tilion10
profili

  • tr'de herkesin birbirini dolandırmaya çalışması

    başlığın doğrusu türkiye olacaktı fakat malum karakter sınırına takıldı.

    son zamanlarda sıkça rastladığım olay. sözlükte bile açılan başlıklardan bunu görebiliyorsunuz. esnafından tüccarına kurumsal şirketlerinden ufak kobilerine iş ortaklarından, tanıdığınız kişilere hatta arkadaş çevresine kadar herkes birbirini dolandırmaya çalışıyor.

    ilk başta çaba gösterip durumu düzeltmeye çalışsanız hakkınızı arasanız da daha sonra bunun çok vaktinizi çaldığını fark ediyorsunuz. hukuk ve adalet sisteminin yozlaşmış olması neticesinde kendinizi bir anda buna alışmış/alıştırılmış halde buluyorsunuz.

    büyüğünden küçüğüne herkes dolandırılmayı sindirmiş durumda. bu ülkedeki çok kişi ve kurum da hiçbir bedel ödeme korkusu olmadan istediğini yapıyor.

    bir galerici 80.000 km'de hurda aracı toplayıp temiz ikinci el diye satabiliyor. en güvenilir tatil sitelerinde turizmciler oda fotoğrafını farklı, gerçekte olan odayı farklı koyabiliyor. marketten aldığınız 100gr'lık ürün 80gr çıkabiliyor. alışveriş sitesinden aldığınız ürünler sahte çıkabiliyor. hatta hiç ürün gelmeyebiliyor. profesyonel iş hayatında bile işin başında farklı, sonunda farklı konuşup sizi zarara sokabiliyor insanlar. 2km'lik yolu 10km haline getiren taksicilere, aracınızda hasar olduğunda 1000 liralık hasara olmayan şeyler katarak 3000 lira yazan sanayi kurnazlarına girmiyorum bile.

    en basitinden buradaki rezalet başlıklarını ele alalım. öyle bir durumdayız ki eğer bu başlıkların hepsine topluca tepki koyacak olsak, hiçbir gsm operatörünü kullanmamamız, hiçbir teknoloji mağazasından alışveriş yapmamamız, hiçbir internet sitesinden ürün almamamız lazım. elin oğlu "bu güzelmiş ya alayım şundan" deyip checkout'a basarken sen gidip şikayetvar yorumlarını okuyor, ekşi sözlüğe bakıyor ve ürün altındaki yorumlara göz gezdiriyorsun. kendince sitenin dolandırıcı olup olmadığını anlamaya çalışıyorsun. belki birkaç gün mesai gibi zaman vakit harcıyorsun. herhangi bir olumsuz durumda haklı olsan bile yasal çabalarının fayda getirmeyeceğini bildiğinden gelip haklı isyanını buraya yazarak kamuoyu oluşturmaya çalışıyorsun. bu çok acı bir durum değil mi?

    ben artık toplum nezdinde, milletimiz hakkında sürekli pohpohlanan "anadolu insanı" diye tabir edilen topluluğun o kadar da masum olduğuna inanmıyorum. bu ülkede dürüst namuslu insanlar gerçekten çok çok azınlıkta ve kendini güvenilir, dindar, helal süt emmiş diye nitelendiren insanlar bile bundan geri kalmıyor. ve bu zaman içinde günden güne daha kötüye gidiyor.

    edit: national geographic'in yaptığı "dolandırıcılar şehri istanbul" isimli belgesel.
    bir ekspertiz şirketinin cinayete teşebbüs isimli videosu.
    hepimizin aşina olduğu telefon dolandırcılığı.
    bir diğer konu emlak dolandırıcılığı.
    çok kullanılan bir alışveriş sitesinin sahte parfüm dolandırıcılığı. 2, 3
    çiftlik bank, mega holdings gibi saadet zincirleri...

    örnekler çoğaltılabilir.

    bu yukarıdaki örnekler gibi her gün binlerce dolandırıcılık yaşanıyor. dolandırıcılık faaliyetleri artık bakterilerle insanların savaşına benzemeye başladı. nasıl bakteriler antibiyotiğe bağışıklık geliştiriyorsa, sizin de her yeni çıkan dolandırıcılık yöntemini biliyor olmanız gerekiyor. siz bunları öğrendikçe yeni yöntemler çıkıyor ve bu döngü böyle sürüyor.

  • 2016 ekonomik krizi

    öncelikle uzman bir ekonomist değilim. dolayısıyla kriz durumunu sosyolojik açıdan yorumlamaya çalışacağım. bundan önceki yıllarda bu kadar hissedilmese de şu an verileri okuduğumuzda ekonomi de gözle görülür bir düşüşü görebiliyoruz. fakat şimdiki mevcut durum "kriz"den çok bir durgunluk olarak tanımlanabilir. türkiye gibi ülkelerde kriz ancak bıçak kemiğe dayandığında çıkar. eğer bir avrupa ülkesi olsaydık, şimdiye kadar çoktan halk sokağa dökülmüş, iktidar sarsılmış, önlemler alınmaya başlanmış olurdu. fakat söz konusu ülkemiz olunca freni boşalmış kamyon gibi krize gitmemiz halkın bir kısmı başta olmak üzere çoğu kişide etki yaratmıyor.

    ülkemizin ekonomik ve mali durumuna ilişkin sayısal veriler yukarıda sayfalarca yazılmış. toplumun bir kısmı bu verileri krizin varlığına dair kanıt olarak gösteriyorken diğer kısmı ise yapılan harcamalar üzerinden bunu değerlendiriyor. peki türkiye'de ekonomik kriz var mıdır? şu an bir krizden söz etmek mümkün değildir. bunun sebebi geçmişten günümüze gelen biat kültürümüzden kaynaklanıyor. gelişmiş ülkelerde "devlet birey içindir" anlayışı mevcutken bizde "birey devlet içindir" anlayışı var. insanlar aman devletimize zarar gelmesin diye kendilerine uygulanan vergi artışı, ek vergiler, sgk uygulamaları gibi her politikayı kolayca kabulleniyorlar. mevcut iktidar sayesinde kendi içinde bulundukları durumu "batılıların türkiye üzerindeki oyunları" olarak nitelendirip, iktidar partisini kurtarıcı olarak görüyorlar. onlara kalsa çoktan krizdeydik fakat erdoğan batılılarla savaşarak bunu engelledi ve hala savaşmaya devam ediyor anlayışı mevcut. böyle bir ülkede bir ekonomik krizden bahsedilemez. fakat bir şeylerin yolunda gitmediği çok açık.

    bu son aşamada devletin yaptıklarına göz atarsak, yılbaşından sonra sgk prim tavanlarının artacağı söylendi, bireysel emeklilik sistemi zorunlu hale getirildi. yine yılbaşından sonra araçlardan alınan ötv'de ciddi oranda artış yapılacağı söyleniyor. benzindeki ötv günden güne artıyor, bizzat devlet eliyle kayıt dışı paranın önü açılmış durumda ve türkiye kara para cenneti haline geldi. sadece bu kaynak arayışları bile ekonominin gidişatının iyi olmadığının bizzat devlet nezdinde doğrulanmasıdır.

    türkiye'de toplumu ele alalım. şu an türkiye'de toplumda müthiş bir kutuplaşma mevcut. halk %50-%50 olarak ayrılmış, ayrıştırılmış durumda. iktidarın müthiş bir medya ağı mevcut ve bu medya ağı 7/24 iktidar propagandası yapmakla meşgul. gelirdeki eşitsizlik inanılmaz ölçüde artmış durumda. orta kesim yok edilmiş ve yılbaşından sonra gelecek sgk artışıyla geliri 10bin tl ve üstü olan maaşlı orta sınıfa bir darbe daha vurulacak. türkiye'de toplam milli geliri nüfusun çok çok azı kontrol etmekte. insanlar sırf işe girebilmek ya da kadro bulabilmek için iktidar partisine üye olup reisçi olmak zorunda kalmış. kısacası iktidar toplumun %50'sini kabul ederken diğer kesimi dışlamakta. bu da kriz var - kriz yok tartışmasını körüklemekte.

    vergi sistemi orta çağ avrupasına dönmüş durumda. vergi alırken sosyal devlet, hizmet verirken liberal devlet anlayışı mevcut. doğrudan vergiler %30 iken ötv kdv gibi dolaylı vergiler %70'e ulaşmış durumda. iktidara yakın holdinglerin milyonlarca liralık vergi borcu vergi aslıyla birlikte tek kalemde silinmekte. bu durum bir avrupa ülkesinde meydana gelse insanlar hükümeti protesto edip kendini sokağa zincirler. nitekim bunun en net örneğini yunanistan'ın kemer sıkma politikalarına halkın verdiği tepkide gördük. bu kadar yoğun tepkiler olmasına karşın hala oradaki bir vatandaşın asgari gelir - ödediği vergi oranı türkiye'den kat kat düşük durumda. fakat yukarıda da belirttiğim gibi "aman devletimize zeval gelmesin" anlayışı türkiye'de var olan ekonomik bozulmanın etkilerinin görülmesini zorlaştırıyor. kısacası yunan yorgo verdiği verginin hesabını devletten sorup hakkını arıyor ve ekonomik bozulmadan sorumlu olan hükümeti sokağa çıkıp protesto ediyorken bizim kazım abi mevcut durumu "bunlar amariganın oyunları" şeklinde yorumluyor. ülke, iktidarın at koşturduğu bir aile şirketi gibi yönetiliyor. hukuk sistemi bitmiş, sayıştay işlevsizleştirilmiş tek yaptığı kendine gelen raporların altına imza atmak olmuş. ülkedeki istikrar ortamı bozulmuş güçler dengesi yok edilmiş ve nereye avm yapılacağından tutun hangi ihaleyi kimin alacağında kadar her şey tek bir adamın iki dudağı arasında.

    sonuç olarak ülkedeki ekonomik gidişat kötü mü? felaket. ama toplum kendisine yapılan propaganda sayesinde bunu kabullenmiyor. vergisini verdiği devleti sorumlu tutacağına "işte bakın görüyorsunuz 15 temmuz'da yapamadıklarını böyle yapıyorlar" diye düşünüyor. dolayısıyla sesini çıkartmıyor biat ediyor. hakkını arayan vergisinin hesabını soran bir birey olmak yerine kul olmayı tercih ediyor. böyle bir ortamda krizden söz edemezsiniz. verdiği emeğin karşılığı ile sosyal faaliyetlere, her çeşit gıdaya, iyi kötü bir ulaşım aracına sahip olması gereken adamın ekmek arası helva yiyip "çok şükür bugün de doyduk" dediği ve bunu iktidar tarafından kendisine verilmiş bir lütuf olarak gördüğü bir ülkede krizden söz etmek mümkün değildir. ekonomik kriz bu yüzden sadece iktidar yanlısı olmayan eğitimli orta muhalif kesimi vuracaktır. ve sadece onlar tarafından varlığı kabul görecektir.

  • öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler

    dil sürçmeleri ve unutkanlığın rastgele biçimde gerçekleşmediği ve bunlarda şaşırtıcı derecede bilinçaltımızın etkin bir rol üstlendiği.

    şimdi 1895 yılında meringer ve c mayer konuşma ve okumadaki yanlışlıklar adlı bir kitap yayınlıyor ve bu konuyu araştırıyorlar. yaptıkları araştırmalar neticesinde dil sürçmelerinin rastgele gerçekleşmediği ve ruhbilimsel bir düzeneğin olduğu sonucuna varıyorlar. yani bu arkadaşların söylediğine göre dilimiz sürçtüğünde yanlışlıkla ağzımızdan çıkan kelime ve cümleler aslında demek istediğimiz kelime ile cümlelerle ortak bir paya sahip. hatta kimi zaman aslında söylemek istediğimizi gizlesek bile bilinçaltımız dil sürçmesi yoluyla buna engel oluyor. nasıl mı?

    psikiyatrist abraham brill'in bir hastası bir gün kendisinden bir randevu alıyor. fakat randevu gününde kendisine bir mektup yollayarak "önceden görünen sebeplerden dolayı gelemiyorum" yazıyor. yani basit bir dil sürçmesi. aslında hasta buradan "önceden görünemeyen" demek istiyor fakat bilinçaltı devreye girerek dil sürçmesi yoluyla hastayı ele veriyor. brill araştırmaları sonucunda görüyor ki birileri hastaya "o doktora gitme" demiş. hasta da brill'i kırmamak için böyle bir mektup yollamış. mesela bunun en popüler örneklerine nerede rastlıyoruz bir göz atalım bunların çözümlemesini de siz kendinize göre yaparsınız artık:

    (bkz: tek millet tek devlet tek din tek bayrak)
    (bkz: evlatlarıma helal lokma yedirmedim)
    (bkz: hırsızlık babadan evlada geçer)

    bu arkadaşlar ayrıca unutma konusuna da da araştırma yapıyorlar ve görüyorlar ki insanlar unutulan bir adı ararken yani düşünürken belli bir harfle başladığını anımsıyorlar ve genellikle bu yanlış bir harf ya da kelime oluyor. işte bunda da dil sürçmesinde olduğu gibi düşüncede de bir sürçme meydana geliyor. yani hatırlamak istediğimiz bir isim yerine onunla ilgili başka bir ismi hatırlıyoruz.

    freud kitabında bu çalışmaya değiniyor. dediğine göre freud bir gün başkenti monte carlo olan monaco'nun adını hatırlayamıyor ve düşünmeye başlıyor. aklına gelen şeyler; piedmont, albania, montevideo, colico gibi kelimeler. sonra monaco olan ülkenin adını doğru bir şekilde hatırlayınca düşünmeye başlıyor. fark ediyor ki ilk aklına gelenler yanlış olsa da çoğunda genellikle "mon" hecesi var. yani zihnimiz hatırlamaya başladığımızda hafızamızı tarıyor. bildiğiniz yapboz gibi bütün parçaları deniyoruz en sonunda doğruyu hatırladığımızda "hah evet buydu" diyoruz. mesela daha iyi anlamak için şöyle bir örnek verelim kendimize başkenti monte carlo olan ülke hangisiydi diye sorsak cevabı düşünürken etimolojik olarak monaco ile ilgisiz olsa dahi aklımıza liechtenstein gelebilir. çünkü ikisi de avrupa'da yer alan küçük birer ülke. yani zihnimizde ortak bir paydayı paylaşıyorlar.

    yapacağımız işleri unutmamızı da "amaç" olgusuna bağlıyor freud. yani sabah evden çıkarken bize gelirken yoğurt al dendiğinde biz bunu bir amaç olarak beynimize kaydediyoruz ve bu amaç beynimizde uyukluyor. yani stand by konumunda bekliyor. bu amacın tekrar aktif olması için bunu çağrıştıracak bir şey olması gerekiyor. yani bu amacı bize hatırlatacak bir etki. çoğunlukla eve giderken mahallede bakkalı görmemiz ya da akşam ne yiyeceğimizi düşünmemiz bu uyuklama modundaki amacı harekete geçiriyor. "ha yoğurt alacaktım sahi" diyoruz. eğer bir tetikleme olmazsa eve elimiz boş gidiyoruz. eşimiz annemiz artık evde kim varsa fırçamızı yiyip tekrar yoğurt almaya dışarı çıkıyoruz. burda dikkat edilmesi gereken en büyük husus amaçsız unutmalarda belli bir isteksizlik bulunduğu. yani beyin siz istemediğiniz için stand by durumundaki amacı aktif hale getirmiyor öylece bekletiyor. misal aramızda soğukluk olan sevgilimizle görüşmeye gideceğiz ama saati unutuyoruz ya da onu bir saatte aramamız gerekirken bunu unutuyoruz. sevgilimiz tabi bize "sen iyice öküz oldun eskiden böyle yapmazdın diyor" e tabi haklı. hatırlayın ilk buluşmada dakikada bir saate baktığınızı. nasıl heyecanlandığınızı. çünkü aşk dedikleri çok güçlü bir uyarıcının etkisi altındaydınız o zamanlar. ama şimdi her şey monotonlaştı. sıradanlaştı. bu araştırmanın sonucunda varılan sonuç; kişi eğer önemli şeyleri unutuyorsa bilinçaltında bu şeyleri önemsiz olarak görmek istiyordur.

    mesela bilinçaltımıza göre unuttuğumuz şeylerin bazıları aslında olmasını istediğimiz şeyler de olabiliyor. örneğin bir adam evlilik arefesinde nişanlısıyla tramvaya binerken hep iki bilet alıyor. evlendikten sonra işler iyi gitmiyor ve adam boşanmak istiyor. eşiyle eve dönerken bu sefer biletçiden tek bilet istiyor. sonra unuttuğunu fark ederek iki tane diye düzeltiyor. bu davranış da adamın aslında eşinden boşanmak istediğini bilinçaltının unutkanlık yoluyla dışa vurmasından kaynaklanıyor.

    bilinçaltımız sadece unutma ile de sınırlı değil. hatırlamada da etkin bir rol oynuyor. yanımızdaki ile aynı anda aynı şeyi düşünmemiz yani "kalp kalbe karşıymış" dediğimiz şey freud'a göre aslında bilinçaltımızın ta kendisi. örneğin brill'in freud'a anlattığı bir örnekte, brill karısıyla yemeğe gidiyor. ve brill yemek yerden hiç alakası yokken uzakta olan arkadaşı için acaba şu an richard ne yapıyor diyor. karısı da ona aa kalp kalbe karşıymış bende tam içimden aynı şeyi geçiriyordum diyor. brill ne yapıyor peki? aşkım altıncı hissin ne kadar harika demiyor tabi. kesin bi bokluk var. ya ben ona bu düşünceyi bir şekilde geçirdim ya o bana diye düşünüyor. yemek boyunca bir türlü işin içinden çıkamıyor bu durumun. ulan hiç konusu bile geçmedi herifin nasıl oluyor bu şimdi diye düşünmeye devam ederken imana gelir gibi oluyor. burası şaka değil gerçekten olayın gizemli bir yanı olduğunu kabul ediyor. karısıyla hesabı ödeyip çıkarken richard'a tıpa tıp benzeyen bir adamı vestiyerde beklerken görüyorlar. brill'in getirdiği açıklama ise karısıyla birlikte oraya giderken kalabalık içinde o adamı gördüler, ya da adam yemek yerken yanlarından falan geçti fakat bunu kendileri farketmese bile bilinçaltıları bunu richard'la eşleştirip onu kendilerine hatırlattı. tıpkı şimdilerde bu bilinçaltımıza televizyonlarla mesaj veriyorlar dedikleri bilmem kaçıncı kare olayı gibi. aslında biz fark etmiyoruz ama bilinçaltımız sürekli gördüklerimizi duyduklarımızı tarayıp hafızasına kaydetmekle meşgul.

    diyeceğim o ki unutma, hatırlama, dil sürçmesi bunların hepsinin bilimsel olarak açıklaması bilinçaltı ile yapılmakta. şunu da eklemekte yarar var freud'un araştırmaları çok eski ve üzerine yapılmış bir sürü yeni araştırma var. artık pek rağbet görmediği söyleniyor. yani durduk yerde sevgilinize gidip sen doğum günümü unuttun demek ki beni artık istemiyorsun diye trip atmayınız sevgili arkadaşlar.

    kaynak: sigmund freud - günlük yaşamın psikopatolojisi

  • gürses opel rezaleti

    kriz yönetimi konusunda tez yazmış bir iletişimci olarak söylüyorum. bir kurum nasıl kendini bu derece batırır, kurumsal algısını ve marka değerini nasıl bu kadar yerin dibine sokar aklım almıyor. 2016 yılında hala kriz yönetiminden bihaber kişilerin böyle kurumsal diye tabir edilen markalarda görev alması içimi sızlatıyor. hadi acil kriz durumları için bekleyen bir kriz yönetim ekibiniz yok da sizin hiç mi pr sorumlunuz yok? müşteri memnuniyetini sağlamak adına çalışan personeliniz ne iş yapıyor? kurumun yapacağı iş aslında gayet basitti.

    - öncelikle bir kriz masası oluşturup yönetimle koordineli olayı inceleyecekti
    - hatayı kabul edip özür dileyerek mağduriyetin giderilmesi adına hızlı bir şekilde çalışacaktı
    - yapılan her adımı tek tek yönetimden bir kişi arayıp müşteriye bilgi verecekti.
    - müşterinin mağduriyeti giderildikten sonra aracı geri alıp aynı aracın sıfırını hediye edecekti. hadi bu yapılmadı mağduriyet tamamen giderildikten sonra kurumsal prestij için ücretsiz bakım, kasko gibi ufak hediyeler verilecekti.

    peki siz ne yaptınız?

    - hatayı müşteriye yüklediniz.
    - sizin personelinizin sarhoş ve ehliyetsiz olarak arabayı servisten çıkarıp başka bir araca çarpması yeterince rezil bir olay değilmiş gibi karşı tarafın ücretini mağdura ödetmeye kalktınız.
    - müşteriyi geri kazanmak yerine dava açarsanız anlaşmayı çekeriz ona göre diye tehdit ettiniz.
    - müşteriyi kendi hatası olmamasına karşın otoparkta araç peşinde koşmak, kaza yapılan şahısla görüşmek zorunda bıraktınız. zamanını, enerjisini, sabrını, moralini, güvenini yediniz.
    - anlık ve interaktif bir ortam olan sosyal medyadaki tepkileri ciddiye almadınız. nasılsa yazarlar yazarlar susarlar sandınız.
    - müşteriyle tartışmaya girerek eşinize dostunuza burada karşı yazı yazdırdınız.
    - koskoca opel türkiye olarak olaya el koyup krizin büyümesini engelleyebilecekken kardeşler kebap salonu mantığı ile müşteriyi arayıp "naptın bayiyle anlaşabildin mi?" diye saçma sapan sorular sordunuz. işi uzattınız yokuşa sürdünüz.

    arkadaşım hadi kriz yönetimini bilmiyorsun bari tarihte yaşanmış örneklere bak. aç domino's pizza krizini incele. adamların dandik bir şubede 2 personel yüzünden nasıl küresel çapta kriz yönetimi yaptığını gör. bu olay yüzünden koskoca ceo'nun youtube'da video çekip nasıl özür dilediğini krizin tekrar yaşanmaması adına ne gibi önlemler aldığını anlatmasını izle. bu işler esnaf mantığı ile çözülecek işler değildir. siz kendinize göre belki 1 sıfır araba bedelinden kurtuldunuz ya da 20-30 bin tl ekstra masraftan kurtuldunuz ama milyonlarca lira reklamla bile kapatamayacağınız yaralar açtınız hedef kitlenizde. günümüzde en etkili pazarlama yöntemlerinden biri word of mouth marketing'dir. yani ağızdan ağza pazarlama diyoruz biz buna. siz opel'in televizyonda reklamını görürsünüz geçersiniz. bu reklamları her firma veriyor ve tüketici reklam olduğunun farkında. araç arayışındaki biri için seçici bir özelliği yok. fakat bir dostunuz size gelip "gürses opel mükemmel bir firma inanılmaz iyi bir servisi var" demesi bu olayı örnek vererek "bir tanıdık şöyle bir sorun yaşadı hemen şu şekilde çözdüler" demesi otomatikman sizi ve opel tercihini birinci sıraya yerleştirir. tam tersi de aynı negatif etkiyi gösterir. kendinizi opel ile alakası olmayan araç alma fikrine sahip sıradan bir hedef kitle olarak düşünün. biri size bu olayı anlatsa kendinizi kafadan elemez misiniz?

    burada krizi çözmüş olsaydınız belki de krizi fırsata çevirebilecek ve krizden daha güçlü bir şekilde çıkabilecektiniz. ama yaptıklarınızla şimdi burada binlerce kişi sizi aklına kazıdı. binlerce kişi aracını size bıraktığında güven duymayacak. bu yüzden diğer alternatiflere yönelecek. binlerce kişi siz fiyat verdiğinizde "olsun odak opel bin ikibin daha pahalı ama hiç değilse güvenilir" diyecek. tercih edilmeyeceksiniz. kısa vadede üç kuruş kazanmışken uzun vadede zarara gireceksiniz. üstelik olay opel turkiye ve opel global tarafından da takip ediliyor şimdi. kendi markanız tarafınızdan global ölçüde mimlenecek belki yaptırıma uğrayacaksınız. dua edin de opel global marka değerini zedelediğiniz için size dava açmasın. kendi elinizle, el birliği ile koskoca bir dealer nasıl yerin dibine batırılır şeklinde pr bölümlerinde tez konusu olacak seviyeye getirdiniz kurumu. zor iş gerçekten. bravo.

  • çevik kuvvet polislerinin gestapoya dönüşmesi

    son zamanlarda sıklıkla gözlemlediğim olay. istanbul'da sürekli birilerini dövüyorlar grup halinde gezerek insanlara emirler yağdırıyorlar. birileri kendilerine orada olma sebeplerinin dövüp bağırdığı insanları korumak olduğunu hatırlatması gerekiyor. genelde her gördüğümde bulaşmak yerine karışmadan yoluma bakmayı tercih ettim. araya aldıkları insanlar hakkında "ne yaptı acaba" diye düşünmekten öte gitmedi yaptığım eylem. ta ki düne kadar. dün akşam saat 21 suları aksaray metro durağında inerek parkın yaya yolundan eve doğru yürüyorum. arkamdan 12-13 kişilik bir çevik kuvvet polis grubu aralarında muhabbet ederek geliyordu 4-5 kişi beni sollayarak önüme geçti. daha sonra sırtıma biri copla hafifçe vurdu. arkamı dönerek baktığımda 22-23 yaşında benden yaşça küçük 3-4 çevik kuvvet polisi gördüm aşağıda harfi harfine şöyle bir diyalog geçti.

    çevik kuvvet 1: geç lan kenardan yürü araya kaynak yapma
    ben: ne biçim konuşuyorsun sen sana mı soracağım nereden yürüyeceğimi
    çevik kuvvet 2: bana soracaksın benim olduğum yerde ne dersem onu yapacaksın
    ben: sen kimsin kardeşim burası yaya yolu istediğim yerde yürürüm hadi gel de engelle yürümemi
    çevik kuvvet 2: bela mı arıyorsun koçum sen
    (burada eli koluma doğru uzanıyor)
    ben: çek elini. bela arıyorum gel göster belayı. burası devletin yolu ben de devletin vatandaşıyım ne zamandan beri suç oldu devletin yaya yolunda yürümek?
    çevik kuvvet 2: ben de devletin polisiyim ne dersem onu yapacaksın.
    ben: benim vergimden maaş alıp da bana böyle konuşamazsın. dediğini yapmıyorum yolumda yürüyorum. bir işlem yapacaksan gel yap.

    bundan sonra önüme dönerek hiç bir şey demeden yürümeye başladım. arkadan bir ses duydum "nerde o nerde o" şeklinde. bağrışmalarımızdan etraf da olay var sanıp kalabalıklaşmıştı. dönüp bakmadım başka bir çevik kuvvetin "abi tamam boşver bırak" dediğini duydum sadece. sonrasında bir takım belli belirsiz homurdanma şeklinde hakaretler... neticede arkamdan gelen olmadı yoluma gittim. bildiğin 20 - 22 yaşında açıköğretim bitirmiş polis olmuş tipler gelmiş istanbul'un göbeğinde mafyacılık oynuyor. o kadar yazılıp çizilen polis devleti tam olarak buymuş demek ki. bildiğin nazi polis birliği gibi davranıyor çoğu. öyle ki onların yürüdüğü yoldan yürüyemezsiniz. ne deseler harfiyen yapmak zorundasınız. vatandaşa çavuşluk taslayıp kışladaki asker muamelesi çekiyorlar. elbet bu devran da döner polis kardeşim. biat ettiğiniz güç kadar adamsınız hepiniz. ötesi yok.

    edit: sözlükten bir çevik kuvvet polisi arkadaşın attığı mesajı belki aynı durumu yaşayan bir vatandaş olur işine yarar diyerek buraya kopyalıyorum.

    "ben de çevik kuvvetteyim. onların adına sizden özür dilerim. bu veletler pmyo mezunu 18 yaşında okula giren 20 sinde mezun olup polis olan bebeler. o yaşta o maaşı alıp beline tabanca takınca kendilerinden geçiyorlar. böyle bir durumla karşılaşırsanız bir daha, sicillerini isteyin, amirin komserin nerde gelsin görüşeceğim diyin, direk geri vites yaparlar zaten. hakkında rapor tutacağım sicilini ver diyin direkt. dilekçe şeklinde çevik kuvvet şb müdürlüğüne postalayın dilekçeyi veya bimere yazın, şahidiniz varsa biterler. şahit yoksa da başları ağrır. benim 2 tane soruşturmam var bu tip olaylardan ama haklıydım anlattığınız gibi bir çirkinlik yapmadım."

    polise hala duyulan bir güven varsa bu gibi iyi yürekli polis arkadaşlar sayesindedir. keşke böyle insanların teşkilatta sayıları artsa.

  • şeyma subaşı

    adam başka kadınla evli çoluğu çocuğu var kendisi adamdan çocuk yapıyor yetmiyor kardeşi babası acun'un ofisine gidip fotoğraf falan çektiriyor. acun kardeşine iş falan veriyor. ne garip hayatlar var lan. hikayesi ister istemez akıllara şu fıkrayı getiriyor:

    genç kızın biri eve gelip annesine hamile olduğunu söyler evde kıyamet kopar akşam baba gelince konuyu öğrenir. kızına bağırıp vurarak "kim bu şerefsiz nasıl namusumuzu iki paralık edersin çağır o herifi buraya" diye çıkışır. kız ağlayarak telefon açar evin önüne son model bir araba yanaşır. arabanın içinden saçları hafif kırlaşmış bir adam inerek içeri girer. kimse bir şey demeden adam konuşmaya başlar: evli olduğum için kızınızla evlenmemi beklemeyin ama çocuğun sorumluluğunu alacağım. eğer kız olursa 10 milyon dolarlık bir banka hesabı ve her birinize birer lüks daire vereceğim. erkek olursa çocuğu servetime ortak edecek ve sizlere de 5'er milyon dolarlık banka hesabı ile holdingimde güzel bir iş vereceğim. amaaa düşük olursa... bu noktaya kadar sesini çıkarmadan dinleyen kızın babası babacan bi tavırla adamın sırtını sıvazlayarak şöyle der "ne olacak evladım bir daha s*kersin"

  • 12 mayıs 2016 digiturk rezaleti

    hayatımın içine etmiş 6 yıldır yakamdan düşmeyen artık sözlükten yardım dilendiğim rezalet. daha önce konuyu digiturk aboneliğini iptal ettirmek başlığında anlatmıştım fakat debe'ye girince hiçbir küfür hakaret olmamasına karşın sözlük yönetimi tarafından silindi ve düzeltme talebine de olumsuz cevap verildi. üstüne gitmedim. yazı biraz uzun olacak okuyabilecek arkadaşlara şimdiden teşekkür ederim.

    olay 2010 yılında hayatımın hatasını yapıp 1004283216 no'lu digiturk abonesi olmam ile başlıyor. istanbul'da yeni taşındığım yer için digiturk reklamını görüp taahütsüz abonelik başlattım. bir yıl dolmadan taşınma sebebiyle ilgili ilçenin digiturk bayisine gidip faturalarımı ödedim ve kutuyu teslim ettim. şube herhangi bir borcum kalmadığını ve aboneliğimin iptal edildiğini tarafıma ilettiler. olay bundan sonra başlıyor

    bir kaç ay sonra alacak takip bürosu adı altında faaliyet gösteren bir hukuk bürosundan arandım. birikmiş 2 fatura borcum olduğu bunların tutarının 30 lira olduğu fakat taahüt bozduğum için taahüt bozma bedeli yansıtıldığı 280 lira ödememi istediler. kendilerine böyle bir borcum olmadığını taahütsüz bir paket sahibi olduğumu bu tutarın düşülmesi halinde çıkardıkları ekstra faturaları ödeyeceğimi ilettim. bana sisteme bu şekilde yansıtıldığını yalan söylediğimi ödemem gerektiğini ödemezsem hemen icra başlatacaklarını söylediler. ödemeyeceğimi borcum olmadığını yineledim. telefondaki şahıs bağırmaya "evine kamyon yollarım" diye tehdit etmeye kadar götürünce telefonu yüzlerine kapattım. 2012 yılında yine beni arayarak 35tl fatura + 260tl taahhüt bozma bedeli istediler. kendilerine yine aynı şeyi söyleyince "her gün senin gibi onlarca adamla uğraşıyorum ben ödeyeceksin" dedi telefondaki kadın. şans bu ki o esnada sözleşmemi bulmuştum ve herhangi bir taahhüt borcum olmadığını belgeleyebiliyordum kendilerine bunu ilettiğimde bana "bizi bağlamaz ödüyor musun ödemiyor musun ona göre işlemleri başlatıyorum sonra ödeyeceğim dersen bu fiyatı bulamazsın" dendi. sinirlenip sesimi yükselttim üslubuna dikkat etmesini bu şekilde konuşamayacağını bu şartlar halinde hakları olmayan parayı benden alamayacaklarını söyledim. bana "sana mı soracağım nasıl konuşacağımı" deyince cümlesi bitmeden suratına kapattım. hemen arkasından tekrar aradılar "yarın işlemleri başlatıyorum görüşürüz deyip suratıma kapadı kadın telefonu"

    sürekli dava açmalarını hakkımı mahkemede aramayı bekledim. öyle ya elimde belge vardı haklıydım. digitürk'e göre dosyam hukuk bürosuna gitmişti kendileri hiçbir işlem yapamıyordu. neticede bana hiç bir şekilde dava açmadılar. hiç bir kağıt göndermediler. geçen ay hukuk bürosunu arayıp durumumu anlattığımda taahüt bozma bedeli + taahüt bozma bedeli gecikme zammı + fatura olarak 580tl ödemem gerektiğini söylediler. kendilerine herhangi bir taahhütüm bulunmadığını söyledim ve "siz artık dava açın kağıdı gönderin ben itiraz edeceğim benim elimde belgem var mahkemede hesaplaşalım sizinle eğer haksızsam sizin tüm avukatlık giderlerinizi ödemeyi taahhüt ediyorum bu ses kaydını delil olarak da kullanabilirsiniz dedim." yıllardan beri nüfus kağıdımdan daha önemlidir bu digiturk abonelik sözleşmesi hala odamın en nadide kutusu içinde saklıyorum kendisini. neyse bana verdikleri cevap "biz dava açamıyoruz sadece takibini yapabiliyoruz davayı digiturk açıyor" yani digiturk benim borcumla ilgili hiç bir bilgiyi görüntüleyemeyip avukatlık bürosuna aktarıyor ama avukatlık bürosu davayı ancak digiturk'un açabileceğini söylüyor. işte asıl rezalet bundan sonra başlıyor aslında.

    yılmış bir şekilde geçen hafta digiturk'ü arayarak celal bey isimli müşteri temsilcisiyle 1 saate yakın konuşuyorum bana dava açmalarını hakkımı mahkemede arayacağımı hukuk bürosunun dava açma yetkisi olmadığını söylüyorum. kendisine abonelik sözleşmemde yazan şartlardan sözleşme numarasına kadar tüm bilgileri sesli bir şekilde onun isteği doğrultusunda okuyorum bana sistemde ödenmemiş 2 fatura + taahhüt bedeli göründüğünü ve aboneliğimin hala aktif olduğunu bu konu için çözüm merkezinde yetkili birinin bana ulaşacağını söylüyor. nasıl olur vs gibi konuşmalardan sonra tamam arasınlar diyorum. ertesi gün çözüm merkezinden bir bey arıyor kendisine durumu anlattığımda yanlışlık olduğunu herhangi bir taahhüt bedeli ödemem gerekmediğini söylüyor. üstüne basa basa soruyorum "hayır taahhüt borcunuz yok" diyor. peki diyorum hukuk bürosunu arıyorum tekrardan hukuk bürosunda bana "dosyanın kendilerinde olduğunu ödemek zorunda olduğumu ancak digiturkte üst düzey bir yetkilinin mail atması sonucu bu bedeli düşebileceklerini söylüyorlar. tekrar digiturk'u arayıp durumumu dakikalarca anlatıp çözüm merkezinden dönüş bekliyorum. çözüm merkezinden ayşe mi fatma mı tam hatırlamadığım biri arayarak durumumu incelediği ve taahhüt borcumun göründüğünü ödemem gerektiğini söylüyor kendisine önceki konuşmalarımı ve elimde olan belge ile de durumumu ispat edebileceğimi söylüyorum. kendisi konuşmaların dinleneceğini böyle bir bilgi verilemeyecek olduğunu söylüyor tamam diyorum. bir sonraki gün aynı kişi tekrar arıyor "konuşmayı dinledik normalde sistemde görünüyor ama arkadaşımız size yanlış bilgi vermiş bu bizden kaynaklı bir hata olduğundan biz sistemden düşümünü yaptık ve hukuk bürosuna durumu ilettik. hatta siz üstüne basa basa sormuşsunuz kendisi kabul etmiş hata tamamen bizim hukuk büronuzla konuşup sadece faturalarınızı ödeyebilirsiniz" diyor. "faizler?" diyorum "taahhüt bedeli faizleriniz de düşüldü tabii ki" diyor. teşekkür ederek sorunun çözüldüğü gibi komik bir fikre kapılarak kapatıyorum telefonu.

    hukuk bürosunu tekrar arıyorum bana kimsenin bir bilgilendirme yapmadığını hatta digiturk'dekilerin mail atmasa bile sistemden ufak bir eklemeyle bunu düzeltebileceklerini ama düzeltmediklerini ödemek zorunda olduğumu söylüyor yine. bunu ödemekten başka çareniz yok boşuna zorlamayın diyor bir hanımefendi. yıldığımdan hiç bir şey demeden kapatıyoruz telefonu. digiturk'u arıyorum hemen ve yine dakikalarca durumumu anlatıyorum. "hukuk bürosuna bilgi vermeniz gerekiyormuş verdik demiştiniz vermemişsiniz diyorum" çözüm merkezinden yetkili şahsın beni arayacağını söylüyorlar ve kapatıyorlar telefonu. aradan üç gün geçince arayan soran olmuyor tekrar arıyorum "durumun aciliyetini not ettik" diyorlar.

    bugün 1 hafta geçmesine rağmen yine arayan soran olmayınca tekrar arayıp durumumu anlatıyorum. telefonda ersoy isimli müşteri temsilcisi taahhüt bedelimin olmadığını tarafıma uygulanan bu bedelin 2012 yılında iptal edildiğini 3 fatura borcum olduğunu (ilk müşteri temsilcisi 2 demişti) aboneliğin 2012 yılında iptal olduğunu belirtiyor. ve ekliyor "hukuk bürosunun sizden istediği 580tl gecikmiş fatura bedeli" kendisine beni iki ay sonra arayan hukuk bürosu 30tl fatura + 260 taahhüt bedeli istiyor. siz şimdi 580tl fatura gecikmesi diyorsunuz diye itiraz ediyorum. bu noktada dikkat çekmek istediğim husus ben 30tl faturayı ödemeyip 2016 yılına kadar bekletecek değilim sadece tarafıma zorla ödettirilmeye çalışan olmayan 260tl'lik taahhüt borcunu kabul etmiyorum. kaldı ki şu an adıma açılmış bir dava olmadığından "dosya masrafı avukatlık ücreti vs" gibi giderler söz konusu değil nasıl oluyor da 30tl'lik borç 580'tl haline dönüşebiliyor bu sürede? cevap veremedikleri noktada "biz o bilgiyi görüntüleyemiyoruz" lafını söylüyorlar. kendilerine her temsilcisinin ayrı bir bilgi verdiğini hiç birinin birbiriyle tutarlı olmadığını söylüyorum. sorunumu tekrarlayıp eğer taahhüt borcum yok ise bugün bile hukuk bürosu bana taahhüt borcu ve taahhüt gecikme zammı uyguluyor. siz bana "fatura olabilir o yea" diyorsunuz. arayın söyleyin bu abonenin herhangi bir taahhüt borcu yoktur diye ben de fatura neyse ödeyeyim diyorum. bu esnada telefon kapanıyor. tekrar aradığımda başka bir kadın çıkıyor telefona dakikalarca ona anlatıyorum yine durumumu. kendileri yapacak bir şey olmadığını fatura borcu olduğunu ve ödemem gerektiğini söylüyor. tekrarlıyorum ilk sefer 2 faturam vardı nasıl 3 fatura borcum oldu? taahhüt bedeli yoksa hukuk bürosu neden yıllardan beridir 260tl + faiz taahhüt bedeli istiyor diyorum yine aynı "biz o bilgilere erişemiyoruz." bu konuda yetkisi yoksa çözüm merkezinden yetkili olan kişilerin acilen dönüş yapmasını istediğimi belirtiyorum. "aciliyetinizi ileteceğim" diyor. daha önce de aynı işlemi yaptıklarını fakat dönüş olmadığını hatırlatarak şikayet kaydı oluşturuyorum. ve en kısa sürede aramalarını beklediğimi tekrarlayarak telefonu kapatıyoruz.

    benim artık uğraşacak ne gücüm ne takatim kaldı değerli arkadaşlarım. büyük ihtimalle lanet olsun alın düşün yakamdan dememi istiyorlar etrafımda kime sorsam nerden bulaştın ver kurtul uğraşma diyor. ama para kolay kazanılmıyor. haklı olduğum halde sırf kurtulmak için bu bedeli onlara vermek de ağrıma gidiyor. sözlükte bu işlerden anlayan bir avukat arkadaş ne yapmam gerektiği konusunda beni aydınlatırsa çok sevinirim. inanın artık şaştım kaldım. şu son süreçte belki toplasanız 3 saat hukuk bürosu - digiturk cagrı merkezi konuşması yapmışımdır. tam oldu derken her şey başa dönüyor ve her seferinde farklı bir bilgi veriliyor bu sefer ona itiraz etmek zorunda kalıyorum. yazı uzun oldu ama 2010 yılından beri yakama yapışan bu firmadan kurtulmak mümkün olmayınca biraz içimi boşaltmak sizden yardım istirham etmek istedim. çünkü gerçekten bunlarla artık nasıl baş edeceğimi bilmiyorum. durumum sizlere örnek olsun arkadaşlar. lütfen bu gibi firmaları kullanırken iki kere düşünerek hareket edin. okuduğunuz için tekrar teşekkür ederim.

    edit: hukuk bürosunun adı soruldu adı "alacak takip bürosu" diye geçiyor hep bu adı kullanıyor. elimde adından ve 02166416767'nolu numarasından başka bir bilgi yok.

    edit2:angara beyefendisi sağolsun uyardı bahsi geçen numara http://atbriskyonetimi.com/index.html adlı firmaya aitmiş. firmanın iş ilanı: http://www.yenibiris.com/…p-elemani-is-ilani/426663 sanırsam beni arayan avukat değilmiş.

    edit3: biraz önce digiturk sosyal medya departmanından hediye hanım aradı durumu finans departmanına iletmiş onlarda lütfetmişler dosya masrafını kaldırarak 583tl olarak görüntülenen borca indirim yaparak 379tl yapmışlar. hakkında idari takip olmayan dava açılmayan borcun nasıl dosya masrafı oluyor anlamış değilim. ben sadaka değil hakkımı istiyorum. benim derdim borcumu ödeyememek değil hakkımı aramak. 204 lira indirim için yazmadım bunları. bahsi geçen hukuk bürosuna göre 30tl fatura borcum görünüyor kendileri bunu bugün teyit etti. bana yıllardır bu borcu ödettirmediniz zorla taahhüt bedeli almaya çalıştınız şimdi neye istinaden hala taahhüt borcu üzerinden indirim yaparak lütfetmiş gibi bunu söyleyebiliyorsunuz anlaması gerçekten güç. konuyla ilgili tekrar finans departmanı ile görüşüp arayacaklarını söyledi ilgili yetkili.

    edit4: digiturk'den hediye hanım tekrar aradı. uzun bir konuşma ve bekleme sürecinin ardından bu sefer kutuyu vermediğimi sadece kartı iade ettiğimi bahsedilen taahhüt'ün (24 ay abonelik sonrası kutu bizde kalıyormuş öyle bir kampanyaymış) kutu olduğunu abonelikten çıkma değil kutu vermeme taahhütü olduğunu belirtti. ben kutuyu kartıyla birlikte iade ettiğimi, zaten belirtilen adresten taşındığımı abonelik olmadan kutunun işime yaramayacağını ve kesinlikle böyle ayrıca bir taahhütün altına imza atmadığımı belirttim. kendisi ilk başta prosedür gereği bu sözleşmeyi gönderemeyeceğini söylese de sonrasında imzaladığımı iddia ettiği sözleşmeyi 48 saat içerisinde tarafıma göndereceklerini söyledi. ben elimdeki abonelik sözleşmesinden başka bir kağıda ya da kampanya sözleşmesine kesinlikle imza atmadım. dahası çözüm merkezinde bana zaten sistemde taahüt borcunuz gönümüyor sadece fatura başka bir bedel yok bilgisi verildi. sonrasında hukuk bürosuna bu doğrultuda bilgi verildiği sadece faturaların ödeneceği söylendi. bugün öğlen konuştuğum ersoy bey 2012 yılında taahhüt bedeliniz iptal edilmiş dedi. bu yazı üzerine arayan hediye hanım ise hayır taahhütünüz varmış diyor. eğer belirtilen süre içerisinde söyledikleri sözleşmeyi göndermezlerse sorunu yazar arkadaşların gösterdiği çözüm yolu doğrultusunda abonelik sözleşmem, kendilerine ve hukuk firmasına görüşme sırasında belirterek aldığım ses kaydıyla birlikte tüketici hakem heyeti ve btk yoluyla sorunu çözmeye çalışacağım. yardımcı olan mesajlarını esirgemeyen akıl veren tüm arkadaşlara gönülden teşekkür ediyorum. gelişmeleri eklemeye devam edeceğim.

  • beşiktaş

    bir fenerbahçeli olarak gerek galatasaray gerekse fenerbahçeyle oynadığı her derbide küfür edilip yerden yere vurulmasını anlayamadığım takım. bu adamlara istisnasız her maç "orospu çocuğu, tinerci, şerefsiz vb" gibi bir ton ağza alınmayacak hakaretler ediliyor. ne yaptı olm bu beşiktaş size? ne alıp veremediğiniz var bu takımla? adamların stadı yok kaç yıldır inönüyü bitirmeye çalışıyorlar feda diyerek taraftar takımına destek olmaya çalışıyor buna bile hakaretler ediyorsunuz.

    saraya giderek el etek öpen, stadını devlete yaptıran rakipleri ekonomik zorluklar sebebiyle transfer yapamadığı halde futbolcularının maaşını asgari ücretten gösterip drgobayı sneijder'e milyonlar döken ve buna rağmen hala borç yüzünden avrupadan men alan galatasaray, bjk-gs maçının başlığında onurlu duruşunuzu sikeyim şerefsizsiniz yazarak yavşakça davranıyor. yine bazı orospu çocuğu fenerbahçeliler bjk maçında şöyle siktik böyle soktuk nasıl iyi mi orospu çocukları gibi ilkokula giden 6 yaşında çocuğun yazmaya utanacağı kalitede küfürler ediyor. sebep ne? beşiktaş'ı yendik. harbiden bu kadar sığ mısınız bu kadar mı insanlıktan çıktınız

    bakın beşiktaş takımı lig tarihi boyunca en ağır hakaretlere uğramış takımdır. fenerbahçe taraftarı rıza çalımbay döneminde çalımbay'ın babasının kapıcı olmasını kast ederek trübünde açtığı "rıza efendi iki ekmek bir süt" pankartı hala içimi acıtır. beşiktaşlı olmadığım halde onuruma dokunur. yine galatasaraylıların kendi yaptığı vergi hırsızlıklarını ve transfer şikesini bir kenara bırakarak utanmadan açtığı "para komidinin üstünde #100$ feda" pankartı bir o kadar şerefsizcedir. bunu trübünde belli bir kesime bağlayabilirsiniz fakat maç entrylerinde bu pankartların bakınızı bu takımların sözlükteki taraftarları bakımından defalarca verildi. defalarca bu konular üzerinden bu takım aşağılandı. kimse kusura bakmasın şike yaptığı ispatlanmış bir diktatörü hala başkan olarak seçen, arazisini yandaşa peşkeş çeken vergi kaçırıp hırsızlık yapan takımlar varken belli güç odakları tarafından inşaatı engellenmeye çalışıldığı halde kendi çabalarıyla kimseden yardım almadan stadını yapmaya çalışan, stadı yapım aşamasındayken ligde şampiyonluğa oynayan beşiktaş türkiye liginin en onurlu takımıdır. buna laf etmeden önce gerek fenerbahçe gerek galatasaray dönüp kendilerine baksın. zira söz konusu şerefsizlik ve onursuzluk kıstasınız buysa bizde bunların daha beterlerinden onlarca var.

  • digiturk aboneliğini iptal ettirmek

    yaklaşık 3 4 yıl evvel oturduğum yerde gittim bok var gibi bulaştım kendilerine hemen gelip kurdular buraya kadar sorun yok ne zaman iş taşınmaya iptal ettirmeye geldi önce faks çekin dediler faksı çektiğim halde bunlardan ses gelmedi 7 gün ama yayın kesildi bu arada. aradım hala üyeliğimin devam ettiğini faxın gelmediğini söylediler elimdeki fax kağıdında faxın gittiği yazıyorken üstelik. telefonda şöyle bir konuşma geçti

    + iyi günler yayınım üç gün önce kesildi aboneliğimin iptal teyidi için aradım iptal ettiniz mi?
    - hayır fax gelmediği için iptal görünmüyor tekrar fax göndermeniz gerekli
    + faxım iletildi üç gün önce de yayınım kesildi eğer fax size ulaşmadıysa yayını neye istinaden kestiniz?
    - siz talep oluşturmuşsunuz o yüzden
    + bugün faxı tekrar çeksem iptal olacak mı peki
    - evet fax gelince iptal edeceğiz hemen

    bu konuşmanın üzerine gittim fax çektim tekrar. ertesi gün de telefonla doğruladım sekiz gün sonra fatura kesim tarihi olduğunu hali hazırda zaten yayının kesildiğini bir an önce iptal edilmesi gerektiğini ekledim. yedinci gün tekrar aradım kendilerini iptal başvurunuzun aciliyetini ileteceğiz dediler. dedim ne kadar zor olabilir ki bir aboneliği iptal etmek? üstüme düşen her şeyi yaptım neyi bekliyorsunuz iptal için? bot gibi aynı cevap aciliyeti ilettim. zaten yayınınız gittiyse iptal olmuştur. beynim yandı kapattım telefonu sekizinci gün yani fatura kesim gününde kendileri aradı bu sefer şöyle bir konuşma geçti aramızda

    + merhaba tilion lamı görüşüyorum ben digiturkten bilmem kim
    - evet buyrun
    +iptal başvurusunuz için aradık iptal etmeseniz size üç ay sinema paketi ve erotik kanal paketi hediye edelim taahüt verirseniz eğer altı ay da indirim yapalım.
    + bakın ben zaten iptal ettirdim aboneliğimi bir şey istemiyorum sizden daha.
    - aboneliğiniz iptal edilmedi görünüyor sistemde sadece iptal ettirmek için başvuru yapmışsınız
    + nasıl ne demek o? bir haftadır yayın yok iki kere fax çektim en son konuştuğumda iptal edileceği söylendi hatta fatura kesin tarihinden önce halledeceğinize söz vermiştiniz. kayıtlarınızda var bunlar
    - faturanız bugün itibariyle kesilmiş hediye kanalları istiyorsanız sizi ilgili birime bağlayalım yayınınızı hemen açabiliriz merkezden
    + nasıl kesilmiş iki haftadır uğraşıyorum iptal ettirmek için ne yapışkan bir şirketsiniz siz sırf bir fatura daha fazla kazanmak için beni oyaladınız kullanmadığım hizmetten bana para ödettirmek için aboneliğimi iptal ettirmediniz hiçbir şeyinizi istemiyorum aboneliğimi iptal edin sadece
    - ben önceki prosedürlerinizi bilmiyorum ben sadece kampanya için aradım ayrıca iptal ettirmemişsiniz iptal başvurusunda bulunmuşsunuz iptal için cihazınızı ve kartınızı bağlı olduğunuz digirurk şubesine teslim etmeniz gerek
    + ne yani bunu şimdi mi söylüyorsunuz iki haftadan beri iptal için sizinle görüşüyorum bana iki kez faks çektiriyorsunuz yayını kesiyorsunuz iptal oldu diye şimdi arayıp bu bilgiyi veriyorsunuz utanmadan.
    - dediğim gibi ben kampanya için aramıştım bunun için tekrar arayıp ilgili birime bik bik bik

    konuşurken allah belanızı versin dedim kadına kapattım telefonu. o sinirle aldım kutuyu kartı ne varsa atladım gittim şubeye tüm borcu ödeyip verdim kartlarını kutularını bir fatura havadan ödeyerek iptal ettirdim aboneliğimi. bitti mi sandınız? digiturkten bahsediyoruz lütfen.

    6 ay sonra bir numara aradı açtım sinirli bir kadın sesi

    + ben bilmemne hukuk bürosundan arıyorum ödenmemiş 260 tl digiturk borcunuzdan dolayı bikbik taksit isterseniz
    burada araya girdim
    - pardon ne borcu dediniz? benim öyle bir borcum yok.
    + nasıl yok kardeşim var işte dosyanız bize geldi.
    - öncelikle üslubunuza dikkat edin. ben tüm faturalarımı iptal ettirdim bu kadar büyük bir mebla fatura borcum olması imkansız
    + bu fatura borcu değil kutuyu iade etmemişsiniz cihazın kendi parası bu
    - iade ettim onu ben.
    + o zaman taahütü bozmuşsunuzdur
    - hanımefendi siz benimle dalga mı geçiyorsunuz şaka mı bu benim digiturke hehangi bir borcum yok. arayın sorun
    + borcun olmasa dosyan bize gelmezdi ben niye arıyorum sen ara sor anca bize yazı yazarlarsa iptal edilir öbür türlü ödemek zorundasın
    - borcum yok diyorum kardeşim ne borcum varmış faxlayın bana o zaman göreyim borcumu
    + ben sana bir şey faxlamak zorunda değilim ödemezsen haciz işlemi başlatıyorum

    bu noktada dayanamayarak siktir git lan dedim kapattım telefonu hemen tekrar aradı aynı numara
    + yarın haciz işlemini başlatıyorum hemen iyi günler

    yine lan siktir git dedim kapattım telefonu suratına. digiturku aradım dedim böyle böyle durum bana verdikleri cevap "aboneliğiniz sona ermiş dosyanız bizden çıkmış hukuk bürosu ile çözmeniz lazım biz burdan göremiyoruz artık" bir şey demeden suratına kapattım bunun da ama biri gelse selam verse ona patlayacağım o derece doluyum. adamlar şirket değil bildiğin organize suç örgütü gibi. digiturk genel merkezi aradım dedim beni hukuk bölümüne bağlayın bağladılar telefon çaldı çaldı açıldı çat kapandı tekrar dedim heralde düşmedi kesildi tekrar aradım yok yine kaldırıyor birisi kaldırdığı gibi ahizeyi çat kapatıyor. tekrar bu bana atarlı giderli konuşan hukuk bürosunu aradım başka bir kız çıktı anlattım durumu dedim hemen gönderin ihbarnameyi benim böyle bir borcum yok itiraz edip karşı dava açacağım size bu da tamam yarın işlemleri başlatıyoruz dedi.

    bu olayın yaşandığı tarihte rezalet başlıkları pek meşhur değildi. hoş sözlüğü bırak ulusal kanala çıkıp söylesen yine de sallamaz bunlar. müşteri memnuniyeti ile değil gasp çabasıyla çakallıkla anılan bir şirket çünkü. şu an aradan üç yıl geçmiş durumda hala bir ihbarname vs gelmiş değil adıma başlamış bir haciz bile görünmüyor. ama sayelerinde hala diken üstünde bekliyorum bir gün gelecek diye. allah müşteri hizmetlerinden hukuk bürosuna kadar hepsinin belasını versin.

  • 22 ocak 2016 istanbul kar yağışı

    beylikdüzü'ne yağan karın dikkate alınmaması gerekir. hepimizin bildiği üzere beylikdüzü bulgaristan sınırına 5-10 km uzakta yer alan ve başlıca gecim kaynağı escortluk olan serbest bölgedir. istanbul ile ilgisi yoktur.