mikua16
profili

  • 2022 monaco gp

    leclerc'in attığı şu turu raikkönen atmış olsa aracı garaja çekip tulumu çıkartmadan yatına geçer, son 8 dakikayı yatından takip ederdi.

  • 2021 italya gp

    önde dünyanın olayı olurken mazepin bir spin attı, sonra 5 saniye ceza aldı, sonunda kendini dnf etti. adam kendi kendine dünyanın mücadelesini verdi arka tarafta. öndeki kaosa katılamayınca kendi kaosunu yarattı goatım benim.

  • kimi raikkönen

    yarın basın toplantısındaki muhtemel diyalog:

    - kimi, 20 yıldır yarışıyorsun, efsanevi pilotlarla yarıştın, şampiyon oldun, unutulmazlar arasına girdin ve dün akşam emekliliğini açıkladın.
    - evet.

  • 2021 britanya gp

    ferrari günlük mallık kotasını önceden doldurmak için ilk sainz'ı pite aldılar. onunla bir deşarj olup rahatladıktan sonra leclerc'i de 2.6 ile uğurladılar. stratejide gelişme var. böyle böyle 7 yıl sonra tamamen sorunsuz pitlere geçeceğiz.

  • 2021 monaco gp

    q2'de redbull ve ferrari muhteşem bir kapışmaya girdiler. mercedes'in olmadığı her şey çok güzel. umarım q3'te uçuşa geçmezler de toto wolf'un ''araçta bizim bile bilmediğimiz 978 beygir daha varmış, hamilton onu buldu'' gıygıylarına maruz kalmayız.

  • 2020 türkiye gp

    kasımın ortasında, kurtköy'de, sabahın 11'inde, asfaltı yeni dökülmüş pistte, herkes yol tutuşu yok diye şikayet ederken ferrari şov yaptı. çünkü ferrari araçlarında normalde de yol tutuşu yok.

  • ölüm korkusunu yenmenin yegane yolu

    ölümcül bir virüs dünyada kol gezerken ve her gün uzaktan ya da yakından birilerinin kötü haberlerini alırken ölümü düşünmemek imkansız. ben de düşünüyorum. sonra bunun beni neden endişelendirdiğini düşünüyorum.

    insanları "genelde" dünyaya bağlayan ya da yaşamı cazip kılan belli başlı şeyleri sıralıyorum kafamda. zengin değilim. dünyanın nimetlerinden faydalanacak bir servetim yok. geride bırakacağım bir şanım, şöhretim de yok. sıradan biriyim. hayatı veya anları paylaşmaktan keyif aldığım arkadaşım veya sevgilim yok, evli de değilim. gelecekten bir beklentim veya ulaşmak istediğim, uğruna çabalayacağım bir amacım da yok. öyle, dümdüz yaşıyorum. hâlimden memnunum. şimdi sadece işe gidip geliyorum, ama pandemiden önce de ekstra olarak sadece sinemaya gidiyordum. yani çok bir şey değişmedi hayatımda. o zaman ölüm fikri neden beni bile ürkütüyor?

    bir akşam film listelerime bakarken fark etmiştim; benim bile yarın için planım var: film izlemek. çok basit ve belki de saçma görünüyor, ama hayatta film izlemek kadar sevdiğim hiçbir şey yok. film izlemeden geçirdiğim tek bir gün yok. uzandığım yerden doğrulmakta bile zorlandığım, aşırı yorgun olduğum günlerimde dahi en azından birkaç kısa film izliyorum. listelere bakarken de "bir ömre bu kadar film sığmaz" diye düşünmüştüm ve canım sıkılmıştı. çünkü, ortalama bir ömür sürsem ve ömrüm boyunca her gün film izlemeye devam etsem bile, yine de izleyemediğim binlerce film kalacak. ulan pandemi döneminde bile hayvan gibi film çektiler. 2020'nin en iyi filmleri listesi çıkıyor karşıma, bakıyorum yirmi filmden beşini izlememişim. adını bile duymamışım. varoluşsal sancılarım tetikleniyor. gözlerim seyiriyor. kulaklarım çınlıyor. bir ömre bunca film nasıl sığsın?

    bence ölüm korkusunun kaynaklarından biri de bu: tatmin olmamak, doyamamak, yarıda bırakmak. önem verilen şeyin ne olduğunun önemi yok. ben film izlemeyi seviyorum, ama bir başkası hayatın kendisini seviyordur; sevgilisini, eşini, dostunu seviyordur, varlıklıdır da yaşadığı rahat hayatı seviyordur, uğraştığı sporu, gece yolculuk yapmayı, kitap okumayı veya yazı yazmayı seviyordur. sevmeye değer bir şeyler mutlaka bulunur. sevmeye değer bir şeyler varsa, ölüm fikri de doğal olarak insanı ürkütür.

    ölüm korkusunu yenmenin bir yolu olduğunu sanmıyorum. ancak insan sevdiği, çok değerli vaktini iyi değerlendirdiğini düşündüğü şeylerle vakit geçirirse, ölüm fikrinin ürperticiliği de kaybolacaktır. en azından ben ''şu filmi hâlâ nasıl izlemedim?'' dediğim bir filmi izledikten sonra ''kısıtlı olan vaktimden 3 saat 48 dakikayı harika geçirdim'' diyorum ve rahatlıyorum. hatta bu noktada ölüm korkusu beni tetikliyor bile denebilir. yarın çok geç olabilir diyerek, o günümü, uzun süredir ertelediğim bir filme ayırıyorum mesela. aslında ölüm korkusunu yenmiyorum, sadece bu gerçekle beraber yaşamaya alışıyorum.

  • game of thrones

    cersei yine birilerinin ocağına incir ağacı diktim gülüşü sergilemiş. bu gülüşü en son gördüğümüzde wildfire ile tekke ve zaviyeleri kapatmıştı.

  • kilo vermek isteyenlere tavsiyeler

    yıllardır araştırıyordum. binden fazla makale okudum. princeton üniversitesi'nin araştırmalarına bizzat katılıp 7-8 profesörle yaka paça çekmeli tartışmalara girdim. deneysel çalışmalara denek olarak katıldım. başka deneysel çalışmaları da dünya sağlık örgütü ve birleşmiş milletler adına yürüttüm. kilo vermiş olan 3 bin kişi ile ayrı ayrı görüşüp işin doğrularını ve yanlışlarını tespit etmeye çalıştım. ancak tüm bunlara rağmen tam olarak nasıl kilo verileceğine dair düzgün sonuçlar elde edememiştim.

    nihayet sözlük sayesinde ekmeği ve şekeri kesip spora başlayarak kilo verileceğini bugün öğrendim. bu tavsiyeleri şu an telekonferans yolu ile çeşitli üniversite profersörleri ile paylaşıyorum. hepsi şaşkın. incredible, unbelievable haykırışları gözyaşlarına karışıyor. sağolun arkadaşlar. eşsiz tavsiyeleriniz sayesinde 20 milyon dolarlık araştırma bütçesini hayır kurumlarına dağıtabiliriz.

  • roger federer

    küllüğe uzanmaya üşendiğim için sigara küllerini ıslak mendile biriktirirken federer'in 36 yaşında 20. grand slam'ine koşmasını izliyorum. ben beyin gücüyle küllüğü yanıma çekmeye çalışırken maç 2 saatten fazladır devam ediyor ama federer hala inanılmaz civelek gibi sağa sola koşuyor.

    (bkz: federer'in nasıl böyle olması)

  • kobe bryant

    bence nba tarihinin gelmiş geçmiş en iyi 28 bin 674. oyuncusu. çıktığı 7 finalden 5'ini kazanmış olabilir ama shaq ve jordan farmar olmasa hiç şampiyonluk kazanamazdı. o yüzden bu şampiyonlukları gözünüzde çok büyütmeyin.

    mesela çok az kişinin bildiği bir şey var. ben bunu bizzat şikago'da bir et lokantasında karşılaştığım karl malone'dan dinledim. lebron aslında cavs kadrosu çok güçlü olduğu için ''ben kolay şampiyonluk istemiyorum'' diyerek hüseyin beşok, şemsettin baş ve chris quinn'li mütevazı kadrosu ile boy gösteren miami heat'e gidip şampiyonluk yaşamış, akabinde heat, chris bosh ve dwyane wade'i kadroya katınca yeniden içindeki william wallace'u dinleyip irving ve love gibi iki müptezele emanet edilen cavs'e dönerek bir de onları şampiyon yapmıştır. malone dedi bunu. ''aynen anlattığım gibi kanka, yalan söyleyen na böyle olsun'' diyerek eliyle yuvarlak işareti yaptı. bu açıdan bakınca kobe'nin şampiyonlukları ile aradaki fark gayet ortada bence??? çünkü shaq'tan sonra yaşanan şampiyonluklarda kobe olmasa da farmar ve vujacic lakers'ı zaten şampiyon yapacaktı. youtube'da falan var bunlar. internetler gelişti.

    bir de nba tarihinin en çok sayı atan 3. oyuncusu olma meselesi var. biliyorsunuz kobe sg, yani shooting guard. şutör gard yani, skorer gard. adı üstünde, skorer. çok şut kullanan manasına gelir bu. çok böyle yani, aşırı skor üreten. bu adam sayı atmasın da anderson varejao mu atsın peki? lebron ise kısa forvet. uzun bile değil. forvetin kısası. bence kısa olmasına rağmen yaptıkları inanılmaz. bir de böyle değerlendirmek lazım.

  • ricardo quaresma

    beşiktaş'ta faydasız ve yeteneksiz çok futbolcu izledim. bazıları gerçekten yeteneksizdi. bir şeyler yapmaya çalışıyorlardı ama melekeleri akıllarından geçeni uygulatacak kadar iyi değildi. bazen kızmışımdır, bazen sinirden belki sövmüşümdür de ama hiçbir zaman kötü anmadım onları. sonuçta ellerinden geleni yaptıkları belliydi ve ellerinden gelen de buydu. sağolsun hepsi.

    bazıları da inanılmaz faydasızdı. kimi yetenekliydi ama faydasızdı, kiminin repertuarı faydalı olmaya yetecek gibi değildi. zarar da vermezlerdi ama. kendilerinden bekleneni veremezlerdi sadece. maçlık veya dönemlik kötü performanslarından dolayı o maçta veya o dönemde bunun zararını belki görmüşüzdür ama izleyicisi olduğumuz ''oyunun'' temelinde böyle bir cilve var zaten. bunu ''takıma zarar vermek'' olarak nitelendirirsek dünyanın en iyi futbolcuları dahil, takımına zarar vermeyen oyuncu bırakmayız. bu, oyunun bir parçası. o yüzden onlar da sağolsunlar.

    ama quaresma gibi kötü niyeti yetenekleri ile doğru orantılı olan, resmen takımına zarar vermek için didinip duran bir futbolcu izlediğimi hatırlamıyorum. evet pascal da dahil. çünkü pascal sinsi sinsi meslektaşını sakatlamaya çalışmak yerine gidip ağzının ortasına yumruğu vurup soyunma odasına doğru ilerlemeye başlıyordu.

    maç eksiği ile 2 puan gerideyiz. kazanamazsak liderliği veriyoruz ve sadece 3 hafta kalmış. rakip de ligin averaj takımı olmasına rağmen sezon finalindeki hikayesini seni şampiyonluktan eden takım olma kimliğine ulaşma amacı üzerine kurmuş ve bu uğurda kenetlenmiş. kazanmak ve tüm bu sıkıntılardan kurtulmaktan başka çaren yok.

    şöyle bir senaryoda quaresma'nın çıkıp kırmızı kart göreceğini bildiği halde (görmemiş olması hakemin kötü yönetiminden) ''bile isteye'' rakiplerini tekmelemeye çalışmasının tek mantıklı izahı, kötü niyetli ve takımına zarar vermek isteyen veya hadi biraz daha yumuşatayım, takımının göreceği zararı önemsemeyen, yani takımının şampiyonluğu kaybetmesini umursamayan bir futbolcu olmasıdır. böyle bir futbolcuyu da ne savunurum, ne savunana kulak asarım, ne de bana maç kazandırdığı için yaptıklarını görmezden gelirim.

    o yaptığı hareketlerle kendisinin ve takım arkadaşlarının sezon boyunca verdiği emeğe, sezon boyunca yaz kış kar yağmur çamur maça giden taraftara, cebindeki parasını beşiktaş için harcayan taraftara, kahvede babasının yanında sigara dumanı soluya soluya beşiktaş maçı izleyen çocuklara, teknik heyete ve hocalarına, beşiktaş'ın bugün burada olmasında en ufak katkısı olan ve burada olmasından mutluluk duyan herkese saygısızlık yapmıştır.

    benim futbol anlayışımdan ve benim perspektifimden quaresma'nın durumu budur. katılmayana saygı duyarım ama yarın maç kazandırabilir diye bunları görmezden gelene ve savunana saygı duymam.

  • hayatında hiç star wars izlememiş insan

    hiçbir şey kaybetmemiştir. tüm filmleri izlemiş biri olarak garanti ediyorum bunu. popüler kültürün ve may the force be with you diye gezinen hipster kılıklı kimlik bunalımı yaşayan depresif ve obsesif asosyal yığınların baskısına yenik düşüp izlemeyin.

    8 film çektiler doymadılar, 9 yolda, geliyor. ben onu da izleyeceğim ama sırf diğer filmleri izledim diye izleyeceğim. merakımdan ölüp bittiğimden değil. çünkü 38 film çekseler ''bakın 23. film ile 29. film arasındaki boşluğu da tamamlamak için 39. filmi çekiyoruz. bu filmde darth vader'ın kaynına neden ışın attığını irdeliyoruz. başrolünde tom hardy var. 1 milyar dolares gişe hasılatı cepte.'' diyecekler.

    hiç izlemedim ama yine olaya fransız kalmak istemiyorum diyenlere dev özet geçiyorum: iyiler ve kötüler birbirine ışın atıyor. 8 filmdir olay bu.

  • uefa şampiyonlar ligi'nin formatının değişmesi

    uefa sıralamasında ilk 4'te yer alan kulüpler detayı insanları aptal yerine koymaktan başka bir şey değil. o sıralamada ingiltere, almanya, ispanya ve italya dönüp duruyor zaten yıllardır. en son 2008 yılında fransa ilk 4 içindeymiş. 2009'da yine mahşerin dört atlısının tekeline geçmiş ve öyle de kalmış. hali hazırda bu tür saçma bir format değişikliği gerçekleşmese bile zaten yıllar boyunca yine bu dört takım kendi aralarında dönüp duracakken, bir de eğer şampiyonlar ligi'ne katılan 32 takımdan 16'sı bu dört ülkeden olacaksa, bir daha o sıralamanın değişmesi mümkün olmayacak.

    ispanya ligi'ne bakalım mesela:

    2010-2011
    barcelona, 96 puan
    real madrid, 92 puan
    valencia, 71 puan
    villareal, 62 puan

    2011-2012
    real madrid, 100 puan
    barcelona, 91 puan
    valencia, 61 puan
    malaga, 58 puan (bu sene küme düşen takım 41 puanla düşmüş)

    2012-2013
    barcelona, 100 puan
    real madrid, 85 puan
    atletico madrid, 76
    real sociedad, 66 puan

    2013-2014
    atletico madrid, 90 puan
    barcelona, 87 puan
    real madrid, 87 puan
    atlethic bilbao, 70 puan

    2014-2015
    barcelona, 95 puan
    real madrid, 92 puan
    atletico madrid, 78 puan
    valencia, 77 puan

    2015-2016
    barcelona, 91 puan
    real madrid, 90 puan
    atletico madrid, 88 puan
    villareal, 64 puan

    3. ve 4. olan takımlar ilk iki sıradaki takımlardan genellikle 25-30 puan fark yemiş. sadece real madrid ve barcelona'nın (a. madrid de dahil son yıllarda) domine ettiği, 58-65 aralığında puan toplayanın 4. olup şampiyonlar ligi ön elemesine katıldığı sikindirik bir ligin ilk 4 takımı neden şampiyonlar ligi'ne gitsin? ligde toplanması mümkün 114 puanın neredeyse sadece yarısını toplayabiliyorsun ve şampiyonlar ligi'ne direkt gidiyorsun.

    almanya buradan bin beter.

    geçen sene 88 puanla şampiyon olan bayern münih, 4. sıradaki mönchengladbach'a 33 puan fark atmış. bir önceki sezon 18 puan, ondan önceki sezonda da 29 puan fark atmış. son yıllarda zaten almanya'da durum bundan ibaret. bayern, nisanin ilk haftası şampiyonluğunu ilan ediyor, kazanılabilecek 34 maçın 17-18'ini kazanan 4. oluyor ve şampiyonlar ligi ön elemesine gidiyor.

    şampiyon olmak gibi bir amacın yok, kendini kasmana gerek yok, zaten ligde 3-4 averaj takımı da olduğu için 6-7 galibiyet cepte, her sene şampiyonlar ligi gelirlerinden de faydalanıyorsun ve o gelirlerle transferler yapıp, şampiyonlar ligi'nde top class takımlar hariç diğerlerine kafa tutacak duruma gelebiliyorsun. düzen mükemmel bir şekilde oturmuş.

    keza italya'da da durum almanya'dan çok farklı değil. orada da juventus en yakın rakibine 10, diğerlerine 20-25 puan fark atarak şampiyon oluyor her sene. 60-65 puan topladığın sürece şampiyonlar ligi'ndesin. kendini hiç kasmana gerek yok.

    sadece premier league'de her sene çok çetin bir rekabet yaşandığı için orayı ayrı tutuyorum -ki, premier league'in yayın gelirleri zaten olmuş 7.8 milyar euro. şampiyonlar ligi'nden elde ettikleri para, bunun yanında bir hiç.

    ***

    marka değeri deniyor da marka değerinin bu konuyla hiçbir alakası yok. şampiyonlar ligi'nin marka değerini yükselten barcelona, real madrid, bayern münih, manchester united, juventus ve saire belli başlı takımlardır. ancak bu takımların kendi liglerinde içeride dışarıda 3-4 atıp yolladıkları takımların şampiyonlar ligi'ne katılmalarının ligin marka değerine nasıl bir etki yapacağını ben anlamadım. adı geçen takımlar zaten şampiyonlar ligi'ni de domine ediyorlar. villereal'in eibar'ı, getafe'yi yenip şampiyonlar ligi'ne direkt katılmasının barcelona veya juventus'a ne tür olumlu bir etkisi olacak? onların yerine ajax, ludogorets, o. lyon, dinamo kiev katılınca ne tür bir olumsuz etkisi olacak?

    amaç şampiyonlar ligi'ni de zenginlerin keyif alanına çevirmekten başka hiçbir şey değil. istiyorsunuz ki güçsüz iyice ezilsin, güçlü iyice güçlensin. güçsüz ve parasız olan herkes ve her şey hiçbir şeyden keyif alamasın, böcek gibi yaşasın ve ölsün.

    ismi ''şampiyonlar'' ligi olan ama 55 puanla 4. olan takımların cirit attığı liginizi alın ananızın amına sokun.

  • gerçek basketbol

    set hücumları ve katı savunma yapıldığı için avrupa'da oynandığı iddia edilir. sorun şu ki, basketbolun temel amacı çemberi savunmak değil, topu çemberden sokmaktır. yani basketbol deyince insanların zihinlerinde alan savunması veya boyalı alanda gelenin geçenin tokatlanması gelmez. bir basketbol maçı 2-0 bile bitse sayı atıp öne geçme amacı doğrultusunda hareket edilir.

    55-57 biten bir maçtan keyif alınabilir elbette. seyir zevki ayrı bir meseledir ve tartıştılması da yersizdir.

    ancak öz hakiki basketbolun avrupa'da oynandığını iddia eden güruh tarafından nba'de oynanan basketbol hiçe sayılıp, orada oynanan gerçek basketbol değil deniliyor. sonra, dünya şampiyonası veya olimpiyat finallerinde bir avrupa takımı henüz hücum setini oturtmaya çalışırken gerçek basketboldan anlamayan amerikalılar uzak mesafeden peş peşe iki üçlük sokup bir de alley-oop bastıktan sonra henüz ikinci çeyreğin ortalarında final maçını bitirip, basketbolu gerçek yapan ünlü avrupalı katı savunmayla taşak geçiyor. adamlar aynı ciddiyeti korusa 60 sayı fark atacak, hala avrupa'da savunma var, işte gerçek basketbol diyorlar.

  • johnny depp

    bir erkek bir kadını dövmüş. kadınlar ''ne kadar da seksili bir erkek oysaki, nasıl dövmüş anlamadım'' diyor, erkekler de ''böyle güzel bir kadın dövülür mü'' diyor.

    çirkinseniz dayak yiyebilir veya dayak atmanız şaşırtmaz yani. sizden beklenebilir bu. çünkü çirkinsiniz.

    değer yargılarınıza sokayım.