sevgili frodo12
profili

  • 3 nisan 2024 jti sigara zammı

    belki bırakmak için bir vesiledir bilinmez. ben kullananlara saygı duyuyorum. herkesin kendi tercihidir ama şöyle bir gerçekte vardır:

    https://www.allencarr.com.tr/…binin-ilk34-sayfa.pdf

    bunu okumanızı tavsiye ederim.

    ''sigara içme nedenlerinizin tümü birer yanılsamadır.''

    ''sigara içmek, çıkarınca rahatlamak için ayağı sıkan bir ayakkabıyı giymeye benzer.''

    ''sigara iradeyle değil mantıkla bırakılır.''

    ''sigara sizi rahatlatmaz, tam tersi olur. sigara sizi telaşlı, sinirli ve gergin yapar. sigara içmenizin nedeni zaten sigaranın kendisinin yarattığı krizi hafifletmektir. aslında sigara içmeyen biri kadar rahat olmak için içersiniz ama içmeyen biri krize zaten girmez''

    ''sigara yerine konan her şey bırakmayı zorlaştırır. çünkü bir fedakarlık yaptığınız yanılsamasına neden olurlar. gribi atlattığınızda yerine bir şey koymak istemezsiniz.''

    ''sigarayı sadece istediğinizde içmezsiniz, içmek zorundasınızdır ve içmeme düşüncesi bile sizi endişelendirir.''

    ''tadın sigara içmekle hiçbir ilgisi yoktur, sigarayı yemezsiniz. ıstakozun tadını ne kadar çok severseniz sevin yanınızda taşıyacak duruma gelmezsiniz.''

    ''zevkini aldığınız şey sigara içmeyen biriyken sahip olduğunuz mutluluk seviyesine geri dönme çabasıdır. bu basit hile sigara içenleri bağımlı yapan şeydir. gerçek şudur ki, sigara içen kişi asla sigaraya başlamadan önceki mutluluk seviyesine ulaşamaz.''

    (bkz: allen carr)

  • türkiye iq ortalamasının 86'ya düşmesi

    çok normal bir durum. 86 yine iyiymiş ben daha az bekliyordum.

    arkadaşlar ben bir ara dış ticaret ile ilgileniyordum. almanya'dan buğday talebi geldi. neyse talebin içeriğine baktık. adamlar buğday istiyorlar ama minimum protein değeri %16 olacak diyorlar. bir zaman sonra türkiye'den bir firma bizlere ulaştı buğday almak için. dedim ki hani ürünün protein değeri kaç olsun? çünkü fiyat her şey buna göre değişiyor. adam dedi ki abi hiç önemli değil isterse hiç olmasın buğday olsun yeter. almanya'ya en kaliteli buğday gidiyordu, türkiye'ye ise en kötü buğday geliyordu. biliyorsunuz bizim insanımız sabah akşam ekmek yiyor. protein olmayan ekmeği yersen ne olur? düşünemezsin ki. mantık kalmaz.

  • avukatlara güvenilmemesi için bir neden bırak

    fyodor dostoyevski, avukatlar için kiralık vicdan diyordu.

    doğrudur. avukat, sizin acılarınızı, sıkıntılarınızı umursamaz o işini yapmaya odaklanır. sonuçlar da bu iş kavramının bir parçasıdır. bu aslında birçok meslekte böyledir. doktorlar da işini yaparlar. yaranızı sararlar ama yaranızı anlamaktan geri dururlar.

    bu hayatta her iş, her insan bir parça vicdansızdır. o sebeple ne yapıyorsan yap gereğinden fazla beklentiye girme. senin acıların birilerinin mesleğidir.

  • seni neden işe almalıyız

    anlamsız saçma bir sorudur. bu hayatta idealler vardır ama önemi olan bir şekilde geçim derdini halletmektir.

    istanbul'da türkiye'nin ilk 5 şirketinden birine girecektim. neyse holdinge gittim. gerekli görüşmeleri yaptık. bana dediler ki ''seni neden işe alalım?''

    bende dedim ki, ''martin heidegger der ki, gözümüzün önünde duran bir bütün olmayıp hareketteki unsurlardan ibarettir. ben gücümü hareketten alırım, bir cisim yada insan sürekli hareket ediyor mu? o halde o insanın başarısız olması söz konu değildir. şimdi ben size soruyorum? gücünü hareketten alan bir personel mi? yoksa sadece durağan bir personel mi? seçim size kalmış'' demiştim.

    işe girdim. yaklaşık 5 yıl çalıştım.

    bana orada seni neden işe alalım diye saçma bir soru sordular, bende saçma sapan bir cevap verdim. hedidegger'in bu sözünün benim söylediğim şeyle bir alakası yok. onlar benimle dalga geçti, bende onlarla dalga geçtim.

    demem o ki, bu soruyu neden sorduklarını onlar bile bilmiyorlar. türkiye, gelenekçi bir ülkedir. çoğu kavramların altı boştur. bizden önce böyle işe aldılar bizde böyle işe alalım derler. o sebeple bu soru size sorulursa yapmanız gereken tek şey özgüvenli bir insan olduğunuzu göstermektir. sallayın, kafadan atın ama sessiz olmayın. kem küm etmeyin.

    ne diyor ayn rand:

    ''iş dünyasında kendi yargınızdan şüphe duymayın. ideoloji alanında şüphe duymayın. entelektüellerin anlaşılması zor, abuk sabuk konuşmalarının size gözdağı vermesine veya sizin cesaretinizi kırmasına izin vermeyin ve şu tür sonuçlara varmayın; anlamadığıma göre derin bir şey olmalı veya entelektüellerin gündemleri böyleyse o zaman benim fikirlerim pratik olmayan saçmalıklardır. fikirler yeryüzündeki en önemli pratik güçtür.''

    hiçbir konu hakkında 'anlamadığıma göre derin bir şey olmalı' şeklinde düşünmeyin.

  • asla mutlu olamayacak insanlar

    sigmund freud'a göre mutlu olmak için iki şeyi ortadan kaldırmak gerekir:

    "kötü bir geleceğin korkusunu ve kötü bir geçmişin anılarını.."

    sürekli gelecek korkusu yaşayan ve saplantılı bir şekilde geçmişe takılı kalanlar hiçbir zaman mutlu olamazlar.

    gelecekten korkmak ve geçmişe takılı kalmak ruhu öldürür. eski ahit'te ruh hayatın kendisidir. ruhunu yitirmek, yaşamını yitirmekle aynı şeydir.

    ne yazıyor eski talmud'ta: ''her kim şu dört şey üstünde düşünürse, hiç doğmamış olması daha iyidir: yukarıda olan, aşağıda olan, önce olan ve sonra olan.''

    yani diyor ki, tanrıyı, ölümü, geçmişi ve geleceği çok düşünme içinden çıkamazsın.

    diyeceksiniz ki ''yazması kolay, yaşaması zor, benim yaşadıklarımı sen yaşasan bilge kağan gibi olurdun. görür gözün görmez gibi, bilir aklın bilmez gibi olurdu.''

    bende diyeceğim ki eski talmud'ta yine şöyle yazar: "zeytine benzeriz biz, en iyi tarafımızı ancak ezilince veririz."

    ezilerek, üzülerek yola devam edeceğiz. pes etmek yok arkadaşlar! pes etmek yok! ulan bizi ezseler ne olur? zeytin en fazla zeytinyağı olur.* bizi kimse yok edemez arkadaşlar! biz buradayız ve mücadeleye devam ediyoruz! mutlu olacağız, bir gün o mutluluk bizim de kapımıza gelecek! her olayda kendimizi üzüntülere teslim etmeyeceğiz! her hadiseye kurban kesersek bize öküz çiftliği dayanmaz arkadaşlar. insanları da çok ciddiye almayacağız! herkesi kafaya takmayacağız. adam senin dediğin olsun demiş değirmende kavga çıkmamış. bazı şeyler biter arkadaşlar, bazı şeylere de sahip olamayız. boyacıya: “hangi rengi seversin?” demişler, “altın sarısıyla, gümüşi'' demiş. çünkü elinde sadece bu iki renk varmış. elimizdekiyle, yanımızdakiyle mutlu olacağız.

  • dünyadaki en iyi kendini savunma cümlesi

    zirve budur:

    "yarının hiçlik olması tehdidiyle mutlu olamam ve olmayacağım. derin bir hakaret bu. bu yüzden, beni acı çekmem ve yok olmam için, fikrimi sormadan ve küstahça var eden bu doğayı; su götürmez davacı, savcı ve davalı rolümle, kendimle birlikte mahkûm ediyorum. doğayı yok edemediğim için de, sadece kendimi yok ediyorum, hiçbir suçlunun bulunmadığı bir tiranlığa katlanmaktan bezmiş olarak...”

    fyodor mihayloviç dostoyevski

  • konfor alanının dışına çıkmak

    farklı bir duygudur.

    istanbul'da türkiye'nin en büyük 5 holdinginin birinde önemli bir departmanda beyaz yakalı olarak çalışandım. günlerim sürekli stresli geçiyordu. sürekli bir şeyleri yetiştirmeye çalışıyordum ve anlamsız saçma sapan dedikoduların içinde nefes almaya çalışıyordum. tamamen yapay bir hayatı yaşıyordum. bir gün düşündüm sırf para için bütün bunlara değer mi? değmez dedim. ertesi gün gittim istifa ettim. kahramanmaraş'a yerleştim. maddi durumum açıkçası pek iyi değil. eskisi gibi rahat değilim ama kafam çok rahat. gerçekten mutluyum. zaten birikimin ve deneyimim vardı kendime şirket kurdum ve rahat bir şekilde yaşıyorum. kitap okuyorum. zamanımı güzel geçiriyorum. geziyorum. eğleniyorum yani böyle gerçekten mutluyum. şöyle bir düşündüğüm zaman yaşadığımı yeni anlıyorum. istanbul'da oturup bir sayfa kitap okumaya vaktim olmazdı. işten gelirdim. beynim zaten duman olmuş. vurur kafayı yatardım. ertesi gün tekrar iş koşuşturması. şimdilerde alarm kurmuyorum. gerçekten güzel bir yaşam diyebilirim.

  • tedavisi olmayan türk hastalıkları

    bu ülkede ne bildiğin önemli değil. kimi tanıdığın, cebindeki paran ve mesleğin önemli onu anladım.

    bu ülkeden esasen bir umudum kalmadı. yazıyorum ama rahatlamak için yazıyorum. içimi dökmek bana iyi geliyor. yoksa bir beklenti için yazmıyorum.

    jean paul sartre'yi konuşuyorum, bu konu üzerinden para kazanıyor musun diye soruyorlar. yok diyorum. niye uğraşıyorsun ki diyorlar. hiç olmazsa youtube kanalı aç bunları anlat para kazan diyorlar. allah aşkına her şey para mı arkadaşlar? her şeyin ambalajı, her şeyin fiyatı olmak zorunda mı?

    çevrem evlenmemi istiyor. yaşım 30 oldu. bende tamam olur dedim. çevreme takılı kaldığım için değil, çevre umrumda değildir ama yalnız yaşıyorum o da yorucu oluyor, insan yanında arkadaş istiyor. neyse çevrem araştırma yapıyor. istisnasız her kız paraya, mesleğe mi bakar arkadaş dondum kaldım. mesleğimi beğenmiyorlar. olmaz diyorlar. özel sektörde çalışıyormuşum memur değilmişim. mesleğin garanti bir meslek olması gerekiyormuş. ulan ev kızı bile ben memur olsun istiyorum demiş. insan bir kere olsun karakteri sormaz mı? bu ülkede artık her şey ambalaj, etiket, fiyat olmuş. mutlu olmak için değil, bir statü sahibi olmak için evlenmek istiyorlar.

    gerçekten çok enterasan bir ülkede yaşıyoruz. ben evleneceğim zaman karaktere bakarım. kadının mesleği, parası benim için önemli değildir. ne bu açgözlülük? simitte yesen karnın doyar, tereyağlı iskender de yesen karnın doyar. peki neden gözümüz doymuyor?

    asla uyum sağlayamayacağım. bu insanların anormal davranışlarını kabul etmeyeceğim. yalnız yaşarım, yalnız ölürüm. bununla da gurur duyarım. goethe "hastalıklı bir topluma uyum sağlamak demek, sağlıklı olmak demek değildir." der. rol yapmayacağım. sistemin dışında kalacağım. kendime söz veriyorum.

    dostoyevski, insancıklar isimli eserinde “sen ne dersen de iki gözüm; toplumun yoksul insana saygısı yoktur.” yazmıştı. çok haklıymış onu anladım. toplum güce tapıyor. toplum artık değişmiş. değerlerini hiçe saymış.

    oysa ki ımmanuel kant pratik usun eleştirisi'nde: ''bizi zengin kılan sahip olduklarımız değil, sahip olduklarımız olmadan ne yaptığımızdır.'' demişti. şimdi bu filozofları çok iyi anlıyorum.

    insanlar bilgi istemiyorlar. bilgiden sıkılıyorlar. bilgi insanları bunaltıyor. insanlar ev araba para konuşmak istiyorlar ama şunu da yazayım ki erdem sıkıcı hale geldiğinde kötülükte cazibeli hale gelir. erdemden kaçtıkça kötülüğe daha çok saplanırız. kızlar böyle davranmaya devam etsinler. parası gücü olan erkeklerin peşinden gitsinler ama daha sonra şiddet görünce de önce kendilerini suçlasınlar. erdemden uzaklaşarak, kriteri meslek, para yapanlar kötülüğe de isyan etmesinler.

    insan nasıl özgür olur sorusuna bilgeler şöyle cevap vermişti:

    platon-öğrenerek, aristo-düşünerek, camus-başkaldırarak, sartre -eyleme geçerek, nietzsche-kendin kalarak, darwin-uyum sağlayarak, ankaralı namık-kalbinin sesine kulak vererek.

    parayı ve mesleği ön plana çıkaran bir tane aklı başında filozof görmedim. ankaralı namık bile bu soruya kalbinin sesine kulak vererek demişti. o bile parayı ve mesleği düşünmemişti.

    o halde paraya, güce, mesleğe tapmak niye?

    rusya'nın kırsal bir kasabasında ivan diye biri yaşıyormuş. bir gece yarısı arkadaşı dimitri kapısını şiddetle çalmış ''çok önemli bir şey oldu acil gelmelisin'' demiş. koşmuşlar. dmitri'nin tarlasına gelmişler. dmitri'nin tarlasının ortasında bir meşe ağacı varmış. dmitri ağacı göstermiş. ''bak, ağacımı eşeğe başlamışlar'' demiş. ivan arkadaşına dönmüş ''düşünce biçimini değiştirmelisin dmitri'' demiş.

    düşünce biçimimizi değiştirmeliyiz arkadaşlar. mutluluk dediğimiz kavram şartlanma eylemlerine bağlı değildir. paramız var diye mutlu olacağız bir şey yoktur. mutlu olmak için paranın olmasını beklemek kadar ahmakça bir şey yoktur. değerler kavramını iyi ve kötü oluşturur. zenginlik ve fakirlik oluşturmaz.

    ''ruhumuzda aynı anda iki sonsuzluk vardır. biri sayısız yüksek ideallerle doludur, öbürü ayaklarımızın altında en alçakça, en adice şeylerle dolu olan bir uçurumdur.''
    fyodor mihailoviç dostoyevski

    uçuruma düşmemek umuduyla.

    steve jobs şöyle bir parantez açmıştı:

    "zamanınız kısıtlı, bu yüzden onu başkalarının hayatını yaşayarak harcamayın. başkalarının düşüncelerinin sonuçlarıyla yaşama dogmasına takılıp kalmayın. başka insanların fikirlerinin gürültüsünün kendi kalbinizin sesini duymanızı engellemesine izin vermeyin. ve en önemlisi kalbinizin ve sezgilerinizin yolundan gidecek cesarete sahip olun.kalbiniz ve sezgileriniz ne yapmak istediğinizi bilirler. bunun dışındaki her şey teferruattır."

    başkaları için evlenmeyin. başkalarının gözünde havalı olmak için kararlar almayın. başkasının sizi umursadığı yoktur. herkesin yolu ayrıdır. başkası sizi en fazla 2 dk düşünür. ''helal olsun şöyle bir adamla evlendi. turnayı gözünden vurdu.'' derler ama bunu söyledikten sonra da konuyu kapatırlar. herkes kendi hayatına bakar. hayatı kendiniz için yaşayın. nietzsche'nin vurgusuyla güç istencini kendiniz yaratın. başkasının sırtından bir şeylere sahip olma arzusundan vazgeçin. içinizdeki o saf, masum duygulara yönelin. şahsen ben her gün acı çekerek, ağlayarak sarayda oturacağıma her gün gülerek tavuk kümesinde yaşamak isterim.

  • kazıklanmanın kaçınılmaz olduğu yerler

    kesinlikle oto sanayiciler.

    geçenlerde berberde tıraş oldum. arabaya bindim tam çıkarken biraz da stresliydim arabanın yan tarafını sürttüm.

    neyse sanayiye gittim. arabada bir şey yok da bir pasta cila yapılması lazım küçük bir yere. girdim neyse tamirciye sordum 3000 liraya yaparız abi dedi.

    benim arkadaş da yine sanayide. mecbur arkadaşı aramak zorunda kaldım. o beni bir ustaya gönderdi. usta arabayı halletti para istemedi. paralık bir şey yok dedi.

    şimdi bir ustanın 3000 lira istediği yerde diğer usta para alacak bir bir şey yapmadık diyor.

    siz siz olun sanayiye giderken her zaman bir tanıdık üzerinden gidin.

    edit: arkadaşlar araç audi a8 quattro long. adamlar arabaya göre fiyat çekiyorlar. buna biniyorsa 3bin tl'ye para demez diyorlar. araba biraz ortalama üzerinde bir arabaysa kesinlikle tanıdık üzerinden sanayiye gidin. buna benzer birkaç olay daha başıma geldi. yani bizde standart tarifeler yok.

  • 50 bin doktorun yurt dışı için hazırlık yapması

    her durumda doktorların %100 haklı olduğu varsayımını desteklemez.

    ben de birçok defa doktora gittim. içeriye giriyorsun direkt olarak neyin var diyorlar. insan ilişkilerinde her zaman nezaket olmalıdır. "hoş geldiniz, geçmiş olsun neyiniz var?" demek çok mu zor?

    türkiye'de doktorlar bu milleti basit görüyorlar. kendilerinden aşağı görüyorlar ve sanki bir hayvana bakarmış gibi hastaya bakıyorlar. bunu uydurmuyorum. çünkü bizzat yaşamış olduğum ve hissetmiş olduğum duyguyu size yazıyorum. ben her zaman kendimi hayvan gibi hissettim.

    bu ülkede sadece doktorlar zor olan işleri yapmıyorlar. biz de zor olan işler yapıyoruz. imalat sektöründeyiz. yeri geliyor benim üzerim başım makine yağı oluyor. yeri geliyor bir günde 15 saat çalıştığım oluyor. doktorların yaptığı işi kesinlikle küçümsemiyorum her mesleğin kendine göre zorlukları vardır ama bu nezaket kurallarını gözeterek ilişki kurmamız gerçeğini de göz ardı etmez.

    daha kibar olmalıyız. karşımızdaki insanı bizden aşağı görmek medeni bir davranış değildir.

    kaldı ki bu nezakete en çok hastane ortamında ihtiyaç duyuyoruz. çünkü hastayız ve kelimeler gerçekten çok önemli.

    hastaneye gidiyorsun doktor sanki onu rahatsız ediyormuşsun gibi davranıyor. güzel kardeşim ben buraya boşuna mı geliyorum? kendimi iyi hissetmiyorum ki sana başvuruyorum.

    zamanında kahramanmaraş'ta benim satış mağazam vardı ve bu hastaneye çok yakındı bir gün gitmiş olduğum doktor benim iş yerime geldi. kemer almak için. direkt neye baktın dedim. doktor bana ne dedi biliyor musunuz lütfen biraz kibar olun dedi. ben de size geldim hastaneye siz bana direkt neyin var dediniz dedim.

    doktorlar olarak gerçekten yoğun çalışıyoruz dedi. kusura bakmayın dedi. yani bu durumda bile doktor kendisini haklı çıkaracak bir bahane arıyor.

    maaş konusuna karışmıyorum. çünkü bu konu benim uzman olduğum bir alan değil. maddi sebeplerle yurt dışına çıkan doktorlara bir şey demiyorum. herkes kendi tercihini yaşar sonuçta insan hayatı maddi yönden dönüyor. yurt dışında maddi olarak daha iyi imkanlar varsa elbette değerlendirebilirler. bu konuda doktorlara hak veriyorum.

    edit: özelden bir doktorumuz yazdı. senin sıran gelene kadar 50 tane ayıyla uğraşmak zorunda kalıyoruz diyor. neden insanları ayı olarak görüyorsunuz? belki hatalarımızı fark ederek daha dikkatli bir çalışma hayatına sahip olabiliriz. sen direkt karşındaki insanı ayı olarak görürsen olası her olumsuz duruma peşinen yetki vermiş olursun.

    ne diyor dostoyevski suç ve ceza isimli kitabında:

    ''hasta bir adamın gördüğü rüyalar çoğunlukla belirginlik, olağanüstü bir açıklık, canlılık ve insanı yanıltacak kadar da gerçeğe benzerler. çok ilginçtir bu durum. çoğu zaman da korkunçtur bu tablo. ama ortam ve düşünce dizisi öylesine gerçektir ki, beklenmedik, ustaca, öylesine iyi seçilmiş ayrıntılarla doludur ki uyuyan kişi puşkin ya da turgenyev kadar büyük bir sanatçıyı bile olsa uyanıkken böylesine bir tabloyu icat etme yeteneğinde olamazdı dünyada. bu rüyalar, böyle hastalıklı durumlarda görülen rüyalar, kolay kolay unutulmazlar. zaten sağlıksız ve sinirli bir heyecanın etkisinde olan bünye üzerinde derin izler bırakırlar.''

    geceden bu kadar sıkıntı çekip doktora gittiğin zaman bir kelime bile olsa bir nezaket arıyorsun. buna mecbursun. insansın robot değilsin. markete gidip 2 kilo peynir almıyorsun. sevgili doktorlar kasiyer rahatlığı aramayın. hasta bir insanın tüm duygu ve düşünceleri darmadağın olur. hastalık çok kötü bir şey. allah kimsenin başına vermesin. demek istediğim sadece güler yüz ve birazcık nezaket hepsi bu kadar.

    edit: doktorun, hastayı karşılayınca "hoş geldiniz, geçmiş olsun neyiniz var?" demesi çok mu zor? bunu yazdım. özelden gelen mesaj aynen bu: ''halini hatrini memleket meselelerini de sorsunlar paşam''

    bu kadar zor değil be nezaket. hoş geldiniz demek inanın ki bu kadar zor değil. lütfen ıssız bir adadan gelmiş gibi davranmayın. sosyal olun. günaydın, iyi akşamlar, hoş geldiniz deyin. bunlar bu kadar zor şeyler değillerdir.

    edit: özelden sana doktor lüks kemerci bozuntusu yazanlar oldu. sevgili arkadaşlar ben ayıp bir şey yapmıyorum. helal bir şekilde işimi yapıyorum. paramı kazanıyorum. toplum dediğimiz genel kavram içerisinde birçok farklı mesleğe sahip insan bulunmalıdır. her insanın kendine göre bir işi vardır ve bu işler farklı statüleri ayrıştırıcı bir şekilde ön plana çıkarmamalıdır. bir toplumda herkes doktor olamaz. ben kemer, çanta, ayakkabı, cüzdan imalatı yapıyorum. bir doktor bunları da kullanmak zorundadır. siz hiç ayakkabı kullanmayan bir doktor gördünüz mü? dolayısıyla o ayakkabıyı üreten insanlar da lazım. örneğin bir ev hanımını basit görebilirsiniz ama ev hanımı bu ülkeye evlat kazandırmıştır. evlatları mühendis olmuştur. asker olmuştur. vatanı korumuştur. karşımızdaki insanı 2. sınıf bir insan görmek bizim ayıbımız olur. her insanın kendi içerisinde çok ayrı bir dünyası vardır ve bu insanlar gerçekten saygıyı hak ederler. o sebeple lütfen birbirimizi küçük görmeyelim. birbirimize saygı duyalım. birbirimizi sevelim. birbirimizi anlamaya çalışalım. insanı üzerindeki kıyafetine göre yargılamayalım. bu şekilde davrandığımız zaman gözümüze büyük sorunlar olarak gelen olayları daha küçük bir şekilde yani daha az çaba harcayarak aşabiliriz.

    doktorlarımıza karşı asla tavır aldığımız yoktur. onlar bizim canımız ciğerimiz. en zor günümüzde sığındığımız insanlardır doktorlarımız. sayelerinde çok defa hastalıklardan kurtulduk. allah onlardan razı olsun. sadece şunu demek istiyorum biz hastalar size geldiğimiz zaman hem bedenen hem de ruhen tükenmiş oluyoruz. bu konuda biraz daha anlayışla, biraz daha nezaketle bizleri idare edin lütfen. biz hastalarında davranışlarında ölçülü olması gerekiyor. hastalık her insanın başına gelebilir. böyle durumlarda bizlerde fedakar olmalıyız. doktora şiddet asla kabul edilemez. kimseye şiddet uygulanmaz. sizi iyileştirecek insana zulüm etmeyin. iki yakanız bir araya gelmez. bu dünyanın iyilik doğrusu vardır. bunun dışına çıkarsanız yaşattığınızı yaşamadan ölmezsiniz. bunu unutmayın. bizler aynı ülkede yaşıyoruz. aynı duyguları paylaşıyoruz. her zaman sorunları çözmeye çalışalım. çözüm odaklı olalım. şiddetin sorunları çözdüğü tarihte görülmemiştir.

    ha sorunlar olacak elbette. sorunsuz bir dünya malesef yoktur. victor hugo notre dame'ın kamburu isimli eserinde dediği gibi ''en nefis tereyağı bile zamanla acılaşır.'' o sebeple bizler elimizden geldiği kadar davranışlarımızda ölçülü olmaya çalışalım. düzen böyle gelmiş böyle gider ben mi sistemi değiştireceğim diye düşünmeyin. unutmayın ki devrimlerde biz kaç kişiyiz diye sorulmaz. özellikle nezaket vurgusu yapmamın sebebi, nezaket her şeyi değiştirir. nezaketin açamayacağı kapı yoktur. çünkü nezaket farklı düşünce tavırlarını iyi bir şekilde ortaya çıkarır. bir örnek vereyim, dağda yüksek irtifada kana oksijen gitmez. bu nedenle de ısınamazsınız. içgüdüsel olarak olabildiğince uzun süre uyanık kalmaya çalışırsınız. düşünce gücüyle kendinizi kanın damarlarınızda dolaştığına inandırırsınız. bu sizi hayatta tutar. bakın sadece düşünce bile insanı hayatta tutmaya yetiyor. düşünceyi ise en iyi nezaket destekler.

    son olarak kimseyi de küçümsemeyelim. tolstoy, savaş ve barış isimli eserinde der ki:

    ''kimse kimseyi küçümseyecek kadar büyük değildir bilmelisin. küçümsediğin her şey için gün gelir önemsediğin bir bedel ödersin.''

    önyargılı olmayın. kendinizi ifade edin. medeniyetin başlangıcı kendini ifade edebilmektir. örneğin isa peygamber af dilemek yerine neden çarmıha gerilmeyi tercih etti biliyor musunuz? kendini daha iyi ifade edebilmek için.

  • yakışıklı mısın sorusuna verilecek cevap

    kesinlikle yakışıklıyım ama bana göre yakışıklıyım. ben dışarıdaki insanların yorumlarıyla kendini tasarlayan diğer insanlardan değilim.

    kendimi beğeniyorum. bu bana yeterlidir. karşımdaki şahıs beni yakışıklı bulmuyorsa farklı seçenekleri değerlendirmeye alabilir. bu zaten benim umurumda olmayacak bir şeydir. sırtlanlar istedi diye aslanlar ölmez.

  • türk erkeklerinin aşırı kıllı olması

    insanı hayattan bezdirir.

    gerçekten aşırı kıllıyız. bana özel genetik bir durum olabilir diyeceğim ama çoğunluk olarak türk erkeklerinin neredeyse tamamı kıllı oluyor. sabah yataktan kalktıktan sonra çarşaftaki kılları toplayıp çelik yelek yapımında kullanılmak üzere tesislere göndersem bir allah'ın kulu da aga bu nedir demez. yadırgamaz yani. bir zaman sonra gerçekten işkenceye dönüşüyor.

    lazer gibi tedavi unsurları var ama bunları da belirli periyotta sürekli yapmak gerekiyor. tuhaf bir şekilde kendimi bu zamana kadar ari ırktan görüyordum. yine tuhaf bir şekilde bu iddiamı kendi vücudum çürüttü. ne olurdu sanki şöyle temiz bir vücudumuz olsaydı? her şeyin fazlası zarar bunu anlıyoruz. az ve öz olsaydı çok daha güzel hissederdik.

    kendimi gerçekten bazen alfa kurt gibi hissediyorum. pencereyi açıp, dolunay'a karşı kafamı 180 derece çevirip kurt gibi uluyorum.

    yerlere çekpas yapmaktan sırtım ağrıyor. koca ömür kılları toplamakla geçti.

    evet insan bazen enetik durumlara isyan edebiliyor. ne yapalım bizi seven de böyle sever artık.

    edit: kıllı olmak ayıp bir şey değildir. buradan türk düşmanlığı anlamını nasıl çıkarıyorsunuz gerçekten hayretler içerisinde kalıyorum. ben de bir türk genciyim ve kıllıyım. ne var bunda? harbiden insanlar artık kafayı yemiş.