Ekşi Sözlük Debe Listesi

Rastgele
Hepsini aç
  • 1. babanın inşaat işçisi olması

    orospu çocukları için utanç verici durumdur. ağır itlik belirtisi.

  • 2. cübbeli hocanın ileri derecede oral seks yorumu

    yani cübbeli demiş ki;

    (bkz: pelin kardeş sen devam et)

  • 3. merkel'in filistinli kızı canlı yayında ağlatması

    lan gelsin bize 3 milyon suriyeli + 1 olur ne var. hatta lubna ve afrika da gelsin. kavimler gocu konusunda deneyimliyiz.

  • 4. yunan bayrağı gölgesinde güneşlenmem

    yunan bayrağının da çok sikindeydi, gerizekalı adam.

  • 5. g.saray barça'dır fener ancak r.madrid olabilir

    tam bir aptal açıklaması.

    koskoca galatasaray başkanının yaptığı açıklamaya bak amk.
    13 yaşındaki çocuklar bile artık böyle benzetmeler yapmıyor.

    galatasaray, galatasaray'dır.
    nou camp'a çıkınca barcelona'yı titretir, arena'da madrid'i 5'lik kıvama getirir.

    sen kimsin de galatasaray'ı birisine benzetiyorsun.
    galatasaray'ı bir takıma benzetmek ve bir takımdan küçük görmek kimsenin haddi değildir.

    illa bir şeyi benzetecekseniz vizyonsuzluğunuzu benzetin.

    bir araba dolusu parayı sabri'ye dökmenizle barcenola'nın ne alakası var diyebilecek kalibrede bir yönetici yok mu şu adama allah aşkına ya?

  • 6. 15 temmuz 2015 murat çevrim'in öldürülmesi

    (bkz: 15 temmuz 2015 kürtlerin öldürdüğü öğrenci)

    bir de böyle düşün.

  • 7. gelmiş geçmiş en iyi ekşi sözlük troll'ü

  • 8. temel isminde hiç ünlü olmaması

    (bkz: temel içgüdü)

  • 9. ramazan'ı sıfır oruçla bitirmek

    yıllardır oruç tutacak nefse sahip olan bendenizin yargılama hakkını kendimde bulamadığım şahıslardır. yahu biladerim sanane - misyoner misin dini mi yayıyon ? adam ister tutmadığı oruçla övünür ister ramazan boyunca aldığı alkol miktarıyla. hayır sana giren çıkan ne ?

    kamilin birisi de demiş ki çakmağı koluna tut bak bakalım kaç dk durabiliyon heehhehe cehennemde ne bok yicen hehehehehe. ulan böyle angutlar olduğu sürece insan inandığı değerleri bile sorguluyor. bak canım yobazım su götürmeyen gerçeklerle - aklın ve bilimin ispatlayamadığı sadece manen insanoğlunun varlığına inandığı değerleri kıyaslaman kimse de ' aaa doğru söylüyor bu mümin kardeş hemen abdest alayım da 2 rekat namaz kılayım ' düşüncesi uyandırmıyor. zaten insanları dinden soğutan da sen ve senin gibi örümcek kafalılar. ulan bırakın isteyen istediği hayatı yaşasın - ne ben 13'ümden bu yana oruç sektirmediğim için cennetten locamı ayırttırdım ne de inanmayan herhangi birisi cehennemde alevli meyveleri.

    işin özü sakin olun - isteyen oruç kaçırmaz isteyen sallamaz , insan olmayı başardıktan sonra kimin neye inandığının hiçbir önemi kalmıyor.

  • 10. football manager 2016 camianın evladı modu

    efsane oyun fm'nin yeni çıkacak serisinden sızdırılan bir özellik. bu modda oyuna başlarsanız takım içi dengeleri gözetmek zorundasınız. uyruğu bulunduğunuz ülkenin vatandaşı futbolculara zamlı kontratlar imzalatmazsanız ''camianın evlatlarının arkasında durmayalım mı?'' uyarısı verip oyundan atıyormuş. ayrıca her basın toplantısı için en az bir ''ilgilenmiyoruz'' butonu olacağı da gelen bilgiler arasında.

  • 11. banka hesabında 10 milyon tl görünce yapılacaklar

    1- borçları ödemek
    2- gayrimenkul
    3- hısım akrabaya yardım
    4- kalan paranın faize yatırılışı
    5- aydan aya faiz yemek
    6- istiklal marşı
    7- kapanış

  • 12. babam iyi ki öldü denen an

    herkesin babası melek olmuyor, insanlara ergen diye br şeyler yaftalayıp durmayın. baba var sen hastayken başında endişeden uyuyamaz, baba var bodruma kapatır 15 sene tecavüz eder işkenceyle. ikinci durumda görürüm sizi ben.

  • 13. küfür etkisi yaratan ama küfür olmayan cümleler

  • 14. maarri'nin türklere armut demesi

    siz beni güldürdünüz, allah da sizi güldürsün.

    oğlum armut daha güzel lan? valla bak, elma nedir la, gayet klişe, sıkıcı, her gün yiye yiye bıktığımız bir meyve. armudun kendine has bir aurası var, bir karizması var, her zaman bulunmaz evde, bulunduğu zaman dikkat çeker, kendine has bir duruşu olur.

    yine mi olmadı? tamam la tamam mangosunuz siz, guavasınız, ananassınız. kürtler de ne olsun, ımm, böyle pis iğrenç bir şey olsun, ne olsun siz söyleyin, mesela böyle suyu çekilmiş mandalina gibi eciş bücüş bir şey olsun mu? ya da kuru üzüm. ıyy böyle buruş buruş.

  • 15. tanrının görünmek yerine gizlenmeyi tercih etmesi

    varsayın çok ciddi bir iddiada bulunuyorum. hayatınızın fırsatlarından birini sunuyorum. size hakkında binlerce hikaye yazılmış ama asla kimsenin göremediği ejderhalardan bir tanesini gösterebileceğimi söylüyorum.

    "haydi göster!" diyorsunuz, ben de sizi garajıma kadar götürüyorum. içeride bir merdiven, boş boya tenekeleri ve eski bir üç tekerli bisiklet var ama ejder yok. "hani bu ejder nerede?" diye soruyorsunuz.

    "işte tam orada" diyerek, ileride bir yeri işaret ediyorum. "söylemeyi unutmuş olmalıyım, o görünmez bir ejder."

    ejderin ayak izlerini görebilmek için yere un serpmeyi öneriyorsunuz.

    "iyi fikir." diyorum, "ama bu ejder havada uçuyor."

    o halde görünmez alevini saptamak için kızılötesi alıcı kullanmaya kalkıyorsunuz.

    "iyi fikir ama bu görünmez alevin ısısı da yok."

    peki öyleyse, siz de sprey boya sıkarak ejderi görünür yaparsınız.

    "iyi olurdu ama bu ejderin cismi de yok ki! boya tutmaz."

    "bana önerebileceğiniz daha çok yöntem var. ancak önerdiğiniz her türlü fiziksel testi, neden işe yaramayacağını açıklayan bir bahane ile savuşturabilirim.

    peki, ısısız alev püskürten, görünmez, cisimsiz, havada uçan bir ejder ile aslında hiç var olmayan bir ejder arasında ne fark var? savımı çürütmenin, aksini göstermenin bir yolu yoksa, ejderimin var olduğunu söylemenin ne anlamı var? hipotezimi geçersiz kılma yeterliliğinden yoksun olmanız ile doğru olduğunun kanıtlanması arasında çok fark var. denenemeyen iddialar, çürütülmeye karşı bağışıklığı olan önermeler bize esin vermek ya da merakımızı uyandırmak bakımından ne türlü bir değere sahip olurlarsa olsunlar, gerçekliğe uygunluk terazisinde ağırlıkları sıfırdır. bu durumda, ejder konusunda sizden isteyebileceğim tek şey kanıt olmadığına göre, benim dememe bakarak bana inanmanız.

    garajımda bir ejder olduğu yolundaki ısrarımdan yola çıkarak varabileceğiniz tek sonuç, kafamın içinde komik bazı fikirlerin barınmakta olduğudur. hiç bir fiziksel testin uygulanamadığı bu sava beni inandıranın ne olduğunu merak edersiniz. gördüğümün bir düş ya da sanrı olması olasılığı geçer aklınızdan. peki ama neden bunu ciddiye alıyorum? belki de yardıma gereksinmem vardır. en azından, insanın yanılabilme payını hafife almış olabilirim.

    varsayalım ki yaptığınız testlerin tümü başarısız olmasına karşın, iyi niyetinizi yitirmeyecek denli duyarlı davranıyorsunuz. yani, garajımda alev soluyan bir ejder olması fikrini hemen reddetmiyorsunuz. yalnızca, aklınızın bir köşesine kaldırıyorsunuz. mevcut kanıt aksini gösterse de, yeni bir veri elde edecek olmanız durumunda inceleyip ikna edici olup olmadığına bakmaya hazırsınız. kuşkusuz, bana inanmadığınız için kendimi hakarete uğramış saymam size haksızlık olur; sırf iskoç mahkemelerinin söyleminde yer alan "kanıtlanamamıştır" hükmüne vardığınız için sizi can sıkıcı ya da düş gücünden yoksun olmakla suçlamak da öyle.

    diyelim ki işler tersi yönde gelişti. tamam, ejder görünmez; ama yere döktüğünüz unun üzerinde ayak izleri bıraktığını görebiliyorsunuz. kızıl ötesi alıcı, normalin üzerinde sinyal alıyor. sıktığınız sprey boya, havada ileri geri sallanan ejder başını gözler önüne seriyor. ejderlerin -bırakınız görünmez olanlarını- varlığı konusunda ne denli kuşkucu olursanız olun, şimdi kabul etmelisiniz ki garajda bir şeyin varlığı söz konusu ve ilk bakışta görünmez, alev soluyan bir ejder olduğunu düşündürüyor.

    şimdi bir başka senaryo yazalım: diyelim ki ejderin varlığında söz eden yalnızca ben değilim. diyelim ki aramızda birbirlerini tanımadıklarından emin olduğunuz kişiler de olmak üzere, tanıdığınız bir grup insan olarak size garajlarımızda birer ejder olduğunu söyleyip duruyoruz. ne var ki hiç birimiz geçerli bir kanıt gösteremiyoruz. hepimiz de size, fiziksel kanıtın desteğinden yoksun böylesine garip bir durumun varlığına ikna olmuş olmaktan son derece rahatsız olduğumuzu söylüyoruz. hiç birimiz deli değiliz. dünyanın her yerinde insanların garajlarında görünmez ejderler saklı olabileceği, bizimse daha yeni yeni fark ettiğimiz konusunda spekülasyonlar yapıyoruz. doğru olmamasını yeğleyeceğimi söylüyorum size. ama ejderler ilişkin tüm o eski avrupa ve çin öyküleri söylence değildi belki de...

    una ejder ayağı büyüklüğünde ayak izleri alındığı yolunda raporlar gelmeye başlaması memnun edici değil mi? demek ki aynı şey başkalarının da başına gelmiş. ne var ki ortamda kuşkucu bir bilim adamı varken yere serpilen unlarda bir değişiklik gözlenemiyor. alternatif bir açıklama çıkıyor: yakından incelendiğinde, ayak izlerinin sahte olabileceği anlaşılıyor. ancak, bir başkası çıkıp, yanık parmağını göstererek ejderin üzerine doğru alev püskürttüğünden yakınıyor. ama başka olasılıklar da var. insanın parmağını, görünmez ejderlerin soluğundan başka alev kaynaklarıyla yakabileceğini biliyoruz sanırım. bu tür bir "kanıt" -ejderin varlığına inanlar ne denli güçlü bulurlarsa bulsunlar- ikna edici olmaktan çok uzak.

    bir kez daha , duyarlı tek yaklaşım, ejder hipotezini reddetmek; gelecekte sunulması olası fiziksel veriye açık kapı bırakmak ve aklı başında olduğu ortada bunca insanın aynı garip yanılgıya kapılmasının nedenini araştırmak olacak.

    (bkz: garajımdaki ejderha)
    (bkz: carl sagan)

    "seni aramaktan dünyanın başı dertte;
    zengine de göründüğün yok, fakire de;
    sen konuşursun da biz mi sağırız yoksa?
    hep kör müyüz, sen varsın da görünürde?"

    (bkz: ömer hayyam)

  • 16. çocuklarla girilen komik diyaloglar

    bayılırım sokakta oynayan çocukların oyunlarına müdahil olmaya. bizim ofiste sigara içilmiyor, apartmanın bahçesine çıkıyorum sigara içmek için. hepi topu 3-4 çocuk kıç kadar bahçede oyun oynuyorlar, mecidiyeköy'de sokağa mı çıksın yavrular...

    neyse, çocuklardan biri kapıcının oğlu. 7 yaşında ama üçüncü sınıfa geçmiş. babasını gaza getirmişler, erken başlatmış okula. geride kalmasın diye öğretmen çok üstüne gitmiş, çocuk da çarpım tablosu uzmanı olmuş.

    diğer bir kız çocuğu 8 yaşında, o da 3. sınıfa geçmiş. başta hikayesini bilmiyordum. annesi apartmanda yaşayan bir kadına gündeliğe geliyormuş. kocasından şiddet görüyormuş. 1 yıl önce falan çocuğu bu aileye bırakıp gitmiş. onlar da nasıl altın kalpli insanlarsa çocuğa gözleri gibi bakıyorlar, hiçbir şeyi eksik değil sevgi de dahil olmak üzere... okula servisle gelip gidiyor, yüzme kursuna da öyle...

    bir de 4. sınıfa geçmiş bir kız çocuğu var. onun annesi babası yanında, tek çocuk, hiçbir şeyi eksik değil. biraz tombik, belki ondan hafif bir özgüven sorunu var. patronluk taslamaya bayılıyor...

    üçü öğretmencilik oynuyordu dün. ben de 10 metre uzaktan izleyip sigaramı içiyorum. 4. sınıfa giden kız öğretmen olmuş, diğerleri öğrenci... durmadan çarpım tablosundan soruyor, bizim oğlan çat diye veriyor cevabı. uyuz oldu her soruyu doğru cevaplamasına...

    - peki... söyleyin bakalım çocuklar, 75 çarpı 80 kaç eder?
    - ...
    - ???
    - bilemediniz değil mi? yeterince çalışkan değilsiniz çünkü... aklınızı derslerinize vereceğinize boş işler peşinde koşuyorsunuz... tembelsiniz ve kafanız çalışmıyor! söyleyin hemen! 75 kere 80 kaç eder?!?

    ben: onlar tembel öğretmenim, sen söyle...
    kızçe: efendim?
    b: diyorum ki, onlar tembel, kafaları çalışmıyor, doğru cevabı sen ver. sorduğun sorunun cevabını biliyorsun herhalde?
    k: tabii ki biliyorum!
    b: süper! kaç eder o zaman söyle bakalım. yalnız cevabı biliyorum ben, sakın sallamaya kalkma.
    k: pardon da, siz kim oluyorsunuz? ne hakla benim dersime müdahale ediyorsunuz? karışmayın lütfen!
    b: müfettişim ben, dersi denetlemeye geldim.
    k: ...
    b: şimdi hocam, söyle allah aşkına, bu çocuklara tembel dediğine göre cevabı biliyor olmalısın, 75 kere seksen kaç yapar?
    k: yalnız sınıftayız şu anda ve siz sigara içiyorsunuz. çocukların olduğu bir yerde sigara içmek iğrenç bir şey. hep beraber kusacağız birazdan.
    b: haklısınız hocam, ben o zaman dışarı çıkıp şu 25 metre ötedeki çöpün yanına gideyim müsaadenizle...
    k: evet gidin, hemen!
    b: hocaaamm, buradan geliyor mu duman?
    k: gelmiyooor! orada kaaal!
    b: iyiiii! beniii duyabiliyorsuuun demek kiiii! 75 kere sekseeen kaç edeeeer?
    k: o ders bittiii! şimdiii türkçe yapıyoruuuz!

  • 17. behzat ç.

    ulan allahsızlar durduk yere bu kadar entry girilir mi dizi tekrar başlıyor sandım yemin ederim.

  • 18. benim dışımda herkesin hayatı mükemmel düşüncesi

    insana facebook falan kapattıracak bir düşünce.

    paylaşımlara bir bakıyorum;

    -hehehe teknemizden ilk görüntüler yarın devamı vaaaaar (sanki çok merak ediyoruz senin tekne fotoğraflarını)
    -yhaaa benim kızım dünyaaanın en güzel çocuuuu (eciş bücüş bi tip ne dünyası ne güzeli)
    -kocişimle tatiiiiiiil -at italy* (kocana da sokayım sana da)
    -anne oluyorraaaam dinyinin in gizil diygisi (sen olma ulan ayı)
    -zengin zenginoğlu is at california with 82 others - kankslarlaaa kopmalarrr (bitmedi ulan şu babanın parası bitmedi)

    bi ben mi evde oturuyorum? bi ben mi işsizim, yalnızım? yettiniz be kapattırıcaksınız yine facebooku.

  • 19. delas ontisar balvaldo sanchez

    oha lan ilk defa google'ın adını bilmediği adam gördüm.

    edit: trolleyin amk bu sene son şansınız.

  • 20. ramazan günü sokakta yiyişen çift

    dikkat et kaçarken kabataş'taki deri elbiselilere yakalanma ama.

    sevgilidirler efendim, hepsi o kadar.

  • 21. 16 temmuz 2015 yılmaz özdil yazısı

    yozdil sevmedigim halde, neresinin irkci oldugunu anlayamadigim yazi. ya da irkcilik varsa bizim keko turklere karsi var sadece. yunan icin firsatlari iyi degerlendiriyor, keyif catiyor demis. alman icin bonkor demis. rus icin fakir, arap icin gosterisci demis; e bu dogru zaten? bunlar bir hakaret ya da asagilama degil ki, kulturel/ekonomik bir gercek. suriye'li hatali multeci politikalari yuzunden buralarda, avrupaya kacmaya calisiyor demis. kanina sictigimin suriyelileri hep kacak gocmendir bunlar kursuna dizmek lazim filan mi yaziyor acaba ben mi goremedim?

  • 22. 16 temmuz 2015 melih gökçek'e takılan kapak

    komünist partili ovacık belediye başkanı'nın taktığı şu kapaktır.

    melih başgan'a şu parçayı armağan ediyorum.

    --- spoiler ---

    melih gökçek'in "otobüsler bayramda ücretsiz" tweetine, "komünist başkan'dan gelen yanıt sosyal medyayı salladı.

    twitter’in fenomen isimlerinden ankara büyükşehir belediyesi başkanı melih gökçek’in “bayram için toplu ulaşım” tweetine gelen bir yanıt, sosyal medyada günün konusu oldu.

    ankara büyükşehir belediye başkanı melih gökçek, twitter hesabından ankaralılara ‘bayram müjdesi’ vererek kent genelindeki belediye otobüslerinin bayram süresince ücretsiz olacağını duyurdu.

    ‘komünist başkan’dan yanıt

    gökçek; afişli tweetinde büyük harflerle “ankara’da bayram süresince otobüsler ücretsiz…” diye yazdı. gökçek’in bu tweetine “türkiye’nin ilk komünist belediye başkanı” ünvanlı, tunceli ovacık belediye belediye başkanı fatih mehmet maçoğlu adına açılan parodi hesaptan yanıt geldi.

    bu neyin havası?

    maçoğlu hesabından gökçek’in tweetine yanıt olarak “ovacık’ta ulaşım 365 gün 6 saat ücretsiz. neyin havasına giriyorsun böyle büyük harflerle falan…” tweete geldi.

    söz konusu hesabın bir süre sonra gökçek tarafından engellendiği gözlenirken söz konusu atışma sosyal medyada gece boyunca en çok konuşanlardan oldu.
    --- spoiler ---

  • 23. öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler

    new horizons aracının 9,5 yılda plüton'a gitme maliyeti: 750.000.000 $ (yazıyla 750 milyon dolar)

    diyanet işleri başkanlığı'nın 2014 senesine ait yıllık gideri: 2.050.545.600 $ (yazıyla 2 milyar 50 milyon 545 bin dolar)

    kaynak için;

    new horizons

    ödenek teklifi burada
    2014 yılının ilk yarısı burada (ikinci yarısını bulamadım, hard copy olarak okumuştum.)

  • 24. 19 temmuz 2015 robben'in fenerbahçe'ye transferi

  • 25. erkeklerin hep seks düşünmesi

    hayatımda duyduğum sen saçma seks.

  • 26. ekşi sözlük ruh hastaları buluşuyor zirvesi

    o zaman dans diyoruz.

    -renk!!!

  • 27. en başarılı reklam mottoları

    çakar çakmaz çakan çakmak

    kesinlikle efsanevi bir motto bence.

  • 28. internetten tanışılan kişiye aşık olmak

    gelin ekşiciler, international dedikodu var:

    bugün spor salonunda yunan bir adamla tanıştım. türk olduğumu öğrenince hemen sıcak bir iki muhabbet oldu, ne kadar kültürümüz benziyor falan filan. benim nişanlım da türk, sana acaip benziyor, dedi. "aaa öyle mi ne güzel." fotoğrafını gösterdi. adam seviyor belli. aklında hep o var.

    y: işte mesaj attım ama şimdi uyuyo. kavga ettik bana cevap vermiyor.
    g: mesaj atar ya sıkıntı yapma.
    y: türkiye'ye gidip onu buraya getireceğim, çok heyecanlıyım. ailesiyle tanışacağım. kız isteme filan olacak. sonra da evleneceğiz.
    g: aa ne güzel. tebrik ederim.
    y: sence burada mı evlenmek kolaydır, türkiye'de mi?
    g: amerika'da evlen çok kolay, türkiye sağlık raporu filan istiyor, boşver.

    adamla nerede evlenilir muhabbeti de yaptık. evet.

    y: hep skype'tan konuşuyoruz.
    g: tabi uzun mesafe ilişkisi zor malesef.
    y: nasıl tanıştık biliyor musun? linkedin'den mesaj atmıştım, o da cevap verdi, öyle muhabbet başladı.

    evet arkadaşlar, bu dünyada linkedin'den karı düşüren adamlar var. ben şok. içimden ohaaaaaaaaaa dedim bi.

    g: ayyy çok ilginçmiş. ne zaman oldu bu?
    y: bir kaç ay önce.
    g: sen bu kızı gördün mü? yüzyüze? buluştunuz mu?
    y: hayır işte gideceğim gelecek ay.

    sen manyak mısın arkadaşım, saf mısın?! türk kurnaz hatun seni kafalamış, bulmuş amerikan vatandaşı çocuğu, evlenecek alacak tabi green card'ını!

    2 günde "sana aşığım, 3 yıldır kimseyle birlikte olmadım, kimsenin eli elime değmedi, ama sen çok farklısın" falanlar filanlar. tüm ailesine, eşine, dostuna, iş yerine "evlenip amerika'ya taşınıyorum" demiş. bu çocuk da hala bana "aramız biraz soğuk gibi, yalan mı söylüyor ya anlayamıyorum." diyor. 30küsür yaşında adam. 2. evliliğini resmen tanımadığı bir kadınla yapacak. cumburlop diye evlilik. allah akıl fikir versin.

    y: siz türk kızlar mert, sözünün eri insanlar mısınız?
    g: evet, dedim. ya çok dürüstüz ya da çok iyi yalancılarız, yalan söylediğimizi anlayamazsın.

    bacım okuyorsan helal olsun. bravo resmen.

  • 29. kürtlerle aynı ülkede yaşayıp kürtçe bilmemek

  • 30. ilk defa konuşulan insana sen diye hitap etmek

    bu konuyla ilgili hemen bir anımı anlatayım.
    yaklaşık iki ay önce bir bankaya girdim. sıra bana geldi. gişeye geldim fakat görevliyle konuştuğum süre boyunca bana sen diye hitap etti. işimi hallettim ve teşekkür edip müdürün odasına kapıyı tıklatıp girdim. durumu belirttim siz kurumsal bir firmasınız çalışanlarınızın bu konuda biraz daha dikkatli olması lazım dedim. bana verdiği cevap ise, ben gerekli uyarıyı yapıcam, sen merak etme oldu.

  • 31. zlatan ibrahimoviç'e los angeles'ta verdiğim ayar

    geçen yıl haziran ayı. los angeles'ta yaşayan ve 'cast' ajansında çalışan arkadaşım beni arayarak bir hollywood filminin üç gün sonra oyuncu seçimleri olacağını ve benim filmdeki bir rol için biçilmiş kaftan olduğumu söyledi. allahtan hâlâ amerika vizem vardı ve yeni bir heyecan için teklifi kabul ederek yola koyuldum.

    arkadaşımla konuştuktan iki gün sonra beni karşılamaya geldiği los angeles havaalanında buluştuk. evine giderken biraz eski günleri yâd ettik, sonra iş konuşmaya başladık. evi west hollywood'daydı. 2 katlı müstakil bir ev. ertesi günkü seçmeler için erkenden uyudum.

    yaptığım etkili oyunculukla yönetmeni etkilemeyi başarmıştım ancak benden hemen sonra seçmelere giren ben affleck rolü kapmıştı. çok fazla üzülmedim, şanssızlık dedim geçtim.

    fakat arkadaşım bu duruma biraz bozulmuştu ve bana karşı kendisini mahçup hissediyordu. en azından boşa gelmiş olmayayım diye bana güzel vakit geçirtmek için planlar yaptı. ertesi gün lee dağına çıkacağımızı söyledi.

    planı şu şekildeydi; lee dağına 'hiking' yaparak tırmanıp, ordan yamaç paraşütü ile şehre iniş yapacaktık. eğlenceli bir etkinliğe benziyordu, kabul ettim.

    dağa tırmandıktan sonra sırt çantalarımızdan paraşütlerimizi çıkarıp kuşandık. önceden belirlediğimiz güvenli bir alana iniş yapacaktık. atladıktan bir kaç dakika sonra bir şeylerin ters gittiğini farkettim. bacaklarım kilitlenmişti. sanırım önceki gün yapılan seçmelerde bana giydirdikleri kostüm bacaklarımı sıkmıştı ve sinir zedelenmesi yaşamıştım. dengesiz bir şekilde iniş yaptım ve kırmızı ışıkta duran bir arabanın üzerine çakıldım. arabadan bir adam inerek bana bağırmaya başladı, haklıydı da.

    karşımda bana bağıran kişinin zlatan ibrahimoviç olduğunu farkettim. bacaklarımı yeniden hissedebiliyordum. özür dilemek için yanına gittim ama o ingilizce olarak "gerizekalı herif, senin şu yaptığın iş mi şimdi? arabamı mahvettin piç kurusu." diyerek beni azarladı ve yanından kovdu.

    kalbim kırılmıştı çünkü zlatan benim en beğendiğim futbolculardan biriydi. ama kafama takmamamı kendi kendime telkin etmiştim. güvenli alana doğru yürüdüm. arkadaşım başarmıştı. ona yaşadığım olayı anlattım. o da kafama takmamamı söyledi. eve döndük.

    akşam saatlerinde arkadaşıma gelen bir telefon üzerine kendisinin ilk uçakla bir aktris ile görüşmek için chicago'ya gitmesi gerektiğini söyledi. özür dileyerek evi bana emanet ettiğini, istediğim kadar kalabileceğimi, bana iki gün için güzel planlar hazırladığını söyledi ve evden ayrıldı.

    iki günlük planı hoşuma gitmişti. bir tane escort kızı parasını önceden ödeyerek 48 saatliğine ayarlamıştı. los angeles lakers hazırlık maçına da iki kişilik bilet almıştı. hakkını asla ödeyemezdim.

    kız kendisine 'serah' ismini almıştı. 1.75 boylarında, kumral, beline kadar uzanan dalgalı saçlara sahip alımlı ve çekici bir hanfendiydi. iranlı bir baba ve amerikalı bir anneden dünyaya gelmiş, los angeles'a aktris olmak için yerleşmiş ancak umduğunu bulamaması üzerine hayatına escort olarak devam etme kararı almış. onunla lüks bir hint restoranına gittik. yemekten sonra da bir blues konserine gitmeyi kararlaştırdık.

    yemeğimizi sipariş ettikten sonra karşı masada yine onu gördüm. ibrahimoviç bu kez karısı ile birlikteydi ve garsona sipariş veriyordu. beni farketti ve yanıma geldi. yaklaşık 10 saniye yüzüme gülümseyerek baktı. tam bir sinir harbiydi. sonra o iskandinav aksanı ingilizcesi ile "yine o lanet herif. şimdi de beni takip mi ediyorsun? hem de eşimle başbaşa yemek yerken. zlatan bunu affetmez" diyerek fötr şapkama alttan vurarak kafamın üstünden uçurdu ve uzun uzun kahkaha attıktan sonra "çok istiyorsan sana bir imza verebilirim" diye ekledi. "istemem" diyebildim.

    bu kez çok sinirlenmiştim. escort da olsa beni bir kadının yanında küçük düşürmüştü. serah kafama takmamamı söyledi ama bu kez çok ileri gitmişti. garsondan bana her beş dakikada bir burbon getirmesini istedim. dört veya beş bardak içtikten sonra masasına gittim. egosu o kadar tavan yapmıştı ki "zlatan seni dinliyor, çabuk konuş" dedi.yüzüme bile bakmıyordu.

    ona "sen çok sevdiğim bir futbolcusun ama sen beni sürekli fırçalıyorsun. karşında edinson cavani yok ve burası avrupa değil dikkat et. amerika'da başına neler geleceğini bilemezsin. bu arada sen neden dünya kupasında, brezilya'da değilsin ki? ha doğru ya şimdi hatırladım, siz elenmiş ve katılamamıştınız. demek ki zlatan o kadar da büyük değilmiş." dedim.

    öfkelenerek ayağa kalktı. sanırım son sözlerim çok ağırına gitmişti. narsisizmini zedelemiştim. hemen koşup kaçmaya başladım. o kadar sinirlenmişti ki beni yakalacağım derken ayağı kayıp yere düştü. serah'ı mecburen orada bırakarak eve doğru koştum dakikalarca. eve gelince rahat bir nefes aldım.

    ona ayarı vermiştim ama serah'ı orada yüz üstü bırakmıştım. beni defalarca aradı o gece ama utancımdan açamamıştım. çünkü bir korkak gibi kaçmıştım.

    ertesi akşam la lakers maçına mecburen tek başına gittim. stadın çevresi çok kalabalıktı, maça çok rağbet vardı. stad dışardan enfes görünüyordu ve ışıklandırılması mükemmeldi.

    gözümü açtığımda başımda bir ağrı hissettim. hastanedeydim. anlam veremediğim bir şekilde serah başımda bekliyordu. sevgi dolu bakışlarla, biraz da acıyarak bana bakıyor ve tebessüm ediyordu. neden hastanede olduğumu sordum. kendisine son aramalara bakılarak telefonumdan ulaşılmış. beni hastaneye getiren kişinin serah'ya anlattığına göre ben stadı seyrederken zlatan arkadan ense köküme tekme atmış. oracıkta bayılmışım. mr çekilmiş ve gerekli tetkikler yapılmış. önemli bir şeyim olmadığı ve kendime geldikten sonra taburcu olabileceğim doktorlar tarafından söylenmiş.

    üzerimde o kadar para olmadığı için 15.000 dolar tutan hastane masrafını serah ödedi. ona türkiye'ye dönünce parasını göndereceğimi söyledim. hiç sorun yapmadı. tam odadan çıkarken bir tane çiçek buketi geldi. üzerinde 'you were zlataned' yazıyordu ve gülücükler vardı. adam resmen joker gibi mesaj göndermişti bana. ayarı vermiştim ama karşılığında ense köküme bir tekme yemiş ve karşı ayar yemiştim.

    bir hafta sonra yurda döndüm. bir sürü anı ile. olay öylece kapandı.

    son bir haftadır galatasaray'a gelmesi gündemde. türkiye'ye gelmesi beni memnun eder ama zor görünüyor. bakalım. şayet gelirse ona yine ayar verir ve karşılığında tekme yerim belki yine.

  • 32. mit personeli nasıl olunur

    (bkz: arkadaşı alalım)

  • 33. işerken avuca işemiği doldurup lavaboya dökmek

    yeni nesil gerçekten geri zekalı lan.

  • 34. annenin gündelikçi olması

    benim annemdi bu insan.

    babam vefat ettikten sonra ablama ve bana bakmak zorunda kaldı tek başına. ben 5 ablam 7 yaşında olunca bizim de katkımız olmuyordu. biraz büyüdükten sonra anneme yardıma gittik ablamla. milletin bokunu pisliğini temizledik. çok şükür durumumuzu düzelttik. gelirimiz 12bin lirayı buluyodur şimdi. belki de senin gibi kuş beyinli trollerin müdürü ya da şefiyizdir şimdi bilemezsin. ama öyle olsa bile kimseyi küçümsemeyiz biz.

    bu arada annemize ev aldık. yorulmasın diye gündelikçi birisini bulalım dedik istemedi.

  • 35. eczacılar da altı ay tatil yapsın

    (bkz: senin düşünen beynini sikeyim)

  • 36. kürdistan kurulursa kürtlerin tehcir edilmesi

    bölünme ve bağımsız kürdistan artık türklerin korkusu değil, isteğidir. kürtlerden ayrılalım çağ atlayalım kafasında millet. kürtler yan çizmeye başladı orası ayrı. apo ve pkk yıllarca tam bağımsız kürdistan'ı savundu, işler değişince demokratik konfedarilizm ve federasyon söylemleri arttı. yaşasın tam bağımsız kürdistan sloganı hiç eski bir slogan değil, yemeyin bizi gençler.

    mesele özerklik, federasyon, tam bağımsızlık meselesi de değil aslında. mesele artık kürtlerle türklerin sağlıklı bir ilişki kuramayacak olması.

    yukarda bir kürtçü arkadaşımız şöyle demiş: ''yani aptal herifler ne türkiye bölünecek ne ermenilere yapılan kahpeliği kürtlere yapabileceksiniz.''

    içtenlikli bir kürt-türk beraberliğine refer eden arkadaş, türkleri kahpelikle suçluyor. ermeni meselesinde biraz bilgisi biraz da vicadını olan biri bu cümleyi kullanmaz. demirtaş'ın 'ermeni soykırımını tereddütsüz kabul ediyoruz' kafası işte. maksat türk düşmanlığı.

    istanbul, antalya, izmir'i tabi bırakmaz kürtler. en büyük oteller, en büyük inşaat ihaleleri onlarda. oğlum bunlar şehir efsanesi değil bak. sayısız ihaleye girdim, kürt firmaların nicelikte inanılmaz bir üstünlüğü var. yiyosa batıdan bir firma doğuda bir iş alsın artık.

    isteğimiz şuydu; özgürlükten, haktan, adaletten bahseden kürtler, pozitif ayrımcılık yapmasınlar. kck sözleşmesine laf etsinler, pkk'yı eleştirsinler, aşiret ve töre sistemine ses etsinler, kaçak elektriğe onursuzluk desinler, uyuşturucu ve bilimum başka kaçakcılığa karşı çıksınlar, kpss 11 ve 12 genel kültür sınavında en başarılı 10 il sıralamasında 9 kürt şehri olmasına bu ne ayak, 300 kişilik sandıktan 300 hdp çıkmasına bu nası demokrasi desinler, zorunlu askerlikle, dağa insan öldürmek niyetiyle çıkmak arasındaki farkı görsünler. yakalandığında 'benim annem türk, ne isterseniz yapmaya hazırım' diyen bir adamdan önder değil, piyon olacağını anlasınlar.

  • 37. personel kimlik kartını boyna asma karizması

    personel kimlik kartını boyna asma zorunluluğu olan kurumumuzda bu zorunluluğa uymayan az sayıdaki kişiden biriyim. yaklaşık dört yüz kişinin katılacağı bir program öncesinde bu kural üzerinde ısrarla durulunca kartı boynuma asmam gerektiğine karar verdim. astım da... sonra program için gelen konukların eğilip eğilip kartıma baktığını fark edince adımı öğrenmeye çalıştıklarını düşündüm. hatta yoksa şu yakışıklı felsefeci? daha neler canım... boynumdaki kartla ellişer kişilik iki gruba sunum yaptım. hermeneutikten girdim intertextuality'den çıktım. oldukça karizmatiktim ki herkes kartıma bakmaya devam ediyordu. boyna asılı kart işini sevmiştim. akşam olup kartı boynumdan çıkardığımda personel kimlik kartımın yerine akbilimi boynuma asıp gün boyu en karizmatik halimle akbille dolaştığımı anlayınca...

    neyse canım... felsefeci o kadar da yakışıklı değildi zaten.

  • 38. sokakta alenen kürtçe konuşana ne yapmalı

    hiçbirşey. kürtçe konuşmak yasak mı ki bir şey yapılsın? resmi dilin türkçe olması sokakta kürtçe gibi dillerin konuşulmasını engellemez.

  • 39. türk erkeğinin hayalindeki kız tipi

    "çok güzel, 45 kilo olmasına rağmen d cup göğüslü, benden en az beş yaş genç -kadınlar yaşlandıkça çöker, erkekler durduğu yerde gençleşir malum- çok zengin, iyi eğitimli, topukluyla benden uzun olmayan -evet aşağılık kompleksinden geberiyorum- ve ne hikmetse o güne kadar kimsenin elini bile tutmamış bir kız bulayım. bu arada benim önüme gelenle düşüp kalkmam ve sevişmem sayılmaz çünkü pipim var. evlenelim. kendi ailesiyle pek görüşmesin, benim aileme tapsın. hafta sonlarını ve bütün tatilleri aileme hizmet ederek geçirsin, daha ne ister bir insan? ayda on bin lira kazandığı işinden döner dönmez mükellef sofralar hazırlamaya girişsin, o sırada ben de manda boku gibi televizyonun karşısına yayılayım. benim yemek yapmam, ev işi yapmam düşünülemez çünkü pipim var malumunuz. iş stresinden dolayı sinirlendiğimde, bağırdığımda, çorbanın tuzu az diye kaseyi duvara fırlattığımda dahi susup hanım gibi oturmayı bilsin, karşılık vermesin. pipisi bile yok zaten, ne haddine ağzını açmak? hamile kalmasına ve doğum yapmasına rağmen 36 beden kalmayı başarabilsin, vücudunda çatlak matlak olmasın. çocuk doğduğunda -tabii ki oğlan- bütün bakım işlerini üstüne yıkayım, zaten ben erkeğim elime yakışmaz. bebek kolik olsa bile, ağlama krizlerine girse bile susturmayı becersin, beni uykumdan etmesin yoksa fena olur. çocukla ilgilenmesine rağmen her daim fönlü, makyajlı gezsin. günde sekiz on defa alt değiştirip süt vermesine rağmen babydoll giysin mesela. kadınlık görevlerini yerine getirsin, bir kadın bir erkeği evine bağlayamıyorsa aldatılmaya göz yummalıdır zaten. pipileri yok ki nereden bilsinler? pipin olunca önüne gelen kadına alıcı gözle bakma hakkına da sahip oluyorsun. ara sıra hovardalığa gitmeme, karıya gitmeme göz yumsun. bu arada facebook hesabında karşı cinsten kim varsa silsin. kuzen muzen anlamam ben, kuzenini de silsin. bir dediğimi iki etmesin, alttan alsın, arada küfredip bir iki tokat patlatabilirim, böyle ufak şeylere takılmasın. pipi sahibi olmak zor zanaat..."

  • 40. mario gomez

    merakla gelmesini beklediğim adam.

    hakkında sözlükte değişik görüşler var, hele bir tanesi çok bilgiliymiş gibi 10 paragraf yazı yazıp en sonunda "ya tutarsa diye sokağa 15 milyon euro atmaya gerek yok. al chicaritoyu veya loic remyi geç." yazıyor.

    sözlük böyle bir yer işte arkadaşlar. al chicarito'yu geç. 1.90'lık pivot santrafor yerine 1.75'lik pırpır forvet chicarito'yu al geç. şenol güneş ne istemiş, nasıl bir oyun sistemi gerekiyor; önemli değil. ikisi de santrafor nasılsa, al geç. istanbul kart gibi. dıtt. geçtin.

    3 senede 15 milyon euro atmaya gerek yok. al chicaritoyu. o zaten geçen sene real'de, united'da falan ssk + yol + yemek karşılığı oynuyordu. hele bu takımlardan sonra futbol cenneti türkiye'ye gelmek için yemek parası bile istemez.

    şaka bir yana chicarito haftada 80 bin pound alıyor. senelik 4 milyon euro demek. türkiye farkını falan katmasan, 3 yıllığına 12 milyon euro demek. daha united'a verilecek bonservis vs. önemli değil. al geç.

    geçen badilerden biri güzel yazmıştı: türkiye'de kimsenin doğru düzgün bir şeyden anladığı yok, futbol twitter/fm/gaz ekseninde dönüyor. insanları manipüle etmek çok kolay gerçekten.

  • 41. avustralya'nın 2 milyon kediyi yok etmesi

    yukaridaki arkadas bunlarin evcil kediden farkli bir tur oldugunu iddia ederek bile bile yalan soylemis ikisi de aynı dna'ya sahip felis catus domesticus tur.- ozel mesajla o kadar bilgilendirmeme ragmen .

    bu oldurelecek olan kediler genetik olarak bildigimiz ev/sokak kedisidir (felis catus). 200 yil once dogaya salinmis bildigimiz ev kedilerinin, zor doga kosullarina daha iyi adapte olabilen daha iri ve daha guclu cocuklaridir. yani, siz simdi kucaginizdaki kediyi bu zor kosullarin oldugu dogaya salarsaniz, onun cocuklari da 200 yil sonra, sizinkinin 3 kati boyuna ve hatta bir leopar boyutlarina ulasacaktir.

    feral cat diye bilinen bu kedilerin sokak kedilerinden tek farki, sosyal yetenekleridir, asla bir isnanla yuzyuze gelmediklerinden yabanidirler. ama yine de ev kedisiyle birebir ayni dna ya sahiptirler. bu yuzden bu feral kedilerin yavrularini alip yine evcil kedi olarak besleyebilirsiniz:

    a feral cat is a cat who has either never had any contact with humans or her contact with humans has diminished over time. she is fearful of people and survives on her own outdoors. a feral cat is not likely to ever become a lap cat or enjoy living indoors.
    kittens born to feral cats can be socialized at an early age and adopted into homes.

    neyse, evcil kedilerin 200 kusur yil icinde bu denli fizik degistirip leopar boyutlarina ulasmasi, evrimin gunumuzdeki en guzel orneklerinden biridir.

  • 42. hayata dair iç burkan detaylar

    okuduğum ilkokul, ilçenin o dönem için en lüks sitelerinin tam karşısında bulunan, genelde zengin ailelerle bizim gibi orta halli ve biraz altında ailelerin çocuklarının gittiği bir okuldu. ancak şehrin diğer tarafındaki boş araziye yeni yeni yapılmaya başlanan gecekondular da vardı. tamamı kürtlerden oluşan bu bölgede yaşayan çocuklar da mecburen bizim okula yazdırılmıştı ve bu durum, zengin aileleri çok rahatsız ediyordu. okul müdürüne, hatta kaymakama kadar çıktılar, bu çocukların başka bir okula verilmesi için. ama yapacak bir şey yoktu, o bölgeye yakın tek okul bizimkiydi.

    yaşadıkları bölge, gecekondulaşmaya başlamadan önce tamamen boş bir araziden oluşan bir yerdi. yol yoktu, asfalt yoktu, araç yoktu. bu çocuklar, topluca çıkıp birkaç kilometre yürüyerek geliyorlardı okula. o dönem tek öğretimdi okul; sabahçı – öğlenci diye bir şey yoktu. sabah okula giderdik, üç dersten sonra öğle arası verildiğinde yemek için eve gelir, öğleden sonra tekrar okula dönerdik. onlarsa okulda kalırdı mecburen ve evden getirdikleri yemekleri yerdi.

    bu çocuklardan biri de bizim sınıftaydı. farklıydı bizden. sözümona çocuklar arasındaki ekonomik farkı kapatıp hepimizi tek tipleştiren o önlüğünden bile lime lime yoksulluk akıyordu. çamurlu ayakkabılarından, eskimiş pantolonundan, her şeyinden yoksulluk akıyordu. esmerdi ama bizden farklı bir esmerdi. benimki gibi değildi mesela, başka bir esmerlik. yüzü de bize benzemiyordu. hele konuşması… türkçeyi bizim gibi değil, çok “kaba” konuşuyordu; hatta tam olarak konuşamıyordu bile.

    tam türkçe bir ismi vardı ama onun yerine rohat diye bahsedeceğim kendisinden. çok da fazla ipucu vermek istemiyorum. rohat, birinci sınıftan başlayıp beşinci sınıftan mezun olana kadar hep en arka sırada oturdu. hep ama… sosyal sınıf ayrılıklarımızı aslında daha küçük bir çocukken ayırt edebiliyor, yerimizi en başından kabulleniyoruz. rohat da kabullenmişti henüz yedi yaşındayken.

    ben, daha okulun ilk günü sınıf birincisi olarak başlamıştım. sınıfın zeki, çalışkan, akıllı, sevilen çocuğuydum. okula başlamadan önce öğrenmiştim okumayı. sınıf atlatıp doğrudan ikinci sınıftan başlatılmam önerisini annem kabul etmediği için, ilk seneyi derste hikâye kitapları okuyarak geçirdim. sınıfın örnek ve “popüler” çocuğu…

    teneffüslerde genelde futbol maçı yapardık. kızların ne yaptığını hatırlamıyorum. rohat ve diğer kürtler, bizim oyunlarımıza dâhil olmazdı. yedek oyuncu olarak bile dâhil olmazdı. onlar birbirleriyle buluşur, kendi aralarında oynarlardı hep. gruplaşmalar, sınıf ayrımları, daha çocuk yaşta kendi kendimize öğrendiğimiz şeyler işte.

    sadece dışlanmakla kalmadı sınıfta, çok da horlandı. sınıfın çocukları, herhangi bir bahaneyle döverdi onu. bu dövmeler çoğunlukla topluca olur, rohat’ı aralarına alarak üzerine çullanırlardı hiç acımadan. neden dövdüklerini kendileri bile bilmiyordu büyük ihtimalle. farklıydı, zayıftı, güçsüzdü, fakirdi, daha da ezilmeliydi. zayıflığı ve güçsüzlüğü fiziğiyle ilgili değildi. tam tersine, fizik olarak çoğumuzdan yapılı bile sayılırdı hatta. sosyal ve ekonomik bir zayıflık ve güçsüzlüktü onunki.

    ikinci sınıftayız. hava soğuk olduğu için teneffüsü sınıfta yapıyoruz. genelde kitap okurdum dışarıda maç yapmayacaksak. sıramda oturmuş kitabı okurken, tahtanın önünde yükselen sesler dikkatimi çekti ve kafamı kaldırdım. sekiz on kadar çocuk, rohat’ı aralarına almış tekmeliyordu. yere düşmemek için epey direndi rohat. tekmeler, yumruklar… canı çok yanıyordu, görüyordum. o kalabalığın arasında, yere düşmeden önce son kez gördüm yüzünü. aldığı darbeden nasıl yanmışsa canı, gözlerini kapatıp ağzını açmıştı çığlık atar gibi ama ilginç bir şekilde hiç sesi çıkmıyordu. hafızama kazındı bu görüntü. yere düştü rohat. düşüşünü gördüm. sonra o yerdeyken onu acımadan tekmeleyen arkadaşlarımın yüzündeki hınç ifadesini de gördüm. gözlerim doldu, daha fazla dayanamayıp ağlamaya başladım. önce içimi çeke çeke, sonra hıçkıra hıçkıra ağladım sıramda.

    rohat’ın kürt olduğu için dayak yediğini biliyordum. yoksul, alt tabakadan, farklı, yalnızdı. bu yüzden dövüyordu onu çocuklar. çocukların hep masum ve iyi varlıklar olduğuna inanırız ama hiç öyle değillerdir aslında. çocuk kısmı çok zalimdir. zayıfı, farklıyı, aşağı olanı anında ayırt edebilir ve acımasızca yüklenirler üzerine.

    yokluğun, yoksulluğun ne demek olduğunu biliyordum. rohat’la aramızda kimi benzerlikler vardı. ancak o, sadece dış görünüşü ve konuşmasıyla bile ele veriyordu kendini. bense, dışarıdan bakıldığında döven çocuklara benziyor, gerçekteyse “öteki” kimliğini taşıyordum.

    yerimden kalkıp aralarına girsem, belki rohat’ın daha fazla dayak yemesini önleyebilirdim. çünkü ben “onlardan”dım ve sözümü dinlerlerdi. yapamadım. yapamadığım için ağlıyordum zaten çaresizce. o çocuğun horlanmasına, dışlanmasına, ezilmesine, dayak yemesine el vermedi yüreğim, ama başka da bir şey yapamıyordum. onun o hali parça parça ediyordu yüreğimi, ağlıyordum.

    onu tekmeleyen arkadaşlardan biri, nasıl olduysa gördü ağladığımı. şaşırmış bir şekilde yanıma geldi.

    - keysi ne oldu?
    + …
    - neden ağlıyorsun?
    + ….

    evet, çocuk kısmı bir yandan çok acımasızdı ama, bir yönüyle de merhametliydi işte. rohat’ı hiç acımadan döven ali, ben ağladığım için hemen yanıma gelmişti destek olmak için. bu sahnede ilginç olan, ali de benim gibi aleviydi ve ikimiz de henüz kendi alevi kimliklerimizi bile bilmiyorduk. birbirimizin alevi olduğunu çooook yıllar sonra öğrenecektik. bugün düşünüce, çok trajik bir sahne aslında. bir azınlık, bir başka azınlığı, kendi azınlık kimliğinden bihaber şekilde döverken, bir başka azınlık, o azınlığın haline ağlıyor…

    ali’ye cevap veremedim. neden ağladığımı söyleyemedim. ali başımda dikiliyor, neden ağladığımı anlamaya çalışıyor, sorular soruyor, ben verecek cevap bulamadığımdan çaresizce ağlıyordum. bunu yıllarca düşündüm. o gün neden yerimden kalkıp rohat’ı koruyamadığımı, neden onu kurtaramadığımı, neden ali’ye cevap veremediğimi yıllarca düşündüm. cevabı bulduğumda, yaşım 35’i geçiyordu. o gün hiçbir şey yapamayışımın tek bir nedeni vardı: dışlanma korkusu! çünkü rohat’a acırsam, ondan yana saf tutarsam, onu korursam, diğer çocuklar tarafından alaya alınabilir, dalga geçilebilirdim. çocuktum ve çocukların ne kadar acımasız olabileceğini ayrımsayabiliyordum.

    öğle arasında, ağlamaktan şişmiş gözlerimle gittim eve. beni o halde gören annem panikle ne olduğunu sordu. hayattaki en büyük sırdaşım, sohbet arkadaşımdı annem; hâlâ da öyledir. o ilkokul mezunu kadındaki pedagoji bilgisi, bugün benim diyen üniversite mezununda yoktur. tüm imkânsızlıklara rağmen üç çocuğunu da mükemmel bir şekilde yetiştirmeyi başardı o kadın (ben süper bir hıyar oldum ayrı dava ama bunun annemle ilgisi yok. genetik olabilir veya başka etkenler. iki kız kardeşimi referans verebilirim bu konuda). ağlaya ağlaya anlattım anneme. annem zaten rohat’ı biliyordu, sık sık anlatıyordum evde. neden bir şey yapmadığımı sordu. ona da cevap veremedim. annem de çok üzülüyordu rohat için. onu hiç görmemişti ama, anlattıklarımdan biliyordu. rohat’ın annesi hastaydı; kanser gibi bir şey. o kadın, o hasta haliyle rohat’ı ve kardeşlerini elin günün içine çıkarabilmek, okutmak için uğraşıyordu. rohat’ın kardeşi de kız kardeşimin sınıfındaydı.

    yoksulluklarını şöyle anlatabilirim belki: bir gün okula geldi rohat. saçları sıfıra vurulmuş gibi ama nasıl desem… tam sıfır da değil; tuhaf bir şekil. yer yer seyrek, yer yer gür. ben anladım neden öyle olduğunu. diğer çocuklar dalga geçmeye başladı. her zamanki gibi gülüp aşağılıyorlardı rohat’ı. ben onun gözlerinde hiç öfke görmedim. gördüğüm, sadece utanç duygusu oldu hep. rohat, daha çocuk yaştan itibaren utanmayı öğrenmişti bu hayattan. o gün de utandı, bir şey söyleyemedi. kafasını eğerdi ve ağlamaklı olurdu hep. yanına gittim. “benim de saçlarımı annem kesiyor paramız olmayınca” dedim. hayretle kaldırdı kafasını ve baktı bana. aslında yalan söylemiştim. doğru, evde yiyecek bir şey olmadığından çaya ekmek batırıp okula gidecek kadar yoksulluk çektik ama saçlarım hep berberde kesildi. onun daha fazla ağlamasını istemedim sadece; kendisini yalnız hissetmesini…

    mezun olduktan sonra epey bir süre görmedim rohat’ı. çok zaman sonra ilk kez gördüğümde, 20-22 yaşlarındaydık. sahilde seyyar bir arabada mısır satıyordu. onu görünce çok sevindim, yanına gittim. mahcup bir tebessüm vardı yüzünde. gözlerime fazla bakamadan verdi mısırı. aşağı yukarı o tarihlerde sahilde sevgilimle geziyorduk bir gün.

    - bak mısırcı var. alalım mı?
    + olur.

    rohat’tı. yanına gittik. sevgilimle tanıştırdım onu. ilkokul arkadaşım olduğunu söyledim. yine yüzümüze bakmadı. aynı mahcup ifade. nedenini, bir süre sonra öğrendim. kardeşi bakıyordu o gün arabaya. rohat’ı sordum.

    - abi, o senden utanıyor.
    + neden ki???
    - utanıyor işte.
    + e, o arkadaşım benim???

    değildi aslında. biz hiçbir zaman arkadaş olamamıştık. ben, her ne kadar onu hiç dövmesem de, o gruba katılmasam da, hatta yer yer sohbet etsem de, onu dövenlerin grubundaydım. ben ona sadece acıyor, onun için üzülüyordum. ama hiçbir zaman gerçekten yanında olamadım.

    otuzlu yaşlarımızın başlarında tekrar gördüm onu. bu kez benimle konuşuyordu. o ezik, o özgüvensiz, o mahcup tavırları gitmişti. daha da doğrusu, bundan utanmamayı öğrenmişti. kendi gerçeğini kabullenmişti belki de ve bu yüzden daha rahat konuşuyordu benimle. yine mısır satarken tabii. ancak bu kez de ben bakamıyordum onun yüzüne. aklıma hep o dayak yediği günler geliyor, ona yardımcı olamadığım, onu o durumdan kurtarmadığım için utanıyordum, bakamıyordum yüzüne. o unutmuş gibiydi aslında olanları ama ben unutamadım. esasen onun da unutmasına imkân yoku. bütün yaşamını tümden etkileyecek bir aşağılanmanın, horlanmanın, ezilmenin nesi, nasıl unutulabilirdi ki? onun dayak yiyişine seyirci kalmanın utancını uzun süre yaşadım.

    bu akşam tekrar gördüm onu. yine mısır arabasındaydı. yanında da 10-12 yaşlarında bir çocuk.

    - abi naber?
    + oo keysi… iyilik. senden naber?
    - iyi abi, n’olsun. senin oğlan mı?
    + sahibi yoksa bizim işte.
    - allah bağışlasın.
    + sağ ol. sende var mı?
    - yok. ben hiç evlenmedim.
    + hayırlısı…

    yüzüne baktım. artık ikimiz de kırk yaşına dayanmış, saçı sakalı ağartmıştık. ben normalde de yaşımdan genç gösteririm, o beyaz sakalları kestiğimde tabii. ama o, benden 10-15 yaş büyük duruyordu. hayat hiç adil davranmamıştı.

    - rohat.
    + efendim?
    - mmm… evladım, sen şöyle kenarda oynasana biraz. babanla konuşacağız biz.

    elindeki maşayı arabanın kenarına asan rohat, tuhaf bir şekilde baktı bana.

    - rohat…

    sessizce ama çok dikkatli baktı gözlerime.

    - beni affet…
    + …
    - ben… aslında… isteseydim…

    boğazım düğümlendi. konuşamadım daha fazla. kafasını denize doğru çevirip ufka baktı. anlamıştı. hiç gereği yokken belki de, yaralarını kaşımıştım. ikimiz de o günlere geri döndük. o, dişlerini sıkıp derin nefes alarak kaldırdığı kafasıyla uzaklara bakmayı sürdürürken, ben şıpır şıpır akan yaşlarımı saklayamadan eğmeye başladım kafamı önüme.

    - özür dilerim kardeşim... çocuktum…

    tam arkamı dönüp gitmeye yeltenirken,

    - keysi!

    durdum olduğum yerde. döndüm.

    - biliyorum… o zaman da biliyordum…

    sarıldık birbirimize. içimden çok şey söylemek geçiyor, hiçbir şey söyleyemiyordum. otuz sene önceki gibi ağlıyordum çaresizlikle. hiçbir şeyi geri getiremezdim artık. benim sarılışımda bir özür, onunkinde teselli vardı.

    son olarak birbirimizin kollarından tutup bakıştık.

    - şev baş bremın
    + şev baş keysi… şev baş…

  • 43. gülerek ben yemek yapmayı bilmem ki diyen kız

    evli olup iki sene boyunca mutfağa girmeye cesaret edemediğini söyleyeni gördüm...karı koca her akşam pizza lahmacun ya da tavuk döner yemekten hormonlu danaya dönmüştü..şimdi gülün ben görürüm sizi evlendikten sonra...

  • 44. kitap okumak için gidilecek en güzel yer

    direkt olarak yatağın içidir.

  • 45. yaran facebook durum güncellemeleri

    evini ikinci el eşyalarla döşeyen, işe otobüsle gidip gelen, yemeğini evden getiren, eski model telefon kullanan, spora pet şişede su götüren, restoranda artan yemeği paket yaptıran insanlar garipsenip ayıplanıyor ise bir ülkede , o ülke geri kalmıştır.

  • 46. shakira'nın arda'yı yemeğe çağırması

    arda'yla hemen hemen aynı yaştayız. lan bu karı türkiye'de konser verdiğinde -giydiği kostumun de etkisiyle- direkt göte kitlenmiştik çocuk yaşımızda. muhtemelen arda da göte kitlenmişti tüm ergenler gibi. şimdi karıyla karşılıklı ve eşit şartlarda yemek yiyecekler vay amk ya. nereden nereye dedirtti.

    yani arda için "nereden nereye". yoksa biz hala aynı yerdeyiz. göte kitlenmeye devam yani.

  • 47. kürtlerin kürdistan'a tehcir edileceğini sanan saf

  • 48. 3. havaalanı işçilerine 2500 tl ikramiye verilmesi

  • 49. didier drogba vs robin van persie

    bu versusta "rvp daha iyi" diyen bir kişiyle futbol konuşmak, rte ile din konuşmak gibidir.

  • 50. geniş omuzlu erkekler

    reklam panosu gibi başlık.
    merhaba ben 1.90 boyunda kapıdan geçemeyecek kadar geniş omuzlu haşin bir erkeğim. eqleyin.