johhnysack2
profili

  • zlatan ibrahimoviç'e los angeles'ta verdiğim ayar

    geçen yıl haziran ayı. los angeles'ta yaşayan ve 'cast' ajansında çalışan arkadaşım beni arayarak bir hollywood filminin üç gün sonra oyuncu seçimleri olacağını ve benim filmdeki bir rol için biçilmiş kaftan olduğumu söyledi. allahtan hâlâ amerika vizem vardı ve yeni bir heyecan için teklifi kabul ederek yola koyuldum.

    arkadaşımla konuştuktan iki gün sonra beni karşılamaya geldiği los angeles havaalanında buluştuk. evine giderken biraz eski günleri yâd ettik, sonra iş konuşmaya başladık. evi west hollywood'daydı. 2 katlı müstakil bir ev. ertesi günkü seçmeler için erkenden uyudum.

    yaptığım etkili oyunculukla yönetmeni etkilemeyi başarmıştım ancak benden hemen sonra seçmelere giren ben affleck rolü kapmıştı. çok fazla üzülmedim, şanssızlık dedim geçtim.

    fakat arkadaşım bu duruma biraz bozulmuştu ve bana karşı kendisini mahçup hissediyordu. en azından boşa gelmiş olmayayım diye bana güzel vakit geçirtmek için planlar yaptı. ertesi gün lee dağına çıkacağımızı söyledi.

    planı şu şekildeydi; lee dağına 'hiking' yaparak tırmanıp, ordan yamaç paraşütü ile şehre iniş yapacaktık. eğlenceli bir etkinliğe benziyordu, kabul ettim.

    dağa tırmandıktan sonra sırt çantalarımızdan paraşütlerimizi çıkarıp kuşandık. önceden belirlediğimiz güvenli bir alana iniş yapacaktık. atladıktan bir kaç dakika sonra bir şeylerin ters gittiğini farkettim. bacaklarım kilitlenmişti. sanırım önceki gün yapılan seçmelerde bana giydirdikleri kostüm bacaklarımı sıkmıştı ve sinir zedelenmesi yaşamıştım. dengesiz bir şekilde iniş yaptım ve kırmızı ışıkta duran bir arabanın üzerine çakıldım. arabadan bir adam inerek bana bağırmaya başladı, haklıydı da.

    karşımda bana bağıran kişinin zlatan ibrahimoviç olduğunu farkettim. bacaklarımı yeniden hissedebiliyordum. özür dilemek için yanına gittim ama o ingilizce olarak "gerizekalı herif, senin şu yaptığın iş mi şimdi? arabamı mahvettin piç kurusu." diyerek beni azarladı ve yanından kovdu.

    kalbim kırılmıştı çünkü zlatan benim en beğendiğim futbolculardan biriydi. ama kafama takmamamı kendi kendime telkin etmiştim. güvenli alana doğru yürüdüm. arkadaşım başarmıştı. ona yaşadığım olayı anlattım. o da kafama takmamamı söyledi. eve döndük.

    akşam saatlerinde arkadaşıma gelen bir telefon üzerine kendisinin ilk uçakla bir aktris ile görüşmek için chicago'ya gitmesi gerektiğini söyledi. özür dileyerek evi bana emanet ettiğini, istediğim kadar kalabileceğimi, bana iki gün için güzel planlar hazırladığını söyledi ve evden ayrıldı.

    iki günlük planı hoşuma gitmişti. bir tane escort kızı parasını önceden ödeyerek 48 saatliğine ayarlamıştı. los angeles lakers hazırlık maçına da iki kişilik bilet almıştı. hakkını asla ödeyemezdim.

    kız kendisine 'serah' ismini almıştı. 1.75 boylarında, kumral, beline kadar uzanan dalgalı saçlara sahip alımlı ve çekici bir hanfendiydi. iranlı bir baba ve amerikalı bir anneden dünyaya gelmiş, los angeles'a aktris olmak için yerleşmiş ancak umduğunu bulamaması üzerine hayatına escort olarak devam etme kararı almış. onunla lüks bir hint restoranına gittik. yemekten sonra da bir blues konserine gitmeyi kararlaştırdık.

    yemeğimizi sipariş ettikten sonra karşı masada yine onu gördüm. ibrahimoviç bu kez karısı ile birlikteydi ve garsona sipariş veriyordu. beni farketti ve yanıma geldi. yaklaşık 10 saniye yüzüme gülümseyerek baktı. tam bir sinir harbiydi. sonra o iskandinav aksanı ingilizcesi ile "yine o lanet herif. şimdi de beni takip mi ediyorsun? hem de eşimle başbaşa yemek yerken. zlatan bunu affetmez" diyerek fötr şapkama alttan vurarak kafamın üstünden uçurdu ve uzun uzun kahkaha attıktan sonra "çok istiyorsan sana bir imza verebilirim" diye ekledi. "istemem" diyebildim.

    bu kez çok sinirlenmiştim. escort da olsa beni bir kadının yanında küçük düşürmüştü. serah kafama takmamamı söyledi ama bu kez çok ileri gitmişti. garsondan bana her beş dakikada bir burbon getirmesini istedim. dört veya beş bardak içtikten sonra masasına gittim. egosu o kadar tavan yapmıştı ki "zlatan seni dinliyor, çabuk konuş" dedi.yüzüme bile bakmıyordu.

    ona "sen çok sevdiğim bir futbolcusun ama sen beni sürekli fırçalıyorsun. karşında edinson cavani yok ve burası avrupa değil dikkat et. amerika'da başına neler geleceğini bilemezsin. bu arada sen neden dünya kupasında, brezilya'da değilsin ki? ha doğru ya şimdi hatırladım, siz elenmiş ve katılamamıştınız. demek ki zlatan o kadar da büyük değilmiş." dedim.

    öfkelenerek ayağa kalktı. sanırım son sözlerim çok ağırına gitmişti. narsisizmini zedelemiştim. hemen koşup kaçmaya başladım. o kadar sinirlenmişti ki beni yakalacağım derken ayağı kayıp yere düştü. serah'ı mecburen orada bırakarak eve doğru koştum dakikalarca. eve gelince rahat bir nefes aldım.

    ona ayarı vermiştim ama serah'ı orada yüz üstü bırakmıştım. beni defalarca aradı o gece ama utancımdan açamamıştım. çünkü bir korkak gibi kaçmıştım.

    ertesi akşam la lakers maçına mecburen tek başına gittim. stadın çevresi çok kalabalıktı, maça çok rağbet vardı. stad dışardan enfes görünüyordu ve ışıklandırılması mükemmeldi.

    gözümü açtığımda başımda bir ağrı hissettim. hastanedeydim. anlam veremediğim bir şekilde serah başımda bekliyordu. sevgi dolu bakışlarla, biraz da acıyarak bana bakıyor ve tebessüm ediyordu. neden hastanede olduğumu sordum. kendisine son aramalara bakılarak telefonumdan ulaşılmış. beni hastaneye getiren kişinin serah'ya anlattığına göre ben stadı seyrederken zlatan arkadan ense köküme tekme atmış. oracıkta bayılmışım. mr çekilmiş ve gerekli tetkikler yapılmış. önemli bir şeyim olmadığı ve kendime geldikten sonra taburcu olabileceğim doktorlar tarafından söylenmiş.

    üzerimde o kadar para olmadığı için 15.000 dolar tutan hastane masrafını serah ödedi. ona türkiye'ye dönünce parasını göndereceğimi söyledim. hiç sorun yapmadı. tam odadan çıkarken bir tane çiçek buketi geldi. üzerinde 'you were zlataned' yazıyordu ve gülücükler vardı. adam resmen joker gibi mesaj göndermişti bana. ayarı vermiştim ama karşılığında ense köküme bir tekme yemiş ve karşı ayar yemiştim.

    bir hafta sonra yurda döndüm. bir sürü anı ile. olay öylece kapandı.

    son bir haftadır galatasaray'a gelmesi gündemde. türkiye'ye gelmesi beni memnun eder ama zor görünüyor. bakalım. şayet gelirse ona yine ayar verir ve karşılığında tekme yerim belki yine.

  • roma'da israilli çifte verdiğim ayar

    geçen yıl eylül ayı. roma'ya 5 günlük bir turistik seyehat gerçekleştirmiştim. bu beş günün sonunda çok mutlu ayrıldım. her yere yürüyerek gidilebilecek, buram buram tarih kokan bir şehir. religious rome, anthic rome ve archeological rome diye üçe ayrılıyor şehir. ben religious roma'da yani vakitan'a 200 metre uzaklıkta bir apartment kiralamıştım o dönem. neyse...

    ziyaretimin üçüncü gününde -bilen bilir- çok meşhur ve turistik olan ispanyol merdivenlerine gittim. her taraf turist ve insanlar merdivenlere sıra sıra oturmuş sohbet ediyordu. ben de oturdum ve hemen biramı yudumlamaya başladım. bangladeşli adamlar tanesi 2 euro'dan italyan marka bira satıyorlardı. bazen 1.5 euro'ya da sattıkları oluyordu. saat akşam 10 civarıydı.

    işemek için insanlar genelde merdivenleri çıkınca en yukarıda yer alan tadilattaki bir binanın ikinci katına işemeyi tercih ediyordu. çişim gelince ben de oraya işemeye gittim. tırsmıyor değildim çünkü bu illegal bir davranıştı. neyse ki polise yakalanmadan yerime geri döndüm. döndüğümde bir kız bir erkeğin ön hemen tarafımdaki sıraya çaprazıma oturduklarını gördüm. ben de yerime oturdum ve bir bira daha aldım bangladeşli esmer çocuktan.

    tam o sırada babam aradı ve yaklaşık beş dakka sohbet ettik. telefonu kapattım ve ön sırada oturan kız bana döndü ve "türk müsünüz?" diye ingilizce olarak sordu. ben de "evet" diye cevapladım. kız babasının bir süre öncesine kadar işi dolayısıyla türkiye'de kaldığından ve kendisinin de iki kez türkiye'yi ziyaret ettiğinden bahsetti. babamla konuşmamdan türk olduğumu çıkarmış. kendisi ve yanındaki erkek arkadaşı israil'den turistik amaçlı gelmiş.

    kızla konuşmaya devam ettik, çocuk ise neredeyse hiç konuşmuyor ve bizi dinliyordu. kız, babasının işine 1.5 yıl öncesinde türkiye tarafından son verildiğini, babasının ankara'daki konsoloslukta üst düzey bir yetkili olduğunu ancak o dönem türkiye-israil ilişkileri gergin olduğu için apar topar israil'e geri yolladığından ve türkiye'den ve insanlarından nefret ettiğinden bahsetti.

    son cümlesi biraz canımı sıkmıştı. sakin bir şekilde ona ingilizce olarak "bu iki hükümet arasında bir durum.beni suçlamanı gerektirmez. insanlar üç aşağı beş yukarı aynıdır. nefret çok güçlü bir duygu kaldı ki senin bizden nefret ettiğini düşünmüyorum ve aldığın alkol miktarından dolayı bu talihsiz sözleri ettiğini varsayıyorum" dedim. bana cevap olarak "defol git pis türk. bu süslü laflarınla beni kandırabileceğini mi düşünüyorsun? babam senin gibiler yüzünden şu anda tel aviv'de bir psikiyatri kliniğinde yatıyor. psikolojisi bozuldu adamcağızın. o yüzden bir an önce burayı terk et ve gözüme gözükme aşağılık herif" dedi.

    yanındaki çocuk gülerek izliyor, tek kelime etmiyor ve son sözlerinden sonra sevgilisini alkışlıyordu. sinirden patlamak üzereydim ve biramdan bir yudum daha aldıktan sonra " baban adına üzüldüm ama eğer baban hasta ve psikiyatri kliniğinde yatıyorsa bu yanındaki ibne kılıklı ile burada tatil yapmak yerine babana destek olman gerekmez mi? benim sizinle bir sorunum yoktu ama şu anda oldu.eğer bana az önce dediğin gibi 2 dakka içinde burayı terk etmezseniz buraya üç tane filistinli arkadaşımı (tamamiyle fake.hiç filistinli tanımam) çağırıcam ve size tatilinizi zehir edecekler" dedim.

    bir dakka içinde orayı tekettiler, arkalarına bile bakmadan. aslında sonradan biraz üzüldüm ama beni bu şekilde konuşmaya onlar zorlamıştı. yani ayarı sağlam vermiştim.