rockandroll rules6
profili

  • 4 mart 2021 yeni zelanda depremi

    2021'nin, şu ana kadarki, en büyük depremi olan depremdir. usgs verilerine göre yeni zelanda'ya bağlı kermadec adaları'nda, 19.4 kilometre derinlikte ve 8.1 moment magnitüd büyüklüğünde; emsc verilerine göre ise 7.9 moment magnitüd büyüklüğünde ve 10 kilometre derinlikte gerçekleşmiştir. depremin olduğu yerden auckland'a kadar aşağı yukarı 830 kilometre tutmaktadır.

    harita 1

    harita 1'de görüldüğü üzere depremin şiddet dağılım haritasına göre yeni zelanda'nın ana adası depremi hissetmemiş. usgs de depremin şiddetini bu yüzden 7 olarak açıkladı ve şiddetin çok az bir kısmı 7 olarak gözüküyor. baktığınızda esas olarak kermadec adası'nda bile hissedilen şiddet 6'ya düşmüş durumda. zaten ciddi bir popülasyonun yaşadığı en yakın yer olarak ise tonga gösterilmekte ve bu deprem, tonga'ya 962.7 kilometre uzaklıkta cereyan etmiştir.

    harita 2

    ivmeleri ve hızları çalışmak isteyen arkadaşlar usgs'den daha detaylı haritaları alabilirler. burada gördüğünüz üzere, bu bölgede yaşanan depremler gösterilmiş ve dalma batma bölgesinin nasıl olduğu çizilmiş. 1900'den sonra (yani aletsel dönemde) görüldüğü üzere burası çokça kez 8'in üstünde deprem üretmiş bir bölgedir. tonga'dan başlayarak fiji, amerikan samoası, yeni zelanda, yeni kaledonya (ki daha yeni çok şiddetli bir depremle sarsıldılar), vanuatu gibi ülkeleri etkileyecek çok ciddi bir depremler üreten bir bölgedir. o dalma-batma zonu üzerinde (ana depremden önce ve sonra) 7.3 ve 7.4 moment magnitüd büyüklüğünde depremler gerçekleştiği gibi; 1 tane 6.1 mw büyüklüğünde, 12 tane 5 ila 5.9 mw büyüklüğünde, 4 tane 4 ila 4.9 mw büyüklüğünde deprem meydana gelmiştir.

    avustralya levhası ve pasifik levhası arasındaki yüksek batma oranından dolayı, avustralya plakasının doğu kısmında (yani tam o gördüğünüz çizgi üzerinde) dünyanın en aktif sismik alanlarından birisi oluşmuştur. yeni zelanda bölgesinde ise 3000 kilometre uzunluğunda bir dalma-batma bölgesi bulunmaktadır ve burası yeri geldiğinde 5.5 ila 9.0 mw arasında deprem üretir. görüldüğü üzere levhanın hareket hızı da yer yer farklı olmakla birlikte kuzey taraflarda yılda 90, 83. 81 milimetre hareket ederken, güney kısımda ise 40 ila 45 milimetre arasında hareket etmektedir. tabii bu hareket, kayaçların kompleks yapısı nedeniyle belli bir yerde tıkanınca ve o levha bir süre hareket edemeyince, orayı kırarak büyük depremler oluşturmaktadır.

    şunu da söylemek gerekiyor ki bu sene gerçekten çok büyük depremlerle başladık. 2020 yılının 4 mart tarihine kadar sadece 2 tane +7'lik deprem görmüşken, 2021'in 4 mart tarihine kadar 5 tane 7 ila 7.9 arası ve 1 tane 8+ deprem görmüş durumdayız. şöyle de bir istatistik bulunmaktadır: geçtiğimiz sene 7.0 ila 7.9 mw arasında 9 deprem olurken, daha bu yılın 3. ayına yeni girmemize rağmen 6 tane 7.0 ila 7.9 mw arasında deprem meydana gelmiştir. geçen sene 8'in üstünde herhangi bir deprem görmememize rağmen, bu yıl 8'i geçen bir deprem meydana geldi. tabii bunlar sadece birer istatistik, geçen yıl böyle oldu bu yıl böyle oldu gibi bir mantık çıkartmaya lüzum yok; sadece bir kıyaslama yapıldığında, bu seneki deprem sıklığı ve büyüklüğü bambaşka bir boyutta başladı. 2017'de olan 7 ve 7.9 ile 8+ deprem sayısını şu andan yakalamış durumdayız.

    şimdi bunları söylememin elbette nedenleri var. birincisi; bu depremler her ne kadar uzakta, okyanusun ortasında ve insanlığın yaşamadığı yerlerde olsa bile her depremin enerjisi, kırılmayan bir sonraki kilitli yere sirayet etmektedir. dolayısıyla, kırılan her yer, başka bir yerde kırılmak üzere olan yerin deprem tarihini öne çekebilir. ayrıca 8'in üzerindeki her deprem, dünyayı çeşitli şekillerde etkiliyor. hatta eksenini ve dönüş hızını etkilediğine dair bile bazı yerlerde çalışma ve fikirler var. peki bu enerjiyi rakamlara dökersek karşımıza ne çıkar? 8.1'lik bir deprem:

    enerji türünden: 89.125.093.813.374.553 joule
    tnt: 21.301.409 ton patlayıcı
    hiroşima'ya atılan atom bombası türünden: 1.421 adet
    nagazaki'ye atılan atom bombası türünden: 1.065 adet

    enerjiye denk düşmektedir. yani yerin altında olduğu için, enerjinin yarısı da başka fay hatlarına aktarıldığı için pek hissetmiyor ya da büyüklüğü hakkında net fikir sahibi olamıyor olabiliriz ama ciddi anlamda devasa enerjiler açığa çıkıyor. 10^15'lik hesaplamalar ile yapılan bu enerjiler için hazırlanan tablolarda bile, 8'in üstüne çıkan depremlerden daha fazlasını tanımlayan bir şey yok. çünkü deprem 8'i geçtikten sonra gerçekten bir felaket boyutuna geliyor. tabii bu depremlerin de kendi arasında enerji farklılıkları var çünkü logaritmik artış gösteriyorlar ama demek istediğim 8'i geçtikten sonra özel olarak tanımlamalara değmeyecek şekilde şiddetli bir deprem olduğu için genellikle 8'in üstündeki depremler için şiddet tanımı 10, 11 veya 12 civarı olarak seyrediyor.

    bunu biraz daha görsel şekilde anlatmak için: moment magnitüd skalası

    görüldüğü gibi insanlığı yok edecek güçteki krakatoa patlamasının dahi üzerinde enerjilere denk düşen enerjiler çıkartabiliyor bu depremler. tabii burada çıkarttığı enerjiler joule türünden değil de patlayıcı (muhtemelen tnt) eşitliğinde verildiği için rakamlar biraz daha ufak(!) duruyor. eğer direkt olarak joule şeklinde görmek istiyorsanız, earthquake calculator olarak google'dan aratma yapabilir, çeşitli deprem büyüklüklerini girerek o depremin enerjisini görebilir veya iki depremi kıyaslayabilirsiniz.

    peki emsc ve usgs birbirinden farklı iki adet büyüklük açıkladı. ilk bakışta birbirleriyle çok uzak gözükmese bile, aslında aralarındaki fark azımsanmayacak kadar yüksek. 8.1'lik bir deprem, 7.9'luk bir depremden 1.6 kat daha güçlü ve tam 2 kat daha yüksek enerjilidir. joule türünden de aralarında 44.4 x 10^15 fark bulunmaktadır.

    kaynaklar;

    usgs - m 8.1 new zealand earthquake
    emsc - m 7.9 new zeland earthquake
    usgs - eq magnitude, energy release, and shaking ıntensity
    kandili rasathanesi - magnitüd/şiddet karşılaştırması
    omnicalculator - earthquake calculator
    kandilli rasathanesi - genel bilgiler

  • kobe bryant

    1 yıl önce bugün, bir helikopter kazası sebebiyle kaybettiğimiz basketbol efsanesidir. sadece los angeles lakers için değil; nba için, basketbol için, basketbolu ve hatta sporu seven herkes için büyük bir ikon ve idol idi kendisi. sadece yeteneği ve oyunu ile de değil; çalışma azmi, kararlılığı, adanmışlığı, basketbola olan tutkusu ve bağlılığı ile eminim ki birçok nba yıldızından tutun da sokakta basketbol oynayan kişilere kadar herkesi öyle ya da böyle etkilemeyi başardı.

    helikopter kazası esnasında yanılmıyorsam yanlarında birkaç kişi daha vardı ve kendisine ait olan bir akademinin etkinliklerinden birisine gidiyorlardı. aralarında, kobe bryant'ın 13 yaşındaki kızı gigi bryant da bulunmaktaydı. gigi'nin doğum gününe sadece 3 ay gibi bir süre vardı ve tıpkı babası nba'de yaptığı etki gibi, o da wnba'e kadar yükselip büyük bir etki bırakmak istiyordu. söylenenlere, yapılan analizlere, çalışmasına ve hatta birebir babasının oyununu öğrenmesiyle birlikte, kobe bryant'ın kadın basketbolu versiyonu olacağına dair birçok yazı ve makale üretildi. potansiyeli ve kendisinin üzerinde oluşan beklentiler çok büyüktü.

    kobe bryant... hakkında ne anlatılabilir ki? daha doğrusu o'nun hakkında ne kadar çok şey anlatırsak anlatalım, hep bir şeyler eksik kalacaktır. kendisinin azmine, çalışma stiline, kararlılığına, adanmışlığına, çılgınca çalışmasına dair birçok hikaye anlatılır elbette ama ben aklımda kalanlardan bir tanesini buraya iliştirmek isterim. amerika birleşik devletleri erkek basketbol takımı'nın yaz kampında, oyuncular o seneki maçları gerçekten ciddiye almayı kafaya koyarlar ve bu yüzden de her gün erkenden kalkıp antrenman yapmaya karar verirler. tabii bunu deneyecekleri ilk gün, herkes uykulu bir halde kahvaltıya gelirken, kobe bryant'ın da duş almış bir şekilde kahvaltıya geldiğini görürler. daha sonrasında, "duş alıp inmek iyi bir fikir, ben de ayılabilirdim." derler ama kobe bryant sabahın o saatinde uyanmak için değil, daha gün doğmadan kalkıp antrenman yaptığından dolayı terlediği için duş almıştır. işine saygısı, gösterdiği bağlılığı, hiçbir zaman formdan düşmemesi de bunu göstermektedir. tabii bunun dışında daha çılgınca anlatılan birçok hikaye var: kendine bir şut limiti koyup da o kadar şut atmadan parkeyi terk etmemesi, aşil tendonu koptuktan sonra "bir ihtimal yine parkeye dönebilirim" diye düşünerek o son serbest atışları da atıp parkeden çıkması (ki eğer serbest atışları kullanmadan parkeyi terk ederseniz oyuna dönemiyorsunuz), çok erken saatlerde kalkıp bisiklet ile turladıktan sonra salona gelip antrenman yapması gibi birçok şey anlatılır kendisi hakkında.

    vefat ettiği dönemlerde de türk spor medyasında kendisi hakkında birçok güzel program yapıldı. bu programları da buraya bırakmak istiyorum. kendisini anmış, kendisi hakkında bir şeyler öğrenmiş veya bilgilerimizi tazelemiş olalım.

    kariyerinin anlatıldığı 2 bölümlük belgesel için:

    kobe bryant ı murat murathanoğlu ile bir zamanlar amerika #24.1
    kobe bryant ı murat murathanoğlu ile bir zamanlar amerika #24.2

    kobe bryant l murat murathanoğlu - bir zamanlar amerika özel #5.bölüm

    anma programları için:

    kobe bryant'ın ardından... ı kaan kural-inan özdemir & amerikan mutfak #35
    kaan kural, niko yenibayrak ve müjdat muratoğlu, kobe bryant'ı andı

    5 kez nba şampiyonluğu
    2 kez nba finalleri mvp'si
    1 kez nba normal sezon mvp'si
    18 kez all-star
    4 kez all star mvp'si
    11 kez nba en iyi 5'i
    9 kez nba en iyi savunma 5'i
    81 sayı ile nba'de 1 maçta en fazla skor üreten 2. oyuncu

    huzur içinde uyu, black mamba!

  • 3 eylül 2020 türkiye macaristan maçı

    sivas'ta bulunan ve 21 ağustos 2016 tarihinde açılışı yapılan yeni 4 eylül stadyumu'nda oynanan uefa uluslar ligi karşılaşmasıdır. maç, türkiye 0-1 macaristan skoruyla sonuçlanmıştır.

    ilk olarak; sivas kongresi'nin 101. yılı kutlu olsun diyelim şimdiden. başta mustafa kemal atatürk olmak üzere, cumhuriyet'in temellerini atan, fikir önderliğinde bulunan ve türkiye cumhuriyeti'nin kurulmasında payı olan tüm şehit ve gazilerimizi anmış olalım.

    maç ile alakalı bazı istatistikleri verecek olursak;

    topla oynama: türkiye %59 - %41 macaristan
    şut girişimi: türkiye 10 - 13 macaristan
    kaleyi bulan şut: türkiye 4 - 5 macaristan
    toplam pas: türkiye 565 - 393 macaristan
    başarılı pas: türkiye 497 - 328 macaristan

    bu galibiyet ile "uefa uluslar ligi grup 3" şu şekle büründü;

    1- rusya - 3 puan
    2- macaristan - 3 puan
    3- türkiye - 0 puan
    4- sırbistan - 0 puan

    bu sıralamalar sayesinde, grubu 1. sırada bitiren takım a ligine çıkacak, 4. sırada bitiren takım ise c ligine düşecek.

    06 eylül 2020 tarihinde ise türkiye, sırbistan deplasmanına gidecekken; macaristan ise evinde grup lideri rusya'yı ağırlayacak.

    milli takım hakkındaki naçizane yorumumu paylaşmam gerekirse; öncelikle farklı bir milli takım izlediğimizi belirtmem gerekiyor. maç genelinde baktığımızda pek iyi değildi; ancak öbür yandan baktığımızda, yenilenen ve artık değişen bir jenerasyonu görmüş oluyoruz. milli takımda burak yılmaz dışında eski jenerasyondan kimse kalmadı denebilir. spikerin de belirttiği gibi oyuncuların çoğu ilk maçlarını veya 2. ya da 3. maçlarını oynuyorlar milli takımda. burak yılmaz ise 35 yaşında ve eminim yerine genç bir forvet palazlanırsa kendisi de yavaş yavaş kesilecek. euro 2021 kendisinin son milli takım turnuvası olabilir. futbol ile çok fazla ilgilenmediğim için yapacağım teknik veya güncel hatalardan dolayı şimdiden özür dilerim.

    hak eden tarafın kesinlikle macaristan olduğunda hemfikiriz diye düşünüyorum. hak ettikleri galibiyeti de, gayet güzel bir frikik golüyle aldılar. tebrik ederim kendilerini. yaptıkları ataklar, bize göre çok daha keskin ve tehlike verici ataklardı. özellikle ilk yarıda ciddi bir macaristan dominasyonu gördük. hücum hatlarını gerçekten çok beğendim. sol kanadımızı kullanarak getirdikleri ve ciddi ataklara dönüştürdükleri en az 4-5 pozisyon vardı ki bunların 2 tanesi direkten döndü. macaristan biraz daha şanslı olsaydı daha ilk devrede skoru 2-0'a getirebilirdi. kesinlikle futbol açısından fena sayılmayacak bir hücum düzenleri ve direnme yapıları var. öte yandan bizde kopukluklar mevcuttu ama pandemi sürecinden dolayı bunların olması çok doğal; keza milli takımlar zaten aralıklı sürelerle bir araya geldiği için bu kopuklukların yaşanması gayet doğalken, bir de araya pandemi süreci girdi ve oyuncular kendi kulüplerinde de doğru düzgün idman yapamadılar. milli takımın bu karşılaşmadan önce oynadığı son maç 17 kasım 2019 andorra türkiye maçı idi düşünün.

    türkiye a milli futbol takımı'nı değerlendirecek olursak; uğurcan çakır maçın önemli isimlerindendi. eksi yönden de olsa takımımızın bir facia yaşamasını ve daha ilk maçtan moralinin yerle bir olmasını engelleyen faktörlerden birisi oldu. kendisinin çıkarttığı toplar olmasa bu gece 3-0 gibi bir skor görebilir, şu an sırbistan'ın yerinde 4. sırada yer alıyor olabilirdik. umarım 6 eylül'deki karşılaşmayı kazanarak hem 4. sıradan uzaklaşır, hem de moral depolayabiliriz. bunun yanı sıra top kaybı çok fazla gözüme çarptı. ataklarımızda ve paslarımızda isabetsizlik mevcut. aynı şekilde yaptığımız 124 atağın sadece 31 tanesini ciddi ve tehlikeli atağa dönüştürebildik; macaristan'da ise bu sayı 92 atak girişiminde 41 tehlikeli atak. biz aşağı yukarı 4'de 1 atakta tehlikeli pozisyon yaratabilirken, macaristan milli takımı bunu neredeyse her 2 atakta 1 oranına getirmiş durumda.

    yine de moral bozmaya, karalar bağlamaya gerek yok. ben, çok sıkı bir futbol takipçisi olmasam da milli takımın maçlarını seyreden birisi olarak, milli takımımızın gruptaki tüm takımlar (rusya da dahil) ile baş edebileceğini düşünüyorum. yeni oluşan milli takımımızda avrupa'da üst seviyelerde oynayabilen en az 5-6 tane oyuncumuz var. yeni gelen jenerasyonumuz çok daha kaliteli, istekli, düzgün futbolculardan oluşmakta.

    günün anlam ve önemine binaen trt arşiv'in hazırlamış olduğu "4 eylül sivas kongresi" isimli kısa belgeseli de buraya bırakalım: trt arşiv - 4 eylül sivas kongresi

  • üniversitelerde güz döneminin online olması

    üniversitelerin 2020-2021 yılı güz dönemi'nin yapılması prosedürü hakkındaki bir teoridir. açıkçası olacağını pek düşünmüyorum. nedenleri;

    1- zaten 15 haziran 2020 tarihi itibarıyla okullara normal akademik takvimlerine göre devam edebilecekleri izni verilmişti diye hatırlıyorum.
    2- kafeler, düğün salonları, çay ocakları, umuma açık mekanlar, sahiller bile açılmışken ve hatta meb'e bağlı okulların bile açılacağı belirlenmişken sadece üniversitelerin online eğitimde kalması garip olur.
    3- online eğitimin ne kadar yetersiz ve suistimale açık bir ortam olduğunu ülkemiz için görmemiz. harvard üniversitesi, cambridge üniversitesi falan diyorsunuz ama bu üniversiteler dünya çapında elit birkaç üniversiteden birisi. şimdi gidip hitit üniversitesi, dumlupınar üniversitesi ve hatta ülkemizin en iyilerinden sayılan boğaziçi üniversitesi, ortadoğu teknik üniversitesi ile bu üniversiteleri ile bu nadide okulları bir tutmamak lazım.
    4- ekonomiye katkı yapacak üniversite öğrencilerini, "siz bir 4-5 ay daha evinizde kalın." diyerek evlerinde tutacaklarını sanmıyorum malum ekonomik nedenlerden dolayı.

    yine de "kesin" konuşmuyorum dikkat ederseniz. hiç belli olmaz tabii ki online yapılabilmesi de bir seçenek ama ben yine de ne olursa olsun yüz yüze eğitimin deneneceğini düşünüyorum. zaten kamu genelinde ve umumi açıdan birçok yer açılmışken sadece üniversitelere böyle bir yönetmeliğin gelmesi çok anlamsız olur. meb'e bağlı okulların öğrencileri okula gidecek, memurlar işlerine tam zamanlı gidecek, kafeler vesaire açık olacak ama üniversite öğrencileri başlayamayacak.

    bir de hadi sosyoloji, psikoloji, tarih, edebiyat tarzı bölümleri bir derece anlayabilirim; ancak mühendislik, mimarlık, jeoloji, fizik, ekonomi tarzında olan bölümleri nasıl online yapmayı düşünüyorlar? hadi birinci sınıftaki fizik, matematik, kimya tarzı fen ve matematik derslerini de bir şekilde verdin. ikinci sınıftaki termodinamik, statik, uygulamalı mühendislik matematiği, mukavemet gibi dersleri nasıl vereceksin?

    yani hep, "bedavadan ders geçtiler, ondan bundan bakarak sınıf geçtiler" deniyor ama işin iç yüzü gerçekten öyle değil. size şöyle söyleyeyim; derse gelmeyen, zaten sınavlardan 0 ila 20 puan arasında not alan öğrencilere yaradı bu iş. normalde ortalaması 30-40 gelen calculus dersinin final ortalaması 68 geldi. hani diyorsunuz ya, "bedavadan, geçemeyecekleri dersleri geçtiler." diye. ben geçmekte zorlanacağım 1 tane dersi bedavadan geçtiysem, yüz yüze eğitimde çok daha iyi bir harf notuyla vereceğim 3 dersten daha düşük bir harf notu aldım. siz normalde yüz yüze eğitimdeyken 50 aldığınız sınavdan, online eğitimde 65 alıyorsunuz ama o 65'in hiçbir anlamı kalmıyor. tıpkı enflasyonun, sizin maaşınızdan daha fazla arttığı ortamda düşen alım gücünüz gibi. 65 alıyorsunuz ama 50 aldığınız sınavdan daha düşük bir harf notu ile geçiyorsunuz.

    hadi geçme, kalma bir yana, hiçbir şey öğrenemiyorsunuz. benim ikinci dönemim komple kayıp şu an. hiçbir şey hatırlamıyorum, hiçbir şey öğrenememiş gibi hissediyorum, elimde o dersle alakalı ne doğru düzgün ders notu var ne bir materyal var. eğer 1 dönem daha online eğitim yapılırsa, ocak ya da şubat ayında üniversitelere geri dönüldüğünde, geçen yıl mart ayında bıraktıklarından çok daha kötü seviyede bir öğrenci takımı bulacaklar ellerinde. sonra seyreyleyin cümbüşü.

    son tahlilde; net olarak vaka sayılarının düşüşlerine bakılacağı, eğer risk görülmezse yüz yüze eğitime geçileceği kanaatindeyim. derslerin %30 veya %40'ının online olması durumu da bana garip geliyor. o öğrenciler buraya geldikten sonra o derslerin bir kısmının online olmasının ne mantığı kalıyor ki?

  • kemal sunal

    çektiği tüm filmleri izlemeyi bugün itibarıyla bitirdiğim büyük oyuncu, komedyen, sanatçı. filmografisinin son filmini izlediğim gün, üstadın aynı zamanda ölüm yıldönümüne denk geldi. acı ama hoş bir tesadüf oldu. hem bu sayede kendisini bir kere daha anmış olalım, hem de naçizane filmografisini değerlendirmiş olalım.

    kemal sunal, hayatı boyunca toplam 82 filmde rol almış bir sanatçıdır. 1972 senesinde başladığı film kariyeri, 1999 senesinde çektiği propaganda filmiyle son bulmuştur. zaten o filmden 1 sene sonra yine bir film çekimi için bindiği uçakta geçirdiği kalp krizi sonucunda da vefat etmiştir.

    kemal sunal’ın her dönem filmlerinin ayrı bir tadı, önemi, güzelliği mevcut; ancak ben yine de 70’li yıllarda çekmiş olduğu filmleri çok severim. bu yüzden 70’li yılları benim en favori dönemlerimdir. 70’li yıllarda oynadığı eserlere şöyle kısaca bir göz atacak olursak: oh olsun, salak milyoner, köyden indim şehire, salako, hababam sınıfı serileri, tosun paşa, süt kardeşler, sakar şakir, şabanoğlu şaban, çöpçüler kralı, kibar feyzo ve daha birçok efsane film bulunmaktadır. ha şunu söyleyelim, 80’li yıllarda da efsane filmleri yok mudur? elbette vardır. benim 70’li yılları beğenmemin sebepleri de zaten film isimlerinden çok daha ötede olan sebeplerdir.

    70’li yıllarda çekilen çoğu film için kurulan oyuncu kadrosu, maalesef 80’li yıllarda bu kadar fazla kurulamamıştır. özellikle 80’li yılların ikinci yarısındaki filmlerde artık neredeyse tek başrol oyuncusu kemal sunal olmuştur. 70’li yıllara baktığımızda ise ali şen, şener şen, ihsan yüce, metin akpınar, zeki alasya, tarık akan, adile naşit, münir özkul, halit akçatepe hatta ediz hun ve türkan şoray gibi isimleri bile bulmak mümkündür. hem de bu isimlerin çoğunun tek filmde buluştuğu gerçekten kaliteli film kadroları da kurulabiliyor. 70’li yıllardaki oyuncu kadrosu zenginliği ve bu zenginliğin çok fazla filmde kullanılmış olması önemli bir etkendir. ikinci sebep ise bu dönemde çekilen çoğu filmin resmen yeşilçam klasikleri arasında olmasıdır. 12 eylül 1980 müdahalesi’nden sonra bazı oyuncular sinemaya küstürülmüştür. film çekmeye devam eden oyuncuların da sürekli sansür davasıyla uğraşmalarından dolayı istediği mesajları verememelerine sebep olmuştur. 70’li yıllarda ise nispeten daha demokratik, özgürlükçü, 68 kuşağı’nın getirdiği daha rahat bir hava içinde çekilen filmler sayesinde kibar feyzo tarzı filmler de çıkmıştır. 1980’den sonra yine sosyal düzeni eleştiren, fakirliği, açlığı, kuyrukları eleştiren filmler olmasına rağmen belirli bir sınırda durulmuştur.

    biraz daha aça aça değerlendirecek olursak; 1970’li yılların hemen başında, 1972 senesinde kemal sunaltatlı dillim” filminde bir basketbolcu olarak sinemaya atıldı. 1974’de çekilen salako filmine kadar da hiçbir filmde başrol oynamadı. hatta bana kalırsa 1977-78 yıllarına kadar aslında yeşilçam klasikleri dediğimiz filmlerin çoğunda başrol olarak oynayamadı. 1972-74 yıllarında çekilen filmlerde başrolden ziyade, ortadaki aslan payı rollerinin yanında bir değerli yan parça gibiydi. 1975 yılında ise hababam sınıfı filminde o aslan payından daha fazla nasibini alsa bile yine yanında çok değerli sanatçılar vardı. işte 1970’lerdeki filmleri çok sevmemin nedenlerinden birisi de bu. gitgide artan bir kemal sunal ağırlığı olmasına rağmen, hiçbir zaman kemal sunal tek başına olmuyor. bu sayede de ortaya muazzam filmler çıkıyor. yine aynı zamanda 1970’lerin ikinci yarısında çekilen süt kardeşler, tosun paşa, şabanoğlu şaban, kibar feyzo gibi filmlerle de kemal sunal kendisini iyice göstermeye başlıyor. o kadar efsane ismin arasında, başrolü kapıp, tamamı olmasa bile filmin aslan payını almaya başlıyor.

    1980’lere geçtiğimizde, 70’lerdeki dediğim kemal sunal etkisi yavaş yavaş değişmeye başlıyor. 80’den sonra yine ali şen, ihsan yüce, şener şen gibi isimlerle çalışsa bile bu isimler hep farklı farklı filmlerde yanında oluyor. hiçbir zaman süt kardeşler veya tosun paşa gibi filmlerdeki kadroyu kuramıyorlar. öte yandan, kemal sunal artık bir star halinde olduğu ve ününün tavan dönemlerinde olduğu için tek başına başrolleri de iyiden iyiye oynayabilir duruma geliyor. zaten dikkat ederseniz “x şaban, y şaban, z şaban” gibi filmler de 1980’li yıllarda artmaya başlıyor. artık “şaban” ismi, tek başına bir filmi götürebilecek; süt kardeşler, hababam sınıfı, tosun paşa gibi filmlerin içindeki saf karakter olmaktan daha fazlasını yapabilecek bir hale geliyor. tabii 80’lerin getirdiği tek şey bu değil; aynı zamanda dram yönü ağır, sosyal olarak büyük eleştiriler getiren, halkın sorunlarını daha fazla anlatan, siyasi olmasa da halk problemleri üzerine yoğunlaşan filmler de revaçta oluyor. özellikle de 1985’den sonra bu tarz filmlerin sayısı epeyce artıyor.

    1990’lar, kemal sunal ismi için film olarak pek fazla üretken değil. 1970’lerde 36, 1980’lerde ise 41 film çeken kemal sunal, 1990’lı yıllarda sadece 5 film çekiyor. kemal sunal’ın 1990’lı yıllarda daha çok dizi üzerine yoğunlaştığını görüyoruz. o yıllarda saygılar bizden, şaban askerde, bay kamber ve şaban ile şirin isimli 4 dizide oynuyor kendisi. tabii o dizileri seyretmediğim için yorum yapamayacağım.

    1990’lı yıllardaki filmleri zaten araları çok açık bir şekilde çekiliyor. 1990 ve 91’de 4 filmde oynayan kemal sunal, ardından 8 sene boyunca hiçbir filmde oynamayıp, 1999’da propaganda’da oynuyor. aslında kemal sunal’ın sürekli olarak üretimi 1991’de yasemin yalçın ile birlikte oynadığı varyemez’de son buluyor. 1999’da tekrardan beyaz perdeye dönüyor ama dönüşünden sonraki ikinci filmini yapacakken maalesef vefat ediyor.

    benim naçizane değerlendirmelerim bu kadar. biz seni o güzel gülüşünle ve katkıda bulduğun yeşilçam klasikleriyle hatırlayacağız. huzur içinde yat.

  • kobe bryant

    hakkında, türkçe olarak yapılan anma programlarını paylaşmak istediğim basketbolcu. istediğim şey şu ki, buraya şu an bakan ve ileride bakacak olan herkes bu videoları seyretsin ve kobe bryant'ın ne denli büyük bir basketbolcu olduğunu defaatle görsün.

    kaan kural, niko yenibayrak, müjdat muratoğlu - kobe bryant özel yayını

    kobe bryant'ın ardından - inan özdemir ve kaan kural amerikan mutfak #35

    kaan kural ve orkun çolakoğlu - bilyoner kobe bryant yayını

    kobe bryant - emre özcan & tardini büfe #20

    her zaman söylenen şeyleri tekrardan buraya yazmaya gerek yok. hakkında çok fazla istatistik verilebilir, çok fazla başarı sayılabilir, çok fazla hamaset hikayesi anlatılabilir. eminim ki kendisinin kariyerinden epey uzun bir sadece maç kazandıran basket atışı videosu çıkartılır. kazanan bir oyuncuydu, hırslı bir oyuncuydu, azmeden ve her zaman en tepeyi isteyen bir oyuncuydu. hep bir hedefi vardı ve o hedefi geçtiği anda sevinmek yerine yeni bir hedef belirleyecek kadar da hırslı bir oyuncuydu. kaan kural'ın da söylediği gibi 20-35 yaş aralığında çok özel bir anısı olan bir basketbolcuydu. birkaç nesil onunla birlikte büyüdü ve o'nun maçlarını seyretti. nba'de 20 yıllık bir döneme damga vurdu. oyunu değiştirdi, yenilikler getirdi, bambaşka bir platforma taşıdı. basketbolcu olan olmayan çoğu kişiye idol oldu, rehber oldu, ilham kaynağı oldu.

    black mamba!