byhasret13
profili

  • evinin önünde darp edilen sözlük yazarı

    değerli arkadaşlar bu süreçte gelen destek için gerçekten çok teşekkür ederim. gelen mesajların ancak bir kaçını okuyabildim eminim ki hukuk insanlarından gerekli mesajlar gelmiştir. yarın hepsine tek tek bakmaya çalışacağım.

    birkaç saat uyuyabildim, sağ gözüm sürekli nemleniyor ve altındaki yaradan ötürü sızısı hayli arttı, kafamda da bütün o darbelerin etkisi şimdi iyice kendini belli ediyor. yastığın ne tarafına baş koysam kafamın her tarafı sızı içerisinde ve bu şekilde dinlenedildiğim kadar dinlenebiliyorum. kafam aldığım darbelerden burnumu farketmemişim bile onun da şimdi acısı çıkıyor, zaten burnumdan nefes alamıyordum, meğerse içinde kan donmuş. gece kalkınca sıcak suyla yumuşatıp temizleyebildim. bir kaç saat aralıklarla uyuyabildiğim kadar uyuyup, dinlenip kendime gelmeye çalışıyorum. fakat yine de ısrarla belirttiğim gibi kafama aldığım darbeler o kadar çok ki etkisini şimdi sızı olarak gösteriyor.

    bu entry ise şu sebeple yazdım, çoğu insan neden eli boş indiğimi soruyor. ben bu iki kişinin içkili olduklarını bilmiyorum, iki kişi olduklarını bile bilmiyorum. çünkü benim dairem ters tarafa bakıyor, yani sadece komşum olan şahsın yaptaığı davranışları duyup aşağı indim ve inerken de aklımda komşumu dövmek yoktu. ben öğretmenlik yapıyorum, bugüne dek kimseye el kaldırmadım. bu yaşadığım olayda da aklımda olan yine karşı tarafa saldırmak değil önce kendimi korumaktı. fakat birini tutsam diğeri saldırıyordu, saldıranlar da başta tekme ve yumrukla başladığı iş tutmayınca bu kez her ikisi de eline geçen şişelerle vurmaya başladılar. yere düşene kadar en azından birini tutuyordum fakat yere düştükten sonra asıl en büyük darbeleri yere diz çökmüşken aldım. kafamda şişe kırıldı ve içi dolu şişelerle de çok kez vuruldu, yine de dayandım. görüyorsunuz zaten fotoğrafta, onların herhangi biri zaten teke tekte bişey yapabilecek durumda değil, en azından elini tutar darbe almazdım fakat iki kişi olunca birini tutunca ötekini engelleyemedim. herhangi birine bir tokat bile vurmuş değilim. ben bilmiyor muyum sanki onlara sopa ya da başka şeylerle zarar vermeyi?

    fakat benim yapım bu değil, hiçbir zaman da öyle olmadı. şimdi bu kadar sızının, ağrının, çektiğim acıların içerisinde düşünüyorum. ya elimde bir sopa ya da başka bir silah olsaydı, birinin kafasını dağıtmış ya da birini bıçakla yaralamış olsaydım emin olun şu an büyük bir pişmanlık duyardım. şu an bile düşünüyorum elimde bir sopa ile birine vurabilir miydim? hayır bunu yapamazdım, her ne olursa olsun, ben kavga etmem gerektiğinde bile bir silahın gölgesine sığınacak insan değilim. çünkü hiçbir zaman karşı tarafa o üstünlüğü kurmak istemem, belki aptalın tekiyim ama elde sopayla birinin kafasını dağıtmış biri olarak hayatıma nasıl devam ederim? bunun onursuzluğu şu an kaldırabileceğim bu sızılardan çok daha fazladır ve bu sadece yapı meselesi değil, ayrıca öğretmenlik yapan, insanlara örnek olmaya çalışan basit biriyim fakat doğamda birine zarar vermek yok...

    şiddete bu kadar mesafeli miyim, hayır değilim... karadenizde, belki de şiddetin ortası diyebileceğiniz yerde büyüdüm. doğduğum toprakların ne sınır davaları biter, ne ağaç gölge yaptı meseleleri biter. böyle sudan sebeplerden insanlar tabanca çekip birbirlerini öldürürler ve herkesin elinde tüfek, tabanca ne ararsanız vardır. kendim silah kullanmayı da biliyorum, hiçbir şey yapmasam bulundurma ruhsatlı silah alır koyarım kenara, ne de olsa böyle şeylere uzak değilim fakat ben bu muyum?

    dün elimde bir silah olsaydı örneğin o kadar yediğim darbenin üzerine, o kan revan halimde bile sanırım tutup birine silah çekemezdim. birini silahla, sopayla ya da başka aletlerle yaralamak o kadar kolay ki ben böyle şeylerin ardına sığınacak bir insan değilim. bu yüzden diyebileceğim, kavga ederken bile hüda insanın karşısına çıplak ellerine güvenen kişileri çıkarsın...

    bu entry sık sık kullandığım ve hep kendimde uygulamaya çalıştığım chaplin'in şu sözleriyle bitirmek istiyorum;

    "herkes bana gülebilir ama hiç kimse benim yüzümden ağlamasın..."

  • evinin önünde darp edilen sözlük yazarı

    not, olay istanbul/gaziosmanpaşa'da oldu, sanırım dosya gop adliyesine intikal olur. bunun yanı sıra gelen destek mesajları için herkese çok teşekkür ediyorum. insanın yalnız olmadığını bilmesi en büyük moral kaynağıdır. henüz kendime gelebilmiş değilim, kafama şişelerle o kadar çok vuruldu ki, beyin kanaması ya da ağır travma geçirmeden bu olayı atlatabildiğim için yine de teselli buluyorum. ben o kişiyi uyarmak için indm aşağı ve delikanlılık yapmak için değil, bir tokat bile vurmadım, küfür dahi etmedim aksine tek istediğim evimde huzurdu... fakat o kişiler yumrukla yıkamadığına bu kez şişeyle saldırdılar ve hep kafama vurdular. zaten aldığım her bir darbede sersemledim, hiçbişey yapamadım, kendimi bile koruyamadım...

    başlığı nasıl açmalıydım bilmiyorum fakat uğradığım saldırır bir darptan daha fazlası. şu an bu yazıyı zorlukla görebildiğim sağ gözüm ve elimdeki şişliklere rağmen zor yazabiliyorum.

    sabaha karşı 3,30 sıralarında biri komşum olan iki kişi tarafından saldırıya uğradım. sanırım yerimde başkası olsa bu kadar darbeyle ölebilirdi fakat tüm ağrı ve sızılarıma, aldığım darbelere rağmen kendimdeyim.

    sorunlu bir komşumuz vardır ezelden beridir. şehir magandalarından hallice, sürekli sorun çıkaran ve gece yarıları bağırarak küfürler ederek apartmanın huzurunu bozan sorunlu bir insan... ben taşındığımdan bu yana ya diğer komşulara sorun yaşayan ya da gece sarhoş gelip, madde de kullanıyor olabilir, eşini ve çocuklarını döven, sesi, bağırışmaları, küfürleri, hakaretleri tüm apartmanı ayağa kaldıran ama kimsenin sanıyorum korkudan veya "aman ali rıza bey tadımız kaçmasın" bakış açısıyla ses çıkaramadığı biri...

    daha bir kaç hafta evvel bile sorun yaşandı. yine gecenin bir yarısı küfürler, bağırmalar, apartmana medyan okumalar, kimle sorunu varsa ortaya atıp tutumalar... farklı zamanlarda iki kez polisi aradım, gelip uyarıp gittiler. aylar önce yine polisi aradım yine uyarıp gitmişlerdi, bazı aramalarımda hiç gelmediler o ayrı... polisin son gelişinde bu sorunlu adamın polisle olan diyaloğuna şahit olmalıydınız, sesini yükseltip mafyavari bir üslupla konuşmasını fakat polisin bişey yapmayıp sadece uyarıp gitmesini görmeliydiniz ve sanırım bu kişinin tüm bunlardan cesaret alabildiğine şahit olurdunuz...

    dün gece yine gece 3,30 sıralarında apartmanda yükselen küfür, tehdit, hakaret gibi sesler sonrası ben de artık yüzyüze gidip uyarayım şunu diyerek kapıyı açıp "yeter artık, nedir sürekli bu yaptığın bu gürültü, bir rahat vermiyorsun insanlara diye sesimi yükselttim. bu şahıs o sıra apartmandan çıkıyormuş. "yukardan bağırma lan, gel de aşağıda söyle, dışarıya gel" diye karşılık verdi. o ana kadar kendisi ile hiç diyalog kurmadım, bir kez bile konuşmadım. buna dayanarak aşağı indim, inerken düşüncem ise en çok sözlü tartışırız en azından bu kez polisin arkasına sığınmadan uyarmış olurum diyerek üzerime şort atlet aşağı indim.

    bu kişi apartmanın dış kapısının önünde bmw sahibi bir arkadaşı ile bekliyor. bir yandan bira içiyorlar, beni görür görmez "kimsin lan sen diye?" tehdit ve hakaretlere başladılar. ben de merdivenin önünde yeterk, bıktık senin bu gürültünden, küfürlerinden, gece yarısı insanları rahatsız etmelerinden" diyerek karşılık verdim. daha lafım bitmeden bu ve arkadaşı ikisi de bana saldırdılar. ben birini tutmaya çalışırken komşum olan arkamdan kafama vücuduma tekme yumruk vurmaya başladı. ben yine de o yumrukları umursamadım diğer kişiyi tutmaya çalışıyordum çünkü daha cüsseliydi(bmw sahibi olan). komşum olacak şeref yoksunu attığı yumrukların etki etmediğini görünce bu kez çareyi vurmakta bulmuş olmalı ki, şişeyle saldırdı. kafama bir kaç şişe darbesi aldıktan sonra bu kez onu tutmaya çalıştım. ben onu tutar tutmaz bu kez de diğer şahıs eline bira şişesini aldı kafama olanca gücüyle vurmaya başladı. bir kaç kez vurdu yine de dayandım diğer komşum olanı tutuyordum fakat diğeri elindeki şişeyi kafamda kırdı. ben o an sersemledim ama hemen arabadan bu kez dolu şişe almış olmalı ki yine kafama dolu bira şişesiyle vurmaya başladı, hepsi o kadar hızlı oldu ki sanırım kafam aldığım şu darbeleri bir başkası almış olsa ya kafasında çatlak oluşur ya da ölürdü...

    ben iyice sersemledim artık dayanamadım ve yere diz çöktüm, elimi merdivene dayadığımı hatırlıyorum. önceden birini tutuyordum en azından diğer vuruyordu fakat ben yere diz çökünce bu kez ikisi de şişelerle kafama sürekli vurdular. bir de alttan yüzüme vurdular bir kaç kez ve göz altım yarıldı. sağ gözümle şu an bulanık görüyorum. üstüm başım kan oldu, iyice sersemledim. birilerinin bağırdığını ve iki kadının ağlaştığını duydum sadece. bunlar kendilerine insanlar bağırınca arabaya atlayıp kaçtılar. ben artık kendimden geçmek üzereydim ama orda bayılıp düşmemek için merdiven korkuluklarından tutarak zorla eve kadar çıkabildim. sadece karşı komşum koşturup bir bardak su yetiştirdi, birkaç yudum ancak alabildim, zaten o sıra polis gelmiş. anladığım kadarıyla bunlar dışarıda silah filan da atmış ve bana kadar zaten insanların canını yakmışlar. o zaman polise haber verilmiş diye düşünüyorum, ben yukarı çıkana kadar polis geldi, ben dışarda darp edilirken ambulans da çağırılmış. aşağı indim, o sırada bunun arkadaşı bunu eve bırakıyor olmalı ki benim komşuyu polisler almış. diğer bmv de kaçarken ben ondan da şikayetçi oldum ve polisler onu da aldı.

    ambulans gelince ilk müdahele yapıldı, zaten üstüm başım kan içinde,tek gözüm zar zor görüyor ve altı yarılmış ve sersemlemiş vaziyette beni alıp okmeydanı ssk'ya götürdüler. ambulansda görevli sağlık personeli kafama aldığım darbelerden ötürü travma geçirdiğimi ve cerrahi operasyon geçirebileceğimi düşünerek nöbetçi cerrah nerde varsa oraya yönlendirme istedi. sonuç olarak okmeydanı ssk'da beyin tomografisi çekindim. şükür bişey çıkmadı, aldığım onca darbeden sağ çıkabildim. fakat kafamın er yanı şişlik ve morluklarla dolu. kafamda bir şişe de kırıldığı için kısmen kesikler mevcut. göz altım fena olduğu için önce temizlenip dikiş atıldı sonra da darp raporu ile karakola gidip şikayetçi oldum.

    tüm entry yazma sebebime gelince, internetten biraz araştırma yaptım ve bu tür darp olaylarında kişilerin ceza almadan yırtabildiğini, yaptıklarının yanına kar kaldığı bir yığın örnek ile karşılaştım. sözlükte varsa avukatından, savcısına tek beklediğim bilgi ve yönlendirme. bu yapılanın onların yanına kar kalmasını istemiyorum. bu kişilere ne küfür ettim ne de bir tokat vurdum, mertçe bile saldırıya uğramadım, ellerinde şişelerle kafama darbe üstüne darbe aldım ve bir iki şişe de kafamda kırıldı... sağ gözümün altı dikiş atılmış vaziyette ve gözüm mor ve kan kırmızı, görmekte zorluk çekiyorum. kafamın her yanı ağrıdığı için uzanıp uyuyamıyorum bile. kafamı yastığa koyduğumda kafamın her yanında derin biri sızı var ve dönüp yatabileceğim yer bile yok. alnımda dahil her taraf şiş...

    burdan darp sonrası fotoğrafımı paylaşıyorum...

    https://hizliresim.com/ut8etx

    https://hizliresim.com/fnnhzt

    normalde yüzümü sansürleyebilirdim ama zaten, tüm darbeleri yüzüme ve gözüme aldığım için sansürlemedim. eğer bu fotoğraflar sözlük için herhangi bir sınırı ihlali ise uyarı geldiğinde kaldırırım. tek diyebileceğim ölmediğim için şanslıyım fakat tek arzum bu kişilerin cezalandırılmasıdır...

  • erkek yazarlardan kadın yazarlara sorular

    bir kadına ondan hoşlandığını söylemenin ne kadar zor olduğunun farkında mısınız sevgili kadınlar? biri sizden hoşlandığında "acaba söylesem mi" diye kılı kırk yardığının, kibarca bile olsa rededildiğinde ne kadar hayattan uzaklaşıp, sanki dünyanın sonuymuşçasına yıkıldığının farkında mısınız?

    talep edilen tarafta olmanın kolay ama talep eden tarafta olmanın ne kadar zor olduğunu, bir kadına sevdiğini ispatlamak için hep uğraşan taraf olmanın, hep düşünceli olması gereken ve hep üstün niteliklere sahip olması gereken taraf olmanın ne kadar zor olduğunu biliyor musunuz?

    ve her erkeğin eli penisinde gezmediğini ve sizleri bir takım çamsalakların şımartıp sonra kullanıp bir tarafa attığında hep bizlerin omuzlarında ağladığınızın farkında mısınız?

    sonra "erkeklerin yüzünden" diye karşı cinsi suçlamak yerine kötü olanı seçtiğiniz için asıl kendinizi eleştirmeniz gerektiğinin farkında mısınız?

  • 3 ocak 2019 dolar kuru

    tarihte dolar hiçbir zaman gördüğü en son değerden fazla uzak kalmamıştır, yanlış hatırlamıyorsam geçtiğimiz yaz 7,30 tl'yi görmüştü. bu seviyeleri görünce yetkililer tutuşup bir şekilde baskılamaya, tutarı bir miktar aşağı çekmeye yönelik klasik yöntemleri denediler.(faiz artırımı, piyasaya rezervden dolar satma vs)

    fakat bu çözümlerin hiçbiri radikal çözümler değildir, tüketen bir toplumun ithalat kalemi dolardır. ülkenizde üretebileceğiniz gıdasal ürünleri bile ithal eden bir devlet haline geldiyseniz ve bu ithalat için gereken doları elde edeceğiniz dişe dokunur ihracat kalemleriniz yoksa ayvayı yemişsiniz demektir.

    az çok haber takip eden ekonomi sayfaları okuyan, yandaş değil de bağımsız ekonomistlerin değerlendirmelerine göz atan biriyseniz zaten yeni yılın umutla değil bizzat sorunlarla geldiğini az çok sezmişsinizdir. bunun en temel kanıtı ise bu süreci önceden bilen derin devletin devlet bahçeli hazretleri eli ile başkanlık seçimini erkene alıp olası bir kriz sebebiyle mevcut yönetimin iktidardan düşmemesi, tam yetkilerle donatılmış yönetimini bir beş yıl daha sürdürmesini sağlamış olmaktır.

    bu yıl yaşanacak kriz geçen yıldan farkedildiği için seçimler biran evvel oldu bittiye getirilmiştir. fakat yaz mevsiminde doların ateşlemesi ile ile çan çalan ekonomi taşıma su ile biraz daha nefes aldırılmaya çalışılmıştır. bu nefes artan faizlerin biraz düşürülmesi ile durgun konut sektörünün ivmelendirilmesi, merkez bankasının piyasaya döviz satışı ve yine merkez bankasının verilerine göre ülkeye ne idüğü belirsiz para(kara para) girişi ile en azından yerel seçimlere kadar sürdürülmeye çalışılmıştır fakat bugün görülen o ki taşıma su ile değirmen bir yere kadar dönmektedir.

    maalesef devletin dolar borcu çoktur ve maalesef devletin dolar geliri yok denecek kadar azdır. asalak gibi kendi çekirdek üreticisi olan köylüyü bile korumayı, köyünde tutmayı başaramayan devlet basit gıda ürünlerini bile ithal etmeye başlamıştır. normalde dört şehirliyi besleyen bir köylünün köyündeki üretimi bırakıp şehre göç etmesi sonucu ithalatla beslenen bu beş kişi, devletin krize girmesi ve ithalat yapamaz duruma gelmesi sonucu aç kalacaktır.

    bunlar bu devletin iyi zamanlarıdır, keza son 30 yılın kırsal nüfusundaki azalmayı göz önüne aldığınızda ve geride kalan az sayıda üreten köylü nüfusun yaş ortalamasının 40 yaş üzeri olduğunu görür ve bu nüfusun ortalama 20 yıl sonra üretimden yaşlılık, hastalık, ölüm sebebiyle el çekmesi sonucu, devletin yani toplumun yarrağı hepten yiyeceğini farkedeceksiniz.

    daha ucuz diye ithalatı kolay seçenek gören, kendi üreticisini öldüren ve onu da tüketiciye dönüştüren devlet devlet değildir!

    kendi köylerini, çiftliklerini öldüren devlet devlet değildir!

    şehirlerine kırsal nüfusundan büyük göç alan, şehirlerinde gecekondulaşma ve bunun sonucu olarak güvenlik sorunu artan devlet devlet değildir!

    kendi toprağında yapabileceği hayvancılığa rağmen et ithal eden devlet, devlet değildir.

    çiftçisinin traktöründe depo boşken yatlara ötvsiz yakıt veren devlet devlet değildir!

    devleti gösterişli saraylardan, yüzlerce araçlık konvoylardan, yüzlerce binlerce korumadan ibaret sanan, yandaş ve dalkavuk basının, medyanın her önüne koyduğunu sorgulamadan yiyen halka sahip devlet devlet değildir!

    halk güçlü olursa, halk yurttaşlık bilincinde olursa devlet güçlü olur. halk hesap sormazsa, düşünmezse, kulağını tıkarsa, halk zayıf olur, zayıf halka sahip devletler de zayıf olur, sonra okyanus ötesindeki bir devletin para birimi az biraz oynadığında senin alt gelir sınıfın aç kalma, orta gelir sınıfın da yoksullaşma sürecine girer.

    kısaca bu devlet devlet değildir, vicdansız bir tüccar, üst yönetici makamları zevk ve sefa içinde yüzerken, tasarruf kısmını halka bırakan kötü huylu bir derebeyi olabilir ancak...

  • evlilik dışı çocuk doğuran kızına kanat geren baba

    namus gibi, evlilik gibi, din gibi aklınıza gelebilecek her türlü gelenek, görenek vb toplum normları sonradan insan uydurması sikko adetler olduğu için sorun edilmeyecek durum.

    üremek biyolojik bir olay, hücreler bile ürüyor, hayvanlar bitkiler her şey ürüyor. memeli bir hayvan türü diğerine sen bu piçi nerden edindin demiyor çünkü bu tür salaklıkları dünyada sadece insanlar yapabiliyor.

    o yüzden çok da şeapmayın.

    hiçbir toplum normu sikimde değil, benden doğanların da sikinde olmayacak çünkü onları o bilinç ve farkındalıkla yetiştireceğim.

    bakın evlatlarım diyceğim, insanlığın geldiği noktaya bakın, onca medeniyete, milliyete, dine ait insan türlerine bakın, hepsi daha evvel atalarının uydurduğu yalanların içinde boğuluyor hatta bu yalanları öyle benimsiyor ki bunun için şiddete başvurup suç işleyebiliyor. işte siz bu cani insanlardan olmayın. bilinçli ve farkında olun, inanç, milliyet, namus, gelenek gibi kavramların sonradan icat edilmiş hayali kavramlar olduğunu unutmayın. özgür olun, özgür yaşayın!

    * mesaj kutum ahlak mesajları ile dolu. kb yanlış kişiye ahlak dersi veriyorsunuz, bu çabanızı dışarda insanlara kötülük edenlere, sorumsuzca yaşayanlara harcayın!

    * müslüman arkadaşların ahlak dersi vermesi ayrı komik bir durum. ateizm ile ahlaksızlığı eşit görüyorlar, birincisi ateist veya deist veya inançlı değilim. ikincisi ortadoğuda müslümanlığı tavan yapmış ülkelerin ahlak durumunu kontrol edin. din nerde baskıcı ve belirleyici yapı olmuşsa orda ahlaksızlık ne seviyede görürsünüz.

    * hayvan benzetmesine iki çift laf edenler var. aslanlar, köpekler vs grubundaki başka bir erkeğin çocuklarını öldürüyorlar. evet doğrudur hayvanların belli kesimlerinde bu tür davranışlar var, belli kesimlerinde ise yok. zaten ben benzetmede bulundum kopyalayıp yapıştırmadım. en azından hayvanlar binlerce onbinlerce yıl aynı içgüdü ile yaşıyorlar, insanlar gibi on bin yılda milyon adet tuhaf davranış örnekleri geliştirip buna karşı yapılan davranışları cezalandırmıyorlar. çok basit bir dünyaları var o da içgüdü. oysaki biz insanları hayvanların öldürme içgüdüsünden ayıran en önemli özellik düşünebilme kabiliyeti olmasına karşın günümüzde insanlar hayvanların yanında aşağılık bir pozisyondadırlar. hiçbir hayvan zevk için, ahlak kuralları için türünü öldürmez. hayvan doyunca öldürmez ama insan bu saydığımız kavramlardan ötürü öldürür, doysa bile, yedi sülalesine yetecek zenginliğe erişse bile yine öldürür. bazen düşünürüm insanlık bu kadar gelişeceğine ilkel kalsaydı da o basit içgüdülerine göre hem doğaya hem kendi türüne zarar vermeden takılıp gitseydi.

    * gavat, homo gibi kavramlarla hakaret edenler olmuş. diyelim ki kızım bir erkekle ilişkiye girdi ve o herif kızımın güvenini suistimal ederek kayıplara karıştı ve kızım hamile. bir kere değerli insanlar döl döldür, padişahın taşağından daha kaliteli döl çıkıyor diye bir kaide yok. çocuğun biyolojik ana babasından ziyade yetiştirildiği ortam önemlidir. o vefasız babanın çocuğu onun ellerinde yetişeceğine benim ve kızımın ellerinde yetişsin ve bizim öğreteceklerimizle topluma kazandırılmış bir birey olsun bu yeterlidir. bir insan için kimin yanında yetiştiği önemlidir, bu hayvanlar bitkiler için de geçerlidir. iki adet kiraz ağacının tohumunu ele aldığınızda genetik bir yığın farklılığı vardır ama toprağa diktiğinizde onu yetiştirecek çiftçinin hünerleri girer devreye. bakımlı ve sürekli ilgilenilen bir fidan serpilir verimli bir ağaç olurken, bakımsız ilgisiz bir fidan aynı derecede büyümeyecektir. burda dölün, tohumun kimden olduğu değil kimin elinde büyüdüğü yeşerdiğidir aslolan.

    * %90'ı müslüman diye övündüğünüz tplumun ahlak düzeyini bok götürüyor. her taraf çöp içinde, binalar evler sokaklar bakımsız ve bunu kim yapıyor? babasının evine dönmemiş, sizce namuslu bir evlilik ve namusluca üreyen insanların evlatları... en azından bu toplumun geneli sizlerin arzuladığınız ahlak kuralarına göre yaşıyor ama toplumu nedense bok götürüyor daha ne açıklayayım ki?

  • çukur (dizi)

    not; 17. bölüme kadar izlemediysen aşağıyı okuma!

    bu dizinin anasını nasıl sikebilirler diye düşünüyordum hele şükür 17. bölümü izlemiş olmakla birlikte çok düşünmemek gerektiğini anladım.

    nedir lan o amir karakteri? ne sikim mal senaristlersiniz lan siz? herif iki metreden bazuka ile araba patlatıyor, güya klasik müzik dinliyor güya piyano çalıyor filan? ha yamaç karakteri kimyager madem bu herifi atom fizikçisi olma gibi hünerler yükleyip süper hero özelliklerle daha da donatın isterseniz. hatta ölümsüz filan olsun, gözlerinden ateş saçsın filan ne bileyim uçsun hatta, bir yerden bir yere ışınlanarak gitsin. zaten bir fantastik ögeler eksikti aq dizisinde.

    bir dizi nasıl sikilir bir karakter nasıl oluşturulmaz içine sıçılır görmüş olduk.

    kardeşinin olduğu restoranda ses sistemi kurup oyuncak ork çalmalar filan yahu onu içeri sokup kurarken nasıl fark edilmedin diye merak ediyor insan, ha öyle çokta değil iki üç masa ilerisi.

    şöyle klasik müzik dinleyen ama aşırı zeki oturaklı, aşırı kibar ama gerektiğinde çukuru sikertebilecek özelliklerini iyi kamufle eden bir karakter sokamadınız aq dizisine. anca süper hero tipler. yamaç karakterine bir şey demiyorum diyen demiş zaten.

    ulan bize polat alemdar'lardan kına getirdiniz derken bunu kastetmiyorduk. daha insancıl daha gerçekçi daha olağan karakterlerden bahsediyorduk. fakat dizi senaristleri bu kadar avengers izleyince demek ki diziye bir iki fantastik öge sokmaktan kendilerini alamıyorlar.

    lan bu diziyi çoğu kişinin izleme sebebi ercan kesal'dır. idris baba karakteridir ama 17 bölüm olmuş ilk bölümde eve çürük meyve götüren idris babadan eser yok hatta hiç yok. herif sanki figüran gibi arada görünüyor filan derinlik yok bişey yok.

    sizin o kaleminizi sikeyim ben amına koyduklarım, ızdırabını, aşortmanını siktiklerim...

    bilmem ne amirmiş amına kodumun amiri, 25 yaşında ergenin altında hummer jeep var bir de ne ara amir olmuş ne ara doğuya sürgün yiyip geri gelmiş bu kadar olayı hayatının hangi siktiğim dönemine sığdırmış bana biri anlatsın.

    lan oğlum şu klavyeyi uzak tutun benden gözüm seyiriyor hala çok pis küfürler edip çok şeyler yazasım var alamıyorum kendimi.

  • akp'nin oy kaybetmemesinin nedeni

    hizmet...

    açık ve net, evet halkın eğitimsizliği, cehaleti, din istismarına olumlu cevap vermesi vs her şeyi sıralayabilirsiniz. fakat en temel öge "hizmet". çünkü ideolojik sebepler vs gibi algılarla halk ilk seçimde herhangi bir partiyi iktidar partisi yapabilir fakat o partinin diğer seçimlerde kalıcı olması yaptığı hizmete, belediyecilikteki başarısına bağlıdır.

    eğer en küçük ilçe belediyesinde bile milyarlar harcanmamış, yeni hastaneler, yollar, çevre düzenlemeleri yapılmamış olsaydı bu akp bu zamana kadar iktidar partisi olmazdı. edoğan her ne kadar eğitimsiz ve entelektüel birikimden yoksun biri olsa da basit halkın ihtiyaçlarını çok iyi bilmektedir ve devletin imkanları ölçüsünde de bu ihtiyaçları belli ölçülerde karşılamaktadır.

    nedir bu ihtiyaçlar, yukarda saydıklarımız, ek olarak o çöpün sokaktan toplanması vs. düşünün, hitler'in demir yumruğunu bu memlekette iktidar yapın, her ne kadar faşist ve zorbalıkla yönetiyor olursa olsun o çöp o sokaktan her gün düzenli olarak toplanmak zorunda sevgili dostlar. üç gün sokakta kalsın sen bak o zaman önce ev hanımları nasıl homurdanmaya başlıyor ve zamanla o sokakta başlayan rahatsızlık nasıl mahalleye hatta şehre hakim oluyor ve devletin yöneten yapı nasıl giderayak zayıflıyor...

    bizim ülkeye baktığımızda 15 yıldır bu memlekette küçük ilçelere büyük yatırımlar yapıldı. daha önceden yapılmadı demiyorum son 15-20 yıldan bahsediyorum. doğuda, iç anadolu'da veya karadeniz'de adını insanların unuttuğu kasabalara, köylere yepyeni yollar ulaştı yakınlarına hastaneler yapıldı. tam teşekküllü bir hastanenin anadolu insanı için ne kadar önemli olduğunu anlamanız lazım. yıllar evvel insanlar basit bir ameliyat için bile köyünden kalkıp büyük şehirlere gelmek zorunda idi. artık öyle bir durum söz konusu değil köyünün az ilerisindeki ilçeye bile büyük hasteneler yapıldı ve insanlar ordan yeterli olmasa dahi tatmin edici bir sağlık hizmeti alabilmekteler. en azından ufak tefek ameliyatları buralarda alabilmekteler. evet sağlık sistemi kötüden beter olabilir, sağlık çalışanları aşırı yoğun çalışma şartlarından şikayetçi ve onların talepleri halı altına süpürülüyor olabilir ve bu şu gerçeği değiştirmez. seçimde birinci partiyi bu basit halk belirler, sabahtan akşama kadar yüz hastayı kontrol etmiş zavallı doktor değil. ceremesini sağlık çalışanları çekiyor olabilir, akp onlar için kılını kıpırdatmıyor olabilir ama akp hangisini memnun etmenin sandığa yansıyacağını iyi bilmektedir ve sağlık çalışanlarından ziyade sade halkı memnun edecek çözümler üretmektedir.

    anadolu'yu en son ne zaman gezdiniz bilmiyorum ama burda, her şeyin imkan dahilinde olduğu büyük şehirlerde bol keseden sallamanın, olayı cehalete bağlamanın bir manası yok. belki cehalet herhangi bir partiyi iktidar yapabilir fakat o partinin kalıcı olması ilk paragrafta söylediğim gibi verdiği hizmet ve belediyecilikteki başarısında yatar. benim gittiğim ilçelerde gördüğüm tablo yeni hastaneler, içinde havuz bulunduran yeni spor salonları, daha uygun fiyata, içinde okul cami vs gibi yapıları barındıran toplu konutlar yapılmış olmasıdır. gecekondudan bozma evlerde, çarpık kentleşmede yaşayan basit insanlar toki'den daha uyguna ev sahibi olup güvenlikli bir sitede yaşama imkanına sahip olmuşlardır. ilçelerden köylere kadar olan bozuk yollar taş döşenerek daha rahat ve kullanışlı hale getirilmiştir. vatandaş istanbul'dan kalkıp köyündeki evine kadar yepyeni yollarla rahatça gidebilmektedir. evet vergi orta sınıfın sırtındadır, köprüye, yola dünyanın vergisini ödüyoruzdur ama basit halk böyle düşünmez ve iktidarı orta sınıf değil alt sınıfın oyları belirler.

    benim gezdiğim köylerde, ilçelerde devleti hiç bu kadar yakın, evinin önünde hissetmemiş halk, bunu kendileri anlatıyor. şimdi belediyecilik ayaklarına kadar gidiyor. yepyeni kocaman bir hastaneyi gören basit halk hayran hayran bakıyor. yaşlıları ameliyat olan veya hasta olan insanlar eskiye göre daha iyi bir sağlık hizmeti alabiliyor. bak alıyor diyorum, bizim bok attığımız bu sağlık hizmeti bu insanlara lüks bile geliyor. önceden bir odada 4-5 hasta kalırken şimdi 2 hasta kalıyor. dolayısıyla bu iyileştirmelerde o evlerde, o mahallerde, o ilçelerde konuşuluyor. yani "hizmet"...

    bir de bizim toplumda neden olduğu tartışılır bir algı var. dürüst adamın iş yapamayacağı algısı. yani köye muhtar seçilecekse bile algı şudur; "falancı kişi sahtekar, hırsız, üçkağıtçı olabilir ama bu işi yine en iyi o yapar. çünkü işi takip eder, bir şekilde belediyeden vs adam bulur çevirir köyü ne sususuz bırakır ne de muhtaç". "falancı kişi çok dürüst, bu adam iş yapamaz, böyle işleri çevirebilmek için biraz üçkağıtçı, girişken olmak lazım" gibi. işte benim gözlemlediğim ve her konuşmanın sonunda hissettiğim bilinçaltı budur. neticede "çalıyor ama çalışıyor" gibi bir lafı akp kendi propaganda etmedi, basit halk bunu buldu ve söyledi. bu basit halka cahil cahil diyebilirsiniz ama entelektüel olmak zorunda mı tartışılır. belki on tane köşe yazarı tanımaz, belki sorsan pek gazete kitap ismi bile bilmez ama oy verirken köşe yazarlarını, gazeteleri değil aldığı hizmeti gözden geçirir halk. akp'nin tüm hoyratlıkları elbette bazı kesimlerce biliniyordur ama akp kendisi için "çalıyor ama çalışıyor" dedirtiyor. zaten önemli olan da bu "çalışıyor" dedirtmek. çünkü kalıcı olmanın en temel sebebi bu.

    bir de en önemli sebeplerden biri yaşlılara, engellilere, engelli çocuğu olan ailelere aylık bağlanması. bu bildiğin tüm zamanların, bizim ülke için diyorum, en iyi sosyal devlet hizmeti denebilir. köylerde kimsesi, belli bir geliri olmayan yığınla yaşlı insan var ama şimdi o kadar muhtaç değiller, en azından ekmek alabilecek, faturalarını ödeyebilecek bir miktar para ellerine geçmektedir. özellikle otizm, down sendromlu, zihin engelli gibi çocuklara sahip binlerce aile var ve bunlara devlet, çocukların ihtiyaçları için aylık bağladı. aynı zamanda rehabilitasyon merkezlerinden ücretsiz ders alabilmekteler. şimdi bu insanlar çoğu şeyin akp sayesinde olduğunu biliyorlar ve seçim sabahı geldiğinde hangi partiye oy vereceklerini bilerek sandığa giriyorlar. dolayısıyla akp, önce nasıl sandığa gireceğini biliyor ki açıldığında da sandıktan birincilikle çıkıyor.

    daha çok şey yazılır da zamanım yok. fakat şunu ısrarla vurgulamak isterim sözlük hakikaten bir halttan haberi olmayan, analiz, bilgi, birikim düzeyi sıfıra yakın ergenlerle dolduruldu ve şu başlıkta bile onlarca entry içinde elle tutulur doğru düzgün bir yazıya denk gelmek gerçekten şans meselesi. iyi bir entry okuyacağım derken onlarca salaklık içeren espriler, gerçeklikten uzak analizler, hakaretler okumak zorunda kalıyoruz.

    chp'ye de eleştiri getirmeden olmaz. merak ediyorum doğrusu chp en son ne zaman tokat'a, ardahan'a, sivas'a, ığdır'a, urfa'ya, mardin'e gitti? ne zaman oralarda örgütlenme çalışmalarını kontrol edip, hızlandırıp, yöneticilerini toplayıp, "şu seçimde yereli mutlaka almalıyız" diyerek kafa yordu? benim bildiğim oralara en son, başında ecevit gibi bir lider varken gittiğidir. tüm anadolu'yu, ilçe örgütlerine varana kadar gezdiği traktörlü çiftçiyi, emekçi köylüyü peşine taktığıdır. zaten bunun sonucunda da duvarlara "umudumuz chp" yazılmış bunun sonuçları sandıktan alınmıştır. maalesef chp kasım gülek'in başlatmış olduğu, ecevit'in üzerine koyarak devam ettirdiği "halkçılık" anlayışını devam ettirememiş bu günün sadece bir salon partisi olma konumuna gerilemiştir. özellikle gençler üzerinde en örgütsüz parti chp'dir. %1 bile alamayan partilerin güçlü ve kendinen bağımsız gençlik örgütleri varken chp'de böyle ne yapı, ne de çalışma söz konusu değildir.

    her gün gündemi takip eden, onlarca köşe yazarını aksatmadan okuyan bir insanım. ve gördüğüm tablo şu; chp'nin kendisini sürekli akp üzerinden konumlandırması evet, bütün politika bunun üzerine. ağzı açılan milletvekili veya bilmem ne il, ilçe yöneticisi "akp şöyle, akp böyle, akp neden bunu yaptı" diyor. oysa ki halkın bunları duymaya ihtiyacı yok, halkın, "ben bunu yapacağım, ben şu reformları gerçekleştireceğim" gibi vaatler duymaya ihtiyacı var. chp iktidara geldiğinde gerçekten bir şeyler yapabileceğine, yerel yönetimlerde akp'den de kaliteli bir hizmet sunacağına halkı inandırmalı ve bunu yalnızca batıda değil doğuda yapmalı. çünkü batı nüfusunun belki de yarısından çoğu doğu oluşturmaktadır. siz sakın ardahan'ı köy kadar nüfusu var diye küçümsemeyin. çünkü istanbul'da ki ardahan'lılar memleketlerine yapılan yatırımları görür ve bunun seçim sonuçları hem ardahan'da hem de ardahan'lıların yaşadığı diğer illerde görülür. dolayısıyla doğunun en küçük ilçesi bile önemlidir.

    bu günlük eyyorlamam bu kadar.

    not: chp spor

  • türkiye'den siktir olup gitmek

    "gelin gitmeyin oralarda ikinci hatta üçüncü sınıf vatandaş olacaksınız"

    diyen arkadaşlar; kendi vatanımızda birinci sınıf vatandaş mıyız? insanlar bu ülkenin geleceğinden korktuğu için kaçmak istiyorlar. görüyorlar ortadoğunun halini ve bu bokun yakında bu ülkeye de sıçrayacağını biliyorlar. en basitinden akp denen ortadoğu artığı gerici oluşum ortaokulları bile imam hatip ortaokullarına çevirdi. evimin az ilerisindeki ortaokul artık imam hatip ortaokulu ve ben ilerde doğacak çocuklarımın eğitimi için bozulmamış, boktan bedevi arap kültürüne evrilmemiş okul yanına taşınmak zorunda kalacağım tabi bozulmamışını bulabilirsem...bilinen büyük liseleri bile imam hatip yaptı adamlar. şimdi bu okulların sayısı azımsanamayacak kadar çok ve her geçen gün okullar imam hatip olarak değiştiriliyor. belki istanbul'dan durumu hissetmediniz ama anadolu'da durum vahim. dolayısıyla bir 15-20 sene sonra bu okullardan yetişecek neslin hakim olduğu bir türkiye düşünün...

    her geçen gün memlekette yaşanan pislik içerisindeki üçüncü sayfa haberlerine ne demeli? etraf saygısız ve kaba insanlarla dolu ve bu kabalık bizzat devlet tarafından sırtı okşanan ve örtülü desteklenen bir halde. dışarda bir yığın sabıka kaydı olup göz altına dahi alınmadan salınan insanlar var.

    vergi meselesi? en fazla düzüldüğümüz alan. araba al, pc al, telefon al vs ama bu ürünlerden üreten değil senin devletin kol gibi vergilendirme ile daha fazla kazansın. hatta on yaşında arabaya yıllık asgari ücretin en az yarısı kadar vergi öde, ikinci sınıf sıfır bir otomobile ise nerdeyse asgari ücret kadar yıllık mtv öde. zaten sıfır araç alırken kazıklanmışsın, bir araca iki üç kat fiyat ödemişsin ama o vergiler kesmiyor bizim devleti daha ödemen daha çok ödemen gerekiyor.

    zevkine yaşama, bir boku sorgulama beş vakit mal gibi namaz kıl, içki içme, eğlence hayatın olmasın, gezmek tozmak senin neyine, ramazan'da oruç tut, boş zamanlarında sakız orucu bozar mı diye kafa yor, ot gibi yaşa... devletin vatandaşına yaptığı muameleye bakınız. hadi dışardan getirilen ürünler aşırı pahalı ya yerli ürünler? örneğin bizim ülkede üretilen siktiğimin 70 cl'lik rakısı bile 100 tl nerdeyse. lan böyle bir orospu çocukluğu, böyle şerefsizlik, böyle adilik var mı?

    yahu arkadaş fazla uzatmayacağım, anlatmaya kalksam kitap yazılır, ben bu memleketten de bu memleketin insanlarından da bıktım usandım. yeter artık yahu, geri zekalı insanların, geri zekalı siyasilerin keyfine göre yaşamaktan bıktım. paramın büyük bir bölümünü vergi olarak ödemekten bunun karşılığında ne doğru düzgün sağlık hizmeti, ne güvenlik ne de eğitim hizmeti alamamaktan bıktım. canım sıkıldığında pahalılıktan ötürü zevkine bir şey yapamamaktan, boktan bir cep telefonuna bir maaş kadar para vermekten bıktım. bu memleketin dinci yobazlarından bıktım. bu memleketin yurttaşına, eğitimli, vasıflı vatandaşına olan saygısızlığından bıktım.

    şimdi soruyorum bizler yurt dışında ikinci, üçüncü sınıf muamele göreceğiz belki evet ama kendi vatanımızda birinci sınıf muamele mi görüyoruz güzel kardeşim?

    zerre kadar fırsat geçse elime bir saniye bile beklemem bu ortadoğu bokluğunda. kaçmak istediğim türklük değil aksine türklüğü, türk kültürünü yok etmiş ortadoğu islam canavarlığı, islam gericiliği, islam faşizanlığıdır...

  • eşekherif

    altyazılı film izleyen hangi insan eşek herife az biraz olsun minnet borçlu değildir?

    hepimiz izledik, hepimiz onun çevirileri ile film ve dizileri anladık, keyif aldık. filmin sonunda bazen kendi imzasını attı "eşek herif gururla sunar, bizden ayrılmayınız" vs gibi ve tebessüm ettik. hangi film, dizi torrente düşse gözümüz ilk onun çevirisini aradı, o ise tonla dizi ve tonla filme evren kadar zaman harcayıp çevirisini yaptı. ben bazen filmi izlemeye dahi üşenirken bu herif üçüncü sınıf filmlerin bile çevirisini üşenmeden yapıyor. bu azmi görünce insanın ufku açılıyor.

    eşek herif bu işlerden az veya çok bir gelir elde ediyor mu bilmiyorum, umarım ediyordur, çünkü torrent paylaşan insanlar, filmlere altyazı hazırlayanlar vs benim nazarımda çok kıymetlidir. çünkü bizim gibi ayak takımından sayılan halk yığınına parasının yetmeyeceği filmleri, parasının yetmeyeceği oyunları, programları, bilimum şeyleri upload edip, çevirip vs amme hizmeti olarak sunuyorlar.

    ve biz ayak takımı her geçen gün, her download sonrası bu gizli kahramanlara daha da borçlanıyoruz...

    teşekkürler eşek herif...

  • üsküdar belediyesi'nin halifemizi seçelim çağrısı

    şöyle bir video paylaşmış chp milletvekili aykut erdoğdu. burda resmen din üzerinden istismarla algı yönetimi yapılmaktadır.

    not; neden üsküdar belediyesini sorumlu tutuyorsun diye mesaj atan insanlar var, haklısınız, araç üsküdar belediyesine ait olduğuna göre bu çağrıyı komünist partili ovacık belediyesi yapıyor olmalı...

    bu bir rezalet, bu bir çağdışılık, bu artık türkiye'nin metropol şehrinin önemli bir ilçesinde gericiliğin, ortaçağ kafasının açıkça vücut bulduğunun ilanıdır...

    * videoda görüldüğü üzere araç üsküdar belediyesine ait resmi bir araç. bu araçtan yapılan çağrıya bir kulak veriniz, tek kelime ile korkunç, türkiye cumhuriyeti'ni islamcı bir ortadoğu kabilesine çevirmek isteyen gerici zihniyetin artık uluorta sesinin iyice yükseldiğini bize gösteren bir durum var ortada.

    * halep'in islamcı terör örgütü şarlatanların elinden kurtarılmasına kin kusan ülkemizdeki islamcılar toplumu ayrıştıran ve huzur bozan bir üslupla kendi propagandalarına başlamışlarıdır. sanırım maksatları dinle beyin yıkayıp cihadcı devşirmek.

    * dün hüsnü mahalli, bizimkilerin özgürlük mücadelecisi diye vasıflandırdığı, biri suudi diğeri çeçen iki adet terör örgütü mensubu şarlatanı ifşa etmişti. "bunlar mı özgürlük mücadelesi veriyor?" demişti ve akabinde devlet büyüklerine hakaretten gözaltına alındı. hüsnü mahalli hiçbir iktidar yetkilisinin ismini anıp hakaret etmedi ama bu iki islamcı teröriste şarlatan dedi, hem de pek çok kez. meğersem bizim devlet büyüklerimiz bunlarmış. ilgili video

    * hüsnü mahalli'nin halep'teki terör örgütleri ile ilgili önemli açıklamalar yaptığı ve sonra gözaltına alındığı videonun tamamı

  • recep tayyip erdoğan

    müslüman ortadoğu ülkelerinin nerdeyse tamamına yakışan fakat türkiye cumhuriyeti'ne zerre yakışmayan bir lider.

    geçmişe dönük mehmet ali birand'ın yaptığı tüm belgeselleri izledim. o görüntülerde gördüğüm, her ne kadar idolojisine görüşüne katılmasam da, o dönemin liderlerinde bir kalite var. adnan menderes'inden, süleyman demirel'ine, bülent ecevit'inden erdal inönü'süne, mesut yılmaz'ından turgut özal'ına kadar bütün o liderlerde gözle görülür bir kalite var arkadaş. eğitimliler, tv programlarında karşılıklı konuşabilecek kadar birikimliler, saygılılar vs.

    eğitimliler! iki kelimeyi bir araya getirebilecek kadar entelektüel bir düzeye sahipler. ama gel gör ki 14 yıldan beridir tek başına iktidara gelen sn recep tayyip erdoğan ülkenin en kalitesiz, en eğitimsiz, en kapasitesiz lideri konumunda. daha bir kez olsun kendisini tv programında, objektif bir sohbet ortamında bile göremedik. aykırı düşünen birine kendini ifade edebilecek kadar bile bir birikime sahip değil.

    her konuşması saçma sapan mesajlarla tehditlerle dolu. bu gün konuştuğu ile yarın konuşacağı çelişki içerisinde. daha geçen gün suriye liderine atıp tutuyordu, rusya'dan gelen telefonun ardından 180 derece döndü. ilk söylediğini alkışlayanlar, 180 derece dönünce söylediklerini de deli gibi alkışlamaya devam ettiler.

    sürekli diğer ülkeleri kendi çapına bakmadan tehdit ederek konuşuyor, türkiye cumhuriyeti'nin dünya gözünde hiçbir saygınlığı kalmadı. nerde o eski türkiye cumhuriyeti? "yurtta sulh, cihanda sulh" diyen, osmanlı topraklarını paylaşım için cihan harbi başlatmış dünya ülkelerinin bile saygısını kazanan o cumhuriyet nerde?

    bir kişi bir ülkeyi bu kadar yozlaştırabilir mi? bir kişi bir ülkeyi bu kadar geriye götürebilir mi? hukukun, adaletin, güvenin, insan haklarının bu kadar içini boşaltabilir mi? cumhuriyetin tüm kazanımlarını, birikimlerini birer birer satıp artık satacak birşey kalmayınca ve ekonomi kötüye gidince bile bunu dış devletlerin üzerine atabilir mi? bir kişi bu kadar insanlık suçu işleyip, bu denli anayasaya aykırı davranıp yine ve sürekli mağduru oynayabilir mi?

    nasıl bir memlekette, nasıl bir toplumun içerisinde yaşıyoruz arkadaş, şu 14 yıllık süreçte kendi insanımdan tiksindim resmen. bu kadar mı kapalı, yozlaşmış, kafa toprağa gömülü olunur? bu kadar mı yalaka, yandaş, çıkarcı, ahlaksız, onursuz olunur? bu kadar mı yalancı olunur? bu kadar mı görülmez, kötüye gidiş, yozlaşma, yalan dolan, artan vergiler, işlenen insanlık suçları? insanımız bu kadar mı sorgusuz sualsiz sineye çeker oldu herşeyi?

    artık ruh sağlığım bozuldu, bıktım, usandım arkadaş...

  • 19 nisan 2016 ev alırken yaşadıklarım

    evvela yalnızca beni ilgilendiriyormuş gibi görülen böyle bir başlık açtığım için okurlardan özür dilerim. zira farklı bir başlık aklıma gelmedi. bu gün, istanbul'da ortalama bir semtte yüksek giriş 1+1 daire alırken yaşadığım duygu ve garibime giden olayları anlatacağım.

    bir buçuk iki haftadır bu ev işi ile uğraşıyorum. kira da oturuyordum, üç yıl önce taşınmıştım ve eve çıkarken de malumunuz daireyi bok götürdüğü için epey bir tadilat masrafı harcamıştım. ev sahibine nerdeyse iki kira bedeline yakın depozito verip tüm faturaları da kendi üzerime alarak daha o dönem kafadan epey miktar para harcamıştım. ne güzel sakin sakin yaşıyorken ev sahibim aradı ve üç ay içerisinde evi boşaltmam gerektiğini söyledi. eyvallah çekerek hafif üzgün ve kurduğum düzeni yıkıp yeni bir düzen kurmanın verdiği acı üzüntü ile ev aramaya başladım.

    internette sahibinden.com başta olmak üzere bilinen sitelerden kiralık daire araştırmaya başladım. birde ne göreyim kiralar almış başını yürümüş.(ben 70 m2 daireye 700 tl veriyordum, muhtemelende 750'ye cıkacaktı haziran'da) 1000 tl'den aşağı nerdeyse daire yok. o 1000 tl dediğim daireler en az 20 yıllık kimi doğalgaz sobalı kiminin tuvaleti banyosu bok gibi, eve misafir çağırmaya utanırsın o derece yani. bu 1000 tl kira dediğim yerler öyle orta kat filan değil bildiğin giriş kat bodrum vs, orta kat 80-90 m2 daireler daha pahalı. 800-900 tutarına indireyim dedim gördüğüm nerdeyse studyo tipi daireler, küçücük ve yerin nerdeyse 7 kat dibinde. bir kaç ay orda yaşanız rütübetten ananız ağlar ciğerleriniz iflas bayrağı çeker. birde bu dairelerin hiç sahibinden olanını görmedim. tamamına yakını emlakçıların verdiği ilan. alta ne güzel süslü süslü yazmışlar; "dairemiz böyle, yok şöyle vs vs, depozito iki kira bedeli(bazıları insaflı bir kira bedeli istiyor), komisyon yıllık ödenen kiranın %12'si vs" yani nerden baksanız ev sahibi en az 1000-2000 tl arası depozito, emlakçı ise ortalama 1000-1500 tl komisyon istiyor.

    e bu ilanlardan yüzlercesine baktıktan sonra sikilmedik bir kulak arkamız kalır zaten deyip başladım hüzünle karışık kara kara düşünmeye. nerdeyse bir iki hafta böyle kara kara düşünmekle emlakçıya yedirilecek komisyona üzülmekle, yüksek fiyatlarla bok gibi dairelerden fazlasını tutamayacak olmanın ağır hüznüyle geçti. ellerin mülkiyetleri kıymetli arkadaş. dünya da suçumuz çalmadığımız, emek hırsızlığı yapmadığımız, haketmediğimize el sürmediğimiz için onurlu yaşam mücadelesi vermemizmiş. ortalama bir memur maaşının yapabilecekleri bu diye kara kara düşünürken elime alıp telefonu babamı aradım. birde yakın çevremden birileri akıl verdi tabi, 1000 tl kira vereceğine git 1+1 daire al 1500 öde kendi evin olsun, ev sahibi yarın çıkarır mı derdine düşme diye. aklıma yatmıştı bu, neyse açtı babam durumu anlattım, dedim 6-7 bin birikmişim var, yani metelik yok anliycanız, bana peşinat lazım verebilir misin? daha önce söylemiştim ona çıkacağım evden ağır ağır toparlanıyorum, baba kalbi işte üzülüyor adamcağız kiralık evlerde yaşamanın ne demek olduğunu iyi biliyor. teklifimi kabul etti bana 50 bin dolaylarında peşinat sağlayabileceğini taahhüt etti. bende bunu duyar duymaz hafif coşkulu şekilde ev aramaya başladım tabi.

    fakat arama bandını 150-165 bin bandında tutup bakınıyorum etrafa önüme çıkan evler yukarda bahsettiğim gibi yerin yedi kat dibinde ahırdan bozma rutubetli seçeneklerden başka birşey değil. az biraz yukarda olanları da aşırı küçük. örneğin salon dedikleri yer bir cekyat bir tv birde sen olunca içinde doluyor. evde ikinci bir kişiye yer yok yani. başvurduğum emlakçıların yüzüme pis pis sırıtırak gezdirdiği evler dalga geçer gibi. hele birde elinde birikmişin bu kadar az ya, yani daire fiyatları o bantta olunca %3'lük komisyonları da haliyle az oluyor. sanırım bu nedenleydi gördüğüm ilgisizlik ve alay eder gibi takınılan tavırlar. aralarında bir iki kişiyi tenzih ediyorum tabi.

    her neyse işte öyle yakın mahallelere bakın bakın evi yakınımda, üç dört sokak ileride buldum, bina sıfır, yüksek giriş 1+1 daire. 60 m2 ama kullanım alanı 40 m2 ite kaka anca oluyor. fakat beni cezbeden tarafı sessiz sakin bir sokakta olup binanın sıfır oluşuydu. beni o daireye götüren ilk emlakçı biraz köylü kurnazı tipte biriydi hatta biraz değil epey fazla. sonradan anladım bunu. aynı emlakçı bu daireyi hürriyetemlak sitesine 160 binden koyup sahibinden sitesine 165 binden koymuştu. ben fiyatı 150 dolaylarına çekme pazarlığı yaparken herif sözü 165 binden açınca orda şaşırdım tabi. dedim siteye bu fiyattan koymuşsunuz burda bu fiyat diyorsunuz? beni inkar ederek hayır 165'ten koyduk filan dedi, bende açıp telden ilanı gösterdim. görünce yanlış yazmışız vs deyip geçiştirdi. neyse olabilir insanlık hali dedim. fiyatı 158'e kadar indirdi orda tuttu, tabi iş komisyona gelince doğrudan %3 istedi.... yani 4500 tl cash para.... çok değil mi dediğimde 150'yi veren onu mu veremeyecek vs manasında bişeyler dedi. adam 100 bin kredi çekip bankaya ev ipotek 180 bin borçlu olacağımı, yani 50 küsür bin vereceğim peşinatın da aslında hiçbir şey ifade etmediğini unuttu sanırım. çünkü ben para kesiyorum onların gözünde. zar zor denkleştirilen 50 küsür peşinatın ve benim birikmiş 6-7 bin tl'nin bu süreçte taşınmasıydı, komisyonuydu tapu masrafıydı sikinde değil. emlakçı bu neticede, emeksiz, kolay paranın peşinde. o öyle deyince bir afallamıştım tabi ilk kez yaşadığım için böyle emek hırsızlığı durumlarını...yani ben o paraya iki ay it gibi çalışacağım sonra adam beni bir ev ziyaretine götürdü diye alıp cebine koyacak. içime oturdu açıkçası işin bu kısmı. neyse kabul etmedim çıktım geldim. oturduğum sokakta gide gele önceden bildiğim bir emlakçı vardı ona gittim. dedim şurda şöyle bir daire var bunu alabilir miyiz diye, herif işe el atıp o akşam bir kaç aramalarla işi bağladı, daire'yi de bana 156'ya bıraktı. bende kabul ettim. komisyon içinde 2500'e anlaştık. bir şekilde biraz rahatlamıştım. 4500 nere 2500 nere...

    bir haftadır krediyi ayarlamaya çalışıyordum, maaş bordrosuydu imza sirküsüydü derken kredi onaylandı ve 1750 tl de experiydi dosya masrafıydı ordan taktı. alacakları 80 bin tl faiz yetmiyor bankaya illa birde dosya masrafı çıkarıp ordan sikecek. neyse battı balık yan gider diyip bir şekilde kabulleniyorsunuz işte süreci, ister istemez sizi içine çekiyor, imazalıyorsunuz önünüze uzatılan her kağıdı. ne yapayım başka çare yok diyorum kendi kendime o imzaları atarken yutkunamıyorum bile ama yapacak bir şey yok diye, bak kiralık daireler bile bok gibi olmasına rağmen ebesinin ki kadar kiralar istiyorlar diye diye kendimi teselli etmeye çalışıyorum. kafam da oluşan büyük bir ağırlık, sanki yanında davul bile çalsa işitmeyeceğin kadar dalgın. boşver diyorum bak yeni evin olacak vs vs...

    bu gün yaptık satışı, tapuda paranın üçte birini verdim müteahhite, tapuyu üzerime verdi, kalanını da bankada verdim. bu gün gördüğüm tablo şuydu kredi işlemlerini yapan bankacı, emlakçı ve müteahhidin yüzü gülüyordu,keyifleri yerindeydi, kendime baktım nedense ev sahibi olmama rağmen zoraki yutkunuyor, gün boyu dalgın dalgın dolanıyordum. tapuyu alıp fotoğrafını babama gönderirken bile bir türlü sevinemedim, ite kaka gülümsemeye bile çalışsam gülemedim.

    çünkü daha tapuya gitmeden emlakçının dükkanında ona 2500 nakit parayı yani bir aylık emeğimi tak diye çıkarıp verdim. sabahtan beri recep tayyip erdoğan'dan ve müslümanlığın faziletlerinden başka laf etmeyen müteahhit abimize de tapu da ve banka'da olmak üzere paranın tamamını verdim. bankaya ise gelecek on yılımı ipotek ederek çektiğim 100 bin tl ye karşılık ödeyeceğim 180 bin tl nin altına imzalarımı basarak geleceğimi verdim. birde o dosya masrafı yok mu, hani 80 bin tl faiz ödemenizin tatmin etmediği bankayı orgazm delisi yapacak dosya masrafı, 1750 tl, içe oturmayacak gibi değil, oturdu işte...içime tek oturan o mu? birde bu konuyu tanıdığım bankacı arkadaşlara açtığımda, bankayı savunan bu ahmak, bu kraldan fazla kralcı banka çalışanı arkadaşlar...

    bankacı mutlu, müteahhit de mutlu, emlakçı da mutlu, bir ben mutsuzum aq... çünkü ben emekçiyim, emeği verenim, emeği çalıp üzerinden yüksek karlar sağlayan kişi değil. çok zaman sarfederek az kazanıyorum ki birileri az zaman sarfederek çooook kazanabilsin diye...kaderimiz diğer sıradan emekçiler gibi. ha burda o zenginleri kıskandığımı onlar gibi olmak istediğimi sanmayın. istediğim tek şey onlar bizim gibi olsun, emek versin, üretsin, ama çalışanın sırtından kimse geçinmesin işte. ama olmuyor, çünkü biz aptalız, bu evi aldığım için ben aptalım, çünkü atalarımız mağaralarda veya kendi yaptıkları derme çatma evlerde yaşayabiliyorken bu üst üste istiflenmiş betonarme yapılarda yaşamak için gerekli hırsa sahip olmakla ben hata ediyorum. benim gibiler hata ediyor. bir koca bina da balık istifi gibi onlarca aileyiz, emekçiyiz yaşıyoruz. biz emek veriyoruz, bizi tezgaha dizenler, patronlar, soylular, bankacılar, müteaahhitler birde bunların ayakçıcı olan emlakçılar yiyor. öyle işte bu sıradan insanların bu sokaklarda yaşadığı düşününce travma yaratan hikayeler. ama öyle işte...

    emlakçı toplasan bir kaç saatlik uğraşla bir aylık emeğin olan o parayı attı cebine iyi mi, hadi şimdi git otur götünü kırıp o yeni evinde...

    banka toplasan bir kaç saatlik uğraşla on yıllık emeğine, parasını ödeyemezsen de hayalini kurduğun o eve ipotek koydu hadi şimdi git otur götünü kırıp o yeni evinde...

    otur tabi oturabilirsen, mutlu huzurlu, henüz sarf etmediğin emekler daha bu günden satılmış iken...

    birde unutmadan; bizim müteahhit ile banka özel güvenliği arasında geçen diyalog; "geziden önce faizler 0,62'ydi, tayyip erdoğan sağlam bir istikrar getirmişti, bakın şimdi faizler 1,14, batırdı memleketi bu geziciler..."

    zaten o bitkin halimle yutkundum itiraz edip savunamadım geziyi, insanların avm'lere, rantlara karşı yaptığı haklı mücadeleyi...

    banka mutlu, kredi işlemlerini yapan bankacı mutlu, müteaahit mutlu, emlakçı mutlu, banka güvenlik görevlisi mutlu...

    ev sahibi olan ben mutsuz, muhtemelen o evi yapıp ev sahibi olamayan işçiler mutsuz...

    bir yerde tropikal bir ada keşfederseniz, bana da haber verin, sataram köyü ha deyip yakarım gemileri, başımı sevdiğimi alır gider derme çatma bir kulübe yapıp ihtiyacım kadar üretip, kağıt parçasına para diyerek bu kadar mana yükleyenlerden uzak, mutlu mesut yaşarım.

    orda da vergi alırlar mı bizden? aslında kimsenin olmayan toprağı parselleyip orda da satanlar var mıdır? yüksek faizle insanları borçlandırıp geleceklerini ipotek eden bankalar orda da var mıdır?

    ütopya mı bu?

    bence değil...

    sevgiler...

  • lozan antlaşması

    değerli okurlar, toplaşın zira az sonra ağız dolusu küfürlerle bir takım gerçekleri günyüzüne sereceğim;

    lozan antlaşmasını 2023 yılına kadar maden çıkartamayacağımız üzerinden vurmaya çalışan dingiller buyrun aşağıda ki paragraf size;

    ulan gerizekalı, ulan sığır oğlu sığır, ulan dingil oğlu dingil vs

    - madem biz ülke topraklarından maden çıkartamıyoruz, ta ilkokul sıralarında dahi öğretilen ve en geniş yatağı zonguldak ve çevresi olan ve dahi demir çelik sanayiinin hammedesi olarak kullanılan "taş kömürü" neyin nesi? dinazor yumurtası mı embesil oğlu embesil?

    - yaygın olarak türkiye'nin her bölgesinden çıkarılan, ek olarak yakın tarihimizde 301 madenciye mezar olan manisa/soma'da çıkarılıp genel olarak termik santrallerde kullanılan "linyit" çakıl taşı mı?

    - elazığ'da, artvin/murgul, kastamonu/küre'de çıkarılan "bakır" madeni orangutan kalıntısı mı?

    - %80'i divriği'de olmak üzere ülkenin her yerinden çıkarılan "demir" cevheri maden suyu mudur?

    - kibrit, barut, tarım ilacı ve gübre yapımında kullanılıp ısparta/keçiborlu, denizli/sarayköy'den çıkarılan "kükürt" atom bombası kalıntısı mı?

    - çeliğe sertlik kazandırmak ve direncini artırmak için zonguldak/ereğli, artvin/borçka çevrelerinde çıkarılan "manganez" cevheri fosilleşmiş memeli dışkısı mıdır?

    *
    *
    *
    - ve son olarak hani çıkaramıyoruz deyip ortalığı ayağa kaldırmaya çalıştığınız, lakin balıkesir'de sultançayırı ve bigadiç, eskişehir'de seyitgazi ve kütahya çevresinde çıkarılıp işlenen bor madeni nükleer atık kalıntısı mıdır be tek hücreli canlı kadar kapasite sahibi olmayan sığır oğlu sığır? kaynak bak bakalım kaynağa ne kadar rezerv çıkarmış ülke?

    madem maden çıkartamayacağız 2023'e kadar yukarda yazılı olanlar neyin nesi? tarım ürünleri mi dingil?

    ayrıca ülke'de çıkarılan tüm madenler için ppt formatında kaynak isteyen indirip pdf'e dönüştürebilir. internette gerekli bilgi mevcut.

    aşağıda ki açıklama ise lozan'da boğazları sattığımızı düşünen dingil oğlu dingillere ithaf olunur;

    ulan öküz oğlu öküz;

    lozan'da boğazlarla ilgili kısıtlayıcı olan bir takım sıkıntıların giderilmesi için 20 temmuz 1936'da bulgaristan, fransa, büyük britanya, avustralya, yunanistan, japonya, romanya, sovyetler birliği, yugoslavya ve türkiye arasında "montrö boğazlar sözleşmesi" imzalanmıştır. yani günümüzde geçerli olan lozan değil bu sözleşmedir.

    sözleşmenin türkçe çevirisi için pdf kaynak

    ayrıca lozan barış antlaşması için pdf kaynak

    ayrıca antlaşma metinlerini yandex disk'ten indirmek isteyenler.

    ve dahi anlaşmaların orjinal metinlerini görmek isteyenler, murat bardakçı yayınladı efendim, araştırıp bulabilirsiniz.

    doğru düzgün bir sikim okumadan insanların cehaletinden faydalanıp yalan yalnış çer çöple zihinlerde tahribat yaratmayınız, haysiyetsiz, şerefsiz, iki yüzlü ahlaksızlar, önce okuyunuz, ortaya attığınız iddaları temellendiriniz...

    -sizin o ağabeyiniz, büyük üstad vs dediğiniz mustafa armağan haysiyetsizine geçen twitter'da; "ulan dingil, osmanlıca dahil kaç dil biliyorsun, kaç ülke arşivinde çalıştın, kaç belge yayınladın?" diye sordum, engelledi primat sıçmığı...züriyetsiz damat ferite züriyet üretip "torundan mektup var" diye kendi götünden uydurdurup yayınladığı belgeyi görünce sevgili murat bardakçı façasını almıştı aşağı neyse...

    son söz; değerli okurlar kullandığım hakaret içeren üslup için aklı başında insanlardan özür diliyorum. lakin bu tür yalan yalnış çer çöpü ısrarla konu edip insanları yanlış yönlendirerek cumhuriyet'i tahrip etmeye çalışan bozguncu haysiyetsizlerin başka bir üsluptan anladıkları malesef yok. dolayısıyla insani değerleri kötüye kullanmaktan, yalan konuşmaktan, iftira atmaktan geri durmayan bu tür haysiyetsizleri başka türlü ifade edebileceğimin yolunu bulamadım malesef...

    not; mustafa armağan diyor ki, kemalistlerin ağzından lağım akıyor, evvela kemalist değilim ve fakat lağımın kendisi siz olduğunuz için, meaplarınız hakkında bahsederken üslup kendiliğinden lağımlaşıyor efendim...

    önemli not; dostlar pdf olan kaynaklar doğrudan bilgisayara iniyor, eğer göremediyseniz, ya engellenmiş ya da bilgisayara inmiştir kontrol ediniz.