iktidar sahiplerinin başörtülü bacılarla alakalı bir dertleri olmadığını görmemizi sağlayan şiddettir.
tek dertleri kendi rahatları ve saltanatları.
bugün başkan olsa yarın diyecek ki "peygamber olayım sorunlar çözülsün"
Öncelikle, sitemize gösterdiğiniz ilgi ve destek için hepinize teşekkür ederiz. Sizlerden gelen geri bildirimler ve beğeniler bizim için büyük bir motivasyon kaynağı oldu.
Sozlock olarak tam 9 senedir her gün ekşisözlük'den okumaya değer içerikleri filtreleyip günlük listeler oluşturduk. Bu işi yaparken kişisel davranmadık, günün en popüler başlıklarının en beğenilen entrylerini aldık listelerimize. Üstelik bu gayretimiz hiç bir zaman ticari bir kaygı taşımadı. Yayına başladığımız ilk günden beri en ufak bir reklam yayınlamadık, sponsorluk anlaşmaları yapmadık. Sozlock üzerinden tek kuruş kazanmadık.
Bütün bunlara rağmen, ne yazık ki son dönemde ekşisözlük yönetimi tarafından alınan bot koruma önlemleri nedeniyle, ekşisözlükten entry çekme ve beğenilen entryleri listeleme hizmetimizi maalesef devam ettiremiyoruz. Bu durum ekşisözlük yönetiminin aldığı bir karar olup, tamamen bizim kontrolümüz dışında gerçekleşmiştir. Bu zorunlu durumdan ötürü yaşanan aksaklık nedeniyle anlayışınıza sığınıyoruz.
Sozlock Ekibi
Ekşi Sözlük Debe Listesi
-
1. 4 mart 2016 başörtülü bacımıza polis şiddeti
-
2. survivor 2016
yılmaz morgül denilen yılların güya beyfendisinin yattara'ya sokak ağzıyla seni gebertirim, bi gineliden öğrencek değilim tarzı iğrenç laflarından sonra yattara'nın yılmaz morgül'e hala yılmaz bey diye hitap etmesi hala onunla güzel güzel konuşmaya çalışması ne yazık ki adamlığın türkiye'de değil gine'de olduğunu göstermiş oldu bizlere.
-
3. bütün yazarların bütün entry'lerini silmesi
ekşi sözlük'ü sermayesiz bırakacak hareket.
aslında başka bir sözlüğe de taşınabilir kopyalanıp bilmiyorum. olamaz mı? olabilir...
bu bir tehdit mi? bilemedim...
seni sen yapanı unutturmama şeysi diyelim.
edit: zor olacağını düşününenler içinsahtepetrucci'nin script'i (bkz: #58972158)
edit2: hemen silmeyin, kapatmayın derim. silecek ve kapatacaklar listesi oluşturulduktan sonra toplu halde yapmak daha etkili ve kontrollü olacaktır. şu an için önce bir sesimiz çıksın bakalım da... -
4. akp şunu yapsa oy veririm denilen şeyler
iktidarları döneminde katledilen tüm canları geri getirebilirlerse oy veririm.
-
5. dünyadaki en korkunç gerçek
2 adettir.
1- sevdiğiniz herkesin öleceği
2- arkanızda sevenlerinizi bırakıp öleceğiniz
edit: bu entryi girdikten sonra eşimin teyzesi vefat etti. yazdıklarımın doğruluğunu malesef bir kez daha yaşayarak teyit etmiş oldum. -
6. abartılan şeyler
(bkz: poyraz karayel)
-
7. jelko obradoviç
avrupa'nın en iyisi olduğunu kanıtlamak için fenerbahçe ile şampiyon olması gerektiğini söyleyen tinercileri gösteren gelmiş geçmiş en büyük koç.
adamın adı avrupa'da zirvede, kendisinin kazandığı euroleague kadar kazanan başka bir koç yok, dahası kendisinden fazla şampiyon olan tek takım da real madrid.
adam 25 yıllık koçluk hayatında 60 yıldır oynanan kupa da en fazla kazanan oluyor ama en büyük sayılması için daha bir şeyler kanıtlaması gerekiyor, öyle mi?
sonra neden 'tinerci' diyoruz. ayık kafa ile su mantığı kim kurar?
bir de ilk iki sırayı garantilemedi denmiş. adamın takımı lider ve 9 maçta 8 galibiyet almış. ne yapacaktı? kalkıp diğer takımları da yönetip 4-5 yapmasını mi sağlayacaktı? ki bu durumda bile garantilenmiyor. ne yapsın lan adam? -
8. anayasa için referandum olursa mhp katkıyı verir
dikkat edin, bugünden itibaren havuz medyasında meral akşener aleyhine haberlerin artmasını bekliyorum. belki yine "kaseti var" seviyesine inerler. vakti zamanında indiler, devlet bahçeli de çok mutluydu o dönem.
-
9. anayasa için referanduma gidilmesinden korkan laik
aktroll olmak nasıl bir şey acaba?
aklımızla alay etmeyin be kardeşim korkulduğu için mi referanduma hayır diyorlar?
referandum isteyenlerin niyeti bozuk olduğu için mi?
saltanat meraklısı zihniyete ve temsilcilerine neden imkân versinler?
memlekette her gün insanlar ölüyor bence her şeyden önce bu sorun çözülmeli...
ekonomi, özgürlük, adalet, dış siyaset konuşmaya bile gerek yok.
edit: ayrıca sen 14 yılda yök'ü kullan kaldırma, %10 seçim barajını azaltma
%80'nini senin sultanlarının değiştirdiği anayasayı darbe anayası olmakla eleştir 14 yılın sonunda bununla da yetinme
padişahın "anayasa kararına uymuyorum saygı da duymuyorum." desin sen bunları konuşma laikler üzerinden gel bu sayfalarda zırvala...
dostum bak şuan başörtülü bacılarınıza neler yapıyorlar bunlara tepki göster, kasma bu kadar :))
bak yolsuzluk meselesine girmeye gerek yok :))
edit2: hiç entry eksilemekle uğraşma zaten sabaha çıkmaz yönetim entry'leri siler. -
10. skyler white'ın aslında o kadar da şey olmaması
-
11. dilini kulağına değdiren kız
gelin itiraf edelim, izleyen her erkeğin aklına aynı soruyu ve görüntüyü getiren kızdır *
-
12. alman medyasının erdoğan ile dalga geçmesi
tayyip erdoğan'ın zaman gazetesine kayyım ataması ile alman medyası çok pis dalga geçmiş. adamlar bu rezillikleri en son 1940'larda hitler zamanında yaşadıkları için, türkiye'de yaşananları anlamakta zorlanıyorlar.
habere dönecek olursak; almanya'da yayınlanan heute isimli bir show programında, kayyımın yönettiği zaman gazetesinin ilk sayfası tasarlanmış.
okurken yarıldığım ilk sayfadan bazı haber başlıkları:
-galatasaray bayern münih'i 12-0 yendi, gollerin hepsini erdoğan attı. (spor haberi)
-erdoğan online ile yüksek hızda internet.. (reklam)
-erdoğan yapılan ankette en iyi siyasetçi seçildi. (siyaset haberi)
-erdoğan tüm zamanların en seksi erkeği seçildi. (magazin)
-yüksek basınç erdoğan ismi verilen hava dalgası avrupa'ya güneşli hava getiriyor. (hava durumu)
(bkz: türkiye'nin yurt dışı imajının dibe vurması)
http://s7.postimg.org/…t_2016_03_06_at_01_04_49.png
http://www.haberdar.com/…andi-h20893.html?mnst=7118 -
13. 4 mart 2016 zaman gazetesi direnişi
gülümsetmiştir.
ulan bazen gerçekten ilahi adaletin olduğuna inanıyorum be.
4 yıl önce thy'den atılan 305 kişiden birisiyim. önce işimi, 1 ay sonra da annemi kaybettim. annem kalp krizi geçirdi. işten atılmama üzülmesinin etkisi büyüktü tabi ki. baktığımda ise davama red veren ve davamı dahi okumayan yargıcın paralelci olduğunu bugün nette görüyorum. mutlu değilim. ama en azından benim hayatımı karartanların bugün hayatlarının karardığını görmek içimdeki nefreti hafifletiyor. zalim sizdiniz, şimdi ise mazlum ayağına yatmayın. siz hala zalimsiniz, fırsatını bulduğunuz an yine bize zulmedecek siz din tüccarlarısınız. tanrı bugün tayyip eliyle belanızı verdi, ne diyelim geçmiş olsun hadi. -
14. beşiktaş
bir fenerbahçeli olarak gerek galatasaray gerekse fenerbahçeyle oynadığı her derbide küfür edilip yerden yere vurulmasını anlayamadığım takım. bu adamlara istisnasız her maç "orospu çocuğu, tinerci, şerefsiz vb" gibi bir ton ağza alınmayacak hakaretler ediliyor. ne yaptı olm bu beşiktaş size? ne alıp veremediğiniz var bu takımla? adamların stadı yok kaç yıldır inönüyü bitirmeye çalışıyorlar feda diyerek taraftar takımına destek olmaya çalışıyor buna bile hakaretler ediyorsunuz.
saraya giderek el etek öpen, stadını devlete yaptıran rakipleri ekonomik zorluklar sebebiyle transfer yapamadığı halde futbolcularının maaşını asgari ücretten gösterip drgobayı sneijder'e milyonlar döken ve buna rağmen hala borç yüzünden avrupadan men alan galatasaray, bjk-gs maçının başlığında onurlu duruşunuzu sikeyim şerefsizsiniz yazarak yavşakça davranıyor. yine bazı orospu çocuğu fenerbahçeliler bjk maçında şöyle siktik böyle soktuk nasıl iyi mi orospu çocukları gibi ilkokula giden 6 yaşında çocuğun yazmaya utanacağı kalitede küfürler ediyor. sebep ne? beşiktaş'ı yendik. harbiden bu kadar sığ mısınız bu kadar mı insanlıktan çıktınız
bakın beşiktaş takımı lig tarihi boyunca en ağır hakaretlere uğramış takımdır. fenerbahçe taraftarı rıza çalımbay döneminde çalımbay'ın babasının kapıcı olmasını kast ederek trübünde açtığı "rıza efendi iki ekmek bir süt" pankartı hala içimi acıtır. beşiktaşlı olmadığım halde onuruma dokunur. yine galatasaraylıların kendi yaptığı vergi hırsızlıklarını ve transfer şikesini bir kenara bırakarak utanmadan açtığı "para komidinin üstünde #100$ feda" pankartı bir o kadar şerefsizcedir. bunu trübünde belli bir kesime bağlayabilirsiniz fakat maç entrylerinde bu pankartların bakınızı bu takımların sözlükteki taraftarları bakımından defalarca verildi. defalarca bu konular üzerinden bu takım aşağılandı. kimse kusura bakmasın şike yaptığı ispatlanmış bir diktatörü hala başkan olarak seçen, arazisini yandaşa peşkeş çeken vergi kaçırıp hırsızlık yapan takımlar varken belli güç odakları tarafından inşaatı engellenmeye çalışıldığı halde kendi çabalarıyla kimseden yardım almadan stadını yapmaya çalışan, stadı yapım aşamasındayken ligde şampiyonluğa oynayan beşiktaş türkiye liginin en onurlu takımıdır. buna laf etmeden önce gerek fenerbahçe gerek galatasaray dönüp kendilerine baksın. zira söz konusu şerefsizlik ve onursuzluk kıstasınız buysa bizde bunların daha beterlerinden onlarca var. -
15. gülen cemaatinin çıkaracağı yeni gazete
(bkz: o zaman)
allah kerim. ama bu rezillik de bu ülkeye yetmesi lazım. -
16. half-life'ın hayatımıza kattıkları
yüksek lisans da ödev olarak verildi bize.
inceleyin ve rapor yazın diye.
yıllar önce oynamıştım ama o zamanlar hiç bu kadar dikkatli bakmamıştım.
yüksek lisansta ödev olarak gelince derinlemesine incelemede aslında sanat eseri olduğunu gördüm.
ilk 4 bölümün incelemesini burada paylaşıyorum zamanı olan varsa okur.
1-anomalous materials
oyun bir tren yolculuğuyla başlıyor. bizim tek yaptığımız bu dar mekanda sağa sola gitmek. bu kısımda elimizde her hangi bir silah yok ve nesnelerle ilişki kuramıyoruz. sol alta kısımda oyun yapımcılarının isimleri var. grafikler o dönem şartları düşünüldüğünde oldukça hayranlık uyandıracak kalitede. biz etrafı izlerken hareket eden nesneler kişide merak duygusunu oluşturuyor. zaten oyuna bu şekilde bir giriş yapılmasını amacı olta tekniği kullanarak hikayeyi oynayacak olan kişiyi içine çekmek. bir kadın sesi black mesa hakkında bilgi vermektedir. bu sayede oldukça profesyonel bir iş yaptığımızı düşünüyoruz. bu kısımda karakterimiz hakkında bilgiler öğreniyoruz. yaşı, işi, güvenlik seviyesi ve hafızamıza yer edinecek olan adı (gordon freeman) gibi bilgiler veriliyor. ve g-man karakterini ilk kez bizim gibi bir trende görüyoruz. elbisemizi giyip deney yapacağımız yere gidiyoruz.
bu bölümün sonunda ışınlanma veya başka bir boyuta kapı açma deneyi başarısız oluyor ve karakterimiz diğer boyuta birkaç kez gidip geliyor. bu kaza hikayenin 2. dönüm noktası olup 2. perdeyi başlatıyor. gordon freeman bu kazanın sonuçlarını düzeltebilir mi? black mesa’dan sağ salim çıkabilir mi?
g-man karakteri her bölümde kendini bir şekilde bize gösteriyor. fakat biz hiçbir şekilde g-man karakterine zarar veremiyoruz ve onunla konuşma şansını elde edemiyoruz.
2-unforeseen consequences
deney odasından çıktıktan sonra black mesanın karıştığın,ı bazı personelin öldüğünü ve sistemlerin arızalandığını görüyoruz. ilk kez bu bölümde ai karakterleri nasıl kullanacağımızı tehlikelerden nasıl kaçacağımız öğreniyoruz. beyin yiyen böcekleri öldürmek için meşhur levyemizi alıp yolumuza devam ediyoruz.
üst kata geldiğimizde bir güvenlik görevlisinden ilk tabancamızı alıyoruz ve zombilerle savaşıyoruz.
bu bölümde duvarı da bulunan hp doldurucusunu kullanıyoruz.
sesler ve yıkılmış mekanlardan çıkan yaratıklar sebebiyle half life oynarken hep bir gerginlik yaşar oyuncu. ayrıca mekanlarda dolaşırken nerede ne var diye kaşif oluruz. mekanda bulunan bulmacaları çözüp yolumuzu buluruz ve bunu yaparken oyuncuya ipucu verilmez. bulmacaların çok zor olmaması ve mekan tasarımının sizi bir şekilde bulmacaya götürmesi oynanabilirliğini artıran başka bir özelliği olur.
fakat bu bulmacaları ve kaşifliği yaparken hep bir stres ve gerginlik yaşarsınız çünkü ne zaman nerede üzerime bir düşmanın atlayacağı hiç belli olmaz. ayrıca bazı tahta kasaları kırarak içerilerinde çıkan cephaneleri alabilirsiniz. zırhımız için enerji almayı öğreniyoruz.
bu bölümde ne gibi düşmanların olduğu oyunun genel olarak nasıl ilerlediği hakkında bize detaylı bilgi veriliyor.
3-office complex
bu bölümde diğer mekan tasarımlarından farklı olarak karanlık kısımlarda kullanılmaya başlanır. fenerimiz bu bölümde ilk kez ciddi anlamda içimize yarar. ayrıca bölüme başlarken oyuncu geren bir çok öğe ile karşılaşırız. havalandırmadan çekilen adam, beyni yenen güvenlik görevlisi gibi. elektrik şokları oyuncuyu hem zorlayan hem de geren öğeler olarak karşımıza çıkar. yolumuzu bulmak için hep bulmaca çözmek zorunda kalmıyoruz tabi. bazen yolumuzu açmak için kaba kuvvet kullanarak camları ve kasaları kırıyoruz. bu bölümde pompalı tüfeğimizi buluyoruz. buda oyunun çeşitlendirerek oynanabilirliğini sürdürüyor. özellikle dar mekanlarda gelen düşmanlar oyuncuyu oldukça strese sokmaktadır. kırılmayan kasalar sayesinde bu nesneleri kullanarak bulmacaları çözebiliyoruz. zaten oyunda ki bazı nesnelerin kırılıp bazılarının kırılmaması ilerleyen bölümlerde oyuncunun tercübesini artırmaya ve bunları daha efektif kullanmasına sebep olacaktır. bu bölüm güvenlik görevlileri ile birlikte çıkışı aradığımız bölüm olmaktadır. bu sayede oyun bize bir nebzede olsa co-op oynama fırsatı verir. ayrıca istediğimiz insanı öldürebilme gibi bir şansımız var. bu özellik oyuncunun iyi ve kötü karma sonuçlarına neden olur. sadece tek tip mekan tasarımı yoktur. bazen havalandırma bazen buzhane gibi mekanlarda yolumuzu buluruz. bu bölüm oyuncuyu oldukça zorlayan bölümlerden biridir. oldukça fazla bulmaca ve düşmanla karşılaşırız. ayrıca her düşmanın kendine has bir özelliği olduğunu ve öldürmek için ne kadar efor harcayacağımızın farkına varırız. bu da bazen kaçmanın savaşmaktan daha kolay olduğu farkındalığına varmamıza neden olur.
4-we've got hostiles:
asansörden inince başlayan bölüm. zaten bölüm ismi oyuncuda bir merak uyandırıyor. hemen bölümün başında çılgın gibi koşan doktor dikkatimizi çekiyor. oyuncuya açık bir mesaj verilmekte daha giriş sahnesinde bu bölüm seni güçlü düşmanlar bekliyor. zaten gözümüzün önünde öldürülen güvenlik görevlisi ve doktor bunun habercisi. ilk kez bu bölümde duvardan armor alacağımız alet ile karşılaşıyoruz. bu yenilik oyunun her bölümünde karşımıza çıkan yenilikleri tamamlar nitelikte. bu bölümde uzaylı düşmanlar ve bölümün zorluluklarına yenisi ekleniyor. duvarda asılı duran lazer tetikleyicileri oyunun zorluğunu artıran yeni bir etmen olarak karşımıza çıkıyor. ilk zorluğu aşınca askerle karşılaşıyoruz. ve onun makineli tüfeğini alıyoruz. yeni bölüm yeni düşmanlar ve yeni silah hemen bölümün başlangıcında tamamlanıyor. bu bölümde uzaylı düşmanların olup olmadık yerlerde karşımıza ışınlanması oyunun zorluğunu artıran başka bir etmen oluyor. bölümün ilerleyen sahnelerinde askerin bir doktoru öldürdüğüne şahit oluyoruz ve askeri öldürüyoruz. bu andan itibaren yeni bir düşmanımız daha var askerler. bölümün ismi bu sahne ile birlikte kafamızda netlik kazanıyor. askerler yeni tip bir düşman. uzaylıların aksine. el bombası atıyorlar hızlılar ve size ateş ediyorlar. bu bölümde dikkatimi çeken bir detay da cephane, hp ve armor bolluğu oldu. aslında bu durumun nedeni ilk kez karşılaştığımız askerlerle savaşırken ihtiyaç duyduğumuz malzemenin daha fazla olduğundandır. diğer türlü bir durumda hem yeni düşman hem de az malzeme oyunun oldukça zorlaştırır ve oyuncunun bu bölümde oyunu bırakmasına neden olabilirdi. askerleri aşıp bindiğimiz asansörle yüzeye erişiyoruz. yüzey hiç tahmin ettiğimiz gibi değil. bizi öldürmeye çalışan askerler onları devamlı taşıyan bir helikopter ve kafamızın üstüne düşen bombalardan bir şekilde kaçıp çıkışa gitmeye çalışıyoruz. bu sahne tamamıyla aksiyon için tasarlanmış ve oyuncunun hem hızlı düşünmesini hem de keskin bir şekilde hızlı hareket etmesini istiyor. havalandırma labiretinde bir şekilde bölümün başına gelmemiz bence çok zekice sahne tasarlandığı içindir. izleyenler bilir inceptionda buna benzer bir durum vardır. mimarın tasarlandığı mekanlar aslında koca bir labirenttir.
bu bölümle ilgili görüşlerin. bence mekan bulmacaları artık kolay gelmeye başladığı için yapımcılar yeni bir düşman ekleyip oyuncuyu zorlamak istediler. yeni tuzaklar ve uzaylıların dibimizde ışınlanarak belirmesi bizi oyunda tutan etmenlerin başında geliyor. yeni bir düşman tipi olan askerler ilk etapta pek umursamadığımız bir detayken. oyuncu bölümün sonunda şu soruyu kendine sormaya başlıyor. neden bizi yok etmek istiyorlar ve biz o deney ile ne yapmayı planlıyorduk. bu sorular hikayeyi derinleştiren ve oyuncuyu hikayeye daha çok bağlayan detaylar olarak karşımıza çıkıyor. -
17. kanzuk
bir çeşit anadolu çomarı
-
18. leicester city
bu sezon bonservislere 52 milyon euro harcamış olan endüstriyel futbola düşman takım.
-
19. fenerbahçe
fenerbahçe türkiye'deki her spor branşında değil, faaliyet gösterdiği branşlarda başarılı olmaya çalışır.
hiç bir kulübün her branşta faaliyet göstermek gibi bir zorunluluğu yoktur. -
20. conan'ın ermeni soykırımını tanıması
yaptığı ermeni soykırımı'nı tanımak değil, dile getirmektir. bu tanıma işi türkiye'de hep yanlış anlaşılmaktadır. mesela "filan ülke ermeni soykırımı'nı tanıdı." diye bir haber yapılırsa, insanlar bu ülke ermeni soykırımının olduğunu kabul etti gibi anlıyorlar. "tanıma" denilen şey hukuki bir durumdur, avrupa'da ve amerika'da ermeni soykırımının olup olmadığı tartışma konusu değildir, onlara göre yüzde yüz olmuş bir gerçektir, "tanıma" denen şeyse bu duruma hukuki bir statü kazandırma işlemidir.
mesela siz yurt dışında bir mahkemenin kararıyla boşandınız, bu boşanmanın türkiye'de resmileşmesi için türk mahkemelerinden tanıma kararı çıkartırsınız. bu kararla mahkeme sizin boşanmış olduğunuzu kabul etmez, siz zaten boşanmışsınızdır, mahkeme sadece bu duruma türkiye'de de resmilik kazandırır. yabancı ülke parlamentolarının, ermeni soykırımı hakkında yapmaya çalıştıkları tanıma da budur, bu tanıma kararlarına karşı çıkan o ülke partileri ve milletvekilleri de ermeni soykırımının gerçekliğini tartışmaz, onlara göre de ermeni soykırımı su götürmez bir gerçektir. -
21. 500t temalı denizbank reklamı skandalı
sanırım 2006 yılıydı. artı3 adlı reklam ajansında grafiker olarak çalışıyordum. ortaklarından biri cem yılmazın kuzeni öner faruk ışık, diğeri mos production sahibi turgut kerki vs. facebook daha popüler olmamıştı, bir arkadaşın tavsiyesi ile kaydolmuştum. tabi ajans çalışanları ve biraz entelektüel kitle kullanıyordu. eski film kapaklarından bir fotoğraf galerisi yaptım. çok makara film isimleri vardı. özellikle yeşilçamın türk porno filmleri. en çok "fatmagül'ün suçu ne" ye gülmüştüm ve üzerine "keşke bugünün teknolojisi ile tekrar yapılsa" yazıp paylaşmıştım. bir sene sonra filmi yeniden yaptılar.
boş zamanlarımda açarım photoshop'u, enteresan monte'ler yapıp facebook'dan paylaşırım. bir tanesinde elimde yüzük kutusu, bir kızın önünde diz çökmüşüm, yüzük açık ve içinde prezervatif var. üstünde de "ne olur evet de" yazıyor. 6 ay kadar sonra fiesta kondom markası animasyon şeklinde aynı temayı kullandı.
bir keresinde köşe başındaki park etmiş araçları sırf zevk olsun diye çizen mahallenin bıçkın belalı tiplerini olduğu gibi alıp, street fighter oyunundaki bonus bölümü olan araba parçalama sahnesine montajlamıştım, çok da güzel olmuştu. bir iki sene sonra bir sigorta firması "aracınızın başına herşey gelebilir" diyerek aynı temayı birebir kullandı.
bunun gibi bir kaç şey daha yaşadım ama hemen hemen hepsine tesadüf diyip geçtim. gel gelelim o ajans toplantısına kadar. yeni bir proje var, iş bize anlatıldı ve fikir üretmemiz istendi. toplantıdan masalarımıza dağıldık. fikir üretmem gerektiğinde yalnız kalmak, sigara kahve ile başbaşa düşünmek isterim. kahvemi doldurdum plazanın çatı katına çıkıcam. iş arkadaşlarıma baktım, bir de ne göreyim? hepsi internette, facebook'da, twitter'da, ekşisözlük'de, bobiler'de geziniyor. alenen çalıyorlar. işte orada taşlar yerine oturdu.
yakın çevremde bir temizlik yaptım. türk insanı tek kelimeyle ahlaksız. ajda pekkan'ın söylediği şarkıların %90'ı fransızlardan çalıntı, sezen aksu'nun %50'si yunanistandan. ancak ikisinin de boğazda yalısı var. bu ahlaksız memlekette işler böyle yürüyor. -
22. istanbul'da fare sayısının giderek artması
sokak ve kedileri beslenmek için fare avlamazlar ama avlanma içgüdüleri sebebi ile fareleri öldürürler. istanbul'da bu kadar çok sokak kedisi olmasının temelinde neredeyse bin yıldır şehrin belası olan farelerle başa çıkabilmek için kedilerin beslenmesi ve çoğaltılması vardır.
ancak son zamanlarda denk gelinen fare populasyon artışında kedilerin sayısının azalması değil farelerin daha hızlı üremelerine sebebiyet verici etkenler rol oynamaktadır
1. kentsel dönüşüm için eski binaların yıkılması : her binada siz görmeseniz de farelerin girip çıktığı yollar ve yuvalar vardır. kanalizasyondan girip bodrum katlarına oradan üst katlara sürekli çıkmak için şanslarını denerler. evler dolu iken bu konuda fazla şansları olmaz ama bir bina yıkımdan hemen önce boşaltılıp boş durmaya başlayınca içinde fare kolonileri yaşamaya başlar. o bina yıkılınca da fareler etrafa dağılır.
2. restoran ve kafelerin sayısının artması : bundan 15 sene öncesine göre sadece istanbul'daki "dışarıda yemek yenen" işletme sayısı 4 kat artmış. her işletmede mutfak, erzak deposu ve yarısı yenmiş çöplerin durduğu noktalar fareler için beslenme alanı oluşturuyor. kısaca fareler karınlarını doyurup çoğalabilecekleri 4 kat fazla yere sahipler. eğer işletmeler farelere karşı düzgün önlem almazlarsa bu sayı daha da artacaktır
son not : veba salgınından ziyade farelerin vektörlük yaptığı başka ciddi tehlikeler var. sokak kedilerini besleyelim koruyalım, ama daha önemlisi belediyelere işletme kontrolleri konusunda daha fazla baskı yapalım eğer her tarafta fare görüyorsanız. -
23. 5 mart 2016 tottenham hotspur arsenal maçı
ingiliz spikerin* "arsenal kazanıyordu, tottenham kazanıyordu, şimdiyse leicester kazanıyor." yorumuyla yardırdığı maç.
-
24. katil japon baligi'nin sözlükten uçurulması
az önce haberdar olduğum elim hadise. en sevdiğim yazarlardan biriydi ama en çok haksız bir şekilde uçurulmuş olması koydu. sırf kanzuk'a laf etti diye ne zamandan beri yazar uçuruyoruz? uçurulma nedeni ile ilgili açıklamasını paylaşmayı bir borç bilirim.
katil japon baligi'nin yazısı:
olayın çıkış noktası ekşi şeyler. entry ise özetle, nasıl bir diktatörlükte yazdığınızı ve kanzuk'un sözlüğü babasının çifliği gibi kullandığını anlatacaktır.
gelelim konumuza/rezalete;
dün ekşi şeyler sitesi yazarlara tanıtıldı.
haklı olarak yazarlardan da fikri mülkiyet hakkında bir serzeniş geldi.
genel olarak mesele para falan değil, hakları burda saklı olan emeklerle kalkıp bambaşka bir iş, bambaşka bir site kurulması, bu yapılırken en basitinden usuleten bir izin bile istenmemesiydi.
bunu yaparken istedikleri gibi değiştirebildikleri bir sözleşme ile de kendilerini meşru kılmalarıysa cabası.
aynı sözleşme ile tüm yazarlar izin verdi kabul edilip, zamanındaki çaylaklardan mesaj alma için yapılan seçenek gibi bir opsiyon eklenip, istemeyen kişiler kullanmayın diyebilirdi.
ama tüm sözlük biliyor ki kazın ayağı öyle değil.
çünkü birileri o ayağı dürüme sarıp yedi.
bu sebepten dolayı birçok kişinin bildiği şeyleri kanzuk başlığına yazdım.
ama ben sözlüğe geç kayıt olsam da 6.nesil öncesinden beri okuruyum, yani ben malımı biliyorum, silip uçuracağını bildiğimden son yazının yedeğini aldım.
işte o yazı:
----------------------------------------------------------------------------------------------------
"zamanında ekşisözlük'te yazdıklarından dolayı kapılarına polis gelen yazarlar için 3 maymun oynanırken, bugün ekşi şeyler sitesi ile yazarların fikrine el koymakta beis görmeyen dürüm çeşidi.
kendisini, istediği gibi değiştirebildiği bir sözleşme ile meşrulaştırıp hem vicdan mastürbasyonu yapıyor hem de yaptığı ahlaksızlıkları koruma altına alıyor.
ülkemizdeki birçok çeşidinden farkı yok;
adalet için değil para için,
hem kazandığı haksız parayı korumak, hem de nasıl haksız para kazanabilirimi öğrenmek için hukukçu olmuş kişi.
şu hukuki boyutu da olan yardım kampanyalarında/rezaletlerde
işini gücünü bırakıp, ücretsiz hizmet veren hukukçu yazarları görüyorum,
bir de buna bakıyorum.
demek ki eğitim sisteminde, ülkede, toplumda falan değil sorun.
insanın kendisinde, karakterinde."
--------------------------------------------------------------------------------------------------------
şimdi bu ağır bir eleştiri mi evet ağır, zaten öyle olsun diye yazdım.
madem ekşi, bir özgür düşünce platformu diye pazarlanıyor, sorun olmamalı.
küfür var mı? yok.
dürüm'e mi bozuldu? kendisine dürüm göndermeli 10bin tane entry var desem yalan demezsiniz.
daha ağırları bir çok ünlünün başlığında varken,
hatta küfür etmememe** rağmen bir çok maç, takım, ünlü kişinin başlığında sinkaflı entriler var ve bu entriler ile yazarları yazmaya devam ediyorken neden ben uçuruluyorum?
hatta ve hatta mevcut sözlük yönetiminin kontrolü altındaki sözlük, aramaya inanıp "orospu" kelimesini yazınca 20 sayfa başlık veren bir sözlük iken neden bu yönetimden kesiği ben yiyorum?
tanım bile var entryde. ister beğen, ister beğenme.
nedeni basit, çünkü beyimiz öyle istedi.
sorsan saydırır, kutsal der, bilgi kaynağı der, özgür düşünce der, istediğini yazabilmek der, araştırmak der, paylaşmak der hatta söyledikleri daha da değerlensin diye freedom of speech falan da der. çünkü her ekşici bilir ki araya ingilizce sokmak artı puandır. e bunun zaten göbekten 2 tipten 5 puan düşüyor, o sebep araya fransızca liberte egalite fraternite de sıkıştırmak zorunda kalır.
ama sonuç ne?
bildiğin bir diktatör.
sorsan ekşi'deki başlıklarını zırt pırt komple sildiren meslektaşı meltem banko'yu destekleyici konuşmaz. sonuçta herkes onun gibi yapsa düşün sözlüğün halini.
ama bir de yaptığına bak, daha emrivaki, daha ahlaksız.
en azından okurluğumu verin de bari zaman ve emek hırsızı olmayın.
zaten daha yazmam.
bin küsur entri favoriledim. ama beğendim diye, ama sonra okurum diye.
vermezseniz de yapacak bişey yok. sonuçta, durum gösteriyor ki bazı taşlar gediğe oturmuş, o da kafi.
----------------------------------------------------------------------------------------------------- -
25. hamit altıntop
arkadaşlar aslında hamit'in ayağı kırılmadı, kulüp de oynamasını istiyor, kendi de oynamak istiyor ama lozan antlaşması'ndaki gizli bir maddeden dolayı hamit'i 2023 yılına kadar oynatamıyoruz. olay bundan ibaret.
-
26. göğüsleri gelişmiş mi ki istismar edilsin
-
27. 2016 turizm krizi
vakti zamanında marmaris'e gittim. ulan dedim kendi kendime. gök yıkılsa, yer çatlasa bir daha gelmem.
bir denize gidelim dedik. herkes üşüştü başımıza. " abi gel, giriş 25 lira; bir çay, bir tost bedava. " girmedik,hepsi tokatçı filminden çıkmış gibi. her neyse belediyenin plajı varmış, gittik. su yok a.q. oradaki büfe bize bir geçirdiler suyu , hala su içerken hatırlar, yutkunurum.
antalya'ya da gittik. bir tatil beldesine. geziyoruz. adam sittin sene önce, çorbaya 5 euro yazmış, ete 25 euro. aha dedik aç kaldık. sonra bir bayrak gördük, jandama değildi. insanlar girip çıkıyor. dedik ki öğretmenevi. bir koşuşumuz var. gören bizi kıtlıktan çıkmış zanneder.
sonra yunanistan'a gittik. adalara değil. bir mekan bulduk. yemek yiyeceğiz. gittik yemek yok. adam "bitti" dedi. "meze var bari açız dedik" . " o da bitti" dedi. vay arkadaş. adam bir saniye dedi. " siz dedi türk" biz: "evet. türk" türkçe sordu, türkçe cevap verdik. " rakı, raki" dedi. getirdi. içtik. iki tane içtim. parasını almadı. " o kadar yol gelmişsiniz, ikramımdır. " dedi. duygulandım lan. bir de bizi çocukken " yunanlılar düşmandır" diye büyüttüler, 15 sene eğitim hayatında bunları duydum ben.
o zaman, düşman kim a.q.
o zaman, 110 sayfa su, itfaiyeci, hortum diyenler haksız mı lan ? -
28. çay yoksa
bunları yazarken ocaktaki akşamüstü çayının demlenmesini bekleyen 30 senelik karadenizli olarak, şiddet eğilimi gibi tehlikeli bir şeyi mizah unsuru yapmamak adına kaldırılmasını istediğim reklam. kardeş afedersin de bok gibi olmuş reklamınız.
bu çaysız kahvaltı edememe, çaya düşkünlük meselesi değil, mantının yanında çay içen insanım ama bir gün bile çay yok kahve yok diye kimseyi "kafasını kırmakla" tehdit etmedim. bir daha gitmezsin, internette bir yerlere yazarsın, eşine dostuna söylersin gitmeyi düşünen insanları uyarırsın, o kadar.
video kurgu olabilir, ama hepiniz biliyorsunuz ki "çay yok" deseler şu videodaki tepkilerin 10 katını verecek insanlardan müteşekkil bir ülkedeyiz. ve bu tepkiler komik/doğal değil, tedavi gerektiren tepkiler. "ahahaha çay yok diye kafa göz dalacaktı abi :d" diye güldüğünüz insan trafikte yol vermedi diye adam bıçaklayan insan, komşusuyla kavgası komşununu öldürmekle biten insan, sevdiği kadından karşılık alamayınca sokak ortasında ya da evini basıp kurşun yağdıran insan, "bana yan baktı" diye cinayet işleyebilen insan. siz onları ayrı bir gezegende, tarlada mı yetişiyor sanıyorsunuz? şiddete ilk başvurmaları karşılıksız aşk, yol kavgası gibi olaylarla mı başladı, o olaylardan önce çok medeni/kibar insanlardı mı zannediyorsunuz? bugün çay yok diye tehditler, hakaretler savuruyor, ertesi gün 22:00'dan sonra bira vermeyen tekele saldırıyor, aşkına karşılık vermeyen kadının erkek arkadaşını dövüyor, bir sonraki aşamada nenesini iyi tedavi etmeyen doktoru öldürüyor. şiddetinin normalleştirilmesi çay yok diye sinirlenmesinin mazur görülmesiyle başlıyor. bu video gibi şeyler internette, tv'de yayınlandıkça adam/kadın kendi ruhsal bozukluğunu şirin bir komiklik olarak görüp daha da cesaretleniyor.
toplum olarak son 10-15 yıldır baya boktan şeylere gülüyoruz *, osuruğa, görgü kurallarının hiçe sayılmasına, kadına şiddete, klinik vaka maço karakterlere, heyet önüne çıksa psikopat raporu alacak insanlara, evlilik programlarına çıkarılan zihinsel engelli kişilerin düştükleri durumlara, stil programlarında kavga eden genç kadınlara, ve bir ton boktan şeye daha. sonra o güldüklerimiz haliyle gelip bize dadanınca da ağlıyoruz ama. güldüklerimize layık şekilde yaşıyoruz çünkü, aynen böyle. -
29. 28 şubat 2016 ekşisözlük direnişi
hesabımı kapatmıştım. format değişiminden önce kapatmıştım aslında, bu site bok çukuruna format değişiminden çok önce döndü. küfürden başka bir şey yazmayan ırkçılar, troller doluştuğu zaman, bunlara sonsuz sabır gösterildiği zaman, bu ırkçılardan biri mod olup keyfine göre insanları çaylak yaptığı anlaşılmasına rağmen bu insanın hala yazar olabildiği zaman bitti. daha binlerce örnek çıkar. bu başlığı açan arkadaşın binden fazla fav almış yazısının silinmesi olayı özetliyor aslında. şimdi ara ara dönüp eski yazılarımı siliyorum bu sitede en ufak bir emeğim kalmasını istemiyorum.
her neyse, direniş var dediler geldik. direniş sürdüğü sürece buradayım ama direnişin yalnızca format değişikliği ilgili olmaması gerektiğini düşünüyorum, ekşiyi bok eden format değil yalnız başına. format değişikliği bir zihniyet kirlenmesinin tezahürü yalnızca.
velhasıl kelam ekleyin beni de kardeşim.
not: bu arada bu ekşi şeyler denilen saçmalık tam olarak emek hırsızlığıdır. biz ekşisözlüğe yazıyoruz o yazıları, yazılarımızı kullanıp kendinize bir ekmek kapısı daha açarken bize sordunuz mu? hukuk kısmını bilen arkadaşlar bu konuya eğilir umarım. -
30. ekşicep
iğrenç bulanlar, içinde kaybolanlar ya da farklı şikayetleri olanlar, uygulamayı kaldırarak tüm dertlerinden kurtulabilirler. adım hıdır olmasa da elimden gelen budur.
android kulanıyorsanız, ekşin ve appekşi alternafiniz var, deneyin.
ya da değerli zamanınızı ayırıp daha güzelini yazın, hepimiz kullanalım. -
31. öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler
''harp akademisi'nin üçüncü sınıfına geçtiğimiz zaman mustafa kemal, selanik'e sılaya gitmeden önce bizde misafir kaldı. o günlerin birinde satılmış çavuş'u da alarak alemdağı'na uzandık. arkadaşım samimi bir doğa aşığı idi. ormanlık yerlerden çok hoşlanırdı. öğleye doğru pınar başında mola verdik... uzaklarda bir kasır vardı ve manzarası harikulade güzeldi. adeta mustafa kemal'i büyüledi... oradan ayrılırken mustafa kemal: 'fuat' dedi, 'insan yaşlandıktan sonra şehirlerin gürültülü hayatından uzaklaşmalı, böyle sakin ve ağaçlık bir yere çekilmelidir. bak, şu karşıdaki köşk insanın ruhuna nasıl bir ferahlık veriyor.'' (ali fuat cebesoy'un anılarından...)
bugünlerde gündeme gelen ve ''cehape döneminde küçük çocuklara bira içiriliyordu'' gibisinden söylemlere yol açan atatürk orman çiftliğinden, nam-ı diğer: örnek çiftlikler (yeşil cennet) projesinden söz etmek ve ufkunuzu 2 katına çıkarmak istiyorum.
karşı devrim politikalarının 1950'den beri güdüldüğü ve 2002'den itibaren tavan yaptığı bu cahiliye döneminde gazi paşa'nın her eseri maalesef saldırı altındadır... ve sesini çıkartıp karşı koyabilen olmadığı sürece atatürk düşmanlığı tavan yapıp gidecektir ne yazık ki. en son işte devlet kanalı trt 1'de, gündem ötesi programında atatürk'e ve kurduğu cumhuriyete türlü türlü iftiralar atıldı. ilber hoca'nın deyişiyle şu anda sokağa düşen tarih var ve bu sokak tarihçiliği, halkı çok kötü zehirlemekte.
ben bu yayılan zehirleri bertaraf etmek için elimden geleni yapıyorum. bu yüzden yazılarım uzun olabiliyor, ''uzun bu'' deyip okumamazlık etmeyin. bilinçlenin ki meydanı boş sanmasınlar. zira okullarda böyle şeyler öğretilmiyor... okullarda ne öğretiliyor ki atatürk ve yaptığı-yapmak istediği projeler öğretilsin?
her neyse, müsadenizle devam ediyorum. afet inan, atatürk'ün cumhurbaşkanlığı köşkü için çankaya'yı seçmesinin temel nedeninin, bölgenin ağaçlık olmasından kaynaklandığını belirtmiş ve şunu demiştir: ''atatürk'ün çankaya'yı seçmesinde etken, birkaç büyük karakavak ve söğüt ağaçlarının bulunması idi. onların rüzgarlı günlerdeki hışırtısından daima zevk duyardı.''
atatürk, latife hanım'a da ''ben buraya bu çevredeki gür yapraklı birkaç güzel ağaç yüzünden taşındım.'' demiştir.
aslında baktığımız zaman atatürk'ün doğa sevgisi inanılmaz boyutlardadır. zaten öyle olmasa, bi ağaç için koca köşkün altına raylı sistem kurdurup o köşkü 4-5 metre kadar taşıttırır mıydı? ''köşke çarpan dalı kesin'' der geçerdi. hatta günümüz politikacıları gibi olaya baksaydı, ağacı yerinden söktürür atardı!
nuri ulusu anlatıyor:
''çankaya köşkü'ne girerken büyükçe bir ağacın bir dalı iyice büyümüş ve yol üzerine uzanmıştı, dolayısıyla bu dal yoldan geçen otomobillerin geçişlerine baya engel oluyordu. bu sebeple de bu dalın kesilmesi gerekiyordu. bahçıvanların bir gün dalı kesmeye karar verdiklerini öğrendim. bunu sakın atatürk'ten habersiz yapmamalarını, aksi takdirde atatürk'ün ağır hışmına uğrayabileceklerini kendilerine tembihleyip, ferdası sabahta ilk iş olarak bu hususu gazi paşa'ya da anlatarak izah ettim. sözüm biter bitmez birdenbire sinirlenerek, 'yahu bunlar benim ağaç sevgimi hala öğrenemediler mi? iyi ki haberin olmuş da önlemişsin, eğer kesselerdi benden iyi bir zılgıt yerlerdi. söyle onlara nuri, o dal katiyen kesilmeyecek, o noktaya isabet eden yeri alçaltsınlar, geçişi böyle temin etsinler. tamam mı?' diyerek beni yollamıştı. hemen bahçıvan başına ve diğer yetkililere derhal gerekli talimatı verdim. birkaç gün içinde de yolda gerekli düzenleme yapıldı ve ağacın o dalı kesilmekten kurtuldu.''
nuri ulusu anlatmaya devam ediyor:
''yine bir gün çiftliğe, akköprü denilen yere gidiyorduk. yanımızda afet inan da vardı. o bölgeye atatürk'ün talimatıyla özellikle hep yemiş ağaçları dikildiği için buraya yemişlik adı verilmişti. ben şoförün yanındaydım. atatürk arkamdan şoföre 'yavaşla' dedi, yavaşladık. ağır ağır giderken onun arkadan dikkatle etrafı tetkike başladığını gördük. bir müddet baktıktan sonra şoföre 'geri dön!' dedi, döndük. yine yavaş yavaş aynı yoldan giderken o yine dikkatlice etrafı süzüyordu. bir müddet sonra tekrar 'geri dön, yola devam' dedi. hepimiz ne oluyor diye şaşırmıştık ki, bize dönerek sertçe 'burada bir iğde ağacı vardı, ne oldu? ne yaptılar bu ağaca?' diye sual etti. hepimiz, bu sefer iyice şaşırdık. benim bu konudaki dikkatimi çok iyi bildiğinden özellikle bana tekrar sordu: 'nuri ne oldu bu iğde ağacına?' çok şaşkındım, ama hemen toparlanarak cevabımı veriverdim: 'paşam, ben bu yemişlikler dikilirken yoktum, o sebepten bilemiyorum, bilen varsa sorup öğrenip size malumat veririm' deyince, 'vah vah, gitmiş bizim iğde ağacı, gerisi boş laf!' diye cevapladı ve şoföre 'sür!' emri verdi.'' (afet inan da bu olayı benzer şekilde anlatır.)
''atatürk, bu önemsiz gibi görünen işten hüzün duymuştu. uyarılarda bulundu, emirler verdi, eski ağaçlar da korunacak ve bakılacaktı. zira o, yeşilliğin hasretini istiklal savaşı boyunca çok çekmişti...
o gün çiftlik dönüşü uzun uzun ağaçlardan söz etti. doğanın bu varlığı insanlara büyük bir kazançtır. onlardır ki toprağı verimli kılarlar. insan topluluklarının yer seçmelerine rehbberlik ederler. bunun üzerine münakaşa konumuz şu yola dökülmüştü: 'coğrafi muhit mi insanlar üzerine tesir yapar, yoksa insanlar mı o muhite hakim olurlar?'
otomobil gezilerinde ekseriya bu gibi konuşmalar ve münakaşalar olurdu. ben tarihi örneklere dayanarak diyordum ki: 'tabiat büsbütün kısır olursa insan kuvveti ona tesir yapamaz.' atatürk ise insan zekasının her şeye gücünün yettiğini, doğaya da azami derecede egemen olabileceği kanaatinde idi. nihayet şu sonucu kabul ediyorduk: 'insan bütün tarih boyunca tabiatın bazen esiri, bazen de hakimi olmuş ve bu hal insan toplumlarının medeniyette ilerlemeleriyle doğru orantılı olarak gelişmiştir.''
arkadaşlar, bu ve benzer anıları anlat anlat bitmez... atatürk'ün doğa sevgisi öylesine güçlüydü ki, ben onun bu doğa sevgisini idrak ettikten sonra günümüz türkiye'sinin hızla betonlaşmaya gitmesinden dolayı büyük utanç duyuyor ve ciddi tasalanıyorum. nasıl tasalanmayayım? ağaçların katledildiği, her yere binaların dikildiği ve şehir hayatının giderek betonlaştığı yeni türkiye(!)den 100 yıl önce atatürk, doğa sevgisini şöyle açıklamıştır: ''ağaç, çiçek ve yeşillik medeniyet demektir. yeşil görmeyen gözler renk zevkinden mahrumdur. burasını öyle ağaçlandırınız ki kör insan bile yeşillikler arasında olduğunu fark etsin.''
artvin'de maden uğruna 3.500 ağacın kesileceğini ve yerine en az 2 kat daha fazla ağaç dikileceğini geçen gazetede okudum. yahu, ''özrü kabahatinden büyük'' derler ya, aynı o hesap. sen 3.500 ağacı kestikten sonra, yerine istersen milyarlarca ağaç dik! ne fayda! bu ne demek biliyor musunuz? yeni doğan bir bebek düşünün, ''bu bebeği biz öldüreceğiz, yerine yenisini yapacağız'' demek!
atatürk, son yıllarında, hasta yatağında sabiha gökçen'e dert yanmış ve ağaç-doğa sevgisinden şöyle bahsetmiştir: ''içimdeki duyguları anlatabilmekte güçlük çekiyorum. bu yeşil tutkusunu, bu ağaç sevgisini... insanlar öldükleri zaman böyle ormanlıklar içine gömülmeliler. hiç olmazsa orada ağaçların serinliği ve koruyuculuğu altında rahat ederler...''
''ormansız ve ağaçsız toprak vatan değildir. eğer vatan denen şey kupkuru dallardan, taşlardan, ekilmemiş alanlardan, çıplak ovalardan, kentlerden, köylerden meydana gelseydi, onun zindandan farkı kalmazdı...'' diyen atatürk'e bugün yobazlar ağza alınmayacak küfürler ediyor!
atatürk orman çiftliği'ne gelelim. ankara başkent olmadan evvel, medeniyetin m'sini görmemiş, çorak, bitkisiz, kara kuru ve oldukça bakımsız bir yerdi. falih rıfkı atay, çankaya kitabında bu gerçeği şöyle dile getirmiştir: ''ankara başkent olabilir mi, olamaz mı? iklimi buna elverişli midir? ileride birkaç yüz bin nüfusu idare edecek su bulunabilecek midir? bu çıplak toprak bir gün yeşerebilecek midir? aydın bir generalimiz, 'ankara'nın merkeziliği geçici bir şeydir. sıfırın üstünde medeniyet olmaz. onun için buraya çok masraf etmemeliyiz' diyordu. bir başkası, 'bir müddet kalırız. yerleşmeye uğraşırız...''
atatürk, bozkırın bu parçasına yemyeşil bir örnek çiftlik kurabilmek ve insanları şaşırtabilmek için çok uğraşacaktır... ancak kararlıdır, bu kararını şöyle dile getirmiştir: ''burada bir çiftlik kuracağım. bu çiftlikte hayvanlar yetiştireceğim. bir küçük ormanın kenarında tarım endüstrimize ait bacalar tütecek.'' diyerek ankara'da bir orman çiftliği kurmuştur.
atatürk, yurdun tanınmış ziraatçilerinden bir heyet oluşturmuş ve onlarla meseleyi istişare ettikten sonra çiftlik için seçilecek uygun arazinin bulunmasını istemiştir.
o heyetten birisi şunları söylemiştir: ''çiftlik yeri için uzun boylu dolaşmaya ve ankara'nın çevresinde başka başka tabiat hususiyetleri aramaya lüzum görmemiştik. sebep basitti: kıraç bir bozkırın ortasında bir ortaçağ şehri... ağaç yok, su yok, hiçbir şey yok... ankara'nın çevresinde çiftlik olacak bir yer ararken en az bugünkü çiftlik yeri üzerinde durmuştuk. burası tabiatın cömert davranmadığı, bakımsız, hastalıklı, sarı ve insanı bakarken bedbin eden bir halde idi. içinden şimendifer geçen arazinin bataklık yerlerinde şehrin hayatını zehirleyen, etrafa yaşayanları kendisi gibi renksiz ve hastalıklı yapan sazlıklar, birer sıtma kaynağı halinde idi. biraz kıraç yerlerinde kartallar ve akbabalar, o zaman dört kerpiç duvardan başka bir şey olmayan mezbahanın etrafında yuvalar yapmışlardı. burada medeniyetin ve insanın eseri olarak yalnız bir demiryolu ince bir şerit halinde uzanıyordu... tetkiklerimiz bittiği zaman neticeyi büyük şef'e arz ettik. atatürk, elleriyle bugünkü çiftliğin olduğu yeri işaret etti: 'burayı gezdiniz mi?' dedi. buranın bir çiftlik kurmak için bulunması lazım olan vasıflarından hiçbirini taşımadığını; bir bataklık, çorak, fakir olduğu hakkındaki ortak kanaatimizi söyledik. atatürk'ün bize cevabı şu oldu: 'işte istediğiniz yer böyle olmalıdır. ankara'nın kenarında hem batak, hem çorak, hem de fena bir yer. burayı ıslah etmezsek, kim gelip ıslah edecektir?''
imkansızları başaran büyük şef, yine bir imkansızı başarmak için harekete geçmiştir. atatürk, kendisine biraz daha iyi yeşil-sulak arazileri önerenlere ise: ''ben zor olanı yapayım. siz arkamdan kolay olanları nasıl olsa yaparsınız'' demiştir.
ankara'nın bugünkü belediye başkanından çok daha önce (muhterem melih başkan bi ara ankara'ya deniz getireceğim diyordu, ondan bahsediyorum.), atatürk bu çiftlik içinde yeşilin ve mavinin tonlarını aynı anda görmek istemiş ve başarılı da olmuştur: ''halk için büyük, çok güzel bir bahçe yapalım... gelip eğlensinler, çocuklar oynasın. büyük bir de havuz olsun. dileyen yüzsün, dileyen sandala binsin. uygun yer bulunabilirse bir havuz daha yapalım. ankara suya, yüzmeye alışsın. su uygarlıktır. benim için de tepeciklerden birinin üzerinde bir ev yeri ayırın...'' demiştir. (söz konusu havuzu ve medeniyeti görmek için tıklayın)
atatürk, çiftliğin kurulacağı 20.000 dönümlük (gerçekten çok büyük bi arazi) bataklık ve sazlık araziyi bizzat satın almıştır. çiftliğin temeli 5 mayıs 1925 tarihinde bir hıdırellez günü atılmıştır.
çiftliğin temel atma törenlerinde atatürk ve arkadaşları için çadır kurulmuştur. atatürk, çiftlik tamamlanana kadar çiftlikle yakından ilgilenmiş, bazı yerlerine bizzat kendisi müdahale etmiştir.
çiftliğe her yıl en az 50 bin ağaç dikilmesi planlanmıştır. sekiz yıl geçmeden, 3 milyondan fazla çeşitli fidanlar dikilmiş ve hepsi de tutmuştur.
atatürk'ün traktör sürerken çekilmiş meşhur fotoğrafı vardır. (görmüşsünüzdür diye atmıyorum) o fotoğraf da işte bu orman çiftliğinde çekilmiş, hatta zaman zaman çiftliğe traktör ile gittiği olmuştur.
''atatürk, 6 kasım 1925 tarihinde birkaç dostuyla birlikte çalışmaların durumunu yakından görmek için yine çiftliğe gitmiştir. anayollar yapılmış, bazı tarlalar, sebze bahçeleri, bağlar ekilmiş, dört bir yana binlerce fidan dikilmiştir. artezyen kuyularından fışkıran sular kanallardan akarak büyük dereye karışmaktadır. atatürk rahatlamıştır. çiftliğin iki-üç yıl içinde tamanlanacağına kanaat getirmiştir. tepe üzerinden yollar, ağaçlar, binalar, tarlalar, çimenler görünmektedir. bu manzarayı seyreden atatürk, yanında bulunan nuri conker'e dönerek, 'sevgili nuri, bu çorak toprakta ısırgan otu bile bitmez dediğini hatırlıyor musun?' diye sorunca, nuri conker 'hayır efendim, hatırlamıyorum!' demiş ve bu sefer salih bozok, nuri conker'e dönerek 'yine yenildik!' demiştir.''
nuri ulusu'dan devam ediyorum: ''söğütözü'ndeki küçücük kulübe de çok hoşuna giderdi. bazen gider söğütler altında bağdaş kurmak suretiyle oturur, sigarasını zevkle tellendirir, kahvesini de yine aynı zevkle içerdi. atatürk orman çiftliği içinde bir zamanlar, ankara'nın beyaz, kaşar peynirleriyle yoğurt, süt, ayran ve yumurta ihtiyacını karşılamak üzere satış mağazaları açılmıştı. hatta bir de halkın sıcak yaz günlerinde bira içme zevkini karşılamak üzere bir bira fabrikası ve bira parkı yapılmasını emir buyurdular.
...kurak, çorak, ağaç yeitşmez denen o yerlerde devasa ağaçların, nadide çiçeklerin yetiştiği muazzam bir çiftlik yarattı. halkının hizmetine sundu. o hep yapılmazları yapan değil miydi zaten.''
işte bunlaaaar! halkın zevkini karşılamak için bira fabrikası açtılar! ayyaşlar! ülkeyi bunlar yönetti! iyi öğrenin diye size anlatıyorum bunları, iyi okuyun! görüyor musunuz çiftliğin ne kadar zararlı bir virüs yuvası olduğunu? kardeşlerim, artık çok şükür ne çiftlik kaldı, ne bira fabrikaları... her şeyini kendi üreten fakir bir cumhuriyetten, her şeyi satan ve samanı dışardan ithal eden zengin bir yeni türkiye'ye geldik! bu başarı(!) bize yeter!
artık sözü daha fazla uzatmadan, çiftlikte nelerin üretildiğini tam kavrayabilmeniz için açılan fabrikaları ve üretimleri yazıyorum:
atatürk orman çiftliğinin 582 dönümü meyvelik, 700 dönümü fidanlık, 148.000 dönümü tarımsal arazi, 1450 dönümü ormanlık, 400 dönümü asma fidanlığı, 100 dönümü de park ve bahçe olarak ayrılmıştır. çiftlikte bir tavuk çiftliği ve hayvanat bahçesi de kurulmuştur. (gerçekten cennet gibi bir izlenim yarattı bende, keşke o yıllara gidip görebilseydim.)
çiftlikte 8 fabrika vardır:
süt fabrikası: günde 15.000 litre süt ve 1000 kilo tereyağı işleyebilmektedir.
bira fabrikası: yılda 7000 hektolitre bira üretebilmektedir.
malt fabrikası: bira üretiminde kullanılacak maltı üretmektedir.
buz fabrikası: günde 4 ton buz üretebilmektedir.
soda-gazoz fabrikası: günde 3000 şişe soda ve gazoz üretebilmektedir.
şarap imalathanesi: yılda 80.000 litre şarap üretebilmektedir.
deri fabrikası: yılda 14.000 çeşitli deri işleyebilmektedir.
ziraat aletleri ve demir fabrikası: her türlü ziraat aletini ve demir aksamı üretilmektedir.
ayrıca inekçilik, sık yumurtlayan tavuk cinsleri üretmek, peynircilik ve tereyağcılık, meyve ağaçlarının yetiştirilmesi ve bağcılık türlerinin iyileştirilmesi, yetenekli gençlerden bilimsel ve pratik bilgilerle donanmış çiftçiler yetiştirmek, buğday yetiştirmek, bilimsel yöntemlerle tohum cinsleri iyileştirmek gibi sağlam ve temelli işlere de imza atılmıştır.
benoit mechin, ''kurt ve pars'' adlı kitabında atatürk orman çiftliğinden şöyle söz etmiştir: ''bu örnek çiftliği, onun isteği üzerine bir çalışma ve eğitim merkezi haline getirildi ki bütün doğu'da bir benzeri yoktu. bu tarım enstitüsü bütün iç asya'ya pek büyük faydalar temin etti. buradan anadolu köylülerine, hayvan cinslerini iyileştirmeye yarayan damızlıklar ve 'başkumandan buğdayı' dedikleri tohumluklar verildi. nihayet, ziraat bankası'nın arttırdığı kredilerle köylü yeni biçim tarım aletlerini satın alabildi ve bu sayede vaktiyle rum ve ermeni sermayederlerin elinde soyula soyula düştüğü elim sefaletten kurtulmaya başladı.''
yani arkadaşlar, kısacası bu çiftlik öyle bir çiftlikti ki... insanların gezip dinlenmelerinin dışında; modern ziraat ve hayvancılık tekniklerinin uygulandığı, ziraat fakültesi öğrencilerinin staj yaptığı, örnek sanat atölyelerinin ve ilk sanayi kuruluşlarının bulunduğu bir tarım ve hayvancılık merkezi haline gelmiştir zamanla, üstüne koya koya her yıl.
ve atatürk'ün bu çiftliğinin, bir vasiyet ile komple devlet hazinesine devredildiğini biliyor muydunuz?
''olmaz'' denilen, nuri conker'in ''burada ısırgan otu bile bitmez'' dediği yerde adeta yemyeşil bir cennet kurulmuş ve insanlar bilinçlendirilmiştir. ankara, medeniyet görmüştür. ankara, diğer illere de bu bakımdan çok iyi bir örnek olmuştur.
atatürk'ün bir vasiyet ile hazineye devrettiği bu çiftlik, bugün vasiyete aykırı olarak yandaşlara ve yabancılara haraç mezat peşkeş çekilmektedir.
atatürk'ün gizli vasiyeti peşinde koşanları uyarıyor ve önce atatürk'ün elimizdeki açık vasiyetlerine sahip çıkılmasını istiyorum!
ve biz bugün, bırakın atanın kurduğu ülkeye sahip çıkmayı; yalova'da uğruna koca köşkü taşıttığı ağaca bile sahip çıkamadık...
uçak üreten bir türkiye'den, samanı dışardan alan yeni türkiye'ye geldik.
bugün, birileri çıkıp ''chp döneminde küçük çocuklara bira içiriliyordu'' diye beyan veriyor.
içirir! hakkıdır! siz ne yaptınız ki bu ülke için, ahkam kesiyorsunuz? tüm politikacılar için konuşuyorum, siz ne yaptınız ki atatürk'ü eleştirme gafletinde bulunabiliyorsunuz? nerden geliyor bu cüret?
tüm bu anlattıklarım aslında sadece özettir. bugün, okullarda bu örnek çiftlik projeleri ve daha nice projeler öğretilmediği için, bu okullarda yetişen çocuklar büyüyünce ''atatürk ayyaştı, genç nesilleri de ayyaş olarak yetiştirmeye çalıştı'' diyor. der, çünkü işin aslının öyle olmadığını bilmez. inanılmaz bir üretim yapıldığından kimsenin haberi yoktur, sonra bu yobaz kesim facebook'ta çıkar ve bir bira fabrikasına ait görsel paylaşarak ''onca şehit, rahatça bira-sigara içmek için mi verildi?'' der.
atatürk'ü anlayabilmek için çok okumak, çok araştırmak gerek.
atatürk'ün tırnağı olamayacak adamların onu kalkıp eleştirmesi, beni çok güldürürken aynı zamanda kara kara düşündürüyor. çünkü bu gidişat, gidişat değil...
(kaynak için: akl-ı kemal) -
32. selçuk inan
galatasarayla birlikte 4 yılda 3 şampiyonluk kazanmış, şampiyonlar liginde büyük başarılar elde etmiştir. galatasaray selçuk inan'ı saçma yabancı sınırlamalarından dolayı türk futbolcuların kıymetinin çok arttığı bir dönemde bonservis ücreti ödemeden almıştır. selçuk türk futbol tarihini değiştiren oyunculardan biridir. zamanında galatasaray'ı değilde fenerbahçeyi tercih etse şu anda durumlar fenerbahçe için çoook daha olumlu olabilirdi.
ki son birkaç yıldır ilk geldiği haliyle alakası olmasa da ben souza yerine selçuk'u takımda isterim. selçuk çok eleştiriliyor çünkü ilk iki yıl efsane performanslar göstermişti, yükseğe koyduğu çıtaya kendi erişemedi. ama hala iyi topçudur bana göre.
not: mehmet topal spor. -
33. çirkin kadınlara tavsiyeler
kendisi aynaya bakmadan, insanların yüzüne karşı çirkin diyebilecek kadar acımasız ve ruhu çirkin insanlardan uzak durun.
-
34. 5 mart 2016 fenerbahçe galatasaray maçı
bu sezon iki takım arasında oynanan 6(altı) maçı da fenerbahçe kazanmış, bazıları çıkıp hala masa başı diye ağlıyor. hayat bazılarına acımasız davranıyor, ne yaparsın.
-
35. aldatan erkeği yakalama yöntemleri
eski ev arkadaşım aldatıldığını kapı sesinden anlamıştı. evet, evet kapı sesi.
erkek arkadaşıyla telefonla konuşurken sevgilisinin kendi evinde olduğunu sanıyordu. ancak birden odanın kapısı açıldı ve kapının gıcırtısı telefonun bu ucundan duyuldu. gıcırdayan kapı sevgilisinin evindeki kapı gibi gıcırdamıyordu. akabinde kız sevgilisinde nerede olduğunu sordu. sevgilisi: "evdeyim!"
kız gıcırdayan kapıdan sevgilisinin onu aldattığını anlamıştı. yarım saat sonra sevgilisinin evinin önündeydi. tabi ki evde kimse yoktu. sonuç büyük bir gürültü patırtı ilen biten bir ilişki.
kısacası en etkili yöntem kadınsal sezilerinize güvenin. o size doğru yöntemi söyler.
ha bu arada unutmadan, hayat bana şunu öğretti ki `aldatmayan erkek yoktur inanmak istediğine inanan kadın vardır` -
36. sözlük kullanıcı sözleşmesinin habersiz değişimi
bu hızda gidilirse sözlüğü 5 sene içinde bitirecek girişimlerden biridir. tasarım değişimi ve ekşi şeyler ile bir hafta içinde ekşi sözlük kendisinden soğutmuştur. bir daha buraya bilgi gireni siksinler. bu kadar net. yarrak girecem amk buraya, onu koyarsınız ekşi şeyinize fikir ve emek hırsızları!
(bkz: #58950489) bu entry'e de noktasına virgülüne kadar katılıyorum.
aha bu da bundan sonra ne kaybettiğiniz:
#müzik 567
#anket 287
#bilim 218
#siyaset 205
#spor 184
#ilişkiler 162
#tarih 127
#eğitim 123
#haber 123
#sinema 118
#yeme-içme 107
#teknoloji 107
#edebiyat 102
#ekşi-sözlük 98
#sanat 96
#tv 90
#sağlık 46
#ekonomi 42
#oyun 35
#otomotiv 31
#magazin 28
#moda 17
#programlama 10
#havacılık 5
#motosiklet 3 -
37. avrupa para vereceğiz dedi ama hala vermedi
avrupa halkını kendi ülkesindeki çomar sanan adam beyanı. ne dedi sana ab "bize proje sun". sen sunamadın, çünkü o parayla gemi mi alacaksın, kaplıca mı yaptıracaksın yoksa altın varaklı taht odası mı kuracaksın belli değil.
avrupa parlamentosu aldığı ve harcadığı her verginin hesabını şeffaf olarak halkına sunmak zorunda. bütçe harcamalarını denetleyen üst kuruluşları var.
babanın çiftliği değil yani. avrupa halkı onlar senin çomarın değil. ayaklanırlar. -
38. 5 mart 2016 fenerbahçe spor kulübü açıklaması
kendi takımımdan tiksindirmiş bir açıklama. aziz defol, mahmut defol, yeter yemin ederim insanları aptal yerine koyduğunuz yeter. akp için gezi neyse siz şikeciler için de 3 temmuz o. her yarrağı 3 temmuza bağlama huyunuzdan vazgeçin. isterse yüz tane mahkeme sizin suçsuz olduğunuza kanaat getirsin, biz neyin ne olduğunuzu biliyoruz, siz şikecisiniz ve defolun gidin takımın adını daha fazla kirletmeyin.
-
39. devlet bahçeli
bahçeli: eğer yeni anayasa için bir referandum olursa mhp gerekli katkıyı sağlayacaktır!
http://t24.com.tr/…i-dali-yol-ayrimina-geldi,330816
ne zaman ak partiye geçecek bekliyorum. artık kapat partiyi de boşa masraf olmasın. -
40. otenazi isteyen elf'in uçurulması
en son entry'lerini çöpe taşımıştı protesto amacıyla. anlaşılan sözlükte direniş de yasak. (bkz: sıra kimde)
edit: kendisinin son entry'si şuymuş 28 şubat 2016 ekşisözlük direnişi başlığına yazdığı:
--------------------
ekşi şeyler diye bir şey çıkarmışlar bugün. demek bütün dertleri buymuş. sözlük kesmiyor kanzuk'u. kanzuk hep facebook'u olsun istiyormuş benden duymuş olmayın. gelsin paracıklar paracıklar. bütün entry'lerimi daha önce sildiğimden, bu tarz şeylerin parçası olmadığım için mutluyum. size de tavsiyem. direnişte olanlar için en azından. entrylerinizi çöpe taşıyın. sırtımızdan az kazanmadılar. dügün havasi degil, cenk havası bu agam
------------------
millet kanzuk başlığı altında dürümcü'den tut da küfre varacak şeyler yazmışken fatura neden kendisine kesilmiş. bunu anlamak zor. -
41. kiralık aşk
spoiler olmazsa olmazimiz lütfen
dizi de en sevdiğim karakter ismail dır.
defne hanım kızımız bir ara taksitle borcunu ödemeyi düşünüyordu tasarımcı olarak yaseminin yanında çalışmaya başladığında. hatta iso arabasını satıp vermişti buna. sonra nero hanım olmaz ben kabul etmem vs dedi kaldı öyle. kabus gibi defo iso nun arabasına çöktü. bereli abisi gitti bedavaya iso nun kahvesine çöktü. sevdiği kızı onlara gelin oldu şimdi de eski mahalle aşkı nihanin doğacak bebesine dayı olarak atandı. şimdi nerden baksan otuzuna merdiven dayamış iso ayakkabı kalipcisi çırağı oluverdi.
defne omere, serdar nihana, nihan bebesine, neriman köşküne, necmi ihtiyaç duyduğu saygıya, yasemin şirketine kavuşur ama iso futbol kariyerini, arabasını, mahalle aşkını, şirket aşkını, kahvesini kaybeder yine de en yüzü gülen hep iso dur. seviyoruz kendisini. -
42. eve atılan erkeğin vermemesi
- senin abin, erkek kardeşin yok mu? onlara aynı şey yapılsa hoşuna gider miydi?
-
43. fethullah gülen cemaati
kibrinden bu hale gelmiş cemaatimsi. zamanın birinde gezmeye gittiğimiz diyarbakır'da bir cemaat dersanesinin bir yöneticisini ortak arkadaşımla ziyarete gitmiştik. sohbet esnasında içeriye iş görüşmesi için bir hanım kız girdi. belliki kız yeni mezun, atanamayan bir genç öğretmen, çekingen ve ürkek haliyle cv bırakmaya gelmiş; cv'sini bırakıp çıktı. dersane yöneticisi arkadaş kız çıktıktan sonra, şuna bak tipine bakmıyor bir de iş başvurusuna gelmiş diye alaycı bir tavır sergiledi. işte ben o an nefret ettim bu cemaatimsi oluşumdan. o ne üstten bakış o ne tavır diye düşünüp sizin islamdan anladığınız bu mu lan allahsızlar vs. gibi düşüncelere daldım. bendensen yaşa, benden değilsen öl tavrıydı bu. işte sizi o odaya giren kıza üstten aşağılayıcı tavır ve yarbay ali tatar'ın ahı tuttu şakirtler. öyle evlerine ateş salsınlarla olmuyor bu işler, geçmiş olsun.
-
44. hayata dair gülümseten detaylar
yaşadığım evde apartman görevlisi var bi tane, beni her gördüğünde mutlu oluyor adam. gereksiz bir sevgi besliyor bana karşı benim de anlamadığım bir şekilde. ne bir iyiliğimi gördü ne de uzun uzun muhabbet etmişliğimiz var. gereksiz bir sevgi işte.
geçen hafta evdeki televizyonlar çalışmayınca gün içinde arayıp halletmesini rica ettim. akşam eve gelip baktım tüm kanallar çalışıyor ama a'dan z'ye sıralanmış kanallar.
bana kolaylık olsun diye ilk sıralara ulusal kanallar taşımaya çalışmış; işte show tv'dir, star'dır, kanal d'dir falan. fakat asıl gülümseten detay, bi' baktım bu kanalların da üstünde ilk sırada pamukkale tv ve drt denizli kanalları var.
adama ilk taşındığım zaman denizlili olduğumu söylemiştim, onu unutmamış bir de o kanalları izlemek isterim diye düşünüp yukarıya taşımış.
çok tatlı insanlar var şu hayatta. -
45. jagermeister
chp döneminde içmiştim bi kere..
babam biranın yanında shot olarak içmemi istemişti
böylece sadece batılı olarak kalmayacak
bir adım da önüne geçecektik batılının.. -
46. domaltılan sevgilinin kafasına sağ ayakla basmak
ya şu koca sözlükte pornografik içeriğe karşı çıkan sadece ben miyim? kimse tepki göstermediğine göre sanırım sorun ben de. penis ucu görünmediği için mi? hakikaten ucu gözükmüyor. o halde hepimiz soyunalım madem.
iyi oku moderasyon bak adam ne diyor;
"inci'de porno paylaştığınızda önce yeniler'e düşer. sözlük müdavimleri gammazlar. moderatör gördüğü anda hesabına silik atar. trend'e çıkamazın. çaylak bile olmazsın. silik yersin. ekşi'de porno paylaşırsın gündem'e oturursun."
ne bakıyorsunuz aval aval? bana demiyor adam size diyor. 1 haftadır "şöyle kaliteyi arttıracağız, böyle yenilik getireceğiz" diye kafa ütülüyorsunuz. alın size yepisyeni pornolu sözlük. -
47. ssg
yeni tasarım götüme benzemiş, ekşi şeyler sözlüğün suyunun suyu olmuş demesini mi bekliyordunuz. bunlar profesyonel tüccarlar dolayısıyla birbirlerini kötülemezler. sürekli gece modunda kullanır ama o beyaz zemin olmamış diyemez.
-
48. yeni bir müzik aleti icat eden adam
icat etse daha iyi olurmuş aslında ama...
-
49. 5 mart 2016 borussia dortmund bayern münih maçı
dortmund'un twitter hesabında yedeklerin yazıldığı tweet'teki fotoğrafta kola bardaklarını görünce;
thomas tuchel mainz'da çalışırken, uygulattığı farklı diyet programı da dikkat çekiyordu. aklımda kalan kısım, enerji sağlamak için oyunculara kola içirmesi... hatta, 10 kişi kalıp, çevirdikleri bir maçta, sahadayken oyunculara kola içirmişti diye hatırlıyorum.
geçen gün bilinmez bir yazar'ın kola başlığındaki entry'sini görünce aklıma gelmişti tuchel'in uygulaması, maçtan evvel paylaşmış olayım...
güzel maç. -
50. iş mülakatlarında sorulan sinir sorulara cevaplar
okuldan uzatmalı olarak şubat ayının sonlarında mezun oldum. nisan ayında askerdim. görevim bitince hayalimdeki şirkete başvurumu yaptım ve başladım beklemeye.
o sırada bir kızla tanıştık. çok iyi bir eğitim almış, abd ve ingilterede çalışmış, sonra türkiyeye dönüp yine çok iyi bir işe başlamış. yani hiç benim gibi işsiz bir ziraat mühendisine bakacak bir tip değil. yani ben öyle düşünüyorum. seviyorum ama hep bir terk edecek korkusu var içimde.
görüşmeye çağırıldım.
çektim lacileri, saçlar desen janti. gittiğimde beni kapıda güvenlik görevlisi karşıladı. ardından i.k cı hanım geldi. hemen yönetim binasına geçtik. öncelikle yazılı ingilizce sınavına aldılar. geçer not 45 imiş. sınav oldukça güzel geçti. tamam diyorum, oldu bu iş. odaya kelli felli bir amca geldi. bana gülümseyerek bir baktı, iyi der gibi kafa salladı.
k.f.a: sınavdan 75 alan sen misin bakalım?
b: (hemen ayağa kalktım) sanırım benim efendim (sempatik ol, gülücük gülücük, gülücük).
k.f.a: nasıl sanırım? sen kendini bilmiyor musun?(bir anda ciddileşerek)
b: hayır efendim ondan değil, bende şimdi sizden öğrendim sınav sonucumu, benden başkası olmadığı için benimdir herhalde....
k.f.a: iyi tamam.
dedi ve çıktı kapıdan. pezevenk 30 saniyede 30 farklı duygu yaşattı bana. bir anda dağıldım ama. görüşme nasıl devam edecek hiç bilmiyorum.
i.k hanım tekrar geldi.
i.k: sınav sonucunuz 75. oldukça iyi. ama cv'nize arge'de çalışmak istediğinizi yazmışsınız.
b: evet i.k hanım.
i.k: yalnız biz x şirketiyle birleştikten sonra arge birimine yalnızca makine mühendisi almaya karar verdik. biz sizi daha çok satış ofisimizde değerlendirmeyi düşünmüştük.
o sırada kapı açıldı ve kelli felli amca tekrar geldi. girer girmez direk:
k.f.a: hobilerin nedir senin genç? dedi.
i.k: drawing bey, tanıştırayım yavşak bey, kendisi arge müdürümüz.
b: çok memnun oldum efendim... (sessizlik + dumur) yavşak bey, ben oldum olası makinelerle uğraşmaktan keyif aldım, aslında bilgisayar ve makineler haricinde bir hobim olduğunu söyleyemem. yalnızca kısa süreli.....
k.f.a: bilgisayardan hobi mi olurmuş, ne işimize yarar bizim sendeki bilgisayar aşkı?
b: yavşak bey, boş vakitlerimde autodesk programlarında kendimi geliştirdim. abimin de yardımıyla şu an neredeyse profesyonel olarak kullanabiliyorum.
k.f.a: tamam siz görüşün gelirim ben. (gitti)
i.k: evet drawing bey, söylediğim gibi vırt cırt.
ondan sonra ne görüştüğümüzü hiç hatırlamıyorum. yalnızca satış konusunda bir bilgim olmadığını, bundan dolayı yapıp yapamayacağım hakkında bir şey söyleyemeyeceğimi belirttiğimi hatırlıyorum.
ararız dediler, çıktım geldim. moralim sıfır. telefon ettim. annemlere falan görüşme süper geçti arayacaklar dedim. gözlerim doluyor, ağlamamak için kendimi zor tutuyorum.
döndüm eve, ne kadar iş ilanı varsa başvurdum. o zamanlar vodafone daha telsim'di. bir ilanını gördüm. başvurdum. ertesi gün aradılar. kibar bir kız görüşme için adres falan verdi, adresin sonunda bilmem ney iletişim dedi. yarın gelin dedi.
bir an anlayamadım beni nereye çağırıyorlar diye. neyse kız arkadaşımla konuştuk. bende senle geliyim, sen görüştükten sonra gezeriz falan dedi. çokta resmi olmayan bi kıyafetle kalktım gittim, elimde cv falan. daha işin ne olduğunu bile bilmiyorum. ilanda yazanlardan sadece üniversite mezunu kısmını okuyup başvurmuşum.
kız arkadaşımla gittik, adrese yaklaşınca ayırıldık. görüşme pek hayırlı olmayacak ama ekmek parası dedim bir kere. birde gittim ki bildiğin telefon bayi. kapıda bir öküz, yaslanmış kapıya duruyo. "merhaba" dedim "ben iş başvurusu için gelmiştim". yüzüme bakıp güldü orospunun evladı. cv'yi aldı elimden, "tamam ararız biz" dedi. " zahmet olmasın birader kontörün bitmesin" deyip döndüm.
ama bir kelime daha etse dönüp ağzıyla burnunun yerini değiştircem kahpe evladının.
kız arkadaşım daha uzaklaşmamış. iki adım ilerden bana baktı ki suratım değişmiş. nooldu? dedi, benden adam olmaz dedim. elimi sıktı, boşver dedi. bir kez daha aşık oldum.
bu iş arama sürecinde benden ümidini hiç kesmedi. şimdi sayesinde hem iyi bir işim, hemde mükemmel bir eşim var.
iyi ki var.
ey işsizler; vazgeçmeyin, güzel günler çok uzak değil.