zamanında adım ve soyadımla başlayan tüm adresleri topladığım için, adımsoyadım@ gmail, yahoo, outlook, yandex, mail, protonmail ve aklıma gelmeyen her uzantıya atılan mail bana geliyor. yani ortaya salıyorsunuz, hop, mail bende.
sonuç?
bir hafta pırlanta faturası, bir hafta özel hayat sigortası, geçen hafta prag seyahati rezervasyonu... bir sabah uyandım, tayvan seyahatinizi beğendiniz mi diye mail var. o kadar da içmiş olamam herhalde diye panikledim. bir bakıyorum ankara'dayım, sonra kuş misali hoop brüksel. halbuki mesela o esnada iş yerinde siktirik bir email yazmaya çalışıyorum ve klavyemdeki susamları üfleyip "yine boğazına kadar karbonhidrata battın" diye kendime kızıyorum. ama benim isimdaşımın biri gidip suşi yemiş. biliyorum çünkü restorandan mail geldi, bunu saymayız gel iki nigiri daha ye diyorlar.
evet, benimle aynı ad/soyada sahip birileri var (oha çok şaşırtıcı) ve kargolarının teslimat adresinden giydikleri ayakkabı numarasına tüm detaylar bana geliyor.
biri özel şirkette yönetici, biri de sanırım akademisyen. birinin eskort olduğundan şüpheleniyorum çünkü mailimi kullanarak instagram'da eskort hesabı açmaya çalıştı. bunun zekası da düşük.
geçenlerde bir üniversitenin tıp fakültesinin rehberini attılar bana. x üniversitesi tıp fakültesi hocalarının hepsinin dahili telefon listesi. bu mail yanlış kişiye atıldı, muhatabı ben değilim diyorum, "aa pardon" yazıp iki hafta sonra fakültedeki hocaların cep telefonu listesini gönderdiler. buna cevap yazmaya korktum, hocaları zipleyip we transfer linkiyle üstüme atabilirler.
firmalara, kişilere o ben değilim yazmaktan usandım, gönderin gelsin. asla işime yaramayacak ne kadar bilgi varsa hepsini bana gönderebilirsiniz çünkü neden olmasın?
lustralseyahat19 profili
-
sadece adı ve soyadıyla e-mail alabilen insan
-
ekşi itiraf
mutluyum. (buraya kollarını açmış ördek emojisi gelecek)
-
evliliği büyük başarı sananlar
daha geçen hafta çok sevdiğim bir iş arkadaşım tarafından şahsıma söylenen "hayattaki en büyük başarım evlenmek, en azından bu konuda senden iyiyim" lafını düşünürsek sadece kadınlar değil erkekler de bu fikirde çünkü söyleyen erkekti. ilk anda çok öküzce görünse de tanısanız anlarsınız. aslında kötü niyetli değildi, sadece boşboğaz biridir. ama adam ciddi ciddi benim evlenmemiş olmamı başarısızlık olarak görüyor ve her konuda beni öven, saygı duyan ve bunu belli eden biriyken "bence birini bul evlen" diye nasihat vermeyi ihmal etmiyor. yani ona göre hayattaki tek eksiğim koca.
bu durumu yadırgamıyorum çünkü bana göre de süper bir kariyer en önemli başarı kriterlerinden, ama onun böyle bir amacı yok. bu durumda ben hayalimdeki kariyere ulaşmak için didinirken onun maaşımı alır geçerim demesi de bana göre başarısızlık. en azından ben deniyorum, onda öyle bir niyet bile yok. ama onun açısından bakınca da ben boşa uğraşıyorum, kocam olursa başarılı olacağım. yani herkes durduğu yerden bakıyor ve ahkam kesiyor.
evlenmek başarı ya da evlenememek başarısızlık değildir. başarı kariyer, para, sosyal meselelerle ilgili olabilir bence. evlilik gibi aşırı öznel ve karmaşık bir konuya başarı olarak bakıp kriter koymak zor. mesela bir evlilik neye göre başarılıdır? haftalık seks sayısına göre mi yoksa tarafından ikisinin de mutlu olma oranına göre mi?
bence durum abartılıyor. evli ve mutluysanız bekarlara, bekar ve mutluysanız evlilere laf söylemeyin olsun bitsin. mutlu evlilik, mutsuz evlilik, mutlu bekarlık, mutsuz bekarlık mümkün. iyice seçim konuşmasına döndü bu da...
oylar lustral seyahate! -
insanı olgunlaştıran şeyler
serçe parmağını kapıya çarparak morartmak, mor bile değil simsiyah hale getirmek. sonra acıdan yürüyememek...
bu olana kadar serçe parmak ne işe yarıyor deseler oje sürmek dışında cevap veremezsin ama serçe parmağın değerini kapıya çarpınca anlarsın bebeyim...
bir de tırnağın dikine ikiye ayrılması ve gözden yaş gelmesi var ama ondan bahsetmek istemiyorum, bu kadar acı ve göz yaşı yeter! -
her şeyi açıklayan en kısa söz
galaksideki en sevdiğim ikinci doktor olan house md der ki:
ıt's normal to be screwed up, but it's really screwed up to romanticize it.
yani işleri batırmak normaldir ama bu durumu romantikleştirmek gerçekten de batırmaktır. bazen insanın sadece beceremediğini kabul etmesi yeterli. romantik bahanelere gerek yok. zaten bence romantiklerin allah belasını versin. -
ekşi itiraf
hayat çok garip ve bu sevdiğim türde bir gariplik değil.
bazen sanki tam hesabı ödeyecekken biri "2 tl farkla cenabetliğinizi xxl boy almak ister misiniz?" diye sormuş da ben fok gibi ellerimi çırparak "evet eveeeeet lütfeeeeen" demişim gibi tüm aksilikler üst üste geliyor.
bazen de sanki filmin en heyecanlı yerinde ttnet yüzünden internet gittiği halde ben anlamamışım da, boş yere ekranda hareket bekliyorum gibi... her şey kıpırtısız, donuk, aşırı sakin. öldüm mü acaba diye kontrol etme gereği duyuyorum.
arada bir markette cips alırken seneler önceki sevgilim sımsıkı götü ve çılgın kaslarıyla bir anda karşıma çıkıp bana trans yağ muamelesi yapıyor gibi.
nadiren de olsa, saçma sapan bir günde dinlenmek için oturduğum banka gelip kafasını dizime koyan köpek ya da laps diye kucağıma atlayıp "beni sevmek zorundasın" diye bakan mürebbiye kılıklı kedi gibi.
bazen "sanırım bir şey yapmayı unuttum ama neydi yaaa, bulamıyorum, umarım önemli değildir" gibi. (genelde önemlidir.) biraz b12 gibi. arada bir de "dilimin ucunda, şimdi söyleyeceğim" sanki.
en çok da birine, bir yere, bir şeye geç kalmışım gibi. evet evet, en çok bu geç kalmışlık hissini yaşıyorum. neye geç kaldığıma dair zerre fikrim yok ama umarım dünyaca ünlü bir piyanist ya da yazar olacakken zaman çizgisinin üstüne oturup her şeyi bok etmemişimdir. yaparım çünkü, tam benlik hareket. (ışınlanma ve zaman yolculuğu keşfedilse ilk denememde kendimi 3000 yılında değil bir anadolu köyünde, tezeğin içinde bulurdum çünkü neden olmasın?) -
ekşi itiraf
hayali evimin ikea markalı bahçe masasında alienware bir laptop duruyor. bahçede sokak kedileri, sokak köpekleri olacak. herkese mamalar benden!
renkli bahçe fenerleri de var tabii, rüzgardan fışt fışt sallanıyorlar. bazılarını kediler yırtmış, olsun.
bir de teleskop var bahçede, kocaman olanlardan. oyuna ara verince evrenin kalanı ne yapıyor diye bakıyorum, sonra oyuma devam ediyorum. yanımda tardis şeklinde soğutucu var, oradan bir bira alıp ciyuv ciyuv oyun oynuyorum. oh, hava da mis gibi. yarın iş bile yok, ne güzel.
bu aralar gerçekler hakkında konuşmak istemiyorum, sadece hayaller... -
dünyanın en samimiyetsiz cümlesi
"seni kırmak istemiyorum."
bu cümleyi söyleyen kişi ya hemen öncesinde ağzında balkon demiri tadı bırakan bir bok söylemiştir ve bununla toparlamaya çalışıyordur, ya da birazdan söyleyecektir.
inanma, seni kıracak. -
birini tanımanın en iyi yolu
onu şımartın. asla şaşmaz.
-
doğru insanı bulmak
sorun onu bulmak değil ki, senin de onun için doğru insan olman.
hiç yaz sıcağında arabada unutulmuş çikolatalı gofret gibi eriyip dağıldığın birinin sana aynı hisleri beslediğini gördün mü? hayır. görmeyeceksin de. gördüğünü sandığın şey birkaç ayda bozulacak bir illüzyon. inanma, seni terk edecek ya da aldatacak ya da organ mafyasına satacak. bilemiyorum, kesin bir boklar yiyecek.
dünya üzerinde şanslı bir azınlık var bu 'karşılıklı aşk' zevkini yaşayabilen ve bence onları bulup uzaya göndermeliyiz çünkü sinirimi bozuyorlar. geri kalanlar kendini buzluğa atıp bir sonraki erimeye kadar tek parça halinde kalmaya çalışsın. bir gün hepimiz ölüp bu tür dertlerden kurtulacağız. o zamana dek sağlıklı beslenme, yoga ya da evde kefir yapımı gibi siktirik şeylerle oyalanabilirsiniz. mesela ben birazdan kombucha işine giriyorum. * -
ekşi itiraf
hırsızlığa karşıyım ama bazı istisnalarım var. komşumun bir ejderhası olsaydı gizlice bahçesine girip çalardım.
batan bir tekneden ağırlık atılması gerekse ve seçeneklerden biri annemin halası, diğeri kimsenin göremediği bir unicorn olsa annemin halasını ayağına taş bağlayıp sallardım.
dünyanın bütün paçalı tavuklarını toplama şansım olsa süslü tavuklar adında bir çete kurardım. kimse ciddiye almayacağı için ani ataklarda başarı şansı yüksek olurdu.
tanrı olsam insanın update edilmesi işini lego'ya verirdim. takıp çıkarılabilen, renkli, yedeği olan ve bir süre sonra milyoncularda satılacağı kesin organlar yapardılar. bence bana simli mor safra kesesi ve lila bağırsak çok yakışırdı. içimi (!) açardı yani.
ayrıca kanat istiyorum. arada iki pır pır yapıp yandaki çatıya konmak benim de hakkım! -
yazarların 2018 yılından beklentileri
öncelikle, umarım hepinizin başka canlılara zarar vermeyecek olan dilekleri gerçekleşir ve çok mutu olursunuz.
benim beklentim yok da, şunu çok merak ettim:
birileri platonik aşkını yazmış, biri sevgilimden ayrıldım demiş. öteki iş arıyor, beriki torpille işe girmiş... düşünsene, senin platonik aşkın dönüp dolaşıp yine bu başlıkta yazan başka bir sözlük yazarının sevgilisi olabilir. senin tüm niteliklerine rağmen giremediğin o işe, sözlükteki yazarın biri torpille girmiş ve buralarda hava atıyor olabilir. acaba gerçek hayatta sözlükçülerin kaçının yolları böyle farkında olmadan kesişiyor? kaçı bunu biliyor? burada badin olan ve kimliğini bilmediğin birinden gerçek hayatta nefret ediyor olabilir misin?
en önemlisi de, bunlardan bana ne acaba?*
hepimizin aynı anda mutlu olma ihtimali yok ama, umarım bu sene optimumu yakalarız.
çok içki içmeyin, kimseyle kavga etmeyin, uslu olun. öpdüm. -
güzel yemek yapan erkek
rahmetli babamın yaptığı fırın yemeklerinin tadını hiçbir yerde bulamam. mutfağı savaş alanına çevirse de, yerken kendimizden geçerdik. pide bile yapardı, evet bildiğin pide! turşudan konserveye her gıda maddesine el atar, gayet de iyi bilirdi. annemi delirtirdi ama olsun. sabah biz camış gibi uyurken kahvaltı hazırlardı, zeytinler bile hizaya girmiş olurdu.
eski sevgililerimden biri yemek yapmayı öğrendi, şahane sofralar hazırlamaya başladı. ayrıldığımızda benden çok daha iyiydi.
bir diğeri de gayet hamarat, aşure bile yapan bir bireydi. hamur işi yapmaya kalksa eminim çoğu kadından güzel yapar çünkü yemek yapmayı seviyordu.
tanıdığım en iyi, kıvamında pilav yapan kişi bir erkek çünkü en sevdiği yemek pilav.
bence kadın da erkek de yemek yapmayı bilse iyi olur. birincisi şahane bir terapi, ikincisi benim gibi aşırı hassas sindirim sistemi olup dışarıdan yiyemeyen insanlar var. hazır yemek yerine kendi yaptığı yemeği ikram eden erkeğe laf ettirmem!
sonuç olarak yemek yapmayı bilen ve seven erkeğe meriç, pasif, ezik ya da başka aptalca sıfatlar yakıştıranı kol böreğiyle döverim. siktirin gidin buradan bozuk turşular! -
misafirlikte maruz kalınmış en kötü yemek
(bkz: fasulye turşusu kavurması) sade olsa neyse, hem yumurtalı hem soğanlı. hayatımda yediğim en iğrenç kokan şeydi. taze fasulyeye bayılırım, turşusuna deliririm ama bunu soğan ve yumurtayla kavurmak? leş kokan ve dumanı tüten bir şeydi. şimdi kimse çıkıp "o şahane yemektir, bir de annem yapsın öyle ye" demesin, kalbini kırarım.
seneler önce bir flörtüm vardı. (çok yaşlandım galiba, flörtüm falan diyorum.) eskişehir'den istanbul'a gittim ben, bir konser vardı ama hatırlayamadım. (2002 olması lazım.) ben geldim diye annesi yemeğe çağırdı. kadın uğraşmış, ayıp olmasın dedim ve kavurmayı yedim. ama nasıl yuttum bana sor. yemekten sonra, hayatın her anını manik atak geçirir gibi yaşayan ablası gelip "turşu kavurmasını ben yaptım, güzel olmuş mu" dedi. kendimi bıçaklamak istedim. aslında en güzeli ablasını bıçaklamaktı. böylece benden sonra kimse bu işkenceye katlanmak zorunda kalmaz, adım halk kahramanı olarak anılırdı. ama yapamadım. "çok güzeldi, ilk defa yedim, beğendim" diye geveledim. "fazla yapmıştım, paketlerim, giderken götür" dedi. allah benim belamı bersin. bir de otogara kadar geldiler beni geçirmeye, atamadım. istanbul-eskişehir arası otobüste, elimde poşetle otururken bu ilişkinin yürümeyeceğini anladım.
------------
hava henüz aydınlanmamış, dinlenme tesisinde elinde poşet olan, karanlık bir tip çöpe doğru koşuyor. elindekini bırakıp gökyüzüne bakarak "ohh" diyor. bu esnada ismail ayaz turizm muavini kuşkulu bir ifadeyle onu izliyor.
------------
- poşette ne vardı bağyan?
- kusmuk
- otübüsü batırmadın inşalla
- poşete kustum işte
- öyle olsun bakalım, çok gördük böyle diyenleri
muavine hesap verdik, üstüne fırça yedik bir de. pezevenge bak, sanki bomba bıraktım. o zamanlar sigara içiyorum. camel. sigaramı yakıp dinlenme tesisinde yıkanan arabaya bakan hipnotik emmilerle takıldım bir süre. şimdiki aklımla selam bile vermeyeceğim bir adam için hem iki gün arabesk müziğe katlanmıştım hem de yumurtalı turşu kavurması yemiştim. kafayı mı yemiştim acaba? bana bir aydınlanma geldi, dedim ki bundan sonra turşuyu kavuran insanlarla işim olmaz. (ne sandın, hayatın anlamını bulduğumu mu?)
birkaç sene sonra üç defa nişanlanıp ayrıldığını öğrendim. turşu kavurması yüzünden değilse ben de bir şey bilmiyorum. -
ekşi itiraf
- geçen hafta gittiğim doktorda adamın odasında ne varsa çarpıp devirdim, sanırım bir iki maketi kırdım. kontrol için üç ay sonra çağırmasına bunun neden olduğundan şüpheleniyorum. muhtemelen "götüyle köy yıkıyor, ne kadar ertelersem o kadar iyi" diye düşündü çakal. yemezler. kabus gibi çökeceğim tepene.
- eczaneye gittiğimde emekli bir emniyet müdürü tarafından esir alındım ve yarım saat maydanoz ve limon kürü ile karaciğer yağlanmasından kurtuluşunu dinledim. keşke beni öroyinle falan bassaydı, tutuklasaydı ne bileyim, daha acısız olurdu. maydanozları tel tel ayırmasından rondoyu çalıştırmasına kadar her detayı dinledim. geveze, bencil piç.
- pazarda sürekli kovboy şapkalı bir pazarcı görüyorum. geçen hafta fotoğrafını çekmeyi başardım ama adam şapkasını değiştirmiş. ya da ben ileri miyop olduğumdan yanlış gördüm. neyse, adam roland deschain'in göbekli versiyonu gibi geliyor. sanki tezgahın altında kara kule'ye giden yol var gibi ne bileyim.
- kendime bir yüzük aldım. yukarıdan bakınca ip dolanmış penise, yandan bakınca iple gırtlağı sıkılmış kargaya benziyor. satan adam bile "ne bok olduğunu anlamadım, çok çirkin, al da kurtulayım bundan" dedi. aldım. işin kötüsü beğenerek takıyorum. :/
- ekşi mayaya kafayı taktım. yamak öldüğünden beri eve hayvan sokamıyorum madem, ben de ekşi maya yapıp besleyeceğim. bana ihtiyacı olan bir canlı lazım. bir de balkonda domates, fesleğen falan yetiştireceğim. kuzu kulağı konusunda araştırmalarım sürüyor.
- günlerdir sürekli ac/dc, rush, def leppard falan dinliyorum. kendimi üniversitenin ilk yılında gibi hissediyorum ki bu 2002 demek. 2017-2002 = 15 sene? wtf? yaşlandım, altıma sıçıp mamayla besleneceğim günlere ne kaldı? 32 yaşındayım, bir 15 sene daha geçtiğinde 47 olacağım. tamam, buraya kadar, sizi tanımak güzeldi...
elveda ve bütün o balıklar için teşekkürler -
babanın ölmesi
bugün tam bir hafta oldu. 13 mayıs cuma yoğun bakıma alındı, o zamana kadar hep ben ölmem, ben sizi bırakmam, annene aşığım dedi. 23 mayıs pazartesi günü öldü. ama ben biliyordum, bu defa yoğun bakımdan çıkamayacağını hissetmiştim. yanına girdiğimde eline dokundum hafifçe. canlı olarak son dokunuşum oldu zaten.
babam 20 şubatta kan tükürmeye başladı, apar topar doktor, akciğer kanseri teşhisi. küçük hücreli, kemik metastazı var. tedavisi yok, amaç ömrü uzatmak dediler. babam yine de "hayır, ben ölmeyeceğim" dedi. ama son bir hafta her gece öldüğünü görüyordu rüyasında. annemi özledim dedi, geçen pazartesi annesinin yanına gömdük babamı.
anneme aşıktı, kardeşimle bana aşırı düşkündü. beraber içerdik, her şeyi ilk ona anlatırdım. sevgililerimi, iş sorunlarını, arkadaşlarımla sorunlarımı, her şeyi... şimdi kocaman bir boşluk var. kime ne anlatacağım?
tek tesellimiz acı çekmemiş olması. biz çok acı çekiyoruz ama olsun, onu uyuttular yoğun bakımda hep. acı çekmedi.
pazartesi günü özel hastaneye nakil ediyorduk. daha steril, kendi doktoru da orada... ambulansa beni de aldılar. öne oturdum, ellerim dizlerim titriyordu. ambulans sireni açtı, son sürat giderken birden arkadan cama vurdu doktor. yavaşla dedi. o an anladım, babama bir şey oluyor... kapıyı açıp kendimi aşağı atmak istedim, ama dedim dur, baban yedi defa ölümden döndü. bundan da dönecek.
rota lüleburgaz'dı ama birkaç dakika sonra ambulanstaki doktor deli gibi aradaki cama vurmaya ve "en yakın acile gir" diye bağırmaya başladı. babaeski devlet hastanesi aciline girdik. bir anda onlarca insan sardı babamın etrafını. sonrası hep parça parça. ambulansın sesi, o makinelerin sesi, kalp masajı, doktorların hemşirelerin koşturması... tanımadığım insanlar yanıma geldi, beni tutmaya çalıştılar. sanırım bir ara yere oturup avaz avaz bağırarak ağlamışım. tanımadığım bir teyze beni teselli etmeye çalıştı. tek başımaydım çünkü. arkadan gelenler kestirmeden lüleburgaz'a gitmiş, biz apar topar babaeski acile girince ben o halde tek başıma kaldım.
doktorlar, hemşireler, herkes çok uğraştı. babamı kurtaramadılar. hayattaki en büyük korkumdu babamın ölmesi. nasıl olacak, acı çekecek mi diye düşünürdüm hep. nasıl olup bitti anlamadım bile. hasta ölünce doktorlar umursamaz, "hastanız ex oldu" der giderler diye anlatırdı herkes. öyle olmadı. bir sürü doktor geldi yanıma, hepsi açıklama yaptı, kolumdan tutup beni oturttular. anlattılar. başıma iki hemşire diktiler hasta olursam diye. tek başıma çırpınırken bayılıp kalmayayım diye çok uğraştılar.
sonra babamı gösterdiler bana. öptüm. zaten uyuyor gibiydi. morga götürdüler, oraya da gittim. cenaze günü mezarlığa da gittim. gömerlerken başlarında bekledim. babam nereye ben oraya. çünkü senelerdir o nereye gitse peşinden giderdim ya hastalanırsa, ya düşerse, ya bir şey olursa diye. pulse oksimetre ile yaşıyordum. sürekli oksijen ölç, ateş ölç, öksürüyorsa hemen doktora götür, aman evde uzun süre yalnız bırakma, dur o ilaçla bu ilaç içilmez baba, meyve alayım mı baba, baba, baba, baba...
ama olmadı.
babam 23 mayıs 2016 pazartesi günü, 60 yaşında öldü. -
hayata dair gülümseten detaylar
az önce balkona çıktım. aşağıda iki tombik teyze vardı. başörtülü, kendi halinde, ellerinde eczane çantası olan ve sürekli bir yerlere yetişen teyzelerden. ne konuşuyorlardı anlamadım, biri diğerine şunu dedi:
"benim içim dışım bir, içim de şişko, hep yemek düşünüyorum kötülük değil"
kahkaha attım. inip teyzeyi yiyesim geldi. kırt kırt kırt! -
karımdan güzeldi cazip geldi hem yabancı zaten
genel olarak hayata bakışı bozuk bir ülkedeyiz. bu cümle de tam olarak bunun özeti. misal sözlüğe bakalım:
gavur amı gibi yanan yaz günlerinde tek derdimiz istanbul'da bir karış şortla dolaşan kız olur. ondan sıkılınca hoop konu döner dolaşır erasmus'la yurtdışına giden türk kızı'na gelir. bir yandan türk kızlarının yatakta odun gibi olması'na kızılırken diğer yandan patlak kadınla evlenmek isteyen gavat çekiştirilir. zaten bu gavat kesin babet çorabı giyen erkek'tir. o yine ılık erkek olarak kurtarır, ama tayt giyen kızın asıl amacı konusunda türlü fikir ayrılıkları devam etmektedir.
garip bir şekilde bu başlıklarda sürekli kadınlara hakaret eden erkekler tecavüz olaylarında abartılı tepkiler verirler. çünkü onlar fiziksel olarak tecavüz etmez, sadece sözleriyle kadınları aşağılar. bu nedenle kötü insan değillerdir, onlar sadece sürekli aşağılayarak kadınların gelişmesine katkıda bulunmaya çalışan üstün zekalı varlıklardır. bence hepsinin çükünü üç defa öpüp başımıza koymalıyız. iyi ki varlar. onlara göre kadınlar erkeklerden şiddet görse de, tecavüze uğrasa da kurtuluş yine erkeklerin dediğini yapmaktadır. bu sayede bu iyi(?) erkekler vicdanlarını rahatlatırlar.
siyasiler ya da hukuk sözlükten farklı mı? hayır. bir bakan çıkıp tecavüze uğrayan doğursun gerekirse devlet bakar der, melih gökçek durur mu, yapıştırır hemen, tecavüze uğradıysa çocuk değil anası ölsün der. devletimiz büyük, boş durmaz. engelliye tecavüz edene iyi hal indirimi verir. sonra siki kopasıcanın biri çıkar karımdan güzeldi cazip geldi hem yabancı zaten der. olur yani, bu ülkede sıradan hepsi.
birazdan da kekonun biri çıkar "türk kızına laf etmekle tecavüzün ne alakası var, kezban" der bana. ama kafası basmaz bakış açısının bir bütün olduğuna. senelerdir hep aynı terane.
öyle uzaktan atıp tutmakla olmuyor. eğer gerçekten bu ülkede kadına bakışın değişmesini istiyorsanız kendi kapınızın önünden başlayın temizliğe. mesela sürekli vakit geçirdiğiniz sözlükte kadınları aşağılayan, meta gibi gören erkeklere/kadınlara çevirin eleştiri oklarınızı. -
7 haziran 2015 genel seçimleri
çok fantastik bir seçim. resmen sözlü çatışma var. yaşadığım olayı aktarıyorum:
kadının biri oyunu sandığa atarken "acaba hanginiz akpli hırsız" dedi, kimse oralı olmadı, bir adam hemen ayaklandı, "hakaret edemezsiniz" dedi. kadın "aha bu, dikkat edin buna" dedi ve söylene söylene gitti. arkasından bakakaldık, fon müziği bile çaldım kafamda. (teyzem 60'tan fazladır, zor yürüyordu ama çenesi maşallah asdfg)