yeryüzündeki varlığımın kırkıncı yılının ilk saatindeyim. otuz dokuz yılı geride bırakan bedenimi ve çok daha fazlasını geride bırakan ruhumu dinlediğimde aslında "aldığın şu hayat fena değildir / üstü kalsın" moduna yaklaştığımı söyleyebilirim. yine de öyle hemen almasın beni. yapılacak işlerim var daha, çok hem de. kızcığımı büyüteceğim, okutacağım, iş sahibi olduğunu, evlendiğini, yuva kurduğunu, anne olduğunu göreceğim. gelecek yıl bu zamanlarda doktor olacağım. belki üniversitede de ders açacağım. makaleler yazacağım, sunumlar yapacağım, insanlar tanıyacağım, insanlar seveceğim, insanlardan vazgeçeceğim. bir evim olacak, umuyorum. genişçe, güneşli, çok odalı... dünyada mekân, ahrette iman... ikincisi zaten yok ama belki birincisi olur. rahat ederiz belki. emekli olunca çydd için çalışacağım. tanımadığım çocuklara, gençlere yardım edeceğim. böylece çoğalacağım. shakespeare'in kırk iki kitabını da okuyup bitireceğim. edebiyata haksızlık yaptım bir yandan. bir de edebiyat doktorası yapacağım. bachmann gibi çift doktoralı olacağım. ne işime yarayacak? mutlu olmama, daha ne olsun? insanların hayallerinin bile çalındığı bir ülkede artık büyük ikramiyenin bana çıkmasının olanaksızlığını kabullenecek ve yaşlılığımızda rahat edelim diye daha çok çalışacağım. kaos teorisyenlerinin ve plan yapanlara gülen tanrının biraz anlayışlı olmasını bekliyorum. bu aşamaya kolay gelmedim. her şeyden, herkesten vazgeçtiğim zamanlar olsa da artık kendinmden vazgeçmeyeceğim.
aysetatilecikti7 profili
-
ekşi itiraf
-
21 nisan 2019 kılıçdaroğlu'na saldırı
saldıranları tanıyorum. hem de o kadar yakından tanıyorum ki... yobazın harman olduğu konya'daki dayım bu benim. gerçekten dayım yani. alzheimer olan annesine karşı merhametsiz, kardeşlerinin hakkını, emeğini gönül rahatlığıyla yerken vicdansız, namaz kılarken çıkarcı... babasını amcası öldürmüştür iki dönüm tarla için. yengesinin adı başka bir amcasıyla çıkmıştır. köylük yerde gizli kalmaz böyle şeyler. hiçbir şey olamayan oğlunu cemaatlerin yurtlarına gönderir, polis yapar. cemaat darbeye kalkışınca en azılı cemaat düşmanı o olur, yıllarca cemaatle mücadele edenleri terörist ilan eder. annesi ölünce karısı annesinin dolabındaki altınları iç eder daha cenaze ortadayken. kızı öğretmen omuştur, öğrencilerini artık dövemeyince kendi çocuğunu döver. rüzgâr yön değiştirince başını kapatır bir de. örnek öğretmen! bu dayı ve oğlu ve kızı ve aklını kocasına emanet eden karısı bir zamanlar mhp'lidir. kendini bir yere ait hissetmeden yaşayamayan bu güruh her zaman en güçlü gruba dahil olmak ister. tayyip %52 oy alınca yeğenini arar, nasıl başkan olduk ama diye. başkan kakasını altın tuvalete yaparken bizimki inek boku temizler ama verdiği bir oyla kendini başkan olmuş zanneder. güçlüden yana olunca güçten pay aldığını zanneder ama ona düşen bok temizlemekten, borçlanmaktan ve şükretmekten fazlası değildir. bir zamanlar "şerefsiz" dediğine şimdi "kankam" diyen kişiliksizleri göklere çıkarır. üç kuruşluk kârı için yapmayacağı pislik yoktur ama namaz kılar, oruç tutar, kurban keser, para bulursa hacca bile gider. duası ezberindedir. her namazdan sonra ezbere dua eder. teröristleri davul zurnayla karşılayanları iyi niyetli, artık kan dökülmesin diyen siyasetçileri terörist gibi görür. bunları mevcut iktidar doğurmadı. zaten vardılar ama evlerinin duvarında menderes'in, özal'ın, erbakan'ın fotoğrafları asılıyken bu kadar pislik ve bu kadar tehlikeli değillerdi. kılıçdaroğlu'nun -ki o da akrabamdır- yumruk yediği fotoğraftaki suratlara iyi bakın. bu nefret dolu suratlar size de çok tanıdık geliyor değil mi?
-
beşiktaş taraftarının mazbata tezahüratı
evden biraz uzaklaşalım, başbaşa bir istanbul günü geçirelim dedik, çıktık bugün. öğrencilik günlerimin en güzel yerine, beyoğlu'na gitmeye karar verdik. üniversitenin hazırlık sınıfında, çok değil yirmi yıl önce, haftanın üç günü taksim'e gider, beyoğlu'nda gezer, gözlerimizi süzerdik. o dönem çıkan bütün filmleri sinemada izlemiştik. yeni film bulamayıp aynı filmi ikinci kez izlediğimiz bile olmuştu. fitaş'ta sinema, bambi'de ıslak hamburger, hayri usta'da dürüm, aznavur'da incik boncuk, burger king'de tuvalet... herkes bizim gibiydi sanki. beyoğlu bizim gibiydi. kışın ılık, yazın serin beyoğlu... milenyumu birlikte karşıladığımız beyoğlu...
aradan geçen yıllarda arada bir yine gittim taksim'e. en güzel hali 2013 mayıs sonu haziran başındaki haliydi. çantamızda su, süt, limon, maske; içimizde bir umut... gençlerin çöplerini toplamak bile güzeldi. meslekten alışığız zaten.
bugün taksim, beyoğlu başka bir ülke olarak çıktı karşıma. korunaklı yaşamımdan dışarı çıktığımda gördüğüm manzara içimi burktu. bir saat park yeri aramak içimi sıktı. gözlerini bile kara çarşafla kapatan onlarca kadın, bir ortadoğu ülkesinde olduğumu düşündürdü bir anda. sonra altında tayt, nike ya da skechers ayakkabı, başında örtü, gözünde pahalı gözlükler, suratında aşırı makyaj olan onlarca kadını görünce kafası karışık gençliğe üzüldüm. neydi yaşayamadıkları, yaşamak istedikleri ya da belki benim anlayamadığım? nike demişken, bir ayakkabı bakayım dedim, maaşımın yüzde yirmisine bir ayakkabı alamayacak durumda olduğumu ama bakıp hallerine üzüldüğüm kişilerin ikişer üçer ayakkabı alıp mağazalardan çıktığını görünce kendime, yıllarca verdiğim emeğe üzüldüm. iki ayakkabı parasına bir ay ev geçindirenlerin isyan etmemesine şaşırdım. her yerde asılı "gönül belediyeciliği kazandı. teşekkürler istanbul" yazısını görünce yüzsüzlüğe sınır çizmenin ne kadar zor olduğunu anladım. hafız mustafa'nın bu kadar çok şubesi olmasına, bir zamanlar otantik gelen maraş dondurmacılarının feslerine sinir oldum. yaşlanmak mı bu? hayır. benim yaşlanmamla değil, şehrin yozlaşmasıyla ilgili bir durum.
inönü'nün önünden geçerken "akşam maç var galiba." diye düşündüm. korunaklı yaşamıma dönüp kızcığımı uyutunca facebook'ta "imamoğlu'na mazbatayı ver!" diye bağıranların bugün gezindiğim yere ne kadar yakın olduğunu düşünüp gündüz içine düştüğüm umutsuzluktan bir nebze de olsa sıyrıldım. sonra kalktım buraya geldim. bu başlıkta yazılanlara göz attım, içim güldü. bir umut var sanki. kokuşmuş karanlıktan kurtulmak için bir umut... dağlardan, ormanlardan, stadyumlardan, geçmişimizden sıyrılıp gelen bir umut... kızcığımın öğrencilik yıllarımdaki gibi bir şehirde yaşama olasılığına dair bir umut... neden olmasın? -
personel kimlik kartını boyna asma karizması
personel kimlik kartını boyna asma zorunluluğu olan kurumumuzda bu zorunluluğa uymayan az sayıdaki kişiden biriyim. yaklaşık dört yüz kişinin katılacağı bir program öncesinde bu kural üzerinde ısrarla durulunca kartı boynuma asmam gerektiğine karar verdim. astım da... sonra program için gelen konukların eğilip eğilip kartıma baktığını fark edince adımı öğrenmeye çalıştıklarını düşündüm. hatta yoksa şu yakışıklı felsefeci? daha neler canım... boynumdaki kartla ellişer kişilik iki gruba sunum yaptım. hermeneutikten girdim intertextuality'den çıktım. oldukça karizmatiktim ki herkes kartıma bakmaya devam ediyordu. boyna asılı kart işini sevmiştim. akşam olup kartı boynumdan çıkardığımda personel kimlik kartımın yerine akbilimi boynuma asıp gün boyu en karizmatik halimle akbille dolaştığımı anlayınca...
neyse canım... felsefeci o kadar da yakışıklı değildi zaten. -
ekşi sözlük
burada tanıdığım, yüzünü görmeden sevdiğim, çokça saygı duyduğum, arada bir mesajlaştığım, iyi olmasını istediğim, iyi değilse endişelendiğim, iyiyse mutlu olduğum insanlar var. tanımadığı kişiler için düzenlenen yardım kampanyalarına destek olan iyi yürekli kişiler de, derdinizi dert edinenler, önerilerini eksik etmeyenler de burada. tüm olumsuzluklara rağmen bilgisini paylaşmaktan çekinmeyen, burayı kutsal bilgi kaynağı olarak görmese de bir gün bir okuyan bulunur diye yazmaya devam edenler de...
benim burada ne işim var diye düşünen, bilgili, nitelikli yazarların yazmayı yavaş yavaş bırakması, okunacak yazıların ve yazarların gün geçtikçe azalması, sözlük yönetimininse durumdan rahatsız olmak bir yana, gayet memnun olması gerçekten üzücü. elimden gelse bir paralel oluşum başlatıp artık yazmayan o nitelikli yazarları başka bir yerde, insanların işine yarayacak biçimde yazmaya ikna edeceğim de ateş olsam cürmüm kadar yer yakarım.
hiç de uygun bulmadığım bir yolla, 8 mart 2013'te 8284 kadın yazardan biri olarak yazmaya başladığım bu sitede gidişatın yaklaşık iki buçuk yıl içinde bile "kötü" değil "rezil" sözcüğüyle ancak anlatılabileceğini düşünüyorum. yazmayı sevdiğim için, okunup okunmadığıyla ilgilenmeden yazmaya devam ediyorum ama "keşke" demekten de kendimi alamıyorum işte. -
öğretmenlerin yan gelip yatma döneminin başlaması
yanlış saptama.
yan gelip yatmıyorum, sırtüstü yatıyorum. birazdan yüzükoyun yatacağım.
toparlanmaya hazırlanıyordum ama bir saat de başlığı açan arkadaş için yatmaya karar verdim. :* -
boğaziçi üniversitesi mezunlar günü
bugün eski arkadaşların ince belli eşleri, sevimli çocukları ve son model arabalarıyla katılacağı gün. hepsi bir yerlerde işadamı işkadını oldu. gençlik planları bir bir yerine getirilmiş, idealize edilen hayata kavuşulmuş, şimdi frizbi oynama ve çocuk peşinde koşturma zamanı.
biz de selvi'yle tavla oynayıp dedikodu yapacağız. oha amma yaşlanmış, kafasında saç kalmamış falan diyeceğiz. ne arabamız ne eşimiz ne çocuğumuz ne de frizbi oynamışlığımız var. plazada değil orman içinde bir okulda çalışıyorum. selvi'nin işi bile yok. taksilerle otobüslerle ancak gideceğiz güney kampüs'e.
bu okulu dereceyle bitirdim. yüzlerce kitap okudum, yüzlerce film izledim. bir elin parmaklarından fazla sayıda dil öğrendim ama kariyer geçmişime bakınca elde ettiğim en yüksek mevkiin sözlük yazarlığı olduğunu görüyorum. madem satılıyor, onu da satasım geldi şimdi. bu işte bir yanlışlık var ama hayırlısı bakalım. matematiğim hep orta halliydi diye hesaplayamıyorum. yine de önümüzde uzun bir yaşam var ve vapurda çay içmek güzel. martılar falan...