eski bir memur olarak etkisini şu şekilde özetleyebilirim: sizin şikayet ettiğiniz olay, şikayet ettiğiniz birime sorulur ve oradan alınan yanıt size geri gönderilir. çoğu kurumda cimer'le ilgilenen şahıs bir memur ya da şeftir. yönetici görmez bile kuruma aktarılan mesajları. çok istisnai olarak ilgili ve titiz bir yöneticiye denk gelirseniz şikayetinizin karşılık bulduğu olur. ya da şikayet ettiğiniz kişiden nefret ediyorlardır, ciddi sorun yaşıyorlardır veya başvurunun düştüğü şahısla bir husumeti vardır sizin başvurunuz onu tokatlamak için gerekçe olur.
devlet daireleri ile sorun yaşıyorsanız akp il başkanlığına veya tügva'ya şikayet edin daha hızlı sonuç alırsınız. ilim yayma cemiyeti de olur.
birim amiri nasıl görmüyor diyen olmuş. eğitim kurumları dışındaki kurumların çoğunda ve merkez teşkilatlarında yöneticilerin elektronik imzaları bile çoğu zaman memurda oluyor. burnunun ucunu göremeyen, okuduğunu anlayamayan, yönettiği birime dair en ufak bir deneyimi ve bilgisi olmayan insanlar yönetici yapıldığı için sizin şikayetiniz de şansa kalıyor.
zebra storyteller12 profili
-
cimer'in memurlar üzerindeki etkisi
-
her gün televizyonda 2 saat halka eğitim verilmesi
bizzat televizyonlardna eğitim verildiği günlerde büyümüş biri olarak neden işe yaramayacağını söylemek isterdim ama muhakeme de edebileceğinizi düşünüyorum. televizyonun power tuşuna ve diğer eldeki akıllı telefona bakıp ipucu edinebilirsiniz. bir de şu karikatürden ibret alabilirsiniz: görsel
-
kapıcının covid hastası olanların çöpünü almaması
kapıcıyı arayıp, "çöplerle birlikte ayrı bir zarfta koruyucu ekipman alman için sana harçlık bıraktım, şu marka maske, eldiven, siperlik ve önlük alabilirsin" derseniz ve 200 lira ateşlerseniz kapıcı parayı ve o çöpleri alacaktır. o koruyucu ekipmanları da almayacaktır.
benim tanıdığım apartman görevlilerinin çoğu ekstra bir ödemeyle içinde plütonyum bulunan çöp poşetini almaya ikna olur. -
sözlükçülerin iyi ki almışım dediği şeyler
(bkz: yumurta haşlama makinesi)
çok gereksiz bulanlar oluyor fakat kıvam konusunda hassas ve sabah evden çıkmakta aceleciyseniz bu makine sizi mutlu eder. başında bekleme derdi yok.
(bkz: filtre kahve makinesi)
zamanlayıcı (timer) olanından. tam da yukarıdaki nedenlerden dolayı önemli. geceden malzemeyi koy sabah kahven hazır olsun.
(bkz: elektronik kitap okuyucu)
bunun güzelliğini anlatmam mümkün değil. evimdeki onlarca elektronik zımbırtının hepsinden güzel.
(bkz: persol) hem güneş hem de optik gözlük. yıllar önce aldım ve eskidikçe, bozuldukça yeniliyorum. ölene kadar başka marka kullanmayı da düşünmüyorum.
(bkz: thinkpad) notebook. klavyesi ve sağlamlığı bağımlılık yarattı. başka hiç bir notebook aynı konforu vermiyor.
(bkz: android tv box) büyük ekran eski televizyonumu keyifle kullanabiliyorum.
sahip olduğum diğer şeyler(buzdolabı, çamaşır makinesi, telefon, tv vs.) bozulsa, çalınsa, eskise çok umursamam fakat yukarıda saydıklarıma bir şey olduğunda fiyatına bakmadan gidip yenisini alırım. -
bir kadın susuyorsa yapılması gerekenler
bişey yapmayın. belki de muhabbetiniz sarmamıştır, canı konuşmak istemiyordur amk. kadının tavrına göre sürekli pozisyon alıp dengenizi iyice bozmayın.
deneyim paylaşmak istiyorum. bir kadın sürekli susuyordu, ben de mütemadiyen suçluluk duygusu içinde neyi olduğunu soruyordum, agresyona dönüşüyordu suskunluğu. şiir gibi oldu ama harbiden bu bir oyun döngüsü haline gelmişti. bir gün, bana derdini söylemezsen bir daha neyin olduğunu sormayacağım, dedim. çünkü benim yüzümden olan bir şeyden dolayı bana susuyordu. o şeyin ne olduğunu bilmediğim için sürekli kaygı halindeydim-bu sefer ne yaptım acaba! bir süre sonra dengem bozulmaya başladı h harfini söyleyemeyen trakyalının sesli harfle başlayan her kelimenin başına h harfini yapıştırması gibi suçluluk duygusu üzerime yapışmış kalmıştı. sıkıldım. yazdığım şeyleri söyledim ve bir daha sormadım. uzun zaman birlikte sustuk, bir gece dayanamadım ve neyin var, dedim. boşanmak istiyorum, dedi. peki boşanalım o zaman, dedim. boşandık. bu olayın en kötü tarafı yıllar boyunca sürmesiydi. bu nedenle bir kadın susuyorsa o topa girmeyin, o oyuna dahil olmayın açık iletişimi ilişkinin başında yapılandırın. -
israil'in 1915 ermeni tasarısını reddetmesi
ortadoğu'da kartlar yeniden dağıtılmıyor ve israil bunu elinde bir koz olarak tutmuyor. israil vatandaşlarının önemli bir kısmının türklere sempati duyması da bu konuda etkili değildir.
israil asla ve asla ermeni soykırımını tanımayacaktır. israil'in holokost tanımı dışında, genişletilmiş bir soykırım tanımını kabul etmesi demek filistin'de uyguladıkları şiddet temelli politikaların ileride soykırım suçlaması ile önlerine gelme ihtimali demektir. söz konusu soykırım ise israil bu konuda türkiye ile ilişkilerden bağımsız kendi politikasını sürdürmeye devam edecektir. bunun dışında israil kendisini soykırım üzerinden var etmiş olan bir devlet olarak varlığını devam ettirmek adına bu unique kimliği başka bir milletle paylaşmayacaktır.
devletlerin dostları değil politikaları vardır. israil'in politikaları sempati kavramından bağımsız bir şekilde belirlenir. tarihsel olarak ermenilerle zaten iyi ilişkisi olmamış israil'in soykırımın kabulünden bir kazanımı olmayacaktır. -
rakının yurt dışında tutmamasının sebebi
rakıya bizim gibi anlamlar yüklemedikleri içindir. kabul etmek gerekiyor ki kültürel bağlamından çıkarıldığında rakı iyi bir içki değildir. üretilmesi zahmetli de değildir, rafine lezzetler arayan damakları tatmin edecek detaylara da sahip değildir. özel bir içki olmadığı gibi bira veya votka gibi hızlı tüketime uygun bir içki de değildir, zahmetlidir rakı içmek. şahsen ben rakının tadını hiç özlemiyorum, sadece muhabbetini ve ortamını özlüyorum zaman zaman. anlatmakta zorlanıyorum aslında ama rakı benim kişisel ve toplumsal tarihimle bağlantılı olduğu için anlamlı. anason kokusunun çağrışımları mesela çocukluğumun en uzak noktalarına, tatil akşamlarına kadar gidiyor.
şu yaşıma kadar sık sık rakı içmiş biri olarak keyifle içilecek alkollü içki denildiğinde benim aklıma fransız, italyan, gürcü, moldova şarapları geliyor, single malt viski, irlanda viskisi geliyor. ömür boyu rakı içmesem özleyeceğimi sanmıyorum rakının tadını. yazarken biraz düşündüm de muhabbetini özlemiyorum sanırım rakının, sadece çağrışımları anlamlı geliyor. rakı gelenekçilerinin yarattığı tiksinti de ayrı bir soğuma nedeni bu anasonlu distile içkiden. rakı içen kadın şöyledir, rakı içen kadın böyledir muhabbetleri falan midemi bulandırıyor. -
hiçbir zaman ruh eşini bulamayacağını anlamak
biz buna yetişkin olmak ya da olgunlaşmak diyoruz. ruh eşi, ideal ilişki, hayatımın aşkı, mükemmel evlilik gibi saçmalıklar modern insanın trajedisidir. her şeyin daha iyisinin satın alınabileceği bir dünyada partnerin daha iyisini satın alamamayı anlayamıyor insanlar. kimisi ruh eşini arıyor, birini bu pozisyona uygun görüyor ve kenarından köşesinden yontarak ideal kalıba getirmeye çalışıyor. çuvallıyor. kendisini kandırılmış hissediyor. kimisi de hep yanlış insanlara denk geliyor nedense.
kimsenin anlamak istemediği şey ise şu; ilişki emek isteyen bir süreçtir. ideal insanı bulup tencere kapak gibi bir ömrü mutlu geçiremezsiniz. kesintisiz mutluluk nasıl yoksa mükemmel uyum da yoktur. birini seversiniz ve bir ilişkiye başlarsınız mütemadiyen sorunlarla karşılaşırsınız, kendiniz ve ilişkinizle ilgili çalışır ve uyum sağlamayı öğrenirsiniz. ya da öğrenemez bitirirsiniz ilişkiyi.
deneyimsiz ve çok genç insanların bu romantizmini ve umudunu anlayabiliyorum fakat yaşını başını almış bir erkek veya kadın karşıma çıkıp ruh eşini bulduğunu söylediğinde veya hep yanlış insanlara rastladığını ifade ettiğinde resmen içim sıkılıyor. -
kadına tekme atmak sadece karnındaki bebeğin hakkı
--- spoiler ---
wilson adında birinin bir çivi fabrikasi vardır ve reklama ihtiyacı vardır. reklamcı bir arkadaşı ile konuşurken arkadaşi "wilson çivileri" diye bir reklam hazırlayabileceğini ifade eder.
"bana bir hafta ver!" der arkadaşı, "sana bir kasetle döneceğim" bir hafta sonra reklamcı, wilsonu görmeye gelir. kaseti videoya koyar ve çalıştırır. romalı bir asker isa kılığındaki birisini çarmıha çivilemekle mesguldür.
yüzünü kameraya çevirir ve "wilson çivileri kullanın, onlar herseyi taşırlar" der.
wilson çılgına döner ve bağırır. "senin problemin ne? bunu asla tv?de göstermezler. sana ikinci bir şans veriyorum, ama kesinlikle romalıların isa'yı çarmıha germesi gibi şeyler istemiyorum"
ikinci hafta reklamcı elinde baska bir kasetle gelir. yine kaseti videoya koyar ve çalistirir. bu sefer kamera roma'nın dışından merkeze dogru yakınlaşır ve çarmıha asılı kişinin önünde durur. romalı bir asker yukarı bakar ve 'wilson çivileri, herseyi taşır.'
wilson kendini tutar bu sefer. "sen beni anlamıyorsun, çarmıhta bir isa istemiyorum. sana son bir sans veriyorum bir hafta içinde yayınlanabilecek bir reklamla gelmeni istiyorum"
bir hafta daha geçer. wilson sabırsızca beklemektedir. reklamcı yeni kasetiyle gelir: saçları uzun, yarı çıplak bir adam nefes nefese koşmaktadır. bir düzine romalı asker de peşinden kovalamaktadır. tepenin başına gelirler ve askerlerden biri kameralardan birine dönerek:
"keske wilson çivileri kullansaydık!.." der.
--- spoiler ---
bu sloganın niyetine dair bir eleştiri getirmiyorum ama tekme ve hak kelimelerini bir arada kullanarak şiddet karşıtı bir slogan üretmek tuhaf. toplumsal cinsiyet ofsaytına değinmiyorum bile. -
dışarıdayken etraftan duyulan yaran diyaloglar
dün gece yurt dışından gelen arkadaşlarımı kıramadım ve migrenden kıvranmama rağmen milongaya götürdüm onları. sadece yarım saat kalabiliriz, sonra sessiz ve karanlık bir yerde olmam gerekiyor dedim ve mekana girdik. yakınlarımda tanımadığım 30 yaş üstü bir karı koca vardı ve ara ara didişiyorlardı. anladığım kadarıyla kadın dans etmeyi öğrenmek istiyor ama adamın hiç ilgisi yok. mevzu şöyle gelişti:
- hayatım baksana ne güzel dans ediyorlar bak bir kaç ay kursa gitsek biz de böyle oluruz sahnede.
- saçmalama kızım ben seni nasıl kaldırayım 60 kilosun sen.
kadın şaşkınlıkla baktı önce. adam sakin sakin duruyor. aha kıyamet kopacak derken gülmeye başladı ve "nasıl bir öküzsün sen" diyerek sarılıp öptü adamı. sonra ikisi birden gülme krizine girdiler. kahkahaların arasında benim migren de maskelendi. -
pasaport polisi
ben bunların en aptalına denk geldim. münih üzerinden aktarmalı uçuşum vardı. sabahın erken saatlerinde pasaport kontrolüne geldim, sersem gibiyim zaten. eleman ilk önce "sizin vizeniz yok" dedi. dedim "sahip olduğum pasaporta vize uygulamıyor ab", kontrol etmem lazım dedi, kontrol etti, ziyaret sebebimi sordu, gezmeye gittiğimi söyledim. iyi eğlenceler, dedi mührü bastı, pasaportu verdi. tam gidicem baktım mühür gözükmüyor. geri döndüm, mühür gözükmüyor, dedim. sorun değil damgada sorun var siz devam edin, dedi. o kadar bıkkındım ki yürüdüm gittim. iki hafta gezdim dolandım avrupa'da. sonra yine geldim münih'e. fakat bir gün önce avrupa birbirine girmişti
(bkz: 13 kasım 2015 paris saldırıları)
yine sabahın erken saati ve bir önceki gün hiç uyumamışım. elf prensesi gibi bir polisin gişesine girdim. kız baktı pasaportuma, her yerini inceledi "ama bunda damga yok" dedi. "biliyorum yok" dedim. "neden ama?" dedi, dedim "arkadaşınız damganın bozuk olduğunu, sorun çıkmayacağını söyledi, girişimi kontrol edebilirsiniz". kız kontrol etti, oradan giriş yaptığımı doğruladı ve "ama damga yok çıkamazsınız bu durumda" dedi. o kadar uykusuzdum ki "çıkmam ben de o zaman ne yapalım" dedim. beklemeye başladım. kız birkaç dakika boyunca pasaporta baktı, bana baktı ve sonunda geliş biletimi görmek istediğini söyledi. bilet çantamda bir yerlerdeydi, elektronik kopyası da telefonumdaydı ama bir anda canım sıkıldı göstermek istemedim bileti attığımı söyledim. yine birkaç dakika pasaportuma ve ekrana baktı. sonunda "peki geçmenize izin veririm ama ben de damga vurmam o zaman" dedi. sorun olmadığını söyledim ve çıktım gittim. sonra türkiye'de izbandut gibi bir arkadaş karşıladı beni.
pasaport sırası bana gelince pasaporta tam damga vuracakken karıştırmaya başladı. "hocam sizin buradan çıkışınız var ama başka bir ülkenin giriş mührü yok" dedi. dedim "herkes türk polisi gibi özenli değil kardeşim, alman polisinin damgası bozukmuş". hemen yumuşadı "haaa oluyo ya bazen öyle, vatandaş mağdur oluyor sonra" dedi damgayı vurup aldı beni ülkeye. -
david bowie
ölümlü olduğunu düşünmediğim için hakkında çıkan haberlere kulak asmadığım dünya dışı varlık
ground control to david bowie.. can you hear me..
https://www.youtube.com/watch?v=hnusd49chy8