kafkaesque14
profili

  • aşırı abartılmış kitaplar

    yemin ediyorum bizim milletteki özgüven evrende yok!
    bakın net söylüyorum, bu kadar içi boş özgüveni yalnızca ortadoğu coğrafyasında bulabilirsiniz. coğrafyadan uzaklaştıkça mesnetsiz özgüven de azalır.

    şaka gibi ama kaç kişi tutunamayanlar yazmış; sonrasında dünyanın en iyi üç beş kitabından ikisi olan anna karenina, savaş ve barış; hatta ve hatta 1984, aşk ve gurur, martin eden ve daha neler neler... yahu adam mesnevi yazmış ahahaha. 700 yıldır dünyayı en çok etkileyen kitaplardan biri olan o meşhur mesnevi! daha da acısı, bunları yüzlerce kişi favorilemiş! yahu ben bir bok anlamadım demiyor adam, kendinde suç/eksiklik bulmuyor asla ve kat'i. paşam anlamadıysa sorun kesinlikle kitaptadır!

    yani şu başlığa üstteki gibi kült kitapları yazanların alayının dunning-kruger etkisi deneylerinde denek olarak kullanılması gerekirdi! hatta şu teorinin, özgüven timsali cahillerle dolu anadolu'dan ortaya çıkmamış olması beni hep şaşırtmıştır. bu teori vesilesiyle gavurlara verilen nobel ödülü, çok daha önce bu topraklara gelebilirdi!

  • almanca güzel şarkı olmaması

    burada oldukça güzel onlarca almanca şarkı sıralanabilir; ama mevzu bu degil. sorun daha çok bakış açısıyla ilgili.

    ekşi'de bunu defalarca yazdigim için kendimi tekrara etmek istemem. ama eger dünyada egemen dil ingilizce yerine almanca; ve egemen güç amerika- ingiltere degil de almanya-avusturya olsaydi, bu sefer de ingilizce güzel şarkı olmaması şeklinde başlık açilacaktı.

    bize yogunlukla sunulanı bildigimiz/gördüğümüz için öylesi bir sanrıya kapılıyoruz. yoksa mozart , beethoven , wagner , strauss , bach gibi daha onlarca büyük müzisyeni çıkaran almanlarin güzel şarkılarının olmadığını iddia etmek gülünç olmaktan öteye gitmez.

    propaganda dahisi goebbels 'in pek meşhur "bir şeyi ne kadar sıklıkla tekrar edersen o derece inandırıcı olur" sözü de aklımızın bir köşesinde bulunsun.

    bir şarkı da ben birakip kaçayım:
    99 luftballoons

  • nobel edebiyat ödülü

    mesaj kutumda yanıtlanmayı bekleyen bir ton mesaj var; iş yoğunluğum nedeniyle akşama da olsa herkese cevap yazacağım. gecikme için affola. ama önce şunu şuraya düşmeliyim;

    ödülü bob dylan aldı. aslında kimi yabancı sitelerde ihtimaller arasında adı geçiyordu. yani çok sürpriz olmadı. ama rezalet olduğu kesin. hatta nobel edebiyat ödülü tarihinde churchill sonrasındaki en büyük rezalet olabilir. zira bu kadar büyük şair dururken bob dylan'ın ödülü alması, nobel komitesinin popülarite kaygısı gütmeye başladığına işarettir. böyle durumlarda kurumlar genellikle amerika'ya sarılır. hayır yani illa ki şarkıcı birine verecektiniz, bari leonard cohen'e verseydiniz.
    bob dylan'ı dinler ve severim ama nobel edebiyat ödülü? ??

  • nobel edebiyat ödülü

    nobel edebiyat ödülünün verilmesine 24 saatten az bir süre kala, gelin hep birlikte bu ödülü kimlerin alıp alamayacağına dair kafa patlatalım:

    1- öncelikle yıllardır olduğu gibi, en büyük favorinin yine haruki murakami olduğunu belirtelim. hem de oldukça yüksek bir oran olan 1'e 4 ile murakami açık ara favori konumunda.

    2- diğer iki büyük aday, suriyeli şair adonis ile amerikalı romancı philip roth ise yıllardır murakami ile birlikte ödülün üç büyük favorisi olarak gösteriliyor. bu üçü favori olmasına favori; ama gel gelelim hiçbir şey öyle göründüğü kadar kolay değil.

    3 - öncelikle şairlere kolay kolay ödül verilmiyor ve sadece dört yıl önce, 2011'de, isveçli şair tomas tranströmmer bu ödülü aldı. yani bu durumda yaşayan en iyi şairlerden biri olarak gösterilen adonis biraz daha bekleyecek gibi görünüyor.

    4 - philip roth ise bu ödülü almak için oldukça yaşlı (83). gerçi doris lessing nobel ödülü aldığında 88 yaşındaydı ama roth son yıllarda yapıt bile üretmiyor. dolayısıyla yaşar kemal sendromuna yakalanmış gibi duruyor. yani sürekli favori gösterilmesine rağmen ödülü alamadan o güzel atlara binip gidecek gibi duruyor.

    5 - haruki murakami ise roth'un aksine artık çok fazla üretken olmaya başladı ve bu hiç de iyi bir şey değil. hemen her yıl bir roman yayımlamak, günümüzde ancak pop-yazarların yapacağı bir şey. üstelik kendisi nobel almak için zaten hali hazırda fazlasıyla popüler. dünyanın belki de en ünlü birkaç yazarından biri. yıllardır bu yanılsamaya kapılarak ödül alabileceğini düşünüyordum, ama yukarıda da belirttiğim üzere, artık düşük bir ihtimal veriyorum. * * *

    6 - adı ödülle anılan diğer isimlere de az biraz yorum katalım. türkiye'de kitapçılarda bir türlü bulunamayan ve yeni baskısı olmayan -elinde bu kitap olup da bana gönderenin bin yıl kölesi olurum * - damızlık kızın öyküsü romanıyla meşhur margaret atwood da ödüle yakın gösteriliyor. ama sadece 2013'te vatandaşı alice munro bu ödülü almıştı. aynı ülkeden yazarlara iki yıl arayla ödül vermek, pek nobel geleneği değil. hatta orhan pamuk nobel aldığında, artık yaşar kemal'in ya da gülten akın'ın nobel alma ihtimali kalmadığı edebiyat kulislerinde sesli olarak dile getiriliyordu.

    7 - salman rüşdi: geceyarısı çocukları gibi büyülü gerçekçi bir romanın yazarı olan rüşdi de murakami gibi en popüler yazarlardan biridir. ancak onun edebiliği pek tartışılmıyor. dilinin sürükleyici olmasının yanında, fantezi ile gerçeği, doğunun hayalgücü ile batının realistliğini de mükemmel bir biçimde harmanlıyor. bu nedenle adı favorilerde pek geçmese de bence ödülü alma ihtimali yüksek.

    8 - milan kundera : varolmanın dayanılmaz hafifliği adlı kült romanıyla son büyük varoluşçu olarak adlandırılan kundera, hala bu kitabının ayarında bir başka roman yazamadı. ama roman kuramı üstüne fikirleriyle edebiyatı etkilemeye devam ediyor. dolayısıyla ödüle çok da uzak değil.

    9 - yerçekiminin gökkuşağı ve 49 numaralı parçanın nidası gibi deneysel yapıtlarıyla romanın sınırlarını zorlayan thomas pynchon,
    - mülksüzler ve yerdeniz serisiyle bilim-kurgunun kraliçesi konumundaki ursula k le guin,
    - new york üçlemesi ve yanılsamalar kitabı gibi başyapıtların amerikalı yazarı paul auster,
    - beyaz gürültü gibi bir postmodern şaheserin yaratıcısı don delillo,
    - modern dilbilimin öncü teorisyenlerinden ve günümüzün etkili aktivistlerinden noam chomsky,
    - günümüz dünya şiirinin zirvelerinden rus yevgeni yevtuşenko
    gibi isimler de diğer yazarlara oranla kanımca nobel'e daha yakın durumdalar.

    10 - bir de gönlümüzden geçenleri dile getirelim:
    - bilge karasu öldüğünden beri türk edebiyatında benzeri görülmemiş incelikteki dili, benzersiz hayal gücü ve yetkin roman tekniğiyle modern türk edebiyatının en iyi isimlerinden ve dünyada da 21. yüzyılın en iyi romancılarından biri olduğuna inandığım hasan ali toptaş,
    - deneme, eleştiri, öykü, şiir türlerindeki ustalığı ve örnek editörlüğü ile türk edebiyatının en üretken ve en faydalı isimlerinden enis batur,
    - sadece mona roza gibi bir şiir yazması nedeniyle bile, imkanım olsa bu ödülü verebileceğim şair sezai karakoç...

  • yer yarılsa da içine girsem denilen anlar

    bazen tek bir olay yüzünden birkaç kez üst üste yerin dibine girilebiliyor(muş).

    lisedeki ilk yılımda hem ingilizce yoğunluklu derslerden acayip derecede bunalıyordum, hem de edebiyata iyiden iyiye vurulmuştum. bir gün bir kaçamak yapıp okulu ekeyim dedim, atatürk il halk kütüphanesi'ne gittim. öylesi güzel vakit geçirdim ki, dayanamayıp ertesi gün bir daha gittim, sonra bir daha. bir daha...artık ayaklarım kendiliğinden oraya gidiyordu. zira bu rüzgar aklımı almıştı bir kere; kütüphaneden kütüphaneye, kitaptan kitaba koşuyordum. artık beni durdurabilene aşk olsundu. bu kaçış, işin ilk utanç verici kısmı idi. ama nereden bilebilirdim ki sonraki günlerde daha da yerin dibine girebileceğimi...

    tabi ben bunca gün üst üste okula gitmeyince, sınıf arkadaşlarım durumdan işkillenmiş. içlerinde bir tane boşboğaz bir arkadaş vardı (hala ısrarla facebook'tan farklı adlar altında arkadaşlık isteği yollayıp duruyor), onunla şiirlerimizi paylaşırdık. gitmiş, "kafkaesque bana bir şiir teslim etti" deyip, yazdığım şiirlerden birini sınıfta yüksek sesle okumuş. sonrasında bu arkadaş boşboğazlıkta çan yapmak istercesine, "kafkaesque intihar etmiş olabilir" diyerek ortalığı iyice velveleye vermiş. sınıfta bir panik havası... herkes şok! hatta bu şokun etkisiyle bazı sınıf arkadaşlarım, "bu tribal çocuk intihar eder mi etmez mi" tartışmalarına girişmiş.

    neyse efendime diyeyim, öyle böyle oldu, sonunda benim okuldan kaçtığım ailem tarafından da anlaşıldı. haliyle o saatten sonra bir gözetmen (aynı lisede okuyan bir akrabam) eşliğinde okula gider gelir oldum. adam sınıf kapısına kadar gelip beni bekliyor, sonra birlikte eve dönüyoruz. her gün kapımda, sanki kız arkadaşım anasını satayım. hatta öyle hale geldik ki adam benim sınıf arkadaşlarım ile kanka oldu. hala her yıl düzenlediğimiz lise toplantılarına o da çağrılır. öylesi bizden olmuştu. neyse işte, bu görev aşkıyla yanan akrabam arada koluma giriyordu, sanki her an kaçacakmışım gibi. millet garip garip bakıyor falan...şu sahneyi gözünüzün önüne getirin, tam rezalet...bu da işin üçüncü utanç verici kısmı.

    daha bitmedi.
    öyle zamansız bir vakitte okula dönmüşüm ki sınavlar tam başlamak üzere. iki haftadan fazla süre boyunca okula gitmeyince, haliyle ingilizceye fransız kaldım. sınav kağıdına bakıp sallıyorum bir şeyler. 40 falan almışım. sınıftaki düşük notlardan biriydi. ama hocam beni çok severdi sağ olsun. 40 verdiyse, o kağıt en fazla 20 falan ediyordur yani. beni cesaretlendirmek için, sınıfa dönüp, "aferin kafkaesque'e, onca gün okula gelmedi, yine de 40 aldı. alkışlayalım kendisini"... millet şaşkın şaşkın beni alkışlıyor, arada ıslıklar, tezahüratlar falan...ben ise başımı önüme eğmişim, susmuşum, kıpkırmızı olmuşum. o güne değin bu kadar utandığımı cidden hatırlamıyorum. bu da dördüncü ve belki de o zamana kadarki en büyük utanç anımdı.

    ve o malum şiir, herkesin aklına "bu çocuk intihar etti" fikrinin yerleşmesine sebebiyet veren o mel'un şiir. işte henüz ergen iken (14) yazdığım asıl utanç verici şey:

    "artık aranızdan ayrılacağım
    elveda gerçek dostlarım, elveda.
    benim de ömrüm buraya kadarmış
    elveda gerçek dostlarım, elveda.

    gözümüz yok bizim asla parada
    sevenler varsa olmayız arada
    gülmekten sonra, ölmek var sırada
    elveda gerçek dostlarım, elveda.

    yaşım bugün on dört, yarın kırk dokuz
    bugün varız ama yarın belki yokuz.
    karnımız açsa da gönülde tokuz
    elveda gerçek dostlarım, elveda"

  • birgün gazetesinin ekşi'den entry çalması

    bugün bir badimin * uyarısı sonucu öğrendiğim olay. onu da twitter'dan bir takipçisi bilgilendirmiş. * aslında birgün gazetesinin yaptığı hırsızlık sayılmaz, onların hatası kaynak taraması yapmadan haberi sunmaları. asıl suçlu listekitap ve onun editörü can uçar isimli kişidir. ama birgün de tamamen suçsuz değildir.

    şu benim entrym: #54440193
    şu da ekşi şeyler'deki paylaşımı: https://seyler.eksisozluk.com/…ralanmis-belgeseller

    şu birgün gazetesinin haberi:
    http://www.birgun.net/…nmis-belgeseller-126696.html

    şu da listekitap'ın sonradan sildiği ama google aramada çıkan paylaşımı : http://hizliresimyukle.com/image/mfcj

    öncelikle şunu belirteyim; entrylerimin bir başkası tarafından farklı platformlarda kullanılması benim için hiçbir zaman sorun teşkil etmedi. kimisi mesaj yoluyla izin istedi, kimisine ise tesadüfen denk geldim. ama paylaşılmasını hiçbir zaman problem etmedim. zaten entrylerimin paylaşılmasına karşı olsam ekşi şeyler'de bulunmalarına da izin vermezdim. ki orada neredeyse 15-20 tane entrym paylaşıldı şimdiye kadar.

    peki o halde sorun ne diyebilirsiniz. sorun şu ki, bu emek hırsızlığını yapan listekitap editörü olan can uçar isimli şahıs, en ufak kaynak göstermeksizin yazıya kendi imzasını atmış. bu ise tamamen intihal kapsamına girer. çünkü bu bir facebook ya da twitter paylaşımı değil; bu, reklam aldığı bir siteye hit kazandırma amaçlıdır. ki editörü olduğu sitede daha böyle yüzlerce kapsamlı yazı var. dolayısıyla, büyük ihtimalle daha pek çok entry çalmış olabilir.

    bize düşen ise, ilgili site hakkında yasal işlem yapılmasını sağlayarak diğer emek hırsızlarına da gözdağı vermek ve insanların çalışmalarına saygı gösterilmesini bir nebze olsun sağlamak olmalı.

  • mustafa kemal atatürk

    dün çalıştığım yere dünyalar güzeli hollandalı bir kız geldi. güzelliği karşısındaki şaşkınlığımı katlamak istercesine, "atatürk ile ilgili ingilizce kitap var mı" diye sordu. çok şaşırdım. neden atatürk ile ilgili okuma yapmak istediğini sordum. "her yerde resmini ya da büstünü görüyorum, merak ettim" dedi. gayet makul bir sebep. sonrasında biraz daha konuşunca, kız da açıldı iyice ve tayyip'i gömmeye başladı. "dikkat et, her yerde tayyip muhabbeti yapma, seni harcarlar matmazel" dedim. biliyorum dedi, gülerek. "sen konuyu açtığın için, ben de rahat konuştum" diye ekledi. biraz muhabbetten sonra, sadece 6 ay ülkede bulunmuş ve türkçe bilmeyen bir yabancının bile, atatürk'ün ülkeye verdiği hizmet ve türkiye'nin siyasi durumu hususlarında bizim türklerden çok çok daha bilgili olduğunu gördüm. ama o bilgisiyle yetinmek yerine, para kazandığı ülkeyi daha yakından tanımak amacındaydı. ki önümüzdeki ay ülkesine temelli dönecek olmasına rağmen bunu yapıyordu.

    peki bu hollandalı kızın atatürk ve tayyip çözümlemeleri yapmasından birkaç dakika sonra, bir başka türk müşterimiz ne yapıyordu? "atatürk ile ilgili kitapları arka raflara atmalısınız, insanlar artık bunu görmek istemiyor" tavsiyesinde bulunuyordu bana. ben de ona, fettullah gülen ile tayyip kitaplarını yan yana ve en ön rafa koyarak cevap verdim. *

  • en hüzünlü klasik müzik eserleri

    başlıkta biri hariç (henryk gorecki) henüz yazılmamış olmasına hayret ettiğim on hüzünlü şaheser birkaç cümlelik naçizane yorumlarımla aşağıdadır. * * *

    not: parçalar rastgele sıralanmıştır.

    1 - henryk gorecki - symphony of sorrowful songs : lento e largo - full versiyonu
    insanoğlunun yaptığı ve yapabileceği muhtemelen en depresif sanat eserlerinden biri. özellikle ikinci bölümü ve onun arka planında yer alan hikayesi düşünülürse, kişiyi ruhen yıpratmaması mümkün değil gibi. parçanın en bilinen kısmı olan yaklaşık 10 dakikalık ikinci bölümünün sözleri, ikinci dünya savaşı sırasında bir toplama kampında yer alan küçük bir kızın hapishane duvarlarına yazdığı dizelerden oluşur. tamamı yaklaşık 55 dakika olan bu şaheser, 20. yüzyıl besteleri içerisinde milyon sayısına ulaşan kopyayla en çok satılan klasik müzik eseridir. hatta tam 138 hafta boyunca en çok satılanlar listesinde yer almış.

    2 - zbigniev preisner - concerto en mi minor : versiyon 1 - versiyon 2
    kieslowski filmlerinin efsane bestecisi preisner'ın, ya da filmlerdeki kurgusal kimliğiyle van den budenmayer'in en popüler bestelerinden biri. the double life of veronique filminin en kilit sahnelerinden birinde bizzat veronika tarafından seslendirilir. dolayısıyla bu dramatik parça, filmdeki çarpıcı sahneyle birleştiğinde epik bir boyut kazanır. parçada hüznün yanı sıra gerilim öğesi de dikkat çeker. kısacası, çok farklı duyguları harekete geçiren muhteşem bir eser. yorumcu ise elzbieta towarnicka. spoiler olmaması adına filmdeki sahneyi değil, farklı bir performansı buraya ekledim.

    3 - zbigniew preisner - lacrimosa
    preisner'ın yakın dostu kieslowski'nin ölümü üzerine bestelediği tüyleri diken diken eden ağıtı. bu kısa ağıttan anlıyoruz ki, bir insan, dostunun ölümüne en fazla bu kadar üzülebilir ve üzüntüsünü en içli haliyle böyle dışa vurabilir! ayrıca bu parça the tree of life filminde de kullanılmıştır. tıpkı bir yukarıdaki parçada olduğu gibi, yorumcu yine elzbieta towarnicka. ve towarnicka yine o kudretli sesi ve tanrısal yorumuyla yeniden kalbimizin en gizli saklı köşelerine sesleniyor. ama bu defa kesinlikle daha acımasız!

    4 - paul de senneville - mariage d'amour
    aslında internet aleminde bu parçanın chopin'e ait olduğu geyiği de döner ama itibar etmeyiniz. bu underrated fransız amcamızın bunun gibi pek çok hisli parçası mevcut. bu öylesi bir parçadır ki, etkisi lirik bir şiir okurken, çimlerde uzanıp gökyüzüne bakarken, pencere kenarından yağmuru izlerken katlanan cinsten. biraz klişeleri ve ucuz romantik cümleleri art arda sıralamış gibi oldum ama dediğim durumlarda dinlemeyi deneyin, bana hak vereceksiniz. *

    5 - dimitri şostakoviç - the second waltz
    muhtemelen listedeki en popüler beste ve yirminci yüzyılın medhar-ı iftarlarından şostakoviç'in de en tanınmış eserlerinden biri. hemen herkesin az çok aşina olduğu bu melodi hakkında affınıza sığınarak kaba bir ifadeyle, "orgazmdan daha zevkli anlar" yaşatan deyimini kullanmak istiyorum. gerçekten de günümüze değin yaratılmış tüm sanat eserleri içerisinde bence kesinlikle en iyilerden biri. adeta mona lisa tablosu gibi, hem hüzün hem de neşeyi bir arada sunuyor. ayrıca bir bakıma da rus valslerinin neden dünyada en iyi olduğunun naçizane bir örneği.

    6 - giuseppe tartini - devil's trill sonata
    hakkında gerçeklerle efsanelerin iç içe geçtiği masalsı bir şölen. eserin bestecisi tartini'nin iddiasına göre, ortaçağdan beri en bilinen avrupa söylencelerinden olan şeytanın bir insanın ruhunu istemesi hadisesi (mesela faust) kendisinin rüyasında vuku bulmuş. rüyasında şeytan tartini'den ruhunu istemiş; tartini ise "ne malum şeytan olduğun? iki takla at da görelim demiş. dur ya, galiba o başka mevzuydu. ne malum şeytan olduğun, sen önce bana güç ve yeteneğini ispatla" demiş ve şeytan da bu parçayı kemanıyla öylesi dokunaklı çalmış ki tartini altüst olmuş. sonrasında rüyadan uyanınca, bu parçayı hatırladığı ölçüsünde bestelemiş; ama ortaya çıkan eserin asla rüyadaki kadar muhteşem olamadığını da söylemiş. sadece öyküsü için bile dinlenebilecek olağanüstü bir eser. özellikle keman sevenlerin beğeneceği türden.

    7 - aleksandr porfiryeviç borodin - prince igor. enstrümental versiyon - versiyon 2
    bu parçanın aslında üç farklı versiyonu mevcut. üçüncüsünü koymamamın sebebi, böylesi şahane bir eserin bir rapçi tarafından piç edilmesidir. o versiyonu apaçi tayfası dinleyebilir. * bu iki versiyondan ilkini, alanında belki de en ünlü isim olan andre rieu enstürmental; ikincisini ise norveçli soprano sissel rock müzik destekli yorumlamış. ben ikinci versiyonu daha çok sevmekle birlikte, ilk versiyonun çok daha hisli olduğu belirgin. özellikle kamera rieu amcamıza yakın çekim yaparken adamdaki hisli ifadeyi ve bir anda martıya dönüşen kaşları görünce içlenmemek ne mümkün! *

    8 - brahms - hungarian dances -no : 1 - no: 5
    aslında bu macar dansları serisi, farklı kişilerde farklı hisler uyandırabilir. kiminde neşe ve eğlence hissi yaratırken, bir başkasını ise hüzünlere gark ettirebilir. nitekim benim de tüm klasik müzik eserleri içerisinde en sevdiklerimden ve en hüzünlü bulduklarımdan biridir. tamamı dokuz bölümden oluşan bu bestelerin kanımca en iyi ikisini burada paylaşıyorum.

    9 - antonin dvorak - romance for piano and violin ops 11
    ilgili linkteki yorumlardan biri bu parçayı muhteşem özetlemiş: "romance in sad major". gerçekten de bir ninni edasıyla başlayan parça, ilerleyen dakikalarda kemanın devreye girmesiyle hüzünlü bir şekle dönüşüyor ve vurucu etkisini, suyla buluşan rakı misali sonradan gösteriyor. doğu avrupa'ya özgü hüznü iliklerinize kadar yaşatan cinsten.

    10 - antonin dvorak - song to the moon (rusalka)
    çek besteci dvorak'ın muhtemelen en bilinen operası rusalka'nın ilk perdesinde yer alan arya. aslında uzun bir opera olan rusalka'nın bu derece popüler olmasının en önde gelen gerekçelerinden biri de, linkini paylaştığım "ay'a şarkı" adıyla bilinen işte bu aryadır. bu muhteşem parçayı, sadece sesine değil, duru güzelliğine de hayran olduğum anna netrebko gibi bir sopranodan dinlemek elbette daha keyifli.

  • baranba

    kimsenin nick altına olumsuz bir şey yazmak hiç adetim değildir. hatta bu baranba kişisinin bir entry vesilesiyle bana özelden söylediği sert sözlere rağmen bir şey yazmamıştım. kimseye de bundan bahsetme gereği duymamıştım. zira şahsi bir meseleyi sözlükte dillendirmenin lüzumu yok. ama bu özelden kullandığı üslup ve küfürler vesilesiyle, kendisinin zihnen ergen ve henüz gelişmemiş bir canlı olduğunu anlamış bulunmaktayım. bana bu entry nedeniyle cevap vermeden önce, cesareti varsa yazışmalarımızın capsini atsın bu başlığa.

    hadi eski entrylerini boş verin gitsin, ama bugün şöyle (#58326483) bir entrysine denk geldim. yahu bu nasıl boş bir entrydir böyle? bunları yazarken insanda hiç mi yüz kızarması olmaz? ırkçılık, sadece sabun yapmak ya da kamplara yollamakla mı özdeştir? peki 6-7 eylül olaylarına ne diyeceğiz? ya da sivas, çorum, maraş, gazi mahallesi katliamları ne olacak? 90'larda ve bugünlerde doğuda devlet sivil kürtleri bile öldürürken, beyaz tofaşlara atarken kuzey, orta ve batı anadoludan duyulan sevinç çığlıkları? katliam dendiğinde, dünyada akla gelen ilk örneklerden olan dersim ve ermeni katliamlarına değinmiyorum bile.

    bir de kalkmış, bu alevilere karşı olan nefretin zihinlere çeşitli yollarla yerleştirildiği gibi komplo teorileri üretiyor. zaten tek bildiği şey de bu komplo teorileri ve dış güçler... aslında ben bu adama acımıyorum. öyle ya da böyle az çok okumuş biri, ileride doğru kitapları okuyarak bir ihtimal düzelir belki. ama bu adamı ciddiye alanlara cidden üzülüyorum. bu adamı ciddiye alanlarla kadir mısıroğlu'nu "üstad" belleyenler arasında inanın zerre fark yok!

  • türkiye'nin en overrated yazarları

    işte bu ülke hep bu çok bilmişler yüzünden bir bok olamıyor.
    adam kalkmış, hasan ali toptaş ve ihsan oktay anar gibi cevherlerle tuna kiremitçi gibi bir pop-yazarı aynı kefeye koyuyor. zannımca bunu iddia eden adamla dünyanın düz olduğunu iddia eden dayı arasında hiçbir fark yoktur.

  • franz kafka

    madde madde büyük yazarlar dizisinin üçüncüsüne 20 maddede franz kafka ile devam etmeye karar verdim.

    ilk iki yazar biyografisi için:
    - 25 maddede tolstoy: #55459218
    - 30 maddede dostoyevski: #55881075

    not 1 : 19. maddede kafka ile ilgili filmler, animasyon ve bir belgesel, bir-iki tanıtıcı cümle ile fikir vermesi açısından listelenmiştir. ekstra öneri olursa ilave ederim.
    not 2: son maddede ise kafka'nın milena'ya yazdığı mektuplardan seçme birkaç cümle ekledim. bu mektupların, aşkı ucundan kıyısından yakalamış herkesin ruhunun en derinine nüfuz edeceğine inanıyorum.
    not 3: bu entryi yazarken yararlandığım kaynakları ve türkçedeki başlıca kafka biyografilerini entry sonuna liste halinde bıraktım. kafka ile ilgili detaylı okumalar yapmak isteyenler ilgilenebilir.

    1 - her zaman olduğu gibi, yine genel algıyı düzeltmekle başlayalım: kafka'nın yapıtları karamsar ve boğucu olabilir; ama yakın dostları max brod ve gustave janouch'un özellikle vurguladığı gibi kendisi böyle biri değildir. her ikisi de kafka'nın aslında neşeli ve espirili bir insan olduğunun altını çizerler. hatta dava adlı romanının taslaklarını dostlarına bizzat kendisi kahkahalar eşliğinde okurmuş. gerçi kafka'nın sadece yapıtları değil, özel mektuplarına da karamsar hava hakimdir. belki de bunun tek açıklaması, ortamlarda mutluyum dersin kim bilecek modunda takılması ve sorunlarını konuşarak değil, yazarak dışa vurmayı tercih etmesi olabilir.

    2 - kafka'nın aile yapısı dostoyevski ile büyük benzerlik taşımaktadır. dostoyevski'de olduğu gibi, onun annesi de hassas ve duygusal; babası sert ve güçlü bir karaktere sahiptir. babası hermann kafka bu yönleriyle franz'ın gözünde adeta bir ölçü sembolü olmuştur. haliyle kafka, hayatı boyunca babasının gölgesini üstünde hissetmiş ve bu nedenle özgüven sorunu yaşamıştır. bu özgüven sorunu, cinsel ve duygusal hayatına da etki etmiştir. romanlarındaki otorite takıntısı da yine baba kaynaklı olabilir. babası ile ilişkisini özetleyen en iyi metin, kendi eliyle babasına yazdığı ve hiçbir zaman yollayamadığı uzun mektubudur. gerçi felix guattari ve gilles deleuze ikilisi bunu farklı yorumlar. onlara göre suçlu baba değil, kafka'nın bizzat kendisidir. kafka'da güçlü olana itaat etmeye yönelik arzu olduğu inancındadırlar.

    3 - babası sadece güçlü ve otoriter yapısı ile değil, heybetli duruşuyla de kafka'da hep bir eziklik hissettirmiştir. hatta bu konuda acı bir deneyimi de meşhurdur. bir gün baba-oğıul yüzmeye giderler. soyunma kabinine girdiklerinde franz kafka, babasının devasa vücut yapısını görünce ürker ve kendi çelimsiz vücudundan öylesi utanır ki, kabinden adımını dışarı atamaz. bu arada fotoğrafta bıyıklı olan kişi babası değil, en yakın dostu max brod'dur. ayrıca kafka'nın "çekmesene şapşal şey" pozu da gözlerden kaçmamıştır. *

    4 - kafka, ailesi bakımından pek talihsizdir. daha önce babasının baskısından bahsetmiştik. iki erkek kardeşi ise, kafka henüz çocukken ölmüşlerdir. içlerinde en sevdiği aile üyesi ottla da olmak üzere, üç kız kardeşi de toplama kamplarında katledilmiştir. belki kafka veremden ölmeseydi, o da bu kampların kurbanı olacaktı.

    5 - kafka, yaşadığı dönemde araf'ta kalmış biridir. almanca konuştuğu için çekler; yahudi olduğu için almanlar ondan pek haz etmemiştir. yaşadığı dönemde yalnızlığa mahkum olmasının temelinde bu da etkilidir.

    6 - kafka, tıpkı diğer iki büyük yazar tolstoy ve dostoyevski'de olduğu gibi, tip itibariyle çelimsiz ve çirkin biridir. bence onun çirkinliğinin kaynağını annesinin yakışıklılığında aramak gerekir. * * *

    7 - madem çelimsizliğinden girdik, buradan yürümeye devam edelim. iddialara göre kafka, döneminde moda olan nudist etkinliklere de katılmış. hatta bir nudist terapi merkezine gitmiş. ama vücut olarak oldukça zayıf olduğundan, herkes çıplakken o mayolu geziyormuş. hatta etraftakiler de ona "mayolu adam" lakabı takmış. açıkçası, kafka gibi çekingen bir adamın böylesi etkinliklere katılabileceğini pek düşünmüyorum. haliyle, bu anekdotun uydurma olma ihtimali yüksek.

    8 - malumunuz olduğu üzere, kafka'nın değeri öldükten çok sonra anlaşılmıştır. daha doğrusu ikinci dünya savaşı'nın yarattığı yılgınlık, umutsuzluk ve korku gibi öğeler, onun yapıtlarının yeniden değerlendirilmesini sağlar. bu nedenle sadece sıradan okurlar değil, yaşadığı dönemin ve edebiyat tarihinin en saygın eleştirmenlerinden olan györgy lukacs da kafka'nın değerini sonradan anlayanlardan biridir. ama lukacs ,onun değerini bizzat yaşadığı bir olay sonrasında anladığını belirtmiştir. ilgili olay için: #15110169

    9 - kafka'nın öldükten sonra ünlendiğini söylemiştik. onu dünyaya tanıtanlar ise özellikle fransa’da, ilkin sürrealist andre breton, daha sonra varoluşçular camus ve sartre olmuştur. malumunuz bu varoluşçuların gözde yazarı dostoyevski ve gözde kitabı yeraltından notlar idi. kafka ise onların yabancılaşma teması üstüne yoğunlaşmalarını sağlamıştır. bu nedenle ona, varoluşçuluğun öncülerinden biri gözüyle de bakılır. yapıtları almanya'da ancak ikinci dünya savaşı'ndan sonra, yani 1950'lerde tam olarak yayımlanır. anavatanı çek cumhuriyeti'nde ise daha geç tarihlerde yayımlanmış.

    10 - kafka'nın sadece dostoyevski'yle değil, victor hugo ile de ortak noktası vardır. her ikisi de genelevlerin sadık müşterisi imiş. hugo'nunki kesin bilgi. hatta hugo'nun cenaze töreninde, müdavimi olduğu genelevin fahişeleri kadınlık organlarının önüne siyah kurdela takarak yürüyüş yapmış *. ama kafka'nın genelev tutkusu bir iddiadan ibaret. zira onun seks konusunda biraz takıntılı biri olduğu biliniyor.

    11 - kafka, hiçbir partiye ya da örgüte üye olmamasına rağmen bilindiği kadarıyla bir sosyalisttir; hatta anarşistlere sempatisinin olduğuna dair ibareler de vardır. gençlik arkadaşı ve liseden dostu hugo bergmann’a göre genç kafka görüşlerini sergilemek için ceketinin yaka deliğinde kızıl bir karanfil taşıyordu. en yakın dostu max brod ise, kafka'nın liberter, anti-militarist ve ruhban-karşıtı toplantılara katıldığını, ama pek konuşmadığını ve bu nedenle adının "suskun"'a çıktığını belirtiyor. diğer arkadaşı gustav janouh'a göre ise kafka, en önde gelen anarşistler olan kropotkin, bakunin ve proudhon'u pek severek okumuş, görüşlerini mantıklı bulmuş ve hatta üyesi olmamakla birlikte çeşitli anarşist grupların toplantılarına katılmıştı.

    12 - kafka gibi bir adamın düşleri de normal olması beklenmezdi tabi. işte bazı ilginç düşleri:
    - babasıyla ilgili gördüğü düşte, düş süresince insan dışkılarına bakar durur.
    - yine babasıyla ilgili bir başka düşü kafka'nın ağzından aktaralım: "babamın adeta kuş gibi çevik adımlarla çıkmaya başladığı hayli dik bir duvar yükseliyor, duvarı çıkarken babamın bacakları adeta havada uçuyordu [... ] yukarıya ancak büyük bir zahmetle, emekleyerek, altımdaki duvar gittikçe daha da dikleşiyormuş gibi sık sık geriye kayarak tırmanabildim. sonra işin tatsız yanı, duvarın insan pisliğiyle dolu olmasıydı, yumak yumak topaklar üstüme yapışıp kalıyordu." yani bu rüyada da baba-dışkı kavramları örtüştürülüyor.
    -milena ile ilgili bir düşü de yine kendi dilinden verelim: "yan yana oturuyoruz... sen itiyorsun beni, ama kızmadan, gülerek”...bu rüya, kafka-milena ilişkisini az çok bilenler için onların ilişkisinin özeti niteliğindedir.

    13 - kafka'nın felice, milena ve dora olmak üzere üç ciddi ilişkisi olmuştur. ilk aşkı felice ile çalkantılı bir ilişkisi olmuş; onunla iki kere nişanlanmış ama bir türlü evlenememiştir. sonrasında evli bir kadın olan milena ile mektuplaşmaya başlamış ve bu mektuplaşma yıllar sürmüştür. son olarak ise bir bebek bakıcısı olan polonyalı dora ile nişanlanmıştır. dora ile birliktelikleri kafka'nın ölümüyle son bulmuştur.

    14 - ancak kafka'nın ölümünden sonra, gizli ilişkileri hakkında ortaya çok fena bir iddia atılmıştır. iddiayı dile getiren ise iki kere nişanlandığı kız arkadaşı felice'nin en yakın arkadaşı grete bloch'tur. kafka ve bloch'un uzun süre mektuplaştığı bir gerçek. ancak grete'ye göre, ilişkileri mektuplaşmanın çok ötesinde. kafka öldükten sonra, grete ondan bir çocuğu olduğu iddiasıyla edebiyat ve sanat dünyasını sarsmış. kafka gibi çekingen bir adamın, en yakın iki kız arkadaşı birden idare etmesi ve hatta birisinden çocuk sahibi olması, takdir edersiniz ki inanılması zor bir iddiadır. gerçi, bloch'un iddia ettiği çocuğu daha 1921'de ölmüş (yani kafka'dan da önce) ve üstelik kafka'nın bu çocuktan haberi bile olmamış. haliyle bu iddia ispatlanamadı ama ilişki yaşadıkları kuvvetle muhtemel. bu arada, kafka'nın çoğu yakını gibi (üç kızkardeşi, sevgilisi milena vb) grete de naziler tarafından kamplarda öldürülmüş.

    15 - kafka'nın dora ile ilişkisi gayet ciddiydi. hatta birlikte filistin'e yerleşip bir restoran açmayı bile düşünmüşler. iddialara göre, birlikte açacakları bu restoranda dora aşçı olacaktı, kafka ise baş garson! ancak kafka'nın verem nedeniyle ölmesi planlarını gerçekleştirmelerine engel olmuştur.

    16 - milena ile olan ilişkisi en sarsıcı ve derin olanıydı. milena, kafka'nın yapıtlarını çek diline çeviren kadındı. ama şüphesiz, kafka gibi bir dahinin aşık olduğu kadın bundan ibaret değildi. milena bir çevirmen, gazeteci, köşe yazarı, varoluşçu felsefeye inanan bir entelektüel ve anarşist ruhlu aktivist biridir. aynı zamanda onlarca kişiyi gestapo'nun elinden kurtaran bir kahramandır *. kafka ve milena, bu çeviriler vesilesiyle mektuplaşmaya başladılar. sonra bu mektuplaşmalar giderek aşka dönüştü. ama milena evli bir kadındı ve bu da aşklarını imkansız kılıyordu. üstelik milena ve kafka farklı şehirlerde yaşıyordu. işte bu umutsuz durum kafka'yı ciddi anlamda yıprattı. milena ve kafka, sadece üç kere buluşabildiler. zaten üçüncüsü kafka'nın mezarı başındaydı. zira milena'nın, kafka'nın ölümünden sonra mezarı başında günlerce beklediği iddia edilir. milena, onlarca kişiyi nazilerin elinden kurtarmasına rağmen kendisini kurtaramamış ve savaşın bitimine sadece bir yıl kala, 1944 yılında toplama kamplarında katledilmiştir. ama tarih, böylesi dolu dolu yaşayan kadın hakkında sadece "kafka'nın yasak aşkı" olarak bahseder.

    17 - şato adlı romanında, kimisi bürokrasinin ve büyük çoğunluk ise tanrının simgeleştirildiğini düşünür. ama başta felix guattari ve bruno shulz olmak üzere birçok kişi, bu romanın aslında milena olan ilişkisini simgelediğini iddia eder. kafka'nın milena ile olan ilişkisinin etkisinde böyle bir eser yazdığını düşünürler. bence bu iddialarda haklılık payı da mevcut. çünkü kafka da milena'ya bir türlü ulaşamaz.

    18 - evet, kafka belki en çok milena'yı sevmişti; ama tüm hayatı boyunca onu darma duman eden olay, felice ile ikinci kez nişanı bozmasıymış. ikilinin daha önce iki kere nişanlandığını söylemiştik. işte bu ikinci nişanlılık döneminde, 1917 aralık ayının sonunda iki nişanlı prag’da kesin olarak ayrılırlar. felice berlin’den, kafka da zürih’ten gelip prag’da buluşmuşlardır. 27 aralık'ta felice geri döner. felice'nin ayrılışından hemen sonra kafka, dostu max brod’un bürosuna gider kafka. brod şöyle anlatır bu olayı: "az önce trene kadar geçirmişti f.’yi. yüzü bembeyaz, sert ve gerilmişti. birdenbire ağlamaya başladı. bu onu ağlarken ilk görüşümdü. hiçbir zaman unutmayacağım bu sahneyi, yaşadıklarım arasında en korkunçlarından biridir bu sahne. çalıştığımız yer, toz toprak içinde, iğrenç mi iğrenç, kişisellik izi taşımayan resmi bir yerdi... kafka doğru bana, çalıştığım odaya gelmişti, mesai saatiydi. masamın yanında dilekçe sahipleri, emekliler, haklarında bir şikayet bulunan kişiler için konulmuş olan küçük koltuğa çöküverdi. ve hüngür hüngür ağladı orada. hıçkıra hıçkıra. 'böyle bir şeyin olması, ne korkunç değil mi?' dedi. yanaklarından süzülen gözyaşlarının ardı arkası kesilmiyordu; onu asla bir daha böylesine umarsız, böylesine kendini dağıtmış bir halde görmedim." kafka ise günlüğüne, "duygusuzun tekiyim ben... öyle bir haksızlık yaptım ki, bu yüzden zavallı kız işkence çekiyor, işkence aletini kullanan da benim" şeklinde bir not düşer.

    19 - kafka ile ilgili filmler, kitaplarından uyarlamalar, belgeseller:
    - şato : avrupa sinemasının yüz akı yönetmenlerinden olan haneke'nin şato romanını birebir uyarlaması. filmle ilgili kısa bir değerlendirme #23160796

    - kafka: steven soderbergh'ten muhteşem bir film. kafka'nın özellikle şato adlı romanı ve hayatının iç içe aktarıldığı bir biyografi. kafka'yı canlandıran jeremy irons olağanüstü.

    - dava - the trial : sinemanın en önemli yönetmenlerinden orson welles'ten estetik bir kafka uyarlaması. gerçi filmi çok da beğendiğim söylenemez ama sadece kafka ve welles gibi iki dahi bir araya gelirse nasıl bir iş çıkarın yanıtı için bile izlenir.

    brazil: aslında direkt bir kafka uyarlaması ya da biyografisi değil. hatta filmde kafka ile ilgili tek bir sözcük dahi geçmiyor. ancak bu film, kafka romanlarının atmosferini en iyi yansıttığını düşündüğüm sahneler içeriyor. sanırım kafka yaşayıp ta bu filmi izleseydi, bence başucu filmi bile yapardı. kafka bürokrasisinin daha iyi anlatıldığı bir başka film hatırlamıyorum. bir terry gilliam filmi.

    - franz kafka müzesi: kafkaesk atmosferin oldukça başarılı yansıtıldığı sıradışı bir müze. öyle bir müzedir ki, tarifi hakikaten de zor. prag'a yolu düşenlerin mutlaka uğramasını tavsiye ederim. ayrıca: #14933890

    - belgesel: kentler ve gölgeler - prag

    - animasyon: https://www.youtube.com/watch?v=d5g7hxznyro

    - 20- kafka'nın milena'ya yazdığı mektuplar, edebiyat tarihinin en önemli hazinelerinden biri sayılır. şimdi aşağıya paylaşacağım cümlelerin daha da anlamlı olabilmesi için, milena ve kafka'nın farklı şehirlerde yaşadıklarını; üstelik milena'nın evli bir kadın olduğunu hatırlamakta fayda var. işte uzak mesafe ilişkisi, imkansız aşk ve aşkın bizatihi kendisi üstüne yazılmış en dokunaklı cümleler:

    - "ah milena! denize düşmüşüz sanki, elimizde olmadan oradan oraya sürükleniyoruz. boğulmuyorsak, bu da kötülük olsun diyedir"

    - "bak milena, seni çok seviyorum diyorum ama sanırım gerçek sevgi bu değil; sen bir bıçaksın ve ben de o bıçakla durmadan içimi deşiyorum dersem belki gerçek sevgiyi anlatmış olurum."

    - "sanki haftalar boyunca ara vermeksizin bir çiviyi taşa çakmakla görevliymişim gibi... üstelik işçi de benim çivi de."

    - "gelme. bir gün gerçekten ihtiyacım olduğunda ve senden gelmeni istediğimde, hemen geleceğin umudu kalsın bende. ama şimdi gelmesen daha iyi, çünkü yine gitmek zorunda kalacaksın"

    - "yanımda yürüyordun milena. düşünsene, yanımda yürümüştün! " * * *

    - "evet seviyorum seni anlayışı kıt kız, için rahat etti mi? koca deniz, dibindeki küçücük taşı nasıl sararsa, benim de sevgim öylesine yığılıyor senin üstüne. tanrı isterse, bir gün o küçük taş ben olurum"

    - ''ve şimdi milena sen de bana sırt çeviriyorsun! bu uzun sürmez biliyorum; ama bak, insan kalbi atmadan uzun süre dayanamaz ve sen sırt çevirdiğin sürece o kalp nasıl atar!''

    - "ve sen gelmiyorsun, çünkü gelmeye kendin ihtiyaç duyana kadar bekliyorsun."
    ..............................................................................................................................................
    - yararlanılan başlıca kaynaklar ve türkçede kafka biyografileri:
    - kafka - minör bir edebiyat için: yazan gilles deleuze ve felix guattari, yapı kredi yayınları, 2000
    - franz kafka'nın 65 düşü: yazan felix guattari, monokl yayınları, 2012
    - franz kafka - boyun eğmeyen hayalperest : yazan michael löwy, versus kitap, 2008
    - kafka ile söyleşiler - yazan gustav janouch, cem yayınevi, 1994
    - kafka - yazan klaus wagenbach, alan yayıncılık, 1984
    - franz kafka - yazan ernst fisher, bfs yayınları, 1985
    - kafka - karar ve kavrama yılları- yazan - reiner stach, sel yayıncılık, 2013
    - kafka'yı kullanma kılavuzu: yazan orhan tuncay, nokta kitap, 2012
    - milena'ya mektuplar - say yayınları, 2015
    - roman sanatı, yazan milen kundera, afa yayıncılık, 1989
    - çağdaş gerçekçiliğin anlamı - yazan georg lukacs, payel yayınevi, 1986
    - çağdaş alman edebiyatı - yazan gürsel aytaç, gündoğan yayınevi, 1994
    - çağdaş fransız edebiyatı eleştiri seçkisi, hazırlayan tuna erdem, kültür bakanlığı yayınları, 2001
    - türk dili dergisi roman özel sayısı 2, türk dil kurumu, 1964
    - büyük yazarlar : hazırlayan ihsan akay, varlık yayınları, 1959
    - büyük yazarların gizli hayatları: yazan robert schnakenberg, bkz yayıncılık, 2010

    edit: superbi nickli değerli badimden kafka ile ilgili film önerisi: https://vimeo.com/10947114

  • fyodor mihailoviç dostoyevski

    doğum günü olması vesilesiyle 30 maddede dostoyevski hakkında detaylar:

    not 1: aslında dostoyevski'nin doğum tarihi kimi yerde 11 kasım olarak da geçer. bunun yegane nedeni, rus takvimi ile bizim kullandığımız jülyen takvimi arasındaki 11 günlük farktır. dolayısıyla çok çeşitli ciddi kaynaklarda her ikisine de denk gelebilirsiniz.
    not 2: bu entryi yazarken yararlandığım başlıca kaynaklar en sonda listelenmiştir. isteyen ilgili kitapları edinerek etraflıca bilgi edinebilir.
    not 3: son iki notta, ataol behramoğlu'nun saint petersburg'ta dostoyevski izlerini aradığı belgeseli ve dostoyevski'nin hayat üzerine önemli gördüğüm kısa söylevini ekledim. özellikle bu kısacık söylevi, hepimizin temel düstur bellemesi gerektiği fikrindeyim.
    ............................................................................................

    1- her şeyden önce hakkındaki genel algıyı düzeltmekte fayda var. dostoyevski belki dünyanın gelmiş geçmiş en iyi romancısıdır; ama tartışılamayacak derecede kötü özelliklerle yüklü bir insandır. yani romancılığının aksine, insani yönüyle o kadar da büyüleyici değildir. ama elbette bizi ilgilendiren şey yapıtları olmalıdır. yine de burada, biyografik bilgilerle yüklü bir entry girmek istediğimden dolayı onu tüm iyi ve kötü yanlarını objektif bir bakış açısıyla ele almak istiyorum.

    2 - dostoyevski azılı bir kumarbazdır: kumar oynamayı o kadar çok tutkundur ki; belli bir süreden sonra para kazanmaktan ziyade kumar oynamak için kumar oynar hale gelmiştir. mesela avrupa ziyaretlerinde ne michaelangelo yapıtlarıyla bezeli ünlü sistine şapeli ne de herhangi bir sanat yapıtı onu rulet masası kadar heyecanlandıramamıştır.

    3 - şehvete düşkündür: sibirya'da zorunlu askerlik yaptığı yıllarda evli kadınları ayartmakla uğraşır ve bir tanesinde başarılı da olur. daha da vahimi, rahatsızlığı nedeniyle kaplıcalarda kaldığı bir dönemde ise çocuk yaşta bir kızla ilişkiye girmiş. üstelik bunu da ortamlarda yargılayıcı bakışları umursamadan övünerek anlatmış.

    4 - hırsızdır: kumar tutkusu o derece yoğundur ki, bu uğurda karısının paralarını ve hatta elbiselerini bile çalıp para karşılığı satmış. üstelik bu spesifik bir olay da değildir.

    5 - yalakadır: bu konuda iki farklı örnek mevcut. turgenyev'in aşırı zengin biri olduğu malumunuz. dostoyevski ise borç içinde olduğu dönemlerde ona methiyeler dizdikten sonra, mektubunu her daim borç para isteyerek noktalar. üstelik araları hiçbir zaman iyi olmadığı halde... ikinci örnek bence daha da vahim. moskova ve petersburg'a giriş yasağı olduğu dönemde, çar'a övgüler dizen onlarca mektup yollar. amacı petersburg ve moskova'ya giriş iznini koparabilmektir. halbuki onun yüzünden ömrünün en verimli olabileceği yıllarını kar küremekle geçirmişti.

    6 - gurur ve onur konularında sıkıntıları vardır: sadece birkaç ruble için bile bir mektubunda beş defa isa'nın adını verir. para için tüm haysiyetini ayaklar altına almaktan çekinmez. çünkü kumar tutkusu nedeniyle her daim borç içindedir. turgenyev ile yaşadıkları hadiseleri de buraya ilave edebiliriz.

    7 - aşırı milliyetçi ve koyu ortadokstur. ruslar dışındaki herkesten nefret eder. bunu da çekinmeden dile getirir. hatta avrupa'yı ancak rusların kurtarabileceği, isa'nın rus olduğu gibi uç iddiaları vardır. türklere olan nefreti ise zaten meşhurdur. hatta türklere olan nefretini başyapıtı ve son eseri karamazof kardeşler adlı romanında da gösterir. romanın türkçe çevirilerinde genellikle makaslanan türklerle ilgili bölüm.

    - "istanbul elbet bir gün rus şehri olacaktır"
    "ayasofya'ya haç takılmalıdır"
    gibi türk karşıtı ünlü sözleri de bu nefretin açık göstergeleridir. tabi bu cümleleri baz alarak yarın rus konsolosluğu önünde eylemlere girişmeyin, aman ha! *

    8 - döneminin ünlü eleştirmenlerinden strahov'a göre dostoyevski aşırı kıskanç, zekası olmasa acınacak ve alaya alınacak bir adamdı. adiliklere pek düşkündü ve bunu iftiharla söylemekten çekinmezdi. hatta ona göre, yeraltından notlar'da dostoyevski aslında kendini anlatıyordu.

    10 - kendisi sanıldığının aksine alt tabaka bir aileden gelmemiştir. evet, bir tolstoy ya da turgenyev kadar soylu değildir; ama bir gorki gibi de en dipten gelmemiştir. babası, 100 adet serf (köle) sahibi soylu bir askeri doktor; annesi ise belli miktar para karşılığı babası tarafından satın alınan fakir bir köylüdür. babası alkolik bir zalim, annesi yufka yürekli ve duygusal biridir. işte dostoyevski de 60 yıllık hayatı boyunca bu çelişkileri bünyesinde taşıyacaktır. en dibi de görecektir; zirveye de yerleşecektir. babası gibi hile hurdaya da karışacaktır; annesi gibi insanlık için merhamet de duyacaktır.

    11 - babası zalimmiş zalim olmasına ama canavar da değilmiş. iyi bir kitap ve özellikle şiir okuruymuş. çocuklarına yemek masasında her gün zorla nöbetleşe şiir ve roman okuturmuş. ayrıca onlara latince derslerini bizzat kendisi verirken, fransızca için iyi bir hoca tutmuş. tabi babasının latince dersleri verdiği bir saat boyunca dostoyevski'ye oturmak da yasak.

    12 - dostoyevski kızıl imiş. hatta tip itibariyle biraz van gogh'u anımsatıyormuş. onun gibi zayıf ve kızıl sakallı. bence hayatları da nispeten benzeşiyor. her ikisi de sefaletin dibini görmüş; borçlarından dolayı memleket memleket gezmiş; dostlarıyla ateşli kavgalara tutuşmuş; alkol, kumar ve uyuşturucunun içinde yüzmüşler. neyse ki sonu van gogh'a benzememiş. dostoyevski'nin 37 yaşında öldüğünü düşünsenize...

    13 - dostoyevski, anne ve babasını erken yaşta kaybetmiştir. annesinin değil ama babasının ölümü onu derinden etkilemiştir. daha doğrusu ölüm biçimi demeliyiz. zira babasından hayatı boyunca nefret ettiğini biliyoruz. bunu karamazof kardeşler'deki baba figüründen de anlayabiliriz. baba dostoyevski'nin zalim biri olduğunu söylemiştik. bir de ispatı mevcut. adam o kadar zalimdir ki köleleri buna daha fazla dayanamayarak onu öldürmenin planlarını yapar. nihayet bir köşede baba dostoyevski'yi yakalayıp bağlarlar. hayalarını taş ve tekmelerle paramparça ederler. olay duyulduğunda, babanın akrabaları dahil herkes işi örtbas etmeye çalışır ve nihayetinde kimse ceza yemez. işte bu vahşi ölüm biçimi, dostoyevski'nin o malum sara nöbetlerini iyice tetikler.

    14 - dostoyevski de oğuz atay gibi bir mühendis'tir. ancak bu işi bir yıl bile yapmaya katlanamaz. ilk romanı insancıklar'ı yazar. bunun yayımlanış öyküsü pek meşhurdur. dostoyevski, insancıklar'ın müsveddelerini şair dostu nekrasov'a okuması için gönderir. aynı gece nekrasov ağlayarak dostoyevski'nin kapısını çalar ve muhteşem bir eser yazdığını, bunu mutlaka belinski'nin görmesi gerektiğini belirtir. belinski ise ülkesinin en saygın eleştirmenidir. eğer belinski eseri beğenirse tüm rusya da beğenecek demektir. nekrasov eseri belinski'ye takdim ederken o kadar heyecanlanır ki " yeni bir gogol doğdu" der. malumunuz gogol, o döneme kadarki en büyük rus yazarıydı. belinski buna sinirlenir ve alaycı bir dille "size kalsa gogol'ler bir mantar gibi yerden biter" der. ama yıllar sonra lafını yutmak zorunda kalacaktır. *

    15 - bir gece yarısı kapısı yine çalınır. ama bu kez kapıda hayranları değil, silahlı subay ve askerler beklemektedir. hiçbir açıklama yapmadan bütün yazılarına el koyup onu tutuklarlar. tam dört ay boyunca karanlık bir hücrede suçunun ne olduğunu bilmeden kalır. tam kafkaesk bir durum! dört ay sonunda nihayet suçunu söylerler: çar'ı eleştiren bir şiiri paylaşmakla suçlanmaktadır. cezası da açıklanır: kurşuna dizilmek! * * *

    16 - dostoyevski'nin hayatının ilk dönüm noktası işte bu idam anıdır. gün doğumuyla birlikte dostoyevski ve sekiz arkadaşı uyandırılıp idamlıklara özel gömlek giydirilir. üçerli gruplar halinde elleri ve gözleri bağlanarak sıralanırlar. dostoyevski idam edilecek 2. üçlü gruptadır. önce ölüm fermanları okunur. sonra nişancılar vaziyet alır. vur borazanı öter. tabi dostoyevski de tüm bunları duymaktadır. ölüme birkaç dakika uzaklıktadır. işte tam her şey bitti derken atlı biri çıkagelir. çar'ın yeni emrini yüksek sesle okumaya başlar. ve evet, bu devrimci dokuz aydının idamı iptal edilir. çar bir "büyüklük" yapıp onları son saniyede affetmiştir! ölümün kıyısından dönen dostoyevski, bu anı hayatı boyunca unutamayacaktır.

    17- idam iptal edilir ama elbette bu devrimciler cezasız bırakılmaz. dostoyevski 4 yıl kürek mahkumluğu, 6 yıl zorunlu askerlik cezaları ve belki de en ilginci, moskova ve saint petersburg'a giriş yasağı alır!. işte ikinci dönüm noktası da bu dört yıllık kürek mahkumluğu dönemidir.

    18 - peki nedir kürek mahkumluğu? mahkumlar, sibirya'da -40 derecede kar küreme, mermer cilalama, tuğla taşıma gibi en ağır işlerde çalıştırılır...dostoyevski'nin iki kolu sanki adi suçluymuş gibi, sanki katil ya da hırsızmış gibi damgalanır. saçının yarısı usturayla traş edilir. -40 derecede soğukta kar kürerken, tuğla taşırken yanı başında kamçılı zalim bir nöbetçi her daim hazırdır. üstelik her iki ayağı da zincinlenmiş olduğu halde! incil dışında kitap okumak yasaktır! ama dostoyevski yalnız değildir. iki dostu vardır bu mahkumluk sürecinde; biri başıboş bir köpek, diğeri de kanadının biri kırık olduğu için uçamayan kartal!

    19- sürgün bittiğinde, bu sibirya günlerini ölüler evinden anılar adıyla romanlaştırır. roman yayımlandığında rusya'da adeta deprem etkisi yaratır. hatta çar'ın bile kitabı gözyaşları içerisinde okuduğu ve bundan etkilenerek köleliği kaldırdığı iddia edilir.

    20 - dostoyevski belki kendi ülkesinde ünlü bir yazardı; ama tolstoy ve turgenyev'in aksine avrupa'da pek tanınmıyordu. hatta hemen hemen hiçbir avrupalı yazarın dostoyevski ile anısı, hikayesi veya karşılaşması olmamış. bu kızıl suratı avrupa'da tanıyan yegane kişiler bankacılarmış. çünkü dostoyevski o kadar borçlu ve muhtaç durumdaymış ki, rusya'daki dostlarından para gönderilip gönderilmediğini kontrol etmek için hemen her gün bankaya gider ve "benim çek gelmedi mi hala" diye sorarmış. tabi yurtdışında olma nedeni de malum: rusya'da alacaklısı çoktur.

    21- kumarbaz adlı şahane romanını sadece 29 günde yazmış. daha doğrusu yazmak zorunda kalmış. çünkü yayınevinden telif paralarını peşin alırmış. romanın vaad edilen yayımlanma süresine sadece 29 gün kalmışken yazmaya başlamış. eğer yetiştiremeseymiş, o saatten sonra yazacağı tüm yapıtların telif haklarından mahrum kalacakmış.

    22 - gelin görün ki, bu romanı çabucak bitirmek zorunda kalması hayatının akışını değiştirmiş. romanını daha çabuk bitirebilmek için hızlı yazabilen 20 yaşında bir sekreter tutmuş kendisine. ve evet, tahmin edeceğiniz/bildiğiniz üzere 45 yaşındaki dostoyevski, 20 yaşındaki bu sekreter kızımızla evlenecek ve hayatı düzene girecektir. genç kız, onun tüm çalışmalarını ve yazılarını düzene sokacak, hayatına ritm katacaktır. öldükten sonra ise ona sadık kalıp anılarını kitaplaştıracaktır.

    23 - ecinniler adlı romanını yazdığı bir sırada malum sara nöbetine tutulur. titremeler eşliğinde yere devrilir. kendine geldiğinde ise romana dair pek bir şey hatırlayamadığını farkeder ve bu kez zihnen yıkılır. tüm kurgu dağılmıştır artık. romanı sil baştan yazmak zorunda kalacaktır. bu döngü hayatı boyunca sürecektir.

    24 - dönemlerinin en iyi iki yazarı tolstoy ve dostoyevski, hayatları boyunca birbirleri ile hiç konuşma fırsatları olmamış. üstelik aynı dönemlerde yaşadıkları halde. ama şundan eminiz; tolstoy 1910 senesinde ölüm döşeğinde iken karamazof kardeşler hakkında "puşkin'inkiler dahil bundan daha iyi yapıt okumamıştım" açıklamasında bulunmuş. (bkz: adamın gol diyor)

    25 - tolstoy ile dostoyevski'nin önemli bir ortak noktası da her ikisinin çirkin olmalarıdır. tolstoy'un çirkinlik ile ilgili düşüncelerini kendi başlığında söylemiştik. dostoyevski ise tam aksine çapkın ve hovarda olmaya çalışmasına rağmen bunu pek becerememiştir. hatta birlikte avrupa turuna çıktığı rus kadın bir ispanyol'un peşine takılıp bizim çulsuz ve tipsiz dostoyevski'yi gurbette satar. adam da hazır avrupa'dayken kendini iyice kumara verir.

    26 - dostoyevski'yi tolstoy ve turgenyev'in önüne çıkaran olay ne suç ve ceza ne de karamazof kardeşler imiş; onu rus halkı nezdinde bütün yazarlardan öne çıkaran şey, puşkin'in doğumunun 100. yıl dönümü törenlerinde yaptığı etkili konuşması olmuş. törende turgenyev dahil bütün büyük yazarlar bir aradadır. herkes sırayla konuşma yapar. sıra dostoyevski'ye gelir ve öylesi heyecanlı ve bütünleştirici bir üslupla konuşma yapar ki bütün halk coşkuya kapılır. konuşma bittiğinde, çevresindeki yazarlar etrafını sarıp elini öpmeye çalışırlar. hayatı boyunca borç para istediği ve bu nedenle küs olduğu batı yanlısı turgenyev bile gözyaşları içerisinde onu kucaklar. halktan "peygamber, peyhgamber" sesleri yükselir. artık ününün doruğundadır. tüm rusya onun arkasındadır. sıranın kendilerine gelmesine rağmen hiçbir yazar, dostoyevski'nin bu muhteşem söylevinin ardından bir şeyler söyleme cesareti göstermez.

    27 - ama maalesef, hayatı boyunca arzuladığı bu devasa başarının tadını sadece bir yıl tadacaktır. çünkü ertesi yıl (1881) ölür. tabutunun arkasından 30 bin insan yürür. bu, o zamana kadar rusya'nın tanık olmadığı kadar büyük bir kalabalıktır. ama ufak bir sorun vardır. çoğunluğu devrim yanlısı olan üniversite öğrencileri ayaklarına zincir takıp tabutun arkasından yürümek isterler. amaçları, dostoyevski'nin sibirya'daki cezaevi günlerine atıfta bulunmaktır. çar tatsızlık istemediğinden seve seve (!) bu uğurlamaya razı olur. zaten çar, 13 sadece üç hafta sonra bombalı bir suikast ile katledilir.

    28 - dostoyevski, ülkesinde tanrı muamelesi görürken dünyadaki itibarı psikoloji biliminin gelişmesiyle paralellik göstermiştir. zira bu alanda derinlere inildikçe, aslında dostoyevski'nin yapıtlarının zaten oralarda bir yerde gezintiye çıktığı farkedilmiştir. özellikle freud ve nietzche'nin dostoyevski övgüleri, dünya savaşları nedeniyle tanrı ve insanoğlunun erdeminin sorgulanması, varoluşçuların ve ekspresyonistlerin ortaya çıkışları bu itibarın artmasında hep pozitif etkilerde bulunmuştur. günümüzde ise hemfikir olunan yegane şeylerden biridir dostoyevski. o, romancıların belki en kusursuzu değil, ama şüphesiz en etkileyicisidir. roman tekniğinde çeşitli sorunları vardır; ama insanoğlunu en iyi anlatan da ondan başkası değildir.

    29 - kentler ve gölgeler adlı programdaki dostoyevski bölümü.

    30 - son olarak, onun hayat üstüne kısa bir söyleviyle noktalayalım:

    "dostlar korkmayın hayattan! her şeyden önce hayatı sevmeyi öğrenmemiz gerekir. hayat, bizi çevreleyen dünyada değil, kendi içimizdedir. etrafı insanlarla çevrili bir insan olmak, durum ne olursa olsun hep insan kalmak, zayıf düşmemek, yere yıkılmamak....hayat budur işte! hayatın gerçek manası budur! "
    ....................................................................................

    yararlanılan başlıca kaynaklar:
    - avrupa edebiyatı ve biz: yazan ismail habip, remzi kitabevi, 1940
    - büyük yazarlar : hazırlayan ihsan akay, varlık yayınları, 1959
    - dostoyevski - hayatı ve eserleri: hazırlayan ihsan akay, varlık yayınları, 1959
    - kuşku çağı: yazan virginia woolf, adam yayınları, 1985
    - üç büyük usta (balzac - dickens - dostoyevski): yazan stefan zweig, iş bankası kültür yayınları, 1989
    - 24 başyapıt üzerine konuşmalar: yapı kredi yayınları, 2001
    - rus edebiyatının açılımları: yazan birsen karaca, kavis yayıncılık, 2010
    - bir okur olarak: yazan virginia woolf, alakarga sanat yayınları, 2013

    edit: tolstoy hakkında az bilinenler: #55459218
    (bkz: tolstoy vs. dostoyevski/@kafkaesque)
    (bkz: rus edebiyatı/@kafkaesque)

    edit 2: imla uyarısı için vb nickli yazar arkadaşıma teşekkür ediyorum.

    edit 3: 27. maddede yer alan çar'ın katledilmesi konusundaki bilgi düzeltildi. ilgili düzeltme için nickiyle müsemma bizans adlı yazara teşekkürler.

  • öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler

    hep bilim, mühendislik ve matematik ile ilgili belgeseller paylaşılıyor. ben de bir edebiyat sever olarak edebiyat ile ilgili biyografik belgeseller paylaşayım bari.

    not: edebiyatçılar alfabetik sıraya göre sıralanmıştır. (soyadı değil, ilk adlarına göre)
    not 2: belgeseller üç bölümden oluşuyor. ilk bölümde türk, ikinci bölümde de dünya edebiyatçıları mevcut. son bölümde ise nette türkçesini bulamadığım önemli dünya yazarlarının ingilizce biyografilerini ekledim.
    not 3: istediğiniz belgeseli programsız indirebilmek için linkteki "youtube" kısmının önüne "ss" eklemek kafi. örneğin: "https://www.ssyoutube.com/ " gibi.

    1. bölüm: türk edebiyatı:
    ..................................................
    - abdurrahim karakoç:
    keşke olmasaydı

    - ahmet hamdi tanpınar:
    1- portreler galerisi
    2-şehirler ve yüzler

    - ahmet ümit :
    yazının ustaları

    - aslı erdoğan:
    insan manzaraları

    - attila ilhan :
    1- büyük yolların haydutu
    2-önce şiir vardı
    3- portreler galerisi

    - aziz nesin:
    1 -akıntıya karşı
    2-simurg

    - behçet necatigil:
    1-önce şiir vardı
    2-ayrıntı sandığı
    3- şehirler ve yüzler

    - cahit zarifoğlu:
    1- yedi güzel adam
    2- iz bırakanlar

    - can yücel:
    1- bir yudum insan
    2- şehirler ve yüzler

    - cemal süreya:
    1- portreler galerisi
    2- şiirbaz

    - cemil meriç:
    1- türkiye'nin ruhu cemil meriç
    2- şehirler ve yüzler

    - ece ayhan:
    1-portreler galerisi

    - edip cansever:
    portreler galerisi

    - elif şafak:
    insan manzaraları

    - evliya çelebi:
    kentler ve gölgeler

    - fuzuli:
    fuzuli belgeseli

    - haldun taner
    şehirler ve yüzler

    - halide edip adıvar:
    kentler ve gölgeler

    - halikarnas balıkçısı:
    şehirler ve yüzler

    - hasan ali toptaş:
    büyük umutlar

    - karacaoğlan:
    -ulu ozanlar - trt

    - mehmet akif ersoy:
    trt belgeseli

    - mevlana:
    1- mevlana - aşkın dansı
    2- mevlana ve mevlevilik - tarihin arka odası
    3- mevlana ve şems tebrizi
    4- yabancıların gözünden mevlana

    - murathan mungan:
    insan manzaraları

    - namık kemal:
    1-kentler ve gölgeler
    2-evvel zaman sohbetleri - namık kemal

    - nazım hikmet :
    1-bir yudum insan,
    2-insan manzaraları,
    3-şehirler ve yüzler,
    4-kentler ve gölgeler
    5-nazım hikmet ran

    - necip fazıl kısakürek:
    1- necip fazıl
    2- keşke olmasaydı

    - neyzen tevfik:
    evvel zaman sohbetleri

    - oğuz atay :
    1- kurmaca dünyanın ipliğinde bir koza 1
    2- kurmaca dünyanın ipliğinde bir koza 2

    - orhan kemal:
    1-ayrıntı sandığı
    2-yazının ustaları
    3-şehirler ve yüzler

    - orhan pamuk:
    1- bir yudum insan,
    2-insan manzaraları

    - orhan veli kanık:
    1- şiirbaz
    2-yaşamı ve şiirleriyle orhan veli

    - pir sultan abdal:
    -ulu ozanlar - trt

    - refik halid karay:
    şehirler ve yüzler

    - rıfat ılgaz :
    1- yüzyıllık çınar
    2- bir yudum insan

    - sabahattin ali:
    1- şehirler ve yüzler
    2- sabahattin ali ve kürk mantolu madonna
    3- boş zamanlar

    - sait faik abasıyanık:
    1- portreler galerisi
    2- şehirler ve yüzler

    - sezai karakoç:
    yedi güzel adam

    tevfik fikret :
    1- evvel zaman sohbetleri- tevfik fikret

    - turgut uyar:
    1- şiirbaz
    2- boş zamanlar

    - yahya kemal beyatlı:
    1- ayrıntı sandığı
    2- kentler ve gölgeler

    - yaşar kemal :
    1- bir yudum insan,
    2- insan manzaraları
    3-yaşar kemal'in ardından

    - yunus emre:
    bir veli yunus emre - trt belgeseli

    - yusuf atılgan:
    1- evvel zaman sohbetleri- yusuf atılgan
    2- boş zamanlar - yusuf atılgan
    ...........................................................................................

    2. bölüm : dünya edebiyatı

    - amin maalouf: kentler ve gölgeler - beyrut
    - berthold brecht : kentler ve gölgeler - berlin
    - carlo goldoni: kentler ve gölgeler - venedik
    - dante alleghieri: kentler ve gölgeler - floransa
    - federico garcia lorca: kentler ve gölgeler - granada
    - franz kafka :kentler ve gölgeler- prag
    - fredrich nietzche: kentler ve gölgeler - leipzig
    - fyodor mihailoviç dostoyevski : kentler ve gölgeler - st petesburg
    - george bernard shaw - kentler ve gölgeler - dublin
    - hafız şirazi: kentler ve gölgeler - şiraz
    - hans christian andersen: kentler ve gölgeler - kopenhag
    - ibni haldun: kentler ve gölgeler - tunus
    - ibni rüşd: kentler ve gölgeler - cordoba
    - james joyce :kentler ve gölgeler - dublin
    - jean paul sartre: kentler ve gölgeler - paris
    - karl marx : kentler ve gölgeler - trier
    - konstantinos kavafis: kentler ve gölgeler - iskenderiye
    - maksim gorki: kentler ve gölgeler - tiflis
    - miguel de cervantes: kentler ve gölgeler - madrid
    - nikolay gogol: kentler ve gölgeler - kiev
    - nikos kazancakis: kentler ve gölgeler - girit
    - paul bowles: kentler ve gölgeler - tanca
    - sir arthur conan doyle: kentler ve gölgeler - edinburgh
    .................................................................................

    3. bölüm: ingilizce belgeseller:

    -william shakespeare
    -jane austen
    -bronte kardeşler
    -charles dickens
    -virginia woolf
    -oscar wilde
    -vladimir nabokov
    -lord byron
    -william blake
    -aleksandr soljenitsin
    -edgar allan poe
    -ernest hemingway
    -henrik ibsen
    -j.d. salinger
    -jorge luis borges
    -gabriel garcia marquez
    -lev tolstoy

    edit: not eklendi

  • okunduğunda ufku 2 katına çıkaran ince kitaplar

    sanırım, öncelikle "ince kitap" kavramından ne anladığımızı sorgulamak gerekir. aranızda yaklaşık 600 sayfalık kitapları (diriliş, düşünce tarihi vb) yazan kavram ve matematik yoksunları var *. neyse, asıl konumuza gelelim. bu başlıktaki diğer iki entrymde olduğu gibi, yine 10 kitabı birkaç cümle ile naçizane olarak tanıtmaya çalışacağım. önemli notlar:

    not 1: yalnızca türkçe yazılmış kitaplar listelenmiştir.
    not 2: aylak adam, anayurt oteli, kürk mantolu madonna ve puslu kıtalar atlası gibi onlarca kez yazılmış kitapları ekleme gereği duymadım. anladığım kadarıyla bu kitapları herkes okumuş.
    not 3: üstte de ima ettiğim gibi, bu başlıkta daha önce hiç yazılmamış kitapları listeledim. * *
    not 4: sadece roman değil, şiir dahil birçok farklı türden kitaplar almaya çalıştım. * *
    not 5: üst limit 250 sayfadır ve kitaplar rastgele sıralanmıştır.
    ...................................................................................................................................................

    1 - gece: baştan belirteyim, bu romanın türk edebiyatında bir benzeri yok. ya da daha doğrusu, ben henüz böylesi bir kitap okumadım. biraz postmodern, biraz yeni roman ve biraz da modernist çizgide; ama kesinlikle klasik değil. biraz gerçek, biraz gerçeküstü ve biraz da düş; ama kesinlikle fantastik değil. aslında "roman" olarak bile tanımlanması güç olan bu metnin öyle çok özelliği var ki: çoklu perspektifin kullanım biçimi, romanın her bölümünde değişen dil, giderek belirsizleşen zaman ve mekan, tanımlanamayan muğlak karakterler, kitabın akışına başkaldıran etkileyici dipnotlar ve yapıtın geneline hakim nedensiz gerginlikteki kafkaesk atmosfer... dahası, kitap bittiğinde aklınızda olay anlamında pek bir şey kalmamasına rağmen hissettirdiği müthiş haz... hemen her cümlesi kenara not edilesi şiirsel aforizmalarla dolu bir roman. bu arada, önemli cümleleri not edeyim derken bütün kitabı sil baştan yazmanız ihtimal dahilinde. * *. elbette bir bilge karasu romanı.

    2 - sevgili arsız ölüm: latin amerika diyarlarının edebiyattaki esintilerini taşıyan latife tekin imzalı bir başyapıt. yüzyıllık yalnızlık ve pedro paramo gibi büyülü gerçekçi romanların dilimizdeki en yetkin örneği. kitabın fantastik olaylarla örülü kurgusu, daha önce hiçbir romanda rastlanılmamış bir dille zenginleştirilmiş. halk edebiyatı motiflerinin ve dilinin, bir romana bu derece başarılı bir biçimde sindirilmesine modern türk edebiyatında, yaşar kemal istisna, pek de alışkın değiliz. diğer yandan, kadını ön plana çıkarması bakımından feminist okumalara da açık bir yapıt. dini ve siyasi göndermeleri, çok yönlu okumalara açık olması, fantastik kurgusu ve benzersiz diliyle, bence türk romanının gelmiş geçmiş en iyi eserlerinden biri.

    3 - hakkari'de bir mevsim: sanırım doğuyu anlatan en iyi türkçe romanlardan biri. tanımlanması oldukça zor bir metin. genellikle postmodern olarak addedilir. nitekim kolaj, pastiş, metinlerarasılık, üstkurmaca gibi postmodernizmin olmazsa olmaz unsurlarını taşır. ama bence romanın öne çıkan yanı dilidir. şiirsel ve yer yer epik bir dil kullanılmıştır. ama bu şiirsel dil, yapıtı melodrama düşürme tehlikesi taşımıyor. çünkü pek de rastlanılmayacak bir şekilde realist unsurlarla desteklenen şiirsel bir dil kullanımı var. hatta biraz belgeselvari. zaten bu nedenle, bu roman ile ilgili görüşlerimi kendi başlığında yazarken "şiirsel gerçekçi" diye bir tanımlamada bulunmuştum. sinemanın aksine, edebiyatta bu tanımlamaya uyan pek roman yok * *. hem aforizmaları, hem doğu ile ilgili mükemmel tespitleri ve hem de kurgusuyla ufku iki katına çıkarabilir. bir ferit edgü romanı.

    4 - beyaz kale : istanbul'u ve osmanlı'yı en iyi anlatan romancılardan biri olan orhan pamuk'un postmodernizme tam anlamıyla geçiş yaptığı eseri. kusursuz kurgusu, ince göndermeleri, titiz araştırmaların ürünü olan detayları ve elbette çok katmanlı yapısıyla bir postmodern klasiği. edebiyatta "öteki" kavramı üzerine oturtulmuş en iyi yapıtlardan biri olan * beyaz kale'de orhan pamuk, bu yöntem vesilesiyle doğu-batı sorunsalını irdeliyor. diyalogları ve olay örgüsüyle çoğu orhan pamuk romanının olmazsa olmazı olan "arayış", bu romanın da temel problemidir. sadece muğlak finaliyle bile ufku katlama potansiyeli mevcut.

    5 - bin hüzünlü haz: postmodernizmin türk edebiyatındaki en başarılı örneklerinden biri. bir hasan ali toptaş romanı. kitabı çok farklı biçimde tanımlayabiliriz: binbir gece masalları'nın gölgesinde tekinsiz, karanlık ve belirsizliklerle dolu kafkaesk bir metin *; üstkurmaca ve metinlerarasılık gibi postmodern öğelerin ustalıkla kullanıldığı bir arayış romanı; yazar ve metnin iç içe geçtiği, öykünün akışında kırılmaların olduğu, kronolojik bir zaman algısının olmadığı, hatta somut bir kahramanın bile olmadığı deneysel bir başyapıt; ve hiç şüphesiz, hazmetmesi oldukça zor girift kurgusuyla türk edebiyatının çağdaş klasiklerinden biri.

    6 - göçmüş kediler bahçesi : daha önce farklı entrylerimde de belirttiğim gibi, türk edebiyatının değeri tam anlamıyla bilinmemiş yazarlarından biridir bilge karasu. okurlar nezdinde pek tanınmamasının nedeni malum; karasu'nun okuru eğlendirmek gibi bir derdi ve çok satmak gibi bir amacı yok. yapıtları, genellikle yazarlar ve eleştirmenler içindir; roman ve öykü türlerinin çeşitli evrelerini iyi bilenler içindir; türk dilinin yılmaz savunucuları içindir. işte bu muhteşem öykü kitabı da tüm bu saydıklarımızın kanıtı mahiyetindedir. bu kitap, (özellikle, "usta beni öldürsene" ve "dehlizde giden adam" öyküleri) hem dil oyunları, hem tematik benzerlikleri, hem zamansal açıdan birbirini tamamlayıcılıkları ve hem de klasik öyküye ters yapılarıyla, bence türk ve dünya öykücülüğünün zirve eserlerinden biridir.

    7 - efendilik, şarkiyatçılık, kölelik: türk mitinin 19. yüzyıl entelektüelleri gözünde yansımasını ve gelişimini ele alan bir çalışma. daha doğrusu oryantalizmin devinimini ele alan bir kitap. üstelik edward said'in tüm dünyada büyük yankılar uyandıran "oryantalizm" adlı kitabından bile önce yapılmış bir araştırma. başta victor hugo, gerard de nerval, johann wolfgang von goethe, gustave flaubert ve lord byron gibi döneminin önde gelen edebiyatçıları olmak üzere, doğu ile ilgilenmiş birçok yazarın ve seyyahın türklere ve türkiye'ye dair fikir ve gözlemlerini sunuyor. batılıların türklere bakış açısının gelişimini görmek açısından önemli bir çalışma. bir nevi batılıların oryantalizmle imtihanı mahiyetinde. ülkemizin önde gelen edebiyat eleştirmenlerinden jale parla'nın doktora tez çalışması.

    8 - batı sinemasında türkiye ve türkler - üstteki kitabın sinema versiyonu sayılabilir. dünya sinemasında türk imgesi nasıldır? filmlerde türk tipi nasıl çizilmiştir? batılı yönetmenlerin türkiye'ye bakış açısı nasıldır? bunun gibi birçok soruyu, sinemanın doğuşundan günümüze değin çeşitli örnekler eşliğinde, türk sinemasının belki de en önemli tarihçisi olan giovanni scognamillo'nun benzersiz yorumlarıyla okumak isteyenlere tavsiye edilir. bildiğim kadarıyla bu alandaki tek kitap. ufku katlamayı bırak, uçurur resmen. *

    9 - din ve ideoloji: sosyoloji dendiğinde türkiye'de aklımıza gelen ilk isimlerden olan şerif mardin'in önemli bir yapıtı. din ve ideoloji ekseninde türkiye'nin kısa bir sosyolojik çözümlemesi. hatta mardin, tarihsel ve toplumsal geçmişimizi dinsel bir metodla nasıl ele alabiliriz sorusuna cevaplar aradığı metin. bunun tam tersi de pek ala söylenebilir. yani türkiye'de din olgusuna ideolojik bir yaklaşımın kökeni...bir sosyoloji incelemesini okumayı sıkıcı bulacakları, şerif mardin'in, murat belge ve gündüz vassaf ile birlikte gerçekleştirdiği efsane ntv programını (gerçek orada bir yerde) izlemelerini öneriyorum.

    10 - ırgat'ın türküsü (bütün şiirleri) : hemen hepimizin okuduğu nazım hikmet, attila ilhan ve can yücel gibi şairlere nazaran pek az bilinen ve bence değerinin altına ilgi gören bir şairdir cahit ırgat. kendisi aynı zamanda bir romancı, tiyatrocu, sinema oyuncusu ve yönetmendir. çok yönlü bir kişilik olan cahit ırgat, soyadından da anlaşılacağı gibi * sol çizginin şairidir. zira, döneminin edebiyat çevrelerinde egemen olan orhan veli önderliğindeki bireyi öne çıkaran garip akımı'na sırt çevirerek toplumsal gerçekçiliğe yönelmiştir. işçinin, emeğin ve hatta ekmeğin sesi olmuştur. sonraki akım olan ikinci yeni'ye de pek bulaşmamış ve özgünlüğünü korumuştur. şiirleri orhan veli misali ironik değil liriktir. isyanın, savaş karşıtlığının, özgürlüğün naif ama lirik çığlıklarıdır. bu nedenle benim için okuması daha keyifli bir şairdir. ayrıca bir dönem, ünlü çevirmen ve edebiyat tarihçisi rahmetli mina urgan ile evli kalmıştır. bizimkiler dizisinden tanıdığımız oyuncu zeynep ırgat bu evliliğin meyvesidir. popüler bir şiiri tuncel kurtiz'in eşsiz yorumuyla

    part 1 - #42220195
    part 2 - #47868942