tahirikemal28
profili

  • 31 aralık 2024 dolar kuru

    dolar kuru;

    kasım 2021: 9"---12"
    aralık 2021: 13"-18"
    ocak-şubat 2022: 13"
    mart-nisan 2022: 14"
    mayıs 2022: 15"
    haziran 2022: 16"---17"
    temmuz 2022: 17"
    ağustos 2022: 18"
    eylül 2022: 18"
    ekim 2022: 18"
    kasım 2022: 18"
    aralık 2022: 18"
    ocak 2023: 18"
    şubat 2023: 18"
    mart 2023: 19"
    nisan 2023: 19"
    mayıs 2023: 19"
    haziran 2023: 19"---26"
    temmuz 2023: 25"---26"
    ağustos 2023: 26---27"
    eylül 2023: 26"-27"
    ekim 2023: 27"-28"
    kasım 2023: 28"
    aralık 2023: 28"-29"

    ---giriş---
    endüstri devrimi ile üstünde güneş batmayan britanya imparatorluğu dünyanın dört köşesinde ışıl ışıl parlarken, ingiltere'de 8-10 yaşında çocuklar fabrikalarda döve döve zorla, yorgunluktan ölene kadar çalıştırılıyorlardı.
    abd ve sovyetler 1950'lerde, 60'larda ve 70'lerde bir yandan bilim ve teknolojinin sınırlarını zorlayıp uzay yarışına girmişken, diğer yandan dünyanın dört tarafında nükleer bomba denemeleri yapıyor, vietnam gibi ülkelerde karşı tarafları destekleyerek milyonlarca insanın ölümüne sebep oluyorlardı
    yani; homo sapiens sapiens formatında yaşadığımız sürece altın çağ gelmeyecek, dinler ve muhafazakarlık sona ermeyecek.
    yerlerin ve göklerin bir yaratıcısı olduğuna inanan bir kardeşiniz olarak söylüyorum; evrim kanıtlansa, nükleer füzyon birincil enerji kaynağı haline gelse ve hatta teknoloji yardımıyla insanın fiziksel ve zihinsel olarak üst seviyelere taşınmasıyle insan bilinci vücuttan ayrılsa bile necip milletler muhafazakarlıklarından ve inançlarından vazgeçmeyecek.
    en başta yazdığım gibi, tıpkı bundan önce olduğu gibi zamana ve koşullara adapte olacaklardır. ki, pragmatist bakış açısıyla adapte olmaları da gerekmektedir.

    gelişme;
    ister tanrı, ister uzaylılar, ister bin yıl sonra bir milyar kübit işlemli hızla çalışan süper kuantum bilgisayarda çalışan bir programcı, veya transhümanist çağların genetik mühendisi tarafından yaratıldığınıza inanın, yaratıcının olmadığı gerçeği delilleriyle ispatlansa bile din ve öteki dünyada cezalandırılma korkusu neciplikte ısrar ve inat eden milletler & kitleler için zorunlu ve gereklidir!

    ---sonuç---
    dolar kuru 1.000 (yazı ile bin) liraya çıksa ve 1 hafta sonra seçim yapılsa, karşısundaki aday kim olursa olsun sayın joko widodo gene % 50 civarında oy alır.

    dünya liderimiz, kıymetlimiz, başkan joko widodo'ya bıraksalar kuru tüm yıl 29 lirada sabit tutar.

    ama dış güçler ve onların içerideki layik, atayiz, fedonist, bidonist, mason ve hatta farmason uzantılarının yapacağı envai ibnetorluklardan dolayı 60 liraya kadar çıkar.
    sonra sesine kurban olduğum nur yüzlü jokowi demir yumruğunu vurup 50 liraya indirir.
    aslında zalim dış güçler bıraksa 10 liraya indirir, ve hatta hayın muhalifler olmasa 1 liraya da indirir.
    faizi de sıfıra indirir. ama farmasonlar ve onların içerideki uzantıları bırakmıyorlar.

    velhasılkelam kur kaç lira olursa olsun necipoğlunecip milletimizin çoğunluğunun siyasi görüşünü zerre değiştirmeyecektir.
    velhasılkelam şu an kafam asfalt; onun için yukarıda yazdıklarımda bir tutarlılık aramayınız. sonucunu değiştiremeyeceğiniz olaylar için de canınızı sıkmayınız değerli ekşici kardeşlerim.

    açın şu şarkının sesini, kalkın dans edin.
    çok yaşasın, bin yaşasın president jokowi!
    https://youtu.be/8aan9rdzrw4?si=ldjgsll9d_vm2ozd

    hepinize şahane bir 2024 diliyorum. ;)

  • sinema tarihinin en iyi bilim kurgu filmi

    kime göre, neye göre?

    genç kardeşlerimiz bol bombalı, patlamalı, iyi adamların gezegeni, galaksiyi ve hatta tüm evreni kurtardığı çizgi film tadı alabilecekleri bilim kurguları tercih ederken 40 yaş üstü fularlı ekşiciler bencileyin tarkovski sevebilir.
    nitekim bende çocuk ve ergenken aynı kafadaydım. şu an çocuk olsam avatar veya avengers, deadpool, xmen gibi marvel filmleri derdim.

    başlığa kendi adıma cevap vereyim;
    ergenlik öncesi geleceğe dönüş ve startrek serisi,
    ergenlikte terminator, total recall, predator gibi arnold filmleri,
    yirmili yaşlarda dark city & matrix, run lola run,
    otuzlu yaşlarda welt am draht, la jetee,
    kırklı yaşlarda solaris(1972)

    dizi derseniz; ilk dört sezon black mirror, love death robots, electric dreams, brave new world, eskilerden sliders...

  • apple vision pro

    30 sene önce cep telefonları ilk çıktığında mesaj bile göndermiyordu ve 3.500 dolardı.
    doksanların ortasında 1.000 dolara, doksanların sonunda 500 doların altına indi.
    ikibinlerin başında ericsson ve nokia 100-200 dolarlık telefon modellerini piyasaya sürdü ve neredeyse herkes cep telefonu sahibi oldu.
    sonra fotoğraf makinesi, video kaydedici, tv izleme özelliği gibi eklentiler geldi.
    2007'de apple cep telefonu piyasasına girdi ve tüm oyunu değiştirdi.
    bugün tüm finansal & banka işlemleri, elektrik, su, doğalgaz ödemeleri, giyimden elektroniğe, beyaz eşyadan, markete bütün alışveriş işlemleri cep telefonlarından yapılabiliyor.
    cep telefonu yardımı ile, birkaç dakika süre içerisinde tamirci bulabilirsiniz, eve yemek siparişi verebilirsiniz, abd borsalarına girip dünyanın en büyük şirketlerinin hissesini alabilirsiniz, ev, araba alıp satabilirsiniz ve hatta dünyanın öbür ucuna uçak bileti alabilirsiniz.

    apple vision pro bir başlangıç.
    buna cep telefonu ve hologram ekleyip birkaç nesil sonra gözlüğü lens boyutuna indireceklerdir.
    sonrası, homo sapiens'lerin sonu...
    sonrası, transhümanizm...
    sonrası, android orduların yerleşik düşünceleri hasat gibi biçmesi...

    peki, bu necip milletimizin siyasi görüşünü etkiler mi?
    bence etkilemez. bayburt, yozgat, elazığ filan aynı kalır.
    hatta bir tık daha muhafazakarlaşır. kıps;)

    makine bu;
    https://youtu.be/tx9qsagxfyg

  • 18 ocak 2023 boston dynamics paylaşımı

    2 sene önce boston dynamics 921 milyon dolara güney koreye satıldı.

    biz o paranın 10 katına kimsenin geçmediği hazine garantili köprüler, viyadükler yapıyoruz.

    gene ona yakın bir paraya sımsıcak gülüşüyle hafızalarımızda yer etmiş kırpık bıyıklı, muhafazakar bir abi başkentin ortasına dinozor parkı yapmıştı. onu da unutamıyorum.

    tanım: hüzünlendiren video.

  • akp'nin oy oranının %30 altına düşmemesinin sebebi

    bunun en büyük sebebi, muhaliflerin itiraf etmekten mütemadiyen imtina etmelerine rağmen, necip milletimizin çoğunluğunun atatürk devrimlerini ve cumhuriyeti benimsememesidir.

    atatürk bu laik cumhuriyeti necip milletimize 'rağmen' kurmuştur.
    eğer seçime gitse ve saltanatın & hilafetin kaldırılması, medeni kanun, şapka inkılabı, tekke ve zaviyelerin kapatılması, latin alfabesine geçiş gibi konuları necip milletimize sorsa ne yazık ki sonuç hüsran olurdu.

    demokrasi bir eğitim işidir.
    eğitimsiz kitlelerle demokrasiye geçilirse oligarşi olur.
    devam edilirse demagoglar türer.
    demagoglardan da diktatörler çıkar, demokrasi despotluğa dönüşür.

    daha iyisini tanımayan ve kıyaslama yapamayan bir insanın kendi yaşama şekliyle yetinip memnun olması olağandır. bundan ötürü eski denge'deki bir toplum kendini geri kalmış ve yoksul olarak göremez.
    pierre bordieu'nun belirttiği üzere, "gelişmiş ekonomiler kendilerini yetersiz bulup aşmaları gereken yolu düşünürlerken, teknik açıdan çok ilkel olan halkların büyük bölümü kendini katiyen geri kalmış görmemektedir. toplum eğer kendini kıyaslayabileceği bir zenginliğe ve refah düzeyine içte ya da dışta rastlamamışsa, kendi yaşantısını yeterli bulması ve gerilik düşüncesini reddetmesi normaldir."

    mamafih; necip milletimiz demokrasiye geçtiğimiz 1950 yılından bu yana tercihini sağ & muhafazakar partilerden yana kullanmıştır.
    https://seyler.eksisozluk.com/…-secim-galibiyetleri

    menderes, demirel, erbakan iktidarları ancak askeri darbelerle yıkılabilmiştir.
    özal ancak 12 eylül yasaklarının referandumla kaldırılıp demirel, erbakan, türkeş gibi diğer sağ liderlerin oylarını bölmesiyle iktidardan düşmüştür.

    velhasılıkelam;
    sorun muhalefetin başına aliyi veya veliyi geçirmek değildir.
    sorun salt tayyip erdoğan da değildir.
    sorun, necip milletimizin çoğunluğunun laiklikten, pozitivizmden, evrimden, devrimden, çağdaşlıktan, batı medeniyeti ve onun temsil ettiği herşeyden nefret etmesidir.

    recep tayyip erdoğan da ekonomik krizden dolayı değil, ancak abdullah gül, ali babacan, ahmet davutoğlu, bülent arınç gibi muhafazakar, islamcı eski yol arkadaşlarının partisinden oy koparması ve tüm muhalefetin son yerel seçimlerdeki gibi tek aday altında birleşmesiyle yenilecektir.

    daha önce kendisine hiç oy vermediğim gibi, ilk seçimde karşısındaki aday mansur yavaş, ekrem imamoğlu, besim tibuk ve hatta didier drogba dahi olsa rakibine oy verecek olan bir muhalif olarak altını çiziyorum; çoğu sadece batıcılıktan ve c.h.p zihniyetinden değil, her türlü pozitif bilimden gıcık alan göğsü anadolu irfanıyla dolu necipoğlu necip milletimiz tayyip erdoğan istediği için böyle davranmakta değildir, necip milletimiz istediği için tayyip erdoğan böyle davranmaktadır!!!

  • 10 kasım

    kimsenin iftirası, tezviratı, karnından konuşması ona duyduğumuz saygı ve minnet duygusunu yok edemeyecek.

    ne solun çekiştirmeleri, ne sağın tekdüze sloganik kalabalığı, tarihin bu olağanüstü simasına bakışımızı bulandıramaz... biz atatürk'ü ihvancı biraderlerden de öğrenecek değiliz.

    seni rahmet ve saygıyla anıyoruz, bize "yağma yok!" demeyi hatırlatan, yörüklerin büyük oğlu!

  • 22 şubat 2022 rus işgalinin başlaması

    özet geçiyorum;
    putin, yani rusya, "kırım'da ruslar çoğunluktu, hakkımızı aldık. luhansk ve donetsk'de de nüfusun çoğunluğu rus, orasıda bizim hakkımız" demeye getirmiştir.

    ukrayna demografik haritası;
    https://encrypted-tbn0.gstatic.com/…c9zctg&usqp=cau

    bu sayede, abd'de iyice şişmiş piyasaların havasını indirmek için uzun zamandır aradığı bahaneyi nihayet bulmuş oldu.

    yandaşlar bilmez, bilenlerde hatırlamak istemez. zamanında bizde hatay ve kuzey kıbrıstaki türklerin hakkını, hukukunu korumak için oralara siyasi ve askeri operasyonlar yapmıştık.

    demek ki neymiş, 2022 yılında hala bir ülkenin demografisi ve dili önem arz ediyormuş!
    stratejik derinlik diye sınırlarını açıp, milyonlarca ne idüğü belirsiz zırcahil, garip, gureba göçmen ve sığınmacıyı ülkene doldurursan yarın, birgün kafan ağrıyabilirmiş.

    ne rusun ayısı, ne amerikanın mandası...
    yaşasın tam bağımsız türkiye!

  • 500 bin tl'yi faize yatırmak vs ev almak

    2018'de faizler %24'e çıktığında bu muhabbet gene dönmüş, ezici çoğunluk ev almanın kerizlik olduğu konusunda birleşmişti.

    özellikle elinde 500 bin lira olmayan ergen kardeşlerin tamamı paranın faize yatırılması konusunda hemfikirdi.
    aslında demek istedikleri kiraya geçerim, spor bir araba alırım, gezer tozarım, bahis oynarım, kumara basarım, hisse alırım, alt koin toplarım. ancuk üstünde göz süzerim... meali birkaç sene paranın avradını skerim, mümkünse yurtdışına yerleşirim, para bitse de bir süre hırsımı alır, geçen yılların acısını çıkarırım, instagramda imrendiğim hayatı yaşarımdır, ki bende ergenken kesinlikle aynı kafadaydım. onun için bu genç kardeşlerimi hiç kınamıyorum.

    ama yaşınız 30 veya 40'ın üzerindeyse, çocuğunuz varsa, 20 yıldır biriktirdiğiniz parayı mecburen gidip başınızı sokacağınız bir eve bağlıyorsunuz. meali bana birşey olursa çocuğum ortada kalmasındır.

    'bu maaşlarla ev ve arabaya ulaşmamız çok zor' derseniz kesinlikle haklısınız.
    'döviz ve altın bazında ev fiyatları düşebilir' derseniz, ona da lafım yok.
    'ev almayın paranızı faize yatırın' diyene keyfin bilir derim.
    'ev paramı götürüp borsaya gömeceğim' diyene de ancak şans dilerim.
    ama selçuk geçer :) gibi dolar iki katına çıkacak 'bugün 400.000 türk lirası olan ev seneye 300.000 lira, dişinizi sıkıp almazsanız 2 sene sonra 200.000 türk lirasına düşecek. bekleyin. sakın almayın. mecburlar düşürecekler. yalvaracaklar' filan derseniz, işte o biraz zor derim.
    dolar artarken, faiz & enflasyon artarken, inşaat malzeme fiyatları artarken, arz yokken, ev fiyatları yarıya filan düşmez!

    bence ileride nerede yaşıyacaksanız evinizi orada alın. bunca nefis koy, göl, tabiat manzaralı köye sahip yemyeşil memleketimizde evinizi kafanıza göre dekore edip çoluğunuz çocuğunuzla fıstık gibi yaşayın.
    ... boşverin kapalı otoparkı... ankastre mutfağın ızgarasını!
    eviniz varsa da 2. eve yatırım yapmayın, çocuğunuz nerede okumak istiyorsa orada iyi bir eğitim sağlayın.

    yazdıklarımın hiçbiri yatırım tavsiyesi değildir.
    en iyi akıl kendi aklınızdır!
    hepinize hayırlı işler, bol skişler, güneşli günler dilerim!

  • ikinci el otomobil piyasası

    doksanlarda araba alanlara saf diyen bir güruh vardı. otobüse, dolmuşa biner, devamlı araba masrafının ne kadar çok olduğunu filan anlatırlardı.
    20 yıl önce ilk kez ehliyet aldığımda 'corsa'ya 12 milyar verilir mi?' diyenler 10 yıl önce 'golf'e 30.000 lira veren kerizdir. bekle fiyatlar düşecek' diyordu.
    5 yıl önce sıfır a3 sedan'a 90.000 lira verenlerin enayi olduğunu söyleyen kardeşlerimiz geçen sene clio'ya 100 bin verenin avanak olduğunu fiyatların seve seve düşeceğini yazıyordu.

    1 yıldır ısrar ve inatla yazıyorum, yazmaya devam edeceğim; bence seneye en boş golf minimum 300.000, en boş passat'a 500.000 lira olacak! ve bu fiyatlardan kapış kapış sa tı la cak!

    bak güzel kardeşim;
    2020 yılı itibariyle cep telefonu da, internette, televizyonda, buzdolabı da, bebek bezi de, araba da ihtiyaçtır, fiyatı kaça çıkarsa çıksın birileri tarafından alınıp satılacaktır ve almayanlar veya alamayanlar yüzünden fiyatlar düşmez!!!
    buraya gelip ekonominin düzelip uçacağını yazan akpli suserlarda, ekonominin batacağını ve milletin yok parasına arabasını satacağını iddia eden muhalif kardeşlerde fiyatları düşüremez!
    piyasa seni, beni dinlemez, iplemez!

    doksanlarda arabaların her ay %10, her yıl %120 zamlanması satışları bitirmediyse, clio'nun 200.000 lira olması da satışları bitirmeyecek. peyderpey yeni fiyatlara alışılacak. ve parası olanlar araç alıp satmaya devam edecek.

    bakın burası çokomelli;
    2009-2010 yıllarında 2.00 euro'nun üstüne satılan mazot litre fiyatı gün itibariyle 0.65 euro'ya düştü!
    ekonomi göreceli olarak iyiyken norveçten sonra avrupa'nın en pahalı akaryakıtını satın alıyorduk!
    bugün itibariyle avrupa'nın en ucuz akaryakıtını kullanıyoruz!
    bu ne demek?
    bu şu demek;
    eğer akaryakıta zam gelirse tüm ürünlere zam gelir. eskisi gibi litresi 2 euro üstüne, yani 20 liraya mazot satılırsa piyasadaki tüm ürünlerin fiyatı en az 2 kat artar ve enflasyon patlar!
    dolayısıyla;
    hükümetimiz fiyatların zıvanadan çıkmaması için akaryakıttan aldığı vergilerden feragat ediyor!!!

    halihazırda fellik fellik dolar ararken, akaryakıt vergisi gibi bu kadar büyük bir dilimden feragat eden hükümet, ötv'yi indirip, veya bazı süper zekalı ekonomistlerin iddia ettiği gibi komple kaldırıp vatandaşının ithal araç almaya yönelmesini ister mi?
    zaten döviz kurları zıvanadan çıkmışken milyarlarca doların ithal araçlar eliyle yurtdışına çıkmasına müsade eder mi?
    döviz kurları önümüzdeki dönemde aşağı yönlü hareket eder ve araç fiyatları dageçen yıllardaki seviyelerine iner mi?
    eğer cevaplarınız evetse beklemeye devam edin!!! sike sike düşecek gardaş o fiyatlar sike sike ;)

    ama yok eğer 'her yıl ortalama 1 milyon artan 85 milyon nüfuslu bu ülkede, ki bunun 62 milyonu 18 yaş üstü nüfus, ve 62 milyon erişkin nüfusumuzdan sadece 12 milyon kişinin kendi aracı var, 50 milyon kişinin ise aracı yok! - yani genç nüfusumuz araca aç, araç sahiplik oranında avrupa'da son sıradayız, ve araba fiyatları artsa da araba ihtiyacı bitmez.' diyorsanız, kafanıza yatan aracı alıp geçin!

    85 milyon nüfus +4-5 milyon civarı suri, paki, afgan, çikolata renkli bilimum mülteci ve göçmenle ülkedeki toplam 90 milyonun sadece 12 milyonunda otomobil & suv& jerp varken( 330 milyon nüfuslu a.b.d'de 280 milyon araç var.)
    -bakın burası da çokomelli!- trafikte dolaşan sadece 7 milyon araç 10 yaş altında!

    geçen yıl sadece 2.0 2.5 ve 3.5 motor seçenekleriyle satıldığı için türkiye'ye giremeyen camry dünya genelinde 700.000 sattı. toyota'yı vergilendirme sistemimiz yamuk diye bu aracı türkiye için özel olarak 1,.0 motor üretmesi için ikna edemezsiniz. 1000 tane daha fazla satması için aracın karizmasını çizmez!
    ya da sadece golf modeli 2019'da 700.000 golf satan volkswagen'i fiyatı düşürmezse ceza vetmekle tehdit edemezsiniz! ederseniz ülkenize araç göndermez! ısrar ederseniz yapacağı yatırımdan, açacağı fabrikadan vazgeçer! türkiye'de satacağı veya satmayacağı 5.000 golf şirket için hayati bir önem taşımaz!

    azarlayarak, kızarak, küfür hakaret ederek piyasaya yön veremezsiniz!

    'sike sike düşecek' diyen naif kardeşlerim ekimin ilk haftasını beklesinler;
    coşup yine dalganalacak, yeni yeni sevdalanacaklar kendileri....

  • dostoyevski'nin türk düşmanı olması

    dostoyevski tanrının slav ve rus olduğunu iddia edecek kadar aşırı rus milliyetçisidir.
    türklerden nefret eder.
    hatta karamazov kardeşler'in orjinalinde yer alan şu kısım neredeyse tüm çevirilerde sansürlenmiştir;
    '...bu arada, geçenlerde moskova’da karşılaştığım bir bulgar, genel bir slav ayaklanmasından korkan türkler’in tüm bulgaristan boyunca yaptıkları zalimlikleri anlattı. köyleri yakıyor, öldürüyor, kadın ve çocuklara tecavüz ediyor, esirlerini kulaklarından siper kazıklarına çiviliyor, sabaha kadar öylece bırakıp sonra da asıyorlar, akıl almaz her türlü zalimlik. insanlar bazen insan vahşetini ‘hayvani’ diye tarif eder, ama bu hayvanlara karşı büyük bir haksızlık ve hakaret; bir hayvan asla bir türk kadar vahşi olamaz, o kadar maharetle, o kadar sanatkarane bir şekilde vahşi olamaz. kaplan sadece ısırıp parçalar, bütün yapabileceği budur. insanları kulaklarından çivilemek, yapabilseydi bile, asla aklına düşmezdi. bu türkler ise çocuklara zulmetmekten zevk alıyorlar, ana rahmindeki bebekleri hançerle kesip almaktan, kundaktaki bebekleri havaya atıp annelerinin gözü önünde süngü ucuyla yakalamaya kadar her şeyi yapıyorlar. bunu annelerinin gözü önünde yapmak asıl zevk aldıkları şey. ama bulgar’ın bana anlattıkları arasında şu sahne özellikle ilgimi çekti. kollarında bebeğiyle, türkler arasında çembere alınmış, titreyen bir anneyi gözünün önüne getir. türkler eğlenceli bir oyun icat ediyorlar; bebeği okşuyor, gülsün diye kendileri gülüyorlar. sonunda istedikleri oluyor ve bebek gülüyor. tam o anda türkler’den biri silahını bebeğe doğrultup, yüzünden on santim mesafede tutuyor. bebek sevinçle kıkırdayıp parlayan silahı minik elleriyle yakalamaya çalışıyor ve sanatkar aniden silahı dosdoğru bebeğin yüzüne sıkıp minik başını paramparça ediyor. sanatkarane, değil mi? bu arada, türkler’in tatlı şeyleri çok sevdiklerini söylerler...'

    bir yazarın günlüğü adlı eserinde ise şu ifadeleri kullanır;
    'haliç ve istanbul, tümü de bizim olacak.ama bu fetih için, baskı yaratmak için değil.kendiliğinden gerçekleşecek bu.nedeni de şu ki, zamanı gelip çattı...'
    'avrupa'da şimdi sürdürülen diplomatik görüşmeler ne şekilde sonuçlanırsa sonuçlansın, önümüzdeki yüzyılda da olsa, istanbul eninde sonunda biz rusların olacaktır. yolumuzdan sapmadan, kararlılıkla yürümeli ve aklımızdan hiç çıkarmamalıyız...'

    dostoyevski avrupa'yı düzeltmek ve içinde bulunduğu çıkmazdan kurtarmak amacındayken türklere, tatarlara ve çerkeslere ise boyun eğdirmek ister.

    osmanlı döneminde dostoyevski'ye yönelik ilk eleştiri ziya gökalp'den gelmiştir.
    kaya alp mahlasıyla 1909 yılında genç kalemler derhisine yazdığı yazı şöyledir;
    on dokuzuncu asrın rus mütefekkirleri, edipleri arasında mütelevvin şahsiyetiyle dostoyevski’ye de tesadüf olunur. rus edebiyatına canlı ve feyizli bir şekil veren gogoller, turgenyevler sırasında sayılmak istenen dostoyevski hayatının ikinci kısmında tutmuş olduğu meslekle bu mümtaz mütefekkirlerden pek çok ayrılmıştır. dostoyevski’nin mesleğini değiştirmiş olması sebepleri pek de malûm değildir. edebî hayatıyla siyasî hayatını karıştırdığı günden itibaren dostoyevski bütün gündelikçi muharrirler gibi siyasiyyatın ihtiraslı cereyanlarına kapılmış ve nezih edebî simasını kaybetmiştir.
    dostoyevski ruslar için fakat bir kısım ruslar için sevilebilir; hürmet olunabilir; fakat biz türkler için nefrete yakın bir hisle düşünülmelidir; çünkü dehşetli bir slâvcı, bir türk düşmanıdır. ve ben burada onu edebî şahsiyetiyle değil siyasî, türk düşmanlığı sıfatıyla karilerime tanıtacağım.

    dostoyevski 1822’de moskova’da doğdu. 1837’de on beş yaşında iken sen petersburg’da istihkâm mektebine dahil oldu. beş sene sonra mülâzim-ı sanî rütbesiyle orduya girdi; fakat o zaman başka bir mefkûre yaşattığından orduda, askerlikte duramadı. istifa etti. edebiyat âlemine atıldı.

    umumiyetle rus ediplerinin fârık bir alâmeti olan köylülerin sefil, sert hayatlarını tasvir etmek dostoyevski için de kabule şayan bir minhac oldu. 1846’da insancıklar romanını neşretti. bu romanda rus memurlarının ve orta halli kimselerin hayatlarını, maişetlerini bütün hakikat-ı renkleriyle gösterdi. bu romanıyla hükûmetin kendi üzerine şüphesini davet etmiş ve o da diğer mütefekkirler, edipler gibi tehlikeli adamlar sırasına girmişti. nihayet 1849’da hükûmet aleyhinde çalışan gizli bir cemiyette bulunduğu ittihamını mucib olarak idam cezasına mahkûm oldu. idam olunacağı sırada cezasının on sene “hidemât-ı şâkka”ya tahvil olunduğunu öğrendi. sibirya’yı boyladı. 1854’te adî bir nefer gibi orduya idhal edildi. bütün bu meşakkatleri, felâketleri on sene çekti.

    tekrar hürriyetini, hayatını kazandıktan sonra 1861’de vramya isminde bir gazete tesis etti. 1863’de polonya hadisesi dolayısıyla yazmış olduğu bir makale gazetenin tatiline sebep oldu. 1867’de kendisinin iştiharına bais olan suç ve ceza romanını neşretti. dostoyevski’nin en güzel eseri bu romanıdır. aynı zamanda yine bu romanı edebî hayatının mezarıdır; çünkü bundan sonra dostoyevski siyasiyata kapılmış ve müthiş bir slâvcı olmuştur. hürriyetçi fırkalar dostoyevski’yi reddetti. zaten o da bir mürteci, bir mutaassıp, bir incilci olmuştur.

    şimdi dostoyevski’nin türk düşmanlığını, müthiş islâvcılığını bir yazarın günlüğü namıyla teflik edilen eserinde göreceğiz. siyasiyyata atıldıktan sonra muhtelif tarihlerde yazmış olduğu meşhur makaleler bu kitapta mündericdir.

    “bir yaz” unvanlı makalenin hamiş kısmında şöyle diyor: “islâvcı diye tefrik ettiğimiz islâv fikri nedir. siyasî, tarihi tefsir ve tercümesinden evvel kardeşlerimiz için bir fedakârlık ihtiyacı islâvları en zayıflara yardım etmeye sevk eden vazife hissiyatı bütün islâv ırkını müstakbelin en büyük devleti, en büyük müttehid kitlesi yapmak için vicdanî bir vazife temayülleridir. islavcılık, hristiyanlığın bütün hakikatlerini neşr ve tamimdir…” muharrir burada kendi taassup fikrini, islâvcılık ruhunu pek güzel tasvir ediyor.

    “bir defa daha, istanbul er geç bizim olmalıdır” makalesinde şu satırları okuyoruz: “geçen sene haziran’da istanbul er geç bizim olmalıdır diye yazmıştım. o zaman fedakârlık, kahramanlık ve heyecan devri idi. bütün rusya samimî arzusuyla kâfir türkler'e karşı hristiyanlığı, ortodoksluğu müdafaaya, din ve kan kardeşlerimiz islavlara yardıma giden ordusunun, ahalisini takip ediyordu…

    o zaman istanbul için şöyle demiştim: “evet haliç ve istanbul, bütün bizim olmalıdır. zaten tabiatıyla olacaktır. ve şimdi artık zamanı yaklaşmıştır.

    rusya istanbul’u zaptetmek için ne gibi manevî hak ve rüchanını gösterecek? nasıl âlî bir prensip namına avrupa’daki bu şehri işgal edebilecek?

    bu rusya’nın müdahelesini icbar eden ortodoks dininin mevcudiyyeti şartlarından başka bir şey değildir…”

    dostoyevski gözlerindeki islâvlık, ortodoksluk gözlüğüyle, o siyah adeseleriyle istanbul’u rusların elinde görmek için yalnız kendisine mahsus mantıklar serd ediyor. yine şark meselelerine dair yazdığı bir makalede türkler hakkında bütün gayızını, bütün kinlerini, isnadlarla, iftiralarla döküyor: “bu yalancı, rezil millet irtikap ettiği canavarlıkları inkâr edyor. padişahın vükelâsı askerlerinin esir ve yaralılara işkence etmediklerini iddia ediyor. çünkü kur’an bu gibi hareketi men’ edermiş. ve biz hâlâ bu müfteriz hayvanlara insanca muamele ediyoruz. artık zavallı çocukların gözlerini oymalarına devam etmelerini bırakmamalı. denâetlerine tekrar başlayabilmek arzusunu onlardan tamamiyle ref’ etmeli, türklerle bir an evvel işi bitirmelidir. mağlûp oldukları, ellerinden kuvvet ve silâhları alındığı zaman türkler de kazan tatarları gibi elbiselerini satmaya başlayacaklardır.”

    dostoyevski’yi tanıtmak için makalelerinden başka parçalar almağa lüzum kalmamıştır, sanırım. 1881’de bütün ihtirasları, taassupları, tecavüzleri nihayet bulmuştur; vakıa islâv âlemi ortodoksluk muhiti kuvvetli bir uzvunu kaybetmiştir. fakat insaniyet, aynı zamanda türklükte muannit bir düşmanından kurtulmuştur...

    dostoyevski dünyada saadet ve refahın husulünü ancak hristiyanlıkta ve bilhassa ortodokslukta görüyordu ve bunu için kalemiyle çalışıyor, çalışıyordu. ne faide ki hakikaten mefkûresinden pek çok uzak idi…'

    ---

    dostoyevski büyük romancıdır.
    şahsi görüşüm gelmiş, geçmiş en iyi romancılardandır.
    ama dostoyevski, bukowski, lord byron gibi örneklerde de göreceğimiz üzere 'iyi yazarlar kötü karakterli insanlar olabilirler'

    hoşgörmek ise okuyuculara kalmıştır.

    edit: çok soru geliyor.
    diğer büyük yazarların anormallikleri, tuhaflıkları ve hatta manyaklıkları için şuna göz atınız;
    #78719233

  • annesi hakim babası savcı sertaç'ın tahliye olması

    halihazırda olandır.
    annesi ve babasına göre suçsuz olan görkem sertaç'ın çocukluktan beri işlemediği suç kalmamış.
    misal;
    kıyafet denemek için girdiği kabinde giyinen adam ve arkadaşına saldırıp, kendisini sakinleştirmeye çalışan konuyla alakasız vatandaşı bıçaklamak,
    kendisine yan baktı diye kafe sahibi ve çalışanlara saldırmak, akabinde eve gidip balkondan silahla kafeyi kurşunlayıp parkta kendi halinde oturan vatandaşı yaralamak,
    hastanede görevli hemşireye “canımı yakarsan o iğneyi götüne sokarım” diyerek hakaret etmek,
    kız arkadaşının arabada döverken, tepki gösteren vatandaşları arabayla çiğnemek, 6 kişiyi hastanelik etmek..vs...
    https://www.cnnturk.com/…-gocmen-suc-makinesi-cikti

    anne ve baba her seferinde olayı kapatmak için sicil ve kariyerlerini ortaya koymuşlar. gereğinde tehdide başvurmuşlar. anne en son istifa edip avukat olmuş, suç makinesinin... pardon masum yavrucağın işlediği suçlara yetişmeye çalışıyor.
    daha tuhafı ikisi de görkemciğe ısrar ve inatla toz kondurmuyorlar.

    ah, şimdi behzat amirimi keşke konuşturabilsek,
    "la bi deyin la. bu çocuk olmadı. ilgilenemedik, işten güçten vakit ayıramadık, biz bunu yapamadık deyin la!"

    edit: amirime selam olsun!
    https://youtu.be/fx3r8vfflt8

  • 2018 ekonomik krizi

    geçen yıl almanya'da en çok satan 3 araba modeli vw golf, mercedes c ve vw passat,
    fransa'da reno clio, pejo 208 ve pejo 3008,
    italya'da fiat panda, lancia ypsilon, fiat tipo ve fiat 500,
    isveçin en çok satan 2 modeli volvo cx60 ve volvo v90,
    ispanya'da seat leon ve seat ibiza,
    romanya'da, evet iyi tahmin ettiniz dacia.
    devam edelim;
    dünyanın en büyük otomobil pazarının olduğu, her yıl en çok araç satılan ülke çin'de en çok satılan üç model trumpchi, baojun ve geely;
    ikinci büyük pazar a.b,d'de chevrolet ve ford;
    üçüncü sıradaki japonya'da toyota prius, nissan note, toyota aqua ve toyota chr; şunu da ekleyelim ki japon vatanseverliğinin ne olduğunu duymayan kardeşimiz kalmasın; 'geçen yıl japonya'da en çok satılan 30 modelin 30'u da japon üretimi!'
    insanların sokaklarda alanen sıçtığı, 'kanalizasyon sistemi bile yok' deyip daşşak geçtiğimiz hindistanda bile en çok satan 4 modelin 4'ü de hint malı maruti...

    2017'de 'dünyada' en çok satan 3 model ise japon toyota corolla, amerikan ford f ve alman volkswagen golf; sonra fransızlar geliyor.
    dünyada en çok araba satan ülkelerden japonya, a.b,d, almanya ve fransa'da makam aracı sayısı 10.000'in altında.
    peki dünya otomotiv sektörü lideri ülkelerde durum buyken bizde durum ne?
    bizde makam aracı sayısı tam 125.000.
    dünyada en çok mülteci barındıran, en çok insani yardım yapan, en çok antibiyotik kullanan ve kişi başı en çok çay içen ülke olduğumuz gibi bu konuda da dünyada açık ara birinciyiz!

    (finlandiya cumhurbaşkanı sauli niinistö'nün türkiyeyi son ziyaretine thy'nin tarifeli uçağıyla geldiğini duyduğumuzda çevremde çok kişi takdir etmekten çok adamla 'ezik' diye dalga geçmişti. finlandiya'nın kişi başı milli geliri veya eğitim sistemi şudur, budur diye başınızı ağrıtmayacağım. ek bilgi isteyen bizzat atatürk'ün isteğiyle türkçeye çevrilip zamanında müfredata konulan şu kitabı okuyabilir veya en azından sağdaki yeşili tıklayıp ekşi sözlükten bilgi sahibi olabilir. (bkz: beyaz zambaklar ülkesinde)

    dünya lideri ülke türkiyemizde ne yazık ki hala otomobil üretemiyoruz.
    üretemediğimiz gibi elalemin yaptığı otomobil markaları yüzünden birbirimize hakaret ediyor ve hatta boyun damarlarımuzı şişire şişire ana avrat küfrediyoruz. ekşi sözlükte bile entryler arasında biraz dolaşın, 'tok kapı golfçüler, mazdacılar, alfacılar, volvocular, japoncular, amerikancılar' filan diye gruplaşan kardeşlerin birbirlerini avanaklıkla, aptallıkla, enayilikle, kerizlikle, mallıkla, hıyarlıkla, dalyaraklıkla suçladığını ve sırf kendi bindiği arabaya binmiyor diye ağıza gelmeyecek hakaretler, küfürler ettiğini göreceksiniz.

    aynı durum samsung ve ayfon telefon kullananlar arasında da oluyor ki, heryıl milyonlarcasını milyarlarca dolara ithal ettiğimiz bu iki markayı da tıpkı uğruna dövüşüp hırlaştığımız otomobiller gibi maalesef biz üretmiyoruz.
    ne olduğu hakkında hiçbir fikrimizin olmadığı yurtdışından ithal siyasi ideolojiler yüzünden yıllarca birbirimizi yediğimiz gibi, yurtdışından ithal araba ve telefon markaları yüzünden fanatikleşip birbirimizi yemeye devam ediyoruz.
    (herkes aynı tip arabaya binip, aynı tip telefon kullansa ve dahi aynı renklerden hoşlanıp, aynı müzik türünü dinlese robotlardan ne farkımız kalacak, o başka bir konu başlığı)

    istanbul veya ankara'da organize sanayi bölgelerine giderseniz 10-15 yaşında hurda halinde almanyadan getirilen matbaa-etiketleme-ambalaj makinelerinin burada tamir edilip türkiye'nin 81 vilayetine satıldığını göreceksiniz.
    dış ticaret şirketlerini dolaşırsanız içten yanmalı pistonlu motoru filan geçtim plastik, levha, plaka, dişli, boru, fan, davlumbaz, vida ve hatta iğne, evet bildiğimiz iğneyi bile avrupa'dan, çin'den ithal ettiğimize şahit olacaksınız.

    zarar ettiği iddiasıyla 2005'de seka kapatıldığı için ülkede kağıt bile üretemez haldeyiz.
    keza, 2 sene önce afyon ve kütahya'da hayvanların yiyeceği samanın bile ithal edildiğine bizzat şahit oldum.

    dün ülkenin en büyük süpermarket ağlarından birine gittim. ülkemizin en çok satan kuruyemiş markasının ürünlerinden birine el uzattım. eriğin üstünde sırbistan yazıyordu.
    tezgahta satılan çay sri lanka, pirinç ve ceviz a.b.d'den gelmiş.
    sebze, meyve reyonunda satılan elma şili'den, muz ekvatordan, sarımsak çin'den, bezelye rusya'dan, karpuz ve soğan iran'dan, havuç avustralya'dan;
    balık reyonundaki somon norveç'ten.
    alkol reyonunda adını ilk kez duyduğum alman, belçikalı bira markalar vardı.
    abarttığımı düşünen en yakın süpermarkete gitsin ve dediğim ürünlere baksın.

    ülkenin en garip gureba, en fakir fukara kesimi de en okumuş, en aydın entellektüel birikimi yüksek kesimi de mütemadiyen herşeyin en iyisini istiyor.
    ülke olarak el arabasını bile üretemezken, herkes dünyanın en çok satan b ve c segment araba modellerine burun kıvırıp premium araçlara binmek istiyor.
    ayfonun, samsungun en pahalı modelleriyle fotoğraf çekip, en güzel manzaralı otellerde kalıp, en güzel yemekleri yemek istiyor.
    ayağına spor ayakkabının, götüne kotun en pahalısını, en kalitelisini giymek istiyor.

    peki elimizde ne var?
    ankastre mutfağını götüne sokacağımız, 10 yıl krediyle aldığımız 180 derece beton manzaralı bilmemkaçıncı kattaki yarım milyonluk apartman daireleri,
    gecekonduların önünde 5 yıl krediyle alınmış kendi kendine park edebilen yeni kasa alman arabaları,
    anasının babasının boğazından arttırıp kıt kanaat okuttuğu talebelerin elinde 48 ay krediyle alınmış yüz tanıyan, parmak iziyle açılan bilmem kaç bin liralık telefonlar, tabletler...
    çalışmadan üretmeden, alnı bile terlemeden kredi çekip bitkoine, dövize parayı gömüp zengin olma sevdalısı, emlaktan voliyi vurma aşkıyla yanıp tutuşan ben, sen, o, biz, siz, hepimiz...
    zengin olunca da en büyük hayalimiz ülkeyi kalkındırmak filan değil ha... bizim üretmediğimiz en pahalı arabalardan birine binip, gene bizim üretmediğimiz telefonla, tabletle instagrama fotoğraf/video yüklemek, gavur ellerini gezmek.
    ne kadar sağda solda 'heryere beton diktiler' filan desek de paranın bi kısmını o da havuzlu, güvenlikli bir betona gömeceğiz tabi...

    burada yazan bazı suser'ların siyasetçileri suçlayarak kendisini ve halkı konunun dışında tuttuğunu esefle görüyorum,
    siyasetçi dediğimiz kişiler halkın, milletin, seçmenin ta kendisidir değerli kardeşlerim.
    bir milletin çoğunluğunu oluşturan güruhun yansımasını sosyal ve siyasal anlamda siyasetçilerin bizzat kendisinde görürüz.
    bir ülkede siyasetçi eğer son model makam aracına biniyorsa, bilin ki siyasi görüşü farketmeksizin seçmenin çoğunluğu oraya geldiğinde aynı araca ve hatta daha iyisine bineceğin içindir.
    siyasetçi kendi gibi düşünmeyenleri adam yerine koymayıp dalga geçiyorsa, bilin ki seçmenin çoğu o makama geldiğinde kendine zıt görüşlüleri adam yerine koymayıp dalga geçeceği içindir.

    istisnasız bütün ülkelerde seçmen kendisine en çok benzettiği, yerinde olmak istediği, kendisiyle özdeşleştirebildiği tip adaylara oy verir.
    herhangi bir ülkenin tepesindeki siyasetçilerinin yaşayış tarzına ve hitabetine bakarak o ülkede çoğunluğun fikrini, zikrini, eğitim durumunu, hayata bakışını ve dahi hayallerini öğrenebilirsiniz.
    seçmen siyasetçiler istediği için öyle davranmaz, bilakis seçmen öyle istediği için siyasetçiler böyle davranır.
    dolayısıyla bir veya birkaç kişiyi suçlayarak gelişen olaylar karşısında çıkarım yapmak pek de mantıklı değildir.

    benim aklım erdiğinden beri babamdan duyduğum bir laf vardır;
    '... peki sen bunu hak ettin mi?'
    yıllarca babama hak, hukuk diye bir şey kalmadığını, hakkın da hukukun da seneler önce ortadan kalktığını söyledim. çalışma hayatında hak, hukuk diye bir şey olmadığını çünkü hayatı boyunca çalışan milyonlarca işçinin, emekçinin hayatında bir kere olsun yüzünün gülmediğini anlattım. hak etmek diye bişey olsa burnu sürtülen çalışanların eninde sonunda feraha, refaha kavuşacağını; ancak ve ancak teknoloji sayesinde ileride insanların çalışmadan, yorulmadan beyler gibi sultanlar gibi yaşayacağını iddia ettim.
    o ise bana hep mağrur mağrur gülümseyip aynı kelamı etti;
    'peki sen bunu hak ettin mi, ben bunu hak ettim mi, insanoğlu bunu hak etti mi?'

    'biz başımıza gelen bütün bu olanları hak ettik mi, etmedik mi, yoksa daha bile fazlasını mı hakettik?'
    bilmiyorum.
    'bu gelen ekomomik kriz veya adı her neyse ne kadar sürer?'
    onu da bilmiyorum.
    ama bir şey biliyorum;
    yetkililer eğer çok acil önlemler almaz ise, önümüzdeki yıl çok zor geçecek.
    nedir bu önlemler derseniz, daha önce de yazdım;
    iç ve dış siyasette duygusal ve hayalci değil akılcı ve pragmatik davranmak,
    beton değil üretim ekonomisine yönelmek,
    kalifiye olmayan eğitimsiz, kimliksiz (gerçekten çoğunun suriye kimliği bile yok) suriyeli göçmenleri bir an önce güvenlikle ülkelerine geri döndürmek,
    ülkesinden ümidini yitirmiş gençlere karşı hoşgörülü olup genç girişimcilere teşvik vermek,
    turizm ve tekstil başta üretim teşvikleri ile vergi indirimi sağlamak,
    çocuklarımıza 2018 yılına uygun bir eğitim verip, daha fazla teknik ve fen lisesi açmak
    ve en önemlisi yandaşçılığı acilen bırakıp liyakat sahiplerini göreve getirmek!
    bunlar ilk aklıma gelenler.
    15-20 sene içerisinde dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına girebilecek bir genç nüfus potansiyelimiz ve coğrafik konumumuz var. bunu mutlaka değerlendirmeliyiz.

    aksi takdirde seksenlerde ve doksanlardaki gibi yıllık % 60-70 faiz ve enflasyona geri döner,
    2018 gibi 2019-2020-2021 krizleri başlığı altında 'körler sağırlar birbirini ağırlar' tarzı yazıp okumaya;
    elalemin evladı haftalık çalışma saatlerini 20 saate düşürüp, nano teknolojiyi tartışıp 4. endüstri devrimini gerçekleştirirken biz hiçbir sike derman olmayan boş tartışmalarla birbirimizi yemeye devam ederiz.

  • 1991 yılındaymış gibi yazmak

    sevgili günlük 1991 yılının bu son gününde tekrar beraberiz.
    geçen yılbaşı yazdıklarıma baktım, istediklerimin çoğu gerçekleşmemiş. merve beni doğum gününe gene çağırmadı. sakallarım hala çıkmıyor. kenanla da hala küsüz. nike air jordan hayalim gene suya düştü. reebok pump'a hatta adidasa bile fittim peder almadı. '5 zayıf getirmiş bir de utanmadan ayakkabı istiyor yarrağımın kurma kolu, aha bunlar neyine yetmiyor, ayağın mı büyüdü ibnetor!' deyip bir önceki aybaşında aldığı kinetixleri kafama fırlattı. 'sen bi sınıfta kal amına koyacam, kıracam o metalik kasetleri kafanda' dedi. sınıfta kalmadım ama gene de 'öğretmen kurulu kararı'yla geçtiğimi öğrenince guns n' roses'ın use your illusion 2 kasetini kendi kafasına vura vura kırdı. o ara eli kesilince nenem ağlamaya başladı. 'durun guzum dövüşmeyin, neciymiş o laylon ayakkabı, ben alırım' deyip göğsünden para çıkardı. babam sinirle ona da bağırdı. annem 'ne bağırıyon yetmiş yaşında kadına?' deyip babamın üstüne yürüyünce babam kapıyı çarpıp salona gitti. herkes yatınca gidip baktım. elektrikleri kapatıp star tv'de 'yaseminle gece jimnastiği' ni açmış rakı içiyordu. annemle geceyarısı gene bağrıştılar. nenem 'siz merak etmeyin, bu çocuğa kırk yasin okutacam düzelecek. münevverin torunu da böyleydi, şimdi inkilisçe öğretmenliği okuyor' filan diyordu. babamın kafasına vurup kırdığı o albümde don't cry versiyonunu birinciden daha çok seviyordum. breakdown ve estranged de ondaydı, keşke birinciyi kırsaydı. metalika bokum gibi bir albüm çıkardı. 'wherever i may roam' hariç hiçbir şarkıyı sevmedim ve artık megadethçi olmaya karar verdim. çok yaşasın masteyn reyiz. geçen hafta gorbaçov istifa etti, sovyetler dağıldı. gene geçen hafta pkk istanbulda mağaza yaktı, 11 kişi öldü.
    aslında 1991'de bayağı bi olay oldu. ırak savaşı, azerbaycan savaşı, yugoslavya savaşı filan derken bizde de genel seçim oldu. anap hükümetten düştü, demirel başbakan oldu. koalisyon kuruldu. koalisyon iki partinin hükümet olması demek, derste ilyas hoca dedi. ama koalisyon iyi değilmiş. yıkıcı, bölücülerin ekmeğine yağ sürermiş. sanırım kendisi erbakancı. hep erbakanı övüyor. bir dahaki seçim erbakan gelecek inşallah filan diyor. milli güvenlik hocası bedava sızıntı dergisi dağıttı. renkli acaip bir dergi, yanında ajanda ve küçük defter hediyesi var. evde babam görünce çok kızdı. 'kim verdi lan bunu sana?' deyip sol kulağıma yumruk attı. 'yarbay verdi' deyince sustu. kıpkırmızı oldu, sinirden gözleri doldu. balkona çıkıp rakı içti. annemle bağrıştılar. babam 'takunyalılar heryere sızdı heryere!' diye bağırdı. üst komşu yukarıdan duvara vurdu. babam da duvarı yumrukladı. annem'polis çağırırlar, yapma' filan diye babamı sakinleştirdi. kulağım iki gün zonkladı. dergiyi çöpe attım, ajandayı babama göstermeden kullanmaya karar verdim.
    neyse, geçen sene 100 bin liralık banknot çıktı. metin oktay öldü. fredi merküri öldü. hindistan başbakanı gandi öldürüldü. 1 dolar 5.000 lira oldu. enflasyon %60.
    geçen sene süper albümler çıktı. orjinaline param yetmedi ama çoğunu yarı fiyatına stüdyo ümite 60'lık kasete çektirdim. anthrax, savatage, motorhead, ozzy, skid row, ugly kid joe... slayer'ın konser albümü çıktı. nirvana diye bir grup çıktı. granj diye tuhaf bi müzik yapıyorlar. iki akor basıp 10 milyon albüm sattılar, ne skim iş anlamadım. merve de nirvana dinliyor. ben hala en çok 'and justice for all' ve 'so far, so good, so what' dinliyorum.
    babam duvardaki soba borusu girişine sakladığım 14 tane barbar konan çizgi romanımı buldu. 'vay yazık benim emeklerime. yok vallahi adam olmayacak bu çocuk hanım. bizim lassacı hidayetin yanına çırak verecem bunu. bi iş sahibi olsun. yoksa toza gübüre karışıp ziyan olacak' dedi. babam ne anlar barbar konandan, ne anlar manowardan!
    can klod fan dam'ın yeni filmi geldi. sınıfın bebeleri toplanıp gittik. arnold'un da terminatör 2'si çıktı. ama ona daha gidemedim. uzay yolu 6 ile kuzuların sessizliği en sevdiğim filmlerdi. emirgilin evde videoda bol bol amerikan güreşi seyrettik. en sevdiğim hulk hogan. videocudan miki film istedik. yaşımız tutmuyor diye vermedi. bizde artık amerikan güreşini başka yerden kiralıyoruz. emir abisine aldırabilirse miki film de izleyecez.
    bu sene makgayver ve a takımını izlerken çok eğlendim, ama evli ve çocuklu en sevdiğim dizi. al bundy çok kıromatik ama süper bir adam. kızı kelly de çok güzel. mervenin ablasına benziyor
    bu sene merve beni doğumgününe çağırırsa ona nirvana tişörtü hediye edecem.
    'ali usturayı getirmiş mi lan günlük? ne mi dedin? zırrrt erenköy. babamın rakısından içtim. kafam dönüyo, yatıyom ben. rüyamda ben ilkel çağların yenilmez savaşçısı barbar konan olsam, merve de kızıl sonya olsa ne güzel olur, iyi geceler, sana da iyi geceler merve...

  • 1930 yılına ait nargile yapımı videosu

    videoda önce nargilecide çalışan dayıların, 5:15'den itibaren ise ise anaokulu öğretmeni ve şarkı söyleyen küçük çocukların konuştuğu türkçe altyazısız bile anlaşılıyor.

    https://youtu.be/akkppis7vqk

    burada gördüğümüz dayıların tamamının, el ele tutuşup kıkırdayarak şarkı söyleyen veletlerin çoğunun an itibariyle rahmetli olduğu düşünülünce tabi insanın içi sızlıyor.

    edit: videonun orjinali;
    https://youtu.be/wo2-ownjayc

    edit: bazı arkadaşların konuşulan türkçenin 'anlaşılır olması' nedeniyle 1930 yılında çekildiğine inanmadığı video imiş.
    demek ki bu güzel kardeşlerimizi 800 yıl önceye ışınlasak yunus emre'nin gerçek olduğuna da inanmayacaklar.
    #3723886

  • kenan sofuoğlu'nun lamborghini ile meclise gelmesi

    bence saçmadır.

    100 km'de 30 litre fosil yakıt tüketen bir araç yerine bisikletle meclise gelen bir mebus görsem ülkem için daha ümitli olurum.

  • vücut geliştirme

    20 yıldan fazla bir süredir uğraştığım spor dalı.

    ergenlikte arnold şıvarzenegerin conan filmini izledikten sonra bu işe başlamaya karar verdim. kendisinin türkçeye de çevrilen 'bir vücutçunun eğitimi' kitabını en az 10 sefer okumuşumdur.

    bu süre zarfinda degişik ülke ve şehirlerde onlarca spor salonu değiştirdim. tek günlük giriş yaptıklarım da oldu, 4 yıl kesintisiz devam ettiklerimde...

    öncelikle bu spor metal müzik gibidir. gercekten sevdalandıysanız hayatınız boyunca asla bırakamazsınız.
    nacizane tavsiyem; şu üçlüye dikkat edeceksiniz; antrenman, beslenme ve uyku.
    bütün bu süre zarfında gerçek sporcu mentalitesini benimsemiş harika insanlarla tanıştım. keza her salonda az da olsa bulunan pozcu, kompleksli lavuklardan uzak durdum.

    isimlerini burada zikretmek istemediğim steroid, buyume hormonu ve envai çeşit ilaç kullanan arkadaşlarım oldu ama ben bunlara hiç bulaşmadım. yanlış anlaşılmasın müsabık sporcuların ilaç ve destek ürünleri kullanmasina karşı filan değilim ve hatta eğer bu işten hayatımı kazanıyor olsam bende kullanabilirdim. hadi açık konuşayim, yamuk forvet fernandao tipimle '20 kilo kaslanman lazım, aksiyon filminde başrol oyuncusundan eşek sudan gelene kadar sopa yiyeceksin, sana da 250 bin dolar verecez!' diyen olsa 6 ayda dev gibi olurum. ama durup dururken o kadar kütle alıp, kendimi yıpratmam.

    çoook uzun yıllardır bench press max 90kg×8, military press 60kg×12, squat 60kg×20 civarinda takılıyorum. ilaç kullanmadığımdan hiç pro vücutcular gibi dikkat çeken yarma vucudum olmadı, kollarim hep 40-42 civarındaydı ama aylarca spor salonuna gitme imkanı bulamadığım zamanlarda bile evde barfiks, şinav, mekik çekerek formumu korudum.
    evet hafif gobeklendim ama 20 sene önce giydiğim haki asker pantolonum ve metallica tişörtüm hala üstüme şak diye oturuyor.
    arnıldın pumping iron veya can kılod fan dam'ın cyborg filmini seyrettikten sonra banyoya gidip aynanın karşısında atleti, donu, mintanı çıkarıp göbeği içine cekip kendime bakınca hala kurt gibi sırıttıracak kadar kendimi beğeniyorum.
    evet bir jason momoa olamadık ama yaprak sarma, süzme yoğurt ve armut hoşafıyla ancak bu kadar oluyor ahbaplar!

  • audi vs bmw vs mercedes

    üçü de beş para etmez.

    hakiki alman panzeri, otoban canavarı, bastıkça yola yapışan arabaların padişahı için (bkz: opel corsa).
    baştan edit: mazotlu tabi, ne sandın?

    (bkz: kargaya yavrusu şahin gibidir)
    ayrıca,
    (bkz: bana faydası olmayan kilisenin papazını sikeyim)

  • solcuların hep fakir olması

    türkiye için pek geçerli değildir.

    istanbul, ankara, izmir gibi en büyük şehirlerin en zengin mahalleleri ısrarla sol'a, en gariban mahalleleri ise inatla sağ'a oy vermektedir.

    demek ki; ya türkiye'de sol olduğunu iddia eden parti sol değildir, veya işin içinde bizim bilemediğimiz bir iş var.
    sosyal antropologlar açıklasın!

  • ideal seks süresi

    10 dakika, kesintisiz 1200 vuruş;
    çift vurup tek sayıyoruz
    veya daha yavaş bir tempoyla 15 dakika, (bkz: iki sığ bir derin)
    akabinde cığarayı yakıp bir soğuk bira içiyor vurup kafayı yatıyoruz ahbaplar!

    ikibuçuk saat filan yazan yedi taşaklı, zalim yaraklı kardeşler olmuş;
    sanırım kendileri (bkz: natalie dormer)'la, (bkz: sophie turner)' la filan çarpışıyorlar her gece üç beş kere,
    protesto ediyorum onları...

  • efendi erkeğin önünde sonunda kazanacak olması

    efendilikten kasıt kibar, naif, iyi huylu, barışçıl, vefalı ve düşünceli olmaksa yanlış kere yanlış önerme.

    tarihe geçmiş efendi erkek yoktur.
    bugün yüzlerce, binlerce yıl sonra hala isimleri çocuklara verilen iskender, attila, cengiz han, fatih, arthur, richard, ivan, petro gibi hükümdarlar efendi filan değillerdi.

    keza hiçbir barışçıl kral veya sultan yoktur ki tarihte başarılı sayılsın.

    efendi sanatçı yok denecek kadar azdır.
    misal, en iyi yazarlar efendi değildir. dostoyevski kumarbaz ve hovardadır. jack london serseri, serüvenci bir denizcidir, jack kerouac avaredir, bukowski ayyaştır...

    ne sağ ne sol; siyasi figürlerin hiçbiri efendi değildir. lenin, humeyni veya che guevara'nın efendi bir erkek olduğunu düşünsenize!

    köydeki ağa, kasabadaki tüccar, şehirdeki işadamı, metropeldeki müteahhit efendi değildir.

    efendi erkek ancak genç yaşta kendi gibi bir efendi kız bulup kendini çevresinden soyutlayabilirse huzur bulabilir.

    yoksa hayatı boyunca başka hayatları seyreder; okulda seyreder, iş hayatında seyreder, tatilde otelin balkonundan seyreder; ve bir mucize olması için bekler ha bekler!

    ayrıca efendilik bir tercih değildir.
    efendi erkeklerin çoğu istese de (fiziken ve ruhen olağandışı bir değişime uğrayıp yaşadığı coğrafyayı değiştirmedikçe) efendiliğini değiştiremez!

    #68468240