böyle bir durumda hesabı ödeyip bi daha muhatap olmayan kadının arkasından: "eheh hesap ödemek çok koydu herhalde" falan diyorsunuz ya, demeyin. kadın büyük ihtimal sizi beğenmemiştir. arkasından laf ettirmemek için hesabını öder ve çeker gider. test yapayım derken madara olmayın yani.
ha bir de, parasından falan değil de, şık değil arkadaş ya. cinsiyet rolleri başka şey, hakta hukukta eşitlik başka. ilk buluşmada herkes kendi ağırlığında hareket etti mi, zaten devam eden ilişkilerde fedakarlık şekilleri eşit dağılıyor, merak etmeyin, hak geçmez.*
ayrıca o kadar eşit olmak istesem lezbiyen olurum, ne kılla tüyle uğraşıcam?
ooopapatya34 profili
-
ilk buluşmada hesabı kadına ödeten erkek
-
yazarların bir ilişkiden beklentisi
(bkz: olması)
yok yok öyle değil. ilişki olsun da nasıl olursa olsun anlamında değil yani.
iki taraf da orda “olmalı”. varlıklarını hissettirmeli.
tüm sosyal ilişkilerin temelinde karşılıklı beklenti var. herkes bişey alacak ki devam etsin.
ben çok seviyorum mesela akıl almayı, danışmayı, zaman zaman şikayetlenmeyi, derdimi paylaşmayı. aynı şekilde dinlemeyi de. eksiği gidermeyi, görmeyi, duygusal ve fiziksel anlamda beslemeyi.
sevmek sevişmek ilişkinin yakıtı, o başka elbette. dediğim, herhangi biri ile yapmak istemediklerini yapmak, onlara da hazır olmak.
birini, seçerek, severek, benimseyerek hayatına dahil etmek, orda kalsın istemek öyle değerli hissettirir ki. bağımlısı olduğumuz duygu bu işte. tam tersi olan istenmemek de bir o kadar yıkıcı. o nedenle bunu bir şekilde hissettiğimizde kırılıp dökülüyoruz.
ama o da olacak. herkes her şeyi her zaman aynı şiddette istemiyor. faydası zararından çok olan kalacak, az olan bitecek. illa birileri daha fazla üzülecek. bunun sitemi olmaz. yarası olur, sancısı olur, üzüntüsü olur, onlar da zamanla son bulur.
mevzu, “o an” orda olabilmek. orda olamadığını düşünürsen ise altın kafesin kapılarını açabilmek. -
yazarların tatil denilen şeyden anladıkları
hazırlıksız, bi şort bi tişört bi mayo ile çıkılan, kafana esen yerde konakladığın, canının çektiğini yediğin, içtiğin, keşfettiğin, yanında da her şeyden şikayet etmeyip ortama bukalemun gibi uyan birinin olduğu tatil…
-
ben kemal geliyorum
halkız, haklıyız, aday kim olursa olsun bu seçimi alacağız. bu seçimi dede ile almak ise kaymağı, balı olacak işin.
seçmen istemiyormuş. dönün bakın bi kılıçdaroğlu nefretini kim körüklüyor, burdan kim besleniyor. başlığı açıp kaçanlar, “babadan chp'liyim ama” diye akılla alay edenler, satır aralarında hayatımızı gençliğimizi çalana “reis” diye üstü kapalı övgü dizinlerin niyetlerini anlamayanlara da yazıklar olsun.
sosyal medyada görüyoruz. iki kelime türkçe yazmayı öğrenen yabancı uyruklu, her postun altına “kiliştar gelmesin” yazıyor. bunca karalamaya, mülteci sorununa yaklaşımına yapılan manipülasyona rağmen, onlar bile biliyor buradaki saltanatlarının kimin eliyle sonlanacağını. bi siz anlamadınız.
gel dede. yanında bi ben kalsam, gene gel. götündeki boku temizlemekten aciz ergenler kötü mizahla muhalefet etme gayretinde ya, gören görüyor, bilen biliyor. bunca moral bozmaya, kirli muhalefete, fiziksel ve psikolojik saldırıya rağmen yıkılmadın ya, bu çeyrek tiranın tek ilacı sensin, ben bugün bunu anladım. -
evlenmek istiyorum lan ben eşiği
evliliğimin ilk yıllarında, evimize gelen yeğenlerim, arkadaşlarım, eşimin arkadaşları falan hep “yahu evliliğe özendik” diye ayrılırdı. öyle uyumlu ve eğlenceli bir portre çiziyorduk. yeni boşandığımda, bunu henüz bilmeyen eski bir öğrencimi evliliği için tebrik ettiğimde, “sizi örnek alıyoruz hocam, sizin kadar mutlu olur muyuz?” demişti de yanıtım karşısında şoke olmuştu: len biz boşandık ya!
öyle gaza gelmeyin yani. sizi imrendiren ilişkilerin iç yüzünü bilemezsiniz. benim çok mutlu arkadaşlarım, kuzenlerim var. evlilikleri çok iyi gidiyor, birbirlerinin gözlerinde eriyorlar. bayılıyorum izlemeye. ama imrenmiyorum. evlilik, tek başına imrenilecek bişey değil.
biri olur, ve onu istersiniz. her sabah yanında uyanmak, derdini çözmek, gece uyutmak, birlikte yemek, içmek, gezmek, sevişmek… hep olsun, hep orda dursun. o zaman mantıklı evlilik. başkasının evliliğinin size faydası yok. aslında tam olarak ketçap gibi; tek başına yenmez ama doğru yiyecekle de tadına doyulmaz.
kısaca, yok öyle bi eşik, olmamalı. özentiyle gaza gelip pişman olmayın. -
özel sektörde her gün başörtülüler reddediliyor
devlette de atatürkçü gençler mülakat adı altında doğrandığı için, işveren artık kendi dünya görüşüne yakın çalışanlara öncelik tanıyarak adaleti sağlamaya çalışabiliyor. en azından benim çalıştığım kurumlarda böyle oldu hep.
kpss'de derece yapıp mülakatta elenen gencecik çocuklara saysın sümeyye hanım. -
17 aylık bebeğin akranı tarafından darp edilmesi
saldırgan çocuğun ya ailede ya da yakın çevrede şiddet gördüğünü gösteren olay. iki kere iki, dört.
özel okuldayım. on bir yaşında bir kız öğrencimde engel olamadığı bir şiddet davranışı söz konusu. öfke kontrol sorunu var ve ilk tavrı daima vurma, küfür etme oluyor. aile de bizimle irtibatında şeker gibi. ama görüşmede sormak durumunda kalıyorum, şiddete maruz kalıp kalmadığını.
anne kabul etti ağlayarak. baba da anne de hekim. gençler üstelik. ama baba da zamanında aile içi şiddete maruz kalmış ve zaten zor bir çocuk olan kızını idare edemediğinde şiddete başvuruyor.
çocuk ise standartta babaya aşırı düşkün. bu nevi durumlarda düz akılları, iki türlü yorum yapar:
1- babam yaptığına göre bu davranış doğru
2- vurmak kötü diyor öğretmen ama babam kötü değil. (bu noktada babayı aklamak için şiddete meylediyor)
yani çocuk, çelişki sevmez. gri yoktur üstelik onda. siyah ya da beyaz. babayı aklamak için baba gibi olmaya başlar. yetişkin olunca da "babam iyi ki dövmüş, yoksa asla yola gelmezdim" diyen biri olacak bu. bize uyguladığı şiddeti : "beni de öğretmenim çok dövdü. iyi ki de öyle yaptı, öğretmen oldum sayesinde" diye aklamaya çalışan bir ilkokul öğretmenim vardı. gidip kendi öğretmeninden intikam alma şansı yoksa, içinde aklayarak başediyor koca adam. o böyle yapıyorsa el kadar bebe naapsın?
vuran çocuk incelenmeli, destek almalı. diğerine de müdahale şart. süreç iyi yönetilmezse o da aynı yola başvurabilir güçsüz çocuk gördüğünde. doğa böyle işler.
kendi kızım dahil pek çok çocuğun büyüme aşamalarında aktif rol aldım ailede. çocukken şiddet görerek büyüdük hepimiz, yalan yok ama tüm kuzenlere bu konuda ısrarla telkin verdim: şiddet kabul edilemez, meşrulaştırılamaz, eğitim yolu olamaz. dinleyen de oldu dinlemeyen de. sonuç: anne babadan şiddet görmeyen çocuk, problem çözmede daha yaratıcı yollar buldu hep. yetişkinle işbirliği yapmayı, derdini anlatmayı, kendini meşru yollarla savunmayı öğrendi.
ha, sen fiske vurmadan büyütürsün, okulda iki tokat yer, ona da daha kolay gelir ve o da başlar. bunu da kontrol etmen lazım. günün sonunda yapılan sohbetler, sıkı takip önemli.
benim kız çocuk vurmayı bilmez. ben parmağımın ucuyla dokunmadım, babası da... ki ikimiz de agresyonu yüksek insanlarız ama mazeret değil. daha doğmadan dedik: şiddete başvurma hakkımız yok. o, bizim değil. sadece bizimle.
yani öyle bir hak tanımadık kendimize baştan hiç. şanslı velet, okulda da denk gelmedi. ama bu noktada ev seçerken hep muhite göre hareket ederek, gideceği okulun veli profiline dikkat ederek yol aldık. özel çocuk çünkü. zorbalık için açık hedef. şartları hep kontrol altında tuttuk bu nedenle.
doğamızda var şiddet diye kendinizi acizleştirerek sıyıramazsınız len yetişkinler! onu yönetecek de aklınız var, yok mu? ama seviyorsunuz meşrulaştırmayı. şurda iki dakikada çocuğu da anasını babasını da tokat manyağı ettiniz fantezilerinizde. biz ne diyoruz siz ne diyorsunuz yani.
eğitin, şekillendirin, yön verin, koruyun. ama ne görmek istiyorsanız, önce siz o olun.
edit: çocuğa piç diyen, boğazını sıkmak isteyenler falan var. yemin ederim koca gövdeli çocuklarsınız hepiniz. ama hepinize yetecek sayıda değiliz maalesef, sağduyulu insanlar olarak. aklınızı başınıza toplayın. altına odun attığınız bu şiddet, sizden uzak ve savunmasız haldeyken vuruyor çocuğunuzu. payınız hiç az değil. -
alkol alıp sigara içmemek
bira ile tanışıp aşık olmam 2 yaş... sonra üstüne 16 sene bekledim tabi. ama seviyorum. başka alkollü içecekler de tüketirim ama bira benim yaşamsal sıvım gibi. **
ama hiç sigara kullanmadım. kullanıp bırakma değil, hiç kullanmadım. alakasını da hiç anlamıyorum. büyük dayım da benim gibi. rakının hakkını verir, ama tek sigara içmez.
alkol keyiftir. sigara tutsaklık. * -
hiç aldatmamış ve aldatılmamış insan
aldatılmamak, bilginiz dahilinde olabilecek bir durum değil. yakalamamış olabilirsiniz belki. bir de size göre ne aldatma sınırlarında, ne değil, o da önemli. sanal ortamda uçana kaçana yürüyüp, sağındaki solundaki her kadınla flört edip, tensel temas olmadı diye "ben seni hiç aldatmadım" diyen bir eski eşim var, onu ne yapayım?
ya da, sevgili olduğu adamın evli olduğunu öğrenince "beni aldatmadı, karısını benimle aldattı" diyen polyanna tanıdım, ona sorsan hiç aldatılmadı.
bunlar takılacağınız işler değil. aldatılmak sizi değersiz yapmaz, aldatılmamak da üstün. karşınızdaki insan, vereceğiniz tepkiden korkmuyorsa, kişiliği de zayıfsa, her şekilde aldatır.
kısaca aldatılmak, naif insanın kaderidir. -
seni aldattım diyen sevgiliye söylenecek ilk söz
demiyorlar. kimse o kadar yürekli değil. ortaya çıktığında efendi gibi kabul eden insan bile az. kanıtları gözüne soktuğunda kalbi sıkışan adam var yahu, ne aldattım demesi *
bu saatten sonra bana birisi, "seni aldattım" derse elini sıkıp, yanaklarından öpüp dürüstlüğü için tebrik ettikten sonra....
şaka şaka tebrik yok. "sen de mi brütüs" der giderim, napayım. zaten insanlar, tepkisinden korkmadıkları naif insanları aldatıyor. aldatılmayanlar mükemmelliklerinden değil, dosta da düşmana korku salmalarından yani. biz herkese güven salıyoruz lanet ossun ki.
zaten aldatılıp sert tepki vermeyenlere hep geri dönülmeye çalışılıyor. uzun vadede içindeki don juan, atletle çekyatta yatan dayıya evrilen, huzur arama moduna geçip "bu iyiymiş aslında be yav" noktasına gelerek tekrar olta atıyor hatta ısrar da ediyor ama nafile. kimse aynı zehirli otu iki kere yemez*** -
türkiye yanarken instagram'dan fotoğraf paylaşmak
babamı kaybettiğimizde erkek kardeşim 20 yaşındaydı. babama en deli divane olduğu yaşlar. gece rastgele tuvalete kalkıp odasının kapısının önünden geçerken horlaması kesilirse, yeniden nefes aldığını duyana kadar kapının önünden ayrılmadığı, öksürüğünde canından can kopan, geciktiğinde gözü yolda kalan yaşlar…
sonra işte, biz babamı çok sağlıklı sanırken bir gece ansızın annem ve kardeşimin kollarında öldü.
ben haberi aldığımda üstümdeki tişörtü yırtmışım sinir krizi geçirirken. verilen ağır ilaçlara rağmen üç gün uyumayıp çırpındım, ciğerim söküle söküle ağladım.
oysa hiç ağlamadı. ağlayamadı. birkaç gün olmuştu henüz, evde kuran okunuyordu, kapı önünde radyodan maç dinliyordu, hiçbir şey olmamış gibi. kaçan gole falan üzülüyordu yani.
bir süre önce de ölen komşumuzun kızını gülüp şakalaşırken görmüştük arkadaşlarıyla da, şaşırmıştık haline ikimiz de. onu dedi bana. “abla ne garipmiş. ağlayamıyorum. yabancı mı öldü, babam öldü” diye hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı sonunda.
acılar öyle bireysel yaşanıyor ki. ben çok hızlı toparlanıp hayata döndüm, o uzun süre atlatamadı. sen mesela buralarda başkalarının sözde duyarsızlığı üzerinde kendini cilalayacaksın, o küçümsediğin ve tepkisiz bulduğun insan bu hayata çocuk getirmeye erinecek sen ard arda baby showerlar, diş partileri, çiş partileri yaparken. öyle kişisel.
ama sizin ne koca ağzınız varmış be arkadaş. neye üzüleceği, neyi sindireceği, neyi yiyip neyi yemeyeceği, neye gülüp neye söveceği ne de güzel bilinirmiş herkesin, sizin tarafınızdan. bravo üst düzey duyarlı arkadaş. sensin valla o. bravo. -
bebeği olmuş birine söylenmemesi gereken sözler
kızım meme tutamadığından iki ay sağarak besledim. ilk hafta stres içinde iki damla süt için manuel pompa ile kendimi perişan ederken babaannemle aramızda geçen diyalog:
-bana baaak, o aletleri, biberonları falan iyi kaynatıyosun di mi?
+e... evet?
- haaa ben iki çocuk öldürdüm öyle.
+!?!?
eski zaman, ikiz bebeleri olmuş bunun. sütü yokmuş pek, birkaç aylıktan itibaren inek sütü vermeye başlamış. iki cam şişeye sabahtan alıp kaynattığı sütü koyuyor, başlarına emzik geçiriyor, bütün gün o sütü içiriyor. içmedikleri zamanlarda tel dolapta saklıyor. şişeler gün sonunda yıkanıyor, ertesi gün aynı terane... kimse de demiyor sen ne yapıyorsun diye. bebeler de karın ağrısı, kıvranma, ağlama krizleri ile başlayan hastalığın ardından ölüyorlar.
sonrasında bende başlayan deliliği anlatmama gerek yok herhalde. önce kaynat, sonra sterilize et, ağzını iki dakika ayırdığı biberonu bir daha verme... neyse ki sonra sütü kaynağından almayı öğrendi küçük buzağı da rahat ettik hep beraber*
gözünüzü seveyim hassas yaklaşın taze anneye. şimdi yine bebeğim olsa, böyle bişey deseniz cevabı ağlamak olmaz, ağlatırım bilakis de, acemilik fena şey* -
bana aşık olma üzülürsün erkeği
-
kahve içmenin en çok zevk verdiği zaman
-
kendini yakan adamın annesinin rte'ye dua etmesi
meali; "tayyip canım*... bunlar, oğlum senin yüzünden öldü diyorlar, haberin olsun. ben bişey demiyorum. ben dolabımdaki erzağa bakarım. bu yaşıma kadar başka şeye bakmadım. evlat acısı vız gelir. sen beni gör, karnımı doyur. giden gitti. sen bana bak." olan sesleniştir.
leş gibi çürümüş kalbine senin... yazık... "öyle söyletmişler naapsın" diyene de yazıklar olsun. hadi ben kendimi yakayım da 62 yaşındaki anneme, 90 yaşındaki babaanneme söyletin bunları.
edit: torunları için dileniyor diyen var. ciğerim diyor ciğerim* erdoğan'ım diyor. başımızın üstünde kalasın diyor. yardım istemenin bile adabı var. ama sorsan, sorumlu bile tutmuyor, parmağında yüzükle gelip dünyanın en zengin liderlerinden olan şahsı, oğlunun kendini cayır cayır yakmasından. teyze evet. teyze... -
otel odasından çıkarken yatak toplayan kadın
otel odasından ayrıldıktan sonra zaten tüm çarşaf, yastık kılıfı vs.nin yıkanmak için alınacağını bilmeyen insandır. alınmıyorsa zaten o otelde kimse kalmasın.
niye küfür etsin görevli? ya da işini yapmasına müsaade ediyorum diye niye çorbama tükürsün?
her işin gerekleri vardır. işgüzarlık etmenize gerek yok, zorlaştırmayın insanların işini yeter. -
türkiye'de 2. el bebek kıyafeti kültürü olmaması
türkiye'de çok daha güzeli yapıldığından olmayan kültürdür.
biz çocuklarımızın kıyafetlerini eşe dosta, ya da ihtiyacı olana hediye ederiz, satmayız ikinci el diye. hatta büyütene dek kuzenler arasında gezer durur iyice sağlam olan giysi, ayakkabı oyuncak vs.
kızım doğduğunda maddi sıkıntım olmamasına rağmen, maddi durumu benden çok daha kötü kuzenimin verdiği bebek kıyafetleri ile büyüttüm yüzde seksen. kendi aldıklarımı, hediye gelenleri ise ailede ya da çevrede o an o yaş kıyafetine ihtiyaç duyana verdim. hatta önemli kısmını da yıkayıp ütüleyip bir kampanya vesilesiyle antalya'daki bir hastaneye, lösemili çocuklar için gönderdim.
giydiriyoruz efendim ikinci el. sadece satmıyoruz, bizim kültürümüz de böyle *
not: bişeyimizi de beğendim valla, mutluyum çok * -
ilk seks yapılan kişiyle bugünkü iletişim durumu
iki haftada bir haftasonu kızı alırken merhaba-merhaba... aşağı yukarı bu... ona sorsan, o da aynını der.
boşanmanın en garip tarafı bu olacak sanırdım; birine dokunuyorsun, o biri sana dokunuyor... çok özel bir şey bu bence* sonra yabancı oluyorsun, gerçekten yabancı. hiç dokunmamış gibi.
keşke ölene dek dokunmaktan imtina etmeyeceğim biri ile verme şansım olsaydı evlilik kararını. ve o biri de benim gibi düşünseydi... aksi çok yorucu ve üzücü çünkü, bir bedene, tene, kokuya demir atmayı seven için... -
söz nişan nikah kına gecesi düğün istemeyen kız
(bkz: sözlüğün donanım haber ölücüsü dolması)
işin doğrusu o kızlardan biriydim, şu an bi eşeklik edip evlensem, şort-tişört-terlik bile yapabilirim o işi çünkü delirmem lazım evlenmek için, delirince de kıyafet düşünecek değilim *
ama genç bir kız olsam, hayatımdaki adam buralara gelip burda böyle başlıklar açsa, ya da altına iç geçirir tarzda şeyler yazsa ifrit olurum. öyle görgüsüzce ve itici bir ifade tarzı ki bu...
para harcanmak için kazanılır. hayata bakış, ilgiler, yaşam tarzı gibi konularda ortaklık nasıl önemliyse, kazanılan parayı harcama biçiminde de benzer tutumlarda bulunabilmek mühim. yani siz sırt çantası ile bohem bir turist gibi dünyayı gezmek isterken evleneceğiniz kadın kollarına altın bilezikleri geçirip düğünde erik dalı oynamak istiyor olmamalı. mesele gereksiz harcama, gösteriş, düğün dernek değil. mesele temelde bu. sırf evlenmiş olmak için evlenme biçiminiz konusunda bile anlaşamadığınız insanlarla neden evleniyorsunuz zaten? -
ekşi itiraf
hamileliğimin ilk haftaları ... zorunlu harcamalardan dolayı ufak tefek maddi sıkıntılar var .eş kişisi, * maaşımı kullanma biçimimi sorguluyor, "nereye harcıyorsun paranı, nereye gidiyor" diye çemkiriyor tepemde. halbuki sigara yok, kuaför yok,makyaj malzemesi bile yok... bilmediği bi harcama asla yok. öyle içime dokundu ki,ertesi sabah uyandım, annemin düğünümüzde taktiği pırlantalı bilekliği üzerinde bir dakika bile düşünmeden kuyumcuya götürdüm. pazarlık bile etmeden sattım.
sonra bi içim acıdı. anneciğim, binbir özveri ile almıştı onu. itirazlarıma rağmen de caymamıştı alma isteğinden. "bir kere alalım, evladiyelik olsun, kızın olursa ona takarsın" diye.
eve geldi,söyledim. yalandan bi kızdı, "ne gerek vardı, hallederdik" falan derken dudağının kenarında beliren gülümseme, parayı alırkenki keyifli hali hiç gitmedi aklımdan.
paraya, mala mülke, takıya, mücevhere asla düşkün olmadım. aslında hatıra düşkünlüğüm bile yok. ama annem sever. severek aldı. ve yalan söyledim. "düşürmüşüm" dedim. hâlâ bilmez gerçeği. söyleyebileceğimi de sanmıyorum.
nerden esti gece gece. bilmiyorum. özür dilerim anne. iyi insan olmak ne kadar önemliyse, iyi insan seçmek de o denli mühimmiş, öğrendim.