barışırız belki diye korkuyorum. çünkü o zamanlar hakikaten iradesizdim. masaya yumruğumu vuramazdım şimdi ki gibi. sümsüktüm biraz. akışa bırakırdım kendimi. zaten o yüzden de harika bir eştim bence. ama klasik türk normlarından bahsediyorum. doğru ilişkide bir erkek öyle olmamalı. (bu arada biz boşandıktan sonra evlendiler. çocukları filan var. 2 ortak arkadaşımızı düğüne çağırdılar. hatta eşim tanıştırmıştı ikisiyle de beni. birisi can ciğer arkadaşım şimdi. ondan bana miras bir o eleman kaldı. öl desin ölürüm. her neyse 2 arkadaşım da yeni elemana çok kızgın. ben diyorum o eleman benim hayatımı kurtardı. bana ikinci bir hayat verdi. ömür boyu unutmayacağım bu iyiliğini. çünkü eğer o olmasaydı benim götüm ayrılmaya yemezdi belki. katlanırdım. kendimi tanıyorum çünkü. hayat boyu susardım. siz öyle yapmayın. ne istediğinizi bilin. ben sonra keşfettim)
aileler geliyor üstümüze. ben diyorum ona sorun. ben değil o boşanmak istiyor. ona soruyorlar. her seferinde farklı saçma bir bahane buluyor. ama kendi de biliyor tutarlı değil. başkasını seviyorum da diyemiyor. zaten o da pek emin değil belki o sıra. ama istese benden 1 2 özür dilese belki ben yelkenleri indirir inanırdım. yok filan derdi. o zamanlar harbi maldım. allahtan öyle bir şey yapmadı. yapmasın diye de işi biraz hızlandırdım. naptın derseniz, aileler bizi birleştirmeye çalışıyor. toplandık. herkes jzff haklı diyor. yapma kızım. etme kızım filan. baktım durum karışıyor. boktan bir sorun çıkarıp kızın üstüne yürüdüm. kayınpedere kayınvalideye bağırdım çağırdım. ellerine koz verdim. ertesi gün kız beni arıyor. anam babam naptı sana niye kırdın onları? diyor. dedim ki, onlar bir şey yapmadı. ama baban seni desteklemiyordu.
şu an ne diyor?
kızım boşan, arkanda ben varım diyor.
al işte bu yüzden yaptım dedim.
hayatımda ilk kez ve umarım son kez mahkemeye çıktım. (ikinci boşanmayı avukat vekaletiyle yaptım. aynı ülkede bile değildim)mezbahane gibi içersi, bizden önce bir çift vardı. 20 yaşlarında yokturlar. kucakta bir çocuk. hakime hanım oğlana nasihat veriyor. çocuğun velayeti annede diye sen sorumluluktan yırtmıyorsun filan anlatıyor. bizim davayı 3 dk da bitirdiler. biz çıkmaya çalışırken bizden sonrakilerde hemen bitiverdi sanırım. bir ara korktum o karışıklıkta bir önceki davadaki hatunu benim nikahıma almış bile olabilirdim. içerisi çok karışıktı çünkü.
mahkemeye gitmeden önce evdeki durum çok komikti. ben yeniden doğmaya gidiyorum. annem illa çok şık olacaksın derdinde. onu da hiç anlamam. yalnız başıma gittim mahkemeye ben. kot pantolon, gömlek. bizim hatun 2 arkadaşını da sürüklemiş. şıkır şıkır giyinmişler. mahkeme kapısında gülerek bir selam verip içeri girdim. hakime hanım hiç bir şey sormadı. emin misiniz? dedi sadece. bitti. çıktık. 2009'un son resmi günü işte böyle boşandım. 2010'a bekar girdim. dul sayılmıyorum. eşi ölene dul deniyormuş. ama ben dulum diyorum. çünkü boşandığını saklamak gibi oluyor bekarım demek. kimisi için sorun boşanmış olmam. ben sorun edenleri de anlıyorum. hiç kimseye bişey demem. herkesin tercihi var. ama boşanmış insanda bence daha büyük tecrübe var. hani birisi boşanmış diye onu iteklemeyin hayatınızdan. çünkü daha fazla mutlu edebilir sizi bir ihtimal. yani şunu demeye çalışıyorum. birisi çok iyi ama daha önceden boşanmış diye, sırf bu yüzden çıkarmayın hayatınızdan. gerçekten size uygun değilse çıkarın.
biraz psikolojisini anlatayım. garip bir şey. 27 yaşındaydım boşandığımda. büyük bir gerçekle karşılaşıyorsun. hayatındaki en büyük hatayı yapmışsın. onbinlerce tl para harcamıssın. zaman harcamıssın. en önemlisi hayal harcamıssın. yok olmuş. ömrümün sonuna kadar kalırım diye umduğum insan, en yakın arkadaşım olması gereken insan yok. ama şunu sordum hep kendime. oğlum jzff, boşanmakla hiç hata yaptığını düşünüyor musun? milyar kez sordum ise bu soruyu kendime, bir kere bile acaba demedim. 8 yılım bitmiş. ama üzülmenin, geriye bakmanın alemi ne? hataydı evet. ama artık önüne bak. çok iyi bir gelecek seni bekliyor. ayrıca karımın bana mecbur olmayıp beni istemediğini söylemesi de gizliden hoşuma gitmişti. onu özgür yetiştirmiştim. ve özgürce beni istemediğini söyleyebilmişti. bu benim için övünülecek bir şey. ben sevgiden yanayım. sevmiyorsan bırakacaksın. zorunluluktan seviyormuş gibi yapmayacaksın. bu yapanın değil, yaptıranın ayıbı bence. görüyorum gerçek hayatta. bir çok kadın kocasını işi gücü olamadığı için, ayrılsam naparım diye korktuğu için adamın bir çok hatasına göz yumuyor. benim kadınım benim hatamı görüp beni siktir edebildi kendince ve bu gücü kendinde buldu. bu güzel bir şey.
annem için çok zor oldu. analar tahtını yapar ama bahtını yapamaz derler ya, o da o hesap kabullenemedi bunu. yavrumun yuvası yıkıldı diye çok üzüldü. ben ise hayatımda yaptığım en iyi şey boşanmak diyorum. anlamıyor. şunu izah etmekte zorlanıyorum. diyenler oluyor ki, erken evlendin. ya da evlendiğin kişi hataydı. hayır abi değil. ben o evliliği yapmasa idim doğru ne bilemeyecektim. yaptığım en doğru işin boşanmak olması, evliliğimin yanlış olduğunu göstermez. çünkü evlenmese idim bu doğruyu yapamayacaktım. al capone'un bisiklet günahı gibi biraz.
tabi ki hemen yeni birini bulma çabalarım oldu. ama mağara kaçkını gibiyim. 8 yıldır yeni biriyle flörtleşmemişim ki, unutmuşum herşeyi. kızlara nasıl, ne denir, bilmiyorum. korkutup kaçırıyorum. hanzoyum resmen.
sonra bir kız arkadaşım oldu. 1 ay sürdü. cinselliği keşfettim. meğer ben erken boşalmıyormuşum. dakika skor vermeyeceğim ufak at ziya demeyin diye ama hatun duralım diyordu. ben ise 27 yaşımda ilk defa gerçek seks yapıyordum. uzun uzun. tatlı tatlı. böyle bir güzel zevk olamazdı. daha sonra yine başka ilişkilerim oldu. evliliğe karşı değildim ama özgür bir dönemdeydim. kimsenin bir baskısı yoktu bana.
bir kıza aşık oldum. sapsarı saçları vardı. kızla olmadı. 4 ay peşinden koştum. olmadı. 4 ay daha geçti artık onu da tamamen unutmuştum.
tam bu sırada ilk eşimin kovulma hikayesini anlatayım. boşandıktan hemen sonra tüm arkadaşlara ilan ettim. dedim ki, bana onunla ilgili hiç bir şekilde haber taşımayın. merak etmiyorum onu. yan sokakta kaza geçirse, kan lazımsa da çağırmayın. nefret etmiyorum. nefrette bir duygu çünkü. sadece hayatımdan çıkartıyorum onu. onun hayatımda yer almasının bir yararı yok çünkü. herkese dedim. bir kişiyi unutmuşum. hatırlar mısınız? "senden ayrılırım işten ayrılmam" demişti. boşanma sonrası o elemanla yakınlaşma başlayınca müdür rahatsız oluyor durumdan. bir iş yemeğinde genel müdür, dert yanıyor diger müdürlere. tesadüfi şirkete iş yapan çok çok yakın bir arkadaşım da o yemekte. ismim filan geçiyor. genel müdür hatunun ismini söylüyor. jzff'a çok yanlış yaptı halbuki çok iyi çocuktu filan diyor. benim ismimi duyan arkadaşım konuya kulak kesiliyor. öğreniyor ki kovacaklar. geliyor bana söylüyor. güldüm bayağı. sevinmedim ama komik geldi. senden ayrılırım işten ayrılmam demişti. benden ayrılması yüzünden işinden kovuldu. ve bunu ondan önce ben öğrendim. hatta kovulunca ben kovdurttum filan sandı galiba. öyle bir şeyler geldi kulağıma. bu beni sevindirdi. insanlar o kadar güçlü olabileceğimi düşünüyor demek ki. evet güçlüyüm ama böyle sikko şeylere harcamam gücümü.
bana dokunan şu, ben 27 sene resmen mal gibi yaşamışım. bu onun suçu değil. tamamen benim suçum. biraz da onun hayatını bok eden benim belki. bilemiyorum. ama ben hayatımı güzelleştirmeye çok çabaladım. halen de çalışıyorum. üzülmenin faydası yok. enerjimi geleceğe taşımam lazım.
derken 2. eşimle tamamen büyük zincir tesadüfler sonucu tanıştım. o kadar büyük tesadüflerin bir araya getirmesine hala şaşırıyorum. benim bütün zincirlerimi kıran, duvarlarımı yıkan kişi oldu. bana büyük öğretmen oldu her konuda. özellikle seks konusunda kendimi buldum diyebilirim. ama seksin dışında ortak noktamız pek yok gibiydi. buna rağmen yanında 30 saat hiç bir şey yapmadan oturayım, hiç şikayet etmezdim. onun yanında olmak bana büyük bir huzur veriyordu. gözlerine bakmak yeterdi. ağzı sabahları bile mis gibi kokuyordu. bildiğin aşık olmuştum. ve itiraf ediyorum hiç o duyguları daha önce yaşamamıştım ve üstelik bunlar karşılıklı idi bu sefer. fakat kız bildiğin kezban ve apaçiydi aslında. hani eski eşin hakkında neler diyorsun derseniz, doğruyu söylüyorum. arkadaşlarımdan yakın olanları ara ara beni uyarıyorlardı. bu kız sana göre değil diyorlardı. türlü şeyler diyorlardı. ama tüm bunlara rağmen onu çok sevdim. nasıl bir apaçiydi derseniz, bakın paylaştığı bir hashtagi buraya koyuyorum. sanırım bu laf soktuğu ben olabilirim.
#kıskanırlar #azizim #bekleyişini #gidişini #sabrını #tavrını #ve #hatta #acıların #sana #kattığı #gücü #bile #kıskanırlar #dünyada #en #soğuk #yer #sevmekten #vazgeçmiş #bir #kadının #kalbidir
bunların benim için bir önemi yok. evet bu apaçilik. kezbanlık ama ben daha başka şeyleri önemsiyorum. çünkü ben bir insanı benden daha üst seviyede ya da daha alt seviyede diye sevmek istemedim. yani bana yakışıp yakışmadığına bakmadım. ne hissettiğime baktım. çünkü insanlar bazı konularda evet aynı seviyede değildir. ama bir konuda altta olan, başka konuda sizden üstte olabilir. denge önemli. onun altta olduğu seviyelerde onu yukarı çekmek istedim ben. çünkü o beni altta olduğum seviyelerde yukarı taşıdı. çok katkısı oldu bana.
(bkz: #63169894)
(bkz: #59593440)
şu iki entryi onun için yazmıştım. dünyanın en güzel kızıydı. benden 8 yaş küçüktü. ilk tanıştığımızda ailesinin onu öss'ye dahi sokmadığını anlatıyordu. anlamadım önce. yahu bir aile böyle güzel ötesi bir kızı neden okutmaz anlam veremedim. sordum. soruma soruyla karşılık verdi.
bunu sonra konuşsak olur mu? deyince her şeyi apaçık anladım.
üstüne gitmedim. sonra anlatsın diye, ama ben şak diye anlamıştım. benim 6.hissim kuvvetlidir. bir çok şeyi anlarım anlamamazlıktan gelirim. ama ben olayı anladığımı ona söylemedim. çünkü sanki onun geçmişini soruşturmuşum gibi olacaktı. ona bıraktım açıklamayı. zamanı gelince açıkladı. o da evlenmişti. boşanmıştı.
kız çok çok güzeldi. lisede okurken, kızın yüzünden kavgalar çıkarmış. eve bir sürü görücü gelirmiş kızı istemeye. aile de kendince düşünüp, lan başımıza iş gelmesin diyerek kızı, kızdan 10 yaş büyük işi iyi olan bir akrabaya vermişler. kız da evde anne babası sürekli kavga ediyor diye evden kurtulmak istemiş. 18 yaşında kafası anca bunu çözüm olarak görmüş. neden görmesin ki?
sonra tabi işler iyi gitmemiş. kıskanç bir koca ve saçma bir kayınvalide baskısı. taşıyamamış bunu. zor da olsa ayrılmış. bir süre küsmüş dünyaya. sonra büyük tesadüfler sonucu tanıştık işte. kızın komple hayatını ay yapım dizi yapsa çüş amk bu kadar da olmaz dersiniz. ama benim de dahil olduğum hayatı biraz acıklı.
evlenip boşananlarda böyle garip bir zaman oluyor. daha önce evlenip boşandığını ne zaman söyleyeceksin? , karşıdaki önemser mi? gibi bir garip an oluyor. o da bana söylediği an ben de söyledim. çok şaşırdı benim de boşanmış olmam.
bir fıkra var çok severim. adamın birisi damdan düşmüş, etrafına toplanmışlar, acilen doktor yok mu diye bağırmışlar. düşen adam doğrulup, "doktor değil, bana damdan düşen birini bulup getirin" demiş. o hesap biz de birbirimizin halinden anladık belki de.
bir plan yapmadan ilişkiye başladık. her şey çok güzel gidiyordu. ama sonra gelecek planları girdi devreye. onun bir talebi yoktu ama ben yine toplum normlarına yenilip düşünmeye başladım. başka dünyalarda büyümüştük. herşeyimiz farklıydı. evlensek aileler anlaşamazdı. arkadaş çevremiz çok başkaydı. ben biraz onu değiştirmeye çalıştım olmadı. o biraz beni değiştirmeye çalıştı olmadı.
27 ile 30 yaş arası hayatımdaki en buhranlı dönem. o buhranlı dönemde (bkz: #48446402) şöyle şeylerde yaşadım. çokça başka yazıya bkz verdim ama istemezseniz gitmessiniz o bkz lara. (bkz: #59671216) yine o dönemleri anlatan bir başka yazım.
beni şu hayatta anlayan insan sayısı az. anlayanlardan birisi oydu.
718 paragraf daha anlatabilirim onunla ilgili ama denedik ikimiz de defalarca kavga edip ayrıldık. her seferinde daha sıkı birleştik. en son ailelerin karşı çıkacağını bile bile gizlice evlendik. çünkü bir tek o kalmıştı ilişkimizi sürdürebilmek için. onu da denemesek içimiz rahat etmeyecekti. evlendik. 3 yıllık ilişkinin sonunda gizlice yıldırım nikahıyla evlendik. ve yurt dışına gittik. sonrası biraz garip oldu. aileler durumu kabul etmedi. ortalık karıştı. 2 ay kadar evli kaldık. aileleri görmüyoruz bu sırada çünkü yurt dışındayız. bizim kayınvalide çok hastaydı son 2 senedir. daha önce çokça kere hastaneye onu ziyarete gitmiştik. birbirimizi severdik. hatta evliliğimizi bir tek o desteklemişti. neyse. durumu iyice kötü oldu. ben yeni iş bulmuşum, çalışıyorum filan derken, izin alamayacağım ama belli yani kayınvalide ölüm döşeğinde artık. ben bizim hatunu türkiye'ye yolladım. çünkü son anlarında annesinin yanında olmaz ise ömrü boyu pişmanlık yaşayabilirdi. o sırada arada mesafe çok tabi. telefon ile iletişim kuruyoruz. ben destek olmaya çalışıyorum ama ne yapsam yanlış anlaşılıyor. bir türlü destek olamıyorum. benim başıma kötü bir şey gelse, en yakınıma sarılıp ağlarım. bizim hatun ben ne desem tersini yapıyor. herşeyi kendisi çözmeye çalışıyor. halbuki bana göre evlilik işteş bir şeydir. bir derdin varsa, tek kişi olarak hareket etmen lazım. yanlış olsa da, doğru olsa da hareket tek olmalı. ben onun o kabuğundan içeri bir türlü giremediğimi ve hiç giremeyeceğimi farkettim. herşeyi bırakıp geri dönsem bile bunun olmayacağını farkettim. olay doğruyu ya da yanlışı yapmak değildi. olay bu evliliğin zaten yanlış olduğu idi. yanlıştı evet. bunu kabul ediyorum ama hiç pişman olmadım. yine olsa yine onunla evlenirdim. çünkü onunla geçirdiğim her saniye çok değerliydi benim için. onun ile geçirdiğim 1 saniyeyi bile, ilk eşimle geçirdiğim 8 toplam yıldan daha değerli görüyorum.
boşanma kararı aldık. ikimiz de seviyorduk birbirimizi ama severken ayrılmak kadar boktan bişey yok. ama olmuyordu. bizim hatunda şöyle bir hava vardı. çok güçlüydü. onu kaybetmekten hep korktum. şimdi kaybetmesem 40 yaşımda, 50 yaşımda 2-3 çocuk varken, seni istemiyorum jzff diyip beni bırakabilirdi diye korktum. esasen kadınımın bana mecbur olmadığı için beni terkedebilmesi gerekliliğinden bahsetmiştim. ama burda bahsettiğim öyle bir şey değil. bizim hatunda çok başka bisiy vardı. inatçıydı. pire için yorgan yakıp, gururuna yedirmeyip geri dönmezdi. saçma bir kavga sonrası beni siktir edip, özür dilemez, bizi uçuruma sürükler acı cekerdi. bana bir kere demişti ki, bu ilişki benim sayemde yürüyordu. ben mücadele ettiğim sürece bu ilişki yürüyecekti.
ben ise bunu yorucu buldum. işteş bir şey olmalıydı ilişki. defalarca kavga ve barışma sonrası artık vazgeçme zamanı geldiğini anladığımızda boşanma kararı aldık. hatun beni suçladı. haklıdır. daha fazla destek olabilirdim. olmama rağmen bunu hissettirememek koymuştu bana bu sefer. hatasını daha sonra itiraf etti gerçi. gel yuvana, kadınına sahip çık demişti ama yeniden başlasak yine bitecekti. gidemedim. çünkü yeni başlangıçların iyi olduğu bir durumdaydık. onu bırakmayı hiç istemedim. ama mecburdum.
bana göre o bataklıkta bir gül idi. onu o bataklıktan çıkarmaya çalıştım ama beceremedim. sebeplerini bilmiyorum. onun hayatına hep güzel şekilde etki etmeye çalıştım. ama edemeyince kendime kızdım belki de. düşündüm çokça kere, onu çok sevdiğimi biliyorum. geriye dönüp baktığımda hep çok güzel hatırlıyorum. herşeyi en ince detayına kadar da net hatırlıyorum. çok kötü anlarımız da oldu. hatta bak şimdi hatırladım. burda anlattığım da o. (bkz: #59023560)
o burda anlattığım gibi intihar etmeyi denemişti. ben ise denemedim hiç. deneyemem de. ama öyle kötü anlarım olduğu zamanlar da o hep benim yanımda idi.
ilk eşim beni terkettiği için mutlu oldum. ama onu ben terkettim esasen. süreci çok iyi yönettim sanırım. ikinci de ise mecburduk. daha mutlu olacağız diye bir süre mutlu olamadık.
ikincinin benim için neden önemli olduğunu son bir olayla anlatıp bırakıp evlilik ve boşanmak ile ilgili öneri bölümüne geçeyim.
anladığınız üzere ben hayata geç başlamış ve kendini arayan birisi idim. tesadüfen de olsa 'o' yanımdaydı o süreçte. bana isteyerek ya da istemeyerek destek oldu. isteyerek destek olduğu anları çok net hatırlıyorum. sen yaparsın diyordu. öyle bir buhranlı dönemde, herşeyi sorgularken, bir gün sabah onun yanında huzurla uyandım. aklıma geldi. ben dedim şunu şunu yapıcam. hatta bunu yapmak için yurt dışına gitmem lazım. şu şu şu şekilde olucak diye 5 dk içinde herşeyi sıralayıverdim.
"sen şimdi böyle anlatınca bana da çok mantıklı geldi" demişti. sen yaparsın demişti. o yola o gün çıktım. onun desteği olması çok önemli değildi. ama iyi hissettirirdi hep. bazen sadece onaylayan insan gerekir yanınızda. ben biliyorum doğru yolda olduğumu. hala da o yoldayım. 4 yıldır çabalıyorum. ve iyi yoldayım. hoş o birinci yılın sonunda "senden bir bok olmaz" deyip desteğini çekti. ama ben başaracağım biliyorum.
-------------------- durumu olmayıp okuyamayan burdan sonrasını okuyabilir-----------------
hayatıma derin iz bırakan iki uzun ilişkim oldu. ikisine de hükümet nikahını bastım ben. o yüzden içim rahat. yine olsa yine evlenirim. yengeç burcuyum. bunun etkisi var mı bilmiyorum ama ben evlilik adamıyım. aile adamıyım. çocuk istiyorum. ama doğru zamanda istiyorum. destek olabileceğim ve bana destek olan bir kadın istiyorum hayatımda.
tavsiyelerim şu:
bunu bir madde içine almadan şart olarak koyuyorum önce. sevmek lazım. mantıklı olmalı ama aşkta olmalı. eskiler yapabilmiş ama biz yapamayız abi. sevmeden, aşksız ittirmeyle gitmez bizim neslin ilişkisi. sevmek lazım. çooook sevmek lazım. ve merak etmeyin evlenecek kişi bulamam diye. gerekmezse evlenmeyin. çokta şart değil. ama sevin. sevmek çok güzel bir şey. fakat kendinizi bulduğunuzdan emin olmanız lazım. önce kendinizi bulun. evliliği sonra düşünürsünüz. illa sevdiniz diye o kişinin de hayatının içine etmeyin. benimkiler belki de biraz böyle oldu. belki de tüm bu hikayelerdeki hatalı bendim. o yüzden kendinizden emin olana kadar bekleyin. ben şu an eminim. bunu biliyorum. ama önceden bu kadar emin değilmişim. şimdi şimdi görüyorum.
1. evlilik planlı bir şey değil. benim gibi planlı yapıp çuvallayabilirsiniz. plansız olanı da yapıp onda da çuvalladım. dolayısıyla başarılı ya da başarısız evlilik plana bağlı değil. o yüzden kendinizi suçlamayın. düşünerek bunu bulamazsınız.
2. evlilik işteş bir şey. ortak hedefleriniz olmalı. çocuk doğunca kavgalar çocuk tabanlı oluyor sanırım. cocuk ortak hedef olabilir. ama borç ödemekte ortak hedef olabilir. ev alırsanız belki ortak hedefe giden çiftler boşanmaz. ama ortak hedefimiz olacak diye pat diye çocuk yapmayın. çocuğum olsaydı boşanmazdım ben. çocuk iyi planlı düşünülmesi gereken bir şey.
3. evlilik bakınızı verdiğim yazımda da bahsetmiştim. evlilik sorunlu bir şeydir. ortada bir musluk vardır. ordan sürekli su akar. bardak durur. suyla dolmaya başlar. ara ara birinin o suyu içmesi lazım. karşılıklı içilmesi lazım. o suyu taşırmamak lazım. her seferinde tek kişinin içmemesi lazım.
kavga ettiniz, bazen sen bazen o alttan almalı. ve hesap kitap yapmamalısınız.
4. sanki hiç boşanma talep hakkın yokmuş gibi önce karşındakini düşünmen lazım. sürekli ona da vermen lazım. ama onun da sana vermesi lazım. çünkü bunu tek taraflı yaparsan, enayi oluyorsun.
5. kişisel hobileriniz ve kişisel alanlarınız olmalı. bu birbirinizi uzun yıllar besleyebilmeniz için de gerekli. sevdiğiniz insanda yıllar sonra hiç keşfetmediğiniz bir şey bulmak heyecanlı olabilir.
6. para şart tabi ama mümkün olduğunca ilişki içerisinde mevzusunu yapmamak lazım. nasıl çözülür bilmiyorum. bu başlı başına bir olay.
7. seks önemli. sekssiz bir evlilik zor. ten uyumu önemli. bir çok sorun orda çözülüyor.
8. ailelerin anlaşması önemli tabi ama önce sizin anlaşmanız önemli. siz birbiriniz için karşı aileleri idare etmek durumundasınız. büyükler sizi anlamayabilir. anlamalarını beklemeyin. bunun suçlusunu eşiniz olarak görmeyin. ona yok yere yüklenmeyin. anasını babasını yok saymasını beklemeyin. burada yazacak kadar basit bir iş değil ama gerekirse rol yapın. onların yanında başka insan olun. bu belki de ödemeniz gereken bir bedel. bilemiyorum. karşındaki yaşıtın olmayan ebeveyn seni anlamıyorsa nasıl durumu idame ettirebilirsin ki? annenle babanla anlaşamıyorsun. cocugunu seninle evlendirmiş yeni ebeveyni alttan almak zorunda olan sensin. güç mücadelesi bu bir yerde. iki yol var. eğer gercekten anlayacağını düşünüyorsanız, alıp karsınıza konusun. dürüst olun anlamıyorsa ikinci yol, rol yapın başka yolu yok. idare edin.
9. mümkünse düğün yapıp saçma paralar harcamayın, bakın ben boşandım. düğünde pasta keserken bıçağı kesmeyen adama verdiğim bahşişle kaldım :)
10. güleryüzlü olun. nolursa olsun. boşansanız bile bunu güleryüzle halledebilirsiniz. kimse kimseye mecbur değil.
11. boşanacaksanız da bunun bir ölüm kalım meselesi olmadığını bilin. hayatınızın ne ilk ne de son günü. yeni başlangıçlar yapmak zor değil. ekvartorun çevresi 40076 km. kuzey yarım kürede, güney yarım kürede milyarlarca insan var. onun gibi gelmez diye bir şey yok.
12. birbirinizi sıçarken işerken görmeyin. ciddiyim. birbirinize saygınız olsun. sulu laçka şeyler yaşamayın. saygı ve sevgi eşit olmalı. karşındaki en kutsalın olmalı.
tüm bu maddeleri açıp uzun uzun yazarım yine ama kısa kısa bu kadar oluyor amk.
edit: bir sürü imla hatası yapmışım klasik onları elimden geldiğince düzelttim. varsa söyleyin yine düzeltirim. özür dilerim.
edit 2: abi valla ben bu konuda uzman değilim. hikayemi buraya koydum. daha yazamadığım tonlarca paragrafım var. bir ara yine yazarım. ama kişiselini açmak güzellikler getirip insanlara yardımcı olduğu gibi başkalarının senin hayatın hakkında yorum yapma hakkını da veriyor gibi. salladığımdan değil ama milletin oturup benim hayatımı eleştirmelerini komik buluyorum. adam bir kezban ile 3 yıl ilişki yaşadım diye beni eleştiriyor. evet lan. kezbandı. ama çok sevdim. hiçte pişman olmadım. yine olsa yine evlenir kendime o şansı verirdim. kimse desteklemedi beni o kezban ile birlikteyim diye ama hayatımın 3 güzel yılını onun yanında geçirdim. bitmesi gerekti bitti. abartmayın yani.
şu an çok mutluyum. uzun vadeli sevgilim yok şu an. bir kaç kısa ilişkim oldu. bağlanamadım. çünkü belki yaralı olduğumdan, belki o insanlar doğru olmadığından uzak tuttum kendimi. belki de hakikatten daha oturmadı kişiliğim. bilemiyorum. zaten şu an işlerimi ve hayatımı yoluna koyma modundayım. yabancı bir ülkede, 34 yaşımda eğitim görüyorum. bu yaşta oturup ders çalışmak, kafa patlatmak, gelecek planları yapmak haliyle zor. ingiltere'de yaşıyorum ama ingiliz bir hatun istemiyorum. bana uymuyor. denedim olmuyor. türk'te istemiyorum. ha seni kim napsın derseniz şaşırtıcı derecede çok isteyenim var lan. hani yine aşağılarda birinde okudum kadınlar mıy mıy erkek sevmiyor diye yazmış biri sağolsun. biliyorum abi. hakikatten biliyorum. nerden biliyorum cunku bu entrynin yazarı da benim.
boşanmak konusu ciddi konu. gidip milletle taşak geçmeyin. siz orda klavye başından bu konuda ahkam keserken, kaç yüreği yanık kişi, abi teşekkür ederiz deyip bir umut bana danıştı biliyor musunuz? dedim ya uzman değilim ama elimden geldiğince konuşup cevap yazıyorum herkese. bitmedi henüz tüm mesajlar. herkese tek tek yazacağım. ve imkanım olduğunca uzun yazacağım cevapları. o yüzden bizi yalnız bırakıp siktirin gidin başka başlıkta ağlayın. ne demiştik? damdan düşenin halinden damdan düşen anlar. yazı uzunmuş, herif yaralıymış, ıkmış mıkmış yapıp gölge etmeyin. benim umrumda zaten değilsiniz. umrumda olsanız hiç yazmazdım bu tarz yazıları. ama şurda hakikaten şuraları güzel güzel okuyup nemalanan var arkadaş. bir ışık olabildiysem bir kişiye bile. ne mutlu bana. sağlıcakla kalın
edit 3: ayrıca biliyorum bokunu çıkardım bakınız olayının ama aşk acısı çekenlere tavsiyelerim de burada mevcut.
edit4: çaylakları hor gördüğümüzü farkettim. mail adresi şurada dursun o yüzden jzf.f@aol.com twitter: @jzf_f -
yurtdışında yaşamak
ekşişeylerde çıktı bu başlığa ilk yazdığım entry. baya insan okumuş paylaşmış mutlu oldum. herkes değil ama bir kısım insan okuduğunu anlamamakta direnmiş resmen.
(bkz: #60091601)
https://seyler.eksisozluk.com/…bir-hayatiniz-olurdu
en önemlisi fiyatlar mevzu. demişiz ki iphone6, 600 tl. şurda resmi apple sayfası ingiltere linki. bu resimde ne görüyorsun 599 pound. ben yazıyı yazarken, 6plus bu fiyattı. şimdi 7 çıktığı için 6splus bu fiyata düştü.
hemen diyeceksiniz ki, sen tl diyordun. e burda pound. zaten bende ondan bahsediyorum. asgari ücretle çalışan bir ingiliz 1200 pound alıyor. en fakir ingiliz, asgari ücretle çalışan bir ingiliz, her ay bir maaşla iki iphone 6s plus alabiliyor güzel kardeşim. bende yazının başında diyorum ki, direkt şöyle bir hayat hayal edin. böyle diyorum. hayal et diyorum. asgari ücretle çalıştığın ülkende maaşınla iki iphone alabil diyorum. çünkü bir ingiliz öyle yapabiliyor. yani demiyorum ki, burada iphone6s plus 150 pound. sen ben 600 tl dedim diye 150 pound olduğunu düşünüyorsan, alım gücü hakkında bişiy bilmiyorsun demektir.
türkiye'de 3149 tl şu an aynı telefon. 3149 bölü 1300 yaparsak, 2.42 ayda anca bir telefon alınıyor. yani ingiliz asgari ücreti iphone 6s mantığı üzerinden hesaplanırsa 2.42x2 : 4.84 kere büyük türk asgari ücretinden. cünkü ingiliz asgari ücreti ile 2 iphone 6s plus alabiliyorken, 2.42 türk asgari ücretiyle anca bir iphone 6s plus alabiliyoruz.
ben yazıyı yazdığımda go pro 4 black edition 400 pound idi. asgari ücretle 3 tane alınıyordu. şimdi ise görüleceği üzere 300 e düşmüş. yani asgari ücret hesabından 4 tane alınıyor. türkiye teknosa rakamı ise 2000 tl. yine yukardaki mantıkla hesap edersek 1.53x4 : 6.15
ingiliz ekonomisi go pro 4 black edition kurunda 6.15 katı türk asgari ücretinin.
arabalara bakalım. autotrader dan kendinizde başka bulabilirsiniz ama ben temsili şu aracı seciyorum. 1000 pound diyelim. sahibindene bakıyoruz. 35bin tl şu arac ama ben yine de burdaki başka arabalara bakıyorum ve 24bin tl fiyatını baz alıcam. detaylara bakıp birebir aynı aracı bulamadım ama çok isteyen kendi baksın. 24bin tl olan bu nissan micraları asgari ücretli bir çalışan, parasına hiç dokunmaz ise, 24bin bölü 1300 tl eşittir 18.4 ayda alabiliyor. ingilizler ise 1000 pounda alabiliyor aynısını ama biz 1200 kabul edelim. ikinci el nissan micra kurundan ingiliz ekonomisi 18.4 kat fark koydu. üstüne üstlük biz bunu yuvarlayarak yaptık. detaycı olsak belki 28.4 e varır mıydı? bilmiyorum. ayrıca araç tamirinden filan anlıyor bazı arkadaşlar. çok ucuza 200 300 pounda arabalar var. hatasını çözüp millete 1000 pounda satıyorlar. arabalardan anlarsanız daha da ucuza araba bile mümkün.
benzine bakalım. şuradan opet benzin fiyatlarından 4.84 ü seçelim. türkiyede bir asgari ücretli tüm parasını benzine yatırsa, tüm maaşıyla 268.5 lt benzin alabiliyor. ben internetten tam ingiltere fiyatlarını bulamadım ama çok sorun eden olursa yarın her hangi bir benzinliğin önünden fotoğraf çeker yollarım. burda litresi 1pound. benzinin de 1 pound. dizelin de. ama hadi ben son baktığımdan bu yana zam gelmiş olsun, 1.1 pound olsun. 1200 pound bölü 1.1 den 1090 litre benzin alınıyor. 1090 bölü 268,5 eşittir 4 yapıyor arkadaslar.
yani ingilteredeki bir asgari ücretli tüm maaşıyla türkiyedeki bir asgari ücretlinin 4 katı kadar benzin alabiliyor.
sanırım para mevzusunu geçtik. anladık diye ümit ediyorum. gelelim garsonluk mevzusuna. çünkü onda da yok öyle değil, sürünüyoruz diyenler olmuştu. tabi ki kolay bir iş değil garsonluk. dünyanın neresinde güzel bir iş ki. ama ingiltere'de insanlar garsonlara o kadar saygılılar ki, yalanım varsa, şurda şuraya gitmeyim. 3 5 saygısızlık yapan insan bile görmedim ben. garsonluğu örnek alma nedenimiz ise dünya üzerinde vasıf gerektirmeyen işlerden birisi. bazen dil bile gerektirmiyor. yeni bir ülkeye taşınırsanız, yapabileceğiniz yegane işlerden. hani garsonluğu aşağılamak gibi bir durum sözkonusu değil.
arkadaşımın restoranı var. herkes çok kibar. garsonlara hep kibar davranıyorlar. her yemek sonrası teşekkür ediyorlar. çok lezizdi diyorlar. kaçınız iceri ustaya teşekkür ve selam yolladınız türkiyede? burda insanlar içeri aşçıya özel bahşiş yolluyor yahu. adam yemeği sevmezse bile kibarca söylüyor. telafisini dahi istemiyor ama sen yolluyorsun zaten. ama adam diyor ki bana, yalan söylüyor. hani sanki türkiye'de tüm garsonlara çicek gibi davranıyorsun. güzel para veriyorsun, adamlar kral gibi yaşıyorlar gibi, sen yine bana laf sokmaya çalışıyorsun. senin bana laf sokman, lafı söyleyeni itibarsızlaştırman gerçekleri, ya da doğruları değiştirmez ki. ingiltere'de barmen, garson,taksici hizmet sektöründe kim varsa, insan muamelesi görüyor. müşterisine de insan gibi davranıyor. türkiye'de haliyle işin müşteri boyutu da sıkıntılı. garson saygısızlıkları da gördü bu gözler çok.
cem yılmaz diyor ya, manava gidip domates tarttırıp alkışlayan gördünüz mü? diye. manavda görmedim ama adamlar bakkala gelip, sigara alıp teşekkür edip gidiyorlar. geliyor adam bakkala. hal hatır soruyor. alıp çıkarken, "nice one" diyor. bir nevi alkış. öyle baya büyük büyük söylüyor ki. baya kocaman alkış.
bir ekşisözlük ritüeli olan rezalet başlıklarından ingiltere için açılması biraz zor. adamlara kırık laptop şarjımı götürdüm. faturası bile yoktu. 6 ay önce almışım. sistemden faturayı buldu kadın önce. tahmini tarih söyledim. baktı sisteme tek tek. ödediğim kartı gösterdim. evet doğru deyip ürünün yenisini verdiler. üstelik 65 poundluk şarj aletini ben yataktan düşürüp kırmıştım. benim suçumdu kısmen. ama gık demediler. değiştirdiler.
ülkenin her yerine tren var. her ücra noktasına tren var. bak her noktasına diyorum. ve sık sık. cepten app yoluyla anlık takip edebiliyorsun. fiyatlarına kadar yazıyor.
kiralar pahalı, kiralara bak diyenler olmuş. kiralardan niye bahsetmiyorsun diyenler olmuştu. şimdi bunu istanbul ile eşdeğer şekilde karşılaştıramayız. neden? sebebi ingiltere'nin genelinde 3 kattan fazla binaya izin yok.
??? nasıl dersen? yok abicim. yok işte. ayrıca aç bak bir haritayı.yeşil yeşil londra'nın hatta diğer bütün şehirlerin her yerinde devasa parklar, yeşil alanlar var. adamlar hiç birini yıkıp avm yapmamışlar. ayrıca her evin iyi kötü bir bahçesi var. evleri yıkıp 20 kat apt izni vermemişler. o sebeple kiralar biraz yüksek kalıyor gibi gelebilir sana. ama hayır, burda iki alternatif çıkıyor sana. londra'dan bahsedelim. londra'nın zone 1 denilen bir bölgesi vardır. onu bir dikdörtgen olarak düşünelim. zone 1 in etrafında zone 2 var ve zone 1'i çevreliyor. şu haritadan daha rahat anlaşılır zone 1'de ev tutmak acaip zengin işidir. ama zone2 ve zone3'te oda paylaşımlı ev bulabilirsiniz. yani aileler bile boş odalarını kiraya verirler. ya da 3 4 arkadaş birleşilip ev tutulur. spareroom diye bir internet sitesi vardır. ordan oda bulmaya çalışırsın. gidersin görüşürsün. şanslı isen bir ay sonra kalabileceğin evini bulursun. ev bulmak biraz zorlu bir iş haliyle. çünkü herkes planlı. evden çıkacaksan bir ay öncesinden belirtmen gerekiyor. aksi halde depozitondan duruma göre kesinti yapılıyor. illa ben yalnız yaşayacağım dersen, benim kuzen zone 4'te tek başına 1+1 evde kalıyor. metroya 20 dk yürüme mesafesi var. metroya binip en merkeze inmesi de 30dk anca sürüyor. ve o eve 1200 pound kira ödüyor. herşeyi içinde. elektrik,su,vergi,tv bandrol filan. yine asgari ücret işte. türkiye'de beşiktaşa ya da kadıköye 50 dakka sonra ulaşabileceğin yerde tüm masrafların içinde 1300 tl ev varsa, bu konuda seni haklı kabul edebilirim.
ulaşım kısmı biraz karışık.istanbul fiyatlarını bilmiyorum. londra'da o biraz pahalı. ona hem fikir olabilirim. ama ulaşım sorunu yok. yani vızır vızır işliyor. yeri gelmişken fiyatı verelim. zone 1-4 arası aylık 178pound sınırsız. yıllık olarak ödersen 1860 pound. meraklısı burdan baksın zone 1-3 arası biraz daha ucuz haliyle. eviniz zone 3 olursa zone 4 te hiç işiniz olmuyor zaten.
ama eğer ki iyi bir bisikletçi isen, her yere bisikletle gidebilirsin. her yer düz ayak. ve bisiklet yolları ayrı bazen. trafikte bisikletin önceliği var. araba kullananlar yol vermezse bisikletciler ağzına sıçıyor söforlerin. arada sola dönen tırların altında kalan bisikletciler oluyor. onun içinde bir ara tırların otobüslerin kamyonların filan sola dönüşünü yasaklayacaklardı. sürekli sağa döneceklerdi. böylelikle bisiklet ölümlerinin önüne gecilecek. adamlar için herkes kıymetli.
zone 3'te kaldım ben 15 ay. benim fazla param yoktu. kücücük odada kaldım 5 kişilik evde. aylık 350 pound ödedim. ama benim odamdan büyük yerlere zone 3'te 500 pounda kadar isterler. gayette iyidir. şimdi sheffield'ta şehrin göbeğinde kocaman odaya 400 pound ödüyorum. herşeyi içinde. tek başıma eve çıkmak istesem sheffield göbeğinde 2 odalı bir eve 650 pound öderim. evlensem hatunda çalıssa, ikimizde asgari ücretli olsak, eve 2400 pound girse çıldırırız heralde. ama sen, bursanın göbeğinde 650 tl herseyi içinde bir ev bul. geçin sevineyim senin adına.
dolayısıyla evler pahalı demekte yanlış.
ırkçılık var diyenler olmuş. birader, bak burda bırak silah taşımayı, oyuncak tabancayla birine şaka yap. namluyu doğrult. 3 yıldan hapis başlıyor. birisine pis zenci de. bak bakalım sana dava açınca kaçabiliyor musun? ırkçı insan var heryerde. son brexitten sonra polonyalıları çok dışladılar. her yerde laf ettiler filan. bir gazdı. geldi geçti. ırkçılık filan yok ingiltere'de. iş yerinde ben müslümanım diye beni dışladılar dersen, herkesi gelir ıncık cıncık denetlerler. sokakta 3-5 kişi sana ters ters baktı mı? git polise söyle. anında önlem almazlarsa gel yüzüme tükür. kalabalık bir mekanda tuvalete gidiyorum. önüme 3 farklı kişi çıkıyor. hepsi özür dileyip yol veriyor. ilk geldiğimde 15 ay türkiye'ye gitmemiştim. oturum vizemdeki sıkıntı geç çozuldu. o sürede hiç kavga görmedim dısarda. bir iki tane horozlanma gördüm. onda da kimse kimseye vurmuyor. çünkü ilk vuran suçlu oluyor. 15 ay sonra türkiye'ye geldim. sabiha gökcen'e indim. umreden gelen ihramlı hacı amcalar teyzeler pasaport kontrolunde sıra kavgası yaptılar. yumruk yumruga. 10 dakika polis diye bağırdı herkes. kavgayı durdursunlar diye.polis 15 dakika sonra geldi. bu sefer halk gelen polisi tartakladı niye geç geliyorsunuz diye. bizim halkımızda bir garip. gelen polisin ne günahı var orda. adam bir şekilde geçte olsa gelmiş. geç gelinmesi onun suçu değil. teşkilatın suçu olabilir. sen teşkilata ceza keseceksen, onun sorumlusuna git konuş. gariban polisi tartaklıyorsun orda. ayrıca havalanı güvenlik birimlerine de bir laf edeyim. yahu bırakın havalanına kaç yolcu ineceğini, isimlerine tc nolarına, baba adlarına kadar biliyorsunuz. oraya koyun 2 3 fazla görevli. insanları sıraya soksunlar. tek yapmanız gereken bu. aynısı bir çok havalanında oldu. görevliler vızır vızır yönlendirdi bizi. kavga olmadı başka yerlerde. neyse
futbol holiganları var, sen kalkmış ingilizleri övüyorsun diyenler var. birader. bak. kalbini kırmak istemiyorum. sebebi bende zamanında bilmeden çok konuştum. gel sana işin doğrusunu anlatayım. premier ligde bilet bulmak çok zordur. ben 2013'te geldiğim ilk sene hemen gaza geldim dedim bir kombine patlatalım.
ince bir detay ekleyeyim. burda bir çok futbol klubune e-mail attım. hepsi döndü. üstelik kimisi dedi ki, çok mail alıyoruz. cevap vermemiz uzun sürebilir. o yüzden cevap atmazsak sizi sallamıyoruz anlamı çıkmasın eğer işiniz çok çok acildiyse şu numarayı arayın lütfen diye önce otomatik bir mesaj attı. ve dedikleri gibi uygun olunca mutlaka döndüler.
ben türkiyedeki 3 büyüklere e-mail attım. 1 tane geri dönüş alamadım.
herneyse ne diyordum hah kombine alıcaz. chelsea'ye mail attım. mümkün değil dediler. adamlar deplasman kombinesi satıyorlar. deplasmana topluca giden otobüse bilet bile satıyorlar. arsenal'in siteye girdim. gördüm ki, kombine bilet sırası var. tamam dedim. aldım 15pound ödedim. sevindim. iyi dedim giderim. eve 2 gün sonra bilet gibi kocaman bir kağıt geldi. üstünde 45bin küsur bir rakam var. anlamadım. e-mail attım. abi dedim ben 45bininci sırada mıyım? evet dediler. e dedim stad kaç kişilik? 60 bin. e dedim bana sıra ne zaman gelir? dediler tam bilemeyiz. yahu dedim kabaca bişiy söyleyin hele. eğer beklerseniz 7 - 8 yılda gelir belki.
????
7-8 yıllık adamlar full kombine satacakları garanti. ve en ucuz kombine 1500 pound filan. şimdi bak kombine parasını sezon başında alıyorlar. ayrıca her maça gidemeyeceksin. işin çıkar bişiy olur. kendi exchange sayfaları var. ordan biletini satıp biraz para geri alabiliyorsun. klupte ufak bi komisyon alıyor. içerde satılan yenilen içilenin haddi hesabı yok zaten. ama ben türküm ya, benim kafa o verdiğim 15 poundta.
45bin çarpı 15 eşittir 675bin pound. adam sadece sıra satarak bu parayı elde etti. sen git yarış kolaysa avrupada şimdi arsenalle.
devam ediyoruz. holigan diyorduk değil mi? ben londra'daki bütün stadlarda maç izledim. defalarca gittim kimisine. öyle büyük bir şölen ki. herkes birbiriyle taşak geçmeye çalışıyor ama bunun bir oyun olduğunu öğrenmişler. stadlarda alkol satılıyor. ona rağmen herkes usturuplu şekilde takılıyor. zaten polis geniş önlem alıyor. bir olay olursa anında müdahale ediyor. eskidenmiş o kavgalar dövüşler. ben bunu dedim diye hemen aklına ruslar ve ingilizlerin, fransa dünya kupasındaki kavgaları geldiyse, arada öyle 3 5 şey burda olmuyor. polis işini iyi yapıyor gerçekten. orda yabancı ülke, kimbilir neler oldu bilemiyorum. hoş değil tabi ki. onları aklamaya çalışmayacağım. fransız polisini de suçlamayacağım. kötü niyetli insanlar var. ama ben burda holiganlığın h sinin olduğunu bile görmedim. duyduğuma göre fanatik bir milwall taraftarı sahaya girip rakip kaleciyi yumrukluyor. 7 yıl ceza almış. giremiyor maça. maç günleri gidip imza atıyor karakola. 7 yıl sonra, cezası bitince yine gidiyor maça. rakip kaleciyi yumrukluyor yine. adam manyak çünkü. adamın hobisi bu. nolmuş? ömür boyu ceza almış. trabzon'da hakemi tartaklayan adama noldu?
spor haberlerinde, misal alanyalılar fenerbahçe deplasmanına nasıl gelirler? hava nasıl olacak? yolda bakım çalışması varsa başka hangi güzergahları kullanabilirler diye bölüm oluyor .
3. lig'de seyirci ortalaması 7bin. bak 3. lig diyorum. ve nasıl güzel tempolu oynanıyor görsen sen de seversin.
havası kötü sadece buranın. sürekli gri. yağmur yağıyor çok. ama ben çok seviyorum o havayı. tak kulağına kulaklığı, müthiş müzikler eşliğinde yürü. insanlar napıyor? izinlerini kışın sıcak ülkelere, karayiplere filan giderek kullanıyor. yazın da zaten hava güzel.
wimbledon diye bir organizasyon var. (bkz: #50411891) şöyle bir entrymde gitmek isteyenlere ışık oldum. isteyen gelsin gidelim beraber. ayrıca roland garros'a paris'e de gitmek istiyorum. ona henüz fırsat olmadı.
benim açlık sınırım 650 pound burda. ayda 1000 pounda krallar gibi yaşanıyor. asgari ücret 1200. her ay kenara 200 pound atabiliyorum yani. sıkarsam daha fazla da atabilirim. 11 ay çalıssam, çarpı 200 eşittir, 2200 poundum olur. onu da bugün ki tl kurundan 3.75 ile çarpsan. 8250 tl ile bir ay türkiyede neler neler yaparım ben. peheyy.
kültürel olayları buraya yazmaya sığmayacak kadar çok. protestolar bile ilginç. çıplak bisiklet turu diye aratın. bakın resimlere, okuyun niye yapıyorlar. pantalonsuz metro günü var. ona bakın. insanlar özgür. sakallı müslüman otobüs şoförü de var. dövmeli piercingli de. hindu güvenlik görevlisi de var. katolik te. herkes özgür. herkesin yaşamaya hakkı var. sen gel. senin bana saygın olmasa bile senin de yaşamaya hakkın var. ama bana saygını göstermek zorundasın. benim alanıma dokunamazsın. dokundurtmazlar. benim, türkiye cumhuriyeti vatandaşı jzff'in hakkını koruyorlar. ingilizlere karşı da koruyorlar. bana burda saygısızlık yapacak diger türkiye cumhuriyeti vatandasına karşı da koruyorlar. sadece beni değil. 250 milletten insanın haklarını da koruyorlar. herkes eşit burda.
son olarak suudi arabistan'dan örnek vereyim. yukarda bir yerde umre'den bahsetmiştim. 29 yaşımda bende gittim kutsal topraklara. orasıyla ilgili çok şey yazarım ama 3 gün sürer anlatacaklarım. tek bir şey seçicem. kabenin dibinde, bak 20 adım mesafede, her yerde dilenci cocuk vardı. kimisi kolu kesik taklidi yapmış. kiminin ki gerçekten kesikti. bir tane range rover geldi. 8 çocuğu bıraktı. sokaktaki 9 çocuğu götürdü. çocuklar şebekenin bir parçası. dilenci mafyası hakim. bunu ingiltere'de yapamazsın.çünkü ingiltere'de bırak on çocuğu dilendirmeyi, bir çocuğa fiske dahi vuramazsın. eğer vurursan adamın götünden kan alırlar kamil. kan.
not: yine belirtiyorum. bu yazdıklarımın hiç bir tanesi ingiltere'yi övmek için yazılmadı. tek nedeni, adamların standardını anlatıyorum. bilmeyen bilsin. duymayan duysun diye. daha fazla kanıt isteyene sunabilirim kanıtları. paylaşılan linklerde gördüm. moralimiz bozuldu diye paylaşıyorsunuz. moraliniz bozulmasın. kendinizden başlayın değişime. yaşadığınız mekanı değiştirmek zorunda değilsiniz. ülkeyi de değiştirmek için elinizde güç olmayabilir. yönetimde siz söz sahibi olmayabilirsiniz. azınlık bile olmayabilirsiniz. ama kendinize karşı dürüst olun. değişin. bundan sonra her cafedeki garsona, her restoran çalışanına,her hademeye, her size bir şekilde hizmet eden insana, bir gülümsemeyi hal hatır sormayı çok görmeyin. önce kendiniz değişin. adam size ana avrat küfür etse bile siz insanlığınızı bozmayın. vardır garibin bir derdi vardır deyip önünüze bakın. uğraşmayın. dalaşmayın. kavgalardan kaçın. kendinize huzurlu ortamlar yaratın. madem uzaklaşamıyorsunuz, madem kaçışınız yok, kendi küçükmutlu dünyanızı yaratın. biliyorum zor. bazen olmayabilir. ama değişim önce içerden başlar. başkaları sana dellense bile, sen delirme. onun deliliğine ver. seni bozmalarına izin verme. kolay olacağını söylemiyorum. beğeniyorsan, buyur benim tavsiyem bu. beğenmiyorsan, zaten sen tercih etsen de etmesen de gerçek değişmiyor.
edit: trafiği unutmuşum. demin yolda aklıma geldi. onu da ekliyim. şimdi yeni yeni türkiyede bazı bölgelerde gördüm. kavşak içindekine yol ver diyor. burda roundabout denilen o sistem var. hani biz iş makinası izleriz ya. milli ata sporumuzdur. ben burda sürekli roundabout izliyorum. arabalar vızır vızır geçip gidiyor. ambulansa yol vermelerinden bahsetmiyorum bile. onlar zaten şapka çıkarılacak cinsten. ama esas benim takıldığım konu, iki şeritli tek yön yol var diyelim. iki şeritten de gidebilirsiniz. ama sonra tabelalar yardımı ile anladınız ki, sola dönmek icin sol şeritten devam, düz gitmek için sağ şeritten devam etmeniz lazım. ileriden sola döneceksiniz. o zaman sol şeride geçiyorsunuz ve soldan ilerliyorsunuz. buraya kadar normal. soldan giden herkes sola dönecek demek. ister 3, ister 300 araba olsun. bir allahın kulu sağ şeritten uyanıklık yapıp gidip gidip gidip son dakka sola kırıp aralara sıvışmıyor. niye? aptal mı bu insanlar? hayır. medeni çünkü o insanlar. bakın emniyet şeridine girmekten bahsetmiyorum. normal şeritte gitmekten bahsediyorum. adam 300 araba dahi olsa, sırasına geçiyor. bekliyor kendi şeridini. çünkü biliyor ki, o ve onun gibiler sola dönmek için sağ şeridi kapatırlarsa, düz gidecek insanların hakkını gasp etmiş oluyorlar. düz gidecek adam boşuna trafikte beklemiyor o kuyrukta. türkiye'de defalarca olmuştur size bu. sola dönüş sokakta tek şerit var. 2 şerit sıraya giriyor kim önce kaparsa. peki burda niye yapmıyorlar? yap bakalım, evine ceza geliyor mu? gelmiyor mu? üstelik cezalar burda arabaya kesilmiyor. her arabanın 2 kullanıcı hakkı var. arabanın sorumluluğu kimdeyse ona geliyor ceza. o kişinin de belirli puan limiti var. puanı arttıkça cezası artıyor. bir süre elinden alınıyor ehliyeti. mahkemeye çıkıyor. çeşitli kurslar görmesi gerekiyor tekrardan.
futbol ile ilgili de şunu unutmuşum. premier lig maçları dikkatinizi çektiyse hep cumartesi yerel saatle 15.00 da oynanır. bunun sebebi, cumartesi futbol günüdür. pazar ise aile günüdür. çocukları olanlar, çocuklarını her türlü aktiviteye götürür. sunday league denilen pazar ligleri vardır her branşta. babalar, anneler çocukları pazar ligi maçlarına götürür sabahtan. maçlar 12 ye doğru biter, isteyen pikniğine gider. isteyen gezmeye, alışverişe. toplum mühendisliği gerçekten harika. herkes gayet mutlu.
ayrıca evsizleri unuttum. eğer vatandaş isen ve geçim durumum yok diyorsan, devlet sosyal devlet. sana ev vermek zorunda. hakların var. o yukarda saydığım 650 pounda mal olan evi 100 pounda alma hakkın var. council evleri denilen yerler var. devlet ev sahibi. hani dedim ya 3 katlıdan fazla eve izin verilmiyor diye. bazı semtlerde büyük 10 katlı yerler var. ama temtek duruyor ortada. ilkbas anlayamadım ama çoğunu devlet kendi yaptırmış. kiraya veriyor ucuza böyle durumu zorda olanlara. o yüzden evsiz gorunce dısarda anlam veremiyorum. çunku yardım isteyen herkes yardım alabiliyor. bu arada sık sık duyuyorum ki, bu council evlerinden alıp, kendi yaşıyormuş gibi gösterip, boş odayı kiraya veren, hatta utanmayıp tüm evi başkasına kiralayanlar var. yasal değil tabi ki. yapmakta büyük cesaret. ama kimlerin yaptığını az buçuk tahmin etmişsinizdir.
ayrıca evlerin pahalılığına şunu da eklemek lazım. herkes bu ekonomiye güvenip ingiltere'de ev almak istiyor. dolayısıyla arz talep eğrisinde haklı olarak evler çok pahalı oluyor. hep söylerim, suriye'de 100 dairesi bulunan bir adam hata yapmıştır. suriye'de öyle zenginler varmıştır. halbuki ordan 100 dairen olacağına, 50 dairen olsun. git bir tane ingiltere'de al. bir tane ispanya'da al. bir tane amerika'da al. bir tane istanbul, bir tane eskisehir, bir tane izmir'de al. al oğlu al. sepet yap. dağıt riski. hatta aynı gelirin yine olur. ama noldu? savaş çıktı. evler noldu? yerle bir oldu. haa bu arada bende şu an sallıyorum. belki de suriye'de mülk edinme hakkı yokmuştur. ama siz demek istediğim şeyi anladınız. ben biliyorum denizli'de 300 tane dairesi olan adam var. ve bu adamın 2 kızı var. oğlu yok. karısı x5 e biniyor. kendisi yıllarca fiat uno'ya bindi. nice zaman sonra az yakıyor diye gitti bir nissan micra aldı. (lan bu yazıda iyice nissan micra reklamına döndü) ve bu adam hala gece 11 lere kadar çalışıyor. riski dağıtmamış. denizliden 300 daire almış ama peki bu parayı kim yiyecek? söyliyim. damatlar yiyecek. kızlar biraz güzel olaydı belki o damatlardan biri ben olmak için sıraya girerdim ama bilemiyorum altan. para için ruhumu satamam. -
tinder
4 sene önce filan, indirdik bu mereti başladık sağa sola kaydırmaya.
önce, zaman ayırıp kızları inceliyorum filan. gel zaman git zaman fazla eşleşme olmayınca artık incelemenin gerek olmadığına karar verdim. ne gelse basıyorum. arada resimsizler, hatta erkekler çıkmış onlara bile kalp basmışım açık mert korkusuz.
baktım boşu boşuna kendimi yoruyorum. lan dedim, çalışmıyor bu program. iyi yapamamışlar. sildim attım programı. küfrettim.
gel zaman, git zaman, arada duyuyorum. millet tanışmış, bilmem napmış. gaza geliyorum. dur dedim bişiy deneyeyim.
bu aşkı memnu'daki bülent yok mu? küçük çocuk. vucut yapmış filan. zaten küçükken bıçak sırtında filan oynadığından beri severim keratayı. bu elemanın fotoları kullanarak antonio diye bir hesap açtım. kendimi ispanyol diye tanıtıcam. infoya yazdım bişiyler. bu arada belirteyim fake gps ile ülke ülke geziyorum. türkiye'de değilim yani. yoksa tanırlar elemanı.
aga bak, elemanın boşu yok. herkes deli gibi eşleşiyor. ne kızlar var. ulan manyak oldum. kızlarla konuşuyorum filan. kimisine whatsapp verdim. çünkü kızlar istiyor whatsapp filan. yine belirteyim türkiye'de yaşamadığım için +90 lı whatsappım da yok. uyanmıyorlar davaya yani. aga bir hafta kadar oyaladım kendimi. bir süre sonra olaya kaptırdım. sanki resimdeki benmişim gibi karıları ben etkiliyormuşum gibi bir havaya sokunca aklımda o soru şimşekledi.
dedim madem hatunlar vücutlu erkek seviyor, vücudu yaparız, o kolay. 2 dambıl kaldırcaz sonuçta. ama ya kızlar bu çocuğu ispanyol diye sevdiyse diye kuşkum arttı. hesabı komple iptal edip, alper adında bir türk hesabı açtım. bu sefer fotoları değiştirdim. başka kızların ilgisini çekecek bir vucut yapmış elemanın fotoları kullandım.
arada belirteyim, türk dizileri meşhur olduğu için bir kaç yabancı hatun bülent'i tanıdı. sen gerçek değilsin filan dediler. yakalandım da yani. diyorlar ki catfishing yapıyorsun. googleladım hemen. lan hakkaten yaptığım şu olayın literatürde adı varmış ya le.
her neyse alper olarak yürüyorum kızlara. aga alper'de ne atsa vuruyor. kızlar çatır çatır eşleşiyor bende. yine bir süre takıldım. kızlar whatsapplar. hepsi sanal tabi. bir tanesiyle sesli konuştum. kız aradı beni. nasılda bebek bişiy. buluşalım diyor. türlü bahaneler.
evet lan bak hatırladım. kızlara uydurcak bahanem kalmadı. söz vermişim kahve içelim diye. kız bida yazıyor. noldu kahve işi diyor. vay babamın çanagı? vay arkadaş.
bir hafta yine oyalandım. sonra acı gerçekle yüzleştim. yazının başında demiştim ya, benle eşleşen yok diye.
aga dedim bak herifler çatır çatır eşleşiyor. sorun tinder'da değilmiş. sendeymiş aliminyum, dedim. bir hafta depresyonda geçirdim.
tabi durum değerlendirmesi yapıyorsun içinde bol bol. hemen spora başladım. hoca tuttum. lan dedim alın kızlar size vucut yapıcam. 2 dambıl indirip kaldırıcam. hemen sikspek.
aga, yıllarca aşağıladığım o vücutlu adamlar gözümde nasıl büyüdü 2 hafta spor sonrası anlatamam. oğlum ne kadar zormuş o. ben diyordum. peheyy lan zekası yok bunların, ben zekiyim. ağırlık indirmek kaldırmak önemli değil diyordum.
aga hayvan gibi disiplin isteyen bişiy. zor. sakatlanmaman lazım. proteini takip etcen. diyeti ıvırı zıvırı. ama inat ettim. yapacam abi vucut. kaçarı yok. yıllarca arkalarından konuştuğum büyük vucutlu abilerin, meğer kalpleri de çok büyükmüş. ne yüce insanlarmış.
neyse biraz çatıyı topladık. tipi düzelttik. yeni imaj yaptık o sıra. çünkü iş sadece vucutta da değil. saç baş yeniledik. tinder'a kendim olarak geri döndüm. aaaaa hakkaten lan, imaj filan yapınca bizim eşleşmelerde oldu. baya akıyor kızlar bana doğru. ilk deneme benim olmayan ama benimmiş gibi duran bir kaslı sikspek resmi de koymuştum. herşey gayet iyi gidiyor yani. dedim bu işi çözdük.
yine belirteyim ben türkiye'de yaşamıyorum. buluşmalara filan gittim. çok kızla tanıştım. iyi oldu kötü oldu onlar ayrı zaman konusu ama aklıma bir şey daha geldi.
lan nerdeyse 1000 eşleşmem var avrupada. çoğu ile konuşcak vaktim bile olmadı. ki sıkılıyorsun sürekli baştan muhabbet açmaya. bir de cillop kızlar ile tanışmışım gerçek halimle. eşleşmelerin bazısı da çöp, ama aklımı kurcalayan birşey var.
türkiye.
lan hiç türkiye'de denemedim ben bunu.
açtım izmir, istanbul, ankara, antalya, marmaris. bu arada plus üyeliğe filan da geçtim. artık beğenme sınırım da kalmadı. sabah akşam sağa kaydır babam kaydır.
abi canım sıkıldıkça ara ara denedim. 1 hafta sonunda, gelen eşleşmelerin hepsi yabancı kızlar. 2 tane türk çıktı. biri hiç konuşmadı. diğeri de foto koymamış. dağ resmi var amk. erkek bile belki de.
hatta şöyle bir şey oldu türkiye'de. biliyorsunuz bizim kendi iç dinamiklerimiz var.
tinder'ı yanlış anlayıp anasıyla babasıyla resim koyanlar filan çıktı. baya facebook gibi takılmış abla. lan olum bu öyle bişiy değil.
içimde kalan bir ukte daha vardı. ama onu yapmaya üşendim.
taş bir hatun profili açıp, bir süre takılıp, diğer erkeklerin stratejileri ne, neler söylüyorlar, ilk selam taktiği var mı? gibi yöntem avına çıkacaktım. üşendim. yapamadım. yapan varsa yeşillendirsin. taktik öğrenelim.
sonuçlar:
+program çalışıyor. ama tr'de çalışmıyor. ben beceremedim. yalnız yalan olmasın, çok yakın bir arkadaşımın bir garip başarısı var. ama istisnalar kaideyi bozmaz. o konuya girmeyelim.
+sayesinde spora başladım. kendi iç benliğim ile savaştım. acayip keyif alıyorum spordan. elbette tinder tek başına spora başlamam konusunda beni ikna etmedi. ama faydası oldu. dedim aga madem kadınlar kaslı erkek seviyor. haklılar. bende bunu sunmalıyım diye düşündüm. ben meme, göt isterken, renkli göz isterken iyi, hatun kas isteyince kötü mü? hayır. isteyecek tabi. yapacam bende ama seneye ama 4 seneye. hadi bakalım.
+kaslı vücutlu erkekler ile barıştım. onları aşağılamıyorum artık. hatta onlar beni aşağılasın amk.
+aşkı arıyorsanız, her yerden çıkabilir. tinder'dan tanışıp aşık olan arkadaşım var.
+aga ilk kodlayan ne parayı gömmüştür be. ulan türevi bir sürü app var. ama adamlar bu et pazarı olayını çok başka boyuta taşımışlar. (bkz: hesaplayan adamlar) -
2016 turizm krizi
artık iki satır çiziktirme şansı bana da gelmiş olsun madem. keyifle okuduğum başlıklardan burası. canım sıkılırsa açıyorum. okuyorum. bazen sanki 3 bölüm üstüste lost izlemeyi istemek gibi,biriktirip okuyorum.
ben herkesin yazdığı şeyleri tekrarlamayacağım. zaten güzel güzel defalarca anlatılmış.
peki ben ne anlatacağım?
2010 jzff krizini anlatacağım.
başlıkla alakalı gibi durmayabilir ama bence tam alakalı. o yüzden yazmaya devam ediyorum.
82'liyim ben. 2010 yılına kadar defalarca yurt dışına çıkmaya heveslendim. ama o zamana kadar gerek parasızlık, gerek vizyonsuzluk ve gerekse ailemin 'oğlum ne işin var oralarda, başına iş gelmesin' ciliğinden mütevellit yurt dışına çıkamadım. work and travel a gitmeyi çok istedim olmadı. lan evlendim. balayına bile yurt dışına gidemedim. çıldırıcam. 27 yaşıma kadar pasaportum hiç olmadı.
sonra hasbelkader hayatımdaki en iyi şey oldu. boşandım(ki bir ara onu da yazacağım uzun uzun,tatlı tatlı). hayatı tanımak sorgulamak istedim. seyahat etme kararı aldım. ama dedim ki, hayatımda ilk defa kendimi şımartıcam. avrupa'ya gitmek her zaman kolay. hiç gitmedim ama şurası,yakıncacik. ben dedim uzak bir yerlere gideyim.
bir de paris'e gittiğimi anlatsam insanlar zaten gitmiş, karizma yapamıyorsun. roma desen, hala gitmedim gerçi ama, görmüş arkadaşım, görmemiş arkadaşımdan fazladır.
ben brezilya ve arjantin'e gitmeye karar verdim. atladım gittim. o kısmı çok uzatmayacağım. tek şey söyleyeceğim. rio de janeiro sanırım dünyanın en güzel yeri olabilir. ben hayatımda bu kadar güzel doğa,manzara,ortam, şehir kombinasyonu görmedim. ölmeden önce mutlaka gidin. ben bir daha gitmek için fırsat kolluyorum.
o kıtayı seyahatten sonra bende büyük değişim başladı. çok başka bir adam oldum. öncesinden kendimi beğenmez, sorunlarla boğuşurdum. bu gezi sonrası resmen kimliğimi buldum. bunu bana brezilya sağlamadı. gezmek görmek sağladı.
gezmek görmek neden iyidir? çünkü kıyas yapma imkanı sunar. önceden gördüğünüz bir şeyin, farklı insanlar tarafından nasıl değişik algılandığını görünce vay emenike dersiniz.
dünyada bir çok insanın olduğunun bir daha farkına varırsınız. ve büyüttüğünüz sorunların onlar için hiç ama hiçbir şey ifade etmediğini anlayınca, lan aslında o kadar da büyük değil sorunum dersiniz.
ülkelerin nasıl değişik şekillerde yönetildiğini görürsünüz. yeni insanlar tanımak insana vizyon katar. bilmediğiniz çok şey öğrenirsiniz.
özet olarak seyahat beni çok değiştirdi. artık bir yere tatile gidecek isem oranın kültürünü de yaşamak istiyorum. kafam öyle dağılıyor. sokaklarında sanki o ülkenin vatandaşı gibi yaşamak istiyorum.
şimdi konuyu bağlıyorum bu krize.
dünya globalleşiyor. kim ne yapsın senin çomar tatil anlayışını? sokağa çıkıp kültür edinmek istiyor turist. tatil köyünden dışarı çıkartmamak zaten ilk kurşunu kendi topuğuna sıkmaktır. yıllarca halk ile harmanlanmamış turist geldi ülkeye. ne vizyon geldi bize, ne misyon. anca yeşil dolar girdi ülkeye. onlarda ticari raporlarda iki sayı bizim için.
ben ülkeme gelen turist ile daha çok haşır neşir olmak isterdim. hemen kötüye yormayın. sevişmek istemiyorum. heteroseksüel bir erkek olmama rağmen, couchsurften çok sayıda erkek surferda ağırladım. toplamda 200 civarı insan gelip kalmıştır evimde. denizli'de yaşıyordum türkiyede. couchsurf ise bilinen bir şey değildi o zamanlar. yazan bilen çoğu insanı ağırladım. o kadar çok şey öğrendim ki. bana o kadar çok şey kattılar ki.
bu turizm iyileşse bile yolu yol değil. zaten talan edilmiş ve edilecek arazilerin sonu elbet ne olacak biliyor musunuz?
pamukkale gibi olacak. ben küçükken yolda yürünmezdi kalabalıktan. o kadar güzeldi ki. pamukkale'ye gelip kalırdı insanlar. senin elinde müthiş bir şey var. dünya mirası. noldu sonra? yanlış politikalar sonucu yok oldu gitti. gidin bakın otellere sinek avlıyor kaç yıldır. senin kültürüne gelmiyor insanlar türkiye'ye. doğana güneşine geliyorlar. senin onu kültürün ile harmanlayıp komple paket sunman lazım. iyileştirmen lazım.
ama sen napıyorsun? güneş, kum, deniz var nasılsa. eşşek gibi gelecekler diyip şımarıyorsun. sonra zaten küstürdüğün yerli turist avına çıkıyorsun.
vakti zamanında denizli'den bir arkadaşım söylemişti. denizli'den ıspartaya gidip kayak yapıp kalıp geri dönmek, prag'a gidip kayak yapıp kalıp geri dönmekten daha pahalıymış.
burda ben ısparta niye pahalı diye eleştirmiyorum. prag daha ucuz abi. mal mıyım ben? prag'a giderim diyorum. insanlarda öyle yapıyor. aynısı sahil şeridi içinde geçerli. birbirine saygısız, bulduğu ilk fırsatta beni dolandıracak adama para kazandıracağıma, bana vizyon katan başka ülkeye gider gerekirse daha çok para harcarım. en azından huzur dolu olurum.
küçükken niye bilmiyorum(biliyorum da çaktırmayın), yunanlardan nefret ederdim. öyle bir gazla büyüdük hep. sonra büyüdüm, yunan 2-3 arkadaşım oldu. dünya iyisi çocuklar. sonra anladım. dünyayı milliyetine göre yargılamak çok saçma. elbette işini iyi yapmaya çalışan otellerde vardır bu ülkede. ama malesef kurunun yanında yaşta yanacak ve o itfaiye o hortumu vermeyecek. çünkü verirlerse yetmez ama evet ben de sikerim.
edit: bosanma ile ilgili yazicam ama coook oncelerde soyle bir evlilik yazisi yazmistim. bosanmamaniz icin evlenirken iyi karar vermek lazim. (bkz: #59128000)
edit 2: aslında ülkede kumar filan yasak değil. iddaa filan oynatılıyor. ganyan bayiler tıklım tepiş. sayısal her hafta devrediyor. dolayısıyla kumar yasak değil. sadece şekli başka. naçizane önerim, kıbrısa, maltaya, bulgaristana giden kumarcı türkleri boşuna kaptırmayalım. pamukkaleyi las vegas yapın. mis gibi sadece orda kumar oynansın. vergisini de babalar gibi alın. ama kafa basmaz ki. pamukkale olması sart değil. çorum da olabilir. yozgatta olabilir. sonucta las vegas çölün ortası. -
yurtdışında yaşamak
direk şöyle bir hayat hayal edin.
istanbul'da asgari ücretle çalışıyorsunuz.
bir cafede garsonsunuz. çalıştığınız işyerine gelen müşteriler sorunsuzca ve güleryüzle halinizi hatrınızı sorarak siparişlerini veriyorlar. yok yok 1-2 tanesi değil. hemen hemen hepsi. herkes güler yüzlü. herkes mutlu.
bir mağazada kasiyersiniz. 32'sinde menopoza girmiş gibi gergin bir abla gelip, bana müdürünü çağır demiyor. müdürünüz gelince de sizi azarlamıyor. yaptığınız işlem doğru olduğu halde sizi, müşteri önünde ezmiyor müdürünüz.
asgari ücretle yaşıyorsunuz ama yaşadığınız semt şehir merkezine çok uzak değil. en fazla 30dk içinde merkezdesiniz. yaşadığınız semtte varoş ve tehlikeli bir semt değil. ve şehrin diğer ucuna ola ki bir işiniz düştü. metro ve metrobüs o kadar düzgün ki, maltepe'den atatürk havalanına 1 saat 10 dakkada gidiyorsunuz akşam iş çıkışı saati.
bu ay para biriktirdiniz. araba alacaksınız. 600 tl'ye 8 yaşında bir nissan micra mı alacaksınız? yoksa 800 tl'ye peugeuot 206 mı? bu ayki sorununuz bu.
cep telefonu yenileyeceksiniz. iphone 6 plus istiyorsunuz. 600 tl de o tutuyor. iphone sevmiyorsanız da, samsung s7 450tl. htc one 250 tl. asus zenfone huawei filan iş gören süper akıllı telefonlar 200 tl.
zaten cep telefonu operatörünüze aylık 2 gb 4g internet , sınırsız mesajlaşma, sınırsız avea arama, 1000 dk digerlerini arama için 12 tl ödüyorsunuz.
çoştunuz bilgisayarı da yenileyeceksiniz. macbook 800 tl. hadi o pahalı geldi. iş gorur yeni model sıfır laptop 300tl. 400tl.
milletin youtube videolarını gorup 4k filan olaylarından gaza geldiniz. ve az biraz tasarruf ettiniz, go pro black edition 400 tl. asgari ucretin 3te1 i işte.
canınız eğlence mi çekti? . şehrin göbeğinde, taksimde 50lik bira3 tl. 6 tl ye sinema. öyle kenar sinema, barlar, publar değil. gayet güzide yerler. boğaz manzaralı cluba gittinse de bira 6tl. ama bu sefer maruz görürsün ki 33lük. olsun votka vişne iç sende. 7 liraya.
işinden sıkıldın mı? başka bir iş mi arıyorsun? korkmana gerek yok. buradaki işi bir daha bulamam diye çekinme. her yerde iş dolu. sen yeter ki çalışmak iste. işsizlik diye bir şey yok. olur da sana denk geldi. mobbing mi var? git başka yerde çalış. olacağını sanmam ama patronun saygısızlık mı etti? hemen bas istifayı. yarın başka iş bulabil. patron maaşını değil 1kr eksik, 1 saat geç yatırmıyor.
demokratik hakkını aramak mı istedin? polis ile münakaşaya girmeden, söyleyeceğini söyleyebiliyorsun. sonra efendice çekip gidiyorsun. muhatabın belli. limitleri aşarsan da mahkemede usulünce yargılanıyorsun. cezanı çekiyorsun. vurulmak, dövülmek, gaz filan yok. seni ekip aracına düzgünce alıyorlar.
trafikte ekip mi çevirdi? polis kimliğin yoksa sana 7 gün mühlet veriyor. gidip kimliğini gösteriyorsun sonra.
alkol muayenesinden mi kaçtın? alkollü muamelesi görüyorsun. tv kameralarına komik görüntüler vermiyorsun.
yalnız mısın? sevgili mi bulmak istedin? senin gibi bir çok insan var. ve kimse kasıntı değil. düşün istanbul'da kızlar teklif ediyor. ikili sohbete girip devamını getirebilmek bir toplum tabusu değil. gergin başlangıçlar yok. düşün. öyle bişi.
konsere, tiyatroya, maça mı gideceksin? elini çabuk tut. 1-2 ay öncesinden tüm aktivitelerin biletleri satılmış. derbi boş tribünlere oynanmıyor. düşün. maç içersinde feci sert iki rakip maç sonu öpüşüp tebrikleşiyor.
senin takımın 3 0 yenik durumda iken 89. dakikada skoru 3-1 yapıyorlar. stadın halen yüzde 90 ı dolu. ve golü alkışlıyorlar. çıkanlar da maç sonu sıkışıklığına kalmayalım diye erken çıkmak isteyenler. zaten maç bitince yenilen takım bile tribünleri dolaşıyor
yine düşün maçtan sonra asan kesen spor programları yok. yerine güzel güzel futbol konuşan, magandalığı özendirmeyen programlar var.
düşün istanbul'un her yanı engelli yolları. bedensel engellilere hayatı daha da kolaylaştırmışlar. tüm sosyal etkinliklerde engellilere en önde yer ayrılmış. özel araçlarla oralara taşımışlar. refakatçisi olmasına gerek dahi olmadan izleyebiliyor etkinliği. allah göstermeye bir kaza yaptın, sen engelli oldun. hayatın kaymıyor. sana ev veriyorlar. araba veriyorlar. sosyal imkanlar var. hayata küsmüyorsun. yeniden tutunacak dal veriyorlar.
düşün istanbul'un her noktasına bisiklet noktaları koymuşlar. isteyen kiralıyor. zaten trafikte bir sürü bisikletli. oradan oraya vızır vızır gidiyor.
düşün eve erzak almaya çıktın. 30 tl ye evde tek başına sana 1 hafta yetebilecek kadar yiyecek içecek stoğunu yaptın. tamam hadi biraz abartın 40 olsun. 50 olsun. tamam hadi 8 li teneke kola da aldın 52 lira olsun.
uzatabilirim ama uzatmıyım.
yurtdışı böyle bir şey işte. o düşündüğün şeyler başka yerlerde gerçek. görmeyen bilmeyen yok zannediyor. varmış ya le