Öncelikle, sitemize gösterdiğiniz ilgi ve destek için hepinize teşekkür ederiz. Sizlerden gelen geri bildirimler ve beğeniler bizim için büyük bir motivasyon kaynağı oldu.
Sozlock olarak tam 9 senedir her gün ekşisözlük'den okumaya değer içerikleri filtreleyip günlük listeler oluşturduk. Bu işi yaparken kişisel davranmadık, günün en popüler başlıklarının en beğenilen entrylerini aldık listelerimize. Üstelik bu gayretimiz hiç bir zaman ticari bir kaygı taşımadı. Yayına başladığımız ilk günden beri en ufak bir reklam yayınlamadık, sponsorluk anlaşmaları yapmadık. Sozlock üzerinden tek kuruş kazanmadık.
Bütün bunlara rağmen, ne yazık ki son dönemde ekşisözlük yönetimi tarafından alınan bot koruma önlemleri nedeniyle, ekşisözlükten entry çekme ve beğenilen entryleri listeleme hizmetimizi maalesef devam ettiremiyoruz. Bu durum ekşisözlük yönetiminin aldığı bir karar olup, tamamen bizim kontrolümüz dışında gerçekleşmiştir. Bu zorunlu durumdan ötürü yaşanan aksaklık nedeniyle anlayışınıza sığınıyoruz.
Sozlock Ekibi
Ekşi Sözlük Debe Listesi
-
1. cerablus'ta nöbet tutan inanılmaz yakışıklı öso'cu
-
2. kemal unakıtan
ölmüştür. benden aldığı vergileri oğluna kızına yedirmiştir. ben hakkımı helal etmiyorum. allah rahmet eylesin.
-
3. gürses opel resmi duyurusu
herhalde sadece türkiye'de bir yetkili servisin yapabileceği kadar saçma bir açıklama. yahu insan "bizim eleman aracı müşteriye teslim edeceği yerde almış götürmüş. sonra içmiş. sonra da park halinde başka bir araca vurmuş." demeye bile utanır. müşterisini arar. bin bir özür ve telafi yoluna giderek bu olayın duyulmaması için ne gerekiyorsa yapar. adamlar çıkmışlar " e canım olmuş bir hata. halledelim diyoruz, yok diyor." ayarında açıklama yapıyor hiç utanmadan.
-
4. başkanlık sistemi referandumu
umurumda bile olmayan referandum. ister başkanlık ister padişahlık gelsin. bu ülke halkından ne yakın ne uzak gelecekte hiç bir şey olmaz. bu başkan gider güdecek başka başkan gelir. birey olamamış cahil bir halkla demokrasi olmaz.
-
5. direksiyon sınavında mala bağlayan kız
kız desen dalgınlıktan uçmuş kaptırmış gidiyor, yanındaki gözetmen ne kendi tarafındaki frene basıyor ne el frenini çekiyor ne de direksiyona müdahale ediyor. kaza oluyor ona rağmen kıza sağa çek diyor. * toros desen ayrı bir değişik, yolun ortasında naptığı belli değil.
kısaca nerden tutsan elinde kalıyor. -
6. demet şener ibrahim kutluay çiftinin boşanması
demet akalın şimdi evde demet akalın dinliyordur.
-
7. kadınların en çok sevdiği erkek parfümü
yine kadınlardan çok erkeklerin yazacağı parfüm. bak buraya yazdım. ben böyle bir şey görmedim aga. pms döneminde ağlanan şeyler diye başlık var yazanların yarısından çoğu erkek! sözlük kızlarının hayalindeki erkek diye başlık açılıyor yazanlar yine erkek.
olm manyak mısınız lan siz? -
8. gürses opel olayının perde arkası
müşterinin aracı ile 100+ km yol yapmak, gece alemlere akmak sonra sağa sola çarpıp bunu da müşteriden saklamaya çalışmak, yani bana kalırsa rezaletin esas tarafı gene "ya olmuş işte" diyerek es geçilerek piyasa değeri ıvır zıvır muhabbetleri yapılarak işi goygoya dönüştürme çabası. senin elemanların benim aracımı gezmek tozmak içmek ve ehliyetsiz halde terör yaratma amaçlı kullanıyor, senin bundan günler günler sonra tamamen şans eseri haberin oluyor ve hala utanmadan, sıkılmadan, yüzün kızarmadan piyasa değeri muhabbeti yapabiliyorsan o senin insafın.
başlıktaki yorumları beğenmedim diyerek ayrı başlık açma fikri ise şahaneymiş. gideyim de yazdığım film başlıklarına bakayım genelde beğenilmeyen bir filmi beğendiysem "oradaki yorumlar filmi kötülüyor yea" diyerek başka başlık açarım. -
9. ekşi sözlük norveç klonundan başlıklar
-
10. 12 ekim 2016 kemal unakıtan'ın vefatı
allah rahmet eylemesin. darısı diğerlerinin başına.
-
11. benim sünnilik şiilik diye bir dinim yok
benim saftirikkerimin yine iyi niyetli bulduğu söz. sünnilik, şiilik yok çünkü herkesin sünni olmasını isteyen birinin sözü bu. ortak karar alıp tek potada eriyecek falan mı sanıyorsunuz amk?
-
12. devlet bahçeli
akp osmaniye milletvekili.
-
13. naz hanım
(bkz: naz hanım diyeceksiniz)
-
14. beşiktaş
''gomez, sosa, atiba üçlüsüyle şampiyon olup "neden milli takımda beşiktaşlı yok:(" diye soran insanların kulübü. ''
selcuk, yasin, hakan balta üçlüsü ile ligde gelenden gecenden 4 yiyen takımın oyuncularının oynadığı milli takım da hakkatten kim oynayacak.. -
15. 12 ekim 2016 eve kimsenin aşure getirmemesi
ulan tek başına evde oturuyorum insafsızlar dün getirmediniz umursamadım. benim de bugün millet yapar diye umudum vardı.
ama yok arkadaş kapı çalmıyor.
demin kapı çaldı bir umut koştum yöneticiymiş, ayakkabıları içeri alır mısınız dedi.
yaşlı teyzeler neredesiniz size sesleniyorum!
bu yeni kuşak kızlar değil aşure hazır kek bile yapamıyor ,
canım fena aşure çekiyor şu an hadi yakın olanlar bana aşure getirsin,
bana getiremiyorsanız birbirinize götürün.
off be ne güzel giderdi şimdi nohutlu narlı falan.
benim adıma da yiyin lan...
şurada bisküvi var ben de onu yiyeyim bari. -
16. 200 liranın arkasındaki sevelim sevilelim yazısı
tanısam severim de tanımıyorum.
-
17. berat albayrak
özel hayatın gizliliğinden bahsedenler olmuş. haklısın arkadaşım, yerden göğe kadar haklısın. özel hayat gizlidir ve öyle kalmalıdır. özel hayatın sadece seni ilgilendirir.
ama ecnebilerin meşhur bir lafı vardır. 'practise what you preach' der. yani türkçe melai 'ele verir talkımı kendi yutar salkımı' manasına gelir. bize 15 yıldır talkım veren insanlardan bahsediyoruz burada. tekrar edelim; hani kadının vajinasından kaç çocuk çıkacağına, hangi saatte ne zaman içki içileceğine, mini etek giyen kadının tecavüzü hak ettiğine inanan, evimizdeki oda sayısına bile karışan bir kitleden bahsediyoruz burada. üstelik bunları yıllardır adeta zekamıza hakaret edermişcesine, suratlarında meymenetsiz bir gülümseme ile 'biz kimsenin özel hayatına karışmadık' diyerek yaptılar.
bu bağlamda yıllardan beri insanların özel hayatlarına böylesine arsız ve yüzsüz bir şekilde, dini bahane ederek karışanların, bugün 'başkasının özel hayatına karışmayın' demesi sence de ikiyüzlülük değil mi? madem din tüccarlığı yapıyorsun, ucuz ahlak bekçiliğine soyunuyorsun bu memlekette, bir zahmet o dinin gerekliliklerini de uygula, böyle foyan ortaya çıkınca elaleme rezil rüsva olma.
ayrıca insanların özel hayatına saygı duymayanların özel hayatına saygı duymadığımızda yani anladığınız dilden konuştuğumuzda en fazla sizin seviyenize inmiş oluyoruz. 'halk'ın seviyesine inmiyorsunuz deyip duruyorsunuz ya. buyur indik. özel hayata müdahale eğer ahlaksızlık ise, en azından 15 yıldır insanların özel hayatına müdahale ederek ahlaksızın önde gideni olduğunuzu itiraf etmiş oldunuz böylece.
doğru ise eğer, ben kayınpederine üzüldüm, hatta acıdım. hani şu meydanlarda sırıta sırıta fethullah gülen'in servis ettiği seks kasedi üzerinden 'bunlar özel değil, genel genel' diyordu kendisi. hatta bir ara 'benim türbanlı bacılarımın üzerine, deri eldivenli, üstü çıplak erkekler işedi' diyordu.
sen millete meydanlarda zina konusunda nutuk çekerken, türbanlı bacı ajitasyonu yaparken bak evlatların, damatların türbanlı bacılarınla neler yapıyor. liseli, fakir fukara gençlerin evindeki oda sayısını bırak, biraz kendi ailenle ilgilenen.
tanım: recep tayyip erdoğan'ın damadı.
ekleme: 'müslümanların da seks hayatı olur, renkli de olur hatta' denmiş hakkında savunma babında. sanırım okuduğunu anlamakta zorluk çekenler olmuş. 'eşeysiz ürüyorlar' diyen oldu mu? internet üzerinden satın alındığı iddia edilen ürünlerin içeriğine bakarsan eğer, helal yoldan değil de haram yoldan cimanın yani kuran-ı kerim'in yasakladığı türden bir ilişkiye işaret ettiğini görürsün. insanlar da bunun üzerine fikir beyan ediyor. bu neyin demagojisi o zaman?
bir evlat kuran-ı kerim'in yasakladığı zinayı uyguluyor, bir damat da kuran-ı kerim'in yasakladığı haram seksi uyguluyor. aynı aileden bir kişi de sabah akşam kuran-ı kerim üzerinden millete ahlak bekçiliği yapıyor.
ikiyüzlü olmayın. özel hayat üzerinden evrensel etikten bahseden kimi cahiller, en temel evrensel etik kuramından bihaber ayrıca.
(bkz: kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapma)
özel hayata karıştığın an, özel hayatına karışılmama hakkını kaybedersin. yalan bir haber ise eğer, 15 senedir yavşak medya üzerinden yalan haberler üretip, dezenformasyon yapıp saldıranlar sizsiniz. dezenformasyonu bırak, sadece sizden farklı olduğu için yaşam tarzından dolayı insanlara saldıranlar yine sizsiniz. özel hayata müdahale ahlaksızlık ise eğer, bizzat ahlaksız olup, başın sıkıştığında ahlak dilenme. inan, bir müslümanın kaç kutu kayganlaştırıcı aldığı memleket meselesi değil. insanların uçkuruna kafayı takan sizsiniz. böyle siyaset güderseniz, ektiğinizi biçersiniz. 'önce sen kendi uçkuruna bak' dendiğinde ağlamayın. -
18. internet tembeli
bu öyle bir karakter ki insanın ağzını burnunu koparası geliyor. mesela o gün gündeme damga vuran bir olay yaşanmış olsun. internet tembeli konuyu iki saniye araştırıp öğrenmek yerine "merak ettiğim konu" diye entry giriyor.
başka bir durumda özet geçilmesini bekliyor.
daha başka bir durumda kendisine link atılmasını istiyor.
internet tembeli tüm online insanları kendisine hizmet etmekle görevli emekçiler olarak görüyor. araştırma yapacak takati ve becerisi yok ama çocuksu salakça bir merakı var. her şey hemen ayağına serilsin istiyor. bir arama motoruna yazıp ilk üç seçenekten birini okumaya bile tahammül edemeyecek kadar bezgin olduğundan, biri onun yerine araştırsın konuyu irdelesin ona da ezberletsin istiyor.
tam dayaklık.
gerçek tembelden daha yüzsüz oluyor bir de bunlar. ben normal hayatımda tanımadığı insanların arasında ayağa kalkıp "bugün bir durum olmuş taksimde o konuyu bana bir özet geçin bakayım" diyen insan hiç görmedim. vapurda falan biri böyle saçmalasa aşağı atarlar adamı.
popüler olana karşı sınırsız merak + cahil egosu + ölümüne tembellik + anonim olmanın konforu = internet tembeli -
19. askerlik anısı
askerdeyken eskiden elektronik eşya tamirciliği yapan bir uzman çavuş tanımıştım. çukurca’da 2. hudut tugay komutanlığında görev yapmıştık. ne zaman operasyona gitsek çok neşeli oluyordu. bir gün sordum komutanım her operasyondan önce bu kadar neşeyi nereden buluyorsunuz. söyleyin biz de neşelenelim dedim. anlatmaya başladı..
askerliğini yaparken terhis olmasına yakın oğlunun lösemi olduğu haberini almış ve sivilde sağlık sigortası olmadığından oğlunu daha iyi tedavi ettirebilmek için uzman çavuşluğa başvurmuş. oğlunu kaybetmeden 1 sene önce de ilik nakli yapılması için çocuk yapmaya karar vermişler. ikizleri olmuş fakat ilik nakli olacak kadar büyüyene kadar oğlunu kaybetmiş. daha sonra da boşanmışlar. çocukların velayetini karısı almış. evde beni bekleyen kimse yok. ölürsem oğluma kavuşurum benden mutlusu mu var diyordu. daha sonra ben terhis oldum. aradan uzun zaman geçti merak ettim kendisini. ismini arattım google da. şehit olmuş. sonunda istediği olmuş. mustafa uzman oğluna kavuşmuş -
20. 12 ekim 2016 turkcell superonline rezaleti
arkadaslar meraba. bilmiyorum eksi sozluk rezalet secme ve degerlendirme komitesi rezaletime kac puan verir ama bi sekilde icimi dokmem gerekiyor. sinirlenmemem gerekiyor, mamafih guzel yurdumuz turkuye'mizde boyle biseyin imkani yok takdir edersiniz ki. sinirlenmicem.
turkcell superonline adi altinda internet hizmeti veren arkadaslarla 2 yillik bir birlikteligimiz oldu. bu 2 yil zarfinda kah guldum, kah agladim. ekseriyetle agladim. verdikleri hizmetten memnun olmadigim icin sozlesme bittikten sonra aboneligi sonlandirmaya karar verdim. urunu satarken son derece adamsendeci davranan turkcell superonline, is iptale gelince bin dereden su getirdi. ıptal faxlari, modem iadesi, sesli onay, bilmem neler derken ustumuze dusen her sorumlulugu yerine getirdik bence. mesela modem iadesi icin kor itin geberdigi yerdeki bayilerine gitmemi ya da kargoyla gondermemi istediler. soyle bi konusma gecti aramizda:
- bu modemi bana siz getirmediniz mi?
- evet getirdik.
- e gelin geri alin o halde?
- hayir almiyoruz.
- niye lan?
- kendiniz getireceksiniz.
- orasi bize cok uzak?
- kargoyla gonderin.
- peki.
modemi allayip pullayip guzel bir sunum haline getirdikten sonra aras kargo araciligiyla bursa'ya gondermemizi istediler. bakin cok enteresan? ''bursa ne alaka amk?'' diye soylene soylene aras kargo subesine gidip modemi verdik. fakat o da nesi? turkcell superonline'dan verdikleri kod gecerli olmadigi icin aras kargo'daki eleman gidip yeni kod almami istedi. ertesi gun tekrar kod alip, isi gucu birakip tekrar aras kargoya gittik. bu sefer de aras kargo'nun sistemleri calismiyordu. yine ertesi gun gelmemizi istediler. peki dedik. alti ustu bir modemi kargoyla bursa'ya (evet bursa) gondermek icin 3 gun ugrastik. bu arada aboneligimizi iptal ettirmek istedigimizi belirten dilekcemizi de 0850 222 0 225 numarali faxa iletmistik zaten. arayan musteri temsilcisi bize (hattin yasal sahibi annem) ''iptal ettiriyo musunuz, emin misiniz, bakin son karariniz mi?'' gibi sorular sordu, ''evethh! evethh, binlerce kez evethh!!'' diyerek cevapladik. normal sartlar altinda bizimle bi isleri kalmamasi gerekiyordu di mi? ona da evet amina koyim.
superonline bize sabit telefon hattimiz uzerinden internet (adsl) sagliyordu. baska bir saglayicidan yalin internet alinca biz o sabit hatti da kapattik tabii. temmuzun ortasindan beri ev telefonu yok. gel gelelim, tum bu sureci atlattiktan sonra superonline agustos ayinda 76.00 tl fatura gonderdi. son fatura falandir, lanet olsun odeyelim deyip odedik. bu sabah bi baktim, superonline bize yine 76.00 tl (adsl, 8 mbps'ye kadar limitsiz 50 gb_hiz alani- son odeme tarihi 13.10.2016) eylul ayi faturasi gondermis? beynimden vurulmusa donmustum. lan bunlara bisey demezsen sonsuza kadar fatura gonderecekler demek ki? derhal cumhurbaskanligini aradim. bu sorunu cozse cozse sayin cumhurbaskanimiz cozer diye dusundum ama hatlari mesguldu. sanirim herkesin superonline'la kavgasi vardi.
bi de superonline'i aradim tabii. karsima cikan musteri temsilcisine durumu anlattim ve aboneligimizin iptal edilmedigi gercegiyle karsilastim. bana su an, su an yani (12.10.2016) tarihinde, hala superonline'dan hizmet aldigim soylendi. lakin benim superonline'dan hizmet almama imkan yok aq?
birincisi; uzerinden internet alinan sabit hat kapali, oyle bi hattimiz yok, ikincisi evde superonline'nin modemi yok. bildiginiz gibi bursa'ya gonderdik. peki diyorum bizim bu abonelik niye iptal olmamis? borcumuz harcimiz var mi? yok. hatta fazladan fatura bile odedik. taahhut var mi? yok. iptal sureciyle ilgili eksik yaptigimiz bisey var mi? ona da yok. efendim diyor, hattin yasal sahibinden baskasina bilgi veremiyoruz. garip ve cilekes anam, iptal dilekcesini imzalayip gondermis mi? evet. sesli olarak iptal etmek istedigini belirtmis mi? evet. modeminizi gondermis mi? ona da evet. peki neden iptal etmediniz diyorum, cevap yok. ıptal birimindeki arkadasimiz ''yardimci olamam'' dedi bana. tam da senin yardimci olman gerekmiyor mu guzel kardesim?
ucunde besinde degilim. lakin cok fena kaziklanmis hissediyorum kendimi ya. akil alir sey degil shkjsdf sinirlerim bozuldu lan. -
21. amanda cerny ile tweetleşen yozgatlı dayı
dünyanın en vasat mizahı yine baş tacı edilmiş, başlıkları bile açılmış, hatta millet hala gerçek sanabilmiş bunu beş bin tane benzer hesabın taklidi olduğu halde.
içim sıkılıyor artık yeminle.
komik komik imla hataları yapan tivitırcı kasaba emmisi. he amk he, çok yaratıcısınız. -
22. süper lig maçlarının şifresiz yayınlanması
insanların iyimserliği gözlerimi yaşartıyor. dünya böyle naif ve iyi niyetli insanlarla güzel.
-
23. üsküdar ümraniye çekmeköy sancaktepe metro hattı
oooo denyolar da teşrif etmiş, biz de sizi bekliyorduk. başlatma şimdi hizmetinden. ihale şartlarına göre belirlenen sürenin yarısı kadar daha ek süre alınacak, hiçbir tazminat ödenmeyecek, biz de bunu normal karşılayacağız öyle mi? o zaman ihale teklifinde gerçekçi süre veren şirketin zararını da sen cebinden verirsin. nasıl fikir?
adamlar oturmuş plan program hesap yapmış, işi optimum sürede ve kalitede bitirmek için teklif vermiş. diğeri ise kağıt üzerinde ihaleyi almasına yetecek kadar ama gerçekçi olmayan ve asla yerine getirilmeyecek vaatlerle dolu teklif vermiş. sen buradaki üçkağıdı görmediğin gibi (çünkü salaksın) görene de laf söyleyecek pişkinliğe ulaşmışsın.
bak kardeşim, inan bana bu dünyada sen ve senin gibiler kadar pespaye insan yok. ciddiyim bak. bu ülkeyi bırak, dünya üzerindeki herhangi bir topluma ak ape yalakası insanlar gibisi gelmemiştir ve gelmeyecektir. gözümüzün önünde inanılmaz hızlı bir evrim süreci yaşanıyor. homo sapiens sapiens'ten ayrılan homo sapiens akitus diye ayrı bir tür oluştu. bunların en belirgin özellikleri akıl, mantık, zeka, muhakeme, idrak gibi temel zihinsel işlevler ve özelliklerden yoksun halde bir hayat yaşayabilmeleri. bu tiplere bakıp da mizantrop olmamak mümkün mü? -
24. türk hava yolları
havacilik sektorunu dolmus ile karistiranlar tarafindan elestirilmektedir.
senin biletinin barkodunu sisteme giremeyecek, nasil alsin seni ucaga? bos koltuk var hadi gec yine iyisin ;) mi diyecek. ucak dusse yolcu listesinde adin yok. ucagi kaciracak teror eylemi yapacak olsan orada oldugunu bilen yok. -
25. nobel edebiyat ödülü
nobel edebiyat ödülünün verilmesine 24 saatten az bir süre kala, gelin hep birlikte bu ödülü kimlerin alıp alamayacağına dair kafa patlatalım:
1- öncelikle yıllardır olduğu gibi, en büyük favorinin yine haruki murakami olduğunu belirtelim. hem de oldukça yüksek bir oran olan 1'e 4 ile murakami açık ara favori konumunda.
2- diğer iki büyük aday, suriyeli şair adonis ile amerikalı romancı philip roth ise yıllardır murakami ile birlikte ödülün üç büyük favorisi olarak gösteriliyor. bu üçü favori olmasına favori; ama gel gelelim hiçbir şey öyle göründüğü kadar kolay değil.
3 - öncelikle şairlere kolay kolay ödül verilmiyor ve sadece dört yıl önce, 2011'de, isveçli şair tomas tranströmmer bu ödülü aldı. yani bu durumda yaşayan en iyi şairlerden biri olarak gösterilen adonis biraz daha bekleyecek gibi görünüyor.
4 - philip roth ise bu ödülü almak için oldukça yaşlı (83). gerçi doris lessing nobel ödülü aldığında 88 yaşındaydı ama roth son yıllarda yapıt bile üretmiyor. dolayısıyla yaşar kemal sendromuna yakalanmış gibi duruyor. yani sürekli favori gösterilmesine rağmen ödülü alamadan o güzel atlara binip gidecek gibi duruyor.
5 - haruki murakami ise roth'un aksine artık çok fazla üretken olmaya başladı ve bu hiç de iyi bir şey değil. hemen her yıl bir roman yayımlamak, günümüzde ancak pop-yazarların yapacağı bir şey. üstelik kendisi nobel almak için zaten hali hazırda fazlasıyla popüler. dünyanın belki de en ünlü birkaç yazarından biri. yıllardır bu yanılsamaya kapılarak ödül alabileceğini düşünüyordum, ama yukarıda da belirttiğim üzere, artık düşük bir ihtimal veriyorum. * * *
6 - adı ödülle anılan diğer isimlere de az biraz yorum katalım. türkiye'de kitapçılarda bir türlü bulunamayan ve yeni baskısı olmayan -elinde bu kitap olup da bana gönderenin bin yıl kölesi olurum * - damızlık kızın öyküsü romanıyla meşhur margaret atwood da ödüle yakın gösteriliyor. ama sadece 2013'te vatandaşı alice munro bu ödülü almıştı. aynı ülkeden yazarlara iki yıl arayla ödül vermek, pek nobel geleneği değil. hatta orhan pamuk nobel aldığında, artık yaşar kemal'in ya da gülten akın'ın nobel alma ihtimali kalmadığı edebiyat kulislerinde sesli olarak dile getiriliyordu.
7 - salman rüşdi: geceyarısı çocukları gibi büyülü gerçekçi bir romanın yazarı olan rüşdi de murakami gibi en popüler yazarlardan biridir. ancak onun edebiliği pek tartışılmıyor. dilinin sürükleyici olmasının yanında, fantezi ile gerçeği, doğunun hayalgücü ile batının realistliğini de mükemmel bir biçimde harmanlıyor. bu nedenle adı favorilerde pek geçmese de bence ödülü alma ihtimali yüksek.
8 - milan kundera : varolmanın dayanılmaz hafifliği adlı kült romanıyla son büyük varoluşçu olarak adlandırılan kundera, hala bu kitabının ayarında bir başka roman yazamadı. ama roman kuramı üstüne fikirleriyle edebiyatı etkilemeye devam ediyor. dolayısıyla ödüle çok da uzak değil.
9 - yerçekiminin gökkuşağı ve 49 numaralı parçanın nidası gibi deneysel yapıtlarıyla romanın sınırlarını zorlayan thomas pynchon,
- mülksüzler ve yerdeniz serisiyle bilim-kurgunun kraliçesi konumundaki ursula k le guin,
- new york üçlemesi ve yanılsamalar kitabı gibi başyapıtların amerikalı yazarı paul auster,
- beyaz gürültü gibi bir postmodern şaheserin yaratıcısı don delillo,
- modern dilbilimin öncü teorisyenlerinden ve günümüzün etkili aktivistlerinden noam chomsky,
- günümüz dünya şiirinin zirvelerinden rus yevgeni yevtuşenko
gibi isimler de diğer yazarlara oranla kanımca nobel'e daha yakın durumdalar.
10 - bir de gönlümüzden geçenleri dile getirelim:
- bilge karasu öldüğünden beri türk edebiyatında benzeri görülmemiş incelikteki dili, benzersiz hayal gücü ve yetkin roman tekniğiyle modern türk edebiyatının en iyi isimlerinden ve dünyada da 21. yüzyılın en iyi romancılarından biri olduğuna inandığım hasan ali toptaş,
- deneme, eleştiri, öykü, şiir türlerindeki ustalığı ve örnek editörlüğü ile türk edebiyatının en üretken ve en faydalı isimlerinden enis batur,
- sadece mona roza gibi bir şiir yazması nedeniyle bile, imkanım olsa bu ödülü verebileceğim şair sezai karakoç... -
26. dışişleri bakanı nın ingilizce bilmediği ülke
yani akp'yi savunduruyosunuz ya ne diyeyim size.
adam ingilizce biliyo tv'de en az 10 kere ingilizce konuştuğunu kendim gördüm orda herkesin kulaklığı bilmem neyi var belki herkes kendi dilinde dinliyor diye türkçe konuşmuştur adam bu kadar kör muhalif olunmaz.
al bu da hediyem olsun
https://www.youtube.com/watch?v=crixo4x0wu8 -
27. evlilikte eşten tiksinme eşiği
başlığı açan seksist olmaktan kaçınmış ve "eş" demiş; fakat niyeyse genel olarak erkekler nasıl tiksindiklerini anlatmışlar. öncelikle tiksinmek nedir yahu arkadaş? hoşlanmamak olur, kıllanmak olur, hayal kırıklığı yaşamak olur, sevginin azalması veya bitmesi olur ama tiksinmek nedir gerçekten?!
hep kadınlardan şikayet edilmiş ya, biraz da erkeklerden dem vuralım. sevgilimle 1,5 sene birlikte olduktan sonra evlendim. ilişkimizi farklı şehirlerde yaşayarak sürdürüyorduk. zaten evlenmek istememizin temel gayesi de iş değiştirmeden aynı şehirde yaşayabilmekti.
ben evlenmeden önce de sonra da, onun eve gelmesine yakın mutlaka saçıma, üstüme başıma çeki düzen verirdim. evde giydiğim rahat kıyafetlerin bile paspal olmamasına dikkat ederdim. adam naptı? evde sürekli beyaz don ve atletle takıldı. (beyaz kısmına vurgu yapmak istiyorum.)
evlendikten sonra da, önceden olduğu gibi spor yapmaya devam ettim. ne kilo aldım, ne fiziğim değişti. adam naptı? düzenli spor salonuna giderken ve boks yaparken bir anda evde göbeğini büyüten bir miskine dönüştü.
geliri benden fazlaydı. evliliğin onun yaşam standardını düşürmesini istemediğim ve zaten kendi paramı da kazandığım için, her ne kadar bütçemiz ortak olsa da, harcamalarına karışmazdım. adam naptı? parayı, "benim mesleğimde görünüş önemli" diyerek kıyafete, bol miktar alkole, alıp da sonradan suratına bile bakmadığı çeşitli hobi malzemelerine saçtı. kimin 38 gömleğe ihtiyacı olur ya da iş yaşamında resmi giyinmesi gereken kaç erkeğin kum rengi kemeri ve ayakkabısı vardır? (bak kahverengi veya siyah demiyorum, kum rengi!) hadi oldu diyelim, buna sahip kaç kişi söz konusu ayakkabıyı aldıktan 3 hafta sonra halı sahada unutup almaya bile tenezzül etmez? onun yüzünden, hayatımda en çok para kazandığım dönemde kendimi borç içinde buldum.
her ne kadar annesinden hiç hazzetmesem de, dişimi sıkıp ayda bir hafta sonumu heba ederek onunla birlikte şehir dışındaki ailesini ziyarete gittim. annesiyle ve ablasıyla oturdum, sohbet etmeye ve vakit geçirmeye çalıştım. adam naptı? benim ailemi ziyarete gittiğimizde kendini bir odaya kapatıp 2 gün boyunca hiç kimseyle muhatap olmadan dizi izledi. ben de onu bir daha yanımda taşımadım, ama o bir kere bile çok sıkılıyorsun, bu sefer gelme demedi.
eskiden işe gitmek için 8 de kalkarken şehir değiştirince 5.30 gibi saçma bir saatte kalkması gerekiyordu. belki mutsuzluğunu azaltırım diye, evden 8.30'da çıkmama rağmen, onunla kalkıp kahvaltı hazırladım. adam naptı? her gün işten gelince benimle hiç sohbet etmeden, bir "nasılsın?" demeden koltukta sızdı. yorgundur, normal dedim ama bu uyumalar hafta sonu da devam etti. sonucunda hiç bir şey konuşmayan, paylaşımı olmayan iki yabancıya dönüştük.
say say bitmeyecek diğer öküzlüklerine ve alkol sorununa girmeyeceğim bile.
şimdi ben bu adamdan tiksineyim mi? kötü tek bir duygum yok ona dair; çünkü o adam beni çok sevdi ve ne yapmış olursa olsun, sevgisini her zaman hissettirdi. keza ben de öyle. benim saydığım gibi, o da bana dair pek çok şey sayabilir eminim, ama sorunun özünde ikimizin de evliliğe uygun olmaması ve aslında bunun da ötesinde birbirine uygun insanlar olmamamız yatıyordu. bu arada, ikimiz de düğün istememiştik, o parayı balayında yemeye bilendik. çok da güzel yedik. evlilik prosedürlerini olabilecek en kısa ve sıkıntısız şekilde atlatmaya çalıştık. ben girdiğim ilk gelinlikçiden denediğim ilk gelinliği aldım. ilk girdiğimiz yerden yarım saat içinde davetiye olayını çözdük. nikah şekeriyle uğraşmayıp onun yerine çevreci bir derneğe bağış yaptık, karşılığında nikaha gelenlere dağıtabileceğimiz bir şeyler verdiler. evi zaten önceden tutmuştuk, burnumuzun dibindeki bir arçelik bayiine gidip en ucuzundan beyaz eşyaları hallettik. kalan eşyalar için aynı yöntemi ikeada uygulamıştık. takmayacağım için takı istemedim, ailesi ele gune rezil oluruz diye zorla aldı, gerçekten hiç takmadım, boşanınca da geri verdim. bunları niye anlatıyorum? insanları tiksindiren o süreçlerini yaşamadık biz, ama evliliğimiz felaketti.
işin içindeyken öfkeliydim, kırgındım, üzgündüm ama her zaman ortada olan bir şey vardı: adamın ne olduğu aslında başından beri belliydi, ben görmek istemedim. sizin de o "tiksindiğiniz" kadınların ne olduğu belli. hiç öyle kadınlar bir anda canavara dönmüş gibi yapmayın. maalesef kültürümüz, aile yapımız ve insanların her şeye dair yaşadığı ve içinden çıkmayı reddettiği saçma rekabet ortamı, evlilik, düğün, bok püsür sürecini* tiksindirici hale getirebiliyor; fakat o kadınlardan tiksinmeden önce "bu kadını tercih eden ben değil miyim?" diye bir kendinizi sorgulayın, evlenmeye niyet edecek kadar ileri gittiğim bir kadını nasıl "hiç" tanımadım diye bir düşünün, ulan hiç bir şey yapamıyorsanız kendi ailenize, ne bileyim akrabalarınıza falan bakın. bir sorun bakalım ananıza, evlenirken neler istemiş. ya da varsa kız kardeşinize, kadın olan kuzenlerinize sorun neler istiyorlar? diyorsanız ki paşa konaklarında doğmuş büyümüş, osmanlı soyundan gelen elit bir asilzadeyim, kezbanlarla evlenmeye karar verdiğinizde tek suç o kezbanlarda mı acaba? eğitim seviyesiymiş, gelirmiş, bunlar hikaye. bizim kültürümüzü, davranış kodlarımızı belirleyen çok daha derin bileşenler var. ambalaja kanıp içindekine bakmazsanız böyle gelir sözlükte ağlarsınız.
ha bir de, kadını mal gibi görüp bekaret tantanası yapanlar, o "mal" kendine maddi değer biçince niye şaşırıyorsunuz? -
28. evlendikten sonra hayat var mı
evlendikten sonra hayat var ama çocuk doğduktan sonra yok. dağılabiliriz.
-
29. oha dedirten fm olayları
fm 2014 ‘te çok iyi regen bir yerli stoper keşfettim, bastım parayı sıra geldi sözleşme görüşmesine. ibnenin öyle bir menejeri var ki juan figer ‘e dua ettirir. sadece 1 senelik sözleşmede ısrar edip durdu, en son sinirlendim, ne kadar bonus varsa önerdim nasıl olsa daha gençti ve pek oynatmayacaktım, 1 senelik sözleşmeyi de pek sorun etmedim çünkü 6 ay içinde de fiyatı düşecek ve devre arasında yeni sözleşme imzalatacaktım. bonuslardan biri de sezonluk gol barajı idi; yani 20 golü geçerse ek para verecektim, onu da fulledim 2 milyon dedim amk. e tabii piç menejer kabul etti sonunda imzaladı.
neyse efendim sezon başladı, canavar gibi stoperlerim var takımda; kana-biyik, egemen, koray günter. sezon başlarken bir hazırlık maçında egemen 6 ay sakatlandı, sorun yok, kana-biyik ve koray günter ile idare ederim diyorum nasıl olsa. sezon başladı, iki maç sonra koray günter de antremanda -artık ayağını mı kestiler ne olduysa- 4 ay sakatlandı. sistemim de 4-3-3, en kritik bölgem ön libero, topal ‘ı stopere koyamıyorum. kaldık bizim regen ‘e. regen ‘in cesaret 18, zıplama 16, kafa vuruşları 16. amına kodumun çocuğu oynamaya başladığı gibi takır takır golleri sıralamaya, 7.5 üstü ratinglerle oynamaya başladı. o süre içinde de hep liderim he, çocuğu bir kessem yerine topal ‘ı koysam takım domino etkisiyle yerle bir olacak, resmen incecik bir ip üstünde gidiyorum.
neyse efendim ligin devre arası geldi çattı, benim regen 15 maç 16 gol. yeter artık şunun sözleşmeyi uzatayım dedim, ipne menejer regen hakkında "daha yeni geldi henüz sözleşme falan düşünmek istemiyor" diye reddedip duruyor beni. türkiye kupası maçlarında yokum (bilerek eleniyorum hep) o yüzden boş da geçiyor, bütçeye katkı falan yapayım diyorum ama kimseyi satamıyorum, almıyorlar, ve gözbebeği regen ‘imin real sociedad ‘a imza attığı haberiyle yerle bir oluyorum.
işin kötüsü; sezonun geri kalanında regen ‘i sinirlenip oynatmayayım diyorum, henüz maç pratiği olmayan egemen ve koray ‘ı oynatmaya çalışıp üç maçta bir beraberlik iki mağlubiyet alıyorum, sikerim lan diyip regen ‘i geri çağırıyorum, alex ‘i yeniden oynatmak zorunda kalan aykut kocaman gibiyim resmen.
regen oynamaya başladığı gibi yine sıralıyor golleri, ta ki son maça kadar. son maç gelip çatıyor, galatasaray ile puan puanayız ama ikili averajda üstünüm. son maçımda bir türlü gol gelmiyor, gelmiyor, en sonunda 80 ‘de emenike ile buluyoruz golü. şampiyonluk şarkıları söyleniyor, fenerbahçe düşmanlarını yeniyoruz mottoları dillerde, derken 88. dakikada orrrrrospu çocuğu regen kendi kalemize atıyor ve 1-1 oluyor. galatasaray da aynı anda maçını kazanıyor ve şampiyon oluyor. sezon sonunda regen piç ona ilk sözleşmede vaadettiğim bütün bonusları kapızlıyor (yılın takımına seçilme, 20 gol barajı, 20 maç oynama barajı, vs) beni iyice maddi zarara uğratıp real sociedad ‘a siktirolup gidiyor. bunların hiç biri koymuyor o kadar, futbol bu diyorum. ta ki o zamana kadar gözümden kaçmış olan favourite team ‘ine bakıp galatasaray (supporter) ibaresini görene kadar. -
30. şarap şişelerinin altındaki içbükey bombe
şarap, şişesi yan yatırılarak dinlendirilir. bu durumda iken mantarın içeride sürekli şarap ile temas etmesi ve ıslak kalması gerekir; yoksa mantar kurur, hava alır; şarap bozulur.
işte şişenin altındaki bombe dediğiniz yapı sayesinde şişenin iç hacmi küçültülmüş olur ve yan yatırılan şişede şarabın mantar ile temas ettiğinden emin olunur. -
31. inşaat yerine sanayiye para yatırılsaydı olacaklar
türk girişimci profili ve vizyonu düşünülünce, türkiye'yi yeni bir çin'e dönüştürecek hamle.
bir sürü vestel'imiz olacaktı.
önüne gelen, atölyeden hallice fabrika kuracaktı. buralarda çin'den getirdiği parçaları montajlayıp çamaşır makinesi, buzdolabı, televizyon, tablet , motosiklet, otomobil vs yapıp yomihu, maverick, premium gibi markalarla satacaktı.
bu arada büyük bir kitle hiçbir şey üretmeden teşvikleri cukkalayacaktı.
ürünler dış pazarda satmayınca, kamu personeline maaşlarından taksitler düşülerek zorla bilgisayar, telefon falan satılacaktı.
o da kesmeyince uluslararası bir model, arda turan ve bir çamaşır makinesiyle garip fotoğraflar çekip "discover the turkish industry" gibi vizyonsuz kampanyalar londra sokaklarını süsleyecekti.
hedef kore ve almanya gibi olmaksa yatırım yapılacak iki alan var:
ar-ge ve pazarlama/reklamcılık
türkiye'nin sanayi üretim kapasitesi yeterli. fiziksel ürün üretmek artık çok kolay. ama fikri ürünler üretemiyor.
katma değerli patent ve tasarımlar çıkaramıyor. bununla birlikte var olanı markalamayı ve pazarlamayı beceremiyor.
katma değerli patentlerin, iyi bir iş ve pazarlama planın varsa onu üretcek adam bulursun. yoksa haybeye fabrika açar ithal fikirlerin vidasını sıkarsın. -
32. küçükken istenen ama sahip olunamayan şeyler
(bkz: akülü araba)
-
33. kıbrıs barış harekatı
bugün kıbrıs'ta bir sorun varsa konuyla ilgili okuduğum bütün kaynaklarda bunun bir numaralı sorumlusu olarak gösterilen askeri operasyon. hakkında tarafsız bir analiz bulmanın neredeyse imkansız olması da bunu şu ana kadar incelediğim herşeyin içinde özel bir yere koyuyor. ben de bir türk olduğumdan ne kadar tarafsız olabileceğim muamma ancak olmaya çalışacağım.
tarihi olaylar hakkında "bu böyle oldu" demek kolaydır. bazen gerçekten de öyle olmuştur. nitekim her zaman o işler "öyle" olmamıştır. ya da o şey her neyse onun öyle olmasına kadar geçen süre zarfında pek çok farklı şey durumu etkilemiştir ve geçen süreci ve bunun gelişimini insanlar görmezden gelirler. devletler de bu konunun takipçisi ve aktörüyse durum daha da vahim bir hale gelir. zira onlar sürecin başını sonunu kırparak vatandaşlarına propagandayla servis eder ve bunu yutmaya dünden razı kitleler "bu böyle oldu" demeye başlarlar.
ingilizin ise bu konuda çok güzel bir deyişi vardır. sana yedirmeye çalıştıkları palavrayı "a pinch of salt" (bir fiske tuz) ile ye derler. yani şüpheyi aklından tamamen çıkarma der gibi. kıbrıs konusunda rum kaynaklarının da türk kaynaklarının da tezleri üstüste koyulduğu zaman gereken tuz miktarı öyle çoktur ki... güzel başlayan tezlerden onuncu sayfaya geldiğinizde artık safi etnik nefret okursunuz.
kıbrıs sorununun aslına nail olabilmek için adanın dönem dönem ne halde olduğunu, yunanlılar, romalılar, bizanslılar, haçlılar, yahudiler, rumlar, osmanlılar, ingilizler gibi büyük aktörlerin orada neler yapmış olduğunu da bilmek gerekiyor. barış harekatı bu silsilenin en ucundaki zincir. bir nedenden çok sonuç. ancak kendi başına da işleri geri döndürülemez bir şekilde kördüğüm ettiği için de dünya tarihinde çok özel bir yeri var.
operasyonel incelemesinde kıbrıs çok büyük bir harekat değildir, oldukça kısa sürmüştür. bu yüzden savaşta bir orduyu tam anlamıyla analiz edebileceğimiz sıkıntılar ortaya çıkmadan bitmiş olması bizi türk ordusunun kabiliyetleri konusunda bizi tam olarak eğitmez. ancak öte yandan rumlar neleri var neleri yok ortaya döktüklerinden "düşmanı" okuma konusunda çok iyi bir kaynaktır.
harekatın materyal analizi ise bir sirk gösterisi gibidir. birinci dünya savaşından günümüzde hala kullanılan ekipmanlara kadar akla hayale gelebilecek her türlü ateşli silah bir bir buçuk aylık serüvende karşımıza çıkar. türkler ikinci dünya savaşı ekipmanı ile modern soğuk savaş teçhizatı arasında gidip gelirken rumlarda ve tmt'de durum daha da fecidir.
ve son olarak da belirtmek gerekirse kısalığı ile ters orantılı olarak çok vahşi, çok zalim çok insanlık dışı görüntülerin ortaya çıktığı, etnik nefretin savaş makinesini döndüren ana güç olduğu bir operasyondur. bu böyle 5 yıl kadar sürse ne tür manzaralar görmüş olabileceğimizi hayal dahi edemiyorum.
başlayalım. ayten alpman da başlasın.
tarihi arkaplan
osmanlılar inebahtı gibi tarihimizin en büyük deniz yenilgisinin olduğu 1570-73 osmanlı venedik savaşında kıbrıs'ı ele geçirirler. 1571'de adayı ele geçirip haçlıların "kolunu kesen" sokollu mehmet paşa daha sonra bunu inebahtı yenilgisini egale etmek için kullanacak ve meşhur sakal metaforunu dile getirecektir. nitekim kol kesilip sakal traş olduğunda ve kıbrıs türk eline geçtiğinde adanın çoğunluğu etnik rumdur. türkler ilteriş kağan liderliğinde orta asyadayken ada bin yıl kadar yunandır. antik yunanca konuşulmakta ve kiprioti lehçesi ile anakara yunancasından ayrılmaktadır.
napoleon mısır'ı işgal ettiğinde amiral nelson'un en önemli üssü osmanlı kıbrısı'dır. ingiliz ilgisi kıbrıs'a o yıllardan kalmadır.
bundan 75 yıl sonra 1878 yılında osmanlılar dizlerine kadar 93 harbine batmışken plevne kalesini savunuyor ve erzurum aziziye tabyasına saldırıyorken herşeyin altüst olmasıyla rusları bir anda istanbul'a kadar gelmiş bulurlar. berlin kongresi sırasında ruslar'a çok toprak kaptırmak istemeyen osmanlılar kendilerine güçlü bir müttefik bulma telaşındadır. bu müttefik'de ingiltere'dir. ancak kongredeki destekleri kendilerine kıbrıs'ın "kiralanması" ile mümkün olacaktır. yani kıbrıs sözleşmesi ile. adadaki ilk daimi ingiliz varlığı osmanlıların politik ihtiyaçlarının bir sonucudur. ingiltere adayı kullanacak ancak gelirinden bir miktarı sultan'a ödeyecektir. ev sahibi yine osmanlı'dır.
bu durum 1914'te osmanlı ile ingiltere birinci dünya savaşında birbirini düşman olarak bulmasına kadar sürer. ingiltere zaten adadayken orayı ilhak ettiğini savaşın ilk günü duyurur. kıbrıs bir daha dönmemecesine türk hakimiyetinden çıkar.
bu sırada belirtmek gerekirse ingiliz idaresinde türk ve rumlar yanyana yaşamaktadır ancak kendi etnik kimliklerini de anavatanlarında bulmaktadırlar. ortamda bir kıbrıslılık tam anlamıyla yoktur. hiç de olmamıştır. kıbrıslı rumlar ve kıbrıslı türkler vardır hep. adada kimse ben kıbrıslıyım o kadar dememektedir. diyememektedir.
bu durumun böyle süregelmesinde üç adet faktör etkilidir.
1- ingiliz sömürgecilik anlayışı. ingilizler bu işin piri olduklarından minimum hasarla maksimum süre bir toprağı elde tutma ve bir sıkıntı olacaksa (ihtimali bile varsa) iki birbirinden nefret eden kesimi sömürge arazisinde aynı anda tutmayı daha yararlı görmüştür. müslüman ve hindu etnik tansiyonu hindistanda mesela ingilizler tarafından epey harlanmıştır.
2- dini eğitimin ve öğretilerin adada yaşayan iki halka da su götürmez bir şekilde ayrımcılığı dayatması. gavura cihad ekolünden gelen kendisinin en son ve "doğru" dine mensup olduğuna inanan türkler ile papaz hrisostomos'un fener kapısına asılması ya da hrisostomos 2'nin izmir'de türkler tarafından parçalanmasını vaaz olarak dinleyen rumlar aynı adada nereye kadar barış içinde yaşayabilir?
3- eğitimin tek elden olmaması. bu da adalıları birbirine yıllarca, hatta üç jenerasyon boyunca düşman yetiştiren bir şeydir. rumlar athanasios diakos ile 1821 kahramanlarını okurken, türk işgalini mora'dan atılışı hikayelerini dinlerken türkler 1921 sakarya savaşı ve rumların yaktığı alaşehir'i okumaktadır. okuldan çıkınca bu çocuklar birbirlerine bakmaktadır. milliyetçilik iki milletli bir yapıda herkesi germekte herkesi kurmaktadır.
kısacası ingiliz yönetimi altında kıbrıs bir etnik saatli bombadır. patlamaması daha abes olurdu.
1950'lere gelindiğinde rumlar adadaki tek ayrılıkçı yapı haline gelirler. eoka bu yıllarda kurulur. açılımı rum milli savaşçı organizasyonu (ethniki organosis kyprion agoniston) olan eoka öncelikle ingilizleri adadan gönderme ardından da yunanistanla adayı birleştirme (bkz: enosis) gibi bir çaba içindedir. başpiskopos üçüncü makarios eoka'nın yolunu teoride benimsemiş olsa ve yunanistan ile birleşmeyi nihai bir amaç olarak da görse bunun için farklı bir yol bulmaya çalışır gibi bir havası vardır. yunanistan ise 1954 yılında adaya gizliden silah göndermeye başlar. eoka'da pkk'nın türkiyedeki operasyonlarına benzer yöntemlerle adadaki ingiliz askeri varlığına karşı saldırıya geçer.
ancak operasyonları genişletince eoka'nın nihai ikinci amacı da belli olmaya başlar. ingilizler gittikten sonra ne olacaktır? papaz hrisostomos'u parçalayanların torunları da gidecektir tabii ki. eoka kurşunlarıyla ölen ilk türk 21 haziran 1955'te öldürülen bir türk polis memurudur. ardından enosis'i eleştiren rum solcuları da hedef alınır. 6-7 eylül 1955 istanbul olaylarından sonra eoka zincirini kırarak türklere karşı aktif bir saldırı planına başlayacaktır.
ingilizler bakarlar ki hedefte kendileri var, sömürge taktiklerini kullanarak polis teşkilatına ağırlıklı olarak azınlıkta olan türkleri almaya başlarlar. yıllardır kurulmuş olan saatli bomba türk polislerinin eoka'ya silahlı müdahele etmesiyle fitilini bitirmeye başlar. eoka olaylarla ilgisi olsun olmasın ne kadar türk polisi varsa suikastlerle öldürmeye başlar.
adadaki türkler için düşünüldüğünde enosis insanı bir anda öldüren bir hastalık değildir ama karşılarında bir girit örneği vardır. girit'teki türkler 1908 yılında girit enosisi sonucunda adadan yaka paça atılmıştır. kıbrıslı türkler topraklarına bağlıdır ve bu denklemi kıbrıs'ta yaşamak istemezler.
eoka hedeflerini ve taktiklerini genişletip genel bir türk ayaklanmasını ateşlemek için polisleri öldürmeye devam eder. onların operasyonel yorumlarına göre böyle bir ayaklanma ingiliz dikkatini o noktaya çekecek ve eoka üzerindeki yükü azaltacaktır. türkler ise bitmeyen bu ölümlerden bıkarak kendilerini korumak için türk mukavemet teşkilatını (tmt) kurarlar.
tmt ilginç bir örgüttür. gayri nizami savaşmasını sahada öğrenen pek çok örgütün aksine teorik olarak bilinçli karşı gerilla hareketlerine başlarlar. bunlardan en ilginci de lefkoşa'daki türk basın ofislerini kendileri bombalayarak suçu eoka ve rumlara atma gibi ortodoks olmayan metodlardır. (denktaş'ın itirafı için bkz ) türk donanması daha sonra tmt'ye silah sevkiyatına başlayacaktır. silahlarla yakalanan bir feribot (deniz feribotu, edit : yani feribotun adı deniz) daha sonra diplomatik bir gerilime de sebep olacaktır.
1960 yılında ingiliz hükümranlığı adada son bulur. zürih anlaşmasıyla kıbrıs artık legal olarak iki komünite / cemaatli cumhuriyet olmuştur. iki etnik topluluk da birbirine güvenme konusunda hiç aceleci değildir ancak cumhuriyet bunları bir arada tutmanın da tek yoludur.
1960 kıbrıs anayasası sadece 3 yıl yaşayabilir. kıbrıslı rumlar, ingilizlerin 1958'de miras bıraktığı bağımsız belediye meclislerini kapatmak isterler. meclisler rumların asıl korkusu olan adanın bölünmesine (taksim) önayak olmasıdır. iki halkın en nihai amacı da budur zaten. türkler taksim yani kendi topraklarına ve kabuklarına çekilmek ister, rumlar ise enosis, yani yunanistan ile birleşme.
kıbrıs anayasasının türklere nüfuslarından daha geniş bir oranda (yediye üç) temsil yetkisi vermesi yüzünden rumlar ayrıca gerilmiştir. bu da öyle bir bölünmedir ki, atıyorum hizmet sektöründe on iş pozisyonu açılmışsa bunların üçü koşullar ne olursa olsun kanuna göre türkler tarafından doldurulmak zorundadır. adanın da yalnız %18'i türktür ancak %30 gibi bir oranda kendilerine ihtiyaç vardır. türkler adanın herhangi bir yerinde iş bolluğu yaşarken iş beğenmezken rumlar %82'sini oluşturdukları ada demografisinde %70'lık bir dilime sıkışmak zorunda kalırlar. pozisyonlar boşken ve yeni doğacak türkleri beklerken rum gençleri işsizlikle tanışır. yani adadaki hiçbir gelişme etnik tansiyonu bitirmek için bir ilerleme yapmaz. bilakis iki toplum birbirine daha da bilenir.
1963 yılında bu her yönden fitili yakılmış olan etnik bomba patlar. şiddet baş gösterir.
başkan makarios 1960 anayasasında yapılması öngörülen 13 değişikliği kanun yapıcı meclise getirir. bu değişiklikler de türklerin adadaki konumunu kısıtladığından türkler tarafından veto edilir. bu tip bocalamalardan bunalan ve anayasanın enosis'i imkansız kıldığını gören rum liderliği akritas planını yapar. türklerin hak ettiklerinden ve gerektiğinden çok daha geniş haklara sahip olduğu fikrindedirler. plan türklerin haklarının rumlar lehine bozulmasını ve "adaletin" tesisini amaçlamaktadır ancak kabul edilmezse şiddetin patlayacağı tehditleriyle beraber masaya gelmiştir.
türkler akritas planı ile pek çok imtiyazlarından özellikle kendilerine ait olan etnik kotalardan ve başkan yardımcısının veto yetkisinden vazgeçmek zorunda kalacaklardı. türkler de bu tasarıyı doğal olarak reddettiler. türk temsilciliği de hepsinin üzerine hükümetten çekildi. kıbrıs anayasası da bu etnik tansiyonu daha çok taşıyamayarak 21 aralık 1963'te dağıldı.
etnik çatışmalar başlayınca adadaki garantör türk alayı kışlalarından çıkarak girne lefkoşa arasındaki yolu kontrol altına alırlar. bu yol ki kıbrıs'ın tarihi şahdamarıdır. denizden adanın içlerine geçen tek doğal yoldur. 1974 yılına kadar da bu karayolunu ellerinde tutacaktır kıbrıs kontenjan alayı. günü geldiğinde harekatın başarılı olmasının en önemli nedenlerinden biri olacaktır. bu yolu kullanmak isteyen rumlar o saatten sonra bir bm konvoyuyla birlikte geçiyorlarsa geçmelerine izin verilmiştir.
ülke kaynayan bir kazan haline lefkoşa varoşlarından 700 kadar türkün evlerinden zorla alınmasıyla gelmiştir. hemen ardından birbirine giren rumlar ve türkler çok kanlı bir şekilde çatışmış ve bunlar da 394 türk ile 179 rum vatandaşın ölümüyle sonuçlanmıştır. 109 türk köyü tahrip edilmiş ve 25 ila 30 bin türk kökenli kıbrıslı yerlerinden edilmiştir. bunların da çoğu türkiye'ye gitmiştir.
bu noktada türkiye, adanın ikiye bölünmesi fikrini tekrar masaya getirir. rumlar bunu kesin bir dille reddederler. türkiye adayı işgal etmenin eşiğine gelir. 5 haziran 1964 tarihli mektubunda abd başkanı johnson amerika'nın işgale karşı olduğunu yazar ve ekler. "eğer böyle bir işgal sovyetler birliği ile türkiye arasında bir kıvılcıma neden olursa amerika türkiye'nin yardımına gelmeyecektir"
bu "yerse" tandanslı uyarı türkiye'nin asıl korkusunun yüzüne çarpılmasıdır. rusya o yıllarda küba'ya nükleer füzeler yerleştirip amerika'ya doğrudan atarlanan bir havadadır. türkiye o yıllarda çok muhtemel bir nükleer savaşın hemen dibindedir ve bunu gözardı edemezler. türkiye kıbrıs'ı 1964'te işgal etmez. rumlar ise buna aşırı mutlu olur. türkiye'nin işgal etmediğini değil edemediğini düşünmeye başlarlar. edememek edemeyecek olmanın önşartıdır çünkü. enosis artık daha yakındır.
kıbrısta türklerin hükümet binalarına sokulmadığı, iş verilmediği karanlık bir döneme geçilir. türkler artık kendi güvenliklerini kendilerinin sağladığı müstahkem yerleşim yerlerinde (enclave) yaşamaya başlarlar. bu cepler türkiye tarafından direkt olarak hava desteğiyle falan ikmal edilmeye başlanır. haritadaki mor kısımlar türk yerleşim yerleridir. kırmızı ingiliz üsleri dikelya ve akrotiri, sarı ise rumların artık serbetçe at koşturduğu kıbrıs cumhuriyetidir. adada ciddi bir devlet mevhumu kalmışsa bile bu haritadan sonra meşruiyeti çok muallaktadır.
1974 rum darbesi
1974 bahar aylarında rum istihbarat servisi, eoka-b'nin makarios'a karşı bir darbe hazırladığını öğrenir. bunu da yunanistan'daki albaylar cuntası desteklemektedir.
albaylar cuntası da 1967 yılında başka bir darbeyle yönetimi ele almıştır. avrupanın tamamı bunu sert dille kınamış ancak amerika cuntacıları desteklemiştir. nedeni de büyük oranda ultra milliyetçi darbecilerin sol tandanslı serbest düşünürlere oranla sovyet yayılmacılığına karşı daha sert bir tutumlarının olmasıdır.
makarios darbeden sonra yunan askeri devlet başkanlarına bir mektup yazarak "eoka-b terörist organizasyonuna verilen desteğin kesilmesini ve rum ulusal muhafızlara komutanlık eden 6000 kadar yunanlı subayın yunanistan'a geri dönmesini" rica eder. cunta makarios'un enosis'i artık desteklemediğine kanaat getirir ve onu devirmeyi akıllarına koyarlar. mektuba cevap olarak kıbrıs'taki eoka darbesi için düğmeye basarlar. adamcağıza bir hayır bile dememişlerdir.
eoka'cı subaylar başkanlık sarayında ateş ede ede koşmaya başlayınca makarios saldırıda ölümden kılpayı kurtulur. başpiskopos başlığında denilene göre bir mermi deliği vardır. sarayın arka kapısından kaçarak baf'a gider ve burada bir ingiliz helikopteri kendisini malta'ya taşır. oradan da londra'ya sürgündeki kıbrıs hükümeti olmak üzere uçar.
albaylar cuntası'nın kıbrıs'a baş olmak üzere seçtiği lider aşırı milliyetçi nikos sampson'dur. kendisi fanatik bir türk düşmanıdır ve daha önceki şiddet olaylarında türklere karşı aktif olarak rol almıştır. elinde de epeyce türk kanı vardır.
nikos sampson radyo istasyonlarından hemen ortak bir bildiri yayınlatır. denilene göre makarios ölmüştür. türkler bütün bu darbe süresince etkilenmemişler kayıp da vermemişlerdir. bunun da amacı albaylar cuntasının türkiyeyi ilk etapta provoke etmek istememesi olarak yorumlanabilir.
abd dışişleri bakanı henry kissinger bakar ki işler boka sarıyor, hemen bir temsilciyi kıbrıs'a göndererek tansiyonu yatıştırmasını söyler. türkiye ise artık yatışacak durumda değildir. amerikan temsilcisi aracılığıyla yunanistan'a ultimatom niteliğinde bir istekler listesi yollar. bunlar arasında nikos sampson'un hemen kıbrıs'tan çıkartılması, 650 yunanlı subayın rum ulusal muhafızlarından çıkartılıp yunanistan'a dönmesi, her iki toplum için %50 ortaklık, kıbrıslı türkler için de kuzeye denize erişim hakkı istenir. bu mektubu okuyan yunanlı subay sanırım kör olmuştur.
türkiye bunun ardından ingiltere'ye başvurarak tarafsız garantörlüğünü kullanarak adaya barış getirmesi için ikna etmek ister. ingiltere'nin ise o taraklarda bezi yoktur. bunu reddettiği gibi adadaki havaalanlarının türk işgali için kullanılmasına izin vermez.
o noktadan sonra da yapabilecek hiçbir şey kalmamıştır. operasyon safhasına geçilir.
harekat öncesi operasyonel durum ve güçler dengesi
türkler
1963-64 yılındaki adadaki türkler ve rumlar arasındaki çatışma ortamından sonra genel hava oldukça durağan sayılabilirdi. kıbrıslı türkler birkaç köyden müteşekkil çeşitli "cep" lere çekilmiş ve kendini tmt ile nispeten koruyabilir bir durumdaydı.
bu "cep" lerden en büyüğü de lefkoşa , gönyeli, st hilarion arasındaki üçgen biçiminde cepti. adadaki 117 bin türkten 25 bini burada ikamet ediyordu. buradaki türk yerleşim bölgesi beşparmak dağ sırasına doğru uzanmış olsa da denize direkt bir bağlantıları yoktu. 1964 yılındaki olaylarda ağırdağ yerleşimcileri boğaz berzahını bayağı silahlarıyla falan işgal etmiş, rumların onları oradan güçle çıkarması da mümkün olmamıştı. bunun da sonucunda harekatın hemen öncesinde kıbrıslı türkler lefkoşa girne arasındaki otoyolu kontrol altında tutuyor sayılırlardı. etmiyorduysalar da bir silahlı çatışma esnasında etmeye en yakın olanlar türklerdi. dolayısıyla çıkarma günü geldiğinde boğaz geçidinde kontrolleri olmayan rumlar çıkarmanın ana siklet noktası olan girne sahiline ulaşmak için çok dolambaçlı yollar kullanmak (mesela panagra geçidi) zorunda kalacaklardı.
bunun haricinde ciddi bir türk nüfusu barındıran diğer noktalar da gazi mağusa / famagusta, lefke, serdarlı / tziaos, limasol, larnaka, paphos/baf, limnitis, kokina ve lorotzina'da bulunmaktaydı. 1974 öncesinde kıbrıs'ı gezmiş birinin hatırasında kıbrıs bu şekilde kuzeyinde türklerin güneyinde rumların yaşadığı bir yer değildi. tüm yerleşimler içiçeydi. şu resimde adada dağılmış olan etnik yüzdelere erişilebilir. kırmızılar türk maviler rum olmak üzere.
harekat başlamadan ve türk birlikleri çıkarma yapmadan adadaki tmt varlığı 8 alayda kümelenmiş 27 tabur kadardı. bu da 20 bin kadar asker ediyordu. tmt milis - asker arasında değerlendirilse de kendi evleri için savaştıklarından oldukça fanatik olabiliyorlardı. nitekim çok hafif teçhiz edilmişlerdi. adanın tamamında etkili olmak için sayısı da azdı. bu yüzden tmt karargahı genellikle güçlerini konvansiyonel harekatta kullanmamayı seçmiştir. kendini harekat süresince sabotaj pusu ve sızma gibi taktiklerle gösterecektir.
bunun da haricinde adada 1000 kişilik bir türk alayı da bulunmaktaydı. bunlar da gönyeli ve ortaköy olmak üzere iki farklı noktaya 650 ve 350 olmak üzere dağılmıştır. dolayısıyla müstakil hareket gücünden de yoksun durumdadır.
rumlar
türkler adada 1963-64 yaşanan şiddet olaylarından sonra tmt ile kendilerini savunma yolunu nasıl seçtiyse rumlar'da ulusal muhafız ordusunu kurmuştur. ingiltere veya yunanistan'ın ihtiyaç fazlası olarak ayırdığı hafif silahları edinerek ne kadar inefektif (hatta kaotik diyebileceğimiz) bir ekipman varyetesine sahip olsa da tmt'den daha iyi silahlanmıştır. 15 muvazzaf 19 ihtiyat piyade taburu, 3 muvazzaf 1 ihtiyat komando taburu, 1 tank, 1 mekanize, 1 keşif, 6 sahra topçu taburu ile sayısız çeşitli muharip bölüklerin (antitank, hava savunma, istihkam gibi) de yeküne eklenmesiyle 40000 gibi bir sayıyla rum ulusal muhafızlar tmt'nin iki katıdır. bunun 30 bin kadarı seferberlikte yeküne katılan ihtiyatlar da olsa harekata tmt'ye kıyasla mobilite bazında daha hazır bir durumdadırlar. tmt'nin aksine zırhlı saldırı, cephe savunma gibi yetileri olan yarı modern bir silahlı kuvvettir. 32 tankı (sovyet t34/85) 80 sahra topu ve 100 kadar da zırhlı aracı (zpt - zma - ifv) vardır.
ulusal muhafız subayları genellikle yunanistan'dan gelmiştir. yani kıbrıslı rum rütbeli 1974'te henüz pek yoktur. 1965 yılında sovyetlerden alınan t34 tankları ve ingiltere'nin "yazıktır bunlar da asker" gibisinden acıyarak bağışladığı marmon zırhlı muharebe araçları dışında rum hükümeti ulusal muhafızları silahlandırmaya pek para ayırmamıştır ki harekatın başarılı olmasında büyük etkiye sahip olan rum muhafızların materyal yetersizliği türk askeri analizlerinde hep atlanır. bunun yanında makarios orduyu materyal anlamda öksüz bıraksa da insan gücü anlamında bir yerde bunu dengelemeye de çalışmıştır. efedrikon soma (ihtiyat güçleri) adında bir polis teşkilatı kurulmasına önayak olmuştur. efedrikon bir polisin görev süresinde göremeyeceği askeri eğitim, ağır silah ve zırhlı araç eğitimlerini falan haiz bir teşkilattır. asker - polis arasında tabiri caiz ise ağır polis teşkilatı olmuştur. en büyük özellikleri de sefer durumunda ulusal muhafızların emrine giriyor olmasıdır. makarios aslında bu teşkilatı bir yerde subaylar yüzünden atina kontrolüne girmiş ulusal muhafızları dengeleme amacıyla kurmuştur ama neticede onların elini de güçlendirmekten kaçamamıştır. efedrikon çekoslovak silahları kullanan (vz.50 vz.52 tabancalar, brno mavzerler, bren 7.7mm hafif makineliler) 3 taburluk ilginç bir birimdir. bunun da haricinde çeşitli politik görüşlere sahip liderlerin etrafında da paramiliter (hadi çete komita demeyelim) güçler de harekat boyunca görülecektir.
adadaki 1000 kişilik iki piyade taburundan müteşekkil yunan alayı'da harekatta rum tarafının en iyi eğitimli, en iyi sevk ve idare olunan birliğidir. nitekim şansımıza harekat sırasında ağır silahları olmadığı ortaya çıkacaktır. rum komando alayı ve yunanistan'dan gelen bu alayın harekattaki sicilleri bağımsız analistlerce hep parlak addedilmiştir.
planlar
kıbrıs'ın olası işgaline yönelik ilk plan 1964 yılında masaya yatırılmış ve anahatları eni konu operasyondan 10 yıl önce kadar düşünülmüştür. planın tam anlamıyla hazır olması 1967 yılına kadar sürer. 1967 - 74 arası da operasyonel gerekliliklere göre detayların değişmesine sahne olur.
saldırı planımıza göre ana hedefler şahin ve attila hatlarıdır. bu da kuzey kıbrıs'tan olabildiğince büyük bir toprak parçası koparma üzerinedir. ilk etapta amaç genel bir taarruza imkan verecek miktarda ikmal ve askerin karaya çıkartılması için kuzeyde bir kıyı başının tutulması, buradan da kıbrıslı türklerin elinde olan çok stratejik gönyeli kesimi ile bağlantı kurulmasıdır. çıkacak asker ve ikmalin güvenliği için de 18 kilometre hattında 22 kilometre derinliğinde bir alanın kontrolü gerekmektedir. bu ilk hedef "şahin" dir. bu hedeflere ulaşıldığında kıyı başı güvenlik altında olacak, piyade büyük oranda statik savunmaya geçecek ve adaya çıkmış olan zırhlı birlikler taktik ihtiyata geçerek düşmanla teması kesecek ve ancak zırhlı karşı saldırılarda (gerektiğinde) kullanılacaktır. bu aşamada operasyonel faaliyetler bir diplomatik çözüm bulunana kadar kesilecektir. velev ki üç gün içinde bir diplomatik kazanım elde edilemezse ikinci hedef olan attila hattına genel taarruz başlayacaktır. attila hattının komple elde edilmesinin 6-7 günde olması planlanmaktadır.
çıkarma her ne kadar en zor operasyon da addedilse genelkurmay operation overlord (normandiya çıkarması) ayarında bir zorluk beklememektedir. çünkü tsk'nın akdenizde kesin üstünlük gibi bir savı vardır o yıllarda. planlamacıların en büyük korkusu ise ege denizidir çünkü deli gibi istihkam edilmiş ve birinci ordu tarafından kapatılmış olan edirne hududu haricinde kumsallarla sahillerle dolu kuş uçuşu 470 kilometrelik bir hat yunanistana bakmaktadır. saros körfezinden antalyaya kadar da hattı uzatırsanız 906 kilometre kuş uçuşu, 1800 km coğrafi bir sahil şeridi yunanistanın suistimaline bir anda açık kalmaktadır.tabii yunanistan'ın kendi kaynaklarıyla çıkarma yapması izmir'i falan tehdit etmesi beklenmemektedir ama hatırı sayılır bir donanması olan yunanistan'ın hiçbir şey yapmasa bile sadece fleet in being ile türk donanmasının %80'ini ege'de meşgul etmesi çok olasıdır.
çıkarma için ayrılan türk armadası 5 fırkateyn, 31 çıkarma gemisi, ve sayısız hücumbot ile mayın avlama gemisidir. hava kuvvetleri de nakliye gücüyle çıkarmaya fiilen katılacak yoğun bir hava indirme operasyonundan sonra havadan ikmale kıyıbaşı kurulduktan sonra dahi devam edecektir.
bütün saldırının komutası ikinci orduya bağlı 6. kolordu'ya verilir. kolordu bünyesinde de çıkarmayı üstlenecek olan "çakmak amfibi özel görev kuvveti" adında amfibi bir tugay bir araya getirilir. farklı sınıf ve birliklerden eklemelerle beraber (komando tugayı, 39. tümen k.lığı, 28. mot. p tümen k.lığı, 5. zırhlı tug. k.lığı ve jandarma) ciddi bir karma birlik haline gelmiştir. adada gönyeli berzahında bulunan 6000 kıbrıslı türk savaşçı da organik olarak 6. kolorduya harekat süresince bağlanmıştır.
bu amfibi birliğin komutasına kimin verileceği de genel kurmay başkanı tarafından kara kuvvetleri komutanına bırakılır. eşref akıncı paşa da 4. kolordu komutanı olduğu zamandan iyi tanıdığı o zamanın kırıkkale 61. alay komutanı süleyman tuncer'e komutayı verir. o sırada süleyman tuncer yeni tuğgeneraldir ve 1. ordu harekat başkan yardımcılığı yapmaktadır. 18 temmuz'da harekattan iki gün önce apar topar adana'ya gelir, görevin başına geçer.
attila 1 çıkarması ve taarruz
rum savunma perspektifinden bakıldığında hesaplar karışıktır. adanın her tarafına dağılmış ufak tefek ancak tehditkar olabilecek kadar da silahlı türk yerleşim yerleri savunma için ciddi bir tehdit unsurudur. zira işgal için gelen türkiye kıyı başını tuttuğu anda bu köylerin kasabaların her birinin işgale aktif olarak yardım etmesi, gelen türk işgal kuvvetlerine rehberlik etmesi, üstüne partizan operasyonlara girişmesi çok ihtimal dahilinde olduğundan rum ulusal muhafızları öncelikle bu yerleşim birimlerinin ekarte edilmesini planlamıştır. georgios grivas'ın 1964 yılı plana göre bir türk çıkarması başladığı anda "afrodit 1" operasyonu başlayacak ve adadaki yunan tümeni türk kıyıbaşına karşı savunma ve karşı taarruzu sürdürürken, rum ulusal muhafızları türk yerleşimcileri hareket edemez bir hale getirecektir. türk yerleşimciler de doğal olarak sivil olduğu için çok kanlı sahneler beklenmektedir.
nitekim 1967 yılında yunan tümeni adadan ayrılınca planı baştan yazmak gerekir. "afrodit 2" yunan tümeninin yapacağı işi kıbrıs karma timleriyle yaparken ana siklet merkezini yine anti-partizan operasyonlara yöneltmiştir. hatırlatmak gerekirse o yıllarda kuzey türk güney rum gibi bir durum söz konusu değil. adanın her yeri karmakarışık bir şekilde türk ve rum yerleşimi dolu. ve bunlar çok keskin sınırlarla heterojen bir şekilde ayrılmış. o yüzden adamların askeri anlamda değerlendirildiğinde keşiften muaf gizli bir manevra yapacak durumları bile yok. kıbrıs ada olduğundan kaçacak yer bir kere yok. türk çıkarması geldiğinde tmt beli kırılmazsa fare kapanındalar. o yüzden sivillere karşı operasyonlar ne kadar insanlık dışı da addedilse rumlar zaten bu tip şeylere 1964 sonrasında şartlanmış bir durumdadırlar. bunu savunmuyorum yanlış anlaşılmasın ancak böyle askeri bir gerekçeleri de vardır.
çıkarmanın olacağı sabahın gecesinde zafer burnunda (cape apostolos andreas) konuşlu yunan sep/a radarı saat 1:30'da on bir türk gemisini 35 mil mesafede saptar. bunlar girne istikametinde seyir halindedirler. seyirlerinde değişiklik olmayınca rumlar t1 ve t3 isimli iki motor torpidobotu türk filotillasına karşı yola çıkarırlar ancak bu küçük saldırı tekneleri ikaz ışığı yakmaya falan çalışırken gelişine çapraz ateşe girerler. t1 baş bodoslamasına 40mm bofors ap/he mermi yiyerek tüm mürettebatıyla havaya uçar. t3 bunu görüp saldırı pozisyonu almaya çalışırken türk gemilerinin müşterek menziline girerek tam anlamıyla arada kalır ve korkunç isabetler alarak batar. bir mürettebat ağır yaralı kurtarılır.
20 temmuz 1974'te ilk türk birlikleri girne'nin 8 km batısında pentemilli (beş mil) sahilinde çıkar.
türk donanması mersin'den aldığı çıkarma gücünü önce glykiotissa'da sahile atmak ister ancak buranın bir kıyı başı olamayacağı üzerine hakim görüş ağır basınca rota girne batısına çevrilir. çıkarma başlamadan sabah saatlerinde dz kk kurbağaadamları sahilde mayın arama ve avlama operasyonuna girişirler.
ilk karaya çıkan 6. amfibi piyade alayının bir taburudur. alay komutanı deniz yarbay neşet ikiz'de bu ilk dalgada çıkmıştır. çıkarmanın bir omaha kumsalı ayarında olacağından çekindiklerinden kapağı alelacele "yaşa atarlar" yani çıkarma gemileri kapağı bel hizasında suya açar. o sırada girne sahillerinde turistler vardır, denizde yüzerken bir anda çıkarma gemilerini ellerinde makineli tüfekli suratları boyalı allah allah diye bağıran askerleri falan görüp paniğe kapılırlar. ilk dalga kıyıya çıktığında henüz ateş bile edilmemiştir. amfibi alay istihkam bölüğü hemen kumdan geçici iskeleler yapmaya başlar. kıyıbaşında tek tük silahlı suretler de görülmeye başlanınca yarbay ikiz sahilde kim var kim yok toplatır. hepsini enterne ederler. hatıratında daha sonra şöyle anlatacaktır :
"yakaladığımız hiç bir esirin kılına zarar gelmemiştir ve ayrıca ben asteğmen veli doktoru aradım. gittim sivillerin yanına. çok telaşlı ve stres içinde gördüm. esirlere de müsterih olun, bir çıkarmaya mecbur olduk. karşı taraftan mukabele görmezsek harp bile etmeyeceğiz dediğimi hatırlıyorum."
amfibi alayın hemen ardından 39. tümene bağlı 50. piyade alayı albay halil ibrahim karaoğlanoğlu komutasında piladini plajına (o günkü adıyla yavuz, bugün karaoğlanoğlu plajı) çıkar.
olay yerine yetişen rum ulusal muhafız ordusunun ilk iki bölüğü 251. piyade taburu ile bunun desteğine gelen 2. tank bölüğünün 5 adet t-34/85 tankıdır. saat 10 sularında tank desteğiyle beraber türk çıkarmasına tanklar ilk salvoları savurmaya başlar. artçı olarak gelen 155mm adet çekili topçunun da yirmi dakikada yerleşmesiyle rumlar ölüm kusmaya başlar. sahildeki ilk iki müstahkem mevzi olan geri tepmesiz topçu mevzileri hemen isabet alarak safdışı kalır. ağır makineli tüfek ateşi de başlayınca sahil çok büyük baskı altına düşer. ancak rumlar ateşi o denli yoğunlaştırıp işgal gücünü kumsaldan atamazlar. türk piyade taburu yarı intihar yarı kahramanlık gösterisiyle sekiz adet m113 zırhlı personel taşıyıcı ve bunların tepesindeki 12.7mm uçaksavarların desteğinde karşı saldırıya geçer. tabii olacak bir şey değildir bu. t34/85 tankları personel taşıyıcıların ikisini havaya uçurur. mevzileri koruyamayacaklarını anlayınca girne istikametine doğru savaşarak çekilmeye başlarlar. çıkarma birlikleri bu esnada kıyıbaşından bir kilometre batıya açılarak cepheyi bir miktar genişletir ve kafalarını doğuya çevirirler. o noktadan sonra da tutulmaları mümkün olmaz. beş t34 tankının dördü imha edilir diğeri ise rum 251. taburun karargahında motorları çalışır halde faal olarak ele geçer.
aynı sıralarda türk hava kuvvetleri sahneye çıkar. girne bölgesinde hedef olabilecek ne varsa f100d uçakları strafe dalışları yaparak top ve roketle saldırırlar. özellikle kokkinotrimithia'da konuşlu rum ulusal muhafız üssü yoğun ateş altına alınır. burada iki ingiliz hibesi marmon zırhlı aracı ile bir adet daimler dingo ifv isabet alır. girne stadyumunda (nedense) bekletilen sovyet yapımı btr-152 zırhlı personel taşıyıcıları da türk pilotların dikkatini çeker ve stadyuma da tepeden ateş ederek ikisini berhava ederler.
girne - boğaz arasına dönersek rumlar bu esnada kıyıbaşının susturulması operasyonuna yoğunlaşmaya başlarlar. boğaz maki giorgalla istikametinden gelip sahil menziline giren rum çekili topçusu 12 adet 25 funtluk qf ile sahile indirekt ateş etmeye başlar. bu topçuyu savunmak için altı adet alçak irtifa 12.7mm ve 14.5mm uçaksavar da getirirler. türk saldırısı çığrından çıkıp girne yolu istikametinde durdurulamaz bir şekilde ilerlemeye başladığında çekili topçu güvenli bir mevziye çekilmeye çalışır ancak bunu yapacak traktörleri yoktur. iki adet topu taşıyamayıp (hasar da veremeyip) faal halde türklerin insafına bırakırlar. yolda da traktör uçaklardan kaçmaya çalışırken yol kenarındaki bankete yuvarlanarak iki topu daha kullanılamaz hale getirir. çekili topçu taburu kalan iki topuyla sen pavlos müstahkem mevzine yerleşerek sahile doğru 12 kilometrelik uzun indirekt atışlarına başlar. ancak 1974'te korditli (bkz: cordite) ikinci dünya savaşı mühimmatı kullandıklarından namlu ağız alevleri ve çıkan dumanlar türk keşif unsurlarınca kolay görülmektedir. başarılı bir atış yönlendirme ile lapithou tarafından saldıran f100 ve f104 uçakları tarafından rum topçusu ağır hasar alır. üstüne girne sahilindeki deniz kuvvetleri filotillası da ağır silahlarını bu koordinata çevirdiğinde rumlar indirekt ateş desteğinden mahrum kalırlar.
antitank operasyonunda ise rumlar karavas girne arasında onsekiz adet 57mm antitank topu yerleştirirler. ancak sadece 12 traktör ile çekilmesi ve yerleştirilmesi hayati önemli olan direkt top desteğini de büyük tehlikeye atarlar. türk uçakları karavas'ı saat 05:15'te dövmeye başladığında üssü terkedip güvenli mevkiye çekilirler, topları da ikili üçlü bağlayarak kayıpsız olarak hava saldırısını atlatırlar. panagron mevkiine ulaştıklarında antitank topçusu buradaki türk öncü hatlarına ve beş mil sahilinde ikmal çıkarmakta olan türk gemilerine direkt atışa başlar. çıkarma gemileri altı - sekiz isabet alınca ikmal operasyonunu hemen keserek geçici olarak açık denize tornistan eder. bu 191. rum topçu taburu belirtmek gerekirse çıkarmadan 4 gün önce ani başlayan bir orman yangınında malzeme ve mühimmat kaybetmiş ve toparlanmak için zaman kollarken kafalarına çıkarma yemişlerdir.
daha güneyde sabahın ilk ışıklarında türk uçakları görülmeye duyulmaya başlanır. türk yerleşimciler ilk etapta bunların bombardımana geldiğini düşünüp telaşa düşer ancak gökyüzü bir anda paraşütçülerle dolar. hava indirme tugayı nispeten başarılı bir şekilde gönyeli'ye iner ve tugayın bir taburu çıkarmadan önce o bölgede konuşlanmış türk alayının batısını hemen korumaya alır. diğer taburlar da ağır silahlarını beklemeden dikomou (dikmen) ve bozdağı istikametinde hücuma geçer. aynı anda komando tugayı da helikopterlerle st. hilarion ve beyaz ev bölgelerine indirilir. bu tugayın bir taburu st. hilarion - doğru yol yönünde, diğer taburu ise beyaz ev - zeytinlik - girne hattında daha yavaş ilerleyerek kıyı başıyla birleşmeye çalışıyordu. saat 11 sıralarında da birleşmek üzereydi.
20 temmuz öğleden sonrası ve gece saatleri tüm kıbrıs harekatının en çetin çarpışmalarına sahne olacaktı. bu noktada savaş alanı şu görünümdeydi.
girne - girne boğazı - gönyeli - ağırdağ ve ortaköy arasından lefkoşa kuzey sınırına kadar türk kontrolü kesinleşmiştir. inen ve çıkan birlikler rum karşı saldırısı gelmeden cepheyi biraz daha açmak istemektedir. çıkarma ve hava indirme bu aşamada beklenenin üzerinde bir sürpriz etkisiyle gerçekleştiğinden moral de oldukça yüksektir. gönyeli "cebinde" 3800 piyade, 650 paraşütçü ve 1000 tmt gerillası kuzey güney istikametinde operasyonları sürdürmektedir.
rum güçleri aynı anda toparlanmaya çalışmaktadır ama kötü yakalanmışlardır. rum ulusal muhafızlarının 326. ve 306. piyade taburları öğlen saatlerinde özellikle de kıyıda nitelikli bir savunma ortaya koysalar çok büyük zayiata ve kaosa sebep olabilecekken bu önemli rolü üstlenemezler. lefkoşa'dan girne istikametine karşı saldırı yapsın ya da en azından güçlendirsin diye gönderilen rum 281. ve 286. mekanize piyade taburları (ve bunların 3 de tankı) kontemnos köyünde duraklarken türk uçakları tarafından çok feci saldırıya uğrar. cayır cayır düşman (türk) hava üstünlüğünün olduğu bir ortamda çok acemice davranarak zırhlı intikali güpegündüz gerçekleştirmektedirler. bunun sonucunda da türk jetleri altı zırhlı personel taşıyıcıyı mürrettebatıyla beraber yok eder. 286. mkz p. taburunun komutanı yarbay georgios boutos araçlarını kurtarmaya çalışırken bir türk f100d uçağından atılan mk82 bombasının tam aracın üzerinde patlamasıyla feci şekilde ölür.
morphou/güzelyurt istikametinden girne'yi desteklemesi için yola çıkan rum 316. taburu ise türk komandoların yolda feci bir pusu kurmasıyla ağır zayiat verir. komandolar tank mayınları, altı adet mg3/m1918a6 makineli tüfek ve bir geri tepmesiz top ile savaşa yetişmek için harıl harıl yardıran rum nakliye koluna girişir. ilk cayırtı koptuğunda 38 ölü yaralı veren rumlar şaşkınlığı üzerinden zor atıp savunma pozisyonuna geçerler. o sırada rum 316. tabur 286. taburdan arta kalanları bünyesine katmış 3 adet t34/85 tankı da beraberlerinde getirmişlerdir. tank desteği gelince türk komandolar geri çekilmek zorunda kalır.
rum ulusal muhafızlarından kurmay yarbay konstantinos boufas zırhlı bir nakliye koluyla girne'nin batısına farklı bir yoldan ulaşır. amacı da karşı saldırıyı organize etmek ve bir batı cephesi oluşturarak türk savunma hattının yüzünü batıya dönmesini sağlamaktır. hava üstünlüğüne karşı yapabilecekleri az olduğundan gece saldırmak ister. elinde hazır bulunan bütün kuvvet 316. 281. 286 piyade taburları ile bir antitank timi ve üç de t34/85 tankıdır. hakkını vermek gerekirse saldırıyı büyük bir sürpriz etkisiyle ve başarıyla uygular. kıyı hattını tutan türk birlikleri aniden gelen ve beklenmedik yoğun ateş ve düşman piyadesinin sızması sonucu 120 metre kadar geri çekilir. ancak bu da hızlı bir karşı saldırıya zemin oluşturur. yarbay boufas'ın birlikleri oldukları yerde yatarak çarpışmaya başlarlar. tanklardan biri antitank roketiyle isabet alır ve paletlerini kaybeder. hemen ardından gelen bir başka geri tepmesiz top mermisi tankın sürücü kapağından sekerek kule alt sahanlığına seker ve oradaki rulman hattını kırar. mürettebat tankı şu şekilde terketmiştir. rum 306. taburu da savaşa o anda geç de olsa dahil olmuştur ama çatışma üzerinde ciddi bir etkisi olmaz. aynı anlarda silahlandırılmış rum siviller olan "pantazis" de güneyden çatışmaya dahil olur ancak türk piyadesini yerlerinden edemezler. o gece 50. piyade alayı komutanı karaoğlanoğlu çatışırken sevk ve idareyi sağladığı villaya m20 bazuka isabeti sonucu oldukça feci şehit olmuştur. rum kaynakları özellikle de savvas vlassis, atilla operasyonu kitabında karaoğlanoğlu'nu öldüren bazukanın türk tarafından ateşlendiğini ve albayın dost ateşiyle öldüğünü yazar.
20 haziran 1974 günü lefkoşa hattı
sabah 6 sıralarında gönyeli'ye inmekte olan türk hava indirme tugayının (sanırım) 1. taburunun birinci bölüğü gönyeli ovasını hafif aşarak lefkoşa sınırında mia millia'ya iner. talihsizlik de o ki gönyeli'yi girne'ye ulaşmak için aradan çıkarmaya gelen rum ulusal muhafızların tam kafasına denk gelirler. rum kaynaklarına* göre inen 120 mevcutlu 1. bölük 93 ölü yaralı ve bir esir vermiş, kalanlar türk hatlarına çekilmiştir.
saat 07:30'da adadaki yunan alayının 550 askeri, rum ağır tank taburunun 19 tankı ve bir rum ulusal muhafız taburuyla birlikte lefkoşa gönyeli arasında toplanırlar. gönyeli girne'ye giden yolun üzerinde bulunduğundan girne bölgesini desteklemek için mutlaka elde tutulması elzem çok stratejik bir noktadır. ancak bunu türk ordusu da iyi bildiğinden burayı geçilemez bir şekilde tahkim etmiş bulunmaktadır. zaten türk alayının çıkarmadan önce burada konuşlanmış olması da bu yüzdendir. alayın antitank siperleri, makineli tüfek yuvaları ve beton koruganlar ile kuşatmaya hazırlanmış bir hali vardır. yunan ve rum karma kuvvetleri taarruzlarını klasik bir topçu bombardımanıyla açar. gönyeli türk alayının yönlendirmesiyle türk hava kuvvetleri hemen strafe dalışına başlar. saldıran dört uçağın toplar ve bombalarla geçişi sonrası rum topçusu afallar ancak sonra şaşkınlıklarını üzerlerinden atıp mevzilerine dönerler. yunan havan timleri hava üstünlüğünün olmadığını iyi bildiklerinden top ateşi başlayınca gri duman mermileri de sallayınca 1960ların teknolojisiyle uçan f100d pilotları hedefleriyle görsel temas kuramaz. atışları isabetsiz hale gelir.
hava saldırısı kesildiği zaman rum ulusal muhafız bölüğü tank desteğinde koordineli bir piyade hücumuna geçer. ancak bu da kendileri için felaket olur. iki t34/85 türk topçusu tarafından direkt atışlarla safdışı kalır. bir üçüncüsü de antitank siperine düşerek çıkamaz ve mürettebatı tarafından terk edilir. bu sırada arka planda hava indirme tugayının diğer taburları gönyeli ovasına inmeyi sürdürmektedir.
daha güneyde lefkoşa içlerinden kuzeye doğru gönyeli'ye çıkmakta olan 185. rum mekanize piyade taburunun topçusu 12 adet 25 funtluk qf topunu da olay yerine getirmektedir. toplar açılıp ilk mermilerini gönderemeden orta irtifadaki f100'ler tarafından görülürler. stuka gibi neredeyse vertical dalan bir f100 bütün roket mühimmatını top bataryasına yollayınca top mühimmatının da ateş almasıyla rumlar beş top ve 6 askeri büyük bir patlamada kaybederler. batarya komutanı üsteğmen diakos takla atan bir topun altında kalarak feci şekilde can verir. nitekim rumlar topları kurmuşken namlu başına üçer mermi he görevi de yapar ve ardından tüm taşınabilecek topları makedonitisas manastırına çekerler.
rum 184. piyade taburunun topçusu da türk hava saldırıları altında makedonitisas'a toplarının yarısını kaybederek, üç asker de zayiat vererek gelir. bu iki topçu bataryası gönyeli türk alayının karargahını vizörlerinde sıfırlayarak atışa başlar. bir türk hava saldırısı yeseler de siperlerin derin olması yüzünden kayıp vermezler.
bu esnada 15 tankları kalmış olan yunanlılar güneybatı istikametinde çarpışarak çekilmektedir. yeni savunma hatlarına yerleştiklerinde 361. ve 369. taburları 15 dakikalık bir dinlenmeye alarak rum ulusal muhafızlarından destek ister. o akşam saat 18:00'de rum ulusal muhafızların doğu ve batıdan, yunan alayının da tanklarıyla güney ve güneybatıdan hücum etmesi planlanır. ancak yardıma gelen rum 399. tabur yolda tmt milisleri tarafından pusuya düşürülür ve çok gecikir. geldiğinde de kimseyi beklemeden kendi başına doğu istikametinden karargaha saldırıya geçer. büyük zayiat verip geri çekilir ve gönyeli üzerindeki genel baskı bu noktada hafifler.
20 temmuz günü adanın diğer bölgeleri
çıkarma haberi gelince adanın en güneyinde bulunan ve bir türk gücünün tamamen nüfuzu dışında kalan limasol kentindeki türk mahallesi saat 10:00 sıralarında 450 kadar eoka-b mensubu askerin saldırısına uğrar. bunlar aslen (kağıt üzerinde) 203. piyade ihtiyat taburuna bağlıdır. limasol türk yerleşim noktasında 1000 kadar silahsız ya da çok hafif silahlı yerleşimci bulunmaktadır. aynı anda limasol'un batısında avdimu kasabasındaki türk yerleşimciler de baskına uğrar. adanın yerlisi olan türkler savaş esiri muamelesi görerek limasol stadyumuna koyulurlar.
saat 17:00 de yunan tank çıkarma gemisi hs lesvos baf'a ulaşır. yunan bandırasına rağmen güvertedeki 40mm bofors topunu tmt mevzilerine çevirerek yoğun ateş altına alır. aslen gemi adadaki yunan alayı askerlerinin rotasyonu için gelmiştir ama savaş koşullarını görünce gemideki 450 yunan askerini baf'a bırakıp adadakileri de almadan hemen açık denize fıyar. hs lesvos'un orada olması türk plan subayları için küçük çaplı bir şok olacaktır çünkü çıkarmadan 12 saat sonra yunanistan'ın adaya asker çıkardığı haberi tmt telsizlerinden ankara'ya iletilecektir. genelkurmay hemen 3 adet fırkateyni olay yerine daha büyük çıkarma operasyonlarını engellemesi için yollayacak bu da daha ileri bir seviyede kocatepe faciasına yol açacaktır.
saat 18:00'de bm güvenlik konseyi 353 numaralı kararını oy birliğiyle alır. 22 temmuz saat 16:00'da ateşkes koşullarının uygulanması taraflardan istenir.
gece saat 22:00'de baf bölgesindeki hırpalanmış tmt güçleri teslim olduklarını bildirirler. ağır silahlardan yoksundurlar ve orası da şanslarına yunan ordusunun bizzat güçlü olduğu noktadır. bunun yanısıra gazimağusa/famagusta'daki tmt birliği şehrin iç duvarlarına mevzilenerek bir kuşatmaya hazırlık yapar.
saat 23:00'de rum/yunan karma komandolar ağırdağ / lefkoşa'daki türk yerleşiminin hemen kuzeyinden bir gece saldırısı başlatır. amaçları beşparmak/pentedaktylos dağ sırasının lefkoşa istikametinde geçişe imkan veren tek noktası olan boğazı kapatmaktır. 31. ve 33. komando bölükleri batıdan 32. ve 34. bölükler doğudan saldırıya geçer.
21 temmuz 1974
çıkarmadan tam bir gün sonra kıyıbaşında çatışma kalmamıştır. kıyıbaşının tutulması da çıkarma harekatının bir numaralı mihenk taşı olduğu için mersin limanında bekleyen ikinci dalga askerler harekete geçerler.
yunan tank çıkarma gemisi hs lesvos'un açık denize kaçışından sonra türk hava kuvvetlerine bölgede bir yunan donanmasının görev gücü (task force) olduğu bilgisi iletilir. tabii o yıllarda istihbarat alındısı, teyid ve onay gibi hususlar merkezi bir idareden yönetilmemektedir. telefonu açıp kendisini genelkurmay deniz istihbarat dairesinden gibi tanıtan bir bakkal da işleme istihbarat alındısı koyabilmektedir. internet intranet gibi şeylerin çıkmasına daha 25 yıl vardır. hava kuvvetleri istihbaratı teyid için genelkurmayı arayarak bölgede bir rum/yunan deniz görev gücü olup olmadığı yönünde teyid ister. hs lesvos'un varlığı yüzünden bu teyit edilir. nitekim tek bir gemi görev gücü değildir. bu karşı istihbarat çalışmasını rumlar yapmışlardır. üç fırkateynin akdenizde ls lesvos'u aradığını haber alıp türk hava kuvvetlerine bir yunan görev gücünü haber verip şanslarını denemişlerdir kısaca.
hava kuvvetleri teyidi alınca 28 uçaktan oluşan bir gemi avlama filosu bir araya getirerek bunlara o yıllardaki hava kuvvetleri cephaneliğinin izin verdiği en masif mühimmatları takar. anti gemi füzeleri henüz sınırlı kullanımda olduğundan mk82 ve 15 temmuz'da darbe gecesi polis özel harekat bahçesini vuran mk84 bombaları ve zırh delici 20mm top mermileri uçaklara yüklenir. bunlar da iki uçuş kolu bir araya getirerek akdenizdeki yunan görev gücünü aramaya giderler. gerçekten de üç gemilik bir görev gücü bulurlar.
aslında bunlar lesvos'u arayan türk adatepe, kocatepe ve mareşal fevzi çakmak fırkateynleridir. üç gemi de aynı anda saldırıya uğrar ancak yarbay güven erkaya'nın komutasındaki kocatepe çok ağır yaralanır. 55 şehidin olduğu gemide kurtarma çalışmaları fayda vermeyince kocatepe'de gemiyi terk emri verilir. lastik botlarla akdeniz'in karanlığında sürüklenen tcg kocatepe mürettebatından bazı denizciler paniğe kapılarak bir drama daha sebep olurlar. güven erkaya'nın ısrarlarına rağmen ana tahlisiye botlarından palamar çözerek iki üç botla karaya doğru kürek çekerler ve kendilerini bir daha gören olmaz. güven erkaya ve onun etrafındaki lastik botlar sabaha doğru bir israil balıkçı teknesi tarafından görülür ve kurtarılır. bunlar haifa limanına götürülerek oradan türkiye'ye dönüş yaparlar. hatta 1996 yılında da erkaya deniz kuvvetleri komutanı olduğunda balıkçıya vefa borcunu kendisini onur misafiri olarak türkiyeye davet ederek ödemek istemiştir. (edit : @guru burada kurtarılma hikayesini oldukça detaylı yazmış)
istihbarat çalışmasının sorumlusu olan rum donanma komutanı yarbay papayiannis kocatepe saldırısının gerçekleştiği sıralarda karava taraflarında türk çıkarmasının boyutları hakkında malumat edinmek ve gözlem yapmak için 80 rakımlı bir tepeye çıkar. türk paraşütçüler kıyı başına çıkan "bir eşşeğin geçebileceği" her noktaya pusu atmışlardır. eşşeğin başının bir jiple farları kapalı olarak rum istikametinden geldiğini görünce hiç tereddüt etmeden jipi ve ardındaki kamyonu feci bir yaylım ateşine alırlar. yarbay papayiannis boğazından giren bir g-1 mermisiyle ağır yaralı halde jipin içine düşer. ardından rum eoka komandoları ile türk paraşütçüler arasında feci bir hesaplaşma yaşanır. iki tarafın da epey ölü yaralı verdiği o gecenin sonunda rumlar istihbarat konusunda yetenekli bir komutanı harekatın ikinci günü kaybederler.
21 temmuz boyunca sahil ve gönyeli kısmındaki operasyon şu şekilde tezahür etmiştir.
aynı akşam yunanistan'da hüküm süren albaylar cuntası kıbrıs'a direkt operasyon yapamayacaklarından gizli bir silahlı gücü adaya gönderme kararı alırlar. bir piyade bir komando ve bir ağır tank taburu rethymnon feribotuna yüklenerek pire limanından alelacele çıkar. gemiye limanda sağdan soldan atlayan eoka destekçisi aşırı sağcı yunanlıların da doluşmasıyla bir tugay seviyesinde birliği yunanistan yola çıkarır.
21 temmuz girne ve lefkoşe hattındaki durum
21 temmuz akşamı yunan genelkurmayı bakar ki işler çok da iyi gitmiyor. adaya gizli bir hava taşıma operasyonu için düğmeye basarlar. girit souda üssünden bir tabur daha yunan komandosu noratlas nakliye uçaklarıyla lefkoşe'ye o anlarda cehennemin kapısına yollarlar. rum ulusal muhafızlar da çıkarmadan bu yana oldukça asabi olduklarından (ve sürekli hava saldırısı yediklerinden) bu uçaklara uçaksavarla ateş açarlar. bir nakliye uçağı içindeki 29 asker ve mürettebatla beraber havaalanının apronuna çakılır. diğer uçaklar da delik deşik olur. rumlar hatayı anlayıp ateşi kestiklerinde uçaklar ancak havaalanına inebilir. iner inmez de komandolar savaşa sürülür.
girne'de rum 251. piyade taburu trimithi köyüne ulaşarak burayı savunmaya başlar. 241. ve istihkam taburları da girne'nin doğusuna ilerlerler. istihkamcıların emri o noktada sahili mayınlamak ve yeni çıkarma alanlarına engel olmaktır. ağırdağ-lefkoşa geçidinde ise rum dağ komando taburu geçidi akşam karanlığında kapatmıştır. ama buradan bugün dahi neden olduğu pek bilinmeyen sebeplerle agios pavlos istikametine doğru yollanmışlardır. rum 187. topçu taburu bu sırada hava saldırılarında çok yıpranmış bir halde (12 topundan sadece 4'ü çalışır vaziyettedir) bulunduğu gerolakkos yükseltisinden gönyeli türk yerleşimine indirekt atışlar yapar. daha sonra topları 180 derece döndürüp sen hilaryon kalesin mevzilerini de bombalarlar ancak bu da çok büyük etki yapamaz.
vakit ilerledikçe bazı rum ulusal muhafız güçleri bellapais'e birleşmiş milletler bayrakları ile ilerlerler. burada bm barış gücüne bağlı bazı finli askerleri esir almışlardır. daha sonra bellapais'deki ulusal muhafız karargahı türk hava kuvvetleri tarafından napalm ile yok edilir.
savaş lefkoşa'ya saat 6:30 gibi ulaşır ve burada şehrin eteklerindeki ledra palas otelinde mahsur kalan 385 turist için rumlar ve türkler arasında 4 saat süren bir ateşkes yapılır. saat 11:00'de ateşkes otelde rum güçlerinin görülmesiyle birdenbire bozulur. ortalık bir anda cehenneme döner, otel de 81mm havanların her tarafa isabet etmesiyle büyük hasar alır.
21 temmuz 1974 günü adanın geri kalanında durum
saat 6:00'da limasol'deki türk direnişi büyük oranda kırılır. 1000 kadar yerleşimci ve türk askeri de esir olur. pileri havarisindeki türk köyleri de aynı akibete uğrar.
larnaka'da ateşkes ile ilgili görüşmeler sürerken bir anda silahların patlamasıyla feci bir çatışma başlar. o bölgede türk yerleşimciler ve tek tük türk askeri varlığı ağır silahlardan tamamen muaf kaldığı için ağır havanlar ve uçaksavarlar kullanan rum ulusal muhafız ve eoka-b milisleri saat 10:30 civarında türkleri esir almıştır.
22 temmuz 1974
girne bölgesi'nde durum
ilk çıkarmadan iki gün sonra türk genel kurmayı daha ağır teçhiz edilmiş ve daha kalabalık olan ikinci dalga işgal gücünü kıbrıs'a beş mil / pentemilli sahiline çıkarır. bora görev gücü adı verilen bu ikinci dalga da bu arada bora ben diyerek kıbrıs'a çıkar. tuğgeneral hakkı borataş komutanlığındaki bu tugayda bir tank bölüğü ve bir mekanize piyade bölüğü bulunmaktadır. 50. alay ile birleştiğinde yaklaşık 30 tank ve yüzden fazla hafif zırhlı araç (zpt) sayısıyla türk silahlı kuvvetlerinin adadaki demir yumruğu haline gelmiştir. bu yumruğun da öncelikli hedefi girne'dir.
hakkı borataş tugayı ile girne'nin güneyinden geçerek beşparmak boğaz geçişini zorlamak ile girne'yi zorlamak arasında kalmıştır. boğaz kesiminden direkt antitank topları ateşe başlayınca ve ilk isabetler tanklara çarpmaya başladığında çoğunluğu m48 tanklarından müteşekkil bora özel kuvveti girne'nin dar sokaklarına dalar. girne'ye bu kadar tereddütsüz ve sert bir saldırı beklemeyen rumlar ön hatta 33. komando, 306. ve 251. piyade taburlarını koymuştur. bunların da antitank kabiliyet ve mühimmatları çok sınırlıdır. çok müşkül bir halde telsizle yardım isterler ancak yardımın mahiyeti telsizle belirtilemez ya da araya kaynar. 241. piyade taburu da girne sokaklarına girip cayır cayır mermi kusan tankların önüne geçince bir kıyım yaşanır. rum savunma hattı girne'de büyük bir bozguna uğrayarak şehrin içlerine ve doğusuna doğru bölük pörçük çekilmeye başlar.
belirtmek gerekirse de bora özel kuvvetinin beş mil sahilinden girne'ye yaptığı zırhlı sprint iki adet oynak savunma hattını da geçmiştir. rum 33. komando'nun mobil unsurları jiplerin tepesindeki geri tepmez 106mm topları kullanarak iki tankımızı safdışı bırakır ve bunlar ustaca kamufle olduğu için kaçarlar. 241. piyade taburu da girne sokaklarında bir m47 tankını m3 shmel roketiyle durdurur. girne türk silahlı kuvvetlerine 5 tank ve 23 şehide mal olur. rumlara ise kuzeydeki en büyük liman'ın kaybı anlamına gelmektedir. kıyıbaşı'nın artık gemi getirip indirecek bir iskelesi ve liman tesisleri vinçleri vs vardır. rumlar girne'yi çalışır halde terketmiştir yani.
girne'ye giren bora özel kuvveti şehrin içinde ikiye ayrılarak kuzeydeki kontenjan yeni bir indirme plajını güvenlik altına almak için dümdüz sahile bastırırken güney ve doğuya açılan kontenjan boğaz geçişine doğru yönelir ve buradaki hava indirme birlikleriyle buluşarak gönyeli ile ilk kez kıyıbaşının kesintisiz bağlantısını sağlar. ancak tanklar ikmali zor gerçekleştirilen benzini tamamen tükettiği için (benzin nerde? - tank içti sorunsalı) borataş girne çıkışında sıkıntılı bir şekilde beklemek zorunda kalır. daha sonra kendi dahiyane çözümüyle onun da üstesinden gelecektir. çıkarma gemilerine tam dolu tanker kamyonlar yükleterek girne'ye çıkartır ve tankların dolumunu bunlarla yaparlar. oysa klasik ikmal metoduyla deniz tanker gemisi gelse bunların boşaltılması vs daha bir 7 saat sürecektir. borataş tank savaşını bu anlamda iyi çözmüş bir komutandır. bir buçuk saat içinde ikmal bitirilerek tank desteğindeki bora görev kuvveti doğuya ve güneye yönelir. burada tankın üzerinde sevk ve idare ederken rum keskin nişancıları kendisini tespit eder. ilk atışları tankın kulesinden seker ve yanından vızıldayarak geçer. o anda borataş kendisine nişan alındığını farkeder ve ayaklarını kuleden dışarı çekerek tankın yanından yere atlamak ister. ikinci mermi sol kalçasından girerek iki baldırını da delerek çıkar. kendisi ağır yaralanır. yarasına ayaküstü baktırırken emir ve komutayı bayılana kadar sürdürür. kurmay başkanı binbaşı gürlüoğlu'da yanındaki tankta çenesinden vurulmuştur. girne güney çıkışında saat 14:00 sularında çeşme başında bora görev kuvvetinin heyet-i zabitanı sıhhiye erleri ve bir doktor asteğmenin nezaretinde açık havada tıbbi yardım almak zorunda kalırlar. zira şehrin genelinde tek tük de olsa çatışmalar sürmektedir. güvenli bir yer bulamazlar. ilerleyen bir saat içinde rumlar son mevzilerinden de tank desteği, hava saldırıları ve komando tugayının ileri atılması ile sökülürler. saat 15:00 sularında da kıyıbaşı ve lefkoşa arasında türkleri tutacak bir birlik kalmamıştır. girne'deki son yunan bayrağı türk eline geçer.
kolordu komutanı nurettin ersin paşa bu sırada ortalarda pek görülmez. akşam 18:00'de bedrettin demirel paşa kendisini boğaz sancak karargahının bodrumunda rütbeleri sökülmüş ve odanın köşesinde kafasında çelik başlığı olduğu halde bulur. demirel'in kendi hatıratında "benzi uçuk, sesi kısıktır". kendisine girne'nin düşürüldüğü, borataş ve kurmay heyetinin ağır yaralı olduğu kendisine iletilir. telefon hiç durmadan çalmakta ve tabur komutanları aralıksız bir şekilde tank desteği istemektedir. nurettin ersin, bedrettin demirel'e bakarak hoşgeldin der ve başka hiç birşey sormaz ya da söylemez. organizasyon yönü kuvvetli askerlerin cephe operasyon karargahında da kuvvetli olması her zaman vukua gelen bir şey değildir. nurettin ersin harekattan sonra girne limanında genel kurmay heyetini karşılarken de üniformasında rütbesi sökük olarak bulunacaktır. "ben savaş gördüm" ile "paşayım ben rumlar görüp vurmasalar bari" arası bir mesaj verecektir.
23 temmuz 1974
yunan 35. komando taburu kıbrıs'ın kuzey sahilleri türk eline artık geri döndürülemez bir şekilde geçtiğinde lefkoşa içinde tam mevcutlu ve dinlenmiş bir halde kalan tek güç olarak kalır. tabur 3 komando bölüğü ile hemen lefkoşa havaalanına gitmesi için emir alır. lefkoşa havaalanı türklerin eline geçtiğinde adadaki en büyük hava alanını rumlar kaybedecek, türkler 3 kilometrelik devasa bir pist kazanarak hava indirmelerini bir hava ikmal köprüsüyle değiştirebilecek, helikopterleri için muazzam bir üs elde edecek ve hava-yer / cas operasyonları için burası kullanıldığında sorti aralıkları 8 dakikaya kadar inecektir. bir anlamda kıbrıs'ın ölüm kalım noktasıdır burası. havaalanını savunan bu esnada bir bölük rum komando, 175 kişi kadar havaalanının kendi paramiliter güvenlik gücü, 5 kadar hafif zırhlı m8 greyhound zma vardır.
türk komandolar iyi savunulduğu bilinen tesislerin zayıflığını bulmak için probe bir saldırı düzenler. ancak havaalanı terminalleri birbirini kesen makineli tüfek ateşiyle korunduğundan ve ağır silahların geniş açıklıklarda üstünlüğünden dolayı durdurulurlar. komandolar geçemeyince havaalanı türk hava indirme tugayının getirip kurduğu 81 ve 110mm havanlar ile dövülmeye başlanır. rumlar terminal binasına roketatar da istiflediğinden flank saldırısı yapmak isteyen iki m47 tankını da orta menzilden sakatlamayı başarırlar. türk saldırısı duraklayınca rumlar türkleri püskürttüklerini zafer kazandıklarını sanar ancak saldırı yenilenince deliye dönerler. roketatarlara fosfor başlıkları takarak birleşmiş milletler güçlerinin üslendiği kampın yanındaki (türk birliklerine de 120 metre mesafedeki) çalılık koruluk alanda yangın çıkarırlar. birleşmiş milletler güçleri de saldırı kendilerine yapılıyor sanarak mavi bayraklarını açar ve bm tarihinde ender görülen bir ilerleme harekatına girişirler. bm komutanı kanadalı bir yarbaydır ve savaşan iki gücün bildik anlamda arasına girerek etten duvar yaparlar.
lefkoşa havaalanı o günden bu güne birleşmiş milletler güçlerinin ana karargahı haline gelmiştir. terminal binası 1974'ten bu yana hiç dokunulmadığı için bir zaman tüneli gibidir. resim 2 , resim 3
havaalanı çevresindeki çatışma sürerken ateşkesin ilan edilmesiyle attila 1 operayonu sona erer.
operasyonlar neticesinde girne limanı türk kontrolüne girer. bülent ecevit 25 temmuzda yaptığı açıklamayla resmi rakamları 57 şehit, 184 yaralı ve 242 kayıp olarak verir. tcg kocatepe'nin mürettebatı kayıp nevinden sayılmıştır.
`yunan cunta hükümetinin düşmesi ve barış görüşmeleri`
23 temmuz 1974'te kıbrıs'taki genel durum (yunanlılar açısından) o denli kötüdür ki albaylar cuntası ülkeyi bir arada tutamaz olmuştur. cuntacı albayların ülkeden kovduğu ve/veya kendi isteğiyle sürgüne gitmiş olan politikacılar da birbiri ardına yunanistana dönmeye başlarlar. 24 temmuz'da konstantin karamanlis paris'ten döner ve başbakan olarak yemin ederek göreve başlar. yunanistan'ın kıbrıs yönetimi yanında savaşa girmemesine karar verir. neden diye soran şoka uğramış gazetecilere bugün dahi kıbrısla ilgili her sorunda yunanlıların diline pelesenk olacak kısa bir cevapla özetlemiştir kararını. "çünkü kıbrıs uzak" demiştir. bu nedenle hayatı boyunca yunan halkının gözünde hain olarak yaftalanmaktan kurtulamamıştır. netekim kıbrıs atinaya hakikaten uzaktır.
ilk barış görüşmeleri cenevre'de 25-30 temmuz 1974'te başlar. ingiliz dışişleri bakanı james callaghan ingiltere'nin hala nispeten tarafsız garantör olması sebebiyle yunanistan ve türkiye'yi masaya çağırır. türk heyetini dışişleri bakanı turan güneş, yunan hükümetini de glafkos klerides temsil etmektedir. orada da ön şart olarak türk askerinin attila 1 ile elde ettiği girne gönyeli lefkoşe ile beş mil sahilinden oluşan t biçimindeki koridorun (veya nurettin ersin'in deyişiyle y***ak şeklindeki bölgenin) genişlememesini öne sürerler. bunun yanısıra işgale uğramış olan türk yerleşim birimleri derhal yunanlılardan arındırılacak ve gerçek barış görüşmeleri kıbrıslı rum ve türklerin masaya oturmasıyla başlayacaktır. ingiltere 1960 anayasasının devam etmesi ile ilga edilmesi arasında kararsızdır. başkan yardımcısı (dr. fazıl küçük) nın fonksiyonunu sürdürmesini yararlı bulmaktadırlar. ancak iki farklı etnik grubun kendi liderlerini çıkarması ve otonomiye sahip olmasının da pratik faydalarını es geçemezler.
belirtmek gerekirse türk işgali dünya kamuoyunun bu noktaya kadar sempatisini ve hayranlığını kazanmıştır. ultra milliyetçi sampson ve cuntayla yönetilen yunanistan'a nazaran türk yönetimi batılı gözlemcilerin perspektifinden daha modern ve erdemli görünmekte ve öyle de gösterilmektedir. ancak operasyon artık başarılı olmuş eoka-b ve uzantıları devlet kademelerinden inmiş hatta yunanistan'ın cuntacı albayları bile dağılmıştır. adada ve yunanistan'da demokrasi kağıt üzerinde tekrar tesis olmuştur. işte o noktadan itibaren sempatinin ibresi kıbrıs yönetimine, yunanistan'a ve makarios'a kaymaya başlar.
ilk konferans bu isteklerin üzerinde durulması ile sonlanır. ikinci konferans ise 14 ağustosta toplanır. türk heyeti bu toplantıda federal bir devlet kurulması yönünde baskı yaparlar. bunun da üzerine birbirine ait nüfuz bölgeleri ve polisi olan ancak haritada yeri belli olmayan bir öneri getirirler. daha da üstüne iki federe devlet arasında aynı türkiye ve yunanistan'ın 1922'de yaptığı gibi bir nüfus mübadelesi yapmasını şart koşarlar. dahası bu şartların kabulünü türkiye hemen ister. glafkos klerides atina ve rumlar ile bunu görüşmek için 36 ila 48 saat arasında makul sayılabilecek bir süre ister. ancak türk heyeti makarios ve "işbirlikçilerinin" bu süreyi tahkimatlarını güçlendirmek için harcayacağını söyleyerek reddederler. görüşmeler kesilir. türkler taksim istemektedir. rumlar ise istememektedir. ingiltere ise orada ne işi olduğundan çok emin değildir. masadan da barış çıkmaz haliyle.
ikinci barış harekatı 14-16 ağustos 1974
turan güneş görüşmeler sonuçsuz kalınca hemen odasına geçer ve telefonla bülent ecevit'i arar. dışişleri bakanı daha önceden kararlaştırdıkları üzere şifreyle harekatın devamı önerir. ayşe tatile çıksın der. telefon dinleniyor bile olsa şüphe çekmeyecek bir sözdür çünkü kendi kızının adıdır. yakın tarihimizin en iyi bilinen ayşelerinden olan ayşe güneş ayata bugün hayattadır.
ikinci harekat başlayana kadar türkiye adaya deli gibi asker yerleştirmiş iki yeni tümen ve altı tank taburuyla yıpranmış rum ulusal muhafız ordusunun dayanamayacağı bir güç bir araya getirmiştir. harekat başlayınca da isteksiz görünen rumların mevzileri çorap söküğü gibi birbiri ardına dağılacak ve terkedilecektir. bu iki günlük durmaksızın ilerleme sonucunda türk birlikleri şu an kuzey kıbrıs'ta bulunan lefke, gazi mağusa, beşparmak dağ sırası ve güzelyurt'u işgal ederler. türk bayrağı adanın %11'inde dalgalanırken o noktadan artık %37'sinde dalgalanmaktadır.
bu da türk garantörlüğünün de uluslararası toplumda asla onanmayacak bir darbe almasına neden olur. kıbrıs sorunu dediğimiz hadise türkiye'nin 1960 garantörlük anlaşması ile adaya müdahelesi sonucu çıkmış değildir. çünkü ilk harekatta legal bir dayanağı ve altyapısı olan askeri müdahele, ikincisinde "istediklerimi vermezsen işgale devam ediyorum" halini aldığından kimseden kabul görmemiştir. hatta ingiliz dışişleri bakanının çok sonraları ölmeden önce açıkladığına göre türkler akıncılar / louroujina çıkıntısına kadar ulaştığında türk ilerleyişini durdurmak için yapılacak bir ingiliz saldırısı masadayken henry kissinger bunu veto etmiştir. sovyet rusya'nın soğuk savaşta ne yaptığı ne yapacağı çok belli olmadığından kissinger sanırsam türkiye gibi bir müttefikin nato'daki yerini kıbrıs gibi haritada zor görünen bir ülke için tehlikeye atmamıştır. yunanistan ve kıbrıs rum kesiminin ana ingiliz ve amerikan eleştirisi çok derine kazarsanız da bununla alakalıdır. türkler göz göre göre adanın yarısını aldı hepiniz oradaydınız be düzleminde bir eleştiri vardır.
yunanlılar ve rumların en kabullenemediği şeylerin başında harekattan önce %80 kadar bir oranla rumların ikamet ettiği kıbrıs'ın kuzeyinin nüfus mübadelesiyle boşaltılması ve 113 bin rum'un evlerini arabalarını arsalarını çiftliklerini bahçelerini bırakarak oraya güneyden gelen 25 bin türk kıbrıslının yerleştirilmesidir. türkiye adadaki kozunu güçlendirmek için türkiye'den yerleşimci de getirip adanın demografik yapısına müdahele de etmiştir. harekattan yıllar sonra annan planı'nın bir numaralı red sebebi türkiye'nin bu oldu bittisine hayır demek olacaktır. iki numaralı sebebi de adadaki türk askeri varlığının sürmesidir.
türkiye ikinci harekatın sonunda ulaştığı gazi mağusa / famagusta 1974 yılına kadar dünyanın en önde gelen tatil merkezlerinden biriydi. brigitte bardot, raquel welch, richard burton ve liz taylor buranın tanıdık simalarıydı. özellikle mağusa'nın güneyindeki varoşa / maraş kesimi sayısız otelleri, alışveriş merkezleri ve canlı gece hayatıyla dünyada çok ünlüydü. barış harekatından sonra türk kontrolüne giren maraş sivillerin girişine kapatılmış ve kaderine terkedilmiştir. türkiye burayı 1974'ten beri kıbrısla ilgili her tartışmada poker fişi gibi masaya sürecektir. rumlar ise devasa turizm geliriyle para basan varosha için yalvarmak yerine turistik merkezlerini güneye daha az güzel limasol tarafına kaydıracaklardır. dolayısıyla maraş bugün kimsenin giremediği bir hayalet şehirdir. 1974'te bırakıldığı gibi durmaktadır. oteller bakımsızlıktan kendiliğinden yıkılmak üzeredir. şehrin üzerinde drone ile gezinen dailymail haberi için bkz
savaş suçları
karşılaşan tarafların birbirine yüzlerce yıldır biriktirdiği etnik nefret askerler seviyesinde korkunç manzaralara sebep olmuştur. bunlardan yüzlerce adet var ancak benim başlangıçta yazmak istediğim en bilinmeyenlerinden bir tanesi. ordudonatım teğmen gürkan ışık'ın şehit edilmesi.
gürkan ışık 1972 mezunu 23 yaşında genç bir teğmen iken girne karava bölgesine çıkmış ve hava indirme tugayına ataşlı olarak ikmal subaylığı görevini almıştı. yanılmıyorsam devre arkadaşı ismail hakkı pekin ile aynı saflarda çarpışırken 1066 rakımlı tepede çok acil mermi ihtiyacının olduğunu kendisine ilettiler. 21-22 temmuz gecesi saat 11 sularında yanında bir erle beraber bir jipe yükleyebildikleri kadar mühimmat istifleyerek tepeye çıktılar. ancak tali yolların sapalığı, bilinmeyen arazi vs gibi koşullar bir araya gelince jip bir anda rum birliklerinin arasına düştü. kendisine rumca bağırdılar. gürkan teğmen silahına davrandı ama çalılardan yaylım ateşi açılınca yanındaki şöför er kalbinden vurularak şehit oldu. genç teğmen de omzundan yaralandı. rumlar teğmenin kaçmasına ya da ateş etmesine fırsat vermeden üstüne atlayıp esir ettiler. jipteki bütün mühimmatı da ele geçirdiler.
olaydan üç dört gün sonra 26 temmuzda ayermola / şirinevler bölgesinde (çatışmadan 8 km kadar geride) jandarma komandoların bir probe saldırısı esnasında bir mağarada insanlık dışı bir manzara ile karşılaşıldı. mağara tavanına ayaklarından dikenli telle asılmış yarı yanmış üniformalı bir ceset buldular. görünüşe göre başaşağı asılmış (elleri de dikenli telle bağlı) cesedin altında odun ve gaz istifleyip ateş yakılmıştı. cesetin botları ve pantolonunun kamuflajı türk deseniydi. komando astsubay başçavuş kanlı üniformanın üzerinde mavi ordu donatım apoleti ile yarısı yanmış bir kumaştan teğmen yıldızı buldu. hiddetten ağlayarak onu oradan indirdiler ve omuzları üzerinde karava'ya geri taşıdılar. gürkan teğmen nurettin paşa'nın takmadığı rütbesinin aksine omzunda yıldızı ile işkence görüp şehit olmuştur.
rumlar böyle her nasılsa ada saldırı altındayken bile işkenceye vakit bulmuşlardı.
bir diğer örnekte baf bölgesinde askerliğini yapmakta olan türklerin operasyonun başlamasıyla rumlar ve yunanlılar tarafından esir edilmesi ve rumların gözetiminde gördükleri işkence var. o yıllarda 18 yaşında olan ve esir mübadelesine kadar 90 gün kadar rumların kötü muamelesine maruz kalan aygün altınoğlu'nun anıları var. alıntı yapmak gerekirse şöyle söylüyor :
"yaklaşık 5 saatlik bir işkenceye maruz kaldık. durmadan dayak atıyorlardı.
üzerimizdeki üniformalar hep kan olmuştu. rum askerler mermileri namluya sürerek ağzımıza tabancayı dayıyor ve bizi öldürmekle tehdit edip işkence ediyorlardı. işkencenin son anında bizi yere yüz üstü yatırıp ellerimizi de arkadan bağladılar. bizi vurmak için plan yaptılar. üçümüzü de yerde yatılı vaziyette tek kurşunla kafalarımızdan vurup öldüreceklerini söylerken tam o esnada bir yunan subayı kapıdan içeriye girerek bize işkence yapan rum askerlerine bağırdı. ben daha önceden okulda rumca öğrendiğim için ne dediklerini anlıyordum. yunan subayı rum askerlerine, ‘onlar bizim esirimizdir’ dedi. ellerimizi yunan subayının lafları üzerine çözdüler ve yerden kaldırdılar. bizim yerden kalkacak gücümüz dahi kalmamıştı"
devamı burada.
askerler savaşta en çok çeken gürüh olsa da kıbrısta sivil olmak da kolay değildir.
(bkz: muratağa sandallar ve atlılar katliamı) bu üç köy 14 ağustosta birbiri ardına basılarak yaşları 16 ila 90 arasında değişen 126 türk katledilmiş. dozerle açılan büyük çukurlara gömülmüştür. cesetler 2 eylül günü bulunmuş ve cesetlerde kesici alet yaraları ve kurşun delikleri göze çarpmıştır. kıbrıs'ta hala büyük bir tabu olan konu ara ara etnik tansiyonunu yükselmesine de sebep olmaktadır.
(bkz: sysklipos katliamı) 14 rumun bir evde öldürülmesi ve bir toplu mezara gömülmesi şeklinde vuku bulmuş kıbrıslı türklerin ve (iddiaya göre) türk ordusunun ortak çalıştığı bir katliamdır. ingilizce bilenler için katliama tanık olmuş bir rum kızının ağzından hatıratı burada.
tochni / (bkz: taşkent katliamı) 14 ağustosta rum ulusal muhafızları larnaka'nın tochni köyünde 85 kişiyi öldürmüştür.
aşa / (bkz: paşaköy katliamı) : türklere atfedilen bir diğer katliamda 17 rum ulusal muhafızı savaş esiri olarak sinta tepesine götürülmüş ve bir daha haber alınamamıştır. diğer köylüler iki otobüse doldurularak lefkoşa polis karakoluna götürülmüş ve dönüşte ortadan yokolmuşlardır. aşa kıbrıs rum kesiminde hala büyük bir tabudur
(bkz: eptakomi katliamı) ağustos 1974'te 12 rum vatandaşı elleri arkadan bağlı vurulmuş bir şekilde toplu bir mezarda bulunmuştur.
(bkz: angolemi katliamı) ağustos 1974'te ana baba ve 13 yaşında kızları iki kimliği belirsiz iki erkek rum ulusal muhafızlarınca vurulmuştur.
türk ordusunun kıbrıs'ta adının karıştığı tecavüz vakaları da yok değildir. sovyetlerin doğu prusya'da 1944'te giriştiği gibi bir rapefest olmasa da avrupa insan hakları komisyonu türkiye'yi 1974-76 yılları arasında süren bir oturumda şu gerekçeyle mahkum etmiştir. (edit : @usuyoruz lord stark uyardı, uluslararası ceza mahkemesi yazmışım düzelttim) fransızcadan çevirebildiğim kadarıyla :
"avrupa konvansiyonunun insan hakları ile ilgili maddesi : "hiç kimse işkenceye ve insanlık dışı muameleye maruz bırakılamaz. (madde 3) . türkiye devletine isnat edilen suç : türk askerleri yaşları 12 ila 71 arasında değişen kadınlara topluca ve müteselsilen (a plusieurs reprises) tecavüz etmekten sorumludurlar. bunlar bazı yerlerde öyle bir noktaya gelmiştir ki mağdurlar iç kanamalar ve çok ciddi ruhsal hastalık belirtileri göstermektedir. bazı bölgelerde zorla fuhuş uygulamaları görülmüş, tüm kızlar ve kadınlar toplanmış, bir evin ayrı odalarına konmuş ve durmadan tecavüze uğramışlardır. bazı örneklerde bir ailenin aynı üyeleri tekraren tecavüze uğramıştır ki bunlardan bazıları kendi çocuklarının önünde olmuştur. bazı örneklerde mağdurlar halkın önünde ya da halka açık yerlerde vahşice tecavüze uğramıştır.
tecavüzler sıklıkla bazı vahşi davranışlarla beraber görülmüştür. bunlar : mağdureyi ağır yaralayacak şekilde kuvvetli ısırma, kafasını yerlere vurma, boğulma noktasına gelene kadar boğazını sıkma şeklindedir. bazı örneklerde ise tecavüzler bıçaklama ve kurbanı öldürme ile devam etmiştir. bu kurbanlar arasında hamile ve akıl hastaları da vardır.
türk devletinin suçlamaya yaptığı savunma : türk hükümeti bu suçlamalara cevap vermemiş ve adli itirazları kabul edilmediğinde komisyonun davayı takibini boykot etmiştir.
karar :
kanıtlar göstermektedir ki türk askerleri -ve iki örnekte türk subayları- tecavüz vakalarına karışmıştır. bunlar da yalnız münferit ve bağımsız disiplinsizlik vakaları olarak değerlendirilemez. türk hükümetinin bu tip olaylara karşı yeterli önlem almadığı yahut bu olayların ilk kez vukua gelmesiyle tekrarlarını önlemeye çalışmadığı sonucu çıkmaktadır. bu olayların aktif olarak engellenmemiş olması (ya da ihmalen engellenememesi) türkiye'yi insan hakları konvansiyonuna karşı sorumlu yapmaktadır."
raporun tamamı ingilizce olarak şurada
bunun yanında rumların hazırladığı oldukça taraflı bulduğum kaynağını teyid edemediğim ama tavşan deliğinin ne kadar derinlere gittiğini göstermesi açısından da faydalı olabilecek bir video
peki rumlar sütten çıkmış ak kaşık mıdır? tabii ki değildir.
"biliyorsun ya, kıbrıslı türk erkekleri 1974'te limasol'de savaş esiri olduklarında kıbrıslı rumlar çok genç türk kızlarına tecavüz ediyordu. onları alıyorlar ve işleri bitince eve getiriyor ve eşikten içeri atıyorlardı"
"en kötü tecavüz vakalarından bir tanesi maratha-sandallaris-aloa'da yaşandı. eoka-b çeteleri bu üç köyün kızlarına da tecavüz etmişti. 15 yaşın altındaki çok genç kızlar bile tecavüze uğradılar. ağustos 1974'te eoka çok genç erkek çocuklara da tecavüz etmeye başladı. 14 ağustosta kendilerini görmüş olan herkesi arkada delil bırakmamak için öldürmeye başladılar. o kadar korkunç insanlardı ki 16 günlük bebekleri bile toplu mezara atmaktan geri kalmadılar"
"bir yunanlı dostum şöyle demişti, biliyor musun çok safsın. her savaşta birilerine tecavüz ederler. kadınlar savaşın ganimetidir. bu erkeklerin fetihlerini gösterme oyunudur. kıbrıs da daha önce yaşanmış binlerce savaştan farklı değildi"
kaynak
nitekim savaştaki herkes de tecavüzcü, katil ya da gözünü kan bürümüş bir cani değildi. insanın gözünü dolduran hikayeler de yok değildir.
1974 yılı eylülü geldiğinde yanılmıyorsam tuzluca tarafında nüfus mübadelesi yapılmadan önce jandarma teğmenleri salih ve oktay 50 kadar askerle bölgenin güvenliği ve yeşil hattan sızmaları önlemek için en ön hatta gönderilirler. 5 kilometrelik bir alanı her gün gözlemek, gerçek tüfeklerinde gerçek mermileri olup savaştan çıkmış askerlere gözkulak olmak gibi çok da kolay olmayan görevleri vardır. ilk vardıklarında bir kampın olmayışı yüzünden tabur komutanına "nerede kalacağız" diye sorar salih teğmen.
"nerede istiyorsan orada" diye yanıt gelir. fethedilmiş bir toprakta ganimet olarak kendine bir ev bul yerleş bana ne der jandarma tabur komutanı binbaşı. ardından basıp gider.
bölge rum evleriyle doludur ve tremetousia köyünde de boşaltılmış birkaç hane bulunmaktadır. teğmen müfrezesiyle beraber kendine kalabileceği bir ev bulmak için köye girince köyün yerlileri olan rumlar paniğe kapılırlar. o esnada harekat bitmiş, tüm gençler askere alınmış ve hepsi de güneyde kalmıştır. kuzeyde kalan bir miktar asker varsa bile artık hepsi esirdir. rum köylerinde çocuklar ve yaşlılardan gayri kimse kalmamıştır. teğmen bahçesinde erik ağaçları olan bir evi biraz da kendi çocukluğundaki köy evine benzemesi nedeniyle gayrı ihtiyari seçer ve elde tabancasıyla bahçe kapısını açar ve bahçeye girer. müfrezesini de geride bırakır.
camdan silahlı bir türk askerin geldiğini gören evin 60-70 yaşlarında rum sahipleri nene ve dede korkuyla aşağı iner ve kapının önünde yanyana dururlar. çok korktukları her hallerinden bellidir. köyde duydukları dedikodular türklerin korkunç şeyler yaptıklarını, en azından rumlardan intikam falan aldıklarını söylemektedir. 60lık teyze bir teğmene bir elindeki silaha bakar. korkuden ellerini önde kavuşturur ve mukadderatlarını beklerler. türk teğmen silahını yere doğrultur ve bildiği tek kelime rumcayı söyler :
"galisperasis!"
aslındakalisperasas demek istemektedir ama dili o kadar döner. rum teyze hemen vurulmayacağını anlayarak hemen eve girer ve elinde bir tepsiyle geri döner üzeri kayısılar üzümler bademler iğdelerle doludur. amca da buna mukabil gülümsemeye çalışarak kalosorisma / hoş geldiniz der.
salih teğmen yaşlı kadının kendi evinde ölümden böyle korkmasından, tepsiyi titreyerek tutmasından çok içlenir. kendisi de annesini 15 yaşında kaybetmiştir zaten. bunlar rum da olsalar fakir köylülerdir. dürüst görünen insanlardır. silahını kılıfına sokup yarı türkçe yarı fransızca yarı rumca yapabildiği kadar rum ev sahiplerini rahatlatmaya çalışır. kimse onlara zarar vermeyecektir. köyde sınırı izlemek için bulunmaktadırlar. "korkmayın" der salih teğmen. yaşlı çift birbirlerine bakarak ölmeyeceklerine kanaat getirirler ve rahatlarlar. teğmen de bir miktar güvence sağladığından olacak onu da hemen salmazlar. yemekler yapılır. bilahare rumca bilen bir türk mücahit de yakınlarda bir muhitte bulununca birbirleri hakkında epey şey öğrenirler. çiftin torunları rum muhafız ordusunda limasol'dedir. kendisine ne olduğundan haberleri yoktur. teğmen ise evlenmek üzeredir, nişanlısına ancak mektup yazabilmektedir, telefon yoktur. muhabbet ilerledikçe iki etnik "düşman" aslında ne kadar "aynı" olduklarını görür. erich marie remarque'ın aslında kitapta* anlatmaya çalıştığı asıl şey bu. öğretmenlerinizin, liderlerinizin, büyüklerinizin, gazetlerinizin sizi öldürmeye programadığı düşmana aslında çok benzemeniz sorunsalı. üniformalar çıktığında, maskeler düştüğünde aynada anneniz var, babanız var, 15 yaşında ayrıldığınız ve dönmediğiniz eviniz var. siz varsınız. tüm devlet propaganda mekanizmalarının asla bahsetmediği, hitler'in uğrunda kitaplar yaktırdığı bir gerçek.
o teğmen de benim babamdır.
***
toparlarsak, barış harekatı türk devletinin dış politikada güçlü olduğu, yapması gerekeni yaptığı, en azından öyle başladığı son büyük roldür. ne amerikan çıkarları, ne nato türkleri denizaşırı bir ülkedeki etnik soydaşlarının kıyıma uğraması karşısında durduramamıştır. türkiye doğru bildiğini yapmıştır. ancak hukuka uygun altyapıyla başladığı harekatı da öyle bir bitirmiştir ki o kuyuya atılan taşı değil kırk, bin deli gelip çıkaramamıştır. bu delilerin en ümit vereni kofi annan, annan planı ile masaya gerçek bir plan koyduğunda da rumlar bunu reddetmiştir. bundan sonra da kabul etmeyeceklerdir zira 1974'ü ve öncesini hatırlayan nesil göçüp gittiğinde ardında kalanlar ayrılıktan gayrılıktan bıkmış savaş istemeyen çocuklar değil, savaşın anılarıyla büyümüş olan çocuklar olacak. aynı amerikan ermeni diasporası gibi, ölenlerden daha çok acı çektiğini düşünen, kafasında melekler ve şeytanlar yaratmış ve gözleri kapalı bunları düşünüp duran, karşısında duran adamı hiç görmeyen, iletişimi olmayan bir güruh. kıbrıs'a barışın bu koşullarda gelmesi çok zor.
türkiye savaştan sonra ciddi anlamda çok çekmiştir. amerika 1974 yılında kıbrıs yüzünden biraz dağılan prestijini toplamak için türkiye'ye silah ambargosuna başlamıştır ve 1980'lere kadar bu ambargo kısmen sürecektir. kıbrıs'a olan ambargo ise sürmektedir. kaynaklar türk ambargosunun baş nedeni olarak da kıbrıs rumları üzerinde (başarıyla) denenen napalm bombalarının amerikan menşeyli olmasını gösterir. ironik olarak da bakıldığından başkan kennedy satmıştır bize o napalmleri. kendi vefatından sonra jacqueline kennedy ile yat sefası yapan enosis'in baş destekçilerinden aristotle onassis'e cennetten alevli malevli bir kokteyl göndermiş gibi de olmaktadır.
harekatın silahlı kuvvetlere ciddi bir prestiji de olmuştur. türkiye 1970'li yıllarda hava üstünlüğü altında denizden çıkarma yapmıştır. amfibi operasyon kitaptaki en zor operasyondur. bu her ne kadar kendini savunmaya çok müktedir bir düşmana karşı yapılmıyor da olsa sırf yapılıyor olması bile prestij kaynağı olabilmektedir. zira amfibi çıkarmada koordinasyon bir dakika sekteye uğrasa bağıra çağıra rezil olmak çok olasıdır. kocatepe faciası bunun küçük çaplı bir örneğidir.
materyal analizde türk ordusu ikinci dünya savaşının hemen ertesinde kullanıma girmiş soğuk savaşın ilk jenerasyon ekipmanına bağlı bir havadadır. m47 ve m48 tankları. m113 zırhlı personel taşıyıcılar. gmc* kamyonlar kore savaşı teknolojisidir. soğuk savaş standartlarında bu ekipman türevleri 5 yılda eskimektedir. hafif silahlarda türkler amerikan ikinci dünya savaşı ekipmanı kullanmaktadır. m1 garand, thompson m1a1, m3 bazuka yanında çok daha modern g3 ve g1 (bkz: fn fal) tüfekleri de kullanımdadır. makinelitüfek olarak m1918a4 ve a6 yanında direk nazilerden arta kalmış mg42ler kullanımdadır ki yakın zamanda bunlar mg3'e dönüşecektir. tmt ise ingiliz devletinin kendilerine verdiği .303 smle lee enfield mavzerleri ile dövüşmektedir.
rum ulusal muhafızları ise sovyet ikinci dünya savaşı tankları yanında rus ilk jenerasyon antitank füzeleri, amerikan geri tepmesiz topları, webley revolverleri, vickers su soğutmalı makineli tüfekleri, sten makineli tabancaları, g3 ve fn fal tüfekleri ile korkunç bir varyetede mühimmat karmaşası ile savaşmaktadırlar. ancak kaynaklarda bunun yarattığı sıkıntıları göremedim.
ilginç bir bilgi de yunanlılarla türkler arasında 1960 yıllarında bir stanag anlaşması yapılmış olmasıdır. nato'nun karma ekipmanı aynı mühimmatla kullanma merakı yüzünden üye devletler birbirlerine farklı lotlarda mermi vermiş ve dolaşıma da sokmuştur. harekat sırasında ölen türk askerleri mke'nin 7.62x51mm nato mermileriyle ölmüş, yunanlılar ise yunan fabrikalarında üretilen mermilerle ölmüştür. bizim onlara yunan mermisi onların bize türk mermisi attığı bir garip savaştır bu. -
34. burası çatladıkapı muhtarlığı değil
"burası çatladıkapı muhtarlığı değil" diyen cumhurbaşkanı
kendini ele vermiştir:
ayrıca
"şimdi dünyadan bize akıl verenler var. 'bu kadar ismi nasıl, nereden biliyorsunuz? nasıl olur da bunları hemen anında toparladınız...' bana da söylüyorlar. biz devletiz. burası çatladıkapı muhtarlığı değil ki devletiz. nerede, kim ne yapıyor, bunların hepsini bir devlet bilmiyorsa, onun istihbaratı bunu bilmiyorsa, kusura bakmasınlar." diyor.
peki adama sormazlar mı, madem herşeyi biliyorsun burnunun ucundaki darbeyi niye önceden görmedin? -
35. kahveden önce kahverenginin ismi neydi sorunsalı
başlığı açan kişinin genç, heyecanlı, fıkır fıkır fikir ve merak insanı olduğunu beyinsel aktivitesinin çabaları sonucunda oluşturduğu bu sayfadan anlıyoruz. böyle kişileri severim ve bu kişiyi de kutlarım ki böyle bir başlık açmış. altına da kahveye bu toprak insanlarının 500 yıl önce kavuştuğunu belirterek, kahvenin bilinmediği dönemlerdeki kahve ile ilişkili anılan rengin nasıl ifade edildiğini söylemiş. pek de güzel etmiş. sonrasında bazı kişiler de şöyle veya böyle akıl oyunları sayılabilecek yanıtlar ile mevzuyu süslemişler. eh onlar da pek iyi yapmışlar. ancak gel gelelim konunun maksada eren kısmına değinen çıkmamış. niye? çünkü araştırma kısmı sınıfta kalmış diye düşünüp konuya ilişkin mevzuya ait bilgiyi kısaca sunalım:
kahvenin osmanlı'ya gelişi en yaygın ve kabul gören kısmıyla; kanuni sultan süleyman (1520–1566) döneminde yemen valisi özdemir paşa vasıtasıyla imparatorluk başkentine geldiğidir. bir başka görüşe göre ise 1555 yılında halepli iki tüccarın taht-ül kale (tahtakale) semtinde açtıkları kahvehane sayesinde osmanlılar kahveyle tanışmıştır. yani kahve ile osmanlının tanışması 16. yüzyıldadır.
(bkz: http://www.turkkahvesidernegi.org/…-kahve/195/674/0)
16. yüzyıldan önceki tarihi vesikalar incelendiğinde sözkonusu renge "fındıki" denildiğini görüyoruz. bu kelime köken itibarıyla farsça olup fındık kabuğu rengi demektir.
(bkz: https://tr.wiktionary.org/wiki/fındıki)
fındık kabuğu rengi neden kahvenin bilinmesinden sonra sonra değişti. en evvel işte onu bence konuşmak gerekir. -
36. 2016 ekonomik krizi
insan gerçekten hayret ediyor. ekonomik krizi küçümsemenin bu kadarına pes.
tamamına yakını debe olmuş aşağıdaki entrylerimi bu başlığa yazmamın sebebi başlığın çok takip edilmesidir. "bunları ekonomi getirdi ekonomi götürür." anlayışımızın bir parçası olarak ideolojik gözlüklerimizle okumayalım ekonomiyi. yanlış anlaşılmasın, yazar kasa atılmıyor bakın kriz yok sığlığında değilim. tam tersine şimdi kimse elinde yazar kasayla yönetenlerin yanına yaklaşamayacak kadar korkmuş durumda ve otokrasi almış başını gidiyor. bu basit örnek hafife alınacak bir şey değil.
ilgili entryler:
(bkz: 2015 ekonomik krizi/@cosmosun belasi)
(bkz: 2016 ekonomik krizi/@cosmosun belasi)
1980-1990'lı yıllarda sayıştay denetçilerinin, başbakan oğlunu-kızını yurtdışı gezisine götürürse parasını cebinden ödemek zorundadır gibi cümlelerin geçtiği raporlar yazdığı ve bu raporların uygulamaya koyulduğu yıllardan bu yıllara geldik. yani demek istediğim artık denetim ve fren mekanizması kalmadı. yokuş aşağı bir gidiş başlarsa -ki başladı- kimse durduramaz.
kötümser bakmamıza neden olabilecek çok fazla gelişme var evet ama henüz patlamış bir kriz, tamamen bozulmuş bir mali disiplin vs yok. çomarların her şeyi her zaman ve her şartta olumlu görmesi ve "yedirmeyiz" anlayışlarına inat biz de halatın diğer ucuna geçip -mantık çerçevesinden çıkarak- tersi yöne çekmeye başladığımızda onlardan farkımız mı kalıyor sanıyorsunuz?
evet eski mali disiplin kalmadı, turizm vuruldu, döviz kurları yükseldi, halk terörü kanıksadı daha kötüsü şehidine ağlarken bile sesini kesmesi gerektiği zorla öğretildi, işssizlik 2001 krizinden bile daha fazla seviyede, istikrar dedikleri şey kendi koltuklarının garantisinin istikrarı denilebilecek hale geldi, kredi derecelendirme kuruluşları nezdinde ülkenin ekonomik itibarı düştü, sıcak parayla dönen çarkımızı yavaşlatacak şeylerin hepsi üst üste gelmeye başladı.
kişi başına düşen milli gelir 2008 ylından beri düştüğü yerden kalkamadı. (bkz: orta gelir tuzağı)
2008 yılı: 10.272 $
2009 yılı: 8.528 $
2010 yılı: 10.017 $
2011 yılı: 10.363 $
2012 yılı: 10.457 $
2015 yılı: 9261 $
biz genel ekşici profili hayatımızı köyden gelen yumurtayla peynirle idame ettirmeyen, bim'de kuyruklar oluşturmayan (star wars ürünleri hariç de lan), her hal ve şartta şükretmeyen, öteki dünyada kralsın be oğlum yalanına inanmayan ve yaşadığı hayatı en iyi ve dünyaya en entegre yaşamak isteyen kitle olarak döviz kurlarının bu kadar yükselmesi bile her birimiz için kişisel bir krizdir ama bu bizim krizimizdir bu başlık altında gördüklerim gibi " evin altındaki dükkan 2 aydır kiraya verilemiyor bakın kriz çıktı" gibi hemen genele yaymamak lazım diye düşünüyorum. tl bazında kazanıp döviz bazında son bir kaç yılda neredeyse kazancımızın yarısının aşınmasını izlemiş durumdayız. iyi çikolatayı, ithal ayakkabıyı almancılardan gördüğümüz yıllara gidişten korkuyoruz. milli paramızın dolarizasyonu neredeyse yok. hatta milli parayı milli para yapan, tekel kılan özelliğini bizzat devlet bile hiçe sayıp, yapılan köprünün geçiş ücretini önce dolar bazında belirlemiş durumda. (35 $+ kdv)
ekonomi gün be gün eriyor ve bakın:
2000 özel kesim dış borç yükü/gsyh: 19,4
2001 özel kesim dış borç yükü/gsyh: 20,5
2002 özel kesim dış borç yükü/gsyh: 21,4
2007 özel kesim dış borç yükü/gsyh: 24,8
2015 özel kesim dış borç yükü/gsyh: 35,0
2002 yılı hanehalkı borç stoku/ gsyh: %2
2014 yılı hanehalkı borç soku/gsyh: %19
bizim burjuva sınıfımız sadece körlemesine kazanmayı ve karısından saklayabilmek için telefonuna galerici diye kaydettiği numaradan gelen mesajlarla haberdar olduğu 1998 model (hadi iyimser oldum) escortlara para yedirmeyi bilir. rolex takar, cuma kaçırmaz ama vergi kaçırır. çünkü benzin alırken o kadar ötv ödüyorüz ya gelir vergisi de neymiş triplerinde gezecek kadar ahlaklıdır. genel ekonomik konjonktür gereği paranın bol zamanında kredilerle işlerini ve göbeğini büyütmüş, sakalını uzatmış, evdeki karısının tek derdi hava atmak (sunumsuz yakalanmamak) olmuş olabilir. işler tersine döndüğünde bu güruh kendi krizini yönetemez ve yönetemediğini sürekli iflas erteleme isteyen, tasfiye haline giren şirketlerin sayısının sürekli artmasından anlıyoruz. biliyorsunuz paranın dini imanı olmaz. fındık bahçesi yüzünden kardeşlerin birbirini vurduğu toplumda akp'nin bel kemiği esnaf tayfası akp'yi iki günde satar. henüz satmadıysa daha işler tam olarak zıvanadan çıkmamış (kriz patlamamış) demektir.
devlet kendi başına çorap ördüğünde kendi kendini bi şekilde kurtarır. devlet iflas etse de dükkanı kapatıp gidemez, gerekirse morotoryum ilan eder, kemer sıkar, passat çekmez kurtarır kendini. ya yukardaki istatistiğe konu olan burjuva ne halt yiyecek orası muamma. sonlarının yakın olduğunu düşünüyorum. kriz çıktı demiyorum çıkacak ve gün be gün işler bozuluyor diyorum.
ülkenin cumhuriyet tarihi boyunca kayıtlanmış büyüme oranlarının ortalaması alınınca %5 çıkar. yani potansiyel büyüme oranımız %5'tir. akp döneminin süper ekonomisinde bu oran 2015 yılına kadar %4.9 iken şimdi azalmaya devam etmekte. (kredi notumuz düşünce imf tahminlerini revize etti ve büyüme oranlarımızın daha da düşeceğini öngördü.)
şimdi gelelim, kriz mı ne krizi diye yüzünde eblek bi ifadeyle her şeyi toptan reddeden her hal ve şartta destek olan, birey değil yığın olanlara. aklınızı emanet ettiğiniz adamlara çok güvenmeyin. sıkıntı büyük olsa da son ana kadar direnmek onların görevidir, hakkıdır. sorgulamak ve analiz etmek de sizin vatandaşlık göreviniz.
ekonomik mucize diye adlandırılan japon ekonomisi bile -imf'nin öngörememesi ve hatta kredi derecelendirme kurululuşlarının a notu verdiği bir dönemde- büyük bankalarının batmasına engel olamamış uzun süreli bir ekonomik bunalıma girmişken, siz okuduğunuz kalemşör yazarların "tarafsız" haberlerine kanmayın. götünüzden donunuz gittiğinde biz de götümüzle gülmeyelim sonra size. biraz yüzünüz olsun. yeter artık kandırılmadığınız kimse kalmadı. siz kandırılıyorsunuz millet ölüyor, siz kandırılıyorsunuz millet hapislere düşüyor. -
37. ırak başbakanının erdoğan'a cevabı
twitterdan "biz sizin düşmanınız değiliz ve ülkemizi halkımızın kararlığıyla özgürleştireceğiz, görüntülü aramalarla değil.” demiştir.
"we are not your enemy and we will liberate our land through the determination of our men and not by video calls"
ince -
38. plajda köpek görünce yapılacaklar
kumlara bata cika birlikte kosturup, yerlerde yuvarlanmak suretiyle kendisiyle oynamak. sahilde kolayca bulabileceginiz dal parcalarindan, yosunlardan yardim alabilirsiniz; kuyruklarini o kadar hizli sallarlar ki redbullsuz ucabileceklerine inanirsiniz.
arada su icirmeyi unutmayin.
bir de denize girdiyse eger vucuduna da su dokun ki deniz tuzu kurutmasin cildini, hadi bakalim yeni dostunuz hayirli olsun. -
39. gürses opel rezaleti
kriz yönetimi konusunda tez yazmış bir iletişimci olarak söylüyorum. bir kurum nasıl kendini bu derece batırır, kurumsal algısını ve marka değerini nasıl bu kadar yerin dibine sokar aklım almıyor. 2016 yılında hala kriz yönetiminden bihaber kişilerin böyle kurumsal diye tabir edilen markalarda görev alması içimi sızlatıyor. hadi acil kriz durumları için bekleyen bir kriz yönetim ekibiniz yok da sizin hiç mi pr sorumlunuz yok? müşteri memnuniyetini sağlamak adına çalışan personeliniz ne iş yapıyor? kurumun yapacağı iş aslında gayet basitti.
- öncelikle bir kriz masası oluşturup yönetimle koordineli olayı inceleyecekti
- hatayı kabul edip özür dileyerek mağduriyetin giderilmesi adına hızlı bir şekilde çalışacaktı
- yapılan her adımı tek tek yönetimden bir kişi arayıp müşteriye bilgi verecekti.
- müşterinin mağduriyeti giderildikten sonra aracı geri alıp aynı aracın sıfırını hediye edecekti. hadi bu yapılmadı mağduriyet tamamen giderildikten sonra kurumsal prestij için ücretsiz bakım, kasko gibi ufak hediyeler verilecekti.
peki siz ne yaptınız?
- hatayı müşteriye yüklediniz.
- sizin personelinizin sarhoş ve ehliyetsiz olarak arabayı servisten çıkarıp başka bir araca çarpması yeterince rezil bir olay değilmiş gibi karşı tarafın ücretini mağdura ödetmeye kalktınız.
- müşteriyi geri kazanmak yerine dava açarsanız anlaşmayı çekeriz ona göre diye tehdit ettiniz.
- müşteriyi kendi hatası olmamasına karşın otoparkta araç peşinde koşmak, kaza yapılan şahısla görüşmek zorunda bıraktınız. zamanını, enerjisini, sabrını, moralini, güvenini yediniz.
- anlık ve interaktif bir ortam olan sosyal medyadaki tepkileri ciddiye almadınız. nasılsa yazarlar yazarlar susarlar sandınız.
- müşteriyle tartışmaya girerek eşinize dostunuza burada karşı yazı yazdırdınız.
- koskoca opel türkiye olarak olaya el koyup krizin büyümesini engelleyebilecekken kardeşler kebap salonu mantığı ile müşteriyi arayıp "naptın bayiyle anlaşabildin mi?" diye saçma sapan sorular sordunuz. işi uzattınız yokuşa sürdünüz.
arkadaşım hadi kriz yönetimini bilmiyorsun bari tarihte yaşanmış örneklere bak. aç domino's pizza krizini incele. adamların dandik bir şubede 2 personel yüzünden nasıl küresel çapta kriz yönetimi yaptığını gör. bu olay yüzünden koskoca ceo'nun youtube'da video çekip nasıl özür dilediğini krizin tekrar yaşanmaması adına ne gibi önlemler aldığını anlatmasını izle. bu işler esnaf mantığı ile çözülecek işler değildir. siz kendinize göre belki 1 sıfır araba bedelinden kurtuldunuz ya da 20-30 bin tl ekstra masraftan kurtuldunuz ama milyonlarca lira reklamla bile kapatamayacağınız yaralar açtınız hedef kitlenizde. günümüzde en etkili pazarlama yöntemlerinden biri word of mouth marketing'dir. yani ağızdan ağza pazarlama diyoruz biz buna. siz opel'in televizyonda reklamını görürsünüz geçersiniz. bu reklamları her firma veriyor ve tüketici reklam olduğunun farkında. araç arayışındaki biri için seçici bir özelliği yok. fakat bir dostunuz size gelip "gürses opel mükemmel bir firma inanılmaz iyi bir servisi var" demesi bu olayı örnek vererek "bir tanıdık şöyle bir sorun yaşadı hemen şu şekilde çözdüler" demesi otomatikman sizi ve opel tercihini birinci sıraya yerleştirir. tam tersi de aynı negatif etkiyi gösterir. kendinizi opel ile alakası olmayan araç alma fikrine sahip sıradan bir hedef kitle olarak düşünün. biri size bu olayı anlatsa kendinizi kafadan elemez misiniz?
burada krizi çözmüş olsaydınız belki de krizi fırsata çevirebilecek ve krizden daha güçlü bir şekilde çıkabilecektiniz. ama yaptıklarınızla şimdi burada binlerce kişi sizi aklına kazıdı. binlerce kişi aracını size bıraktığında güven duymayacak. bu yüzden diğer alternatiflere yönelecek. binlerce kişi siz fiyat verdiğinizde "olsun odak opel bin ikibin daha pahalı ama hiç değilse güvenilir" diyecek. tercih edilmeyeceksiniz. kısa vadede üç kuruş kazanmışken uzun vadede zarara gireceksiniz. üstelik olay opel turkiye ve opel global tarafından da takip ediliyor şimdi. kendi markanız tarafınızdan global ölçüde mimlenecek belki yaptırıma uğrayacaksınız. dua edin de opel global marka değerini zedelediğiniz için size dava açmasın. kendi elinizle, el birliği ile koskoca bir dealer nasıl yerin dibine batırılır şeklinde pr bölümlerinde tez konusu olacak seviyeye getirdiniz kurumu. zor iş gerçekten. bravo. -
40. honda insight'ın saatte 190 mil hızla yaptığı kaza
(bkz: 190 mph)
(bkz: 313.8 km/s) -
41. ak parti başkanlık için harekete geçiyor
-
42. seks oyuncağı kullanmak haramdır
her kim ki tenasül uzvuna halka takar, o bizden değildir.
imam sifredi -
43. muhabbet kuşuna verilebilecek en güzel isim
bunda bilemeyecek ne var amk.
maviyse "maviş"
yeşilse "yeşim" -
44. vapur çayı
dün bir takım sebeplerden 07:00 - 13:50 arası çay içemedim, ki bu benim için gerçek ohaldir. normalde o saate kadar 6-7 bardak çay içmiş olurum. çaysızlıktan kaşım gözüm seğirerek inner silence ve drew'la buluşmak için vapura yetişmek üzere gümüşsuyu'ndan beşiktaş'a depar attım, kanım çekiliyor başım ağrıyordu, ta ki 14:15 vapurunda o ulvi sesi duyana kadar:
"sıcak taze çay 1 lira, taze çay 1 lira, var mı çay içen?"
olmaz mı be, olmaz mı! 1 lirayı uzatıp çayı alırken abartmıyorum mutluluktan ağlayacaktım. bi de lezzetliydi ki, salata'ya 30 tl istenen mekanlarda bile kesin pistir diye tabak çanak inceleyen bir obsesif olduğum aklıma gelecek gibi olsa da bu düşünceye hemen "defol git tükürürüm sana" dedim. o çay bana dünyanın en lezzetli çayıydı dün, içtim de titremem geçti. -
45. amanda cerny
ekşi sözlük'ün kalitesinin ne seviyelere düştüğünün göstergesi olan kadındır. eskiden olsa 3-4 entry girilir max 5. entry'de aslında olayın ne olduğu çözülürdü. şimdilerde 50 entry'de dahi çözülemez hale gelmiş. olay bir viral reklamdır, 3-5 insan hariç bunu epey bir eleman yemiştir. bir de aşırı kötü espriler olmasına rağmen kakır kakır gülmüşler. gerçek sandıkları için mi? yoksa espri eşikleri çok düşük olduğu için mi?
mevzu bahis kadın, amerika'daki top 10 vine'cıdan birisidir. kadın ve seksi olduğu için biraz daha ön planda gibi dursa da zach king kadar kaşesi yüksek değildir. türkiye'de son 1 yılda yabancı az ünlü ablaların, az biraz güzelse nasıl ekmek yediğini aly eckmann ve rose bertram'dan biliyoruz. işte bilen sadece biz değiliz. ajansçılar da bunu biliyorlar. özellikle çok faal kullanılan twitter'daki erkek popülasyonu ve güzel kadınlara duyulan ilgi, erkek kullancıların yoğunluğu gibi parametreleri göze alarak kendisiyle iletişime geçmişler. bunu son takip ettiği 18 kişiden görmek mümkün.
https://pbs.twimg.com/…ia/culynvowgaaega6.jpg:large
güzel bir proje midir değil midir? orası tartışma konusu ama leş gibi mizah olduğu açık. mevzu bahis yozgatlı dayının profili ilk açıldığında 190 takipçisi vardı şimdi 20k'yı geçmiş. bilerek komik olması için yapılan ama komik olmayan typolar, facebook'tan bulunduğu kabak gibi belli olan random bir dayı fotoğrafı, öncesinde de fake olduğu anlaşılmasın diye atılmış yine komik olmayan typolu vasat tweetler falan çok afişe etmiş bunları. normalde twitter'da gezinirken de böyle absürt dayılar bulabilirsiniz ancak yaptıkları typo'lardan onların doğal ve gerçek profiller olduğunu anlarsınız. bu biraz işin orospuluğu olsa da internetle her insan hasbel kader iç içe olduğundan bunları az çok anlar. fakat ajanslar anlamayacaklarını düşünerek bu işi yapmışlar ki, benim düşüncemin aksine onların görüşü başarılı oldu.
ve finalde de böyle şişirilmiş, fake takipçili, espri çalan fenolara da olayı kastırarak iyice popüler hale getirttiler: https://www.facebook.com/…667574431/?type=3&theater
buradaki amaç da şu bu olay daha çok yayılsın ve herkes paylaşsın iyice, daha fazla insana ulaşsın bu olay. diğer internette popüler olan şeyleri paylaşarak hit alan facebook ve instagram sayfaları görsün, haber siteleri de haber olarak yapsın. iyice coşsun bu iş diye ki. öyle de oldu.
http://www.hurriyet.com.tr/…witter-yikildi-40245836
amanda cerny twitter'da öyle büyük bir mavraya sahip değil. onun daha popüler olduğu platformlar vine ve instagram ancak türkiye'deki viral işleri twitter'dan döner since 2011. o yüzden reklamcı arkadaşlar olayı önce twitter'dan paylaşalım, kadının namını ve hadiseyi ülkede patlatalım daha sonra diğer kısımlara geçeriz diye düşünmüşler. twitter'da 500k takipçisi varken vine'da 4.7, instagram'da ise 8.4 milyon takipçisi var ki zaten twitter'da rt ettiği bir capsi alıp sonra instagram'ına yükledi.
https://www.instagram.com/…f0/?taken-by=amandacerny
he ne mi olacak? bu bir eşarp virali falan mı? diye düşünmeyin, değil. olacak olan şey şu, bu abla da aynı aly eckmann gibi outsider bir turkish lover olarak yakında lindsay lohan gibi ülkemize arz-ı endam eder ve bunun pr'ı yapılır. geldikten sonra 1-2 reklamda falan oynar ve gider. kadın parasına bizimkiler de imaja sağlanan katkıya bakarlar. öte taraftan yozgatlı dayı profili de amanda cerny ile ara sıra atışmaya devam eder, popülaritesi korunur ve takipçisi artar. dayı profili o typolarla 1-2 viral işine girer. mission completed.
edit: bu entry'i yazmam zaten 10 dakikamı aldı, bir süredir işsizim. zerre sikimde değil harcadığım vakit. kötü mizaha gülen vasat insanlar tarafından beğenilme kaygısı gütsem, aynı bu entry boyutlarında ne kadar başarılı olduğuna dair şeyler yazardım. neyse ki iş bulma şansım kötü, mizah anlayışım değil. -
46. aracı gürses opel'e bırakıp metro turizm kullanmak
bir de üzerine esra özcan'a düğün fotoğraflarını çektirirse, deymeyin keyfinedir.
(bkz: esra özcan düğün fotoğrafçılığı rezaleti) -
47. 12 ekim 2016 abd savaş gemisine saldırı
amerika'nın artık kendi sınırlarına dönmesi gerektiğini anlatan olay. ne işin var kardeşim bi s*ktirin gidin kendi topraklarınıza dünya sevmiyor sizi anlayın artık ya.
-
48. erkeğin seks dışındaki kullanımı
gerçekten erkek deyince bunlar mı geliyor aklınıza? seks yapılıp, kavanoz açtırılacak, perde astırılacak bir insan.
ya çok talihsizsiniz ve böyle erkeklere denk geldiniz ya da erkekleri böyle gördüğünüz için normal davranacak erkekler sizin yanınıza bile yanaşmadı. ikisi de mümkün.
erkeklerle yapılacak binlerce güzel şey var. seks bunlardan sadece birisi. sevgilinizle elele yürümediniz mi hiç? oturup bir kitap üstüne saatlerce konuşmadınız mı? size yeni bir şey öğreten bir erkek olmadı mı ya da sizin yeni bir şey öğrettiğiniz?
bunları yapmadıysanız gerçekten şanssızsınız. yapamayışınızın nedeni ne olursa olsun. karşı cinsle konuşmak, bir şeyler paylaşmak her iki cinsiyet için ufuk açıcıdır. kendi perspektifinizin dışına çıkmanıza yardımcı olur. karşınızdakinin gözünden dünyaya bakmış olursunuz. hayatı daha iyi algılarsınız.
erkekler/kadınlar berbat diyerek ufkunuzu daraltmayın. insanı insan olarak görüp yakınlaşın, sonra farklılıkların tadını çıkarın. erkekler ayı, kadınlar kezban demeye devam edecek olanlar da dertlerine yanmayı sürdürsün. -
49. devlet bahçeli'nin başkanlık sistemi desteği
ben bu adamın parada, pulda, ihalede gözü olmayan, temiz biri olduğuna inanırdım. "ulan siyaseten yanlışları var ama temiz yahu bu adam" derdim.
şu saatten sonra bu adamın temiz olduğuna falan inanmıyorum. artık cia bağlantılı mıdır, mit çalışanı mıdır, hain midir bilmiyorum ama temiz değil.
2001 krizi oldu bu ülkede, toplumsal kırılmalar oldu. sonra kemal derviş geldi beğenirsin-beğenmezsin bir program oturttu, ekonomiyi rayına soktu öyle ki 2002 yılında ekonomi %6,2 büyümüştür.
işte böyle bir dönemde 2002 yazında dsp bölündü ve mhp, tbmm'nin en büyük grubu oldu. devlet bahçeli'den beklenen başbakanlığı devralıp merkez sağ bir hükümet kurup seçimi zamanında (2004) yapmaktı ama ne oldu? devlet bahçeli hükümeti bozup seçimi işaret etti.
2002'de ekonomi büyüse de 2001 krizinin etkileri zihinlerde tazeydi, hükümet sorumluydu... ve 3 kasım 2002 seçimlerinde mecliste grubu olan bütün partiler çöktü, barajı geçemedi. daha 1 sene evvel kurulmuş akp, toplam seçmen sayısının %28'inin, oy kullanan seçmen sayısının %34'ünün oyunu alıp meclis'te %65 çoğunluk elde ederek tek başına iktidar oldu. kemal derviş'in ekonomik programının noktasına virgülüne dokunmadan uyguladılar. bakmayın "bizzzz biliriz, senden akıl alacak değiliz" demelerine, elalemin aklı ile ekonomide büyüme sağlandı. tabi kemal derviş programının ömrü 2007'ye kadardı, üretim odaklı bir politika üretilmeyen 2007 sonrasını da görüyorsunuz.
partisi 2011'de kaset komploları ile tarumar edildi malum ortaklık eliyle. öküz ölüp ortaklık bozulmamıştı daha... 2011 seçimlerinde mhp'nin ciddi bir baraj sorunu ortaya çıktı ve 2002'den ağzı yanan muhalif kanat mhp barajı aşsın da meclis'te yine saçma sapan bir aritmetik olmasın diye emanet oy verdi mhp'ye.
2015 haziran seçimlerinde ise akp büyük darbe aldı. seçim sonuçları ortaya çıkınca akp'de hüzün, akp karşıtı blokta ise sevinç vardı buna mhp tabanı dahil. böyle bir ortamda 1 hafta hiçbir açıklama dahi yapmasa akp'nin kendi kendine çözüleceği bir ortamda seçim akşamı çıktı "erken seçim dahil" her şeye mhp'nin hazır olduğunu deklare etti.
400 verilmezse huzursuzluk vaat edenlere gün doğdu, kimseyle koalisyona yanaşmadılar.
2002'den 1 gram ders almamış devlet bahçeli, erken seçime ne kadar hazır olduğunu akp'ye yine, yeni, yeniden tek başına iktidarı armağan ederek ve baraj altı kalmaktan son anda yırtmasına rağmen milletvekili sayısının yarısını kaybederek gösterdi.
akp tek başına iktidar oldu ama bırakın anayasa'yı tek başına değiştirmeyi, anayasa'da değişiklik yapmayı referanduma götürmeye yetecek sayıyı dahi yakalayamadı.
böyle bir ortamda, akp'liler bile şu başkanlık sistemi mevzusunu karınlarından konuşup açık açık dile getirmekten imtina ederken çıkıp da "biz parlamenter demokrasiden yanayız ama başkanlık sistemi referanduma götürülürse milletin kararına saygı duyarız" ne demek?
referanduma götürmek için yeterli oy desteğini sağlayacaksınız işte? chp vermeyecek, hdp vermeyecek e arkadaş 330 kişi nasıl oluşacak? mecliste "biz parlamenter demokrasiden yanayız ama madem millet karar versin "evet" diyoruz" edebiyatı ile akp'ye stepne mi dersin, koltuk değneği mi dersin destek verip 330'u sağlayacaksın. bunun manası bu? yoksa çıkar dersin "meclis aritmetiğinde başkanlık sistemi'ni direkt getirecek veya referandum seçeneğini sunacak bir akp sandalye sayısı yoktur. biz parlamenter demokrasiden yanayız ve akp'nin bu beyhude çabasının yenikapı ruhuna aykırılık teşkil ettiğine inanıyoruz" dersin olay biter.
yahu idamın kaldırılması mevzusunda komisyonda muhalefet ettin sonra dediler ki "meclis'e sevk edelim, orada karar verilsin" sen de meclis'e sevk edilmesine onay verdin. idam meclis'te oylanırken o dönem akp'nin meclis'te grubu vardı. mhp olarak siz idamın kaldırılmasına "hayır" oyu verirken, akp meclis grubu "evet" oyu verdi. ama aynı akp şu anda "mhp idamı kaldırıp apo'nun idamını engelledi" diye propaganda yapıyor. o günün akp genel başkanı olan zat sanki o dönem kendi vekillerinin "evet" mhp vekillerinin "hayır" dediğini bilmiyormuş gibi "o gün ben iktidar olsaydım apo'yu asardım" diyor.
sen bu halde çıkıp "referandum" diyorsun.
evet devlet bahçeli, idamın kaldırılmaması için çok şey yaptın ve ihale hak etmediğin halde sana kaldı ama başkanlık sistemi referanduma gider ve referandumdan geçerse, başkanlık sistemi sonucunda bu ülkenin yaşayacağı kötü günlerin vebali boynunadır. akp'liler çıkıp "ya valla biz çok meraklı değildik ama bahçeli bizi kandırdı" derse de akp'ye "adamlar kandırılmış lan" diyip oy vermeyen de şerefsizdir kendi payıma.
siyasi hayatında çokça hata, çokça doğru yapmışsındır ama 2002, 2015 ve 2016'daki şu can suyu çıkışlarının manası başka bir şey. bir insan en kritik zamanlarda böylesine hatalı ve sert çıkışları tüm olanlara rağmen ders almadan tekrar tekrar yapmaz. üstelik bunu safça, temizce, bilinçsizce, akıl tutulmasıyla falan hiç yapamaz. bunun altında kasıt vardır.
o ağzından düşürmediğin "devlet-millet menfaati" değil başka birilerinin menfaati için çalışıyorsun bahçeli ama kimdir o birileri kestiremiyorum. -
50. beş kardeş
birisi buraya not olarak düşmüş ama tekrar vurgulamak da fayda görüyorum:
bu diziyi bitirenlerin bıyığını sikeyim.
saygılar.