edit: okumayı seven gencolara söylüyorum, şu entariyi de referans almanızı isterim.
(bkz: #49930856)
bir kılışdar vecizesi. kendisini tebrik ediyorum.
dün yapılan parti meclisi toplantısında bütün mevzu yerel seçimde aday belirleme yönteminin nasıl yapılacağı ile ilgiliydi. ve anladık ki kılışdar ve etrafındaki dar kadro yerel seçimlerdeki belediye başkanlarını kendisi belirleyecek. muharrem ince olağanüstü kurultay toplama çağrısı yaptığında birkısım delegeye yerel seçimlerde belediye başkanlığı ve belediye meclis üyeliği karşılığında imza vermemesi istenildi. imza verenlere geri çekmeleri karşılığında daha büyük vaadlerde bulunuldu.
ben bir cumhuriyet halk partisi seçmeniyim, yıllardır entarilerimde partinin durumunu dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım ancak satır aralarında kaybolup gitti. son genel ve cumhurbaşkanlığı seçiminden önce de dilim döndüğünce şerh düştüm, erdoğan'ın ilk turda kazanacağını söyledim.
"meclis aritmetiği açısından enteresan ihtimallerin yaşanacağını düşünsem de, erdoğan'ın başkanlığı konusunda tereddütüm yok..." (devamında erdoğan'ın lozan çıkışının nedenlerini ve önümüzdeki muhtemel sonuçları aktardım)
(bkz: #76841930)
(bkz: 24 haziran 2018 seçimleri tahminleri/@anarax)
neyse, konu bunlar değil zaten ama olur da beni tanımayan birileri troll olarak yaftalarsa diye önden peşin peşin söylüyorum. malum, bilmem neci değilim ama diye başlayıp ters psikolojiyle algı yaratmaya çalışan tonla ebleğin deşifre olması yüzünden bunu ekleme ihtiyacı hissediyorum. ikna olmayan varsa da bütün entari arşivim ortada.
seçimlerde chp'nin aldığı oy da belli, muharrem ince'nin aldığı oy da. bir çok kişi umutlarını muharrem ince'ye bağlamıştı ancak o da seçim gecesi ne olduğuna dair muamma nedeniyle ysk'nın önünde toplanma çağrısını saat 14.00'de ve 17.00'de yapmış olmasına rağmen sözünü tutamadı ve tonla şey yazıldı çizildi, altında ne tür bir durum olduğunu bilemediğimiz için o kısmı da geçiyorum, neticede 8 yıllık genel başkanın icraatleri karşısında yaralayıcı olsa da sözü dahi edilemeyecek bi' husus.
seçim hezimetinin ardından üç gün sonra kemal kılıçdaroğlu aynen şöyle söyledi:
koltuk sevdası olanların bu partide yeri yoktur. bu sözü net bir şekilde ince için söylemişti. parti içerisinden kimse de dönüp kendisine demedi ki, aga hayırdır, ne işsin sen?
düşünün ki seçmen tek bi' ağızdan kılıçdaroğlu bıraksın diye resmen isyan ediyor, parti içerisindeki dengeler ise o koltukta bir yerel seçim geçirmesi için bastırıyor. nitekim hiçbir durumda seçmenin çağrısını ciddiye almayan kılıçdaroğlu, adil seçim rezilliğini yaşatan bilişimden sorumlu genel başkan yardımcısı onursal adıgüzel'i dahi görevden almadı, hesabı sorulmadı. bu vatandaşın bu iş nedeniyle chp'den ne kadar para aldığı üzerine dedikodular ayyuka çıkınca, vatandaş utanmadan ve sıkılmadan el ile doldurulmuş 35.000 tl değerinde bir makbuz çıkarttı. vatandaşın diline düştü, reziller rezili bi' hale soktu kendisini ama istifa etmedi...
neden istifa etsin ki? kemal kılıçdaroğlu neden genel başkanlığı bıraksın?
seçmen tamamen iyiniyetli olarak genel başkanlığın değişmesini ve yeni bir lider ile rüzgar yakalanarak siyasi iktidara karşı gerçek bir muhalefet anlayışı ile mücadele edilmesini istiyor ancak genel merkezin tek misyonu, siyasetçileri belli karanlık dengeler ölçüsünde belirlemekten ötesi değil, hiçbir zaman da olmadı, bu gidişle de olmayacak!
bakın gözümüzün içine baka baka dalga geçiyorlar bizimle ve her durumda chp seçmeninin partiye oy vereceğine dair bir öngörüleri var. ne olursa olsun, seçim döneminde insanlar yeniden lanet eder ve sandıkta chp'ye oy verir diye düşünüyorlar çünkü bu koltuğa yapışma sevdası başka şekilde açıklanamaz. varsa açıklayacak birileri, ciddiyetle dinleyeceğim...
partinin içinde işlerin nasıl döndüğünü merak eden varsa diye de, üç yıl önce yazmış olduğum bir entariyi şuraya bırakıyorum;
(bkz: #49930856)
...
uzatmadan; ben kılıçdaroğlu'nun bu restini görüyorum, uzun zamandır da görüyordum zaten. anladım ki seçmen tavır koymadığı sürece bu arkadaşlar bilmem kaç yıldır seçmeni güttükleri gibi genç seçmenine rağmen eski ali cengiz oyunlarını bırakmayacaklar. ben bu seçimlerde oy vermeyi düşünmüyorum. henüz sandığa gitmemek mi yoksa gidip de en yakın güçlü partiye mi oy verilmesi gerektiğine karar veremedim, seçim yaklaştığında bunun kararını vereceğim ancak bildiğim bir şey var; hiçbir koşulda bu partiye oy filan vermeyeceğim. yok akp belediyeleri alırmış, yok bu tavır bir işe yaramazmış, yok efendim kaybeden biz olur muşuz. ulan bunca yıldır siyasi iktidar bu kadar güçlenirken ne yaptınız, neye tampon oldunuz, neyinizden feragat ettiniz de utanmadan topu seçmene atma cürretini gösterebiliyorsunuz? parlamenter sistemin ruhuna fatiha bitirilip yerine bu başkanlık denilen tek adam sisteminin geleceğini bile bile siz oyun dışında kalmak en akıllıcası iken seçime girip meşrulaştırmadınız mı?
(bkz: belediye seçimlerinde chp'ye oy vermiyorum/@anarax)
sözün özü; önseçim yerine atama usulüyle belediye başkan adayları belirlendiğinde göreceksiniz; bu adamların derdi demokrasi, kalkınma, medeniyet seviyesini yakalamak filan değil, adamların tek derdi son atımlık kurşunlarını da sallamak: rant.
sayın kılışdar reis; benden sana oy moy yok, hadi başka kapıya!
bonus:
(bkz: cumhuriyet halk partisi genç milletvekili adayları/@anarax)
edit: zafer bayramımız kutlu olsun.
anarax10 profili
-
küskünler gitsin ak parti'ye oy versin
-
belediye seçimlerinde chp'ye oy vermiyorum
eğer önümüzde yakın zamanda gerçekleştirilecek belediye seçimleri olmasaydı, kılıçdaroğlu bi' dakika durmadan istifasını verir ve köşesine çekilirdi. lakin ki seçimler için aday belirleme süreci var ve şu an ki yönetim bu küçük olsun benim olsun rantını bırakmak istemiyor.
başlığı isterse birtakım siyasi iktidar yancısı coştursun, isterse bu ateşe odun atsın umrumda bile değil. ben siyasi iktidara muhalif birisi olarak söylüyorum; bu yönetimin belirlediği kadrolarla chp'ye oy vermeyeceğim!
açık değil mi?
bu yönetim bunca rezilliğe rağmen istifa seçeneği dışında seçmenin isyanına kulaklarını tıkayacak ve ben de belediyeler siyasi iktidara geçer diye gidip tıpış tıpış oy vereceğim yani öyle mi?
cidden bu mu bekleniyor seçmenden?
yok öyle yağma. tıpış tıpış gideceksiniz. ha gitmiyor musunuz? demek ki koltukta kalmak, belediyeleri siyasi iktidara yanlamaktan daha mantıklıymış size göre madem.
bu yönetim gidecek, bu illüzyon kalkacak, sorunun lider değil sistem sorunu olduğu idrak edilecek, öncelikle genel başkanlığa talip olan adaylar daha demokratik bi' parti organizasyonu oluşturabilmek için tüzük değişikliği sözü verecek, tek adamlıktan şikayet edenler parti içerisinde tek adam olmayacak ve bunun sözünü verecek, ikna olursam neden her durumda yaptığım gibi oyumu vermeyeyim ki?
ama sen benim oyumu çantada keklik göreceksin, beş para etmez adamları partinin en kritik bölgelerine yerleştireceksin, seçim gecesi dahi ıslak imzalı sonuç tutanaklarını toplayıp genel merkeze iletecek bi' sistem geliştirmeyeceksin, partinin bütün kadrolarını sana ne kadar biat ettiği ile ilintili olarak oluşturacaksın ve sonra seçmen sana yeter ulan dediğinde de ama siyasi iktidar belediyeleri alır rererö diye yine aba altından sopa göstereceksin...
e hadi bakalım, siz o koltuklarda oturmaya devam edin, her platformda, sosyal çevremde farketmez; size neden oy verilmemesi gerektiğini en yüksek dozdan anlatmazsam adam değilim.
hadi bakalım, gittiği yere kadar gitsin, inceldiği yerden kopsun. benim oyumu nah alırsınız! -
ekşi itiraf
perşembe sabahı 9.30'da beş yıllık meslek hayatımda beni en çok etkileyen dosyanın karar duruşmasına gireceğim ve neredeyse iki haftadır uyku tutmuyor.
yapılması gereken her şey yapıldı, vicdanım son derece rahat. ancak tahliye beklememekle birlikte içimde ufacık da olsa bir umut var. içimi dökmek istedim ama nereden nasıl başlayacağımı beceremedim, bilemedim. yapamıyorum.
bir cuma sabahı, akşam hayatındaki en unutulmaz güne dair kabusu yaşayarak sabah gözaltına alınacağından habersiz şekilde dört yaşındaki kızını öperek, eşiyle rutin haliyle vedalaşarak çıkan genç bi' adam iki yıla yakın süredir tutuklu. medya organlarında bangır bangır vatana ihanet etmekle darbeci diye itham edilen on binlerce askerden birisi, üsteğmen. hikayesini de anlatmaya mecalim yok ancak mesleki tecrübem, mesleğim üzerine konuşarak o kadar eminim ki suçsuz bir adam. normal şartlarda soruşturma aşamasında bile tutuklama talep edilmemesi gerekirken 21 aydır ailesinden çok uzaklarda. kızı cezaevinde camın arkasından babasıyla telefon yardımıyla konuşurken dahi babasını görevde sanıyor...
iki haftada bir eşi, kızı, annesi, babası ve iki kardeşini görebiliyor, haricinde tutuklu arkadaşları dışında her hafta gördüğü tek kişi bendim. her hafta duruşma ile ilgili rutin çalışmalarımız dışında dışarıdaki hayatı anlattım ona. esasında anlatmak içimden gelmese de o soruyordu ve ben de haliyle cevaplamak durumunda kalıyordum. görüşün sonunda "dışarının kıymetini bil" diyerek gözlerime baktığı ve vedalaştığımız anlarda işi goygoya vurup "hee abi hee yaa" diyerek geçiştirmeye çalışsam da cezaevinden çıktıktan sonra her defasında yaklaşık elli kilometrelik yolu türkü dinleyip burnumu silerek gelmemin sebebi budur. yanisi, ne kadar sikindirik şeylere üzüldüğümü idrak etmem, üzerine istisnasız her defasında düşünmem, cuma günü saat 18'den sonra ankara'ya tepeden inerken yaptığım rutin eylem oldu.
kendim için bişi istemiyorum, bu dosyadaki zaman kaybım ve maddi zararımı dahi hesaba katmazsak, neredeyse aldığım iki kuruş ücret için dahi pişmanlık duyacak seviyeye gelmişken akıl sağlığımı kaybetmememin tek yolu bu dosyada müvekkili beraat ettirmemdir. umudum az da olsa istinafta, o da olmadı yargıtay'da beraat etmek durumunda. aksi halde bu mesleğe dair içimde kalan son kırıntılar da böyle gidecek ve işimi iyi yaptığıma gönülden inanmama rağmen paramparça olup bitireceğim.
yapılması gereken her şey yapıldı, bundan sonrasında hem kendim hem müvekkil hem de benzer durumdaki insanlar için tanrıya sığınmaktan gayrısı aklıma gelmiyor.
yardım et, lütfen... -
reis'in erdoğan olduğunu bilmemen imkansız
şimdik; biz pozitivist ruhu * olan bi' ceza kanununa sahip olduğumuza göre, konuyu temelden işletmeye çalışalım.
nasıl ki fizik yasalarındaki temel hükümler sabit kabul ediliyor ise ve aksi ispatlanana kadar alt kategorilerde birtakım başka yasalar da temel kabul edilen yasalara göre hesap ediliyorsa, hukuk dallarında da çok temel hükümler vardır. örneğin ubi societas ibi ius temel bi' devlet teorisidir, genel kamu hukuku için vazgeçilmezdir.
mevcuttaki ceza yasamız da pozitivizm üzerine temellendirildiği için bu vakaya örnek teşkil edecek iki prensibi üzerinden iddia makamının düştüğü durumu açıklamaya çalışıcam.
1- kişi aksi ispat edilinceye kadar suçsuzdur.
2- şüpheden sanık yararlanır.
bakın bu iki ilke, bizim gibi pozitivist ceza kanunlarına sahip hukuk sistemleri için vazgeçilmez ve değiştirilemez unsurlardır. şimdi haspam diyecek ki, hiçbişi vazgeçilmez ya da değiştirilemez değildir. her konuda her boku biliyoruz ya, o halde sabit kabul edilen bi' durumu da kasaba ağzıyla çekip sündürebilmeliyiz.
evladım, gerizekalı çocuğum; fizik ve fizik yasası örneğini anla diye verdim. sen termodinamiğin tek bi' kanununu değiştirdiğinde yapıya etki eden bütün sabitleri de kurcalamış oluyorsun. o yüzden ceza kanunundaki bu iki temel normu değiştirip kanunun gerisine dokunmadığında da aynı düzende işletmeye devam edemezsin. o iki kanun bütünün her noktasına etki ediyor ve değiştirmekte diretiyorsan da daha iyisini en baştan sona kadar yeniden yazmakla mükellefsin. öyle bi' göt varsa buyur değiştir, biz de alkış tutup önünde saygıyla eğilelim.
gelelim cenk abinin durumunun bu iki temel norma uyarlanmasına;
şimdik; cenk abi diyor ki, ben reyiz diyerek sayın cumhurbaşkanını kastetmedim. ben eskiden arkadaşım olan birini kastettim.
nokta.
bir kere bu beyanın aksini mahkeme ispatlayabilir mi?
delil varsa ispatlar. örneğin cenk abi kamuya açık bir alanda der ki,
-o ifadede ben aslında cumhurbaşkanını kastetmiştim.
bu beyanının da örneğin kaydı olur, iddia makamı da bu kayda ulaşır ve delili irdeleyip hakim sanığın yani cenk abinin beyanına itibar etmeyebilir.
peki böyle ya da buna benzer aleyhte bi' delil var mı?
yok.
aksi ispatlanana kadar (yani suçu sabit olarak görülünceye dek) cenk abi masum mu?
masum.
nokta.
cenk abinin suçu işlediğine dair ortada bi' şüphe var mı?
makul ya da kuvvetli, neticede ortada bir suç şüphesi var. kaldı ki bu noktada devreye lafzi yorum yapamayacağımıza göre sübjektif yorum yöntemine gitsek dahi makul şüphe tanımı yapılabilir.
son kertede; şüpheden sanık yararlanıyorsa suç sabit kabul edilir mi?
edilmez.
nokta.
ceza hukuku açısından durum böyleyken bir de anayasa ile güvence altına alınmış kişisel haklardan kombo çekelim; hiçkimse düşüncesini ifade etmeye zorlanamaz çocuğum. iddia makamı ya da hakim, cenk abinin reisten kastettiği kişiyi sorabilir, lakin söylemediği için hüküm tesisine zorlayamaz. niyet okunmasını filan geçtim; iddia makamı açık bi' şekilde ceza hukukunun temel prensiplerini ya bilmiyor ya da kasıtlı olarak çarpıtıyor ve başkaca bi' açıklaması yok. tabi ben bu tanımlamayı yaparak şayet ilgili cumhuriyet savcısının bu entariyi okuması durumunda hakkımda kamu görevlisine hakaret suçu iddiasıyla soruşturma başlatmayacağından da emin değilim ve gerçekleşirse de gram şaşırmam.
hasılı, 21. yüzyılda türk ceza yargısında gelinen vaziyetin özeti budur, şerh olsun. -
apple manyağı ilginç doktor yazar
kantarın topuzunu kaçırdığı doğrudur, gereksiz uzunlukla entry'ler girerek insanların sinirlerini hoplatmıştır, instagram sayfası çoğunuzun aşina olmadığı düzeyde farklı ve irrite edicidir, bunların hepsine eyvallah lakin utanılacak bişi yapmamıştır.
kendisine burada en kızgın adam olma hakkını kendimde görüyorum. sebebini bilen biliyor zaten de, bütün bi' iyiniyetime rağmen suiistimal sınırlarını birden fazla kere olabildiği ölçüde zorlamıştır.
neyse, bu bi' anoktale savunma entry'si değil lakin şu gerçeğin de bilinmesi gerekiyor. iki yıl önce geçirdiği bi' kaza sonrası tabiri caizse ölümden dönmüş vekafayı kırmıştır. empati yetisini tamamen kaybetmiştir ve düzenli olarak ilaç kullanmaktadır. bundan ötesinde de söylenecek pek bişi yoktur.
kendi ağzından olanı biteni anlattığı entry'si için
(bkz: #63838057)
bu kadar. -
6 eylül 2017 işbankası rezaleti
şaka gibi gelmesin, iki gündür işcep, internet bankacılığı, interaktif bankacılık, şube bankacılığı ve bilumum diğer zart zurt bankacılıkları üzerinden yatırım hesabıma ulaşamıyorum.
vadesiz, döviz ve yatırım hesabı olmak üzere üç hesap var. yatırım hesabına tıkladığımda yatırım hesabınız bulunmamaktadır şeklinde uyarı veriyor. yatırım hesabımda üç adet hisse senedi bulunmakta. bunlardan gsray hissesi 31 ağustosta %20lik bir prim yapıp 8.40'a yükseldi ve iki günden beri düşerek 8 seviyesine tekrar geldi. ortalama zararım 4 bin lira. yani 5 eylül öğleden önce kağıtı elimden çıkarabilseydim 4 bin lira zararım olmayacaktı.
peki ne yapıyorum dünden beri?
yaklaşık iki saatte bir arıyorum, arıza kaydı oluşturuyorum. detaylı güvenlik taraması yapılıyor, bir sorun yok. hesap üzerinde bloke incelemesi yapılıyor, o da yok.
peki sorun ne diyorum?
biz bilmiyoruz, teknik inceleme yapılmaya devam ediliyor, en kısa sürede size dönüş yapılacak deniliyor...
yani kendime ait olan varlıklara iki gündür ulaşamıyorum, dünden beri mevcut hisselerim de geçen hafta primlendiği için düşüşe geçiyor, ben anlık düşüşlerini izlemeye devam ediyorum.
diyorum ki, arıza kaydı yaptığım andan itibaren hisse satışı yapamadığım için aradaki zararı telafi edecek misiniz?
biz bilemeyiz, siz talepte bulunun diyorlar. her birine soruyorum ve aynı cevap.(ki en az 10 farklı müşteri temsilcisiyle görüştüm) en son birini çok sıkıştırıyorum, bu tür durumlarda banka müşterinin zararını karşılamıyor diyor. ama siz yine de başvurun diyor. yahu diyorum, sana telefonla şu an talimat veriyorum, şu hissedeki bütün lotları satmanı istiyorum, bu aradaki zararı kim karşılayacak?
cevap yok...
yani iki gündür zarar etmeye devam ediyorum ve sorun çözülebilmiş değil. daha önce de birkaç saat için çok defalar mobilcep patlamıştı, kullananlar bilir. ancak ilk defa iki gündür hesabıma ulaşamamaktayım ve ne benim sorunumun ne zaman çözüleceği bildiriliyor, ne de zararımın giderileceği tarafıma söyleniyor.
şimdi benim rezalet puanım kaç olsun sayın iş bankası?
diyin lan bi hele.
edit: birazdan bankanın ekşisözlük yetkilisi gelip seni tehdit edecek diyorlar. * bence beni tehdit edeceğine mesaj atsın, müşteri numaramı vereyim de sorunu çözmek için acil koduyla patronlarına bildirimde bulunsun da sorun çözülsün.
ha, sorunu çözseniz de bu sondu. bi' daha sizinle çalışırsam iki olsun. -
ekşi siyasetçiler & kemal kılıçdaroğlu zirvesi
ekleme: yürüyüşe katılmak istemeyenler, kendi imkanlarıyla akşam zirveye katılabilirler. başvuru yapmadan katılım gösterenler zirve "kapalı oturum" olduğu için dahil olamayacaklardır, önemle duyurulur.
ekşi siyasetçiler'in şu ana kadar yapılacak en büyük zirvesidir. katılım her daim olduğu gibi kontenjan sayısı ile kısıtlıdır. öncelikle ekşi siyaset grubu'nun ne olduğunu anlamak için ilgili başlığa göz gezdirebilirsiniz.
şu ana kadar yapılan zirveler:
(bkz: aylin nazlıaka ile yazarlar zirvesi)
(bkz: ankara milletvekili murat emir ve yazarlar zirvesi)
(bkz: ekşi siyasetçiler & mansur yavaş ankara zirvesi)
(bkz: ekşi siyasetçiler & zeynep gürcanlı ankara zirvesi)
(bkz: ekşi siyasetçiler & mustafa önsel zirvesi)
(bkz: ekşi siyasetçiler & aykut erdoğdu zirvesi)
(bkz: ekşi siyasetçiler & ümit özdağ zirvesi)
(bkz: ekşi siyasetçiler & ismail saymaz zirvesi)
(bkz: ekşi siyasetçiler & ocak başkanları zirvesi)
(bkz: ekşi siyasetçiler & emre kongar zirvesi)
(bkz: ekşi siyasetçiler & levent gültekin zirvesi)
(bkz: ekşi siyasetçiler & nihat genç zirvesi)
1 temmuz 2017 sabahı, istanbul ve ankara'dan otobüs kaldırılacak ve adalet yürüyüşü'nün yapıldığı o gün ki rotasından korteje katılım sağlanacak, yürünecek ve akabinde de akşam kemal kılıçdaroğlu ile zirve gerçekleştirilecektir. bu zirvenin diğerlerinden farkı, kılıçdaroğlu dışında o gün sohbete katılacak vekiller arasında aykut erdoğdu, veli ağbaba, eren erdem gibi vekiller de yer alacaktır. ekşi siyaset'e üye olan yazarların tamamı katılmakla birlikte, ayrılan kontenjan dahilinde başvuru yapacak olan yazarlar arasından da sizleri dahil edebileceğiz.
ekleme: zirveye katılacak yazarlar kendi araçlarıyla da katılım sağlayabilirler.
ankara için başvurular:
anarax
spiritus sanctus
kalemdefter
istanbul için başvurular:
vertical sync
tugsavul
...
biz kimiz?
görsel ve yazılı basın siyasetçiler ve halk arasında flu bir ortam oluşmasına neden oluyordu. siyasetin kaygan zeminindeki kalabalık ilişkiler siyasilerin vatandaşlarıyla soru- cevap üzerinden işleyen bir organizasyona girmesine olanak tanımayacak durumdaydı. basın tarafsızlığını yitirmişti. herhangi bir vatandaşın bir siyasiye ilgili konuda soru yöneltmesi için ya partili olması ya da bir basın kartına sahip olması gerekiyordu. bu sıkıntı, siyasilerle doğrudan görüşüp ülke gündemine ilişkin sorular sorup tatmin edici yanıtlar alabilme arzusunu pekiştirdi.
basın üzerinden gördüğümüz siyasiler gardını indirmiyor, sorulacak her sorunun bir yayın kuruluşunun çıkarları üzerinden yöneltildiği kaygısını taşıyor, manipüle olmamak için kendi dilini buduyordu.
ülkedeki siyasi zemin tekinsizdi. düşünceler elli yıl öncesindeki kadar keskin hatlarla ayrılmıyorsa da hangi tarihi argümanlarla desteklenerek oluştuğunu, hangi zorunluluklara dayandığını anlayamadığımız, duygusal bir yönelim gibi görünen bir partizanlık vatandaşların zihnine oturtuluyordu. bu işin takım tutmaktan farkı olduğunu bilen ve internetin çok ziyaret edilen mecralarında buluşan, sorularına yanıt arayan, sorumlu birer vatandaş olma gereğini hisseden insanlar olarak bir araya geldik. aramızda birbirinden farklı partilerin seçmenleri oldu.
basitçe, siyasilerle buluşup medyanın perdelediği konularda bile (özellikle) sorular sorup yanıtlarını almak ve bunları bir etik sorumlulukla internet mecrasında yaymak fikri bizi bir arada tuttu ve büyüttü. ülkede olan biten her şeye kulak kabartan, çeşitli alanlarda uzmanlığı olan ve medyanın gürültülü ortamında işitilmemiş, işitilse de üzerinde durulmamış konuları önemseyen, verdiği oyu seçtiği kişiler meclise girdikten sonra da takip eden, vatandaşlık haklarını sonuna kadar kullanan bir oluşum meydana getirdik. bir nevi “halk siyasilerle yüzleşiyor” oluşumu oldu bu. halkıyla yüzleşebilecek siyasilerin katılım gösterdiği kapalı toplantılar düzenledik. sorduk, yanıt aldık ve asıl görevin vatandaş olarak birilerini seçmek değil, seçtiği kişinin icraatlerini takip etmek, bunlar üzerinde kişisel olmayan, ülke yararına olan çıkarların korunması için çabalamak olduğunu bildik.
ekşi siyasetçiler siyasetin tatsız tuzsuz yanlarını gören insanlardan oluştu ve büyüyor. fikirlerin özgürce açıklandığı ve herhangi bir siyasi ağızın değil, ülkesini düşünen sade vatandaşın yapıtaşını oluşturduğu bir platform. siyasetçiler gibi belli tüzüklere ve parti başkanlarına değil, anayasaya ve ülkemizin tarihinden bugüne gelen memleket sevgisine bağlı olan fertler olarak olan biteni özgürce “görmek” ve ona “dokunmak” için buradayız.
tarafsız olsak da adalete tarafız!
edit:
başlıkta sistematik şekilde olumsuz algı oluşması için bazı mihraklar çalışma içerisinde. kimin ne olduğunu herkes biliyor, çekincesi olan başlık altında yazılan bazı olumsuz entry'lerin yazarının nikaltına, entrylerine baksın. he hee, kılışdar'a muhalifsiniz siz ama tarihçeler buram buram siyasi iktidar kokuyor. ne iş?
adam olun adam.
diğer taraftan, içinden geldiği için eleştiren bütün yazarlara selam olsun, canınız sağolsun. yine de bir gün yollarımız kesişir belki, çay içer memleketi konuşuruz, bu ülke hepimizin. -
fenerbahçe'nin türkiye'ye basketbolu sevdirmesi
benim jenerasyonumun (30+) efsane takımı efes pilsen idi. yıllar yılı, 90'lar ve 2000'lerin bi' kısmında efes pilsen hep öndeydi, yalan yok. yani basketbolun en iyisi denince akıllara efes pilsen geliyordu. tabi bu arada ülker de efes pilsen ile kıran kırana bi' mücadele içinde olurdu, ikincilik için akla en yatkın isimdi. futbol kulüplerinden aşina olduklarımız içinde ise ilk akla gelen ve haliyle de üçüncülük fenerbahçe'nin idi, kimse kusura bakmasın. fenerbahçe basketbol takımı hem galatasaray'dan hem de beşiktaş'dan bir adım öndeydi.
bunlar haricinde bi' tofaş fırtınası eserdi zaman zaman. ekseriya banvit, türk telekom, darüşşafaka, oyak renault, pınar karşıyaka, itü, ted kolejliler, tuborg gibi takımları net şekilde hatırlıyorum.
sözün özü; çocukluğumun iki takımı efes pilsen ve ülker idi. ama hep bunların gerisinden gelen ise fenerbahçe idi. o yüzden fenerbahçe galatasaray ya da beşiktaş ile mukayese bile edilemezdi.
ülker ve fenerbahçe'nin birleşmesinin ardından ise fenerbahçe ipi tek başına göğüsledi, kopa kopa bu noktaya geldi ve kimse kızmasın ama; basketbol denilince akıllara bunlar gelir.
(bkz: aydın örs)
(bkz: can bartu)
(bkz: harun erdenay)
(bkz: orhun ene)
(bkz: ufuk sarıca)
(bkz: cüneyt erden)
(bkz: asım pars)
(bkz: hüseyin beşok)
(bkz: murat evliyaoğlu)
(bkz: levent topsakal)
(bkz: bekir yarangüme)
(bkz: ibrahim kutluay)
(bkz: kerem tunçeri)
(bkz: kemal tunçeri)
(bkz: kerem gönlüm)
(bkz: mehmet okur)
(bkz: hidayet türkoğlu)
(bkz: mirsad türkcan)
(bkz: ersan ilyasova) -
14 aralık 2016 arçelik rezaleti
son edit: destekleriniz için, mesajlarınız için sonsuz teşekkürler. sizler sayesinde yaşadığımız mağduriyet belki de giderilecek, firma bir daha keyfiyet faktörüyle hareket etmeden önce iki kere düşünecek.
edit: aynı dertten ne çok muzdarip insan varmış yahu. herkes kendi yaşadığı deneyimi aktararak sorunun çözülmesi için destek olmaya çalışıyor, ne kadar teşekkür etsek az.
öncelikle mutfağın halini görün ki empati yapın, ne kadar müşkül durumda olduğumuzu görün:
http://i.hizliresim.com/l3jolg.jpg
http://i.hizliresim.com/9go6k8.jpg
kafayı yemeden önceki son normal halimde de bu entry'i giriyorum gençler. evimizin onur konuğu, can simidi olan biricik buzdolabımızın anakartı yandığı için beş gündür evde peynir ekmek yiyoruz, komşular insani yardım paketleriyle bizi destekliyor, annem uzun süreli dayanımı olan ve aç-tüket nitelikli gıda takviyesi için kriz masası kurdu ve arçelik uyuyor, arçeliz sadece izliyor, arçelik "bize ne aga" diyor.
şimdi içinde bulunduğumuz rezilliği gördüyseniz konuya giriyorum, bu mutfak beş gündür aynı şekilde duruyor.
10 aralık gecesi buzdolabı aniden bozuldu, tesadüf eseri ekrandaki kırmızı uyarı imlecini görünce dolabı açtım ve baktım, dolap ısısı yükselmiş, buzluk ise çözünme olmadan yavaş yavaş ısınma belirtileri gösteriyordu. arçelik interaktif numarasını aradım ve durumu bildirdim, müşteri temsilcisi "üst dolabı 2 dereceye, alt dolabı da -24 dereceye ayarlayın, sabaha kendiliğinden düzelecektir" dedi. bunun üzerine dediklerini yaptım ve konunun kapandığı hissiyatıyla sabahı bekledim. ertesi gün (pazar) eşimle kahvaltı hazırlamak üzere mutfağa geçtik ve gördük ki hata düzelmemiş, daha da kötüsü derin dondurucu oda sıcaklığına gelmiş ve içindeki herşey çözülmüş. erkenden yine müşteri hizmetlerini arayıp durumu bildirdik ve dediklerine göre acil koduyla nöbetçi servis göndereceklerini, kısa sürede hizmet alacağımızı bildirdiler. tabi servis yaklaşık sekiz saat sonra geldiğinde dolaptaki şeylerin yüzde 75'i kullanılamaz duruma gelmişti. ilk aradığımızda bizi yanlış yönlendirmeseler, yan komşumuza dondurulmuş gıdaların büyük bir kısmını verebilir ve kurtarabilirdik ama yanlış bilgi yüzünden hepsi çöpe atıldı. hani sağlık olsun tabi ama evdeki çözülmüş et kokusunun, o etlerin sularının dolabın içine akması yüzünden yaşadığımız rezilliğin tarifi yoktur.
...
neyse, servis akşam üstü beş gibi geldi ve ürünü teslim aldı. alırken de kompresörünün yandığını söyledi. kendilerine ürünün yeni olduğunu (1.5 yıllık bile değil, 16 aylık) böyle bir hatanın sebebini sorduk ve bize voltaj artması dediler. müşteri temsilcisi ile telefonla yaptığım görüşmede ürünün ayıplı olduğunu ve tamir edilmesi yerine yeni ürünle değiştirilmesini istedim. esas hikaye burdan sonra başlıyor,
ürünün ayıplı olduğunu kabul eden servis, yenisi ile değiştirmeyi kabul etmiyor, düşünebiliyor musunuz?
paşalarım tamiri sağlayacaklarmış, biz de o haliyle kullanacakmışız ki üç ay sonra yeniden bozulsun, bütün yiyeceklerimiz yine çöpe atılsın ve yine mağdur olalım.
haliyle de kabul etmedik, evde 24 saat çalışır durumda bir kombi var, modem var, ekstra o an çalışır vaziyette bir televizyon var ama bütün bu ürünler dalgalanma yüzünden bozulmuyor, buzdolabı bozuluyor ve adamlar bu ürünü yenisiyle değiştirmekten imtina ediyorlar. hakkımız yahu bu, sizin bize hediyeniz ya da jestiniz filan değil!
servisin değişim talebimizi reddetmesi yüzünden tekrar müşteri hizmetlerini arayıp durumu bildiriyorum, yeniden inceleme yapılacağı hususu belirtiliyor ancak teknik servis eşimi arayıp "eşiniz müşteri hizmetlerini aramasın, biz ilgileniyoruz" diye akıl veriyor. ben bu durumu da müşteri temsilciliğine bildiriyorum ve yapılanın yanlış olduğunu, şikayet talebimi işleme alacaklarını belirtiyor.
ertesi gün uzman mühendis ürüne bakmaya geliyor ve yine aranıyorum; ürünün ayıplı olduğu ve ilgili parçanın değiştirildiği söylenip ürünü almam konusunda baskı yapılıyor, ben de seçimlik hakkımı kullanmak istediğimi bildirdiğim ve bu haliyle alamayacağım halde mühendis bey bana akıl veriyor, iade ve değişim için ilk 6 aylık süreçte işlem yapılabilirmiş, biz ürünü alalı 1.5 yıl olmuş.
herşeyi anlarım da, müşteriyi saf yerine koymak nedir be arçelik? kafa mı buluyorsunuz bizimle?
adama tane tane tüketici kanunu kapsamındaki seçimlik haklarımı anlatıyorum ve ürünü alamayacağımı ifade ediyorum ancak "siz bilirsiniz" diyorlar. ben dört gündür mağdur durumdayım, evde her yer her yerde ama adam hala pişkince siz bilirsiniz diyebiliyor.
yeniden arayıp yeni bir şikayet kaydı oluşturuyorum, ertesi gün bölge müdürlüğünden aranıp yine aynı teraneleri anlatıyorlar bana. neden biliyor musunuz? çünkü buzdolabı zaruri bir ihtiyaç için en mağdur edilebilecek dayanıklı tüketim malı, çünkü ürünü kabul etmem için ellerindeki koz büyük. belki elektrik süpürgesi olsa bu kadar diretmeyeceklerdi çünkü elektrik süpürgesinde yiyeceklerimizi saklamıyoruz, evet.
şu duruma düşürdünüz ya bizi, daha fazla kar marjı için, yazıklar olsun!
edit: iki yetkili yazar sağolsunlar detaylı bilgi verdiler. birisi bu konuda yükseltilen sesin koç grubu tarafından ciddiye alındığını ve durumun düzeltilmesinin firmanın inisiyatifinde olduğunu, firmanın da çıkan çatlak sese göre düzeltildiğini söyledi.
diğer yetkili arkadaş ise esaslı ayıbın tespiti konusunda sıkıntılar olduğunu, servislerin parça tamiri yazıp şirketten para almak için direttiklerini, her sorunun anakart yanması olarak tespit edildiğini ama alakası bile olamayabileceğini, firmanın bu konularda daha esnek olduğunu söyledi. bir de kompresör ile ilgili söyleyeceklerim var ama o konuda yetkili arkadaş daha fazla bilgi veremeyeceği (mesleği itibariyle) konusunda yardımcı oldu. umarım bizi müşteri olarak böcek gibi görüp her istediğinizi şirket olarak yapabileceğiniz yanılgısından bir an önce kurtulursunuz. destek veren herkese çok teşekkür ederim.
edit: sözlüğün enerjisi öylesine büyük ki, yoksa neden gelip burada mağduriyetimi anlatayım, empati yapılmasını isteyeyim. allah aşkına bir an bizim yaşadığımız durum için kendinizi benim yerime koyun. sabah oldu ve dolap çalışmıyor, içerideki bütün ürünler çözülmüş ve et kokusu bütün evi sarmış. siz dolabın değiştirilmesini istiyorsunuz ve şirket mağduriyetinizi anlamıyor, anlamak istemiyor. bu iş çözülecekse ekşisözlük sayesinde çözülecektir, bu kadardır, ötesi de yoktur. -
menderes türel'in şoförünü itfaiye müdürü yapması
başlık karakter sınırına takıldı, müdür ne kelime lan, adam bildiğin şoförünü itfaiye koordinatörü yapmış, batı bölgesi itfaiye örgütünün en tepesine şoförünü koymuş. hani adrasan cayır cayır yanıyor ya, yangın olmasa haberimiz olmayacak!
twitter'da kendi ağzıyla makam şoförünü belediyenin itfaiye koordinatörü yaptığını itiraf etmiş, güler misin ağlar mısın.
tviti silmiş, tam olarak şöyle demiş:
"mehmet çam, büyükşehir belediye itfaiye koordinatörü. benim eski makam şoförüm...
ateş içindeki arkadaşlarıyla kurtulur kurtulmaz gözyaşları ile kucaklaştık. şükürler olsun....."
http://odatv.com/…u-bakin-nereye-atanmis-2706161200
haberde kaçak suya filan dalmışlar, allahtan chp'nin camileri ahır yapmasına kadar inmemiş. ulan kadın sana ne soruyor, sen ne edebiyatı yapıyorsun. aylin nazlıaka da haklı olarak sitemini dile getirince "kaçak su"dan girmiş, ahaha. iktidar sıkışınca "paralel"e bağlar, aylin nazlıaka'ya sataşan "kaçak su"ya bağlar zaten.
gerçi tübitak başkanı'nı itfaiye müdürü yapmadılar mı gözümüzün önünde? adam makam şoförünü itfaiye koordinatörü yapmış, çok mu? bence az, ben olsam şoförü liman sorumlusu, havaalanı kule koordinatörü filan yapardım. neticede adam şoför.
zihniyetin özeti bu işte, itfaiye hizmetleri gibi teknik yeterlilik gerektiren ve oldukça ciddi bi' birimin başına şoför geliyor.
şofeeeeeer, şofeeeer!