powerbroker10
profili

  • sadece 3 meyve seçme şansı olunsa seçilecekler

    besin değeri açısından bakarsak bir kurnazlık yapıp guava, mango ve berries demek isterim. berries içine blueberry, strawberry, raspberry, blackberry, lingonberry, burberry ve gel beri ya gel beri sktiğimin berberi girerdi.

    fakat kurnazlık yapmadan düşününce lezzet olarak hep en güzelini bulacağımı varsayarak karpuz, muz ve çilek ya da blueberry.

    ama bir taraftan limon diye bir realite var. ayrıca daha önce de yazmıştım botanik açıdan bakarsak domates ve patlıcan da meyve. biber de ha keza.

    patlıcan yemeyince türk mutfağının yarısı gidiyor domatesi dışlasak kalan diğer yarısı gidiyor, limonu çıkarsak dünya mutfağının yüzde onüçü gidiyor( tamamen götümden salladım bu rakamı şu anda) %50 koyun %40 inek %30 keçi ee yüzde 120 yaptı bu. ebenin amı ben şarküteri işletiyorum burada kalkülüs öğretmiyorum ki…neyse

    hadi limonu sitrik asitle bir şekilde aştık diyelim domatesi ne yapacağız?

    netice itibariyle sadece düşüncesi bile beni sıkıntıya. niye durduk yere böyle bir angajmana gireyim neyin taahhüdü bu? hangi motivasyon size böyle başlıklar açtırıyor?

    cevap veriyorum bamya, muz ve patlıcan oldu mu ? alın bu üç sübliminal mesajlı meyveyi ne yaparsanız yapın skicem anketinizi de meyvenizi de.

  • masterchef türkiye

    bugünkü masterchef eleme turunda mehmet şef'in imza tabağına bakınca
    ahtapot ile sucuk ne alaka diye düşündüm. sonra dedim ki bu mehmet şef bunu kesin bir yerlerden kopya çekmiştir. sucuk yerine chorizo koydum, yanına da humus yazdım.

    google search "octopus chorizo hummus"

    ortaya çıkan sonuçlar:

    chef angelo rosso'nun tabağı:

    wild caught octopus | chorizo | salmorejo

    ahtapot, chorizo ve salmorejo. chorizo ispanyolların sucuğa benzer şarküterisi ve domuzdan yapılıyor. ayrıca içindeki belirgin tat paprika (özellikle isli paprika) tadı.

    salmorejo ise aslında soğuk domates çorbası gibi bir şey. domates, ekmek, zeytinyağı ile yapılıyor. mehmet şef ahtapot ile chorizo'nun kullanımından yola çıkmış. türkiye'de chorizo yenmeyeceği için sucuk kullanmış.

    bir diğeri ise wood grilled octopus with merguez, bu tarif de ahtapot, humus, merguez, domates sosu içeriyor. merguez de kuzey afrika usulü bir sucuk/sosis neyse. mantık yine aynı mantık. bu kez tariften merguez gidiyor yerine sucuk geliyor. fakat merguez baharatlarıyla sucuk yine farklı. harissa ile paprika var merguez'de.

    bir başka tarif ise şurada:

    confit octopus, with tomato and hummus. (domatesli ve hummuslu ahtapot konfit)
    burada her ne kadar chorizo yokmuş gibi duruyorsa domates sosunda chorizo var.

    diyeceğim o ki, mehmet şef bu imza tabağını ya da yaratıcılık diye sunduğu yaparken bana kalırsa bu üç tabaktan birinden ya da hepsinden birden esinlenmiş. (ifadeyi yumuşattım)

    genelde gastronomide bir prensip vardır. özellikle yemek ve şarap eşleştirmelerinde kullanılır. aynı bölgeden gelen gıda ile şarap eşleştirilir mesela. ya da aynı bölgede üretilen ürünler birbiriyle uyumlu olur. benim bildiğim kayseri'de kastamonu'da ahtapot yok. veya izmir'de ayvalık'ta da sucuk yapılmıyor.

    bu iki lezzet nasıl oldu da bir araya geldi. mehmet şef nasıl bir gastronomik deha ki bunları bir araya getirmeyi akıl etti (iyi olup olmamalarından bağımsız) diye düşündüm. basit aslında kendisinin akıl ettiği bir şey yok.

    farklı bir şey yapalım diye yola çıkmışlar, ispanya'da portekiz'de yapılan yemeği alıp kopyalamışlar. üstüne de pancar tozu döküyorlar. o da şekil olsun diye o pancar tozunun yemeğe katacağı hiçbir şey yok bana göre. ha bir de sucuk yağını ahtapotun üzerinde getiriyorlar bakır tavayla servis yaparken. aman ne yaratıcılık. o sucuk yağı da yarım dakika içinde donar. kahvaltı yaparken en nefret ettiğim şeylerden biridir. sucuk yağının donması.

    mehmet şef şurada yemeğin tarifini de vermiş. yemeğin adı kraken. kraken de norveççe'de deniz canavarı veya ahtapot demek. fakat tarifi verirken mehmet şef bu bir humus değil nohut ezmesi filan dedi hatta içinde labne peyniri var dedi. ama tarife bakarsanız göreceksiniz ki humus yazmışlar. arkadaşlar bu bir humus değil sadece nohut ezmesi diyor. ama zeytinyağlı, limonlu, sarımsaklı, kimyonlu ve tahinli nohut ezmesi deyince beş yüz yıllık humus humus olmaktan çıkmıyor. "ıf it looks like a duck, swims like a duck, and quacks like a duck, then it probably is a duck". labneye ne gerek var ve yemeğe ne katıyor o da ayrı bir tartışma konusu ama hiç girmeyelim.

    pancar tozu yerine de bence pek ala sumak konulabilir. pancar haşlayıp sirkeyle limonla filan marine edip sonra silpata serip kurutmak bu yemek özelinde bana hiç mantıklı gelmedi. zaten kimsenin de pancar tozu yetişmedi. neden çünkü ya dehidrator kullanacaksın ki o kısa sürede işe yaramaz ya da düşük derecede fırında pişireceksin o da en az 40 dakika ila 3 saati bulur. öncesinde marinasyon filan yapılacaksa mümkün değil o pancarlar kuruyup toz haline gelmez. hazır pancar tozu varsa başka mesele.

    bebek ahtapot bulup bunları sucuk yağında sotelemek duyduğum en saçma fikirlerden birisi. ahtapottan nefret eden ama sucuğu çok seven birine ahtapot yedirmek için yapılmış bir yemek gibi duruyor.

    domates sosu için de santorini usulü diye mehmet şef bir şeyler söyledi. gtünden uydurmadıysa ben hiç santorini usulü domates sosu diye bir şey duymadım. herhalde mehmet şef santorini'de filan bir yerlerde yemek yedi, yunan usulü domates sosunu da biraz hatırladığı kadarıyla yorumladı.

    yemeğin adı norveççe. sosu yunan adası usulü. humus kuzey afrika/ortadoğu mutfağı, ahtapot akdeniz'den, fermante üzüm suyu (şarap) fransa'dan sucuk da orta anadolu'dan geliyor. pancar tozu nereden geliyor nereye gidiyor bilemiyorum ama yemek kopyanın da kopyası gibi olmuş çok kafası karışık bir yemek. sucuk yağında yüzen bir ahtapotun tadı sucuğa benzer. zaten son derece narin bir hayvan. deniz tadı almak varken neden sucuk tadı alalım benim kafam basmadı.

    bence yemeğini şöyle düzeltmelisin. sucuğu komple çıkar ya da en fazla domates sosuna biraz ekle. ahtapotları kömür ateşinde (beyaz şarap, zeytinyağı, sarımsak, paprika ve kırmızı biberle marine ettikten sonra) pişir. bebek roka ve kapariyle süsle. illa mor renkle tabağı süsleyeceksen pancar yerine sumak kullan. domates sosunda da tereyağına ihtiyaç yok bana kalırsa. labne peynire de gerek yoktu onu da zaten tarifte vermemişsin.

  • masterchef türkiye

    akşam akşam zehirlenmeyin diye bir uyarı yapmak istedim. bugün yaratıcılık oyunu için kiraz vermişler yarışmacılara. millet de kirazı elli yerde kullandım diyebilmek için zırvalıyor da zırvalıyor. bir tanesi kiraz saplarından kül elde etmiş etin üzerine koyuyor. eti de kiraz çekirdekleriyle pişirdim ki aroması geçsin diye dedi.

    bunun üzerine mehmet şef kiraz çekirdeğini kırdın mı kiraz çekirdeğini kırarsan mahlep elde edersin filan gibi bir şeyler şaçmaladı.

    neyse ki kırmamış.

    kirazın çekirdeğini yutarsanız da sakat ama pek sıkıntı olmadan dışkıyla atarsınız.

    gelgelelim eğer kiraz çekirdeğini kırıp yemeye kalkarsanız içindeki amigdalin (amygdalin) ortaya çıkar. amygdalin de vücutta siyanür (cyanide) denilen zehre dönüşür. siz siz olun kayısı, elma, şeftali, erik, kiraz, acı badem gibi meyvelerin çekirdeklerini kırıp yemeyin. geberir gidersiniz yemeğinize aroma katayım derken.

    mahlebin yapıldığı ağaç kiraza benzemekle birlikte yöresel olarak yabani kiraz, idris ağacı, kokulu kiraz, endirez, pis ağacı, taş kirazı diye adlandırılan latince prunus mahaleb veya cerasus mahaleb denilen bir başka bitki türü. prunus genus başka mahlep başka.

    bu programı banttan yayınlıyorlar ancak demek ki editör kadrosu da gerizekalılardan müteşekkil olduğundan kimse uyanmadı.

    ne demiş paracelsus “ilacı zehirden ayıran dozudur.” “sola dosis facit venenum”

    ilave bilgi sahibi olmak isterseniz diye kaynak

    zorunlu edit: pek çok sayıda sanıyorum malatyalı hemşehrilerimizden mesaj geliyor. öncelikle mişmiş kayısının diyarı malatya'ya selamlar. ikincisi kamu sağlığını korumak ya da toplumu gıda konusunda bilinçlendirmek gibi bir misyonum yok bunu işin uzmanı botanikçiler, hekimler, türk toksikoloji derneği filan yapsa daha şahane olur bence.

    mesajlar şöyle;

    hocam, normal kayısının çekirdeğinin yenilmesi sıkıntı değil. hudayı denilen bir türü var ve onu yemek zehirlenmeye yol açıyor. zaten onun da çekirdeği aşırı acı olduğundan insan istese de yiyemiyor.

    güzel. peki sıradan bir vatandaş eline kayısı alıp bu hudayı türü mü yoksa zehirli bir başka tür mü nereden bilecek?
    kayısının üzerinde benim çekirdeğimi yiyebilirsin metabolizmana zarar vermez diye yazmıyor ki. ben küçükken eve badem de gelirdi misal bu bademe benzeyen ufak kayısı çekirdekleri gelirdi. ben de yerdim. ama bu kayısı çekirdekleriyle bademi ayrıştıramazdım. sadece tadını yiyince ayrıştırırdım. ve bazen de herhalde badem bayatlamışa yorardım. o kadar kötüydü tadı ve sevmezdim. sonra anladım ki badem başka kayısı çekirdeği başka. kayısı çekirdeğini yememeye başladım. herkese de tavsiye ederim. ya da kimseye tavsiye etmem. o hudayı türü bu allahverdi şu mişmiş bu şekerpare. atıyorum ığdırlılar da kendi kayısılarının çekirdeğinde zehir olmadığı iddiasında bulunabilir. google'a yazın kayısı çekirdeği ve siyanür diye bin tane makale /haber vaka kayısı çekirdeğine bağlı akut siyanür zehirlenmesi, çocuklar için potansiye ve doğal siyanür zehri: kayısı çekirdeği, meyve çekirdekleri zehirli olabilir, günde 20-25 adet kayısı çekirdeği yiyen bir çocukta siyanür zehirlenmesi ve buna bağlı koma tablosuna rastlamak mümkün gibi haberler çıkabiliyor.

    tadının acı gelmesi veya tatlı gelmesi biraz öznel bir konu. bu sakat mantıktan yola çıkarsak bitter tatlardan hoşlanan biri veya acı tada alışık bir insan sıkıntı yok diye siyanür içeren türü yiyip kendini hastanede bulabilir. dediğim gibi ben uzman değilim, bildiğim bir konu da değil. türkiye kayısı çekirdeği üreticileri veya kuruyemişçiler federasyonunu da karşıma almak gibi bir gayem yok. hatta lütfedip bana karışık kuruyemiş yollarlarsa çok sevinirim. (kayısı çekirdeği olmasın içinde mümkünse :)

    bir başka arkadaşımız yazmış. e çocukluğumdan beri yerim ben kayısı çekirdeğinin içini. cidden o da mi zehirli ya?

    benim bir arkadaşım da küçüklüğünden beri sümüğünü yiyor. bir başkası tırnaklarının kenarını yiyor (kaç yaşından beri bilmiyorum) benim bir şeyi yiyor veya biliyor olmamla o maddenin içerdiği zehirli bileşikler arasında maalesef bir korelasyon bulunmuyor. bu konuyu bu kadar uzatmayacaktım ama madem yeri geldi yazmaya devam edelim. vücut bazı zehirlere karşı bağışıklık da geliştirebilir. dediğim gibi uzmanlık alanım değil. ben olsam kayısı çekirdeği yiyorsam çok seviyorsam yemeden yaşayamıyorsam bünyem sürekli kayısı çekirdeği kayısı çekirdeği arıyorsa kayısı çekirdeği yemediğim gün sinirden ellerim titriyor vücudumdan ter filan boşalıyorsa gider bir hekime danışırım. iki konuda bir ben bağımlı mıyım diye? şaka şaka. bunun için doktora gidilir mi hiç belli ki yüzde yüz bağımlısın. ikincisi tükettiğim kayısı zerdali erik ne çekirdeği ise zararlı mı diye. ne kadar tüketmeliyim günde diye. zehiri belirleyen dozdur demiştim hatırlarsanız. loolapalooza effect diye bir şey var. her gün üç tane dört tane atıyorum kayısı çekirdeğini evden çıkarken ağzına atıyorsundur ondan bir şey olmaz. ama bir gün evde yiyecek yoktur oturur 30 tane kayısı çekirdeği yersin ve hakkın rahmetine kavuşursun. ya da senin için aldığın miktar sıkıntı değildir ama çocuğun için problem olabilir. atıyorum (atıyorum lafın gelişi atmıyorum) 75 kg'lık birinin zararlı etkilerini görmesi için günde 703 miligram hidrojen siyanüre ihtiyaç var iken ya da tek bir kiraz çekirdeği yaklaşık 0,17 gram ölümcül siyanür taşırken (çekirdeğin boyutuna göre) vs. vs. kabaca insanlar için vücut ağırlığınızı dikkate alın kg başına yaklaşık 1.5 mg ölümcül doz oluyor. şeftalinin üzerinde fazla durmadım çünkü onun sert çekirdeğini kırıp da içini yiyecek kadar gözü dönmüş olanlar varsa bilemiyorum.

    bir insanı öldürmek için gerekli en az ölümcül doz hidrojen siyanür ortalama 50 mg. daha doğrusu şöyle "studies show that as little as 0.5-3.5 mg cn- per 1 kg of body weight can cause acute cn- poisoning in the average person. " yani ortalama bir insanda kg başına 0.5 mg ila 3.5 mg cn-(siyanür) akut siyanür zehirlenmesine yol açıyor. 70 kg'lık bir insanı ele alalım. günde 35 mg ila 245 mg siyanür tüketmek 70 kg'lık bir vatandaşı indiriyor.

    "kiraz çekirdekleri yaklaşık %3 miktarda amigdalin ihtiva ediyor. bu da vücutta sentezlendiğinde 0.17% hcn hidrojen siyanür ortaya çıkıyor. yani buradan yola çıkarsak 50 mg siyanür için yaklaşık 30 (29.4 gram) kiraz çekirdeği x 0,17% hcn =50 mg siyanür gerekiyor. bir kiraz çekirdeği yaklaşık 1 gram olsa 30 kiraz çekirdeğini kırıp yerseniz teorik olarak geberip gidiyorsunuz. da manyak mısınız kardeşim?? (bu hesabı gözden geçirmem lazım emin olamadım)

    malatyalı yurttaşlarımdan özür diliyorum yine kiraz mevzusuna girdim. gerçi malatya'nın kirazı da meşhurdur.
    bir kırmızı kiraz bir gramda 3.9 mg amigdalin içerirken, siyah kirazın yoğunluğu daha az bir gramda 2.7 mg amigdalin ihtiva ediyor. öte yandan morello cherry dedikleri (cerasus prunus) sour cherry (sanırım biz buna vişne diyoruz) gramında 65 mg amigdalin oluyor. bu amigdalin denilen bileşiği vücut hidrojen cyanide'a çeviriyor. tüketilen miktara bağlı olarak 0.01-1,1 mg siyanür üretiyor. dolayısıyla 3-4 morello cherry (vişne) çekirdeği veya 7-9 kırmızı/siyah kiraz çekirdeği siyanür zehirlenmesine yol açabiliyor.

    kayısı çekirdeği ile ilgili konuya gelince ben işin içinden çıkamadım. bazı kaynaklara göre erişkinlerin günlük tüketimi 0,37 gramı aşmamalı deniyor. bu da yaklaşık 1-2 küçük kayısı çekirdeği yapıyor. çocuklar için hiç tavsiye edilmiyor. ayrıca acı veya tatlı ayırımı da yok.

    irlanda'nın gıda güvenliği otoritesinin bir çalışmasında siyanür zehirlenmesi riskine karşı kayısı çekirdeği yenilmemesi öneriliyor.

    haydi irlanda'lılara güvenmiyorsunuz türklerin de yaptığı araştırma var.

    dediğim gibi bana kalırsa ben ağzıma sürmem. ama madem yemeden duramıyorsunuz gidin bir tıbbi görüş daha alın benim tırnak içinde "uydurmasyon fikirlerimle" bağlı kalmayın.

    bir başka arkadaşımız: hocam 26 yaşındayım kendimi bildim bileli kirazın çekirdeğini yutarım. ayrıca kayısı çekirdeklerini kuruturuz kırıp yeriz. yaşlılarımız da ailede bunu yapıyordu. kayısı çekirdeği kurutulunca etkisi geçiyordur belki...

    belki geçiyordur. belki de geçmiyordur. kiraz çekirdeğinin ağzında çiğneyip yutmuyorsanız büyük problem yok. ha yine boğulma veya kolonlarda sıkıntı yaşayabilirsiniz. ama bir insan niye kiraz çekirdeğini yutar diye de merak etmiyor değilim.

    belki de bağışıklık kazanmışsınızdır az dozda tüketerek diyeceğim ama bildiğim kadarıyla siyanüre bağışıklık kazanmak diye bir şey yok. arsenik olsa, yılan zehri filan olsa başka tür zehirler olsa anlarım da siyanür için vücut (yanılıyor olabilirim) bağışıklık kazanmıyor.

    en güzeli her şeyi kararında tüketmek sanırım.

    fakat yeri gelmişken masterchef yapımcılarını tekrar uyarayım. bu yaratıcılık oyunlarında armudun sapını üzümün çöpünü elmanın çekirdeğini kullanacağım da yaratıcı olacağım diye kastıran yarışmacılara dikkat etsinler. özellikle şu ürünlerin kullanımıyla ilgili sıkıntı oluşabilir;

    - kiraz çekirdeği, elma çekirdeği, şeftali, erik vs.

    - hint cevizi (nutmeg) (10 gramı bile zehirlemeye yeter)

    - çiğ meksika fasulyesi (lectin içerir yemeden önce haşlamak lazım)

    -ışkın (rhubarb) yaprakları...bizim ülkede pek fazla denk gelmedim ama bulursunuz yerel ürün filan diye verirsiniz ben yapraklarını da kullandım der elemanın biri yaratıcı olacağım diye. oxalic acid var yapraklarında.

    - mantarlar

    - yıldız meyvesi (bunu da arada veriyorsunuz tropik meyve hesabı böbrek rahatsızlığı olanlar için zararlı)

    - çiğ cashew fıstıkları (kabuklu almayın, kavurmadan kullanmayın)

    - mango (özellikle zehirli sarmaşık alerjisi olanlarda...zehirli sarmaşık, mango, cashew hepsinde urushiol diye bir madde var bu da alerjik reaksiyona ve deride döküntüye yol açar)

  • masterchef türkiye

    mehmet şef senin yapacağın tabağın ben elementlerini skeyim.

    içindekiler: (elementler!!) 40 element varmış sayamadım hepsini ama bir kısmı şunlar
    bıldırcın yumurtası
    ikura (somon yumurtası)
    hindiba
    mascarpone peyniri
    sarımsak
    patates
    pastırma
    havuç (sapı üzerinde olacak)
    nar
    limon
    lime
    kuzu kulağı
    mandalina
    hindiba
    lollo rosso
    salatalık (yarım)
    yumurta (bildiğimiz)
    kaşık marul
    yedikule marul
    endivyen
    turp
    kırmızı soğan
    esmer şeker
    kuşkonmaz
    kars gravyeri
    quinoa
    yenilebilir çiçekler
    zeytinyağı
    buz
    bal
    tuz
    sirke?
    karabiber?
    hardal?

    kullanılan aletler:
    tava en az dört adet/ ocak
    mangal- mangal kömürü
    mixer - el blenderi-
    pürmüz
    fırın
    kettle
    kaşık-çatal

    soğanı esmer şekerle karamelize et
    patates haşla
    pürmüzle eritilmiş kars gravyeriyle kuşkonmaz hazırla
    pastırma çıtırı ya da kıtırı veya toprağı (ne boksa) mangal+ robottan çek
    blanch edilmiş sebzeler (kaynar suda haşla buza yatır)
    quinoa haşla -tatlandır
    mascarpone köpüğü (sarımsaklı)
    sos (yağsız mayonez ne bok demekse- yumurta sarısı- mandalina sık- bal vs)
    bıldırcın yumurtası haşla
    nar ayıkla
    hindiba mangalda kızart

    bütün bunları altı üstü bir salata için yap. sonra israfı önlemeden, sürdürülebilirlikten bahset.

    bu ürünlerin tedariki nasıl olacak, nasıl standardı sağlanacak?
    bu tabak kaça mal edilecek, kaça satılacak?
    (sırf mascarpone 40 tl eder ben sana söyleyim) ikura pastırma kars gravyeri kuşkonmaz?
    bu bir entrée yani başlangıç tabağı olacaksa ve atıyorum 150 tl'ye satacaksan diğer yemekler kaç para olacak?
    bunun ne kadarı atık olacak?

    tabağın ismi de sosyete manavı salatası olsun bari. manavdan başka hiçbir restoran yapamaz çünkü bu saçma sapan tabağı. gerçi manavın bir de mandırasının olması gerekiyor.

    mehmet şefim senin kafan bayağı karışmış, acilen kendini toparlaman gerekiyor, buralar artık hata yapılacak yerler değil.

  • geceye bir nazım hikmet dizesi bırak

    dize veya mısra, manzum yazıların (şiir) her bir satırına verilen isimdir. genelde belli bir vezne (ölçü) göre düzenlenir; fakat ölçüsü olmak zorunda değildir. bütün şiirler mısralar halinde düzenlenir. bu yönüyle en küçük nazım birimidir denilebilir. nazım hikmet dizesinin nazım veya nazım (büyük harfle) birimi olması gerekiyor mına koduklarım.

    adam ya da kadın başlığı “geceye bir nazım hikmet şiiri bırak” ya da bir “nazım hikmet dörtlüğü” ya da “nazım hikmet şiiri kıtası bırak” diye mi açmış? hayır.

    okuduğunuzu mu anlamıyorsunuz yoksa bildiğinizi mi okuyorsunuz ya da dizenin ne olduğunu mu bilmiyorsunuz?

    söylesem tesiri yok, sussam...
    susmuyon ki keşke sussan..
    haayır, sussam gönül razı değil olacaktı
    dinlesem tesiri yok, duysam skimde değil
    oldu mu bu şimdi?
    ben oldu diye bir şey söylemedim.

    geceye bir sik bırak başlıklarını görmekten de gına geldi bana. her gün başka bir sik...bir gün de geceyi rahat bırakın be kardeşim.

    niye bu kadar sinirlendim durduk yerde ben de bilmiyorum. sizin ben yapacağınız işi skeyim be arkadaş! dize diyor eleman dize. yaz satırını sktir git işte mission completed daha neyi zorluyorsun? herife dize bırak diyorsun yazdığı şiirin boyu dizime geliyor utanmasa kuvay-ı milliye destanını buraya kopyalayıp yapıştıracak pezevenk.

    hayır arkadaş, ekşisözlüğü kullanabiliyorsam eğer ki şekil1a'da görüldüğü üzere kullanabiliyorum, bu demektir ki o zaman google'a da erişimim vardır.

    yani offline bir iletişim platformu değil ki bu dinini imanını sktiğimin ekşi sözlüğü. yani ekşi sözlüğüm varsa google'ım da var. yani ben de nazım hikmet ran, run nazım run yazıp kendimi şanslı hissediyorum butonuna basıp ben de nazım hikmet şiirler antolojisine ulaşabilirim. biraz da zorlasam nazım hikmet en güzel şiirleri, nazım hikmet en güzel sözleri, nazım hikmet en güzel aşk şiirleri diye daha kapsamlı bir search'le sizin buraya söz diye dizdiğiniz mısraların tillahına ulaşır, aklınızı alırım. zor bir şey değil, eli klavye tutan her delikanlı da benimle aynı konumda. toplam fayda ne o zaman? sıfır.

    böyle yapınca düşüyor mu onu da merak ediyorum gerçi. ya da amaç ne? geceye bir nöbetçi eczane ya da 24 saat açık işkembeci paket servis veteriner telefonu filan bırak denilse amenna. geceye bir uykuya dalma yöntemi bırak diye başlık açılsa yattığım yerden ben de kalkayım ayakta alkışlayayım. fakat bu eziyet nedir kardeşim? bu tarz başlıkları açanlar ne yapmak nereye varmak istemektedir?

    neyse başlığın hakkını verelim bari.

    saat 2.30.

  • odtü'de said nursi'li mezuniyet pankartı

    said nursili pankart denilmiş. ama pankartta

    sayyid qutb, hasan al-banna ve muhammad morsi’nin resimleri ile hasan al banna’nın bir sözü yer alıyor.

    kim bunlar? muslim brotherhood yani müslüman kardeşler hareketinin kurucu ve savunucuları. yusuf al qaradawi’yi unutmuş gençler. hareketin asıl ideolojik liderini yani.

    ama said-i nursi yok. sayyid var, mursi var. said-i nursi yok. başlığı açan herhalde hepsi aynı b.kun laciverdi nasıl olsa diye düşündü. haksız da sayılmaz. al birini vur ötekine.

    odtü’de herşey çok güzel oldu pankartı yanılmıyorsam yasaklanmış. mankafa bir rektörü var şimdi odtü’nün verşan kök diye. odtü’ye yakışmıyor. her neyse bu benim görüşüm.

    fakat şöyle bir reel politik de var gençler. cımhurbaşkanımız da ihvan siyasetini köküne kadar savunuyor. rabia, dört parmak, sisi’ye atarlanmak, katar’la aşırı samimi ilişkiler, libya ile düşmanlık, israil ile ters düşmek, morsi için gıyaben kılınan cenaze namazları, suudi arabistan’la papaz olmak, mısır’la ilişkilerin bozulması falan filan hepsi bunların ihvancı siyasetin sonucu.

    dolayısıyla pankartı açan gençler kendilerince cımhırbaşkanım bizi de gör diyen tayfa. çok şaşırtıcı bir durum yok yani. imam osurursa cemaat sıçar modeli gerçekleşmiş. pankart bir nevi cv işlevi görür.

    *hello brother from #newzealand to all over the world diye de bir başka pankart var iki türbanlı hanım kızımızın taşıdığı. hello brother da yeni zelanda’da cuma namazı sırasında el nur camii’ne düzenlenen terör saldırısının ilk şehidi davud nabi’nin son sözleriymiş.

    bu kardeşlerimiz iş bulurlar, makam mevki sahibi olurlar.

    “bu diploma adama, kişiye, kişilere, gruplara, cemaatlere, vakıflara, derneklere hizmet için kullanılmayacaktır” pankartı açan elektrik-elektronik mezunu kardeşlerim ise direkt beyin göçü.

    edit: soldaki pankartı taşıyan elemanın elinde de said-i nursi’nin sözü varmış, dikkatli gözlerden kaçmamış. benim gözümden kaçmış. çok sayıda uyarı geldi. çok özür dilerim, ben pankarta odaklanmışım elde taşınanı görmedim. bu da benim mallığım kusura bakmayın. başlığı açan arkadaşı eleştirmek için yazmadım zaten bu entry’i umarım anlaşılmıştır. tam tersi.

    dediğim gibi al birini vur ötekine. odtü mezunu olarak bunları görünce insan üzülüyor. yani bir insan tarikat mensubu olarak odtü’ye girebilir belki ama mezun olurken hala tarikat pankartı açıyorsa said-i nursi’yi övüyorsa burada üniversite yönetiminin ciddi bir şekilde düşünmesi lazım. demek ki üniversite kendisinden beklenen zihinsel transformasyonu gerçekleştiremiyor.

    üzücü olan şu ki zaten bilgi toplumu olarak yarıştığımız (veya yarıştığımızı sandığımız desek daha doğru) toplumların hayli gerisindeyiz. arayı kapatmamız için bize elli yıl verseler dahi toparlamamız pek mümkün gözükmüyor. hala buna rağmen bir tarafta “her şey çok güzel olacak” geyikleriyle öbür tarafta şeyhlerin müridi olan tarikatçı zihniyetle, ihvan siyasetiyle, fetö dalkavukluğuyla veya içi boş milliyetçilikle bir yerlere nasıl geleceğiz çok merak ediyorum. burnumuz iyice sürtülmeden böylesi bir olasılık imkan dahilinde gözükmüyor. hatamı gösteren arkadaşlara teşekkürler.

  • yazarların favori içki meze ikilisi

    ouzo güneşte kurutulmuş ahtapot götü

  • 1 şubat 2018 efes boykotu

    efes boykotu hakkında bilgi vermek için girdim. benim açımdan çok problem değil dedim zira efes pilsen'i bira olarak oldum olası sevmem. sonra dedim ki, sadece efes pilsen'in kendisi önemli değil başka ürünleri de var asıl onları da boykot etmek lazım. bu ürünleri de alt alta yazalım.

    anadolu grubu bünyesindeki yerli biralar
    -efes pilsen ve türevleri , yüksek alkollü efes xtra vs.
    -bomonti ve türevleri (bomonti filtresiz güzel bira bence)
    -marmara serisi

    anadolu grubu bünyesindeki yabancı biralar
    -miller genuine draft
    -beck's
    -velcopopovicky kozel
    -grolsch (severim aslında yazık oldu)
    -amsterdam navigator
    -duvel (severim aslında yazık oldu)
    -peroni nastro azzurro (severim aslında buna da yazık oldu)
    -samuel adams boston lager
    -erdinger

    şimdi gelelim diğer mevzuya. asıl bununla da kalmaması lazım boykotun bir anlam ifade etmesi için bira grubu yanında anadolu grubu'nun altında başka sektörler ve bu sektörde markalar da var.

    meşrubat grubunda- coca - cola ve türevleri, fanta, sprite, schveppes, sensun, cappy, minute maid, pico, fuse tea, burn, poverade, gladiator, damla, bonaqua, arva, monster energy, kinley, rani, doğadan gibi markalar var.

    migros grubu- migros ve macromarket

    otomotiv grubu- ısuzu (ticari araçlar), kia (binek otomobil), antor ve lombardini - endüstriyel motorlar, honda güç ürünleri, antrac çapa makineleri, ls, landını ve solıs - traktör, denizde honda marine

    perakende- adel kalemcilik, faber castell, mcdonald's, efestur

    gayrimenkul- and gayrimenkul, and kozyatağı, and pastel konut projeleri

    boykotun kapsamına dahil edilmesi gereken konular bunlar.

    bunları yazdıktan sonra, pek de boykotunuza eşlik edemeyeceğimi fark ettim. çünkü bazı markaları kullanmadan yapamıyorum, mutlak surette antrac çapa makinelerine ihtiyacım var mesela, ya da elimde değil tüm birikimimle sürekli and kozyatağı projesinden ev alıyorum. şaka tabii ki bunlar değil. haydi mcdonalds yerine burger king'e gideyim, cola yerine pepsi içeyim, miller içmeyeyim de corona içeyim misal veya efes yerine tuborg içeyim. amaç ne? neyi protesto ediyor olmuş olacağım. derdim ne?

    evde bira da yapmıyorum. düşündüm biraz ama yapmıyorum. yapan arkadaşlarım var onlar adına protesto edeyim. etmesine de. asıl mesele anadolu grubu'nu tuncay özilhan'ı mı protesto etmek. böylece zindanlarda kendi biramızı yapıp rahatlayacak mıyız? veya etil alkol istifleyip anason esansı koyup üzerine kendi rakımızı içince dertlerimizi mi unutacağız?

    asıl meselenin özünü kaçırdığımız için ve toplum olarak birlikte hareket etmeyi öğrenemediğimiz için ve hepimiz kendi g.tümüzü kurtarmanın peşine düşüp kollektif bilinçle hareket edemediğimiz için başımız dertten kurtulmuyor. istediğimiz hayatı da bu ülkede yaşayamıyoruz, dayatılanları yaşıyoruz.

    türkiye'de hayvan gibi alkol tüketilir, hatta bir zamanlar istatistik verilirdi en çok içki tüketilen yer konya diye, buna rağmen hepimiz içmiyormuş gibi yaparız, biz alkol tüketmiyormuşuz gibi yaparız.

    asıl konuya odaklanırsak bence müşkül hallolur, yani odaklanabilirsek ve en azından kendimize dürüst olursak. asıl mesele ne? veya anadolu grubu başkanı'nın halkla ilişkiler faciası ve dönüp kendi şirketler grubunu bir bumerang gibi vuracak açıklamasının nedeni ne?

    ben şöyle akıl yürütüyorum. ilk baktığında cirosunun düşmesi. tekrar baktığımızda aslında grubun cirosu diğer ülkelerde düşmüyor, 70 ülkede satış gerçekleştiren, avrupa'nın 6'ıncı dünyanın 12. büyük bira üretim, dağıtım, satış şirketi. aslında bu başarısıyla iftihar etmemiz gereken, ihracat yapan, türkiye dış ticaretine faydalı olan, dış ticaret açığını gidermeye yardımcı olan bir firma. düşünürsen arpa, şerbetçiotu, su, şeker (bu şeker mevzuu orospu çocukluğu ama bu noktada girmeyelim), kaynat şişele sat, katma değer. güzel de bir sektör. başarılı da. ben efes'i beğenmiyorum ama özellikle doğu bloku ülkelerinde hastasını çok gördüm. marka değeri de var. sosyal projeleri de olan bir grup. şimdi bunu cezalandırmaya kalkıyoruz boykotla. fakat asıl dert ettiğimiz şey ne?

    anadolu grubu'nun cirosu türkiye'de neden düşüyor? çünkü insanlar türkiye'de home brevery denen mevzuyu home brev kitleri filan keşfetti, kendi biralarını evde yapmaya başladı.

    bira satışlarında yüzde 5.7 düşüş yaşayan anadolu grubu'nun yönetim kurulu başkanı tuncay özilhan, evde yapılan biranın vergide kayba neden olduğunu belirtirken 'durumu yetkililerle paylaştığını' söylemiş.

    tuncay özilhan kusura bakmasın ya biraz salaklık var, ya da danışmanları bunu yanlış yönlendirmiş. nasrettin hoca'nın bir fıkrası vardı, hoca, bir gün yüzüğünü kaybetmiş. aramış, aramış bulamamış. canı sıkılmış, sokağa çıkmış.orada da sağa sola bakınmaya başlamış. yoldan geçen komşusu durup sormuş.
    -ne arıyorsun hocam?
    -evde yüzüğümü kaybettim onu arıyorum.
    -ilahi hoca, öyleyse neden burada arıyorsun?!
    -eee!! içerisi pek karanlık da.

    tuncay özilhan'a da ben kusura bakmazsa ilahi hoca diyeceğim, satışları kaybettiğin yerde aramıyorsun da evde yapılan biralarda arıyorsun.

    önce asıl meseleyi anlatayım, sonra tuncay bey'in yaptığı yanlışlara ve dünyada textbook pr hatası olarak okutulabilecek saçmalığına değineyim. ya da ara ara ikisine birden değineyim.

    tuncay özilhan'ın bira satışları azalıyor, devlet de vergi gelirinden oluyor, o yüzden evdeki bira üreticilerini vergilendirelim demesinin temelde mantık olarak geçtiğimiz sene mcdonald'sın satışları düştü evde köfte ekmek yapanları vergilendirelim demesinden en ufak bir farkı yok. hatta bira mevzusu daha büyük saçmalık çünkü o kadar evine bira kiti alıp bira imal edecek, o külfetlere (maddi, manevi, işçilik) katlanacak adam yok türkiye'de.

    türkiye'deki satışların yüzde 5.7 gerilemesi neden mütevellit? türkiye bira sektörüne iki büyük şirket hâkim bunlardan bir tanesi bizim tuncay'ın yönettiği anadolu efes biracılık ve malt sanayi a.ş. (efes) ve diğeri de türk tuborg bira ve malt sanayii a.ş. (tuborg). bira pazarının %99'unu elinde tutan bu iki şirketin türkiye'de altı fabrikası var. türk tuborg'un ise kurucusu yaşar grubuydu, sonra bunlar sürekli artan vergiler yüzünden şirketi danimarkalılara 2001 yılında carlsberg breveries'e sattılar. carlsberg de aynı gerekçeyle hisselerini 2008 yılında cbc group kuruluşu israel beer breweries limited'e devretti. carlsberg 220 milyon dolara yakın yatırım yaptı, sonunda hisselerini 80 milyon dolara satıp çıktı, 2001 yılından beri de sürekli her bilanço döneminde paso zarar etti. satın alan cbc group da sonradan artan vergilere faaliyet raporunda isyan etti ve “şirket 2003 yılından bu yana çok zor koşullarda rekabet etmeye çalışıyor” dedi. cbc grup nereli? israilli. allah allah.

    hayret neden 2003 yılından bu yana şirket zor şartlarda çalışıyor. yani 2002-2003 senelerinde ne olmuştu? aklınıza bir şey geliyor mu? iktidar filan mı değişti yoksa, en basit deyimiyle islami hassasiyetleri olan ak parti mi iktidara gelmişti? cbc group, israilli. anadolu grup? ak partili değil. dolayısıyla ak parti'nin bunların sattıkları ve piyasanın yüzde 99'unu elinde bulundurdukları ürünlerdeki vergi, kdv, ötv yükünün yüksek olması umrunda bile değil.

    nitekim bir bakalım durum neymiş?

    tuncay vergi yükümü azalt demek yerine, sektörü büyütecek alternatifleri artıracak hatta kendi satışlarını da dolaylı doğrudan artıracak asıl bira tüketicisinin önünü kesmeye, onların yükünü artırmak yoluyla kendine devletten koruma sağlamaya çalışıyor. toplumun nasıl ters tepki verebileceğini düşünmeden. ben gerçekten böyle ahmaklığı az gördüm. ahmaklık kelimesi için özür dilerim biraz ağır kaçmış olabilir, ama ben ahmaklığı şöyle tanımlıyorum, kendisine zarar verecek hareketleri kendisi bilerek yapan insan benim gözümde ahmaktır.

    ne diyorduk, israilli şirket de 2010 yılında yapılan ötv zamlarına isyan etti. “2003 yılı ocak ayından itibaren yapılmaya başlanan yüksek ötv zamları sonucunda, türk tuborg çok zor koşullar altında rekabet etmeye devam etmektedir. avrupa’daki benzerlerine göre oldukça yüksek oranlarda seyreden ötv’deki son artış 31 aralık 2009 tarihinde gerçekleştirilmiş ve türkiye’de litrede yüzde 5 alkol seviyesinde 1 hektolitre biranın ötv’si 175 tl’ye yükselmiştir. bu durumda ödenen ötv, almanya’nın 9 katı ve ispanya’nın 8 katı olarak gerçekleşmektedir” değerlendirmesini yaptı.

    anadolu grubu veya efes açısından bir durum değerlendirmesi yapmadan önce günümüzdeki bu vergi yükü ne civarda ona bakalım.

    -7,50?’lik birada vergi 4.50?
    -10?’lik sigarada vergi 8,16?
    diğer bir deyişle, 4 bira 1 paket sigara alsanız ödeyeceğiniz 40?’nin 26,16?’si vergiye gidiyor.

    bir 70'lik rakı,
    aracı karı dahil: 28,45 tl, ötv: 53,95 tl, kdv: 14,82 tl, toplam vergi: 68,77 tl
    satış fiyatı: 97,2 tl.

    biri yazmıştı, 98.2 tl'ya satılan yeni rakının 68.77 tl'sı vergi, devlet resmen bizle oturup rakı içiyor, hesabı ödemeden kaçıyor diye. durum birada da pek farklı değil.

    aracı kârı dahil fiyat: 3,00 tl, ötv: 3,35 tl, kdv: 1,15 tl, toplam vergi 4,50 tl
    biranın satış fiyatı: 7,50 tl

    yani malın fiyatı 3 tl, devlete verilen 4,5 tl. diğer bir deyişle her bira içtiğinde 1,5 birayı da devlete ısmarlıyorsun. niye ? çünkü devlet ağzıyla içmiyor.

    bir de rakı- bira açısından şöyle bir mevzu söz konusu. bir 70'lik rakının satış fiyatındaki
    vergi oranı %70, rakının alkol oranı %45, bir şişe biranın satış fiyatındaki vergi oranı %60
    biranın alkol oranı ise değişmekle birlikte %3,5-8 arasında değiştiğini söyleyebiliriz. aslında bira içtikçe içme suyuna korkunç vergi ödüyoruz da diyebiliriz bu anlamda.

    bu yazdığım sadece işin vergi boyutu.

    gene tuncay geldi aklıma, önerdiği aklın, sütaş ayranlarının sahibinin cirom düşüyor evde yoğurt yapmaya ayran çalkalamaya vergi getirilsin demekten ne farkı var? aynı mantığı devlet turizm gelirleri düşerken yurtdışı çıkış harçlarına, pasaport harçlarına zam getirirken de göstermişti. turizm geliri düşüyor, terörden, istikrarsızlıktan, türkiye'nin içine doluşturulan suriyelilerden, araplardan, şundan bundan neyse ülkeye yabancı turist gelmiyor, almanlar rezervasyon iptal ediyor, ruslarla kriz olduğundan turizmlerini başka ülkelere kaydırıyorlar, israil-ingiliz-abd ülkeni riskli ülkeler sınıflarına soktuğundan oralardan da ne turist ne gelir geliyor, nasıl çözelim bu durumu? türk vatandaşlarının yurtdışı çıkış harçlarını artıralım böylece yurtdışına az giderler yerli turizm canlanır. ilginç bir mantık ve kafa yapısı. daha önce iphone fiyatları ile ilgili bir entry'de detaylı yazmıştım. ülkeye giren 1.000 tl'ya satılan telefonun 623 tl'si vergiye gidiyor. otomobilde yine korkunç bir durum söz konusu.

    ya da şöyle anlatalım esprili bir şekilde. gidip 75 cl'lik bir şişe bira alıyorsun. her bira aldığında maliye bakanlığından bir vergi memuru elinden birayı alıp kafasına dikiyor ve 45 cl'sini içiyor, senin elinde 30 cl'lik bira kalıyor. bira almaya ne kadar devam edersin?

    her neyse. dediğim gibi vergi nedeniyle meydana gelen hayvani fiyat artışları neticesinde ve yukarıda belirttiğim şirketlerin faaliyet raporlarında da değinilen vergi ve dolayısıyla fiyat artışları neticesinde satışların gerilediği verilerine rağmen, bunun böyle olmadığını düşünelim.

    efes'in satışlarındaki düşüşü açıklamak için başka realiteleri ortaya koyamaz mıyız yine de?

    - örneğin turist rakamlarındaki düşüş ciro düşüşünde rol oynamış olamaz mı?
    - turist sayısının düşüşü kadar turist kompozisyonunun yukarıda değindiğim nedenlerden ötürü değişmesi, yani türkiye'ye islamcı nihat gibi arap turistlerin, nargileci arapların, katarlı tatlıcı tombakçıların akın etmesi, bunun yanında rusya krizi nedeniyle bir oturuşta 7 şişe bira, 12 shot vodka içen rusların gelmemesi, eyyy merkel sen kimsin dememiz ve sultanahmet'te bombayla havaya uçan alman turistler, göçmen krizleri nedeniyle bir oturuşta 17 şişe bira içen almanların, marmaris'te fethiye'de sıcağın alnında sabahtan oturup bir manchester derbisinde 10 tane bira gömen ingilizlerin gelmelelerinin etkisi olamaz mı? mesela diyorum. çünkü bir ara ülkeye gelen avrupalı turist sayısı yüzde 28, rus turist sayısı yüzde 87 oranında gerilemişti. hala o durumun olumsuz etkileri yok mu?

    - yine mesela, senin satışlarının düştüğü dönemde pazar payını tuborg'a kaptırmış olamaz mısın? yani onun satışları senin satışların pahasına artmış olamaz mı? ki pazar payına baktığımızda iki firmanın başat rolü oynadığı neredeyse oligopol piyasasında 2010 yılında yüzde 91,7'ler düzeyindeki pazar payın 2015 senesine kadar sürekli azalarak yüzde 70'lerin altına gerilediğini de görüyoruz.

    - yine bu yukarıda bahsettiğim dönemler içerisinde reklam yasaklarının gelmiş olması satışı azaltmış olamaz mı?

    - yine dediğim dönem içerisinde rakibin tuborg farklı markaları piyasaya sürüp, ürün gamını geliştirirken senin çekingen davranmanın pazar payının kaybında etkisi yok mu?

    - yine bira ve rakıya özellikle yüksek oranda gelen zamların, tüketici tercihlerini değiştirmesi tüketicilerin göreli daha düşük vergi ve fiyattaki vodka, viski veya benzer ikame alkollü ürünlere yönelmesi satışlarında rol oynamış olabilir mi?

    - yine ülkede siyasi gerilimin, gezi olayları sonrası, terör eylemleri sonrası, 15 temmuz sonrası, ekonomik krizlerin sonrasında artmasının, sosyal yaşantıya olumsuz etkisi, insanların dışarıya çıkıp eğlenme, içki içme veya restoranlarda yemek yeme, publarda takılma, arkadaşlarıyla çıkıp kafa dağıtma şu bu bin tane sosyal alışkanlığını değiştirmesi, bunun neticesinde evlere kapanmanın etkisi olamaz mı, siyasal islam retoriğinin ön plana çıkmasıyla insanların birahaneler yerine nargile cafelere gitmeleri, starbuckslara gitmeleri, bira yerine çay, rakı yerine kahve içmeyi tercihlerinin olumsuz etkisi söz konusu olamaz mı?

    - yerel düzeyde belediyelerin baskılarıyla bir çok mekanın kapatılması veya içki ruhsatlarının yenilenmemesi,

    - reklam yasakları,

    - festival sponsorlukları yasakları

    - saat 22:00'den sonra içki satış yasağı

    - butik bira üreten firmaların piyasaya girmesi vs.

    bunların da hiç satışların düşüşünde etkisi yok. ama evde home brevery kitiyle bira yapanlar yüzünden mi satışlarınız geriledi?

    o zaman yarın türkiye escortlar birliği federasyonu başkanı (öyle bir federasyon var mı bilmiyorum) da çıkıp arkadaşlar evlerde seks faaliyetleri arttı, millet kendi karısını düdüklemeye başladı bizim de ciromuz düşmeye başladı, lütfen evdeki pompişlerden de vergi alınsın diyebilir ona da kızmaya hiçbirimizin hakkı yok.

    bira, rakı almayıp evde kendimiz üretsek, damıtsak, sigara almayıp kendimiz tütün sarsak, milli piyango almayıp kendi aramızda kumar oynasak siyasal islam çöker, bırakın imam maaşlarını, memur maaşlarını ödeyemez hükümet diye yazmış twitter'da birisi haksız sayılmaz.

    son olarak pr ve bu işlerin efes pilsen marka algısında yarattığı tahribata gelirsek. bir ceo veya yönetim kurulu başkanı her neyse uğraşsa kendi markasına bu kadar zarar verebilir mi bilmiyorum. bunun sonucunda şirketinin hatta şirketlerinin pazar payının daha da düştüğünü, cironun da azaldığını göreceksin muhtemelen. sonra dönüp yine iğneyi kendine çuvaldızı başkalarına batırmak yerine hükümete yalvarıp yahu şu evde bira üretimi yapanlar iyice gemi azıya aldılar, cirom eriyor da eriyor diyebilirsin. tabii önümüzdeki dönemde bu sanayicilerin hükümeti eleştirmeyeyim ki bana dokunmasın da ayakta kalabileyim tavrıyla hala ayakta kalmayı başarabilirseniz.

    bu arada ben çok iyi anımsamıyorum tarihini ama piyasada bu ürünleri satan, işletmeci filan arkadaşlarımdan duyduğum kadarıyla piyasada şöyle bir algı oluşmuştu efes pilsen ürünleri hakkında, o da talebi yetiştiremiyorsunuz diye ürünlere şeker koyduğunuz yönündeydi, bende etkili olmuştu o dönem tuborg 100% malt diye çıkarak etkili olmuştu insanların kafasında tuborg'u daha az sevmeme rağmen orada da demek ki yine algı yönetimi konusunda şirketinizde bir eksiklik vardı ki bu benim gibi çok bira sevmeyen birinin aklına bile bu şekilde kazınmış. gidin suçu biraz kendinizde arayın, çokça da hükümette arayın. herkes kendi gemimi yüzdüreceğim derken ülke komple batıyor bu gidişle farkında değilsiniz. kamuoyunda bunca israil aleyhtarlığı, derin devlet, kudüs meselesi şu bu sebeple en azından görüntüde de olsa anti-semitik, anti israil vs. negatif algıların oluştuğu dönemde israilli bir şirkete pazar payı kaybetmek de gerçekten marifet bana kalırsa. sevgili tuncay, ben yerinde olsam tuborg filan bunlar hep israyılın oyunu algısı üzerine oynardım. orada da coca-cola israil markası gibi bir algı var. bence sizin şirketin kurumsal iletişim, halkla ilişkiler, pazarlama, satış bu noktalarında büyük problem var. cmo'yu değiştiririm yerinde olsam ve raporlar yanlış yönlendiriyor belli ki. ve yerinde olsam dua ederdim ki bu yaptığın açıklamalardan sonra devlet evdeki üretimi vergilendirmeye filan kalkmasın ve şirket açısından anadolu efes'le özdeşleştirilecek bu hareket fiilen realize olmasın. insanlar bu açıklamalar üzerine daha da bilinçlenip bira nasıl yapılır onu araştırmaya başladı bile. hatta devlet vergi koymadan hemen gideyim eve tesis kurayım diyenler olabilir, yani bir eylemi azaltayım derken yaptığın açıklamayla tam tersi dışsallıklar yaratıp bu "evde bira yapma'' trendine hız kazandırmış olabilirsin istemeden. kendi ayağına sıkmak diye tam olarak buna diyorlar. efes boykotu ekşisözlük gündeminin başköşesine oturmuş, tvitter'da trending topic olmuş. eminim google search trends'de evde bira yapımı aramaları olağanüstü artmıştır. reklamın iyisi kötüsü olmaz : ))

    gerçekten uzun zamandır bu kadar saçma bir ceo hareketi görmemiştim. ayrıca tebrikler.

  • apple'ın en iyi ürünü

    iphone'dur.

    netscape, google ve amazon gibi şirketlerin efsane risk sermayedar yatırımcısı john doerr, bununla ilgili bir anısını anlatır. steve jobs 9 ocak 2007'de san francisco moscone center'da apple'ın yeni mobil telefonunun lansmanını yapmadan kısa süre önce john doerr ile bir araya gelir. doerr, iphone'u ilk gördüğü anı hiç unutmadığını söyler. john doerr ve steve jobs yakın arkadaştırlar ve aynı zamanda komşudurlar, palo alto'daki evlerine yakın bir okulda oynanan steve jobs'un kızının bir futbol maçında beraberlerdir. oyun devam ederken jobs, doerr'a bir şey göstermek istediğini söyler ve pantalonuna uzanarak erkeklik organını...yok ulan o başka bir erotik hikayeydi.

    steve jobs , pantalonuna uzanır ve cebinden ilk iphone'u çıkarır. der ki, john bu alet yüzünden neredeyse şirket batacaktı. bugüne kadar yaptığımız en zor şeydi der. boru değil 2.5 sene iphone'u geliştirmek için uğraşmışlar.

    john doerr bunun üzerine, telefonun özelliklerini sorar. steve farklı frekans bandlarında 5 radyosu olduğunu, işlemci gücünün çok yüksek olduğunu, ram'inin çok yüksek olduğunu, flash belleğinin çok olduğunu anlatır. doerr, bu kadar küçük bir cihazda bu kadar flash bellek olmasına şaşırır. aynı zamanda hiç düğmesinin olmadığını- yazılımın her şeyi gerçekleştirdiğini - ve tek bir cihazda dünyanın en iyi media oynatıcısı, dünyanın en iyi telefonu ve dünyada veb'e ulaşmanın en iyi yolunu bir araya getirdik- üçü bir arada der.

    doerr, bende de üçü bir arada nescafe var içen mi? diye sorar. steve daşşağa sardıracaksan muhabbeti sittir git buradan der, psikopata bağlar. yok öyle de olmaz.

    doerr der ki o zaman güzelim gel hemen bir fon oluşturalım, para toplayalım ve third-party developerların yanı şirket dışındaki yazılımcıların uygulama geliştirmelerini destekleyelim der. fakat jobs o zamanlar bu teklifi dikkate almaz. şirket dışındaki dallamaların yarattığı şık telefonunu skip atmasından endişelenmektedir. apple'ın aplikasyonları da yapacağını düşünmektedir. ama bir yıl sonra, fikir değiştirir, bu fonu oluştururlar ve mobil telefon endüstrisi patlama yaşar. iphone'un piyasaya sunulduğu tarih, dünya teknoloji tarihinde de son derece önemli bir dönüm noktasıdır.

    smartphone'ların piyasaya sunulması interneti daha değerli hale getirmiştir, çünkü bu sayede internet çok daha fazla erişilebilir hale gelmiştir. ama aynı zamanda internet de akıllı telefonları daha değerli hale getirmiştir çünkü bu telefonları kullanarak internette bulunan bütün içeriğe ulaşmak ve internette mevcut işlemci gücüne erişmek mümkün olmuştur. bu iki teknolojinin bir sene içerisinde sentezlenmesi teknoloji tarihinde başlı başına bir gelişmedir.

    apple'ın iphone'ları oluşturmasının hikayesinin steve jobs'un mühendislerinden gidin şu ''touchscreen (dokunmatik) ekranları ve tabletleri bir inceleyin bakayım'' demesiyle
    başladığı rivayet edilir. apple temmuz 2007 yılında iphone.com veb adresinin domain adını 1995'ten beri elinde bulunduran michael kovach'a en az 1 milyon dolar ödeyip satın alır.

    nitekim eğer apple inc. şirketinin hisse senedi değerine, daha doğrusu şirket değerine (market capitalization) bakarsak, ilk iphone'un piyasaya çıktığı ocak 2007 tarihinden itibaren apple şirketinin hisse fiyatının yaklaşık %1300 arttığını görürüz aynı dönemde amerika'nın borsa endeksi diyebileceğimiz standard and poors endeksi, sadece yüzde 83 oranında artmıştır. aynı dönemde elde edilen temettü gelirlerini de eklediğinizde 2007 ocak ayında apple'a yapılan bir yatırımın getirisi %1400 seviyelerine ulaşır. bazı analistlere göre apple'ın market cap değeri 2018 ortalarında 1 trilyon dolara ulaşacak.

    aynı şekilde merak edip o dönemlerde nokia ne durumdaymış gibi de baktım. şu grafikten kabak gibi görebilirsiniz.

    ocak 2007'de nokia şirket değeri 49.4 milyar dolar. 29 ekim 2007'de 98.69 milyar dolara
    çıkıyor neredeyse ikiye katlıyor. fakat maymunun gözü açılınca ve nokia bu smartphone piyasasındaki disruptive yeniliklere yanıt veremeyince 09.07.2012 tarihinde 5.73 milyar dolara geriliyor. yani kabaca 100 milyar dolarlık nokia şirketi 6 milyar dolara düşüyor iken 100 milyar dolarlık apple şirketi 1 trilyon dolara yükseliyor. benzer durumlar blackberry'leri üreten research in motion firmasında da görülüyor. rim firması 2007 yılında piyasa değeri 67.35 milyar dolar seviyesine ulaşır ve kanada'nın en değerli firması olur. 2013'e gelindiğinde firma zarar etmektedir ve şirket hisseleri için 4.7 milyar dolar teklif edilmişti.

    yukarıda anlattığım hikaye thomas l.friedman'ın "thank you for being late" isimli kitabından.

  • 5 ekim 2017 rte melih gökçek görüşmesi

    melih'e cumhurbaşkanlığı teklif etseler kabul etmezdi. erdoğan yaşlanırken adam yıllardır gençleşti. saçları parlıyor adamın.

    en ufak bir politik risk almaksızın yıllardır ankara'nın kaymağını yedi bitirdi. yetmedi veliahtlarını yetiştirdi. darbeye maruz kalmadı. şahsi hayatını riske atmadı. televizyona çıktı kedilerle misket oynadı.

    ayağını kaydırmak isteyen gizli servislerle, iran ambargosunu delmek gibi riskli işlerle de uğraşmadı. işini bilen bir insandır. şeytana pabucunu ters giydirir lafı sanki onun için yazılmış gibi.

    kanalı var, rasim'i var, sinan engin'i var, propagandası var, oğlanlar desen zehir gibi. erdoğan'ın oğlanların biri kız sevdasında öbürü telefon açılıyor oğlum operasyon var dikkat et diyor , afyonu patlamamış ııı babacım, eee babacım, okçulukla bilmemneyle oynuyor.

    bu melih'in oğlanlardan birisi gitti kanal sahibi oldu medya patronu oldu diğeri futbol kulübü yönetti 1. ligde. iyi kötü angara bebeleri güzel staj yaptılar babanın yanında. yarın birine bir operasyon yapılsa melih yine kendini herkesten önce kurtarır. elinde çok sağlam cash var. fetö revaçta iken herkesten ileride o kucakladı hocaefendisini, fetö gözden düşünce ilk gemiyi o terk etti.

    twitter'ı herkesten önce kullanan, sosyal medyada ak trolleri kullanan da o. melih'e görevden el çektirmen için çocukları zapt edeceksin bir, medyada sesini kısacaksın iki, sosyal medyayı kapatacaksın üç...bütün bunları yapsan bile adam tutar ankara'da bir milyon kişiyi parayla bir günde sokağa döker. ipliğini pazara çıkarır. sır vermek isteyeceğin son kişi. zira mutlaka aleyhinde kullanacağını hiçbir şeyden sakınmayacağını bilirsin. bu kadar övmek istemezdim. kişilik olarak da takdir ettiğim hiçbir yönü yok, icraat olarak da. fakat doğruları konuşalım siyaseti bilmekse mevzu, mevzu eğer koltuğu korumaksa erdoğan'dan eksiği yok fazlası var. bazı arkadaşlar demiş ki kendine düşman edip koltuğundan etmek yerine, seni görevden her an alabilirim tehdidiyle kendine bağladığı için bu görüşmenin karlısı erdoğan.

    ben öyle düşünmüyorum. zira bunu erdoğan daha önceki bir ankara belediye başkanlığı seçimini aday olmaması konusunda yine ikna etmeye çalışmış, yine sonuç hüsran olmuştu. o zaman da kasetler, dosyalar var, sunuldu dedikodusu ortaya atıldı. ama bana kalırsa erdoğan bile melih'in kendisi hakkında bildiğinin çok azını biliyordur. kendi istihbaratı olduğunu duysam şaşırmam. size bir veri vereyim.

    hazine müsteşarlığı verilerine göre, ankara büyükşehir belediyesi’nin 1993 yılında vadesi geçmiş borcu 52 bin 60 dolardan, 24 bin kat artarak 2011 yılında 1 milyar 272 bin dolara yükseliyor. bu dediğimiz daha 2011 yılı. o arada borcun dışında belediye gelirleri, ruhsatlar, yaratılan rantları filan hiç hesaba katmıyoruz. adam 19 yıldır ankara'da elde edilebilecek ne kadar rant varsa hepsini yaptı.

    bir gazete yazarının haberine göre türkiye'yi döviz krizinin kıyısından melih gökçek'in yurtdışından getirdiği servetinin bir kısmı olan 650 milyon dolar ve istanbul'daki bir belediye başkanının getirdiği 400 milyon dolar kurtardı. düşünün türkiye'de döviz krizi oluyor, eleman yurtdışındaki servetinin bir kısmıyla fx operasyonu yapıp merkez bankası'na destek oluyor. sırf 60 kişilik koruması 24 saat kesintisiz koruyor. sırf korumalarının maliyeti 6.2 milyon tl.

    herkes istanbul'a bakıyor orayı önemsiyor, ankara'yı kimsenin kontrol ettiği yok. az önce baktım 19 sene de değil 23 seneymiş. allah aşkına ankaralı varsa söylesin. 23 senede ankara'ya ne yapıldı bir tane park, 4 tane köprü, 5-10 tane giriş kapısı ve 4-5 ankara kedisi heykeli mi? ankara büyükşehir belediyesi'nin 2017 mali yılı bütçesi; 5 milyar 902 milyon, aski’nin 2 milyar 900 milyon, ego’nun ise 848 milyon lira. biraz araştırma meraklısı arkadaşlar google'a "ankara büyükşehir belediyesi sayıştay" veya "melih gökçek sayıştay" yazıp olayın boyutlarını anlayabilirler.

    şimdi bazı arkadaşlar bu raundu gökçek kazandı ama başka rauntlar da var yorumunu yapıyor. buna da katılamıyorum. ortalıkta boks maçı ya da kavga olsa dediğiniz doğru. sizle eşit şartlarda mücadele ettiğiniz bir rakibiniz olsa doğru. sun tzu'nun bir sözü var. gerçek zafer, savaşılmadan kazanılan zaferdir. der. melih gökçek savaşmadan zafer kazanmıştır. bir amerikan atasözü ise "domuzla güreş tutma, her ikinizde çamur içinde kalırsınız ve domuz bundan hoşlanır." der. ben hatta sadece erdoğan'ın metal yorgunluğu lafı doğrultusunda isteğini yapmamakla kalmadığını, üstüne de oğulları için bir belediye başkanlığı vb. imtiyaz koparmış olduğunu dahi düşünüyorum.

    erdoğan geri adım atmakla doğru hareketi yaptı kendi açısından. başkanlık seçimi arifesine böyle bir hasım edinerek girmek istemiyor. hele bir başkan olayım o zaman edineceğim yetkilerle üstesinden gelirim diyerek bu kavgadan kaçınıp güç toplamanın doğru olacağını düşünüyor. fakat sular ısınıyor. başkanlık sevdasını bu unsurlar yüzünden kaybetmesi de olasılık dahilinde.