Değerli ziyaretçilerimiz,

Öncelikle, sitemize gösterdiğiniz ilgi ve destek için hepinize teşekkür ederiz. Sizlerden gelen geri bildirimler ve beğeniler bizim için büyük bir motivasyon kaynağı oldu.

Sozlock olarak tam 9 senedir her gün ekşisözlük'den okumaya değer içerikleri filtreleyip günlük listeler oluşturduk. Bu işi yaparken kişisel davranmadık, günün en popüler başlıklarının en beğenilen entrylerini aldık listelerimize. Üstelik bu gayretimiz hiç bir zaman ticari bir kaygı taşımadı. Yayına başladığımız ilk günden beri en ufak bir reklam yayınlamadık, sponsorluk anlaşmaları yapmadık. Sozlock üzerinden tek kuruş kazanmadık.

Bütün bunlara rağmen, ne yazık ki son dönemde ekşisözlük yönetimi tarafından alınan bot koruma önlemleri nedeniyle, ekşisözlükten entry çekme ve beğenilen entryleri listeleme hizmetimizi maalesef devam ettiremiyoruz. Bu durum ekşisözlük yönetiminin aldığı bir karar olup, tamamen bizim kontrolümüz dışında gerçekleşmiştir. Bu zorunlu durumdan ötürü yaşanan aksaklık nedeniyle anlayışınıza sığınıyoruz.

Sozlock Ekibi

Ekşi Sözlük Debe Listesi

Rastgele
Hepsini aç
  • 1. 3 milyar avro verecekseniz hiç konuşmayalım

  • 2. kızılay'ın kan satması

    edit:
    başlığı açmamın amacı bir yanlışı düzeltmekti. ama başka bir yanlışa yani, kurum hakkında kötü bir intibaya neden olacağını düşündüğüm için kendi yaşadığım bölümü siliyorum. sadece iddialar ve açıklamalar kalsın istedim. kendi yaşadığım süreci kızılay ile iletişime geçerek devam ettiriyorum. destek olan herkese ayrı ayrı binlerce kere teşekkür ederim. şu an acil bir ihtiyaç yoktur.

    ilgili haberler, iddialar ve cevaplar:
    ekşi duyuru konusu
    nisan 2014 cumhuriyet gaz.
    aralık 2015 milliyet
    ocak 2015 yerel gaz.
    yerel gaz.
    bayulgen facebook
    yerel gaz.

    edit: herhangi bir hayır kurumunu zor duruma sokmak gibi bir amacım yok. tam aksine bu kurumu sahiplendiğim için bu konunun netleşmesi gerektiğini düşünüyorum. bağışta bulunmuş ve teşvik etmiş birisiyim. devam da edeceğim. herkes lütfen kan bağışı yapsın. biz burada bir yanlışın düzelmesine vesile olurken başka bir yanlış yapıp kan bağışını engellemeyelim.

    kızılay'ın bunu resmi olarak yapıp yapmadığını bilmiyorum. bağış adı altında mı yapılıyor, masraf olarak mı isimlendiriliyor yoksa birileri kızılay adına ödeme alıp yolsuzluk mu yapıyor bir sürü iddia var. kurumun bir çok sayfası ve söyleminde bunun imkansız olduğu yazıyor. sgk'sı yoksa alınır gibi beyanlar da okudum. öte yandan sadece bu başlıkta 5-6 kişi kan satın aldığını yazmış. ayrıca tanıdığım iki kişi kızılay'a daha önce para ödediğini söylüyor. transfer parası adı altında ödeme yapanlar var. torba parası diyenler var. en az ödeyen 40 tl ödemiş. geçmişte hastaneler kızılay adına haksız ödemeler almış bununla ilgili davalar açılmış. ama doğrudan kızılay'a ödeme yaptığını söyleyenlerin sayısı hiç az değil.

    edit2: uyaran arkadaşlara teşekkürler.
    kızılayın benzer bir şikayete cevabı bu şekilde. bu uygulamanın mevzuata uygun olup olmadığını bilmiyorum ama işleyiş böyle. şuna benzettim; okullara kayıt ücreti yasak ama ödemeden kayıt yaptıramıyorsunuz. bilenler aydınlatırsa sevinirim.

    edit3: şimdi kalkıp sözlük ve yazarları hayır kurumuna hakaret etti, kızılay düşmanlığı yaptı falan diyenler olacaktır. sözlükteki insanlar bir hayır kurumuna saldıracak kadar ve (burası önemli) "ondan menfaat temin edecek kadar" alçak değiller. tam aksine mesaj kutumda bir sürü kan vermek isteyen insan var. biz millet olarak zaten oldukça duyarlı ve sosyaliz. ama milletin kendi kurduğu ve yaşattığı kurumlarının en az millet kadar duyarlı ve sosyal olmasını isteme hakkımız var.

  • 3. 6 şubat 2016 mabel matiz rezilliği

    bence mabel matiz dinlemek, üstüne 2 saat bu herifin sahneye çıkmasını beklemek daha büyük rezilliktir.

    bugün dünyanın en büyük grupları bile yapmıyor bunu. axl rose geçmişte yapıyordu bu tür saygisizliklar ama ganzins diye bi grup ortada kalmadığı için pek ilgim alakam kalmadı kendisiyle.

    evet, müzikal anlamda elitist picin önde gideniyim. son feci at arabası, nükleer kız, büyük ev, mabel vs. bunlar ne abi? kadıköy de kari kovalayan muptezel tipleri sanatci diye tepemize çıkardınız. müstehak.

  • 4. fazıl say'ı üst düzey besteci ve piyanist sanmak

    fazıl say'ın türkiye'deki en önemli piyanisti ve besteci, dünyanın gıpta ile baktığı, klasik müzik çevrelerince el üstünde tutulduğu sanrısıdır. david helfgott veya lang lang isimleri gibi olduğundan fazla biri olarak konumlandırılmaktadır. kötü bir besteci veya piyanist olmasa da üst düzey olmadığını düşünüyorum ve klasik müzik ile ciddi anlamda ilgili çoğu insanın da böyle düşündüğünü görebiliyorum.

    piyanist ve bu işlerin içinde yıllardır bulunan biri olarak konuşuyorum. bu işlerin içinde az çok olan veya klasik müziği yoğun olarak dinleyen kişiler de fark etmiştir fazıl say'ın abartılma durumunu, başka kişilerin yazdığı entryleri de referans verecem gerekirse.
    ne yalan söyleyim cem adrian'ın vasat bir vokalist olması başlığındaki entrymde fazıl say'a hafiften dokundurduğum zaman gelen tepkiler ve küçümsemeler -müzikten anlamadığıma dair- üzerine yazıyorum bunu biraz da. fazıl say'ın otorite ve dokunulmaz kılınmasını saçma bulunuyorum açıkça. besteciliği sinan akçıl ile değil, modern ve geçmiş klasik müzik bestecileriyle karşılaştırarak bunu diyorum. piyanistliğini eleştirken baz aldığım isim ümit besen değil günümüz ve geçmişin büyük piyanistleri. yoksa günümüz tırt pop bestecileri ile kıyaslarsak tabii daha iyi fazıl, ama amacım onu üçüncü ligdeki demet akalın ile kıyaslamak değil, birinci ligde lidermiş gibi davranılıyor madem, biz de ona göre kıyaslamamızı yapalım: yani klasik müziğe girince işler değişiyor, keçinin olmadığı yerde koyuna abdurrahman çelebi derler durumu yaşanıyor bir nevi.

    öncelikle sert ve net bir girizgah ile başlayacam: sergey rahmaninov, josef hofmann, ignaz friedman, leopold godowsky, walter gieseking, artur schnabel, harold bauer, heinrich neuhaus, egon petri, percy grainger, wilhelm kempff, wilhelm backhaus, edwin fischer, benno moiseiwitsch, mischa levitzki, myra hess, elly ney, guiomar novaes, marcelle meyer ,alfred cortot, josef lhevinne, simon barere, olga samaroff, eileen joyce, ricardo vines, samuil feinberg, vladimir horowitz , sviatoslav richter, dinu lipatti, shura cherkassky, arturo benedetti michelangeli, arthur rubinstein, glenn gould, vladimir sofronitsky, emil gilels, clara haskil, claudio arrau, jorge bolet , samson françois, maria yudina, solomon, gyorgy cziffra , john ogdon, rudolph serkin, samson françois, lazar berman, grigory ginzburg, clifford curzon, vlado perlemuter, annie fischer, eunice norton , william kapell, tatiana nikolayeva, friedrich gulda, earl wild, zoltan kocsis, gunnar johansen, halina czerny-stefanska, alfred brendel, grigory sokolov, alicia de larrocha, martha argerich, cyprien katsaris, idil biret, livia rev, daniel barenboim, maurizio pollini, ruth slenczynska, maria joao pires, radu lupu, stephen hough, andrei gavrilov, ingrid haebler, hüseyin sermet, cecile ousset , nelson freire, garrick ohlsson , krystian zimerman, andras schiff , leon fleisher, angela hewitt , moriz rosenthal, vladimir de pachmann, ignacy jan paderewski, arthur de greef , alfred grünfeld, emil von sauer, raoul pugno, mieczyslaw munz, dirk schafer, leff pouishnoff , walter rummel , agnelle bundervoet, michael von zadora, robert lortat, rudolph ganz, marcel ciampi, marie novello, david saperton , ervin nyiregyhazi , blanche selva, zbigniew drzewiecki...
    caz dendiğinde söyleyebileceğimiz devler bill evans, art tatum, bud powell, herbie hancock, thelonious monk, mal waldron, ahmad jamal, red garland, herbie nichols, cedar walton, chick corea, joe zawinul, mccoy tyner, john lewis, george russell, misha mengelberg, duke ellington, bobby timmons, horace silver, kenny drew, hank jones, keith jarrett, alan broadbent, michael weiss, ketil björnstad, lennie tristano, oscar peterson, nat king cole (kendisi vokalistlik yapmadan önce piyanist idi, triosu falan var buna eleştiri getirenlere), michel petrucciani...

    bu piyanistlerden kaçını biliyorsunuz ? daha önce kaçını dinlediniz ? özellikleri nelerdir ? kaçını duydunuz ?
    bir piyanist de olarak ben bu bütün büyük piyanistlerin her kaydını dinlememişimdir neredeyse, bu konuda yüzlerce kitap okudum, piyanistler ile konuştum (idil biret'ten tut alfred brendel'a kadar), organizasyonlarda bulundum. bunları söylüyorum çünkü öyle konu ile alakasız biri değilim. en azından çoğu insan gibi 3 5 piyanist bilip fazıl say'ı göklere çıkarmıyorum. maalesef insanımız bunu çok yapıyor, çünkü haspam ödül alan herkesi göklere çıkarmayı iyi biliyor. neyse.

    öncelikle olayı daha netleştirmek için şimdi çok temel ve basit bir noktaya girecem. klasik müzik dinleyicisini basitçe 8 kesime ayırabiliriz:
    *1- yarı zamanlı klasik müzik dinleyicisi.
    klasik müziğe özel bir ilgisi yoktur ama duyduğu zaman da kaçınmaz. filmlerden veya çeşitli yerlerden duyduğu zaman hoşuna gider. klasik müzik dinliyorum iddiasında bulunmaz. çok az da olsa aklına gelirse klasik müzik konserine gidebilir. dönem dönem bu sevdaya kapılıp gider. isimleri karıştırır, kim sağırdı gibi çerez bilgileri unutabilir. hiçbir zararı yoktur, kendi halindedir.
    *2- çömez klasik müzik dinleyicisi.
    klasik müzik hoşuna gitmektedir, sık sık dinler. ama klasik müziğin uçsuz bucaksız olduğunun ve başlangıç seviyesinde olduğunun da farkındadır. bu işe ilgilidir, öğrenmek ister. konserlerde ne yapılır ? hangi besteci hangi döneme ait ? bu gibi bilgileri edinmeye başlamıştır. belli başlı eserlere takıntı derecesinde sevgi besler. film müziği bestecilerini de klasik müzik sanmak gibi bazı yanılgılar içerisinde olabilir, doğaldır. bu evre kişinin ilgisi ve çabasına bağlı olarak zamanı değişse de herkesin bir dönem yaşadığı bir evredir.
    *3- popüler klasik müzik dinleyicisi.
    klasik müziğe oldukça ilgili fakat bu derin sularda sığ kulaçlar atabilen kesimdir. piyasadaki popüler eserleri, bestecileri, festivalleri, yorumcuları takip eder sürekli. beethoven'ın 9. senfonisini değil 9. senfonisinin dördüncü bölümünü çok sever genelde. şehrine gelen övgü ile söz edilen isimleri itina ile dinler, konserlerine gider çalacağına bakmaksızın (bkz: solist dinleyicisi). richard strauss, richard wagner, gustav mahler, arnold schoenberg, paul hindemith gibi bestecileri sıkıcı ve anlamsız bulur genel olarak. ama klasik müziği hatim ettiğini düşünür. dört mevsim, johann strauss'un valsleri gibi yapıtları çok sever. fazıl say, david helfgott, andre rieu, andrea bocelli, lang lang gibi yorumculara bayılır. yeni yıl konserlerini kaçırmaz. anlaşılması kolay ve popüler şeyleri sever kısacası. çoğunluk budur, klasik müzik dinliyorum diyen çoğu kişi işin en popüler ve vasat şeylerini bilir genel olarak. başka yazarların entrylerinden de nasıl bir şey olduğunu daha iyi anlayabilirsiniz, örneğin: (bkz: #57422946) (bkz: #25696534) (bkz: #57415309) (bkz: #44844906) (bkz: #23710769)
    *4- göstermelik klasik müzik dinleyicisi.
    klasik müziği statü aracı olarak görür. tam olarak anlamasa da entelektüel görünmek ve prim yapmak için klasik müzik dinlediğini söyler. konserlere de gider, dostlar bizi görsün maksadıyla. ama burada samimi bir dinleme söz konusu değildir.
    *5- ilgisiz konservatuar öğrencisi dinleyicisi.
    klasik müziği ders olarak görür, sıkıcı bulabilir, ilgili değildir fazla. ilgisizlikten dolayı bilgili değildir çoğu konu hakkında. popüler klasik müzik dinleyicisi kıvamında olur çoğu zaman.
    *6- derin klasik müzik dinleyicisi.
    artık çoğu besteciyi iyice kavramış ve zamanla kavrayacak olan, birçok büyük piyanisti fark eden ve eserleri yorumdan yoruma ayırmayı becerebilen kimselerdir. richard wagner, anton bruckner, robert schumann ve alban berg gibi pek genele hitap etmeyen bestecileri de özümseyebilmiş, beethoven veya chopin gibi anlaması herkesce pek de kolay olmayan son dönem eserlerini de dinleyebilen, çok az dinlenen charles-valentin alkan gibi bestecilerden de haberdar olan dinleyici kesimdir. vladimir horowitz, sviatoslav richter, arturo benedetti michelangeli, arthur rubinstein, glenn gould, wilhelm kempff gibi piyanistleri sever genel olarak. eserleri tek bölümden değil tamamını dinlemeyi sever. besteceilerin biyografilerini vesaire okumuştur muhtemelen. azınlıktır.
    *7- virtüöz klasik müzik dinleyicisi.
    klasik müziğe aşırı ilgi duymasının yanında nota okumayı, armoni okumayı, enstrüman çalmayı, beste yapmayı bilen ve klasik müzik aşığı kimselerdir. teorik ve pratik olarak derin klasik müzik dinleyicisinden bir adım önde olduğu için daha iyi farkına varabilir bazı şeylerin. zamanla klasik müzik veya diğer müzik türlerini dinleyerek kendini geliştirmiştir.
    *8- klasik müzik icracısı, eleştirmeni veya bestecisi
    işin içinde doğrudan olan kişilerdir. hobi olmaktan çıkmıştır klasik müzik onlar için.

    eğer ki biraz gözlemle yapacak olursak görülecektir ki fazıl say'ın saygı uyandırdığı kesim sözünü ettiğim ilk beş kesimdir. kendisini göklere çıkaran kesimse 3. kesim olan popüler klasik müzik dinleyicisidir çoğu zaman, bu kesim dediğim gibi fazla piyanist veya besteci bilmez bu yüzden de önüne en çok çıkan ismi farklı bir konuma sokar, karşılaştıracak fazla kimse de bilmiyordur. diğer sözünü ettiğim derin klasik müzik dinleyicisi veya eleştirmeni tarafından hiç de öyle saygı duyulan, göklere çıkarılan bir kimse değildir. işin gurmeleri için burger king'ten farksızdır.

    ---- piyanist ve besteci fazıl say'a eleştiri, peşin bilinçsiz yargılar---

    ** türkiye'de kendisinden iyi başka isim mi var ?
    alfred cortot ve wilhelm kempff gibi iki efsane piyanistten özel ders almış, birçok efsane orkestra şefi ile beraber konserler vermiş idil biret kendisinden çok daha saygı duyulan ve üst düzey bir piyanisttir. yine fransa'da özel olarak eğitim görmüş hüseyin sermet veya gülsin onay gibi piyanistler de kendisinden daha üst düzey bir piyanisttir. ama fazıl say hepsinden daha ünlüdür çünkü ünlü olmanın kriteri en iyilerden olmak değildir.

    ** fazıl say neden bu kadar çok konuşuluyor o zaman ?
    çünkü babası ahmet say'dır, nazım gibi popüler oratoryoları ve fenerbahçe için bestelediği marşlar vardır, hande ataizi gibi kişiler ile medyatik ilişkileri olmuştur, politik olarak faal olmuştur, piyano festivalinden kovulmuştur, arabesk yavşaklığından utanıyorum gibi söylemleri ile gündemden düşmemişliği de vardır da vardır. türkiye'de sanatından çok konuşulan şeyler hep başka şeyler olmuştur genelde. sürekli üstüne gelindiği için koruma içgüdüsü de baskın çıkmıştır, çoğu konuda mağdur edilmiştir ama bu bir gerçek -sansür vesaire-.
    ama klasik müzikte popüler olan iyidir damgası işlemiyor maalesef. yapıtları ve konserleri ile değil de bambaşka konularla gündem olarak özellikle !

    ** x yarışmasından ödül aldı, birinci oldu, ee daha ne ?
    fazıl say'ın ödül aldığı yarışmaların çapı hakkında bir bilginiz var mı ? kaç tane konuşulan büyük bir piyanist çıkarmışlar sizce ? cannes film festivalinde verilen ödüller ile kıyada köşede kalmış festivallerin verdiği ödüller nasıl bir değilse benzer şey klasik müzik ödülleri için de geçerlidir. örneğin uluslararası fryderyk chopin piyano yarışması gibi bir prestjli yarışmada dereceye giren piyanistler büyük çapta şöhrete ve kariyere sahip olmuşlardır, bu tarz önemli bir yarışmadan derecesi vesaire yok kendisinin. mesela 1994 yılında kazandığı söylenen "genç konser solistleri avrupa yarışması" varmış, şuan devam edip edilmediği bilinmeyen hiçbir prestiji olamayan bir yarışma, "genç" vurgusuna da dikkat edelim, daha piyasaya girmemiş isimler arasında yapılan yüzlerce yarışmadan sadece birini kazanmış yani kendisi, kıyrıtık bir üniversitenin yaptığı kısa film yarışmasını kazanan bir yönetmen gibi bir durum bu da aşağı yukarı. bunun dışında günümüzde yarışmaların çeşitliliği o kadar artmıştır ki hepsi farklı kriterleri göz önüne alıp ödül verebilir. yani bu ödül mevzusuna takılmayın. böyle yerlerden hep derece ile ayrılmış ama hiçbir şey olamamış nice icracı var piyasada.

    ** ama o kadar iyi eleştiri her yerde...
    ciddi birinden iyi yönde bir eleştiri gösteriniz ? popüler dinleyici kitlesine yönelik çıkan dergilerin yaptığı olumlu yorumları bir kenara bırakırsınız ciddi klasik müzik ortamlarında iyi eleştiriyi bırak eleştiri yapmaya dahil tenezzül etmiyorlar. iki dakikalık bir google taraması ile mesela bir eleştiri göstereyim size, 5 yıldız üzerinden 1 yıldız aldığı beethoven'ın üç piyano sonatına yaptığı bir albüm eleştirisi, yerden yere vurulmuş:
    "first thing, he's got to stop vocalizing. every time the music gets going, fazil say starts groaning, moaning, singing, or, worst of all, sniffing. that right there is enough to put his recordings out of contention. next thing, say has to stop jumping the downbeats, pushing the tempos, clipping the rhythms, and exaggerating the dynamics. after that, he has to switch repertoire. sure, he can play the all notes in the finale of the "appassionata," the "waldstein," or the "tempest" at supersonic speed, but for all the actual musical content of his performance, he might as well be working an adding machine. and the slow movements? forget it. say can't help nudging the tempo, bending the phrases, and ultimately sentimentalizing and trivializing beethoven's deepest emotions. say should try liszt or scriabin: they'd be perfect together. but even in liszt and scriabin, if he's going to groan, moan, sing, and, worst of all, sniff, say's never going to make a listenable recording. naïve's sound is true, all too true."
    klasik müziğe gönül vermiş kişiler benzer şeyleri düşünüyor diyebilirim. sözlükte bile klasik müzikten az çok anlayan kesim kendisini yerden yere vurmaktadır, örneğin: (bkz: #21789471) (bkz: #43648231) (bkz: #44804652). örnek verdiğim entry yazarlarına bakın sözlükte neredeyse sırf klasik müzik üzerine yazan, iyi anlayan kişiler. yani demek istediğim tek düşünen ben değilim, işin derinine girmiş kişiler farkında bu durumun az çok.

    ** yurtdışında çok ünlü, konserler veriyor, çok popüler.
    öncelikle bunun klasik müzikte bir kıstas olmadığını bilmeniz gerekiyor. sandığınız kadar ünlü değil ama ünlü olsaydı da bu bir kıstas değil, özellikle klasik müzik söz konusu olunca. klasik müzik dağıtımcı şirketleri ve konser organizasyon şirketleri klasik müziği herkese ulaştırmak (asıl amaç daha çok para tabii) amacıyla belli başlı isimlerden star yaratıyorlar, özellikle klasik müziğin gelenekselleşmiş yanlarından uzak olan nispeten fazla derinliği olmayan isimleri. amaç herkese ulaştırmak. lang lang, david helfgott, maksim mrvica gibi gibi. bu kişiler klasik müzikle alakası olmayan insanları kazandırmayı amaçlama maksadıyla -basit olmalarından ve şovmen yanlarından ötürü- pohlanıp durulur. yani günümüzde popülerlik kazandıran şey kalite değil herkese ulaşabilirliktir. pop müzikte de nasıl zamanında en çok satan isimler michael jackson, pink floyd, the beatles gibi kaliteli isimlerken günümüzde justin bieber'lara evrildiyse benzer durum klasik müzik için de geçerlidir. 70'lerde ünlü olan piyanist ile 2000'lerde ünlü olan piyanistler arasında büyük bir fark. fazıl say da türkiye için benzer bir şeyi ifade ediyor, bugün idil biret'i ücretsiz açık hava konserinde çaldırtsan insanlar sıkılıp gidecekken fazıl say için aynı şeyi söyleyemeyiz onu getirtsek insanlar dinler çünkü klasik müzikte kalite arttıkça dinleyici düşebilmektedir çoğu şeyde olduğu gibi.

    ---- piyanistliğine ve besteciliğine eleştiri ----

    ** piyanistlik repertuarı aşarı dar **
    genel olarak beethoven, mozart ve bach ekseninde kalmıştır, ki onlarda da tüm eserlerinden ziyade başlıca bazı eserleri repertuarındadır. dünya çapında bir piyanist için (!) oldukça komik bir repertuar. arada gershwin'den veya liszt'ten falan da birkaç eser var tabii ama çok çok yetersiz. öğrenci misin sen ? adam ama besteci demeyin, sonradan besteciliğe kaydı.
    mesela idil biret'in repartuarı (buraya kopyalasam entrymden uzun olacak: http://www.idilbiret.eu/en/?cat=9 . ki kadın mesela chopin'i "tüm solo piyano parçaları" diye es geçmiş tek tek yazmamış, çok geniş bir repartuar, fazıl say'ın repartuarı idil biret'in 100'de 5'ine denk geliyorsa iyidir bence ki sanmıyorum.

    ** yalan yanlış bilgilerle insanları kandırıp kendini yüceltme **
    fazıl say'ın sürekli başvurduğu bir teknik. bir eseri çalmadan önce kitlesine o eser ile ilgili bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde yanlış bilgi vermeyi görev edinmiş sanırım kendisi. işin içinde kendini yüceltme de olduğu için bilinçli yapıldığını düşünüyorum. örneğin, zamanında ludwig van beethoven'ın oldukça zor hammerklavier sonatını çalmadan önce eserin zorluğundan bahsetmiş sonra da tamamen atmasyon bir biçimde bu eseri dünya'da halihazırda 5 veya 6 kişinin bu eseri çalabildiğini, onlardan birinin de kendisinin olduğunu belirtmiş, nereden baksan elde kalan bir şey söylemiş. eser çok zor evet ama youtube bile yazsanız yüzlerce farklı piyanistin kaydına ulaşabilirsiniz, fazıl kendini yüceltmek adına bazı şeyleri çarpıtmaktan geri durmuyor. mesela geçen günlerde yinelediği bir yanlış daha: (bkz: #57514580)

    ** ikinci sınıf piyanistlik birinci sınıf şovmenlik **
    öncelikle ilk başlarda saydığım isimlerle fazıl say'ı kıyaslamamız mümkün değil, piyanistliğinde ciddi kusurlar görülür. bazen güzel fikirlerle yola çıksa da bütünde problem yaşar. şov için yaptığı ağlama numaralı, elleri havalara kaldırma, sallanıp durma gibi hareketler zaten kötü olan tonunu tamamen mahvediyor, önemli olan içerik değil sunuş ve paketleniş oluyor, insanlar o hareketleri görüp kendisinin eseri "yaşadığını" düşünüyor ama aslında bazı şeylerden ödün veriyor bunu yaparken. farklı olacağım diye yaptığı gereksiz saçma hareketlerle eserlerin özünü bozması da cabası. glenn gould takidi pozlar kesmek ve çalmaya çalışmak insanı glenn yapmıyor maalesef. cümleleme ve nüanslardaki zayıflık diğer prof piyanistlerle karşılaştırınca çabucak belli olmakta. klasik müziğin popçu piyanisti desek yeridir kendisine. cümleleme ve nüanslarda zayıflık her kaydında belli olmakta diğer isimlerle kıyaslayınca.

    ** çağdaş bir besteci değil **
    klasik müziğin günümüz hatta geçtiğimiz yüzyılın anlayışından oldukça uzakta bir besteci olduğu aşikar. aslında daha da büyük bir problem var, bestelerinin çoğunun klasik müzik olup olmadığı bile şaibeli bence.

    ** dizi/film müziği mi yoksa klasik müzik mi ?
    her klasik müzik formunu, işleyiş biçimini ve enstrümanlarını kullananın klasik müzik olmadığı bir gerçek. john williams, hans zimmer, yann tiersen gibi bestecilerin bugün klasik müziğe dahil edilmemesinin başlıca sebepleri var. fazıl'ın film müziğini andıran çok fazla bestesi var, kumru ya da istanbul senfonisi gibi. bunun dışında diğer yerel müzikler ile klasik müziği birleştiren béla bartók, george enescu ve györgy ligeti gibi bestecilerin yanına yaklaşamadığı da açık. armonik ve polifonik olarak ve eserlerini işleyişi klasik müzik standartları için çok zayıf. günümüzde ve ileride önemli bir klasik müzik bestecisi anılmayacağı görülmektedir şuan.

    **çalıntı eser**
    evet, brahms senfoni no. 3'ten yapıtğı çalıntıyı da unutmuşum ekleyim buraya, bu kekre dünyada :) daha detaylı bilgi için (bkz: #44804498)

    ----------
    kısacası kendisi kötünün iyisidir. iyilerin iyisi değildir. eleştiren bu yüzden eleştiriyor. işin klasik müzik boyutu olduğu vakit fazılı kıyaslamamız gereken piyanistler bar piyanistleri değil ya da kıyaslanması gerek besteciler pop bestecileri değil, bizzat klasik müzikteki isimler olması gerekir. o ligde de fazıl say'ın çok bir numarası yok bunu demek istiyorum. ahmed adnan saygun, cemal reşit rey ve ulvi cemal erkin türk bestecileri de var türkiye'de. hüseyin sermet, gülsin onay, idil biret gibi piyanistler de var.

    burada aslında fazıl'ı klasik müzik çerçevesinde eleştirince diğer isimlerin yanında zayıflığı görülüyor, ama iş popüler klasik müzik ise o işte iyidir, ona lafım yok. ama işin derinliklerinde olmayıp 50'den fazla besteci veya piyanist sayamayacak konumda olanların fazıl'ı derece büyütmesi ve eleştirileri "siz anlamıyorsunuz" diye savurması olmuyor pek. dinleyen dinler buna lafım yok kesinlikle; ama klasik müzik standartlarında birinci sınıf, üst düzey bir piyanist ya da besteci derseniz orada durun derim sadece.

    -----------------------

    edit: bu başlıktan dolayı çoğu sözlükçünün gözünde bozuk psikolojili, dikkat çekemeye çalışan zavallı, narsist, fazıl'ı kıskanan, zamanında fazıl tarafından zarar görmüş, ak partili, türk düşmanı, piyano çalıp ünlü olamayınca kafayı yemiş ağır işssiz bir yazar olarak birkaç şey daha ekleyim:

    yazı stilimin egoist, ukala, snob, kinci bir tarafı olduğunun da farkındayım ama ben ekşi sözlük yazarlarının tavrından dolayı bu tavrı takındım; onları kendi silahları ile ayna tutup vurmaktı niyetim. beni ırgalayan fazıl, cem, esaretin bedeli, pink floyd, fadime falan filan değil, hiçbiri ile hüsumetim yok gerçekten; benim eleştirip değinmeye çalıştığım onları bilinçsizce yücelten ve putlaştıran kesimdir, ve konularımı bu kesimin putlaştırdığı şeylerden özenle seçiyorum. ekşi elitistliği ve yukarıdan bakma mevzusu öyle bir hale geldi ki kendi beğenisi dışındaki kişi muhakkak cahildir pozisyonunu aldı. cem adrian'ın yedi oktav sese sahip olmadığını somut verilerle kendimce açıkladığım bir yazımda cem adrian'ın sesinin 7 oktav olduğu safsatasının muhtemel başlangıç kaynağı olan fazıl say'a da dokundurdum diye ne müzik cahilliğim ne de küstahlığım kaldı. sürekli gördüğüm bir olaydı bu zaten sonra da dayanamadım.
    sözlükçülere göre eğer herhangi biri esaretin bedelinden hoşlanmazsa sinemadan zerre anlamıyordur hatta recep ivedikçidir kesin, pink floyd sevmiyorsa serdar ortaç fanıdır, fazıl say'a eleştiri getiren ya sağırdır ya da sığır gibi gibi. halbuki her eleştirinin kaynağı cahillikten kaynaklanamayacağı bilgiden de kaynaklanabileceğini görmesi lazım bu arkadaşların, bu nedenle bazen abartı derecede bilgimi gösterebiliyorum, çünkü bunlar eleştirelemez konumda değiller birçok şey gibi ve eleştiren herkes sandığın gibi bilmeyenler değil.

    ayrıca "fazıl say dünyanın en büyük piyanisti, sadece beş piyanist biliyorum ama bence öyle" diyen birine kimse bir şey demezken; "fazıl say dünyanın sayılı piyanistlerinden biri değildir" tandanslı bir entry girince kıskanç, iş bilmez, psikolojisi bozuk oluyorum. halbuki ikisi arasında çok fark yok, hatta bence benim yazdığım daha az ego içeriyor özünde. "çok fazla piyanist biliyorum benim dediğim doğrudur!" kafasıyla yazmadım o piyanistleri, en azından fazıl'ı birileri ile karşılaştırabilecek kadar bilgimin, ilgimin ve farkındalığımın olduğunu göstermekti niyetim. yoksa 10 tane piyanist sayamayacak insanlar gibi bu iyi bu kötü demiyorum. idil biret de dahil türk piyanistlerinin hiçbiri birinci ligde değil belki ama fazıl bizim türk piyanistleri arasında bile en iyi olması şaibeli bir durum.

    son olarak; elma ile armutun karşılaştırılamayacağının farkındayım yani, vallahi bak :) ben x piyanisti ile y piyanistini karşılaştırmıyorum, daha iyidir de demiyorum. ama bir bütün olarak bakıyorum ve fazıl'a üst düzey piyanist denmesinde sıkıntı buluyorum, belli gerekçelere dayandırıp bunu söyledim sadece. siz fazıl'a türkiye'nin hatta dünya'nın en iyi piyanist - bestecilerinden biri diyorsunuz ama kimleri baz alarak söylüyorsunuz bunları ? bak benim baz aldıklarım belli ve en azından az veya çok bir şeyler bilip konuşuyorum, ya sen 10 piyanist saymakta zorlanacak arkadaşım neye göre en iyiyi belirleme haddini görüyorsun kendinde ? ben en azından iyi kötü bir şeyler bilip de konuştuğumu düşünüyorum.

  • 5. çırılçıplak çalışmak

    zamanında türkiye'de de denenmiş, başarılı olunamamıştır

  • 6. fiyatını hak etmeyen ürünler

    (bkz: meryem uzerli)

  • 7. arkadaşından çekirdek alan çocuğa 13 yıl hapis

    olayı arkadaşından çekirdek aldı boyutuna düşürmek ile "şakalaşırken bekaretini kaybetti" arasında hiç bir fark yoktur. arkadaşından çekirdek almadı bu adam. internet cafeye gelen çocukları gasp etti. hani siz de küçükken, ilk okuldayken sizi dayak ve başka tehditlerle karşınıza çıkan üç-beş kişilik zibidi çetesi. kaç tane insan vardır aramızda ailesine bile söylemekten korkan ve her gün harçlığını gidip bunlara veren. sırf bu yüzden okuldan kaçan, yolunu değiştiren binlerce insan var bu sözlükte.

    olay; çekirdek aldı olarak sempatikleştirilmesin lütfen. özellikle o yaşlardaki çocuklarda gelecek için büyük travmalar oluşturan bir gasp vakası var ortada.

    ha verilen ceza çok ağır. ağır olmasından ziyade davanın bu kadar geç sonuçlanması büyük bir hukuk skandalı. illaki bir ceza verilmeliydi. ama bu ceza olayın üzerinden çok fazla zaman geçmeden psikolojik yardım ve tedavi şeklinde verilmeliydi. sonuçta olayın gerçekleştiği tarihte çocuk olan bir birey söz konusu. o zaman bu bireye sosyal hizmetler tarafından psikolojik tedavi şeklinde bir ceza verilebilirdi. çocuğun kişiliği oturmuş aradan 8 sene geçmiş. bu saatten sonra vereceğin cezanın asla bir caydırıcılığı olmaz. aksine kişiyi daha çok suçlu olmaya teşvik eder.

    ama olayı "arkadaşından çitlek aldı" seviyesine indirip masumlaştırmak ve "dışarıda tecavüzcüler varken" diyerek suç yarıştırmak akıl mantık alacak şeyler değildir. siz bir bireyin ruhuna girip çocukken bu gasp olaylarından dolayı nasıl travmalar geçirdiğini nereden bileceksiniz!

    edit: kişiyi bizzat tanıyan yazar bir arkadaşın söylediğine istinaden, ortada bir gasp vakası yokmuş. zaten yukarıda da bahsetmiş olduklarım kişisel değil genel manada idi. söylediğim gibi, ortada bir hukuk skandalı mevcut. yani nerden baksan tutarsızlık, nerden bakarsan ahmakça...

  • 8. 8 şubat 2016 mahmut efendi külliyesi yıkımı

    işte cehape zihniyeti diyordumki bir anda iktidarda hala akp olduğunu hatırladım. kendilerinden olmayan 'külliye'yi bile yıkıyor adamlar. sonra cehape camileri ahır yaptı he gülüm he.

  • 9. faiz yemeyen ama vergi kaçıran esnaf

    kendini müslüman sanan ancak hırsızlıkla ilgili problemleri olmayan esnaftır.

    birkaç gün önce berbere gittim. konuşma arasında konu kredi kartına geldi. berber kredi kartı kullanmak istediğini ama olur da ödemeyi unutursa veya ödeyemesse faiz işler diye kredi kartı almıyormuş. müthiş bir hassasiyetle faizden kaçıyor kendisi. takdir etmemek elde değil.

    konuşmadan çok geçmeden gözüm karşımda aynanın yanındaki vergi levhasına ilişti. 2012,2013 ve 2014 e ait rakamlar var. biraz göz attım.

    2014 yılında 3800 lira kazanmış ve buna 400 lira civarı bir vergi tahakkuk etmiş. küçük bir hesap yapınca. 3800-400=3400 lira net kazancı var.

    3400/12=283.3 yani bu esnaf arkadaşımız aylık 283 lira gibi çok düşük bir ücrete çalışmış.

    uzun lafın kısası bu faiz yemeyen müslüman kardeşlerimiz aylık 283 liraya geçinmiş. gerçekten kendilerini takdir ediyorum ayda 283 lirayla fatura mı ödemiş, ekmek mi almış yoksa ne yapmış bilemedim. maşallah.

    işin bir diğer dramatik tarafı ise 12 ayda traş edilen kişi sayısı. ortalama 10 lira traş bedelinden 380 kişiyi traş etmişler. yılda 300 gün çalıştıklarını düşünürsek 380/300=1.2. yani günde 1-2 kişi traş eden bu işyerinde 3 kişi çalışıyor. hayret ki ne hayret.

    not: işin uzmanı değilim hesaplamalarda yanlış yapmış olabilirim ki muhtemelen de yanlış vardır. ancak şundan eminim ki bir yılda 400lira vergi çok azdır. 400 lira vergi ödeyecek kadar kazanıyorsa o işyeri batar.

  • 10. içinin pisliği yüzüne vuran ünlüler

    (bkz: şafak sezer)

  • 11. vodafone arena

    bitmesini 4 gözle beklediğim stadyum.

    bugün bir faydası daha oldu bana: sözlükte bir iki tane daha engellemediğim yarak kafası kalmış, onu görmemi sağladı.

  • 12. erdoğan ve avrupa birliğinin sığınmacı pazarlığı

    (bkz: şimdi avrupa düşünsün)

    aha bu rte. kendisi kasımpaşalı bir alpha male, manipülasyon ve hakimiyet becerisi üst düzey, pazarlığı pis, kini yıkıcı... kaderin bir cilvesi sonucu bu arkadaşa işiniz düştü, kolay gelsin.

    edit: daha fikret ormanı devreye sokmadık. akıllı olun alırız anahtarınızı.

  • 14. mario gomez

    7 şubat 2016 beşiktaş gaziantep maçında beck sağ bekten sağ açıktaki sosa'nın önüne salıyor topu, sosa'dan orta yapmasını bekliyorum. bakıyorum içeride yine "ben en iyi yerde dururum ağa" diyen mario gomez. sosa beni şaşırtarak topu yerden gomez'in önüne salıyor, bakıyorum gaziantep defansı geride. top mario'nun ayağına doğru tıngır mıngır ilerliyor.

    işte bu noktada beşiktaş'la yıllardır yaşamadığım bir şeyi yaşıyorum. direğe mi vurur, kalecinin üzerine mi vurur, dışarı mı vurur ne yapar acaba düşünceleri yok aklımda. aklımdan geçen tek şey "gol ya bu..." bu kadar. mario tabiri caizse zbam diye atıyor golü, dur kontrol edeyim oradan döneyim bu tarafa bakayım yok, geldiği gibi gömüyor. sevinmiyorum bile zira orada mario var, pozisyonun sürprizi kaçmış. adamsın lan diyorum sadece.

    adamsın lan.

  • 15. katı meyve sıkacağı alacaklara tavsiyeler

    almayın.
    max. kullanım sayısı 10; o da heves içinde.

  • 16. 7 şubat 2016 cizre'de 60 teröristin öldürülmesi

    (bkz: 14 ocak 2016 pkk diyarbakır saldırısı) sonrası şunları yazanlar:

    http://i.hizliresim.com/ppgz4v.png
    http://i.hizliresim.com/vnqvkd.png

    (bkz: 7 şubat 2016 cizre'de 60 teröristin öldürülmesi)'nden sonra , şunları yazıyorlar:

    http://i.hizliresim.com/yrap1a.png
    http://i.hizliresim.com/a5pp2x.png

    üzüleceksek (bkz: 4 yaşındaki şehit tabutu)'na da , (bkz: cizre'de öldürülen meral bebek)'e de üzülecegiz , üzülmeliyiz.bazı insanlar çok kaypak ulan.utanmıyorlar da.boktanlaşmış ideolojileri ile birlikte , bok çukurunun en dibini boylamalı kaypak insanlar.4 yaşında katledilen sübyan için halay çekenlerin ,dün yapılan operasyonlara üzülme hakkı yok .yok ulan.

    edit:bir kaç kişi , " çınar saldırısı 14 ocakta gerçekleşti , ss'ler neden 13 ocak 2016'yı gösteriyor?" tarzında sorular sordu.twitter'dan kaynaklanan bir problem olmalı. saat gündüzün 15:31'i olarak gözüküyor ama , gecenin 03:31'i.

    13 ocakta atılmış gözüken diğer tweet'ler:

    http://i.hizliresim.com/7m524r.png
    http://i.hizliresim.com/l1mdwb.png
    http://i.hizliresim.com/zr9q9g.png
    http://i.hizliresim.com/3yq2qj.png
    http://i.hizliresim.com/vnroa6.png

  • 17. vajina'nın balta yarasına benzemesi

    hayatimda hic iliskiye girmedim. diger insanlar vajina gorduklerinde ne hissediyorlar bilmiyorum fakat ben pansuman yapilmasi gereken, ayda bir kanayan, acik bir yara oldugunu dusunuyorum. tum kadinlara acil sifalar diliyorum.

  • 18. ahmet parlak jolly joker konseri

    öncelikle inanmayanlar için etkinliğe şuradan ulaşabilirsiniz. konser

    onca yıl müzik piyasasında uğraşıp, didinip bir yerlere gelmek için yıllarca çalışan..

    3-5 kuruş para kazanabilmek uğruna, yerin 3 kat altındaki barlarda müzisyenlik yapan.. sırf daha iyi müzik yapabilmek adına, hayatındaki en pahalı varlıkları enstrumanları olan.. bu şehire 10 belki 15 yılını vermiş, müzikten hayatını geçindirmeye çalışan insanların hiçbiri belki de jolly joker'de çıkamayacak..

    meyhane köşesinde damar şarkı söyleyen bi adam gelir ve hepimize bir gol atar.. ve eminim ki orası hınca hınç dolacak..

    sen, şimdi sat o 10 milyarlık gitarını, 1.500 liralık gitarla sahneni yap. nasıl olsa kimse anlamayacak, dikkat etmeyecek..

    boşver o yıllarca çalışıp caz klasiklerinin üstüne yaptığın improvisation'ları, oktavları, armonileri..

    hiç birinizin cep telefonu kamerasıyla çekilmiş, arabesk bir parça kadar değeri yok bu ülkede..

    ama inanın o mütevazi insanlar beyoğlu'nun ara sokaklarında ufacık, 30 kişiden fazla insanın bile sığmadığı cafede şarkı söyleyerek dünya'nın en mutlu insanları oluyorlar..

    çok acayip, gerçekten çok acayip bir ülkeyiz..

    edit: ne anlatmak istediğimi anlamayıp, jolly joker ne ki 5-10 bin lira para verip isteyen çıkar diyen arkadaşlarım mevzuyu anlamamış tam olarak. mevzu x mekanı, y mekanı değil..

    ama bu bize müstehak, bunu hak ediyoruz gerçekten.. şimdi daha iyi anladım.

  • 19. suriyelilere bilet satışının yasaklanması

    almanya'da hali hazirda olan durum. mülteciliginiz taninana dek artik 2 sene 3 sene bile sürebilir. bagli oldugunuz kuruma haber vermeden bulundugunuz sehrin 50km disina cikamazsiniz.

    suriyeli sevicisi hümanistler gelmeden surda dursun diye yazdim.

  • 20. türk erkeğinin biraz yürüyelim mi'ye olası cevabı

    +biraz yürüyelim mi?
    -ne gerek var canım, sen adres ver ben böbrekleri yollarım.

  • 21. uğur ışılak'ın neşet ertaş halk ozanı değil demesi

    ama uğur ışılak halk ozanıdır; bu halkın ozanıdır:

    yere tüküren
    ağzı bozuk
    asık suratlı
    kompleksli
    kirli
    kibirli
    üçkağıtçı
    dinci
    cumacı
    lidere tapıcı
    yalancı
    talancı
    saraycı
    "çalıyor ama çalışıyor"cu
    kaderci
    "değer"siz
    hile-hurdacı
    kıskanç
    tahammülsüz
    bağnaz
    yobaz

    bir halkın ozanıdır uğur ışılak.

  • 22. poğaça

    her sabah iş yerinde 2 adet poğaça yemek adetimdir. iş yerimde öğlen yemekleri genelde kötü çıktığından sabahları sağlam kahvaltı yaparım. yine tanesi 75 kuruştan 2 adet poğaça aldığım bir sabah kapıda patronum emre bey ile karşılaştık. emre bey günaydın bile demeden elimdeki poğaça paketine baktı ve eliyle poşeti yokladı ve “ne var bunun içinde sinire gerek yok” dedi. ben de poğaça var emre bey yer misiniz diye sordum. emre bey bir çok konuda cimri olsa da çalışanının yemeğine, sigarasına tenezzül etmezdi. bu nedenle ikram ederken içim rahattı. ancak emre bey poşeti yavaşça açtı ve içinden bir adet poğaçamı alıp “hadi bi çay söyle” dedi. inanılmaz sinirlenmiştim. neden benim poğaçama çöktü diye içimden tonlarca küfrettim ve çay ocağına gittim. sinirimin yatışması için çay ocağında ablalarla biraz muhabbet ettim.

    ertesi gün otobüste işe giderken telefonum çaldı. arayan emre bey’di. hayırdır inşallah diyerek telefonumu açtım ve emre bey direkt konuya girdi. gelirken aynı poğaçadan alıp alamayacağımı sordu. ben de çok aç olmama rağmen “emre bey ben evde kahvaltı yaptım ama isterseniz size alabilirim” dedim. beklemediğim şekilde “tamam bana 2 tane kap o zaman sıcak olsun” dedi. mecburen pastaneye gittim ve emre bey’e 2 adet poğaça aldım. çok aç olsam da emre bey’e kahvaltı yaptım diye yalan söylediğim için kendime alamadım. o sıcacık bol yağlı ve ekşimsi peynirli poğaçalarla beraber iş yerine gittim. yolda emre bey’den poğaça parasını isteme konuşma provaları yaparak yürüdüm. her ay bana net 1.400 tl veren adamdan ki bu adam benim patronumdu nasıl 1.5 lira isteyebilirdim ki. resmen her yerimi ateş bastı ve terledim. yol boyunca stresten kendi kendimi yedim. bu duruma da sinirlendim yine kendi kendimi yedim.

    iş yerime ulaştım ve emre bey’in odasına gittim. poğaçalarını teslim ettikten sonra emre bey’in poğaça paralarını vermesini birkaç saniye bekledim. o kısacık sessizlik “hadi bi çay söyle” ile son buldu. hem poğaçalarımın parasını ödemedi hem de bana poğaçalardan ikram etmedi. çayı söyledikten sonra yerime geçtim. şimdi de içimi “emre bey ya benden her gün poğaça isterse” korkusu kaplamıştı. her gün 1.5 lira emre bey için harcayamazdım. kendim de poğaça yersem bu tutar 3 tl olacaktı.

    düşündüm taşındım. ego otobüs güzergahlarını inceledim. milliyet.com’dan eski çocuk yıldızlar ne oldu haber galerisine baktım. emre bey eğer benden yine poğaça almamı isterse poğaçasına kıl atmayı düşündüm. belki onlarca şeytanlık geldi aklıma neticede benim de kendime göre hinliklerim vardır. ancak ahlak ve sağlık kuralları içerisinde hiçbir çözüm bulamadım. inanılmaz hüzünlenmiştim. hem poğaça parası verecektim hem de her sabah emre bey ile sohbet etmek zorunda kalacaktım. derken bir anda telefonum çaldı ve arayan genel müdürümüz hakan bey’di. “sinire gerek yok sabahları poğaça alıyormuşsun. emre bey talimat verdi; o pastaneye gideceksin ve her sabah personele tanesi 50 kuruştan 20 poğaça getirmeleri konusunda görüşeceksin” dedi. inanılmaz mutlu olmuştum. hem poğaçam bedavaya gelecekti hem de emre bey’den kurtulmuştum. çayımdan bir fırt aldım. karnım aç olduğu için şirketteki misafire sunulan bonbon şekerlerden sarı olanları ayırdım ve 3 tanesini sevinçle ağzıma attım.

  • 23. dünyanın tam olarak yuvarlak olmayışı

    en derin yeri 10 km olan okyanuslar olmayınca 12762 km çapa sahip dünyanın ödemiş patatesi gibi göründüğünü sanan insan beyanı. dünya neredeyse mükemmel bir küredir. hatta yüzeyindeki dağlar ve sair yükseltiler çapına göre o kadar önemsizdir ki oransal olarak bir bowling topundan daha pürüzsüzdür.

  • 24. 8 şubat 2016 hamza hamzaoğlu açıklaması

    yine neden kızıldığını anlayamadığım, enteresan başlıklardan birisi.

    adamı kovdunuz lan siz. hem de söve söve. aşırı minnettar olmasını falan mı bekliyordunuz? siz ne zaman vefa gösterirsiniz, o zaman vefa görürsünüz. kulübe üç kupa kazandırmış adamı kovmakla olmaz bu işler.

    kabullen veya kabullenme, artık başka bir takımın teknik direktörüdür kendisi. ve o kulüpte başarılı olmaya çalışmaktadır.

    maaşını oradan almaktadır, yani oranın bir çalışanıdır. ayrıca, maaşını oradan aldığı için taraftara vicdani borcu da vardır.

    bazı takımlar elenirse, biz gideriz demiş. ne deseydi? biz elenelim de galatasaray gitsin, çünkü ben büyük galatasaraylıyım, sikmişim kendi takımımı falan mı?

    gerçekten enteresan.

  • 25. 2016 ekonomik krizi

    kriz zaten var. ben herhangi bir şirkette beyaz yakalı olarak görev yapmayıp kendi işimle ilgilendiğim için daha rahat görüyorum. yukarıda birisi yazmış zaten, "az biraz ticaretin içinde olanların varlığını tartışamayacağı kriz" demiş.

    tarım, çeltik piyasası için konuşayım.

    http://www.hurriyet.com.tr/…rteleme-istedi-40024981

    bu herifler cemaatçi. türkiye'nin en büyüklerinden. 140 milyon ciroları var, 150 milyon borçları. ödenir mi? ödenmez.

    http://www.bugun.com.tr/…-intihar-etti-1925136.html

    ipsala'nın en zenginlerinden. elinde balya balya çek varken alacaklarını alamadı, çekleri yazdırdı işin işine kürt mafyası falan girip oğlunu öldürmekle tehdit ettiler. sonuç intihar.

    daha uzatmayayım. ipsala havzası sanırım türkiye'nin %50'ye yakın çeltik ihtiyacını karşılıyor. 200bin dekarlık alandan söz ediyoruz. çeltiğin üretim kilo maliyeti 1400 kuruş civarı. şu an 1300'e satamazsın. satarsın ama parayı alamazsın. alan yok. açık fabrika da yok. ekilmeyecek bu alanın çoğu seneye. ekemez çünkü çiftçi. bitti.

    ayçiceği piyasası da yine aynı şekilde. uzunköprü ya da genel olarak trakya'da alıcı yok. ha yine aynı şekilde alıcı var ama öyle alıcı var. parayı almamak üzere verirsen alıcı var.

    şimdilik bu civarlarda batan firma, fabrika sayısı 20 civarında. her birinin ismini yazmama gerek yok. her gün yine birileri batıyor. domino etkisi gibi batan batana. zaten hepsi birbiriyle iş yapan firmalar. fırsattan istifade, yasalar zengini koruduğu için insanlara battık deyip batmayan da var tabii. fabrikan sayesinde 500 milyarlık arabayla geziyorsun; ama batıyorsun. benim bildiğim herşeyini satarsın, ödeyemezsin, o zaman batarsın. ama öyle olmuyor kılıfına uydurursan.

    ben açıkcası böyle bi yıl, böyle bi piyasa görmedim. yaşım yetmiyor da 89 yılı böyle diyorlar. 2001 krizi bile böyle değildi.

    bu akp cemaat kavgasına, bilen bilir bakliyat piyasınının %90'ı malatyalıların elindedir, onlarında çoğu nur cemaatini üyesi olduğuna, akp bunları kovalayayım derken bunlar da piyasadan yüklü miktarda mal çekip piyasaya sürdü. üreticiye, fabrikacıya para yok tabii yine. dolandıran uzadı yurtdışına, yoksa akp çökecek tepesine. akp-cemaat kavgası mit müsteşarı ya da 17/25 aralık değil sadece. bunların malları var. iş yapan herifler bunlar yıllardan beri piyasada. 60-70 yıllık firmalar bunlar. bunların mallarına çökme davası bu dava. 2 tane dershane değil olay. islamcı kavgası paradan çıkar, başka bi' şeyden çıkmaz.

    nakliye yok e doğal olarak ticaret yok. tırlar, kamyonlar garajlarda parkarda. yollarda tır gezmiyor lan. tek tük denk gelirse. edirne'den istanbul'a gitmeye kalksan yolda 10 tane tır zor görürsün.

    geçen mahmutbey'e gitmem gerekti. 3 tekstil atölyesinden 1'isi kapalı. e bu herifler rusya'ya çalışıyordu. bavul ticareti ya da perakende.

    pek bildiğim bir alan değil lakin bu hotel işletmecileri, turizm sektöründe çalışanlar da aynı şekilde konuşuyor. 1000 ve üzeri yataklı çoğu hotel bu yıl açılmaz diye konuşuyorlar. sanıyorum ki 1000 yataklı bir hotelde çalışan sayısı 500'ün üzerindedir. 500 kişi.

    ben anlamıyorum nasıl kriz yok. bizim götümüzde ayı bağırıyor, eleman cebine 2-3 bin maaş geçiyor diye kriz yok diyor.

    aliağa rafinerisini sovyetler kurdu, kredi aldın. iskenderun demir çeliği sovyetler kurdu. karşılığında cumhuriyetin ilk yıllarından beri mevye-sebze istiyordu herifler. gittin vurdun nato gazına gelip. sovyet sevicisi değilim de, ulan bu herifler cumhuriyetin ilk yıllarından beri en büyük müttefiğin. taksim anıtında rus general var lan. 3-5 tane domates değil olay. sovyetlerden gelecek parayı, turizmi katar karşılayacakmış. şaka gibi. katar'ın nufusu ile rusya'nın nufusu bir mi? akıl mantık yok bu heriflerde. 2 tane arap cevahirde gezecek, antalya'da tatil yapacak, rezidanstan daire alacak; böyle karşılayacaksın yani 200 milyonluk rusya'ya yaptığın ihracatı. tebrikler einstein.

    doğu'da savaş yürütüyorsun. gitmedim bilmiyorum lakin sur dediğimiz yer diyarbakır'ın merkezi. kırsalda eskisi gibi değil artık olay. hakkari keza öyle. şehir savaşı yürütüyorsun oralarda. bu savaşın da ülkeye bir maliyeti var. 3-5 tane fakir köylü çocuğunun ölümü mü sadece olay.

    benim mi? konya'lı herifin biri 40 bin lira taktı, alamıyorum. hacıymış ödermiş. hayır alamayacağım parayı. hacı olunca ödermiş. hacı hacıyı mekkede mi ne diyorlarsa.

    bu piyasada, bu şartlarda iş yapılmaz. 7/24 emlakçılara sövüyoruz ya burada. yapılabilecek en iyi meslek haline geldi. risk yok çünkü. başkasının üzerinden para kazanmak kadar güzeli var mı risksiz? yok.

    kriz yok ekonomi iyiye gidiyor evet.

    bu devlet 1 sene sonra emekli maaşlarını nasıl ödeyecek ben onu merakla bekliyorum. hayvan gibi işçi masrafı, stopaj tırı vırı veriyoruz gerçi, öderler bi' şekilde.

  • 26. big chefs fikir ve sanat eserleri kanunu ihlali

    big chefs ya da fenomen denen şahsın söz konusu fotoğrafın yüksek çözünürlüğe sahip haline nasıl ulaşıp baskıya girebildiklerini merak ettiğim ihlal...

  • 27. hukuk okumak isteyenlere ibretlik avukat ilanı

  • 28. penisin fil hortumuna benzemesi

  • 29. işte benim stilim

    tutuk boynuma sürdüğüm dolgit kremin kokusuyla ölmeyi beklerken agoniyi dibine kadar yaşamak için açtım, baktım, ibret aldım.

    - çok güzel bir kadınsın.
    - bön bö kozom!!!

    gerçekten çok sikimizde kız mı kadın mı olduğun. kahrolsun tercihli beyinsizlik ya.

  • 30. eş seçiminde en önemli faktör

    müzmin bir evde kalmış olarak deneyimlerime değil gözlemlerime dayanarak en rahatsız edici 3 noktaya değinmem gerekirse;

    • para karşısındaki duruşunun sizi nasıl etkilediği
    dış görünüşe değil iç güzelliğine karakterine bakıyorum yalanlarını bi kenara bırakırsak müstakbel eşin para karşısındaki tavrı karakteri hakkında belli başlı ipuçları verir zaten. ortada birlikte kazanılmış bir para yok iken evleneceği kişinin ailesinden kalan maddi gücü üzerinde söz söyleme hakkını görüyorsa kendinde tebrikler bebekten önce nur topu gibi bir sorun verdiler kucağına. aynı şey bak o şundan almış sen neden alamıyorsun tarzı kıyaslamalar için de geçerli. bu söylediğimin çağ dışı bir ifade olduğunu düşünüp kim söyler ki bunu diyenlere de gülmeden edemeyeceğim kusura bakmasınlar.

    • geldiği nokta belli iken hep ama hep daha fazlasını istemesi
    kendi başınayken ya da ailesiyle birlikteyken yapmamış/yapamamışken birçok şeyi evlendikten sonra proje gerçekleştirme kaynağı olarak görüyorsa sizi, geçmiş olsun tatmin edilemeyen bir türle evlilik yolunda ilerliyorsunuz demektir. asla ona yetemez asla sahip oldukları ile mutlu edemezsiniz onu. (burada bahsettiğim şey insan içinde kalanları eşiyle değil de kiminle yapacak mevzusu değil. hayatını nasıl kazandığını, günlerini nasıl geçirdiğini bildiği biri ile evlendiğini ve hayatının bu şekilde ilerleyeceğini kabul etmiş birinin sırf birilerine hava atmak, gösteriş yapmak için sürekli daha fazlasını istemesi.)

    • ilişkinin başında kabul ettiği şeyleri, işler resmileşmeye başladıktan sonra sorun edip etmemesi
    klanvari bir hayat tarzın var ve evleneceğin kişi bunun farkında. rahatsız olursun sevmezsin yapamazsın uyarılarına rağmen senin için katlanırım her şeye diyen bir varlık varken karşında işler resmiyet kazandığında küçük küçük sıkıntılar çıkarmaya başlıyorsa; tebrikler ailenle eşinin arasında kalacağın günler/aylar/yıllar kazandın.

  • 31. beşiktaş

    çeşitli başlık ve entry'lerle renkli akınına uğramış takımım.

    işin komik tarafı, bizim bu sene oynadığımız futbolun yarısını kendileri oynasa; yandaş gazetelerine "uefa takımın oyununu çok beğenmiş, bu sene avrupa'da şampiyonlar ligi'nden devam etmesi için kulübe fax çekmiş. yöneticiler ise bu sene artık olmaz, kupa formatı bozulur diyerek reddetmişler" diye haber yaptırırdı.

    takımımızın oyunu çok zevk veriyor, taraftarı mutlu ediyor. taraftarı da doğal olarak keyifli tabii ki. diğer tarafta fenerliler birbirlerine "oğlum 1-0 kazanmak çok daha iyi, avrupa'da daha çok ilerleriz" diye kabız teknik direktörlerini methetmeye çalışıyor; galatasaray'lılar ise "ulan bu mustafa denizli'ye senelik 3 milyon dolar veriyorlar, ben aynı futbolu 30 bin dolara oynatırım" diyerek isyanlarda.

    fenerbhçe medyası da kroki durumda:

    beşiktaş ersan'ı harika bir fiyata çin'e satıyor, iki gün geçmeden nani ve van persie'ye 40 milyon euro'luk teklif geldi haberi yaptırılıyor.

    beşiktaş çin'le ilişkileri geliştirmek için hamle yapıyor, tövbe bismillah demeden fenerbahçe'nin çin açılımı hamlesi haberleri yapılıyor.

    "ulan çin'de fenerbahçe'yi kim ne yapsın, oyuncu bile satamadı oraya" diyen yok nasılsa, "beşiktaş yaptı ya, sidik yarışında geri kalmayalım" haberleri hep.

    neyse, troll arkadaşlara da bu vesileyle kötü bir haber vereyim: beşiktaş taraftarı şımarık değil, mutlu. takımının şu anki kadro ve oyunundan mutlu, yeni stadından ve geleceğinden umutlu. siz beşiktaşlıları kızdırmak için kendinizi komik duruma düşüren saçma sapan entry'ler girip başlıklar açıyorsunuz ama, beşiktaşlılar kızmak bir yana size götüyle gülüyor.

  • 32. lebron james

    daha önce bir kez yakından gördüğüm kişi. herif yanımdan geçti, ben 1.90'ım ve aramızda alt tarafı 13 santim var yeaaa dediğim adam yanımdan bir dev gibi geçti, rüzgarı bana yetti. dönüp tekrar tekrar baktım; bu boy neyse de, bu cüssedeki, bu ağırlıktaki adam, sahayı nasıl 3-4 saniyede geçip nasıl bu kadar yukarı sıçrayabiliyor, nasıl yani ya diye saatlerce düşündüm?

    diz değil, dağ olsa dayanmaz normal bir insanda.

    lebron'ın fanı ya da hater'ı değilim; ama balonla, şişirmeyle, şununla bununla bu seviyeye varılmaz. bahsettiğim kütle şut atıyor, top sürüyor, ribaund alıyor, savunma yapıyor, ya basketbol namına güç, zeka, taktik, fundamental, teknik vs. gerektiren her boku yapıyor herif.

    bu şekilde 100 kere dünyaya gelsin, 100 kere nba yıldızı olur. net.

  • 33. tecavüzün komedisi olmaz

    gayet haklı ve doğru bir bildiridir.

    sevdiğiniz bir kadının hayatının bir döneminde tecavüze uğradığını düşünün. evet düşünün, burası türkiye. ve o kadınla yüzünüz gülsün diye bir komedi filmi izliyorsunuz. karakterlerden biri de ağzını ayıra ayıra gülerek ''tecavüz kaçınılmazsa zevk almaya bakacaksın'' diyor. o kadının tüm yaşadıkları aklına gelmeyecek mi, ürpermeyecek mi ''zevk almaya bakacaksın'' lafından? düşünmeyi reddedenler için söyleyeyim, tecavüzün en büyük yaralarından biri de kadın o an bulunduğu durumdan tiksinmesine, nefret etmesine ve her şeyiyle bunu istememesine rağmen bedeninin elinde olmadan buna farklı tepki vermesidir. tecavüz mağduru kadınları intihara sürükleyen şeylerden biri de bu ''ben böyle bir şeyden nasıl zevk alırım'' hissidir. böyle bir şeydir tecavüz. kimse tecavüzden, sebep olduklarından, açtığı yaralardan bahsedilmesin demiyor. aksine farkındalık oluşturulmalıdır, ama mizah unsuru yapmak aşağılıklıktan başka bir şey değildir.

  • 34. sözlük yazarlarının koleksiyonları

    önce ruh hastası gibi peçete biriktirerek düştüm bu batağa. sonrasında işler kontrolden çıkıp sınıfta peçete yarıştırdığım kızın koleksiyonunu yakınca bu işleri bırakmaya karar vermiştim. sonrasında dayanamayıp gazoz kapağı biriktirmeye başladım. niye yapıyordum hiçbir fikrim yoktu ama o kadar kişi yanılıyor olamazdı dimi? fakat bir büyük market poşeti dolu gazoz kapağından paslı olanlar kardeşimin ayağını kesip tetanosun ucundan dönünce babam gözyaşlarıma aldırmadan hepsini çöpe gönderdi. taso biriktirmeye çalıştım kısa süre ama mahalledeki pislik cemal hepsini üttü, aldı elimden. yenildikçe daha da kaybettim. ilkokulda bildiğin kumar batağına düşüp tüm tasolarımı mahalle kaldırımlarında kaybetmiştim. bu üzüntü beni taa üniversiteye kadar idare etmişti bir şeyler biriktirmemek konusunda. sonra madem üniversiteliyim, evime hiç gelmeyecek o kızlara gösterecek bi şeyim olmalı dedim. futbol takımı formaları biriktirmeye başladım. fakat bir tanesi çakma olmak üzere 2 galatasaray formasından ileri gidemedim. her yurtdışına giden arkadaşa söyledim bana bi takımın formasını getirin diye. hepsi "kanka bulamadık yaee" diye savdı beni başından. inat edip memleketine giden arkadaşlarıma salça oldum. bayburtspor forması istedim mesela. fakat bayburtspor kulübü formaların öyle sağa sola verilemeyecek kadar çok olmadığını çok da kibar olmayan bi dille arkadaşıma iletmiş, canları sağolsun deyip o işi de bıraktım.

    herhangi bir nesne koleksiyonu yapmak bana göre değildi. tam "zaten eve gelen kız da yok neyin derdindeyim lan ben" diye isyan edip bıraktım bu işleri derken hayatımı değiştiren bir şey oldu. ev arkadaşım bilgisayarından giremediği için benden üniversitenin öğrenci bilgi sistemine girip notuna bakmamı rica etti. gayet masumane başlayan bu süreç arkadaşın sistemdeki fotoğrafını görmemle çılgın bi tutkuya dönüştü. aman allaam o nasıl bir fotoğraftı? böyle fotoğraf mı olur allasen? ya açarken yanımda hamile olsaydı? töbe estağfurullah bi şey olmuştu ama ne? ben sadece kendi fotoğrafım kötü zannederken ev arkadaşımınkinin benden aşağı kalır yanı yoktu. işte o an karar verdim bu fotoğrafları biriktirmeliydim.

    herkese manyak gibi sistem şifresini soruyordum. herkes önce deli galiba diyip verdi ama sonra 30-35 fotoğrafa ulaşan koleksiyonumu görünce olayın vehametini fark ettiler. kendi sınıfımdan, farklı bölümlerden bir sürü insanın "kuran yırttı böyle oldu!" diye haber yapılacak fotoğrafları bilgisayarımdaydı. fotoğraf sayısı 50'ye yaklaşınca artık beni herkes tanıyordu kampüste "öğrenci bilgi sistemi sapığı" olarak adım çıkmıştı. ama "lisede tek maymuna benzeyen ben değilmişim lan hepinizmişsiniz! sen! sen! sen! hepiniz!" sloganlı kutsal amacım zafere ulaşmıştı bile ve artık bilgisayarımdaki 443 cigabaytlık "derssssss" dosyasından çok daha kıymetli şeyler vardı.

    koleksiyonuma yeni parça ekleyememiştim belki ama bunlar bile yeterdi bana. şu an elimde diş hekiminden doktoruna, banka müdüründen üniversitede doçentlik kasan adama, en afili mühendisinden 5 liralık şeyleri tasarım diye 100 liraya iteleyen takı tasarımcısına kadar herkesin orta okul ve lise fotoğrafı var. piyasaya bi salsam yeminle aç kalırlar. hepinizi süründürürüm olm adam olacaksınız! bak bak şu adamın tipe bak bu adam diş hekimi lan. şu fotoğrafını görseler yeminle dişleri dökülür korkudan tüm hastaların. neyse qanqa benim şu dolguları yenileyelim bu hafta içi kıps.

  • 35. öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler

    para sandığınız kadar saadet getirmez.

    psikoloji ve davranışsal ekonomi dallarında literatüre derin katkılarda bulunan nobel ödüllü duayen daniel kahneman ve yine nobel ödüllü olan mikroekonomi üstadı angus deaton tarafından yapılan araştırmaya göre para ancak belli bir noktaya kadar mutluluk getirir. ciddi bir veri toplayarak yaptıkları araştırmaya göre, amerika dahilinde, 75.000 dolar gelire kadar (2008 verisine göre amerika ortalama hane geliri mean 71,500 median 52.000 dolar) mutluluğun arttığı, fakat bundan sonraki yükselişlerde hayat tatmini artsa da mutluluğun sabit kaldığı sonucuna ulaşıyorlar.

    kaynak:

    https://www.princeton.edu/…valuation_august2010.pdf

    araştırmanın eksik ve sorgulanabilir yanları olmakla birlikte harvard üniversitesinde eğitim veren daniel gilbert'ın stumbling on happiness kitabıyla birleştirince resim tamamlanıyor.

    dan gilbert diyor ki:

    1 - materyal değil, tecrübe satın alın.

    1000 tane amerikalı üzerinde yapılan araştırmaya göre katılanların %57'si tecrübeye yatırdıkları paradan (gezi, konser vs) materyale yatırdıkları paraya oranla (araba, elektronik eşya vs) daha memnun olduklarını söylüyorlar.

    bunun sebebi ise, her ne kadar pahalı olursa olsun alınan bir materyal kısa bir süre sonra albenisini kaybediyor ve ilk günkü heyecanı oldukça azalıyor. ancak bir tecrübe satın aldığınızda bu bir anı haline geliyor ve yıllar sonra bile bu anı aklınıza geldiğinde veya sosyal bir ortamda paylaştığınızda tekrar onu yaşıyormuş gibi olarak aynı mutluluğu tekrar hissediyorsunuz. dostlarınla ettiğin "abi hani 5 sene önce viyana'da sokakta sızmıştık ya..." muhabbetiyle başlayan ve devam eden geyiğin verdiği hazzı düşün, bir de 5 sene önce bir ev aldıysan o evi ne kadar mevzubahis ediyorsun onu düşün, hangisinden bahsetmek, hangisini hatırlamak daha çok mutluluk veriyor?

    2 - paranızı kendinize değil başkalarına harcayın

    aynı zamanda harvard business school'dan michael norton, simon fraser university'den lara aknin ve university of british columbia'dan elizabeth dunn'ın araştırmasına göre prosocial harcama ismini verdikleri şekilde parayı kendisine değil de başka insanlar için harcayan kişilerin daha mutlu olduğu ortaya çıkmış.

    3 - paranızı kendiniz değil başkalarıyla harcayın

    yukarıdakinin bir tık farklı versiyonu, harcadığın parayı da tek başına değil başkalarıyla birlikteyken harca. çünkü sosyal ortamın içindeyken, yaptığın aktivite çok çok rutin olsa bile aile ve/veya arkadaşların yanındayken harcadığın para sosyal bağdan dolayı sana daha çok mutluluk verecek.

    4 - az sayıda ve pahalı şeyler almak yerine çok sayıda ve daha ucuz şeyler alın

    çünkü yukarıdaki materyal vs tecrübe örneğinde de bahsedildiği gibi alacağınız herhangi bir materyalin albenisi hızlı şekilde yok olacak. bu yüzden birim fiyatı yüksek şeylerden az almak yerine birim fiyatı düşük şeylerden daha fazla alın.

    5 - imaj hiçbir şeydir susuzluk her şey ile sprite felsefesi doğru. sadece başkalarına iyi görünmek için bir şey almak yerine kendi istediğini al.

    orjinali kime aittir bilemiyorum ama ben fight club'dan duyduğum için oradan aktaracağım, felsefe aynı: `we buy things we don't need with money we don't have to impress people we don't like`.

    işte bunu yapmayın, mutluluk orada değil diyor. başkasıyla da sidik yarıştırmayın, kendi istediğinizi ön plana koyun, mutluluk orada.

    6 - parasını şimdiden verdiğin bir şeyi sonra yap/tüket.

    psikolojide delayed gratification denilen bir kavram vardır. daha sonra verilecek daha büyük bir ödülü alabilmek için hemen, o anda verilecek bir ödülü almamayı tercih edebilmek olarak özetleyebiliriz. akademide ertelenmiş haz konusunda iradeli olabilen insanların akademik başarı, ruhsal ve fiziksel sağlık, sosyal başarı gibi konularda daha ileri olduğuna dair birçok araştırma da mevcut. hatta eq'su daha yüksek insanların bunu yapabilme konusunda daha rahat olduğu söylenir.

    burada da mantık benzer. şu anda parasını vermiş olmana rağmen o tüketeceğin/yapacağın şeyi beklerken geçen süreçte de o şeyi beklemenin, ve beklerken onun hayalini kurmanın hazzı da sana ayrı bir mutluluk veriyor.

    aslında basitçe örnekleyebiliriz. 5 gün sonra aşık olduğun sevgilinle ikinizin de çok istediği yere tatile gideceğini düşün. sadece o tatile gittiğinde mi mutlu olursun, yoksa bugünden onun heyecanı ve birlikte geçireceğiniz tatilin hayalleri sana haz vermeye başlar mı?

    yani sevgili melis, lvmh ve oscar de la renta kataloğundaki her şeyi almalıyım, mücevherlerim mutlaka harry winston olmalı diye hayatını heba etmek yerine al sevgilini yukarıdakini yap ve bir tatile git, ardından ara arkadaşlarını "ludovico einaudi konserine bilet aldım hepimize hadi gidiyoruz" de. ahmet kardeşim, sen de koenigsegg one 1 yanına da sunseeker predator 115 olmadan, koluma richard mille tourbillon rm 56-02 sapphire takmadan huzura eremem demeyeceksin. git kendo öğren mesela. ya da melis'ten neyin eksik, al sevgilini tatile git, birlikte yeni bir yer görmüş olun. öeeh diyosan git annene çiçek al, 5 yaşındaki kuzenini bu sefer parka sen götür, giderken de sevdiği bir oyuncak al. ardından da ara arkadaşlarını "akşam rakıdayız beyler" de hesabı sen çek. uğruna kendini yediğin materyallerden sıyrılıp çok daha mutlu olduğunu farkedeceksin. ben demiyorum, nobelli abilerimiz diyor.

  • 36. 29 şubat 2016 fenerbahçe beşiktaş maçı

    az sakin olun gençler dediğim maç. daha 3 hafta var. o vakte kadar iki takım da 5 6 maça çıkacak. daha dün rhodolfo'yu 6 ay kaybettik. ne olacağı belli olmaz bu süreç içerisinde.

    iyi top oynuyoruz, formdayız ama derbilerde kendi sahasında hep iyi sonuçlar alan bir rakiple karşılaşacağız. o yüzden ayağımızı sağlam basarak o maça kadar puan kaybetmemeye bakalım, o zaman bir puan da hiç fena sonuç olmaz keyfimize bakarız.

  • 37. survivor 2016

    baraka yapılırken biri de çıkıp bunu bir yöne eğimli yapalım ki yağmur yağınca kafamıza inmesin demedi çok garip valla. ya ıssız adaya gidiyorsunuz hiç mi baraka nasıl yapılır diye izlemediniz youtubeda

  • 38. çok güzel bir kadın olmak

    "bir kadın için fazla güzel olmak kötüdür. mizah duygusunu ya da kişiliğini geliştirmesine engel olur"(bkz: about time)

  • 39. 2015-16 bjk'nin şampiyonluğunun önünde duracak güç

    muhtemelen the irlandalı'nın açtığı bir troll sıçmığı daha. cevap vermeyin kendi kendisine bitsin.

    edit:gerizekalı galatasaraylı trolun biri sanki beşiktaşlıymış gibi başlık açıyor ve sonra yazılanları gülerek sandalyesinden okuyor. fenerlisi, beşiktaşlısı da buna entry kasıyor.

  • 40. baranba

    şu entryde belirtmiştim (bkz: #58342092) yine yazıyorum, şunları incelemesi gerekiyor:

    (bkz: türk antropoloji mecmuası)
    (bkz: #11173808)
    (bkz: türk antropoloji enstitüsü)
    (bkz: 6-7 eylül olayları)
    (bkz: 1934 trakya olayları)
    (bkz: varlık vergisi)
    (bkz: #58037358)
    (bkz: #7688280)
    (bkz: güneş-dil teorisi)
    (bkz: ordunun türk ırkından baytara ihtiyaç duyması)
    (bkz: türk halkının ırksal özellikleri) (kafatası incelemesi yapılmış: (bkz: #13443745))

    ayrıca ırkçılığın kültürümüzde olmadığı söylerken verdiği osmanlı örneği için de şunlara bir baksın:
    (bkz: etrak-ı biidrak)
    (bkz: türk-i bed-lika)
    (bkz: etrak-ı napak)
    (bkz: millet-i mahkure)

    bilgi için: http://ayrimcisozluk.blogspot.com.tr/…de-ayrmc.html

    yani "osmanlı'da ırkçılık yoktu, bizim ırkçılık olmayan geleneğimiz de oradan geliyor" benzeri laflar etmeden önce bir bak. özellikle türkler için aşağılayıcı sözlere yer verdim, hani işin ucu türk'e dokunmayınca pek dikkate almıyorsunuz diye.

    adama ırkçılıkla ilgili onlarca örnek veriyoruz, hala "sabun yapıldı mı? yapılmadı" benzeri laflar ediyor. kendi ağzınla diyorsun osmanlı döneminde her dinden, her kimlikten adam vardı diye. nerede bu adamlar? nerede rumlar, ermeniler, yahudiler? bu kadar kanıtı önüne koyuyoruz, hala ırkçılığın olmadığını savunuyor adam. bak, eğer ırkçı bir söz dile yerleşmişse yani kalıplaşmışsa dilde, orada "toplumsal düzeyde ırkçılık yok diyorum ama ben" diyemezsin. bal gibi de "toplumsal düzeyde" ırkçılık vardır. toplumsal düzeyi çok merak ediyorsan, şunu da oku bi (bkz: #13133912)

  • 41. ekşi itiraf

    bim'den 1 lira 15 kuruş'a aldığım buono çikolata'nın dış kabını çıkartıp, üzerindeki metal kaplama ile üniversitedeki arkadaşlara ikram ediyorum. ederken de; "abimin isviçre'den gönderdiği meşhur bir isviçre çikolatası bu" diyorum. millet ise; "hayatımız boyunca böyle bir çikolata yemedik... bu nasıl bir lezzet, tabii gavur yapmış abi" diyor, bu sebeple de beni çok seviyor.

    bilemiyorum, ben mi daha büyük günah işliyorum yoksa onlar mı... gerçi; belki gerçekten de bu buono dünyanın en lezzetli çikolatasıdır, ama bu onun gaziantep'te üretildiği gerçeğini değiştirmiyor. yani gavur yapmamış beyler.

  • 42. hdp'li vekilin 60 pkk'lı ile konuşma kaydı

    evet silahsız sivillerin katledilmeden önceki konuşması diyen dalyarak da geldi. bu silahsız siviller geçen hafta içerisinde onları almaya gelen ambülansa ananın amını kullanarak mı ateş ettiler sayın amına koduğum? 9 sivilin olduğu binada ve sokağında toplam 60 silahlı militan olması hakkında konuşma, onlar sivildi diye yalan söylemeye devam et haysiyet fukarası.

    ülkede zaten sizden başka bu yalanlara inanan yok da, artık diğer ülkeler bile inanmıyor. bu kadar seri ve kolaylıkla aksi kanıtlanabilir yalanlarınız ortaya çıktıkça, 80-90 dönemindeki asit kuyuları, asker mezalimi de artık yalan olarak algılanmaya başlıyor ve herkesin sadece pkk'dan değil genel olarak kürtlerden nefret etmesine sebep oluyorsunuz.

  • 43. atatürk manevi kızı nebile'nin düğününde

    17 ocak 1929 yılında ankara palas'taki bir balo ile zamanın ispanya büyükelçisi ve dışişleri bakanlığı mensubu tahsin baç ile evlenen nebile'nin düğününde yer alan atatürk'e ait fotoğraflar. eşsiz.

    dans

    nebile hanım

    ismet paşa ve mina urgan ile

    kazım özalp ve ali fethi özyar ile

    düğüne katılan milletvekilleri ve eşleri

    toplu poz

    afet inan da var

    şıklık

    kaynak: onur okur/ burak oral

  • 44. davutoğlu'nun 193 ülkenin var olduğunu sanması

    ayar vereyim derken yasanan hadise.

    "(can dündar ve erdem gül hakkinda) türkiye’nin cezaevlerinde hiçbir gazeteci gazetecilik faaliyetinden dolayı hapiste değildir. elinde sarı basın kartı olması suçtan muaf kılmaz. ayrıca 193 ülkenin olduğu dünyada türkiye nasıl 195. bunu da anlamadım."

    vikipedi'ye bir bakalim sayin davutoglu: uluslararası ortamda tanınan 206 ülke vardir. 193 ülke birleşmiş milletler'e üyedir. bm'ye üye olmayan ülkelerden bir kaci: tayvan, kosova, kktc.

    https://tr.wikipedia.org/wiki/ülkeler_listesi

    edit: (bkz: davutoglu'nun kktc'yi ülke olarak saymamasi)
    edit 2: yanlis yazimi düzelttim, uyarisi icin the dawn mist glowing'e tesekkürler.

  • 45. tolga zengin

    yok böyle bir artis yok.

    dün yaptı ya iki kurtarış, sakatlanınca doktora çemkirmeler hakeme sitem etmeler bak şurda acı çekiyorum tripleri. yahu tolga; her uçtuğun topta sakatlanıyorsun ki bu zaten senin ne kadar ham bir vücuda sahip olduğunu, yani çalışmadığını gösteriyor. ikincisi, senin acı çeken yüz ifaden görünce bizler artık etkilenmiyoruz, ah acaba bir şey mi oldu diye aklımız kalmıyor. sakatsan çık git yerini sağlıklı oyuncuya bırak bu kadar basit. sahte sahte bakın sakat oynuyorum tripleri ile etkileyebileceğin devir de geçti artık. yahu dün aynı maçta rhodolfo'nun diz bağları koptu bu adamın yarısı kadar yüzünü ekşitmedi. isterse gitsin fenerbahçe maçında son dakikada penaltı kurtarsın geçti artık o tren kaçtı. uzun zamandır böylesine itici bir adam izlememiştim beşiktaş'ta. tez zamanda hak ettiği yere, yedek kulübesine dönmesi dileğiyle.

  • 46. sokak köpekleri itlaf edilsin

    kusura bakmayın ama bir canlının itlaf edilmesini istiyor olmak normal bir durum değil.
    köpek saldırdığı için korkup "sokak köpekleri itlaf edilsin", yine kendilerince başka korkularından dolayı "sokak kedileri itlaf edilsin" ya da ben sokak hayvanlarının tümünden korkuyorum "sokak hayvanları itlaf edilsin" demek bozuk bir ruh halinin göstergesidir.

    vakti zamanında "korkuları yönetir insanı, onlarla mücadele edin." demiş birisi. mücadele edilmesi gereken sokaktaki insan bakımına muhtaç zavallı hayvanlar değil o bozuk ruh halidir. kediden, köpekten, sokak hayvanlarından korkup itlaf edilmelerini istemek korkuları yenmekte yardımcı değil, korkuları bastırıp, onların daha da çoğalmasına neden olur sadece.

    o bozuk ruhu tedavi ettirip, insana gösterdiğiniz hoşgörüyü (ki gösterdiğinizden çok emin değilim) bu canlılara da gösterebilirseniz anlayacaksınız ne kadar zararsız, ne kadar sevgiye muhtaç olduklarını.

    biraz empati lütfen

  • 47. akp'nin türkiye'ye kazandırdığı muhteşem statlar

    bir tane de corum'a yapacaklar. ancak bunun icin yikilacak stad, normalde takim 2. lig'deyken bile dolmayan sehir stadi. sehrin göbeginde, genis bir arazi. burayi yikip, yerine rezidanslar dikip, stadi da sehir disinda bir araziye tasiyacaklarmis. yapilan stadlarin kac tanesinin altinda böyle hikayeler oldugu benim merakimi uyandiriyor, aldigim kokular burnumu kasindiriyor.

  • 48. derin futbol

    abdülkerim rok'a hediye olarak bileklik ve atkı almış. rok bileklikleri abdülkerim'e teker teker geri attı. atkıyı da ertem taktı.

    a.d : teşekkür etsenize bana.
    a.d : teşekkür etsenize.
    e.ş : ben niye teşekkür edeyim?
    a.d : kim verdi oğlum parasını?

  • 49. 5 dakikaya hazırım deyip 5 dakikada hazır olan kız

    (bkz: 404 not found)

    bir sefer "bir saate anca" gibi bir cümle kurdu. açtım yüzüklerin efendisini izledim.

  • 50. di caprio'nun o kadar da iyi bir oyuncu olmaması