demedidemedim9
profili

  • avrupa sınırında donarak ölen türk

    son birkaç yılda avrupa'ya göç etmiş olup, üç beş kuruş youtube geliri elde etmek için, sürekli market fişi videoları çeken, ülkesinden, anadilinden, ailesinden, anılarından 8 bin km uzaktaki soğuk ve ruhsuz kanada'nın ormanlarında termosta kahve içerken insanca yaşadığına inanıp, buna türkiye'deki garibanları da inandırmaya çalışan, 'bakın siz sürünürken ben kanada'nın ormanlarında insanca kahve içiyorum' videoları çeken samimiyetsiz ve sığ youtuberlar; türkiye'dekiler sürünüyorlar, evet, buna muhalif değilim, ama, sizin yaşadığınız hayat da zavallıca değil mi? türkiye'de kalanlar kaybediyorlar da siz gerçekten hiçbir şey kaybetmiyor musunuz?

    göçmenliğin gerçeklerine hiç değinmeyip, ekşi sözlük dahil, sosyal medyada sürekli hava atıp, ego kasma peşinde olan, avrupa'nın bireysel, ruhsuz, kasvetli hayatından hiç bahsetmeyip, yurt dışı gerçeklerinden bihaber yaşayan türkiye'deki gençler tarafından poh pohlanıp, üç beş fazla fav alabilmek için, yaşadığı anlamsız, ruhsuz, aidiyetsiz ve kimliksiz hayatı gizleyip ya da kabullenemeyip, sırf avrupa'da yaşadığı için kendisini ayrıcalıklı göstermeye çalışan, avrupa'ya şu son yıllarda göç etmiş eğitimli(!) türklerin artık kendilerine çeki düzen vermeleri gerektiğini düşünüyorum.

    türkiye'nin son yıllarda içinden geçtiği buhranı biliyoruz. o ülkeyi bu hale getirenlerin hiç utanmayacaklarını da biliyoruz.
    fakat sizin, yani son birkaç yılda yurt dışına göç etmiş olanların, gerçeklerden kopuk yurt dışı hikayelerinizin, bu tür trajedilere katkısı olmasın lütfen!

    sadece çok üzgünüm. rahmetlinin ailesine sabır diliyorum.
    bu yolculuğa çıkmadan önce seni tanımış olsaydım "karşıya geçmeyi başarmış olsan da cennete düşmüş olmayacaksın arkadaşım" derdim.

  • kürdistan'ın kurulmasının türkiye'ye faydaları

    ilk entry bir dert, en beğenilen entry ayrı bir dert!

    memleketin ekonomisi saatli bomba gibi, sınırlarımız kevgire dönmüş, artık asker tarafından korunmuyor! hukuk sistemi tıkanmış, liyakat dersen hak getire, siyasal islam başımıza kara bulut gibi çökmüş, işsizlik, umutsuzluk gençlere "keşke norveç'te b*k olsam" dedirtiyor ve siz, memleketin binbir tane derdi varken kurduğunuz cümlelerden bihaber, içinde boğulduğunuz nefreti etrafa yaymaya devam ediyorsunuz!

    batıdaki kürtler giderse kurulsunmuş! isteyen kürt batıda yaşar, isteyen türk doğuda yaşar. bin yıldır öğrenemediniz birbirinizi sevip, saymayı, birlikte yaşamayı!

    korkarım ki siz, bu kafayla giderseniz türkiye ne türklere, ne de kürtlere kalacak!

  • bozcaada + sevgili + gün batımı + şarap + peynir

    ağva + kar + şömine + sıcak şarap + klasik müzik + sevgili

    artvin + dağ evi + demli çay + köy kahvaltısı + kazım koyuncu + sevgili

    boğaz + tekne + rakı + balık + sanat müziği + sevgili

    ege + taş ev + ud + gramofon + radyo tiyatrosu + sevgili

    akdeniz + toros dağları + kekik kokusu + yörük çadırı + semaver çayı + keçi + sevgili
    ...

    tühh, bütün kombinasyonların sabiti sevgili oldu.

    bir tühhh de, yaşanacak onca güzel şey varken, hayatımdaki şu lanet kombinasyona gelsin
    12 saat mesai+yürüyüş+duş+yemek+uyku

    çalışmaktan başka her şey yasaklanmıştı: sokakta yürümek, eğlenmek, şarkı söylemek, dans etmek, buluşmak, her şey yasaklanmıştı. / george orwell

    yok, bence ben yukarıdaki tüm kombinasyonları bir gün yaşayacağım -bu arada bu bilinmeyen sevgili kişisi de çok şanslı olacak

    bu gece bana ilham veren şarkıyı da paylaşalım
    hasretlerini bana, bana bırak
    mutluluklar senin olsun

    edit: “o keçiyi sal, onu niye koydun oraya” demişler. kafamı bozmayın, tüm kombinasyonların sabitini keçi yaparım yine salmam onu.

  • türk kızlarının sohbetinin kısır olması

    zihinsel uyum yakalamak!
    iki insanın başına gelebilecek en müthiş tesadüf.

    bu uyumu yakalamak için iki insanın da, bilgili, entel, zeki, görmüş-geçirmiş vs. olması gerekmiyor.

    aynı şiiri okuyup, aynı filmi izleyip, aynı gökyüzünü seyredip, benzer hayat koşullarından geçip tamamen farklı şeyler algılayabiliyorsunuz.

    birbiriyle çok eğlenceli iletişim kuran bir çiftle karşılaşıyorsun; adama bakıyorsun geri zekalı, kadına bakıyorsun o da aynı, fakat aralarında müthiş bir uyum var;
    anlamsız tik tok videoları izleyip birlikte saatlerce gülebiliyorlar. espri anlayışları aynı, giyim zevkleri birbirine benziyor, hatta kavga ettikleri zaman bile, sosyal medyadan paylaştıkları ‘özlü’ göndermelerle çok şirin olabiliyorlar.

    zihinsel uyum yakalamış iki insanın birbirine anlatacak çok şeyi vardır

  • ekşi itiraf

    bu entry öfkeliyken girilmiştir.
    yer londra.
    geçtiğimiz hafta evdeki odanın birini kiraya vermek için bir siteye ilan verdim. siteye ödeme yapanlar telefon numaramı görebiliyorlar.
    hiç tanımadığım bir adam whatsapp’tan türkçe mesaj göndermiş. genellikle oda arayanlar numaramı direkt aradıkları için biraz şaşırdım ama önyargılı olmak istemedim.
    adam bir kadın akrabasına oda aradığını, akrabasının londra dışında olduğunu, iki hafta sonra geleceğini, gelip odayı kendisinin görmesinde bir mahsur olup olmadığını sormuş.

    ben de olur, gelip bakabilirsiniz dedim.
    adam geldi, odanın videosunu çekip akrabasına gönderdi, akrabası ok dedi vs.
    ayak üstü beş-on dakika muhabbet ettikten sonra adam gitti.

    ertesi sabah hiç beklemediğim bir şey oldu. adam bana “günaydın” mesajı gönderdi.
    ben bir yerlerde hata yaptığımı anladım ve günaydın mesajına cevap bile vermeden direkt “odayı akrabanıza veremeyeceğim maalesef...” diyerek birkaç da yalan uydurmak zorunda kaldım.
    “sizi zor durumda bıraktığım için kusura bakmayın, iyi günler” diyerek resmi olduğunu düşündüğüm bir dille adamı başımdan attım, daha doğrusu attığımı düşündüm.

    adam sabah akşam mesaj göndermeye başladı, hatta cuma akşamı için bir planımın olup olmadığını yazmış!
    cevap vermiyorum.
    ertesi sabah kalktım, adam beni görüntülü aramış!
    inatla engellemiyorum, hiç tanımadığım bir adamın, lanet olası numarasını engelliler kaydında görmek istemiyorum.
    ısrarla sabah, öğle, akşam mesaj gönderiyor ama girip bakmıyorum bile.
    arkadaşımı aramak için online olduğum dakika adam yine aramaya başlıyor, yüzüne kapatıyorum.
    ismimin son harfini uzatarak yazıyor.
    cevap vermiyorum.
    bu akşam hiç tanımadığım bir numaradan arama geldi, oda için aramışlardır diyerek açtım telefonu.
    adam ingilizce birkaç soru sordu, cevap verdim, ben birkaç bi şey sordum, ingilizcesi yeterli gelmeyince türkçe’ye geçti.

    ben x deyince tüm sinir hücrelerim yerinden zıpladı. meğerse adam benimle konuşmak için farklı numaradan arayıp, kendisini yabancı gibi tanıtmış.
    telefonda bağırmaya başladım.
    “bu ne cüret, bu ne hadsizlik! sizi tanımıyorum bile, size nezaket gösterip, odaya bakmanıza izin verdim ne hakla beni bir haftadır rahatsız ediyorsunuz. yeter artık haddinizi bilin ve beni bir daha rahatsız etmeyin” diyerek yüzüne kapattım!

    hayır arkadaş, yalnız yaşayan her kadın “başımda bir erkek olsun” diye karşısına çıkan her adama yüz vermiyor. bizim de hislerimiz, beğenilerimiz, göz zevkimiz var, sırf yalnız yaşayan bir kadın olduğum için bu cesareti kendinizde nasıl buluyorsunuz!
    mesajlarınızdan bir tanesine bile cevap vermiyorsa karşınızdaki kişi size ilgi duymuyordur.
    bunun illa ki yüzünüze mi haykırılması gerekiyor!

    bir de türkiye’ye gidip, ege’nin bir köyünde kendime hayat kurma hayalleri kuruyorum - “kadın başıma” beni rahat bırakacaklarmış gibi!

    edit: tekrar rahatsız edip, etmediğini sormuşlar. hayır tekrar aramadı, yukarıda yazmadığım çok sert sözler sarfettim ve tekrar cesaret edeceğini sanmıyorum -ki öyle bir şey olursa polisi ararım.

  • yazarların son 10 günlük iş durumları

    yer ingiltere.
    hesap-kitap işleri yapıyorum. binlerce çalışanın olduğu şirketin anlık mali durumunu hesaplayıp, sonuçları ilk ben görüyorum.
    şubat başından itibaren, bir gün öncenin kapanışını sabah 8:30’da hazır etmemi istediler. hesaplar yetişsin diye sabah 7:00’de kalkıp, hesabı ceo efendi hazretlerine direkt gönderiyorum.
    günde 12-15 saat çalışıyorum.
    yer ingiltere (insan hakları ve medeniyetin merkezi!)

    hesaplarda en ufak bir hata yapma şansım yok, onlarca parametre, onlarca excel dosyası.. kafası zehir gibi çalışan şirket yöneticilerden gelen ahiret soruları, alınan yeni kararlar, her kararda arap çorbasına dönen hesaplar, stres, mide krampları...

    iki gün önce, gece 10’da bilgisayarı kapattım, günün stresinin etkisiyle hıçkırarak ağladım ve olduğum yere sızdım, ertesi gün sabah 7’de kalkıp sil baştan yaptım.

    odanın birini airbnb’den bir italyan’a kiraya vermiştim -virüs nedeniyle benim evde mahsur kaldı. baktım konserve yemeklerle ömrü geçiyor, benim yaptığım yemeklerden yiyebilirsin dedim -yaptığım yemekleri o kadar çok seviyor ki, her gün heyecanla ne pişireceğime bakıyor. hayatta karşıma çıkan herkesin hayatına dokunmuş ya da hayatını kolaylaştırmışımdır.
    herkesin bir dünyaya geliş nedeni varsa, benim nedenim kesin, “başkalarının hayatını kolaylaştırmak” tır.

    “ne ekersen onu biçersin” sözü benim hayatımda “iyilik ektim, kötülük biçtim” olarak dönüş yaptı -ektiklerimi biçseydim şu an başka bir yerde olurdum, bundan eminim.

    pratik ve becerikli biriyim; bugün çeşit çeşit ev ekmekleri yapıp, pişirirken, ege’de bir köyden arsa alsam, mütevazi bir taş ev yaptırsam, birkaç tavuk besleyip, her sabah kümesten aldığım yumurtayla, bahçeye ektiğim domates, biber ve yeşilliklerle, kendi yaptığım tereyağıyla, rengarenk çiçeklerle donattığım bahçemde kahvaltı etsem diye düşündüm. zeytinyağımı, nar ekşimi, salçamı bile kendim yaparım belki, kim bilir?
    ha bir de, elinden iş gelen, kafası çalışan, yakışıklı birini (üçü bir arada gibi oldu) bulursam ona da bahçe fırını yaptırmayı düşünüyorum -ekmekleri organik ortamda pişirmek için.

    virüsten, depremlerden, felaketlerden, fazla mesailerden, stresten ölmezsem, şirket batıp işten çıkarılmazsam birkaç seneye kadar hayal ettiğim yerde olacağım.
    tüm gün risk hesapları yapınca, hayatıma dair olası tüm riskleri de düşünüp, hayallerimi bile süzgeçten geçiriyorum.

    hayatın gerçeklerine dönecek olursak;

    kapılar tutulmuş, neylersin?
    neylersin?
    içerde kalmışız
    yollar kesilmiş,
    şehir yenilmiş,
    karanlık bastırmış,
    hayal kurmazsın da,
    neylersin

  • ekşi itiraf

    bugün kombiyi tamire gelen adam(yer londra) bana “türk müsün?” diye sordu.
    “evet, nasıl anladın?” dedim.
    “evinin çok temiz olmasından anladım. sadece türklerin evi bu kadar temiz oluyor.” dedi.

    bir gün isveç’te, benim balkondan alt komşumun balkonuna yanlışlıkla bir şeyler döküldü.

    elime kova ve deterjan alıp kapısını çaldım; özür dileyerek balkonu temizlemek için izin istedim.
    eve girer girmez kokudan, pislikten, dağınıklıktan baygınlık geçirmek üzereydim. pantolonumun paçasını kıvırıp balkona kadar neredeyse zeybek oynayarak çıktım. bir de salonun ortasına kocaman yatak atmış, yatağın üzerinde salçalı yemek tabakları doluydu.

    bir arkadaş, hintli bir ev sahibinin, pis oldukları için kendi milletine evini kiraya vermek istemediğini ve özellikle türk kiracı aradığından bahsetmişti.

    ev temizliği konusunda türklerden daha temiz bir millet gerçekten görmedim.

    keşke doğayı korumak, sokakları temiz tutmak konusunda da bu kadar titiz olsaydık.

  • mehmet pişkin

    üzerinden yıllar geçmesine rağmen intiharı hala hatırlanıyor ve bunun ana nedeni bıraktığı videodan ziyade, mehmet pişkin’in kimliğiydi diye düşünüyorum ben. öyle ki, her gün çok sayıda insan, çok trajik nedenlerden dolayı intihar ediyor ve hatta bunu canlı yayında yapanlar bile oluyor.
    buna rağmen, mehmet pişkin’in intiharı bizi daha çok etkiledi ve etkilemeye devam ediyor.

    bu intiharın arkasında modern insanın en büyük sıkıntısı olan varoluşsal bunalım vardı.
    video’da para sıkıntısından, sağlık, aile, aşk vs. gibi sorunlarından bahsetseydi belki de çoktan unuturduk ama dışarıdan “renkli” görünen bir hayatı vardı. üstelik eğitimli, kariyer sahibi, “seçkin” bir nişantaşı çocuğuydu.

    oysa intihar videosunda ne kadar boş bir hayat yaşadığını şuna benzer cümlelerle vurguluyordu;
    “daha çok parti yapıp, daha çok eğlenebilirdik”
    aslında “yaptığımız partilerde hiç eğlenmedim” “kişiliğime uygun olmayan bir hayat yaşadım” “siz benim eğlendiğimi sandığınız zamanlarda bile, ben yaşadığım hayatın anlamsızlığını sorguluyordum” demek istiyordu. belli ki çok felsefi ve derin düşünüyordu ama ona biçilmiş bir “nişantaşı çocuğu” olma rolü vardı ve ondan ancak ölerek kaçabilirdi.

    keşke bir süre çevre değiştirseydi. ne bileyim işte, bir köye gidip birkaç tavuk besleseydi, balık tutsaydı, zorluklardan geçmiş, sıradan insanlarla konuşsaydı, çocuk yurtlarını, huzur evlerini ziyaret edip evsiz insanlarla tanışsaydı.
    ölüm eninde sonunda gelecekti, keşke anlamlı bir şeyler yaparak o günün gelmesini bekleseydi.

    oysa okunacak kitapları, yaşanacak aşkları vardı.

  • kabullenildiğinde olgunlaştıran acı gerçekler

    masumiyetinizi paylaştığınız herkesi kaybedersiniz.