jamesharden19
profili

  • balrog'un kırbacının uzunluğunun 593 metre olması

    balrog ve gandalf'ın destansı mücadelesini izlerken, aklıma gelen ve beni hesaplamaya iten ilginç bir kırbaç. evet, balrog'un elindeki alevli lav kırbacın tam olarak uzunluğunu hesaplamış bulunmaktayım ve bunu sizlerle paylaşmak istiyorum.

    şöyle ki:

    hesaplamaya başlamadan önce, gandalf ve balrog'un karşılaştığı khazad dum köprüsünün mimari yapısını incelememiz, bu nihai hesaplamanın başarıya ulaşması için çok ama çok önemli. köprü, yukarı doğru bombeli, alttan pirketlerle desteklenmiş, aynı ankara'daki akköprü'yü anımsatan kemerli bir görünüme sahip. yine, köprünün cüceler için yapılmış olması, bize hesaplamanın ileriki safhalarında oldukça yardımcı olacak.

    görsel

    daha sonra ilk kareyi video kanıtıyla göstermek istiyorum. köprüyü ilk geçmeye başlayan ekip, köprüye 1. dakika 32. saniyede ayak basıyor ve köprüyü geçmeyi tamamladıkları süre ise 1.dakika 42. saniye. köprüyü koşarak geçtiklerini düşünürsek, toplam ekranda geçen süre 11 saniye. ancak, bilindiği üzere hobbitler pek hızlı koşucular değiller. yine, köprünün cüceler için yapıldığını düşündüğümüzde, hem kısa hem de hızlı koşamayan canlılar olan hobbitlerin köprüyü 11 saniye gibi kendileri için oldukça kısa bir zamanda geçmeleri bize köprünün uzunluğunun normal insan ölçülerine göre kısa kaldığını gösteriyor.

    https://streamable.com/jwaxui

    ancak, daha net sağlamasını yapabilmemiz için, ortalama bir hobit uzunluğuna sahip birisinin bu 11 saniye içerisinde kaç adım atarak, köprüyü geçtiğini bulmamız gerekiyor. zira, köprünün uzunluğunu bulmamız demek, gandalf ve balrog'un uzunluğundan yola çıkarak balrog'un kırbacının uzunluğunu bulmamıza yardımcı olacaktır. bu adım hesaplamasını bir hobbit üzerinden yapacağım, ancak, yürüyen kişiyi tam kestiremedim frodo eşeği mi yoksa başka birisi mi emin değilim.

    köprüyü ilk geçmeyi başaran hobbit, 11 saniye içerisinde tam 43 adım atarak geçme işlemini tamamlıyor. amma velakin, sahnenin sonunda ilk hobbitin arkasındaki diğer hobbitin kendisinden daha hızlı koştuğunu ve tahminen ilk hobbitten 5-10 adım daha az atarak köprüyü geçtiğini düşünüyorum. zira, son anlara bakarsanız köprüyü ilk geçmeye başlayan hobbit düşerim ederim korkusuyla yavaşlıyor ve daha kısa adımlar atmaya başlıyor. arkasından gelen hobbit ise daha uzun adımlarla koşarak geliyor. bir de adım sayma işlemini yaptığım hobbit, köprünün geçme aşamasından sonuna kadar gösterilen tek hobbit olduğu için mecburen onu seçtim. o yüzden ben hesaplamanın doğru olması için bunu 40 adım olarak kabul edeceğim.

    https://streamable.com/ywkwpb

    şimdi, bu siteyi kullanarak, ortalama hobbit uzunluğundaki birinin 40 adım atarak kaç metre mesafe katettiğini bulacağız.

    ortalama hobbit uzunluğu, 1.10 metre imiş. bu, 110cm yapar. 11 saniye içerisinde 40 adım attığını biliyoruz. yine, bu 40 adımı can havliyle yani koşarak, hızlı şekilde geçtiğini buluyoruz.

    ve sonuç, 0.1 km yapıyor. bunu metreye çevirdiğimizde ise 100 metre yapar.

    görsel

    ancak, dünyanın en hızlı koşucusunun 100 metreyi 9.58 saniyede koşması ve hobbitlerin uzunluğu ve kısa bacakları ile kıyaslandığında 100 metreyi 11 saniyede geçmelerinin teorik olarak imkansız olduğunu bizlere gösteriyor. bu da ekranda geçen sürenin aslında gerçekte daha uzun olduğunu gösteriyor. böyle bir varsayımda bulunarak köprünün uzunluğunu değiştirmeyeceğim.

    şimdi, balrog ve gandalf'ın köprünün üzerinde karşılaştığımız sahneye gelelim. bu sahnede, balrog'un elindeki alevli lav kırbacını tuttuğunu görüyoruz. ve belli ki oldukça sinirlenmiş. balrog, köprüye ayak basıyor ve köprü balrog'un kütle ağırlığını taşıyabilecek dayanıklılıkta. bu da köprünün mimarisi hakkında yaptığımız varsayımı doğruluyor. yine, balrog'u karşısında gördüğü için tırsan gandalf bu esnada yaklaşık 7-8 saniyelik bir süre içerisinde köprünün ortasına geçiyor. ya kardeşim, sıçacağım köprüne, kırbacı hesaplamaya geç dediğinizi duyar gibiyim, köprü, kırbacın ne denli uzun olduğunu anlamamız için önemli, ama haklısınız artık kırbacın uzunluğuna geçebiliriz. gandalf, köprünün yarısında duruyor ve burayı 45 metre mesafelik bir uzunluk olarak kabul edelim.

    görsel

    ortalama bir balrog'un uzunluğu 4.3 5.5 metre arasında olduğunu düşünürsek, bu durin'in felaketi mahlaslı ünlü bir balrog olduğunu göre uzunluğunu 4.5 metre kabul edelim. balrog, kırbacını tam anlamıyla ileri doğru savurmuyor. kısa ve kendisine yakın şekilde tutuyor. ancak, bu bombeli kısmı bile neredeyse gandalf ile arasındaki mesafeye ulaşacak kadar yakın görünüyor. yine, kırbacın uç kısmına baktığımızda balrog'un boyunu geçtiğini görüyoruz. ancak, tam anlamıyla hesaplamayı kırbacın tam anlamıyla kullanıldığı yani tutulduğu noktadan uç noktasına kadar salındığı anda yapmamız gerekiyor. köprünün uzunluğunun hesaplaması da işte bu yüzden önemliydi. zira, balrog ve kırbacının heybetinin anlaşılması için önem arz etmekteydi. zira, kırbacın tam kullanılmadığı anda bile kapatabildiği uzaklığı görmenizi sitedim.

    görsel

    bu durumda, o meşhur sahne yani balrog'un khazad dum köprüsünden düşerken, son anda kırbacıyla gandalf'ı ayağından yakaladığı sahneyi inceleyeceğiz. zira, burada serbest düşüş gerçekleştiren balrog, tam anlamıyla kırbacının uzunluğunu kullanıyor. balrog, tam 11 saniyelik serbest düşüş yaşadıktan sonra, kırbacının uzunluğunu tam anlamıyla kullanarak gandalf'ı yakalıyor.

    https://streamable.com/sgibo6

    balrog 11 saniye içerisinde, 593.505 metrelik bir serbest düşüş gerçekleştiriyor.

    görsel

    balrog, gandalf'ı tam 11. saniyenin sonunda yakalıyor. 11 saniye boyunca katettiği serbest düşüş mesafesinden gandalf'ı yakaladığına göre balrog'un kırbacının uzunluğu 593 metredir. burada balrog'un uzunluğunu veya kolunun uzunluğunu hesaplamaya katmayış nedenim, sırtüstü düştüğü içindir. yine ağırlığı hakkında pek bir net bilgi yok. yani, direkt sırtüstü bir şekilde düştüğü yerden kırbacı savurduğunu düşünürsek, serbest düşüş mesafesinden kırbacın uzunluğunu hesaplamak daha mantıklı geldi.

    arz ederim.

  • tsubasa'nın 78 maçta 131 gol atıp 68 asist yapması

    tsubasa ozhora isimli torpilli ve şikeci piçin, profesyonel kariyeri ve ilkokul ve ortaokul düzeyinde düzenlenen turnuvalar dahil, 78 maça çıkıp 131 gol atıp 68 asist yapması durumu. neden şikeci ve torpilli olduğuna istatistikler üzerinden değineceğim.

    tsubasa kariyeri boyunca: resmi, dostluk, ulusal turnuvalar ve amatör turnuvalar dahil olmak üzere tam, 78 maça çıkıp, 5.674 dakika süre alıp, toplam 131 gol ve 68 asist yapmış. bunları daha da detaylandıracağım:

    ilkokul 6. yılında, nankatsu ile:

    14 maçta forma giyip, 580 dakika süre alıp: 38 gol, 5 asist yapıyor.

    ortaokul 1. yılında, nankatsu ile:

    1 maçta forma giyip, 60 dakika süre alıp: 2 gol atıyor.

    ortaokul 2. yılında, nankatsu ile:

    1 maçta forma giyip, 60 dakika süre alıp, 1 gol atıyor.

    ortaokul 3. yılında, nankatsu ile:

    10 maçta forma giyip, 621 dakika süre alıp: 16 gol, 6 asist yapıyor.

    yani, amatör kariyerinde: 26 maça çıkıp, 1.321 dakika süre alıp: 57 gol atıp, 11 asist yapıyor. bu sadece nankatsu formasını terleterek ulaştığı rakamlar.

    bu dönemdeki takımın galibiyet oranı ise:

    ilkokul 6. yıl için: %78

    ortaokul 1. yıl için: %100

    ortaokul 2. yıl için: %100

    ortaokul 3. yıl için: %100

    tam 3 farklı kaynağa ulaşıp, yine o dönemdeki maçların olduğu bölümleri izleyerek, nankatsu ve tsubasa'nın 4 yıl içerisinde 1 defa yenildiklerini teyit etmiş bulunmaktayım. bak sen şu allah'ın işine yav. 26 maçta 57 gol atıyormuş, hadi yetenekli, kabiliyetli futbolcuymuş. lan, kansız şerefsizler, o amatör ilkokul seviyesinde diye geçen ama belki de çoğu profesyonel ligden daha kaliteli takımlara sahip, disiplinli ve tüm sportif faaliyetlerini futbola yönlendiren nice okullar katıldı. hanawa, furano, musashi, meiwa. çoğu da defansif ağırlıklı takımlar olup, sırf tsubasa piçi gol atmasın diye onu 3/4 kişi marke etmeye çalışan, hazırlıklı takımlardı. bu kadar galibiyet oranı nasıl oluyor lan? yapın da, böyle taşak geçer gibi de yapılmaz.

    işte, bu şikeci piç kurusu tsubasa'nın aslında ne kadar balon bir futbolcu olduğunu, onu kayıran ve düdüğü satılmış japon hakemleri ile nasıl, istatistik şişirmeye devam ettiğini milli takımdaki rakamlarından teyit edeceğim:

    ilk öncelikle milli maçlardaki istatistiklerine değineceğim:

    uluslararası turnuvaları ve dostluk maçlarını ayırmadan:

    japonya u15 ile, 6 maça çıkıp, 380 dakika süre alıp: 5 gol, 10 asist yapıyor.

    japonya u19 ile, 14 maça çıkıp, 1.340 dakika süre alıp: 15 gol, 15 asist yapıyor.

    japonya u23 ile, 10 maça çıkıp, 741 dakika süre alıp: 10 gol, 8 asist yapıyor.

    japonya a milli takım ile, 5 maça çıkıp, 355 dakika süre alıp: 5 gol, 2 asist yapıyor.

    yine buradaki galibiyet oran yüzdeleri ise şu şekilde:

    japonya u15: %100

    japonya u19: %100

    japonya u23: %65

    japonya a milli takım: %25

    (u23 ve a milli takım turnuvaları ve maçları, japonya dışında düzenlenmiştir)

    milli maçlardaki kariyer istatistiği ise: 35 maça çıkıp, 2.816 dakika süre alıp: 35 gol, 35 asist yapıyor.

    a milli takım maçları ve u23 maçları hariç diğer maçlar, yani u15, u19 maçlarının hepsi japonya'da düzenlenip ve nasıl bir şike kumpası kurmuşlarsa japon hakemler tarafından yönetiliyor. japon hakemlerin yönettiği turnuvalarda daha fazla gol atıp asist yaparken, tarafsız ve şikesiz yönetilen maçlarda nal topladığını görebilirsiniz. özellikle a milli takım statüsündeki maçlarda, adeta hasan kabze olduğunu görebilmek mümkün. çok harika, yetenekli futbolcuydu ya bu tsubasa? yine, japonya dışında düzenlenen maçlardaki galibiyet oranları, her şeyi açıklamaktadır.

    şimdi, bu orospu çocuğunun profesyonel kariyerindeki istatistikleri üzerinden, aslında o 131 gol, 68 asisti tsubasa'nın değil, satılmış, soysuz japonya futbol federasyonunun attığını ispatlayacağım. o da şöyle:

    sao paulo formasıyla, 3 maça çıkıp, 270 dakika süre alıp: 8 gol, 4 asist yapıyor.

    daha sonra barcelona'ya transfer oluyor.

    barcelona b takımıyla, 3 maça çıkıp, 270 dakika süre alıp: 12 gol, 11 asist yapıyor.

    barcelona as takımıyla, 11 maça çıkıp, 997 dakika süre alıp: 19 gol, 7 asist yapıyor.

    profesyonel kariyerinde, 17 maça çıkıp, 1.537 dakika süre alıp, 39 gol, 22 asist yapıyor.

    gol kralı'ndaki sait'in hikayesi gibi, bu kadar gol atan adamı omuzlarda taşırlar ama, tsubasa barcelona'dan siktir ediliyor, brezilya'da yarak kürek bir takıma gidiyor. burada da istatistikleri çok iyi duruyor değil mi? bunun nedenini hiç düşündünüz mü? tsubasa'nın annesi ile gönül ilişkisi yaşadığını düşündüğüm, berduş, ne olduğu belirsiz, profesyonel futbol kariyeri alkol sorunu yüzünden biten, bağımlı bir adam olan roberto hongo isimli orospu çocuğunun antrenörlük yaptığı dönemde bu rakamlara ulaşıyor. yani, barcelona'nın scout'ları veya sao paulo yönetim kurulu başkanı, ya işte japonya'da böyle efsunlu bir çocuk varmış deyip onu istemiyorlar, roberto hongo nasıl oluyorsa teknik direktör olduğu takımlara bu piçi alıyor. ve patates brezilya liginde ve ikinci ligde maçlara çıkıyor. barcelona as takımı ile 11 maça çıkıp, idare eder performans göstermesine rağmen siktir ediliyor. ancak, as takımdaki gollerin 10 tanesini penaltı ile atıyor. acaba, o penaltıları çalan hakemlerin banka ve eft havale geçmişi takip edilse, kimden ne kadar para aktarıldığı kabak gibi ortaya çıkar.

    öte yandan, torpili olmayan, proleter çocuğu, allah'ın aslanı kojiro hyuga ise, yardımsız ve şikesiz: 62 maçta 4.426 dakika süre alıp, 104 gol 12 asist yapıyor.

    tsubasa piçinin maç başına gol oranı: 2.25 iken

    kojiro hyuga'nın maç başına gol oranı: 3.55 oluyor.

    kojiro hyuga gibi yetenek, bir mitralyöz gibi işleyen forvetin önünü kesen zengin şımarık piç kurusu tsubasa, hyuga'dan daha az profesyonel derecede maça çıkıp, kuyruğunu kıstırıp ülkeye yani balı, böreği yiyebileceği japonya'ya dönüyor. ulan hepiniz oradaydınız be, hepiniz. vereceksiniz o toho'nun, meiwa'nın kupanızı orospu çocukları, yakanızdayım lan.

  • frodo ve sam'in yolculuklarının tam 173km sürmesi

    frodo ve sam'in yüzüğü götürmek için katettikleri mesafeyi, metre ölçer ile karış karış hesaplayarak, aynı mesafelerin ölçülerini gerçek haritadaki yerleşkeler üzerinde de sağlamasını yaparak ulaşmış olduğum rakam. bu zamana kadar en ince detaylarına kadar üzerinde durduğum, en çılgınca hesaplamam olabilir.

    bunun farklı versiyonlarını yapanları gördüm, ancak herhangi bir ölçü birimi kullanmadan, kaba taslak yapıldığını görünce, verilen rakamların doğruluğu konusunda şüpheyle yaklaştım. zira, bu ikili hobbit oldukları için bu mesafe daha makul bir seviyede olmalıydı. ben de bunun için ne yapabilirim diye düşündüm ve halihazırda mantolama ustası olan babamın duvar ve kiriş ölçümlerinde kullandığı metre ölçeri ödünç alarak, frodo ve sam'in yolculuklarının 7 ayağını karış karış ölçtüm ve bu ölçtüğüm yerleri gerçek haritadaki yerleşkeler üzerinde sağlamasını yaparak, o yerleşkelerin arasındaki mesafeleri hesapladım. yine, o yerleşkelerin arasındaki mesafeyi bir insan yürüyerek kaç saatte, kaç dakikada katettiğini de hesapladım.

    frodo ve sam'in tam 7 durağı olan yolculukları tam tamına 173 km sürmüş ve bu mesafeyi yalın ayak yürüyerek ortalama 36-37 saat gibi bir sürede katetmişlerdir.

    nasıl mı?

    not: ölçümleri yaparken, hem metreyi hem de telefonu tuttuğumu düşünecek olursak, bazı yerlerde 0.2, 0.3mm'lik yanılma payı bıraktığımı hatırlatmak istiyorum.

    yine, yolculuklarının karşılığı olan gerçek yerleşkeler, ankara civarındaki yerlerden tercih edilmiştir.

    sırasıyla yolculuklarının:

    1. hobbiton - bree

    ikilinin maceraya başladıkları yer olan hobbiton ve bree'yi metre ölçer ile ölçtüğümde 2.2, 2.3cm ölçmüş bulunmaktayım. bunun gerçek haritadaki saray-pursaklar üzerinden yaptığımda, yaklaşık 2.1, 2.2cm çıkmakta. yanılma payı bıraktığımı söylemiştim.

    görsel

    2. bree-rivendell

    maceralarının ikinci durağı olan bree-rivendell arasını tam 5cm olarak ölçmüş bulunmaktayım. bunun karşılığı olan, kütükkuşağı-altınekin arası yine 4.9cm-5cm arası çıkmaktadır.

    görsel

    3. rivendell-moria

    3. durakları olan rivendell-moria arasını yine tam yanılma payı olmadan 3cm olarak ölçtüm. bunun gerçek yerleşkedeki karşılığı olan kesiktaş merkez- sincan arasını 3cm olarak ölçmüş bulunuyorum.

    görsel

    4. lorien - sarn gebir

    yolculuklarının en zorlu ayaklarından biri olan bu yolculuğa başlamadan önce, madenlerde katettikleri mesafeyi ve yolculuğun bir bölümünü kayıkla devam ettikleri için, o mesafeleri buradaki hesaplamaların dışında tutacağım. burayı, metre ölçer ile ölçtüğümde ise 3.7-3.8cm ölçmüş bulunmaktayım. ancak, madenler ve kayık meselesi devreye girdiği için esnek tutarak düz 4cm olarak kabul ettim. bunun karşılığı olan, yıldırımbeyazıt-evciler arasını ise tam 4cm ölçmüş bulunuyorum.

    görsel

    5. sarn gebir- morannon

    yolculuklarını neredeyse yarısını tamamlayan ikilinin, bu ayağındaki morannon'un iç tarafları dağlık ve engebeli kaldığı için gerçek ölçtüğüm 2.4cm'lik mesafenin 0.4mm'sini silerek, düz 2cm olarak kabul ettim ve bunun karşılığı olan, kavaklı-karşıyaka arası 2.1-2.2cm çıkmaktadır.

    görsel

    6. morannon - minas morgul

    yolculuklarının sonuna gelmeye başlayan ikilinin, bu ayağı biraz beni uğraştırdı. çünkü, girintili çıkıntılı bir yer olduğu için önce ilk aşağı olan girintisini ölçtüm ve orası tam 1.1cm çıktı, yine aşağı olan tarafı ise 1.3cm çıkıyor. toplam 2.4cm olan bu mesafeyi, dolambaçlı olduğu ve içeriden dolaşacaklarını düşünerek düz 2.cm olarak aldım. bunun karşılığı olan, memlik- yuvacık arasını ise yine tam 2cm ölçmüş bulunuyorum.

    görsel

    7- minas morgul -orodruin

    ikilinin maceralarını sonlandırdıkları son yer olan orodruin'i ölçtüğümde, 1cm, 1.2, 1.3cm gibi değişik değerler elde ettim. burada biraz elim titrediği için, buranın karşılığı olan evciler-kömürcü 1.4, 1.5cm çıkmakta, ben ortalama olarak her ikisini de 1.4cm kabul ettim.

    görsel

    şimdi, bu metre ölçer ile ölçtüğüm ve ikilinin yolculuklarının gerçek haritadaki karşılıkları olarak belirlediğim yerleşkelerin arasındaki mesafeleri hesaplayalım:

    hobbiton- bree'nin karşılığı olan, saray pursaklar: ivedik yolu üzerinden, yürüyerek 6 saat 48 dakika sürmekte olup 31.7km'imiş.

    görsel

    bree-rivendell'in karşılığı, kütükkuşağı-altınekin: konya yolu üzerinden, yürüyerek 16 saat 44 dakika sürmekte olup 82.6km'imiş.

    görsel

    rivendell-moria'nın karşılığı, kesiktaş-sincan: temelli yolu üzerinden, yürüyerek 3 saat 19 dakika sürmekte olup 15.9km'imiş.

    görsel

    lorien-s. gebir'in karşılığı, y.beyazıt -evciler: bayındırcık köyü yolu üzerinden, yürüyerek 5 saat 6 dakika sürmekte olup 23km'imiş.

    görsel

    sarn gebir- morannon karşılığı, kavaklı-karşıyaka: lalahan hayvancılık yetiştirme araştırma enstitüsü üzerinden, yürüyerek 1 saat 45 dakika sürmekte olup, 8.1km'imiş.

    görsel

    morannon-minas morgul'un karşılığı, memlik-yuvaköy : ivedik yolu üzerinden, yürüyerek 1 saat 52 dakika sürmekte olup, 7.8km'imiş.

    görsel

    minas morgul -orodruin karşılığı, evciler-kömürcü : bilinmeyen yollar üzerinden, yürüyerek 48 dakika sürmekte olup, 3.9 km'imiş.

    görsel

    şimdi, bu katettikleri mesafeleri toplayalım:

    31.7+82.6+15.9+23+8.1+7.8+3.9= 173km

    frodo ve sam'in yolculukları tam 173km sürmekteymiş.

    toplam bu yolculuğu ise, hiç ara vermeden yalın ayak, başı kavak: 36-37 saat gibi bir zaman diliminde tamamlıyorlarmış. (küsüratların bazıları yuvarlanmıştır.)

    ancak, site büyük ihtimalle bunları yetişkin bir insan üzerinden yaptığı için, frodo ve sam de hobbit olduğu için onların ölçülerindeki bir kişinin bu mesafeyi kaç adımda tamamlayacaklarını hesaplayacağız.

    bunun içinse, bu siteden faydalanacağız:

    hobbit'lerin ortalama boy uzunluğu 90cm'imiş, direkt olarak frodo ve sam'i 85-90cm uzunlukta düşüneceğiz. ikisi de hobbit olduğu ve kısa adımlar atacağı için, yürüme tempolarını yavaş yürüme olarak seçerek, 12.5min/km kabul edeceğiz.

    bu durumda hesaplamalara göre, frodo ve sam 173km'lik mesafeyi tamamlamak için tam tamına:

    290.250 adım atmış olup,

    km başına ise 1.678 adım atmışlar.

    bu durumda frodo ve sam, 173km'lik mesafeyi, yalın ayak, hesaplamalarıma göre 122 saat- 123 saat arasında tamamlamaktadırlar.

    not: madende harcanan süre, son süreye, dağcı ve madencilerin bir madenden ne kadar kısa sürede çıkabildiğini teorik olarak ortaya koyan ingilizce makalelerden tahmini bir zaman yürütülmüş olup, kayıkta geçen süre ise tamamen babaannem ve benim ankara'da bulunan göksü parkı'ndaki yunuslu botlar ile yapay gölün etrafını dolaştığımız süre baz alınarak, son mesafe süresine eklenmiştir.

    arz ederim.

  • balrog'un aslında gandalf'la dost olmaya çalışması

    serinin ilk filmini izlerken aklıma takılan ilginç bir durum. neyse, gece geç saatlerde izliyordum. babaannemin teheccüde durduğunu fark etmedim. tam da balrog ve gandalf'ın sahnesinde namazını bitirdikten sonra, ya evladım bu ikisi niye kavga ediyor dedi. önce, niye böyle abuk subuk şeyler izliyorsun diyecek zannettim ama anlam veremedim. nasıl yani babaanneciğim diyerek kendisine aynı şekilde soru yönelttim. o da bana, kavgayı şu sakallı başlattı deyince, işte o an kare kare bu ikilinin sahnesini incelemeye karar verdim.

    ve kare kare, balrog'un aslında gandalf'la arkadaş, dost olmaya çalıştığını gördüm.

    1- gandalf ve ekibi, binlerce ork tarafından köşeye sıkıştırıldığında, mağaradaki orklar yine kimi köşeye sıkıştırdı diye sese uyanan durin'in felaketi olarak bilinen son balrog, gandalf ve ekibin hayatını kurtarıyor.

    görsel

    2- balrog, belki meramlarını anlatırlar, hayatlarını kurtarmasına karşılık belki iki kelam ederler diyerek gandalf ve ekibinin yanına gidiyor. daha balrog ortaya çıkmadan, herhangi bir şey yapmamışken, gandalf ve ekibi ona teşekkür etmek yerine, gandalf onu geçmişiyle yargılayarak onu iblis ilan ediyor. adam senelerce, asırlarca mağarada tek başına yaşamış, belli ki o da hırsız, yağmacı orklar'dan bıkmış.

    görsel

    3- ya bir teşekkür et, bir adam ne diyecekmiş bir dinle. ee bu gandalf şerefsizi, balrog yanlarına gelirken kaçın diye yanındakileri gazlıyor. anneniz mutfakta saatlerini harcayarak size yemek yapsa bir eline sağlık demez misiniz arkadaşlar? ee doğal olarak balrog da büyük ihtimalle durun, niye kaçıyorsunuz, kaçmayın demek için peşlerinden gidiyor.

    görsel

    4- balrog, gandalf'ın karşısına çıktığında ekipteki hiç kimseye zarar vermiyor. sadece gandalf'ın karşısına dikiliyor. büyük ihtimalle ben sizi kurtardım, neden benden kaçıyorsunuz diye sormak için gandalf ile yüzleşmek istiyor. gandalf denen yavşak ise ısrarla sanki balrog cüzzamlıymış gibi onu dışlayarak, onun hislerini ve kendisini açıklamasına izin vermeden, halen kaçmaya devam ediyor.

    görsel

    5- kişiliği yok sayılan, sanki sorunluymuş gibi davranılan ve geçmişiyle yargılanan balrog, halen son raddeye kadar şiddete başvurmadan, ne gandalf'a ne de ekipteki kimseye saldırmadan bu meseleyi konuşarak çözebileceklerini ve aslında gandalf'la arkadaş olabilecekleri kanaatinde. ama, gandalf ne yapıyor? kendisine hakaret ediyor, aşağılıyor, ağır ithamlarda bulunuyor.

    görsel

    6- 28 yaşıma kadar annemlerle ve annemlerim eltileriyle gerçek kesit izlemiş olmam galiba bu maddede çok ama çok işime yarayacak. köprüdeki sahnede, balrog gandalf'ın bu anlamsız agresif tutumuna karşı, vücudunu geride tutuyor. yani, kendisini sadece savunma amaçlı koruyacak bir pozisyona alarak, karşısındaki kişiye zarar vermeyeceğini gösteriyor. öte yandan, köprünün üstündeki değnekli orospu çocuğu ise, hayatını kurtaran adamı ağır şekilde tahrik ettikten sonra, sopasını kullanarak atağa geçiyor ve balrog'a saldırıyor.

    görsel

    7- gandalf'ın sol ayağına bakarsanız, saldırıyı 2-3 saniye önceden planladığını vücudunu öne çıkardığını görebilirsiniz. hem elindeki kılıç hem de büyücü asasıyla birlikte balrog'a ilk önce gandalf saldırmaktadır. balrog da belki bu yaşlı it oğlu it anlar da, durur diye kafasına yavaşça, ölümcül olmayacak şekilde hafifçe kılıcını savuruyor. ancak, gandalf geri zekalı olduğu için anlamıyor ve adamı köprüden aşağı atmak için, balrog'un bulunduğu tarafı yıkıyor ve adamı köprüden aşağı atıyor lan.

    görsel

    8- balrog, köprüden aşağı düşerken halen olayın şokunu üzerinden atlatamamış olmanın verdiği şaşkınlıkla, kırbacını çıkartarak köprünün ucundan tutmaya çalışıyor. ancak, gandalf denen küstah beyinsiz, balrog'un düşüşünü izlemek için köprünün ucunda dikildiği için, kırbaç köprünün kalan kirişlerine dolanmak yerine, mal gandalf'ın ayağına dolanıyor.

    görsel

    9- balrog, kütle ağırlığı olarak gandalf'tan daha avantajlı olduğu için düşse bile en fazla omzu falan çıkar, boynuzları kopar veya düşer. ancak, gandalf yere çakılırsa ölebilir. balrog, gandalf'ın tüm bu saldırgan ve kalleş tutumuna rağmen, ona sarılayım da, en azından düşüş hızını yavaşlatırım minvalinde yanına yaklaşıyor ama bu orospu çocuğu gandalf düşerken havada kılıcı yakalayıp, balrog'u kesmeye çalışıyor. lan adamın elinde ateşten kılıcı, lavdan kırbacı var. o esnada bile olsa senin ağzına sıçardı. adam sırtüstü düşerken kollarını geriye açmış bir vaziyette, gandalf'ı kucaklama peşinde. daha ne yapsın, daha nasıl arkadaş olmak istediğini sana ispatlasın ya nasıl nasıl?

    görsel

    10- artık, balrog da nasıl bir soysuz psikopatla karşılaştığını anlamış bir şekilde, hayatlarını kurtardığına bin pişman olup, arkadaş olmaktan da vazgeçip, artık kendi hayatını kurtarmak için, bu piç kurusunu üstünden atmaya çalışıyor ama, nasıl gözü döndüyse halen kılıcını saplama derdinde.

    https://www.youtube.com/…atch?v=dgnrvny1mo0&t=3m15s

    11- öte yandın ekipteki diğerleri olan biteni anlayamadan uzaktan seyrediyorlar. çünkü, onlar az da olsa balrog'un onlarla arkadaş olmaya çalıştığını anladılar. bu deli, yaşlı, sakallı adam ne yapıyor diye izlemekle yetindiler.

    lan, balrog sizin hayatınızı kurtarmasaydı, o binlerce orklar sizi orada gebertseydi hem yüzükten, hem canınızdan, hem de davanızdan olacaktınız. sadece 1 dakika ya 1 dakika teşekkür ederiz balrog bey deyip gitmek çok mu zor. ya kardeşim adam tövbe etmiş, geçmişine sünger geçmiş. asırlarca kendini mağaraya hapsetmiş ve yılmış artık yalnızlıktan, kimsesizlikten. tamam, balrog sizle arkadaş olmak istiyor ama siz onunla arkadaş olmak istemiyor olabilirsiniz ama a orospu çocuğu adamdan kaçmak, adama hakaret etmek, adama saldırmak, adamı köprüden aşağı atmak, adama defalarca kılıç saplamak da neyin nesi? seninle arkadaş olmak istemiyorum de çek geç.

  • ninja kaplumbağalar'ın 81.030 adet pizza tüketmesi

    babaannemin yaptığı pizzayı yerken aklıma takılan ilginç bir durum. tmnt hayranıyım demek yanlış olur ama tmnt evrenini çok severim. özellikle çocukken çizgi filmini izlemektense bolca çizgi romanını okumuşluğum vardır. hatta geçen gün çizgi romanlarımdan birkaçını kurcalarken, splinter usta isimli iblisin shredder'ın öz abisini öldürdüğünü, bununla yetinmeyip shredder'ın yengesinin aklını çelip, en yakın arkadaşım dediği adamı nasıl bitirdiğini anlatan bir yazı yazdım. yine, bu ekibin aslında silahlı suç örgütü olduğunu açıklayan, hukuka aykırı eylemleri teker teker açıkladım. ama gelin görün ki, zannedersem bugüne kadar kimse bu arkadaşların bugüne kadar yedikleri pizza sayısını hesaplamamıştır. evet, pizzayı nereden buluyorlar geyiği yıllardır sözlük içerisinde yapılıyor ama ben bölümlerden referans olarak aldığım bilgiler üzerinden yedikleri pizza adetini, en fazla tüketilen pizza çeşitlerini ve daha sonra da pizzaların toplam maliyetini hesaplayacağım.

    hesaplamaları, diğer hesaplamalardaki gibi sezon sayısından değil de ninja kaplumbağalar'ın ilk piyasaya çıktıkları tarihten bugüne kadar geçen süreyi hesaplayarak yapacağım. çünkü seri sadece çizgi filmden ibaret değil. filmleri ve ara ara da olsa çıkardıkları çizgi roman serileri oluyor. o yüzden devamlılığı göz önüne alarak, daha net bir hesaplama yapmama olanak sağlayacak. ninja kaplumbağalar'ın piyasaya ilk çıktıkları tarih 1984 yılı, yani tam 37 yıl olmuş piyasaya çıkalı. bu durumda 37 yıl içerisinde kaç adet pizza tükettiklerini bulacağım.

    1987 yılında yayınlanan çizgi filmin 98, 101, 145 ve 167. bölümlerinin sonunda klasik pizza söylüyorlar. ve michelangelo bu bölümlerin ikisinde '' iki büyük boy pizza anca bana yeter'' diyor, bu durumda mikey tek başına 2 ve ekibin diğer üyeleri 3 tane pizza söylüyor. çünkü bu bölümlerin sonunda yani yer sofrasında toplam 4-5 tane boş pizza kutusu görülüyor. ayrıca mikey'nin bu sözünü referans alarak ekibin sadece büyük boy pizza söylediğini öğreniyoruz. hem küçük ve orta boy pizza bunların dişinin kovuğuna yetmez. ancak splinter yaşlı bir pezevenk olduğu için, ancak 2-3 dilim yer ve diğer büyük boy pizza boşa gider. ancak, bunların bazen misafirleri oluyor. işte, april veya casey jones ziyaretlerine geliyorlar. onlar için de ekstra bir büyük boy pizza yazalım. veya gece acıkırlarsa diye fazladan bir büyük boy pizza da sipariş vermiş olsunlar, çünkü her gün ziyaretlerine gelecek değiller ya. ve böylelikle o fazladan 4. pizzayı böylece amorti etmiş oluruz.

    yani:

    mikey tek başına 2
    ekibin diğer kalan üyeleri için: 2+1=3
    ziyarete gelen kişiler için de fazladan 1 tane pizza söylemiş olsunlar.

    bu durumda:

    37 yıl:

    37 x 365 = 13505 gün yapar.

    bölüm başına altı pizza söylediklerine göre:

    13505x6= 81.030 adet pizza yapar.

    bunları ekip arasında kaç kişinin yediğini göstermek istersek:

    13505x3= 40.515 mikey'nin dışında kalan ekibin tükettiği pizza sayısı.

    13505x2= 27.010 mikey'nin tek başına tükettiği pizza sayısı.

    13.505x1= 13.505 adet misafirler için söylenen pizza sayısı.

    hemen sağlamasını yapalım:

    40.515+27.010+13.505=81.030 bam doğru..

    şimdi bu pizza sayısını biraz azaltalım:

    bu adamlar 37 yıl boyunca hiç mi hastalanmayacak, hiç mi zehirlenmeyecek, hiç mi shredder'ın adamları ile cenk ederken sakatlanmayacak ve elden ayaktan düşüp hastaneye yatırılmayacak ve serum yemeyecek ve bu durumda da pizza söyleyemeyecekler? tabii ki de mücbir sebepleri hesaba katacağım.

    37 yılın 13.505 gün yaptığına göre, 444 ay yapar. 444 ay içerisinde shredder ve krang koalisyonuyla bolca savaşmışlardır. bu durumda farazi olarak konuşursak:

    yeteneklerine göre:

    mikey: 20 ay
    raphael: 15 ay
    leonardo: 10 ay
    donatello: 5 ay

    hastanede yatmış olsun. splinter itini saymıyorum, çünkü onda dövüşecek cesaret yok anca bu yetimleri salar dövüşsün diye. bu durumda mikey ekibin en uçuk, disiplinsiz karakteri olduğuna göre fazla darbe alabilir o yüzden 444 ay içerisinde toplam 20 ay hastanede yatsın, bir ninja'nın yapmaması gereken şeyi yapan yani öfkesiyle hareket eden raphael salağı da bolca darbe almıştır, ona da yazdım kafadan 15 ay. leonardo, diğerlerine göre hem daha yetenekli hem de görece silah avantajı var. o yüzden o az sakatlanmıştır ve o yüzden 10 ay hastanede yatsın diyelim. geriye donatello kaldı. silah olarak en adaletsiz silah kendisinde olsa da, ekibin beyni olduğu için gerekmedikçe yakın dövüşe girmez, daha çok teknoloji yani ekibin lojistik desteğini sağladığı için maksimum 5 ay yazdım ona.

    bu durumda toplam 444 ay içerisinde, ekibin hastanede geçirdiği süre:

    20+15+10+5=50. pizza söyleyemedikleri ay sayısı.

    pizza söyleyemedikleri gün sayısı: 50 ay ise 4 yıl 2 ay yapar, toplamda da 1520 gün

    bu durumda ekip, hastanede yattıkları süre boyunca 1520 gün pizza söyleyememiştir.

    diğer mücbir sebepler: doğa afeti nedeniyle kurye siparişi getiremesin, pizza dükkanı x bayramı y bayramı gibi günlerde kapalı olsun, ekibin bazı günlerde pizza söyleyecek parası çıkmasın.

    bunları tabii ki farazi şekilde yazmayacağım. new york'ta son 40 yıl içerisinde toplam 20 büyük fırtına meydana gelmiş ve şehir durma noktasına gelmiş. bunu gün olarak değil de yine ay şeklinde alalım. çünkü fırtınanın etkisi en azından 2-3 hafta sürecektir, düz onu 1 ay yapalım. toplam bayram sayısını yıl içerisinde 20 gün olarak buldum, onu da düz 1 ay yapıyorum. dükkanın kapalı kalacağı gün sayısını, kuryenin siparişi hava şartları yüzünden teslim edemeyeceği gün sayısını da 10+10 yani toplam 20 gün olarak belirledim.

    tabii ki bunlar diğerleri gibi toplam değil, 1 yıllık döngünün içerisinde gerçekleşmesi olası hadiseler.

    1 yıl içerisinde pizza söyleyemedikleri gün sayısını bulalım:

    30+30+20=80 gün. bu rakam ekibin 1 sene içerisinde pizza söyleyemediği gün sayısı.

    daha rahat hesaplayabilmek için onu 90'a yuvarlayalım ve 3 ay olarak varsayalım.

    bu da 37 yıl içerisinde toplam 111 ay yapar. ancak, hesaplamanın doğru olması için 90'a yuvarlamıştık, tekrar biraz bu rakamı revize etmek için 100 ay diyelim biz buna. 100 ay toplam 3041 gün yapar.

    yani ekip mücbir sebeplerden dolayı 3.041 gün boyunca pizza sipariş verememiştir.

    toplamda ise: 3.041+1.520+=4.561 37 yıl içerisinde toplam pizza söyleyemedikleri gün sayısı.

    toplam pizza söyledikleri gün sayısından, toplam pizza söyleyemedikleri gün sayısını çıkararak, toplam söyledikleri pizza rakamını güncelleyelim:

    13.505-4.561=8.944 toplam pizza sipariş verebildikleri gün sayısı.

    bu durumda toplam söylenen pizza adetini güncelleyelim:

    8.944x6=53.664 güncellenen yeni pizza sayısı.

    şimdi bir de bu işin bu tosbağalara maliyeti var, parayı nereden buldukları da meçhul ya. neyse, buyurun maliyet kısmına:

    ninja kaplumbağalar'ın kendi ütopik veya distopik bir dünyası yok, bayağı bildiğiniz düz şekilde amerika yani new york/manhattan civarında geçiyor. 1990 yılında piyasa çıkan ve serinin ilk filmi olan filmde, michelangelo pizza siparişi veriyor ve pizzayı getiren firmanın dominos olduğu görülüyor. demek ki pizzalarını sürekli aynı firmadan söylüyorlar. 1984 yılı, amerika'daki pizza fiyatlarına ulaşamadım ama en yakın 1989-1990 tarihleri arasındaki büyük boy pizza fiyatlarına ulaştım ve 9 dolar civarı.

    ekibin 6 pizza sipariş verdiğini bildiğimize göre bu rakam toplamda:

    6x9=54 dolar yapar.

    ancak, bu ekip öyle sıradan klasik kenar, klasik hamur pizza söylemiyor. buradaki görsele göre, 1987 yılında yayınlanan çizgi film serisinde, toplam 24 bölümde 24 farklı türde pizza siparişi vermiş bu arkadaşlar. en farklı ve en değişik pizzalardan 12'sini aldım ve onlardan bazıları şu şekilde:

    -jöle fasulyeli ve sosisli pizza
    -fıstık ezme ve istiridyeli pizza
    -çikolata parçacıklı ve midye soslu pizza
    -granola ve meyan köklü pizza
    -tereyağ, soğan ve hamsili pizza
    -pepperoni ve sıcak şekerlemeli pizza
    -pepperoni ve turşulu pizza
    -kıyılmış hindistan cevizi ve tatlı turşulu pizza
    -çikolatalı şekerleme, sardalya, acı biber, krem şantili pizza
    -hamsi ve muzlu pizza
    -ton balığı, fıstık ezmesi ve üzüm jöleli pizza
    -çilek ve hamsi soslu pizza

    midesiz şerefsizler, nasıl yiyorlarsa bu sağlıksız, saçma sapan aromalı pizzaları, orası ayrı konu. ancak, bu durumda sadece büyük boy pizza için para ödemeyeceklerdir. ekstra malzeme için de para ödeyeceklerdir, çünkü hiçbir pizza firması böyle pizza yapmaz. çilek ve hamsi soslu pizza ne lan? bu durumda bunlar bomboş büyük boy pizza seçip, içini kafalarına göre kendileri dolduruyorlar.

    o yıl için ekstra malzemelerin fiyatını öğrenemedim, ancak wayback kullanarak 2000 yılındaki pizza sitelerinden edindiğim bilgilerden: malzemenin içeriğine, türüne göre değişiyor. bir sitede pepperonili pizzaya mantar eklemek isterseniz 50 cent falan yazıyordu, ancak bunların malzemeleri daha pahalı ürünler olduğundan ötürü biz onu pizza başına 1 ve 2 dolar olarak yazalım.

    yani pizza başına toplamda 5 tane farklı ürün ekletmiş olsunlar, her ne kadar bazı pizzaları sade ançüezli yeseler de, biz onu pizza başı için 5 farklı ürün yapalım, diğerlerini tek tek hesaplamakla uğraşmayalım.

    bu durumda pizza başına 5 farklı ekstra malzeme ekleteceklerine göre: 3 tanesi 2 dolarlık malzeme, diğer ikisi de 1 dolarlık yani toplamda pizza başına ekstra 8 dolarlık malzeme ekletsinler.

    bu da toplam pizza için ödeyecekleri tutarı tabii ki de değiştirir. tek bir büyük boy pizzanın fiyatı 9 dolar olduğuna göre, bunlara tek bir pizzanın maliyeti:

    9+8=17 dolar.

    toplamda 6 pizza için ödedikleri tutar ise:

    17x6=102 dolar. yani bu elemanların günlük 6 pizza için ödedikleri tutar 102 dolar.

    toplam 53.664 adet büyük boy pizza sipariş verdiklerine göre, bu arkadaşlara bu pizzaların toplam maliyeti:

    53.664x17= 912.288 dolar.

    neredeyse 1 milyon doları pizzaya gömmüş, bu hiçbir şekilde sigortalı işte çalışmayan, gelir kapısı olmayan adamlar. hesap kitap ortada, yalan konuşmuyoruz. sözlük'te yıllarca geyiği dönen, bu tosbağalar bu pizza parasını nereden buluyor diye yapılan beyin fırtınalarının ne kadar haklı olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum lan.

  • behzat ç.'de toplam 17.520 adet bira tüketilmesi

    behzat ç. dizisinde toplam tüketilen bira sayısının net hesaplaması. behzat amir ve yanındaki 3 kişi, 3 sezon boyunda toplam 17.520 adet bira tüketmiştir.

    dizinin son sezonunu gerek sözlük, gerekse genel kanının dizinin ilk 3 sezonuyla uyuşmadığı, o havayı yakalamayı başaramadığı için hesaplamadan muaf tuttum. bu ne demek oluyor? hesaplamayı 4 değil de 3 sezon içerisinde değerlendirerek yapacağız. bu durumda, her zamanki hesaplamalardaki gibi tek bir sezonu 365 günlük zaman dilimini içerisinde değerlendireceğiz. bu da dizi sezon arası vermiş olsa dahi dizideki evrende zaman akıyormuş gibi düşünmemize, hesaplamayı daha da sağlıklı veriler elde ederek yapmamıza olanak sunacak.

    dizinin 3 sezon olduğunu bildiğimize göre:

    1 yıl 365 gündür yani 365×3=1095 gündür.

    bölüm: 14, 18, 21 referans alarak ekibin bulundukları ortamdan yola çıkarak toplamda 7-8 boş bira şişesi bıraktıkları tarafımdan saptanmıştır. yine ekibin ankara'nın manyağı, pisliği ile mücadele ederken zihinlerini boşaltabilmek, psikolojilerini koruyabilmek için efkar dağıtmak amacıyla demlendikleri bilinmekte.

    genellikle; bira, rakı ve votka tüketildiği gözlemlenmiştir. ancak tam bir hesaplama yapabilmek adına bu adamların hangisinin alkole ne kadar dayanıklı olduğunu, ne kadar içmeyi sevdiğini bilmemiz gerekiyor.

    bunun için de: bölüm 55, 67, 77 referans alınmıştır.

    akbaba: cılız, tıknaz bir tip. ekibin içerisindeki diğer kişilere göre alkole pek bir düşkünlüğü saptanmamıştır. olsa içerim, olmazsa içmem diyebileceğimiz bir tip. birayı aramaz, bira yoksa çay demler içer.

    hayalet: öncelikle mazotu çaydır. ancak biraya düşkünlüğü ile de bilinmektedir. rakıyı pek sevmez. ama ev ortamında bira çerezin muhteşem uyumuna karşı koyamaz. ancak cüsse olarak kendisi de akbaba ile aynı ölçüde kalıyor.

    harun: hem cüsse hem de fizik olarak ekipteki diğer iki kişinin arasından sıyrılıyor. yukarıda referans verilmiş bölümlerde harun'un bitmek bilmeyen iştahı olduğu görülmekte. ayrıca, diğer ikilinin aksine alkole en dayanıklı bünye yine kendisinde. biranın yanı sıra rakı içmeyi de çok seviyor.

    behzat amir: diğer üçlünün aksine kendisi yaşadığı facialar sonucu tamamen zihnini meşgul tutmak için kendisini alkole veriyor. daha önceki dönemlerinde bu kadar olmadığını, yaşadığı flashbacklerden gördük. bayağı düzgün aile babası imiş. her neyse, kendisi birayı diğer üçlünün aksine su niyetine tüketiyor ve bu da kendine 60xp puan yazmamıza neden oluyor. çünkü rakıyı, votkayı da su niyetine tüketiyor ve hiçbir zaman kustuğunu falan görmedik.

    kimin ne kadar bira tüketeceği konusuna açıklık getirdiğimize göre hesaplamaya başlayabiliriz:

    3 sezonu 1095 gün olarak belirlemiştik, ve yine bölümlerdeki bira şişe sayısından tek oturuşlarında ne kadar bira içebileceklerini gördük.

    önce düz hesaplama gitmek istiyorum:

    adam başına günde 4 bira tüketilmiş olsun.

    1095x4=4.380 adet bira yapar. tek kişinin 3 yıl içerisinde tükettiği bira sayısı olsun.

    bu durumda 4 kişi 3 yıl içerisinde tükettiği toplam bira sayısını bulalım:

    4.380+4,380+4,380+4.380= 17.520 4 kişinin 3 yıl içerisinde tükettiği bira sayısı.

    hesaplamanın başlangıcının başlık ile uyuşması için bu düz hesaplamayı yaptım, şimdi karışık ve kaotik hesaplamalara başlayabiliriz.

    yukarıdaki ekipteki kişilerin fizyolojik durumları üzerinden ne kadar bira tüketebileceğini veya sevip sevmediğini açıklamıştım. bu durumda: 2 kişinin günlük bira sayısını düşüreceğim.

    akbaba günde 3
    hayalet güne 5
    harun günde 6
    behzat amir günde 7

    bira tüketecek. bu sayıların doğruluğunu ise şöyle teyit edeceğim:

    akbaba, kafası ayık gezmeyi seven bir tip. çünkü tıpkı lakabı gibi aynı akbaba gibi sabah akşam telsiz başında anons bekliyor. kendini işine adamış o yüzden hiç sarhoş
    olduğunu görmezsiniz. daha çok çay sever.

    hayalet, akbabaya nazaran tıpkı bira içmeyi seviyor. ayrıca harun, behzat amir gibi içme için kişisel sebepleri de var. ancak o da akbaba gibi cılızlığı yüzünden kaybediyor. o yüzden onun günlük bira tüketimi yeniden revize edildi. ayrıca köşe bucak tek başına da takılıyor, orada da götürebilir ekstra bir bira.

    harun, diğer ikilinin aksine hem toraman hem de aşk acısı çeken bir adam. ayrıca ev ile sorunları var, bu da kafasını dağıtmak için bira içmesine ayrı bir teşvik.

    behzat amir, diğerlerinin aksine hem ev ortamında hem de akbabanın evinde bolca bira tükettiğini gördük. 4 tane akbabalarda, barda falan içse, 3 tane de belgesel izlerken gömse o da 8 yapar ve belki de az bile olabilir.

    yeni revize edilen rakamlar doğrultusunda yeni hesaplama:

    akbabanın 3 sezon boyunca tükettiği bira adeti:

    1095x3=3.285.

    hayaletin 3 sezon boyunca tükettiği bira adeti:

    1095x5= 5.475

    harun'un 3 sezon boyunca tükettiği bira adeti:

    1095x6=6.570

    behzat amirin 3 sezon boyunca tükettiği bira adeti:

    1095x7=7.665

    revize edilen tüketimler sonucu yeni bulunan toplam tüketilen bira adeti:

    7.665+6.570+5.475+3.285=22.995 adet bira tüketmişler.

    şimdi bayramları falan çıkararak, bu rakamı biraz aşağı çekelim. 3 yıl içerisinde toplamda:

    30+30+30=90 gün ramazan var.

    kurban bayramını da her yıl için 7 gün kabul edelim.

    3 yıl içerisinde: 7+7+7=21 gün kurban bayramı.

    pazar günleri dinlendiklerini, evden çıkmadıklarını ve tüm gün uyuduklarını düşünelim. bir yıl içerisinde 52 gün pazar olduğuna göre 3 yıl içerisinde:

    52x3=156 gün yapar.

    yıl içerisinde şudur, budur bayramını ekleyelim onlar da yıl başına en fazla 5 gün olsun bu da 3 yıl içerisinde:

    5x3= 15 yapar.

    toplamda alkol tüketemedikleri/tüketmedikleri gün sayısı:

    156+90+21+15= 282.

    behzat amirin 282 gün boyunca tüketemediği/tüketmediği bira adeti:

    309x7=1.974

    harun'un 282 gün boyunca tüketemediği/tüketmediği bira adeti:

    282x6=1.692

    hayaletin 282 gün boyunca tüketemediği/tüketmediği bira adeti:

    282x5=1.419

    akbabanın 282 gün boyunca tüketemediği/tüketmediği bira adeti:

    282x3=907

    ekibin 309 gün boyunca toplam tüketmediği bira adeti:

    1.974+1.692+1.419+846=5.931 adet bira içmemişler/içememişler.

    toplam 3 yıl içerisinde tüketilen bira sayısından, 3 yıl içerisinde tüketemedikleri bira sayısını çıkararak net sayıyı bulalım:

    22.995-5.931=17.064

    gelelim ekstra hesaplamalara: ekibin pavyon sefası, behzat amirin günlük çaktırmadan götürdüğü votkalara. 1 yılda 52 hafta vardır. bu rakam 3 yıl içerisinde:

    52x3=156 hafta yapar.

    yine 3 yıl içerisinde alkol tüketemedikleri gün sayısını 282 olarak belirledik. bu da hemen hemen 40 haftaya tekabül ediyor. bu durumda:

    156-40=116 hafta yapıyor.

    116 hafta içerisinde hafta başına 3 defa pavyona, 2 defa meyhaneye gitseler, bu durumda:

    3 yıl içerisinde:

    116x3=348 defa pavyona

    116x2=232 defa meyhaneye gitmiş olurlar.

    behzat amir haftanın 5 günü çalışıyor, her gün iki fırt içse votka şişesinden bu da 3 yıl içerisinde: toplam içim ve tüketilme miktarına göre 5.5 şişe yapmaktadır.

    arz ederim.

    edit: arkadaşlar, hayaletin mazotunun oralet olduğunu, hatta kaç bardak oralet içtiğini bile biliyorum. böyle bir yazıyı yazarken arada sırada dalgınlık olabiliyor veya insan unutabiliyor. yapılan bir yanlış yok, gözümden kaçmış. sırada: hedwig'in hogwarts'a olan uçuş rotasını hesaplıyorum, bitirebilirsem sırada o var.

  • avrupa yakası'ndaki muhallebicinin yıllık cirosu

    avrupa yakası dizisini izlerken aklıma takılan acayip bir durum. dükkanın ruhsatı tahsin sütçüoğlu üzerine olan, işletmeciliğini ise volkan sütçüoğlu'nun üstlendiği, sütçüoğlu muhallebicisinin yıllık detaylandırılmış ciro hesaplaması. cimriliği ile dizide kendince hoş bir duruşu olan tahsin amcanın servetini en ince detayına kadar ortaya koymayı düşünüyorum.

    dizi toplamda 6 sezon ve 190 bölüm olarak çekilmiş. hesaplamanın doğruluğunu artırmak için, her zamanki gibi dizinin her sezonunu 365 günlük bir zaman dilimi içerisinde değerlendireceğiz. bunun en büyük nedeni, dizi sezon arası verdiğinde dizideki evrende halen hayatın devam ettiğini varsayarak, hesaplamayı daha detaylı ve doğru şekilde yapabilmek.

    öncelikle dükkanı yakından incelemek gerekiyor:

    istanbul'u pek bilmiyorum ama dükkan galiba nişantaşı'nda yer alıyor. en azından ben öyle hatırlıyorum. dükkan küçük butik bir kahveciyi andıran bir yapıya sahip. 90-100 m2'lik bir yer olduğunu söylemek yanlış olmaz. dükkanın içerisini gösteren bölümleri izleyerek, dükkanı detaylıca inceleme fırsatı buldum. hakikaten oldukça küçük, ufak bir yer. benim 2 ve 3 bölümde sayabildiğim toplam masa sayısı: 4. ancak dükkanın arka tarafında, kör noktada kalan bir boşluk var oraya da belki daha sonra bir masa koymuşlardır diye düşünerek toplam masa sayısını: 5 olarak belirliyorum. dışarıda kalan volkan ve yancılarının oturduğu masayı saymıyorum, çünkü işletmeye bir değer kattığı yok. yok yere işgal ediliyor, ha onu da sayarsak tabii ki de toplam masa sayısı: 6 olacaktır.

    çalışan sayısı:

    dükkan muhallebici diye geçmesine rağmen klasik 80'lerdeki muhallebiciler gibi pilav üstü tavuk döner de yapıyor. bu durumda çalışanlar şu şekilde: bir adet döner ustası, bir adet garson. ben sadece şef garson olarak mahmut'u gördüm sadece. ancak, dükkanı sacit'in işlettiği bölümlerde sacit dükkana deniz isminde bir garson alıyordu, mahmut'a yardımcı olması için. belki şef garsonun dışında bizlere gösterilmeyen, masalara bakan bir başka garson daha vardır diyerek bir çalışan daha eklemek istiyorum ve toplamda dükkanın çalışan sayısını: 3 olarak buluyoruz.

    ürün çeşitliliği ve ürün portföyü:

    sütçüoğlu muhallebicisine benzeyen 3-4 tane muhallebiciyi inceledim ve şu ürünlerin satıldığını gördüm.

    yiyecekler: pilav üstü tavuk döner, sütlaç, muhallebi, tavuk göğsü, kazandibi, güllaç.

    içecekler: çay, su, salep, bilumum diğer gazlı meşrubatlar.

    en karlı olanları ise: tavuk göğsü, pilav üstü tavuk döner, sütlaç tercih edilen diğer sütlü tatlılar.

    bu verileri dizideki bölümlerden yola çıkarak sütçüoğlu muhallebicisi ile de örtüştürmek mümkün. mahmut'un geçtiği 20-30 sahneyi bularak, hemen hemen her masaya 2 tabak tavuk göğsü ve diğer ürün porföyü içerisinde geçen yiyecekleri götürdüğünü gördüm.

    bu veriler doğrultusunda sırasıyla: günlük ciro, aylık ciro daha sonra da yıllık ciroyu hesaplayabiliriz.

    günlük ciro:

    toplamda 5 masa var demiştik. dükkanı sabah 8'de açıp akşam 9'da kapattıklarını düşünürsek günlük müşteri sirkülasyonunu bulmak için, masa başında maksimum kaç müşteri olduğunu bulmamız gerekiyor. bu rakam günlük, aylık değişkenlik göstereceği için net olması açısında, 3 masayı tam kapasite, 2 masayı ise yarı kapasitede düşüneceğiz.

    yani: 3 masaya gün içerisinde daima en fazla 3 müşteri oturduğunu, diğer 2 masaya ise en az 2 müşteri oturduğunu düşüneceğiz. her masanın meşguliyet süresini ise: 1 saat olarak düşüneceğiz. insanlar belki iş çıkışından geliyor olabilir, karnı aç olabilir, turist olabilir. yani en az 1 saatte yiyip içip kalkıyorlar diyeceğiz. bu durumda:

    tam kapasite çalışan 3 masa için saatte gelen müşteri sayısı: 3x3=9

    yarı kapasite çalışan 2 masa için saatte gelen müşteri sayısı: 2x2=4

    toplamda saat başına muhallebiciye gelen müşteri sayısı= 9+4= 13 olur.

    her biri yemeklerini 60 dakikada yiyeceklerine göre, 7/11 arası mesai bitiminde günlük müşteri sayısı: 156 olur.

    müşterilerin sipariş tutarları:

    tam kapasite çalıştırdığımız 3 masa en azından kişi başına: 1 porsiyon pilav üstü tavuk döner, tavuk göğsü ve içecek olarak kola söylemiş olsun.

    bu da 3 kişi için: 3 porsiyon pilav üstü tavuk döner, 3 tabak tavuk göğsü ve 3 adet kola demek.

    fiyat olarak dizinin çekildiği ilk dönemi ele alıyorum. hemen hemen o dönem içindeki fiyatlandırma üzerinden tam kapasite çalışan tek masanın saatlik bıraktığı miktar:

    pilav üstü tavuk döner fiyat: 5 lira
    tavuk göğsü tek porsiyon: 3 lira
    330 ml kola: 2 lira

    kişi baş ödenecek tutar: 10 lira. 3 kişinin ödeyeceği tutar: 30 lira. tam kapasiteli çalışan tek masanın saatlik dükkana bıraktığı tutar: 30 lira.

    bu 3 masanın mesai bitimine kadar dükkana getirdiği kazanç:

    30x3=90(3 masanın saatlik ödediği hesap tutarı)

    108(üç masaya gün boyunca oturan toplam müşteri sayısı)x90=9.720 lira.

    tam kapasite çalışan 3 masanın işletmeye günlük getirdiği kazanç: 9.720 lira.

    şimdi bunu yarım kapasite ile çalışan diğer iki masa için bulacağız. bu iki masa sadece öğrencileri, fazla bir şey yemeyen sadece bir kahve içip soluklanmak için gelenlerin oturduğunu düşüneceğiz.

    bu 2 masaya oturanlar kişi başına: sadece kazandibi, yanına salep ve bir de bu ikisinin bünyede yarattığı susuzluk hissini bastırmak için su söylemiş olsun.

    o dönemdeki fiyatlandırma üzerinden:

    kazandibi: 3 lira
    salep:2 lira
    su:1 lira

    kişi başı ödenecek hesap tutarı: 6 lira. yarım kapasiteli çalışan tek masanın saatlik bırakacağı hesap tutarı: 6x2= 12 lira.

    bu 2 masanın mesai bitimine kadar dükkana getirdiği kazanç:

    12x2=24(2 masanın saatlik ödediği hesap tutarı)

    48(iki masaya gün boyunca oturan toplam müşteri sayısı)x24=1.152.

    tam kapasite çalışan 3 masanın işletmeye günlük getirdiği kazanç: 1.152.

    5 masa üzerinden belirlenen günlük hesap tutarı üzerinden işletmenin günlük cirosu:

    9.720+1.152=10.872 lira. (günlük ciro)

    günlük ciroyu bildiğimize göre aylık ciro ve yıllık ciroyu hesaplamak daha kolay olacaktır. öncelikle aylık ciroyu bulalım:

    günlük müşteri sayısının 156 olduğunu ve yine her masanın ürün porföyüne göre ne kadar hesap bıraktığını da biliyoruz. bu durumda günlük cirodan faydalanarak, aylık dükkanın aylık cirosunu bulacağız.

    işletmeyi sadece pazar günü çalıştırmayacağız, o da insani hak olarak. yoksa tahsin amcanın elinden olsa o eminim pazar günleri de çalıştırıyordur dükkanı. neyse, biz işçinin yanındayız. aslında cumartesi çalışmak bile saçmalık, insanlık suçudur ama işletmenin sahibi cimri olduğu için cumartesiyi de eklemek zorunda kaldım. buradan patron yalakası, işçi düşmanı olduğum gibi bir çıkarımda bulunulmasın.

    günlük ciroyu: 10.872 lira olarak bulmuştuk: 10.872x26=282.672. bu işletmenin aylık cirosu.

    şimdi de aylık ciro üzerinden yıllık ciroyu bulalım. 1 yılda toplamda 104 tane cumartesi/pazar vardır. biz işletmeyi cumartesi günü de çalıştırmaya karar vermiştik. bu durumda bu bizim için 52 oluyor. bayramdır, şudur, budur gibi özel günleri de 15 olarak belirledikten sonra işletmenin 1 yıllık çalışma takvimi gün olarak: 298 iş günü oluyor.

    2 günlük bir eksiklik olacak ama 300 gün: 300/30 = 10 ay yapar.

    aylık ciro: 282.672 lira olduğuna göre, işletmenin 10 aylık yani yıllık cirosu: 3.109.392 liradır.

    şimdi masrafları düşerek net geliri bulalım:

    3 çalışan olduğunu biliyoruz, ve bunların işletmeye aylık masrafı 3 işçi için:

    döner ustaları o dönem 600 lira maaş alıyormuş, en yakın 2008 tarihinde bir kaynaktan edindim bu bilgiyi.

    yine garson için 500, şef garson için 700 lira.

    toplamda üç işçi için aylık ödenen tutar: 1.800 lira.

    10 ayda:18.000 lira.

    dükkanın kirası falan yok o yüzden direkt mal tedariklerine geçiyorum. bunların o dönemdeki fiyatlarını bulmak neredeyse imkansız olduğu için maalesef tahmini yazmak durumundayım.

    yiyecek içecek için maliyet yıllık: 80 bin lira.

    dükkan için harcanan temizlik giderleri yıllık: 15 bin lira.

    gelir vergisi: 50 bin lira

    toplam maliyet ve gider kalemleri: 80.000+50.000+18.000+15.000= 163.000 lira.

    bu tarz küçük bir işletmenin altından kalkabileceği bir maliyet tutarı.

    yıllık cirodan masrafları düşelim şimdi: 3.109.392- 163.000=2.946.392.

    hemen yanılma payı olabilir diyerek, ne bileyim dükkanın başına bir iş gelmiştir ve dükkan o ay kapalı kalmıştır veya ceza yiyerek mühürlenmiştir vesaire diye 46.392 lirayı siliyoruz ve net kazancı: 2.900.000 olarak buluyoruz.

    yani; sütçüoğlu muhallebicisinin yıllık kazancı 2.900.000 liradır. bu rakamın doğruluğunu da diziden şöyle sağlamasını yapacağız. tahsin amca, koskoca apartman sahibi bir adam ve istanbul'un en zengin, lüks semtlerinin birinde bu apartman. demek ki hakikaten de geliri sağlam, zengin birisi. muhallebicinin getirdiği bu kazanç onun için azdır bile.

  • ayrılsak da beraberiz'deki evin toplam vergi borcu

    ayrılsak da beraberiz'in 3. sezonunu izlerken aklıma takılan acayip bir durum. ikili o kadar geçimsiz ve inatçı ki bu ikilinin akıl edip de evin emlak vergisi borcunu ödeyebileceğini ya da taksitleri bölüşeceğini düşünmüyorum. bu kadar düşünceli ve yapıcı olmuş olsalardı zaten koca evi ortadan ikiye bölmezlerdi. ikilinin bu zıtlığı da bizlere bu evin bayağı bir kabarık emlak vergisi borcu olduğunu gösteriyor. bana da bunu hesaplamak ve belgelerle ortaya sunmak düşüyor.

    hesaplamaya başlamadan önce birkaç şeye değinmek istiyorum. dizi 1999 yılında çekilmeye başlandı. bu demek oluyor ki, bu tarihe kadar bu ikilinin 10-15 yıllık bir evlilik geçmişleri var. ancak her ikisi de evden karşı tarafın vazgeçmesini talep ediyor. ne berna ne de teoman kesin bir biçimde ev üzerine hak iddia edemiyor. bu da bize şunu gösteriyor, ev ortak tapuya sahip. diyelim ki ev berna'nın üzerine olmuş olsaydı, berna teoman'ı evden atabilirdi. ancak her ikisi de ısrarla karşı tarafı evden göndermeye çalıştığına göre bu ortak tapu teorisini oldukça güçlendiriyor. bunu şununla bağlayacağım, ikilinin 99 yılına kadar olan tüm emlak borçları günü gününe ödenmiştir. zira tüm anlaşmazlıklara rağmen, jenerikteki görüntüler hem de sezon içerisinde ara ara işlenen geçmişe duyulan özlem teması, bu ikilinin mutlu bir evlilik yaşadığını gösteriyor. ancak 99'da yaşanan boşanma sonucu emlak vergisi ödenmemeye, umursanmamaya başlanmıştır. zira her ikisi de evi kendi evi olarak benimsemiş, diğerinin evi içselleştirmemesi için her türlü hinliği, kötülüğü yapmakta beis görmemiş. bu da, evli oldukları zaman bu tarz işlerden sorumlu olan kişinin, karşı tarafı evden vazgeçirmek, başını maliye ile derde sokmak için emlak vergisini ödemeyi bırakmış olabileceği ihtimalini doğuruyor. bu kişi berna mı yoksa teoman mı orasını bilemiyoruz tabii ki.

    detaylı hesaplamalara geçmeden evin değerini, detayını öğrenmemiz gerekiyor:

    dizinin ilk çekildi sezon yani trt'de çekilen bölümleri üsküdar'da çekilmiş. 1999-2002 yılı gazete arşivlerine göre o dönem 5-10 yaşındaki bir binada bulunan 3+1 daire 80 bin ve 90 bin lira arası satılmaktaymış. bunu teyit etmek için birkaç gazete arşivi inceledim. dizinin reklam sonrası yayına girdikten sonra apartmanı dış kadrajdan alıp, teoman ve berna'nın oturduğu apartman dairesine doğru zoom yaptığını hemen hemen az çok izleyenler biliyordur. burada görüntüyü durdurup, apartmanı inceledim. alttaki dükkanları da sayarsak apartman 7-8 yaşlarında ve 10 katlı. yaş tahminini dış cephesindeki boyanın eskiliğinden ve mantolama olmamasından yola çıkarak bulmaya çalıştım. girişi de sayarsak berna ve teoman 3. katta oturuyorlar ve evlerinin tek balkonu yani mutfak balkonu batı cephesine bakıyor. evin kaç m2 olduğunu bulmak için kendimce t cetveli aldım ve bilgisayar ekranını projeksiyona bağladım. ufak ufak ölçeklendirme yaparak, aynı özelliklere sahip üsküdar'daki diğer dairelerle karşılaşırdım. evin salonu diğer dairelerin aksine uzunlamasına değil de enlemesine göre daha büyüktü. yine mutfağı sıradan bir evin oturma odası genişliğinde. bu da evin m2 olarak çok çok ekstrem büyüklükte olmadığını gösteriyor. yine evde teoman salonda yatıyor, ve yatak odasında berna kalıyor. 2. sezonda herhangi bir bölümü izlerseniz bunu görebilirsiniz. ancak dizinin 2004 yılında çekilen tekrar çekimlerinde temizlikçi emine geliyordu bunların evine. (bu durumda çocuklar duymasın ve ayrılsak da beraberiz dizisi aynı evde geçiyor, zira çaycı hüseyin ve sidekick'i şükrü falan da vardı.) her neyse, bu bölümlerde emine temizlik malzemelerini almak için berna'nın yatak odasının yanındaki koridora gidip bir odaya giriyordu. bu odanın detayını görmek için birkaç bölüm izledim ama yakın çekim bulamadım, ancak bu da bizi evin en azından 2+1 olduğunu gösteriyor. ev site içerisinde olduğu için muhtemelen merkezi kombi sistemi vardır, -ki idris efendi kapıcı dairesinde kalıyordu ve bir bölümde yesari bey ''niye bu kadar yakıyorsun şu kazanı be adam'' diye çıkışıyordu. tüm bu veriler doğrultusunda evin 110m2 2+1 olduğunu söylemek yanlış olmaz. 3+1 dairelerin o dönem 80-90 bin arası gittiğini bildiğimize göre site içerisinde ve düzgün bir muhitte olan bir daire 1999 yılında 75 bin liradan satılabilir diyebiliriz. yani evimizin 1999 yılındaki net değeri: 75 bin lira.

    dizi 1999-2004 yılları arasında toplamda 5 sezon ve 490 bölüm olarak çekilmiş. hesaplamamızın doğru olması açısından dizinin çekildiği her sezonu 1 tam yıl olarak alacağız. bu durumda her sezonu 365 günlük döngü içerisinde değerlendireceğimiz için, evin toplamda 5 yıl süresince biriken emlak vergisi borcunu bulacağız. bunu hesaplamadan önce evin 5 yıl içerisinde kazandığı değer artışı yani konut değer artışını bulmamız gerekiyor.

    evin 1999-2004 yılları arasındaki konut değer artışını hesaplayalım:

    edindiğim en güncel verilere göre, türkiye konut değer artış oranı 2010-2015 yılları arasında ortalama %10,5 olarak gerçekleşmiş, 1999-2004 yılları arasındaki değerler çok değişken olduğu için doğruluk payını artırmak için güncel verileri kullanacağım fakat %4.5 değişkenlik payı ekleyerek. yani her yıl için konut değer artış oranını %15 olarak alacağım. direkt nominal fiyat artışını bulmak istediğimden dolayı, tüfe'ye bulaşmıyorum.

    dairenin 99 yılındaki net değeri 75.000 lira. yıllık konut değer artış oranını %15 olarak alıyoruz. bu durumda:

    75.000x0.15= 11.250.

    75.000+11.250=86.250

    dairemizin 2000 yılındaki fiyatı 86.250 liradır.

    sonraki yıllar için aynı hesaplama ile:

    2001 yılı - nominal fiyat: 99.187/ nominal fiyat artışı:24.187

    2002 yılı - nominal fiyat: 114.065 / nominal fiyat artışı: 39.065

    2003 yılı - nominal fiyat: 131.175 / nominal fiyat artışı: 56.175

    2004 yılı - nominal fiyat: 150.851 / nominal fiyat artışı: 75.851

    evimizin 1999 yılı sonrası yani 4 yıllık konut değer artışını bulduğumuza göre şimdi biriken emlak vergi borçlarını hesaplayabiliriz:

    her yıl için farklı oranları kullanarak değişken tutarlar elde etmek yerine biz yeniden değerlendirme tutarını %15 olarak belirleyerek her yıl için evin asgari rayiç değerini belirlemiştik. o yüzden tekrar yeniden değerleme oranını hesaplamamıza gerek yok. ev, istanbul sınırı yani büyükşehir içerisinde yer aldığından dolayı, emlak vergisi tutarı konut türündeki gayrimenkuller için %0,2 olarak verilmiş.

    bu durumda güncel veriler ile 1999 yılı için ödenmesi gereken emlak vergisi tutarı:

    ödenmesi gereken emlak vergisi tutarı: 75.000x2= 150

    150/0.15 (kültür payı)= 15.

    ödenmesi gereken ilk taksit tutarı: 150/2=75.

    toplamda ödenmesi gereken net tutar: 150.

    sonraki yıllar için:

    2000 yılı için ödenmesi gereken tutar: 172 lira
    2001 yılı için ödenmesi gereken tutar: 198 lira
    2002 yılı için ödenmesi gereken tutar: 228 lira
    2003 yılı için ödenmesi gereken tutar: 262 lira
    2004 yılı için ödenmesi gereken tutar: 300 lira

    1999- 2004 yılı içerisinde toplam biriken emlak vergisi borç tutarı:

    300+262+228+192+172+150=1.304 lira.

    şimdi bunun bir de 17 yıl boyunca binen gecikme faizini bulalım:

    emlak vergisinin ilk taksitinin son ödenme tarihi 31 mayıs, emlak vergisinin ikinci taksitinin son ödenme tarihi ise 31 kasım. ödemenin geciktiği her ay için yüzde 1.40 oranında emlak vergisi gecikme zammı alınıyor.

    1999 yılı için ödenmesi gereken emlak vergisi tutarı: 150 lira olduğuna göre ve bu ödemenin sonraki ödeme tarihine kadar ödenmediğini düşünürsek: gecikmenin yaşandığı her ay için 2,10 lira ödeneceği için 12 aylık ödenmemiş 150 liralık borç için eklenecek gecikme zammı: 25.2 lira olacaktır.

    pratik olması açısından 2004 yılındaki toplam borç üzerinden 2021 yılına kadar biriken gecikme faizini hesaplayacağım. gecikme süresi 204 ay, faiz oranı aşağı yukarı %55.9 yapıyor, bu da: 730.24 lira yapıyor.

    toplamda berna ve teoman'ın devlete ödemesi gereken emlak vergisi borcu gecikme faiziyle birlikte:

    1.304+730.24= 2.034 liradır.

    işsiz güçsüz demeyin diye binanın yıpranma payını, yaşını, kat sayısını, asansör bedelini ve asgari rayiç bedelini semt üzerinden hesaplamadım, dua edin yine. ancak bu yazı tahminen 2-3 günümü aldı diyebilirim. bu durumda teoman ve berna acilen emlak vergisi borçlarını ödemelidir, ya da geçinemiyorsanız boşanın lan. ne o öyle evin ortasında yarım kalmış baraj çalışması varmış gibi.

  • jamesharden

    yine açtığı bir başlık sonrası sözlüğün nefretini, kinini üzerine paratoner gibi çekmiş yazardır.

    ya arkadaşlar, bana bu duyduğunuz nefreti, aşağılamayı anlayamıyorum ben. şöyle bir düşünüyorum; yazdıklarım herhangi bir kesimi aşağılıyor mu diye, hayır. belli bir seviyesizlik, terbiyesizlik var mı diye bakıyorum, yok. yazım hatalarına, imla kurallarına bakıyorum o da tamam. yine, sözlük formatı içerisinde yazılan yazılar mı, açılan başlıklar mı, bana göre evet.

    yani çizgi film üzerine analiz yazmam, hesap kitap yapmam, ilgi duyduğum şeyler üzerine kafa patlatmam daima hakaret etmenizi, beni aşağılamanız anlamına mı geliyor?

    hani bir ara açtığım her başlık sonrası, ''ekşi şeyler için entry kasıyor'' diyordunuz, onu demeyin diye adamlardan rica edip ekşi şeylerdeki entryleri kaldırttım, sürekli başlığını görmek istemiyoruz diyordunuz, 5 yılda toplamda 230 küsür entry girmişim yarısından fazlası tanımdır, açtığım başlık toplam 35 olsun, belki daha fazladır. sürekli başlık açarak sol tarafı rahatsız etmiyorum, aynı başlıkları ısıtıp ısıtıp belki tekrar ediyorumdur ancak, sürekli sol tarafta olayım gibi bir derdim yok.

    gelen mesajları bir gün, buradan paylaşayım arkadaşlar, adam sırf yazdığım ve tamamen mizah ya da geyik için yazılmış bir yazıdan benim karakter analizimi yapıyor, işsiz olduğuma kanaat getirip, bana otist diyebiliyor ve aileme varana kadar hakaret edebiliyor. hepimiz burayı gündelik stresi atmak için kullanıyoruz ve içimizden bir şeyler paylaşıyoruz. benim yaptığım da tam olarak bu, kimseyi rahatsız edecek bir tavır, duruş takınmadım. ne yapmışım ben size, sadece soruyorum? bu bitmek bilmeyen öfkenin, beni yıldırmanın nedeni nedir soruyorum sizlere? söylediğiniz sözler, sizin için kelimelerden ibaret olabilir ancak o kelimeleri kullandığınız insanın gerçek hayatta ne gibi sorunlarla, durumlarla baş başa kaldığını bilemezsiniz, belki de farkında olmadan o durumu daha da kötü hale getiriyor olabilirsiniz.

    sadece bir başlık açıyorum diye ne işsizliğim, ne psikolojim, ne anam ne avradım hiçbir şeyim kalmıyor. başardınız arkadaşlar, bu sefer sahiden bırakıyorum. yani, bu kadar nefret, hakaret, aşağılamayı daha fazla istemiyorum. arada sırada gelip bir şeyler yazıyordum, kimseye bir şey demeden onu da yapmam.

    hoşça kalın arkadaşlar.

  • nankatsu'nun lig şampiyonluğunun şaibeli olması

    tsubasa izlerken dikkatimi çeken, belki de kimsenin konuşmaya cesaret edemeyeceği ilginç bir olay.

    nankatsu takımı,1982 yılında ilk ve orta okullar arasında düzenlenen ulusal turnuvada şike yapmıştır. turnuva, 6 takımdan oluşan 8 grubun bulunduğu, grup aşamasından oluşuyor. ve her grubun ilk iki takımı nakavt aşamasına geçiyor.

    yani toplamda 48 takım katılıyor bu turnuvaya. ancak sadece 16 takım elemelere kalabiliyor. yani klasik; son 16, çeyrek final, yarı final, final şeklinde.

    nankatsu ilk gruba, yani ölüm grubuna düşüyor.

    meiwa- hanawa-osu gibi takımlar var gruplarında. her takım toplamda 5 maç oynuyor, iç saha dış saha yok gibi görünse de nankatsu, meiwa dışındaki tüm maçları kendi iç sahasında oynuyor.

    meiwa, ilk maçta nankatsu'yu 7-6 tokatlıyor. ve nankatsu diğer tüm maçlarını kazanarak grubu ikinci bitiriyor.

    ve grup şu şekilde sonlanıyor:

    meiwa - 13 puan

    nankatsu- 12 puan

    hanawa-10 puan

    hanawa, yani tachibana kardeşler yalnızca nankatsu'ya 3-2 yeniliyor, nankatsu'nun yenildiği meiwa gibi güçlü bir takımla deplasmanda 5-5 berabere kalıyor. sadece iki maçlarını dış sahada oynuyorlar, ve ne hikmetse bunlardan biri de nankatsu'ya yenildikleri maç.

    iki şaibeli deplasman ve kaybedilen 4 puan. tachibana kardeşler nankatsu ile berabere kalmayı başarsa gruptan ikinci çıkacaklar. zira, nankatsu 10 puanda kalacak, hanawa 11 puanda olacaktı.

    diğer grupları araştırdım ancak hemen hemen hiçbir bilgi yok denilebilir diğer takımlar hakkında. ancak üçüncü grubun lideri furano ve dördüncü grubun lideri musashi diğer dikkat çeken takımlar arasında.

    son 16'ya kalan takımlar listelenen şekilde:

    furano
    kawazoe
    musashi
    sannomiya
    meiwa
    maebashi
    nankatsu
    kasai
    yonago
    shinjou
    hitachi
    naniwa
    shutetsu
    tamanoi
    shimizu
    sapporo

    meiwa'nın finale kadar olan sonuçları:

    son 16/ meiwa-maebashi 10-0

    çeyrek final/ meiwa-kasai 7-0

    yarı final/ meiwa-furano 3-2

    nankatsu'nun finale kadar olan sonuçları

    son 16/ nankatsu-naniwa 5-1

    çeyrek final/ nankatsu-shinjou 7-0

    yarı final/ nankatsu-musashi 5-4

    meiwa'nın oynadığı furano kendi grubunun birincisi, nankatsu'nun oynadığı musashi'de kendi grubunun ikincisi.

    meiwa, kendi grup birincisini yarı finalde güzel bir oyunla, en azından skor tatmin etmese de yenmeyi başarıyor.

    nankatsu, ise kendi grubunu ikinci bitirmiş, sannomiya, hitatchi gibi çerez takımları tokatlayarak yarı finale gelmiş, şanslı musashi'yi göte balığa 5-4 yeniyor.

    ve tahmin edersiniz ki finalde meiwa ve nankatsu karşılaşıyor. şimdi takımların kadro üzerinden maç analizini çıkarmak istiyorum.

    nankatsu'nun kadrosuna bakalım:

    ----------------------- genzo wakabayashi------------------------
    ------------kishida - nakayama- takasugi -ishizaki---------------
    --------------------------iwami---izawa--------------------------
    -----------------------------------------------------------------------
    ------------------------------misaki----------------------------

    -------kisugi--------------tsubasa----------------------taki-----

    güçlü bir kadro, ancak defans hattı ve liberolar çok zayıf. misaki, tsubasa ve wakabayashi dışında elle tutulur adam yok.

    gelelim meiwa'nın kadrosuna:

    ----------------------- ken wakashimazu------------------------
    ------------takagi - nagano- ishii -kawagoe---------------
    -----------------------------------------------------------------
    ------- sakomoto----- enomoto------hori-------------
    ------------------------------sawada----------------------------

    ---------------sawaki ----------hyuga---------------------------

    meiwa'nın dizilişi ise hemen hemen bu şekilde. orta saha ağırlıklı, atak futbolunu seven, pasa dayalı bir futbol mantığı hakim meiwa'da. pek defans yapmazlardı, zira kalecileri genzo'dan bile daha iyi olan wakashimazu idi.

    finali maçı toplamda 16 bölüme yaydırılmış, 17-8 dakikalık bölümlerden oluşarak tam 4 saat sürmüştür.

    bu maçta üç pozisyonda kendi arasında çekişme, rekabet barındırmaktadır.

    kaleciler: genzo wakabayashi/ ken wakashimazu

    orta saha: taro misaki/ takeshi sawada

    forvetler: tsubasa ozhora/ kojiro hyuga

    aslında futbol maçı mıydı, yoksa flashbacklerden oluşan ruhani bir aydınlanma ritüeli miydi bilemiyorum. ama, kayıtlarda ulusal şampiyona final maçı diye geçmektedir. o yüzden maç olarak nitelendiriyorum.

    oğlum maç öyle bir maç ki, nankatsu'nun üç yıldızı da sakatlandı. hatta wakabayashi zaten yeni sakatlıktan çıkıp maç kadrosuna alınmıştı, bu maçta hyuga'nın hayvani şutları yüzünden tekrar sakatlandı.

    karate disiplini ile yetişmiş, fantastik hareketleri ile ünlenen wakashimazu meiwa'nın çöp defansını tek başına toparlasa da, misaki ve tsubasa'nın yeteneklerine daha fazla dayanamayarak gol yedi. ancak, golü misaki ve tsubasa'nın güçlerini birleştirerek topa aynı anda vurması sonucu yedi.

    ilk devre skoru: 1-0

    ayı boğan hyuga, wakabayashi'yi basit şutlarla geçemeyeceğini anlayınca, kaleye yaklaşmaya çalışır. allah allah nidalarıyla nankatsu surlarına dayanan, meiwa sağlı sollu ataklarla kaleyi yoklamaya başlar. ancak, ataklardan yılan wakabayashi hyuga'nın sert şutunu sektirir ve dönen top hyuga'ya gelir ve iki defansın arasından göğe sıçrayan hyuga topu kafasıyla ağlarla buluşturur.

    skor 1-1

    ikinci yarının ortalarına doğru misaki, tsubasa sakatlanır. hayvan oğlu hayvan meiwa orta saha oyuncularının, deli gibi pres yapması sonucu bitkin düşerler. hyuga'nın hayvani güçlükteki şutlarına uçmaktan yorulan wakabayashi'nin ise sakatlığı nükseder. zaten bu üç oyuncu dışında hiçbir sike yaramayan çöplerden oluşan nankatsu iyice orta sahada top kaybeder, defansında açık verir hale gelmiştir. hyuga, fırsat bu fırsat deyip yerden pis burunu dayayarak skoru 2-1'e getirir.

    maçın bitmesine çok az bir süre kalmıştır. hyuga, yumruğunu havaya kaldırır ve cengiz özkan'dan bir gerçeğe bel bağladım türküsünü söylemeye başlamıştır. zira, hyuga bu turnuvayı kazanırsa toho futbol akademisi'nde sporcu bursu alacaktır. tam her şey harika giderken, nankatsu'nun bok ettiği korner vuruşunu yakalayan wakashimazu, hemen hızla topu hyuga'ya götürür. tüm hücum hattıyla meiwa sahasına yığılan nankatsu atağa ileride yakalanır. hyuga, r1 tuşunu kökleyerek son sürat kaleye doğru koşar ancak, yarı sahada wakabayashi'nin geldiğini fark etmez ve topu kaptırır. wakabayashi topu misaki'ye şişirir, misaki topu tsubaya çevirir ve tsubasa golü yazar skor 2-2'ye gelir.

    nihai skorun 2-2 olması sonucu maç uzatmaya gider. omzundan, çeşitli yerlerinden sakatım diye 5 bölüm beynimizi siken tsubasa beyimiz gayet akrobasi ve çeviklik gerektiren rövaşata vuruşuyla skoru 3-2'ye getirir. hyuga ve wakashimazu çıldırır, topla tüfekle topyekün nankatsu surlarına dayanırlar. tam, hyuga skoru eşitleyecek derken, misaki topu çizgiden çıkarır ve kafayı kalenin direğinde patlatır. arkadaşının, kafasının patladığını gören tsubasa cinnet getirir ve kim var kim yok çalımlayıp, kaleciyi de geçerek skoru 4-2'ye getirir.

    ve finali nankatsu 4-2 kazanır.

    affedersiniz de bu maçın şikeli olduğunu görmeyen, gitsin de gözlerini bir kontrol ettirsin. oğlum ikinci yarının ortalarına doğru 3 eleman sakatlanıyor. devre aralarında tsubasa'nın yanına doktor gelip habire sıvı enjekte ediyor. misaki desen kim bilir maça çıkmadan ne aldı. wakabayashi desen maça sakatlıktan dönerek çıkıyor, hyuga'nın bilmem kaç km hızındaki şutlarıyla tekrar sakatlığı nüksediyor ama 4.5 saat maç oynuyor, bana mısın demiyor lan.

    hyuga, wakashimazu 11 kişiye karşı mücadele ediyor bu maçta. sawada, tam bir hayal kırıklığı. onun dışındakiler zaten bırakın futbol oynamayı, futbol sahasına çıkmaları bile yasaklanmalı.

    meiwa bu nankatsu piçlerini grup aşamasında tokatlaya tokatlaya geçtiler. onda da tsubasa ve piçleri tamamen şansa gol atıp farkı eritmişlerdi. halbuki skor 7-6'dan çok daha farklıydı.

    tsubasa'nın kişisel antrenörü roberto ne dedi bu maça çıkmadan? ''bak koçum bu maçı alırsan seni brezilya'ya götürürüm, alamazsan oturur bu mallarla maç yapmaya devam edersin'' dedi.

    ee, tsubasa nankatsu'yu sikine mi takıyor oğlum. tamamen kendi şahsi menfaatini ve kariyerini düşünmek için bu çöplere katlanarak, takımda kaldı. pas vermez, takım oyunundan anlamaz, habire en çok golü ben atayım derdinde.

    devre arasında, doktor diyordu ki ''bak aslanım, bu omuzla, bacakla top oynamaya devam edersen bu maçta, bacağını eline alır yürüyemezsin''dedi. ee o kadar acl sakatlığı, bilmem ne sakatlığına rağmen adam 50 metreye çıkıp rövaşata golü attı. sonra düştü kalktı hiçbir şey olmamış gibi oynamaya devam etti.

    demek ki tsubasa; ya advil aldı, ya da başka bir yasak doping maddesi kullandı. misaki, wakabayashi'yi de tembihledi. bakın kardeşim bu maçı alamazsak, ben brezilya'ya gidemeyeceğim falan dedi. sawada ile hasım olan misaki, wakashimazu ile hasım olan wakabayashi kendi intikamlarını göz önünde bulundurarak kabul etti ve hepsi yasaklı madde kullandı, o yüzden ağrılardan sızılardan, sakatlıklardan etkilenmeyerek meiwa'nın annelerinin ak sütü gibi kazandıkları maçı 4-2 kaybetmelerine neden oldular.

    tsubasa ve nankatsu piçleri yargılanmalıdır..!

  • hababam sınıfı'ndaki müdürün yıllık net kazancı

    araştırmayı, hesaplamayı seven biri olarak yaklaşık olarak hesaplamayı başardığım kazanç.

    öncelikle pinti müdürün kendi ağzından öğrenci başına ne kadar para aldığını öğrenelim; müdür

    öğrenci başına yıllık 9.000 lira kazanıyor. bu aklımızda bulunsun, fakat net kazancını, net maliyetini daha sonra bulacağız.

    şimdi, okuldaki sıra sayısı, sınıftaki öğrenci sayısı, öğrenmen sayısı, hademe sayısı ve toplam öğrenci sayılarını bulalım.

    öncelikle bir sınıfta üçerli düzen olmak kaydıyla toplamda 15 sıra mevcut. özel yatılı okul olduğu için öğrenciler ikişerli şekilde oturuyor. 15x2= 30 yaptığına göre bir sınıftaki öğrenci sayısı 30'dur. hababam 1

    öğretmen sayısına gelelim; mahmut hocanın okula geldiği ilk gün bu pinti müdür, mahmut hocayı öğretmenlerle tanıştırıyor. o sahnede kaç tane öğretmen olduğunu anlamak mümkün. sırasıyla; matematik öğretmeni sıtkı bey, coğrafya öğretmeni rıza bey, mahmut hocanın eski dostu kemal bey, biyoloji öğretmeni necmi bey, felsefe öğretmeni lütfü bey, fizik öğretmeni nuri bey, tarih öğretmeni ve okul muavini mahmut hoca ve isim olarak bahsedilmeyen fakat kapıcılar kralı'ndaki albay da beden öğretmeni. body ekrem diğer filmlerde karşımıza çıkıyor. öğretmen sayısına fazla takılmayın, mutlaka kadraja girmeyen, ek sözleşmeli öğretmenler de vardır. zira lise 1. sınıfa gidenlerin, dersine giren öğretmenleri görmüyoruz. yani ben bize gösterilen öğretmen sayısını topladım, aslında öğretmen sayısı daha fazladır. alt katta ekstra bir öğretmen odası bile olabilir.

    şimdi toplayalım; muavin sayısı 1, öğretmen sayısı 8 ve hizmetli olarak tek kişi var o da hafize ana. 1 tane de kapıcı var, onu da unutmayalım.

    isteyenler için tam kanıt; tanıtım merasimi

    bu yukarıdaki bilgiler net kazancı hesaplayabilmek için mühim, çünkü maliyeti de hesaplamamız gerekiyor.

    şimdi okuldaki net öğrenci sayısına gelelim. buranın bir lise olduğunu bildiğimize ve hababam sınıfını sürekli aşağılayan çömez öğrenciler olduğunu bildiğimize göre, okulda lise 1, lise 2 ve lise 3 olmak üzere üç tane ana öğrenci grubu var.

    okul üç katlı bir binadan oluşuyor. zemini de sayarsak. fakat arka tarafı da var. zira, mahmut hocanın hababam sınıfına sürekli arka bahçede top oynamayın diye bir yasaklaması mevcut. demek ki bina uzun olmasa da geniş. okul

    bu durumda; her katta 6 sınıf olsa, toplam 2 katta 12 sınıf yapar. giriş kata da, bu pinti müdür 2 sınıf sıkıştırsa toplam 14 sınıf yapar. sınıflardaki öğrenci sayısı bildiğimize göre;

    30x14= 420.

    özel çamlıca erkek lisesinin tahmini öğrenci sayısı 420'dir. bu durumda; 1 muavin, 8 bilinen öğretmen(ekstra sözleşmeli görünmeyen 4 öğretmen), 1 hademe, 1 kapıcı ve 420 öğrenci bulunmaktadır.

    okulun net öğrenci sayısını ve kadrosunu bulduğumuza göre gelelim, pinti müdürün net kazancına;

    müdürün öğrenci başına yıllık net 9.000 lira kazandığını biliyoruz.

    9.000 x420 = 3.780.000. yazıyla; üç milyon yedi yüz seksen bin kemiksiz net kazancı var.

    ekstra başka bir şeyi hesaplamak istiyorum. ekstra yani çift dikiş okuyanların, müdürün cebine fazladan yıllık ne kadar kazandırdığını bulmak istiyorum.

    mahmut hoca, sınıfa ilk girdiğinde bunlara yaşını soruyor ya, genel olarak, lise son sınıf öğrencilerinin ne kadardır bu okulda okuduğunu hesaplayalım.

    damat ferit- 25'i bitiyormuş 26 diyelim

    güdük necmi- 23 yaşında

    şaban'ın tam yaşını söylemiyor ama ''bu yaşına kadar halen neden lisedesin'' gibi bir laf kuruyor, yani o da 24-25 diyelim.

    ortalama lise son sınıf öğrencilerinin yaş aralığı, hababam üzerinden alınan verilere göre 25'dir. yani 18 yaşında mezun olan bir öğrenciden tam tamına, 7 sene daha fazla okuyorlar ve müdürün cebine daha fazla para giriyor. toplamda böyle 25 yaşını aşmış son sınıflardan 50 öğrenci olduğunu varsayalım.

    9.000x50 =450.000. ekstra net 450 bin kemiksiz bu salakların sırtından kazanıyor.

    7 senedir son sınıfı okuduklarını düşünürsek 7 sene içerisinde müdür sadece bu kerizlerin sırtından toplamda; 3.150.000 kazanmış.

    şimdi net maliyeti hesaplayalım.

    -elektrik, su, yakıt
    -okul binasının kirası
    -öğretmen ve hademe maaşları
    -mutfak masrafı
    -yatak, çarşaf masrafları

    ve bunların dışında halihazırda aklıma pek bir masraf gelmedi. o dönem böyle büyük bir binanın yıllık net kirası 300 bin civarındaymış. gazetelerden falan baktım.

    1975 yılındaki öğretmen maaşları kesin olarak 5.500 lira. 8 öğretmen var. kadraja girmeyen diğer ekstra 4 öğretmeni de ekleyelim toplamda 12 öğretmen.

    hademe maaşları da asgari ücretten veriliyormuş. 1975 yılındaki asgari ücret 1.200 lira. 2 hizmetli var diyelim, kapıcıyla beraber.

    mutfak masrafı hakkında kesin bir bulguya uğraşamadım. fakat herhangi bir askeriyenin, yıllık 500 asker için harcadığı mutfak harcama tutarının 100 bin olduğunu duydum. o dönem için. fakat bu okul sadece 9 ay açık olduğu için, bunu makul ölçüde bölüp, sayıya göre net bir rakam çıkarabilirim.

    okuldakilere fazla duş imkanı sunulmadığını, fazla elektrik kullandırılmadığını ve sadece 3 ay yakıt harcanacağını düşünürsek yıllık net masrafı 100 bin olacaktır.

    -yatak, çarşaf masrafı da, pek olacağını zannetmiyorum o yüzden 50 bin yazdım.

    şimdi net maliyeti bulalım;

    -kira 150 bin

    -öğretmen maaşlarını hesaplayalım. ayda 66 bin liradan 9 ayda 594 bin lira yapıyor.

    -iki tane hizmetli olduğuna göre ayda 2400, 9 ayda 21.600 lira yapar.

    -mutfak- tahmini 80 bin

    - elektrik, su ve yakıt masrafı- 100 bin

    -çarşaf, yatak - tahmini 50 bin

    şimdi müdürün cebinden yıllık ne kadar net maliyet çıkıyor onu hesaplayalım

    kira 300 bin+ öğretmen maaşları 594 bin+ hizmetli maaşları 21. 600 bin+ mutfak masrafı 80 bin+ yakıt, elektrik, su 100 bin+ çarşaf yatak, 50 bin= 1.541.600

    bu pinti müdür yıllık net 1.541.600 lira net masraf yapıyor. içi gidiyordur pezevengin.

    şimdi net ne kadar kazanıyordu onu hatırlayalım. 3.780.000 idi.

    bonusu eklemeden yıllık net kazançtan- net maliyeti düştüğümüz zaman= 2.238.400

    yani pinti müdür yıllık net, kemiksiz, 2.238.400 kazanıyor.

    bu harcamalar; 1975 yılındaki hababam sınıfı filmi üzerinden yapılmıştır. diğer filmlerde veya diğer yıllarda müdürün kazancı farklılık gösterebilir.

    edit: ben tahmini dedim arkadaşlar, kesin budur demedim. ben tahmini olarak bu kadar buluyorum, daha doğru hesaplar illaki olacaktır.

  • 1. ekşi yılbaşı hediyeleşmesi

    oglum hepiniz muhendis, doktor, avukat adamlarsiniz. dar gelen benetton kazaklarinizi, dis yuzeyi kavlamis new balance ayakkibilarini falan gonderin hayrina. gocunmam giyerim valla. senay diyo ya su dunyadaki en mutlu kisi mutluluk verendir diye.

  • 44 gün 7 saat 23 dakikadır evden dışarı çıkmamak

    mutlulukla, gururla tam tamına 44 gün 7 saat 23 an itibariyle 24 dakikadır başardığım şahane olay. böyle giderse daha önceki rekorum 52 günü egale edeceğim gibi duruyor.

    her şey üç günle başladı. akabinde 7 gün 14 güne, 14 gün 30 güne çıktı. ve bu artık yaşam stilimin bir parçası oldu. zaten çocukluğumdan beri oldum olası dışarı çıkmayı sevmezdim. elalemin çocukları boş arsada misket yuvarlarken ben evdeki halının desenlerini uzay boşluğu olarak hayal eder astronotculuk oynardım. mahallede herkes bana zathura fuat derdi.

    dışarı çıkmamı gerektirecek hiçbir yükümlülüğüm ve beni buna zorlayacak sorumluluğum yok. şu yaşıma geldim halen bakirim, selam verecek tek bir ahbabım yok, aile efradı sonsuza intikal edeli çok oluyor.. pederin anasından kalma tarlaları satıp parasını bankaya yatırdım. her ay net 3.478 tl faizini yiyorum. çalışma gibi mecburiyetim de bulunmadığı için 7/24 evdeyim.

    her gün en az 7 tane film, en az 12 bölümlük dizi sezonu izliyorum. piyasada ne kadar arka planda kalmış türk dizisi varsa alayını izledim. dün hepsi 1 ve çiçek taksi dizisini bitirdim. hepsi 1 dizisindeki alev'in özünde o kadar da kötü olmadığını aslında hepsi ve şürekasının asıl yüzlerini gördüm. çiçek taksi'deki debriyaj fm'in yan dj'i aynur'un abuzer'i gerçekten sevmediğini ve manolya"nın ayağını kaydırdığına şahit oldum. oysa önceden hep yüzeysel izlediğim için bunların farkına varamamıştım. şimdi ise sınırsız boş vaktim olduğu için geriye sararak ve daha dikkatli bir şekilde izleyebiliyorum. akşama nasipse kuzenlerim ve koçum benim dizilerine başlayacağım. kuzenlerim dizisindeki köylü kurnazı şeref'in sinsiliklerini ve koçum benim'deki cicos'un yaşadığı haksızlıkları yakından takip edeceğim.

    film ve diziden bunaldım mı? alıyorum iki kutu paprikalı pringles cipsi ve 2.5 litrelik kolayı balkona çıkıyorum. ölgün ışığıyla gözümün içinde cam gibi parıldayan yıldızları seyrediyorum. gündüzün aydınlığından bunalan gece karanlığının sokak lambalarıyla olan didişmesini izliyorum. ruhumu tüm kir ve pastan uzak tutarak gecenin keyfini çıkarıyorum. sonra pc'den google earth'ü açarak istediğim ülkeleri geziyorum. şak belfast, tek tıkla caracas, hop oradan asya turu hong kong. mesela bu enrty'i yazmadan önce küba'ya gidip geldim. biraz hayal gücü ve teknoloji ile her şeyi mümkün kılabilirim. mesela bir işim çıkmazsa akşama safariye çıkayım diyorum. ahahah. bazlamalı tost yerken safariye çıkacağım. lükse bak ya.

    evden dışarı çıkmamak demek hepinizden daha uzun yaşayacağım demek. zaten iki sene evvel doktorun biri "sendeki kalbi özal döneminden kalma tek kapılı aeg buzdolabına taksak 59 sene daha çalıştırır" demişti. yani doğal yollardan gebermem biraz zor. bizim sülale zaten uzun yaşar. dedemin lakabı fosil tursun imiş. oysa sizler her gün dışarı çıkarak ölüme davetiye çıkarıyorsunuz. sizlerin her gün ölme oranı %75 iken benim sadece %2.4. onda da deprem olursa, evin kolonu falan yıkılırsa. ki oturduğum konut deprem dayanıklı bir binada. ahahah. yani sizler bir serserinin yüzünden ölecekken ben evden dışarı çıkmayarak teoman'ın tekrar müziğe başlayacağı güne kadar yaşayabilirim.

    hem o kadar da yalnız ve kimsesiz değilim. öldüm mü diye arada yöneticiden anahtarı alıp beni kolaçan eden kapıcı idris efendi, hanımının yaptığı tuzlu yemekleri senfonik bir biçimde evimin banyosunda yankılatan sadun bey ve eşinden viking boynuzunu yedikten sonra kendini tsm'ye vermiş bekir amca ile tavla saatlerimiz var. mesela akşama hambuger ve patates yiyeceğim için çok mutluyum. ya şenay boşuna dememiş "şu dünyada ki en üstün kişi insanı sevendir" diye. ahaha. bir daha kapının eşiğinden adım atmam. süper ya.

  • didim'den yüzerek 1 haftada yeni zelanda'ya gitmek

    bundan kelli kimse hayal kırıklığı yaşamayacak sloganıyla başlatmayı düşündüğüm tarihi yüzme olayı.

    son günlerde bilhassa ülkemiz insanlarının sürekli hayal kırıklığı yaşadığını gözlemlemekteyim. hem insanlarımıza, hem de dünyadaki diğer miskinlere umut olmak hayatlarına dokunabilmek adına bir şeyler yapmam gerektiğini düşündüm. önce helikopteri dilimle çekmeyi ya da traktör dorsesini serçe parmağımla hareket ettirmeyi düşünsem de bunların hiçbir faydasının olmayacağı kanısına vardım. daha sonra google earth üzerinden küçük adaları dolaşırken orijinal adıyla disappointment island yani hayal kırıklığı adasını gördüm. yeni zelanda'nın güneyinde kalan ufak bir ada. ince matematiksel hesaplamalar ve dirayetli çalışmalar neticesinde türkçe adıyla hayal kırıklığı adası'na didim üzerinden yüzerek 1 haftada ulaşabilmenin mümkün olduğunu gördüm.

    bu yolculuğuma didim/akbük üzerinden başlayacağım. yolculuğumun ilk rotasında sırasıyla; ege denizi'ni, akdeniz'i, tiren denizi'ni, balear denizi'ni, alboran denizi'ni ve en nihayetinde yolculuğumun ikinci ayağına başlamamı sağlayacak dar cebelitarık boğazını geçeceğim. burayı toplamda 3 gün gibi bir süre zarfında geçmeyi hedefliyorum. nedeni ise çok açık. burada yollar biraz dolambaçlı. sağ yap, sol yap, şu takım adaları geç, şu kayalığı geç gibi sürekli manevra gerektiren işlerle uğraşacağım. o yüzden buraya 3 günü uygun gördüm. cebelitarık boğazı olabildiğince dar bir boğaz. işin şöyle bir latifesi var. dar boğazlı bir aileden geldiğim için proleter kesime de ayrı bir moral olacağım kanısındayım. fakat cebelitarık boğazından sonrası çok eğlenceli. zira atlantik okyanusu olduğu gibi direkt yokuş aşağı akıyor. aynı su kaydırağından kayar gibi cubburlop atlas okyanusu'na kayacağım. takriben 1 veya 1.5 iş gününde orada olacağımı düşünmekteyim. yalnız burada çok ciddi ivme ve hızla ineceğim için bundan dolayı oluşabilecek sürtünmeyi en aza indirgemek adına her yerime yoğurt süreceğim. yüzme 1

    atlas okyanusu üzerinden hint okyanusunu geçerek tazmanya denizi'ne 2 günde ulaşmayı düşünüyorum. zira burası dünyanın aşağısında kaldığı için yer çekimi daha fazla hissedilecektir. normalde 3 kulaç atıyorsam burada 5 kulaç atmam gerekebilir. bu yüzden 10 dakikada bir dinlenerek yüzmeyi hedefliyorum. kollarım ve kulaç uzunluğum normal bir insana göre 2.5 kat daha büyük olduğundan ötürü bu sorun olmayacaktır. buradaki tek sıkıntı köpek balıkları. onları ise ayetel kürsi okuyarak bertaraf etmeyi hedefliyorum. eminim ki bu kudretli, azametli yolculuğumdan etkilenerek bana dokunmayacaklardır. burada korkumu yenmek adına nazan öncel'in '' hay hay buyursun gelsin'' şarkısını mırıldanacağım. yüzme 2

    ve nihayet yolculuğumu tamamlayacağım tazmanya denizi üzerinden hayal kırıklığı adası'na varmak kaldı. tabii ki bu son yüzme eylemine başlamadan önce sizler için iyice etrafa bakarım tazmanya canavarı var mı diye. ehehe. nüktedanlığı bir yere bırakır tekrar ciddiyetle konuyu toparlamak gerekirse yarım günde hedefime ulaşacağımı düşünüyorum. aslında ormanlardan falan sarmaşık bulursam bunları yunusların sırtına dolar aynı çekme halatı mantığıyla kendimi oraya bağlar öyle giderim diye düşünüyordum fakat yunusların sonarlarının ne yapacağı belli olmaz diyerek bundan vazgeçtim. daha sonra mantıklı olan sırtüstü yüzerek geçmekte karar kıldım. dünyadaki tüm meczuplara, yetimlere, yoksullara, düşkünlere, kimsesizlere ''sırtınızdaki taşıdığınız yükün hiçbir önemi yok. önemli olan; çalışmak, çalışmak, çalışmak.'' mesajını vermek istedim. adaya adım attığım andan itibaren en sevdiğim şarkı olan serdar ortaç/ karabiberim şarkısı çalacak. daha sofistike, bu davayla örtüşen bir şey seçebilirdim ama dünyanın öbür ucundan öbür ucuna yüzen ben olduğuma göre bu kadar hatırım vardır diye düşündüm.yüzme 3

    çal çal

  • ada satın alarak yeni bir ülke kurmak

    an itibariyle başlatmış olduğum kampanya.

    ülkenin gidişatı iyiden iyiye kötüleştiği, umutların kalmadığı bu zorlu süreçte nefes almak isteyen herkesin umutlarını yeşertecek umut dolu bir proje.

    öncelikle adamızı tanıyalım;

    https://www.privateislandsonline.com/…umas/cave-cay

    adamız karayipler'de bahamalar adasında bulunuyor. yeşillikleri, güzel plajları, dalgasız okyanus akıntılarından uzak bir koordinatlarda bulunmakta. toprakları tarıma elverişli, gelişmeye açık ve diğer ada takımlarına yakın mesafede.

    avantajları: açık okyanus, güneş,bol miktarda balık, tropik meyveler, hiçbir ülke ile sınır komşusu olmaması.

    dezavantajları: yok denecek kadar az.

    adamız 222.00 akre yani 89 bin hektar arazi ediyor. adamızın satış fiyatı 60 milyon dolar yani güncel dolar kuruyla 283.398.000,00 tl ediyor. hesaplamalarıma göre 60.000 kişi rahatça ada içerisinde yaşayabilir. kişi başı 6.000 dolar ücret alınacaktır. ülkenin ilk önce 30 milyonluk borcu elden geri kalan 30 milyonluk borcu ise ülkenin gelişimine göre taksitlendirilecektir.

    adada ekonomi nasıl işleyecek?

    para kavramı olmayacak. her şey takas usulü yapılacak. kredi ve banka sistemi olmayacak. herkes elindeki eşyaları yalnızca ederi olan şeylerle takas edebilecek. herkese ilk başta ürün üretebilmesi için 50 torba gübre, tahıl ve buğday tahsis edilecek.

    adada hangi yönetim sistemi olacak?

    liyakat sisteminden uzak, her kesimi kucaklayan, kimsenin ötekeleştirilmediği, her canlının yaşamına saygı duyulduğu, korku ve nefretin yer almadığı, insanların mutluluktan şarkılar söylediği bir sistem olacak kısacası sosyalizm hüküm sürecek. ilk 5 sene sosyalizmi deneriz baktı ki olmuyor tek adam rejimine geçer ve ben supreme leader olabilirim. bu da seçenekler arasında.

    adada din kavramı olacak mı?

    yeni bir ülke kurduğumuza göre yeni bir din belirlemede sakınca görmüyorum. bu benim verebileceğim bir karar değil. 60.000 kişinin ne istediği ve nasıl bir inanç sistemi istediğine bağlı. belki de hiç din olmayabilir bu da seçenekler arasında.

    ülkemizin bayrağı, milli marşı ve dilimiz ne olacak?

    bayrağı tamamen kendi zevklerime göre ben tasarladım. herkesin beğeneceğini umut ediyorum. bayrak
    bayrak öyle ahım şahım bir şey değil fakat. kullandığım resim ve motifler bizi diğer ülkelere karşı daha sevimli gösterecektir. ve olası bir saldırı ihtimalini ortadan kaldıracaktır.

    yeni bir ülke olduğumuz için sikimsonik bir marş yerine hepimizin diline pelesenk olmuş bir şey seçtim. marş

    dilimiz gene türkçe olacak. fazla dallandırıp budaklandırmaya gerek yok. isteğe bağlı olarak dileyen başka dilleri konuşabilir.

    eğitim sistemi nasıl olacak?

    4+4+4+4 gibi saçmalıklarla uğraşmayacağız. biliyorsunuz eğitimsizlik çok kötü bir şey. o yüzden adamızı muasır medeniyetler seviyesine çıkaracak olan genç fidanları eğitmemiz şart. eğitim sistemimiz şöyle olacak; okumak isteyenler okuyacak. okumak istemeyenler ise ara eleman olarak açmış olduğumuz şeker tarlalarında çalışacak. bu kadar basit ve net.

    ada popülasyonu nasıl kontrol altına alınacak?

    bildiğiniz üzere kısıtlı yerimiz olduğu için maalesef herkes tavşan gibi üreyip çoğalamayacak. herkese üreme karnesi dağıtalacak. her aile 10 senede 1 kere çocuk yapabilecek.

    ve son olarak ülkemizin adı ne olacak?

    çok orijinal ve hiç kimsenin aklına gelmeyen kalıcı bir şey seçtim. the others.

    şimdilik bu kadar.

  • bebeğe çarpıp arabası için endişelenen taksici

    (bkz: orospu çocuğu taksici)

  • google'ı ilk icat eden sultan abdülhamit han'dır

    google earth'ün fikir babası da piri reis'tir.

  • iyi sevişip sevişmediğini öğrenme yolları

    en son karşı cins ile seviştiğimde ; iktidarı dsp anap mhp koalisyonu yönetiyor, michael jackson daha teninin rengini açtırmamış,mesut yılmaz yumruk yememiş,kemal devriş ekonomiyi kurtaracağını iddia ediyor ve şevki yılmaz halen pezevenk avındaydı.

  • steam

    an itibari ile steam