bu buluşmalar ezikliktir değildir orasını bilemem de "paraları yok ki parkta buluştular" tam ortadoğu kafasıyla yapılmış komik bir yorum. arkadaşlar avrupa'da şehirlerde doğa diye bir şey var. insanlar bu gibi yerlerde piknik yapıyor, yatıp güneşleniyor, kitabını okuyor, yoga yapıyor, oyun oynuyor. üstelik bunu yıllık 100k euro geliri olanlar da yapıyor. görseniz siz de çok seversiniz. bu doğa denen şey çok acayip.
bir insanın başkalarıyla buluşup vakit geçirebileceği tek yerin bir işletme olması gerektiğini düşünmek başlı başına üzücü lan. bunun adı öğrenilmiş çaresizliktir. yazık bizim ülke insanına.
sir gawain21 profili
-
almanya'daki doktorların buluşması
-
trafikte çıkan kavgada katil olan pişmanlığı
arabasında keser taşıyan bir insanın aşırı minnoş, kalpleri ısıtan pişmanlık hikayesi. dünyanın en naif insanına bunu nasıl yapmışlar?
-
binance coin
kripto dünyasından iki hafta önce haberdar olup üç gün önce binance'e giren planktonları borsacı gibi hissettirmiş coin.
kripto borsasına 2017 yılının başında banka hesabımdaki türk lirasını bilmem kaç adımda zar zor binance'e sokarak adım attım. o zamanlar çoğunluk paramı çöpe attığımı söylüyordu. girdikten kısa süre sonra iota, verge, troy gibi dönemin deli fişek alt coinlerinin çıkış dalgalarını yakalamayı başardım ve paramı dörde beşe katladım. 3 bin liramı sadece birkaç ayda 15 binlere çıkarmıştım.
o sıralar binance coin sadece işlem yapmak için beşer onar elinizde tuttuğunuz, kimsenin yatırım için yüzüne bakmadığı bir coin'di. ortalık sağdan soldan fışkıran alt coin kaynarken parayı binance coin'de tutmak enayilikten öte bir şey değildi.
neyse konuyu uzatmayayım, aradan bir sene geçti, param dönemin dolar kuruyla 25-30 bin liralara çıktı. artık coin borsasıyla zengin olacağımdan yüzde yüz emindim. hatta ilk 50 bin'imle araba mı alsam yoksa paraya dokunmayıp sepet mi yapsam diye düşünüyordum. ilk kez bir trene erken binmenin ve büyük bir fırsat yakalamanın haklı gururunu yaşıyordum.
o kadar coşmuştum ki bittrex ve hatta kucoin gibi daha niş borsalara bile girmiştim. adı sanı duyulmamış çıkış yapacak coin arıyordum. sabah coin akşam coin konuşuyordum. laptopu tv'ye bağlamıştım, binance'i 40 inç televizyon takip ediyordum.
sonra ne mi oldu? 2018 yılıyla beraber kripto borsası topyekün kafayı aşağı çevirdi. hangi taşın üzerine çıksanız orası batıyordu. zararı gidermek için o alt coin senin bu benim gezdim ama olmuyordu. binance coin o telaş içinde sığındığım garanti coinlerden biriydi. ama o da battı.
2018 yılının başında 19.000 usd olan bitcoin azalarak bitti ve 5.000 usd'ye düştü. onunla birlikte tüm borsa da ufalıp kuş kadar kaldı.
paramı en başından uyanıp tether'e çevirmediğim için neredeyse başlangıç seviyesine döndüm. sanırım 2019'da da lanet edip tüm borsalardan paramı çektim. yanlış hatırlamıyorsam 3 binle girip yine 3 binle çıktım. ama o iki senede tl değer kaybettiği için elbette zarar ettim.
yaptığım hata çok basitti: ayı ve boğa borsalarının anlamını biliyordum, hatta hava atmak için sürekli kullandığım tabirlerdi ama hayatımda hiç boğadan ayıya dönen bir piyasayı bu kadar içinden tecrübe etmemiştim. kazanda kaynayan kurbağa gibi bir mallık geliyor insana. üzerinden zaman geçip paranız pul olunca piyasanın ayıya geçtiğini ve harcandığınızı anlıyorsunuz.
şu başlıktaki entry'lere baktığımda 2017 yılındaki heyecanıma benzer heyecanlar, o zamanki triplerime benzer tripler görüyorum.
bitcoin'in çıktığı günden beri takip ettiği bir loop'u var ve o loop şu anda yükseliş trendinde. siz siz olun fazla gaza gelmeyin. şu dönemde nereye para koysanız kazanıyorsunuz zaten. bu sizin marifetiniz ya da üstün zekanızın sonucunda gerçekleşmiyor. kripto dahil tüm borsaların tricki budur zaten. sizi önce para kazandırarak zeki hissettirler, sonra da balinalara yem ederler. ne olduğunu anlamazsınız bile. -
15 nisan 2020 eminönü'nde görülen yunuslar
romantizm kasmaya gerek yok. şimdiye dek eminönü, üsküdar, kadıköy, beşiktaş'ta belki yirmi kere gördüğüm yunuslardır. insanlar varken de boğaza gelirler. vapurlara eşlik bile ederler. buna şaşıran istanbullu değildir.
ayrıca yunus balığı nedir lan. yunus onun adı. -
ingiliz mizah anlayışı
(bkz: ingiliz mizahı)
(ara: ingiliz mizah*)
bu kadar inanmayacak ne vardı? -
ismiyle spoiler veren filmler
"the assassination of jesse james by the coward robert ford"
daha ötesi yoktur herhalde. -
özgürlük marmaray'dan avrasya tüneli'nden geçer
-
istanbul adalar'ın araplarca istila edilmesi
haftasonunu büyükada'da geçirdikten sonra kesinlikle katıldığım önerme. evden çıkmadan geçirdiğimiz sessiz sakin, huzurlu bir cumartesi günü ve gecesinden sonra pazar günü aşağı inince gördüklerime ciddi ciddi inanamadım. böyle bir istila olamaz. çocukluğumdan beri neredeyse her sene yazını kışını gördüğüm, tonla anı biriktirdiğim, istanbul'un rant uğruna heba edilmeden güzel kalmayı başarmış belki de son bölgesinin war of the worlds setine dönüşmesi içimi acıttı.
büyükadada'da pazar öğleden sonrası için gözlemlerim:
- çarşı ve sahil kesiminde metrekareye 2 insan düşecek bir kalabalık var ve bunun abartmıyorum 2/3'ü arap turist
- profil genellikle 3-4 çocuklu, bebek arabalı, kucakta ağlaşan çocuk taşımalı geniş aileler ya da parmak arası terlikle 3-5 erkek birden gezen sap ekipler
- herkesin elinde fosforlu mavili, pembeli, sıvı sabun renginde abuk sabuk dondurmalar. (ne kadar absürt bir manzara olduğunu anlamak için göt göte duran ve delicesine dondurma yalayan 500 insan düşünün)
- yerler çöp. çocuklar cips yiyip paketini rahatlıkla yere bırakıyor ve kimsenin umurunda değil.
- meydandaki 10 metrekarelik çimene bile altı aile oturmuş.
- anneler çocukları resmen çarşının içindeki ağaç diplerine işetiyorlar.
- faytonlar yol ortasında durmak mecburiyetinde kalıyor. sokakların ortasında yürüyüp atlara dokunmaya falan çalışıyorlar. zavallı hayvanlar stresten kafayı yemiş.
en çok dikkatimi çekense, arap ırkının doğayla uzaktan yakından bağının olmadığını net bir şekilde görmem oldu. adalar'a gitmenin bizim için mantığı nedir? iki ağaç göreyim, çime yatayım, bisiklete bineyim, gaza gelirsem denize gireyim vs değil midir? hangimiz salak mado dondurması yiyip alışveriş yapmaya gidiyoruz? bu adamların kültürünün bana en garip gelen kısmı bu işte. aşağısı zombieland'e bağlamışken yukarılardaki mesire yerlerinde sadece türkler var, bisiklete sadece türkler biniyor, denize sadece türkler giriyor. bunlarsa sadece dondurma yalayıp, yemek yiyip, hediyelik eşya alıp, kaldırımlara oturup geri dönüyorlar. adamlar ülkelerinde sadece bunlar yapılabildiği için net bir şekilde beton ve alışveriş seviyor. dışa dönük ve değişime açık olmadıkları için de büyükada'ya bile gitseler 15 dakika yürüp çimende deniz manzarasına karşı oturmak yerine çarşıda kaldırıma oturup orada yemek yiyorlar (ki gerçekten yanlarında getirdikleri örtüyü kaldırıma serip yiyen aileler gördüm).
bu insanları arap oldukları için aşağılamıyorum. kaba, görgüsüz, tüketimden başka bir eğlence bilmeyen, doğaya sırt çevirmiş, tembel ve aşırı konformist bir topluluk oldukları için aşağılıyorum. ırkçılıkla salaklığa tahammül edememek farklı şeyler. zaten belirli bir seviyede olanların bu gerizekalılığın içine dahil olmadığından eminim. bunlar dışındaki bir insanın şu ortamda eğlenebilmesi, mutlu olabilmesi cidden imkansız.
kısacası, insan kendi çomarına bile zor tahammül ederken istilacı yaşam formlarından üstün bir zeka gösteremeyen bu kadar yabancıyı bu kadar göz bebeği bir yerde görmeyi kaldıramıyor dostlar. -
halıda bir türlü görünmeyen telefon fotoğrafı
göremeyenler için, tam şurada olan telefon:
http://www.hizliresimyukle.com/…/2016/07/12/222.jpg -
eve gelen sevgiliye biyroooon demek
ben bunu yaptım lan, vallaha da billaha da yaptım.
ilk defa evime gelecekti. o aralar da şimdiki gibi mutfakla az çok aram iyiydi. gel sana yemek yapayım dedim. tavada biftek, makarna ve fırında sebze yapacaktım. bir gün önceden pasta da yapmıştım. malzemelerle birlikte şarap da aldım ve gelmesine yakın girdim mutfağa işe koyuldum.
normalden biraz erken geldi. o esnada makarna pişiyordu, biftekleri kızartmak üzereydim ve fırında sebzelerim vardı. bilgisayardan kaliteli bir müzik açmış, artistlik olsun diye de tezgaha bir kadeh şarap koymuş, arada bir içiyordum. "böyle de lord bir insanım, yemek yaparken bile şarap yudumlar, müziğimi dinlerim" mesajı vermekti amacım. kız evi gezip kediyi falan sevdikten sonra yardım etmek için mutfağa geldi. ben o gelene kadar heyecandan iki üç kadeh falan şarap içmiştim. bayağı bayağı mutfakta şarabı gömüyordum.
sonra bir an geldi. bir yandan fırından sebzeleri çıkartıyorum, bir yandan makarnayı süzüyorum, bir yandan da biftekleri çevirmem gerek. bir an geldi... kendimi o kadar mutfağa kaptırdım ki bir büfeciye dönüşüverdim ve biftekleri çevirmek için kullandığım maşayı tabağa çıkırt çıkırt vurarak "biyron biyron biyroooooonn" diye haykırdım. hızımı alamayıp "biyorsanlar efendim et var tavuk var biyroooooooooooon" diye devam ettim. kendimi durduramıyordum. stresten patlama yaşamış, şarabın ve maşanın da etkisiyle bir dayıya dönüşmüştüm.
bir ömür gibi gelen beş saniyelik sessizliğin ardından ikimiz de dağıldık. sevgilim olayı "off ya slk şey" modunda bir tepkiyle karşıladı. o ana dek hiç bu kadar yakınlaşmamıştık belki de. resmen maskemi çıkarmıştım, çırılçıplak karşısındaydım artık. "ben aslında bu adamım" demiştim. ben "biyron" demekten zevk alan o adamım.
iyi ki de demişim.
"işte o çocuğun adı aynştayndır" klişesi olacak belki ama sonra o kızla karı-koca olduk biz. ve ben ne zaman mutfakta hararetli bir şekilde yemek yapsam maşayla "biyron biyron biyrooooon" diye bağırıp evi çınlattım. o da her defasında ilk kez duyuyormuş gibi güldü.
demem o ki gençler, özünüzü gizlediğimiz maskelerden sıyrılın ve içinizdeki büfeciye karşı koymayın. çıkacağı varsa, bırakın çıksın. inanın hayat daha iyi akacak. -
işte gezi parkı provokatörleri
o değil de,
adamlar karakterin adını yazmış lan. gfdfdfdg
(bkz: çağatay koçtuğ) -
23 nisan 2016 ekşi yönetimi bana verilsin
verin gitsin. napacak ki çocuk? en fazla temayla oynar, kapıları açıp toplu çaylak alır, beğenmediklerini uçurur falan. aa bi dakka lan, onlar zaten şu anda da yapılıyordu, değil mi?
-
spotify
- daha yüksek ses kalitesi
- çevrimdışı dinleme
- istediğin şarkıyı çalma
- istediğin kadar şarkı atlama
- reklam duymama
gibi özellikleri olan premium için "beleşle arasındaki farklar çok az ve umursanmayacak derecede" diyen de çıktı ya. sözün bittiği yerdeyiz.
daha nasıl bir fark olmalı? oturup tavla mı atsın? çay mı demlesin? kuzeniyle mi tanıştırsın? insanda biraz insaf olur. -
yasin balkır
-
sonunda yok artık denilen film
(bkz: sonu sürprizli filmler)
(bkz: sonunda şok eden filmler)
(bkz: bittiğinde oha dedirten filmler)
(bkz: sonu dağıtan filmler)
(bkz: sonu oha dedirten filmler)
siz insanı delirtirsiniz lan. valla sizinle baş edilmez. -
spotify star wars match
tüm playlistler için:
https://player.spotify.com/user/official_star_wars
ayrıca sağdan soldan karakterleri ve hangi müzik türlerini dinleyince çıktıklarını elimden geldiğince derlemeye çalıştım.
finn: ındie rock, alternative rock, ındie pop
darth vader: heavy metal, hard rock, death metal
r2d2: electronica, progressive house, drum and bass
anakin skywalker: punk rock, emo, pop punk
han solo: classic rock, country, outlaw country
yoda: experimental, ambient, progressive
obi-wan kenobi: motown, soul, funk
kylo ren: hard rock, heavy rock, modern alternative
luke skywalker: teen pop, dance pop, contemporary
emperor palpatine: dubstep, d&b, freestyle electro
princess leia: dance pop, soul, power pop
rey: power pop, dance pop, house music
c-3po: orchestral, baroque, classical crossover
mace windu: conscience hip hop, alternative hip hop, rap rock
lando calrissian: r&b, soul, contemporary r&b
boba fett: skate punk, hardcore punk, melodic punk
chewbacca: hair metal, heavy metal, glam metal
darth maul: industrial metal, heavy rock, metal
qui-gon jinn: progressive rock, uptempo rock, classic rock
first order stormtrooper: hard rock, classic rock, uptempo rock
bb-8: eclectic, hip-hop, pop
padme amidala: power pop, neo soul, funk -
yapılınca şampiyonlar ligi müziği çalan şeyler
eşimle evde çarşaf silkeleyip katlamak.
-
maslak türkleri
bir diğer adları star bucak türkleri'dir.
-
evlenirken eşyaları ikea'dan almak
atıp tutmak ne kadar kolay, değil mi? neymiş sonu masko'da bitermiş, işi bilmemekmiş.
deneyimden yola çıkarak net konuşacağım. basic değil, orta ve üst segment mobilyalar alırsanız hiçbir şey olmuyor. evinizi ortadoğulu orta sınıf evi gibi yeni gelin evleri sayfasındaki masif, iç karartıcı, estetik düşmanı istikballerle, gece su içmeye kalktığınızda görünce ürktüğünüz korkunçlu modako eşyalarıyla, bir odadan bir odaya taşımak için eşi dostu çağırdığınız bir tonluk mobilyalarla doldurmak yerine insan gibi minimalist, hafif ikea'larla döşeyin. 60-70 metrekarelik o kutu kadar evlerinizin salonuna 3 metekarelik yemek masasını koyunca, yarım metre kolçaklı koltuk takımlarını tetris gibi tüm boştaki duvarlara tıkıştırınca zevk mi alıyorsunuz, nedir? merter esnafı ağzıyla yabancı sermayeyi boklayanlara kulak asmayın. bir senede falan dağılmıyor. kitaplığını, sehpasını, ayakkabılığını, rafını zaten geçtim, koltuk, karyola, gardırop, masa gibi en çok kullanılan demirbaş mobilyalar bile 6 senedir bana mısın demedi. hatta sıkıldık masanın ayağını, koltuğun kılıfını falan değiştirdik. bu tarz esneklikleri de cabası. sonuç olarak aldığımız ne varsa ilk günkü gibi kullanıyoruz.
kaldı ki sevdiğiniz insan ve en yakın arkadaşınızla evinizin eşyalarını beraber kurmak falan da güzel şeyler hep. öyle adamlar gelip hazır mobilyaları yanık çoraplarıyla odaya mıh gibi oturtup gitmiyorlar. onun yerine güle oynaya siz yapıyorsunuz. anı dağarcığınıza artı olarak yazılıyor hep bunlar. gerçekten ev kurmuş gibi hissediyorsunuz. yıllar sonra o günleri tebessümle anıyorsunuz. -
akp'li arkadaşı facebook'tan silmek
akp'li arkadaş ne lan? nasıl bir çevreniz var, nasıl hayatlar yaşıyorsunuz?