of ki ne of! giriyorsun şu başlığa saflıkla, belki hani olur ya yapıcı bir argüman falan bulacaksın ama ne çare. on sene önce nasılsa hala öyle. zaten en büyük sorunlarımızdan biri de fikriyatımızın olduğu yere saplanıp kalması, bir gıdım ileriye gidememesi değil mi? işçilerine molayı bile yasaklayacak kadar üretim ve kâra odaklı tek kurum sırmagrup olmasa gerek, sanki bir başka fabrika da ara vermeksizin
“madem evrim var, neden maymunlar evrim geçirmiyor?”
“ateist kişinin ahlaklı olamayacağı sorunsalı”
“atatürk bir diktatör müydü?” vb yıllardır cevapları verilmiş, hâlihazırda cevapları sitede de bulunan meseleleri kafaya takan cahil bir yığın üretiyor. bir merhale ilerlendiği yok, a kişisi soruyor cevaplıyorsun, sonra b kişisi soruyor, cevaplıyorsun, sonra c kişisi… yıllar geçiyor. bakıyorsun a kişisi de b kişisi de c kişisi de hala aynı. hatta durum daha kötü, amk ibaresi eklemeden tümce yazamıyorlar artık. biraz da kapasite meselesi… ama insan üzülüyor kardeşim, koskoca ülke wilhelm reich’ın yetmiş yıl önce seslendiği kleinen mann ile dolu.
biri genocide kavramını uluslararası hukuka mıhlamış raphael lemkin’e sırtını dayararak– ki lemkin ermeni ve yahudi soykırımından hareketle bu kavramı oluşturduğunu belirtir – soykırımı inkar etmiş. şaka gibi ama gerçek… diğeri, aklı sıra ilber ortaylı hocasına öykünmüş zaar, küflü kelimeleri paragraflarına serpmek suretiyle meseleye hakim biri intibası uyandırmak istemiş, netice itibariyle kanunun geriye işlemeyeceğini belirtmiş (ki şayet kanun taraflardan birinin faydasınaysa bal gibi de geriye işler ama bu konuyla pek alakası yok), tarihteki bazı tehcirlerden örnek vererek bu bir soykırım değil demiş. ayrıntılı olarak tarif edeceklerim bu kadar, diğerleri ise kendisini büyüklerine ispiyonlayan diğer çocuğun cemaziyevvelini ifşa edip kendini aklamaya çalışan yaramaz çocuklar misali.
beyler, hanımefendiler, o kıt beyninize lütfen şunu sokun. hollanda ne köle ticaretindeki rolünü ne endonezya’da yaptıklarını inkar ediyor. hadi kıytırık bir senaryo yazıp dutch east india company’nin yüzlerce sene yaptıklarını anlatan bir film çekin, devlet babanız da size bütçe versin. bakın bakalım ne oluyor. hollanda türkiye’ye nota çekmeyecek, filminiz hollanda’da yasaklanmayacak, yönetmene tehdit mesajları gelmeyecek, kötüsü mü, festivallere bile davet edilme ihtimaliniz var. hadi geçmişle yüzleşme noktasında hakikaten sıkıntılı bir devlet olan belçika’nın leopold ii döneminde işlenmiş, kanımca da soykırım olan icraatları konu alan bir kitap yazın, film çekin, makale yayımlayın. ne dışlanacaksınız, ne veto edileceksiniz, ne tehdit yiyeceksiniz. sözgelimi hotel rwanda’nın herhangi bir avrupa ülkesinde yasaklandığını, festival listelerinden çıkarıldığını işitmedim, siz işittiniz mi? kızılderililerin katliamına ilişkin en doyurucu bilgileri amerikalı yazarların ülkelerinde bir kez olsun yasaklanmamış kitaplarından edindim mesela. ingilizlerin hindistan’da 19.yy’da yaptıklarını yine ingiliz tarihçilerin birleşik krallık’ta yasaklanmamış kitaplarından öğrendim. internet kanalıyla cortes ve pizarro’nun yeni kıtada yaptıklarını tenkit eden, bu ve benzeri conquistador’ları kötü gösteren üç düzine film, yüzlerce kitap bulabilirsiniz, zaten biraz düşünürseniz (düşünmek sizin için eziyet olacak ama af buyurun), tarihteki bu katliamları öğrendiğiniz kaynaklar yine batıda üretildi, batılılar tarafından yazıldı, çizildi, çekildi, tarihe kaydedildi. şimdi bana söyler misiniz, var mı türkiye’de türk oyuncularla soykırıma dair belgesel çekecek ve türkleri zalim gösterecek bir babayiğit? var mı osmanlıların istanbul’un fethi sırasında gerçekleştirdiği yağmayı ve zulmü beyazperdeye çekecek bir cengaver? var mı murat reis’in izlanda’da yaptıklarını veya dersim’de yaşananları sinemaya, diziye vb mecralara aktarabilecek biri? imkansız değil tabii ama daha vizyona girmeden bu filmler yasaklanır, yönetmen ve oyuncular persona non grata ilan edilir, set alperenler gibi fanatik gruplar tarafından basılır.
yani demem o ki, soykırımı kabul eden ülkelere, tarihlerine atıf yaparak “tencere dibin kara seninki benden kara” demeniz, politikayla tarihle, kültürel alanlarla alakanızın seviyesini gösteriyor. zaten bu ülkeler soykırım tasarılarını kabul ederken kendi tarihlerinin pirüpak olduğunu iddia etmiyorlar. ayrıca bu ülkeler ermeni soykırımını kabul ederken şu an yaşamakta olan türkiye cumhuriyeti vatandaşlarını soykırımcılıkla suçlamıyorlar, yüz sene önceki osmanlı iktidarını, askeriyesini, bürokrasisini itham ediyorlar. hepsi bu…
tehcir meselesinin türkiye’de soykırım olarak kabul edilmemesinin iki ana sebebi var. bunlardan birincisi, türkiye’nin kuruluş retoriğinin devlet müessesesinin tartışılır bir kurum olmasını engelleyecek sayısız argümanla dolu olması, ikincisi ise emval-i metruke ile tehcir sonrası sahipsiz kalan ermeni gayrimenkullerinin (bugünün parasıyla milyarlarca dolara tekabül ediyor) devlet tarafından peşkeş çekilmesi, hatta bu sayede yapay bir türk burjuvazisi yaratılması.
ikinci sebep zaten az çok biliniyor sanıyorum. ilk sebebi açayım. en ünlü argümanlardan birini yazıyorum, inkılap derslerini takip ettiyseniz bilirsiniz. yıllarca batının aksine bütün din ve kavimleri sulh içinde (?) bir arada yaşatan osmanlı imparatorluğu, gerek köhneleşmesi gerekse de onu bölmek için avuçlarını ovuşturan (?) büyük devletler yüzünden (?) parçalanmış ama umutlar tam kesilmişken bir güneş gibi parlayan ulu önder sayesinde türkler emperyalist kuvvetleri yenerek tekrar ayakları üzerinde dimdik durmuş, inkılaplar sayesinde çağdaşlaşmıştır.
aksine, türkiye ne emperyalistleri tam manasıyla yenmiş, ne anti emperyal bir politika gütmüştür. kıymetli topraklar elden gitmiş, balkanlara kıyasla verimsiz, dağlık ve cevher yönünden çok da zengin olmayan topraklarda ne kadar eleştirirsem eleştireyim, birçok yönden takdire şayan bir lider sayesinde emperyalist devletlerin kurumları, anayasaları, gündelik hayata ilişkin rit ve kavramları ithal edilerek daha çağdaş bir görünüm kazanılmıştır. kötü de olmamıştır hani… asıl sorun başta, osmanlı imparatorluğunun bir sulh, ilber ortaylı’nın deyimiyle bir pax ottomana olduğu argümanında… böyle bir şey yok. gidin balkan ülkelerine osmanlıları sorun size neyin ne olduğunu anlatırlar. doğrudur, ihtilalci sırplar, bulgarlar, romenler, yunanlar türkleri katletmiştir, ama osmanlı da hiç aşağı kalmamıştır. hatta bizim burada öve öve bitiremediğimiz devşirme mevzuunu gidin bir hırvat’a bir sırp’a sorun bakalım ne diyecek size. hatta şöyle örneklendirelim, oğlunuzun bir gün kapıya gelen sırplar tarafından alıkonulup ömür boyu sizden koparılması, zorla hristiyan yapılmasına ne derdiniz? :) ezilen tarafta olunca işler değişiyor değil mi? bugün nasıl devşirme usulünü alkışlayıp karşı tarafı görmezden geliyorsanız, ermeni meselesinde takındığınız tavır da bir o kadar politik ve yanlı.
türkiye’nin kuruluş retoriği mağduriyet ve masumiyet üzerine bina edilmiştir. devlet babadır, devlet anadır, devlet asla yanlışını yüksek sesle haykıramayacağımız büyüğümüzdür, hürmet etmek gerekir. bu retorik mağdur ve masum devletin sabıkasının kamuoyu nezdinde tartışmaya açılmasına, devletin toplum nezdinde mercek altına alınmasına müsaade buyurmaz. bu yüzdendir ki türkiye’de asla ve kat’a hiçbir faili meçhul aydınlanmaz, hiçbir katliam bahsinde konsensüs sağlanmaz, bu yüzdendir ki ermeni meselesi , 1990’ları yaşamış biri olarak söylüyorum, internet çağına dek kamuoyunun önüne getirilmemiş, berberinden işletmecisine, hamalından öğretmenine, sıradan vatandaşın bahis konusu olmamıştır.
gerçi boş veriyorum katliamları, cinayetleri; milyonlarca alevi’yi yok sayan, ibadethanelerini resmiyete dökmeyen bir devletten çok şey beklememek lazım ama insan üzülüyor. ilber ortaylı gibi yetmişine gelmiş değerli ama bir o kadar da uzmanlık alanı olan “teşkilat ve idare”nin efsununa kapılıp müessese fetişisti olmuş bir adamın “almanlar soykırıma ortak arıyor” gibi deli saçması bir iddia üretmesine çok takılmıyorum ama gencecik zihinlerin hala kahvehane diliyle, kavgacı haylaz çocukların mantığıyla argüman üretip aptal saptal şeyler yazdığını görünce zeki demirkubuz’a hak vermeden edemiyorum. bu ülkeden de toplumundan da gencinden de geleceğinden de bir halt olmaz. ne kadar anlatırsak anlatalım, entrynin başında fabrika imgesiyle alegorileştirdiğim türk eğitim sistemi ve kültür kodları kleinen mann’ları üretmeye devam edecek.
başka devletlerin soykırımı kabul etmesinin alt metninin politik olduğunu, türkiye’nin son yıllardaki kaba dış siyasetinin böyle yabancı parlamento kararlarına etki ettiğini yadsımıyorum. ama bir asırdır hiçbir halta yaramamış inkâr ve unutturma politikasına bel bağlayıp yarar ummanın da aptallığa delalet olduğu açık. herhangi bir devlet, bir probleminin başka ülkelerin enstrümanı haline gelmesini istemiyorsa o mesele hakkında yeni ve tutarlı bir politika gütmelidir. bunu yapamıyorsa kaybetmeye mahkûmdur. gelecek yıl başka bir ülkenin soykırımı tanımasına ilişkin açılmış başlıkta görüşmek üzere… hoşça kalın!
apedron7 profili
-
22 şubat 2018 hollanda'nın soykırımı kabul etmesi
-
ekşi sözlük dertleşecek insan veritabanı
amacım dertleşmekten ziyade havadan sudan sohbet
http://ribony.com/eingilhamarr -
ecevit görebildiğim kadarıyla baya cahil adamdı
bayağı bir süredir celal şengör hususunda bir entry kaleme almak niyetindeydim, bugünkü saçmalamaları vesile oldu. hem monarşi hem de ecevit hususunda kırdığı potlara ithafen yazacağım. kendisini çok sevenler lütfen bu entryi okuyarak vakitlerini israf etmesinler.
celal şengör hakkındaki kısa kanaatim dünya çapında bir jeolog ve daha genel tanımla, önemli bir bilim insanı olduğudur, fakat ayrıca şu ana dek gördüğüm en berbat düşünürlerden biridir celal şengör. çelişkiler yumağıdır, mütekebbirdir, meritokrattır ve bir darbe şakşakçısıdır.
ilk sormamız gereken şey şu. dünya çapında bir bilim insanının bu kadar televizyona çıkması, her ay bir yere röportaj vermesi, alanına girmeyen ve haddi olmayan (zira kendisi disiplin farklılıklarını çok vurguluyor) konularda demeç vermesi normal mi? benim bildiğim bilim insanları araştırma ve deney yaparlar, makale yayımlarlar, bir amaçları olur. tamam biliyorum neil degrasse tyson veya ne bileyim stephen hawking gibi isimler belgeseller olsun röportajlar olsun ekrana çok çıkıyorlar ama bu adamların amaçları bilimi sevdirmek, bilimi en basit insanın bile anlayacağı bir örnekler silsilesi ile anlatmak. celal şengör ise kendi adıma konuşayım, beni insanlıktan soğutuyor. bu denli birikimli bir insanın bu denli savaş meraklısı ve antidemokrat oluşu beni hayal kırıklığına uğratıyor. o toparlak suratını ekranda gördüğümde zerre umudum kalmıyor insanlıktan.
bir bu bir de james watson… yaka silktirdiler yemin ederim.
kimse kusura bakmasın, ateizm ve evrim hususunda fikirsel manada ittifak halinde olmam, bir eblehi her saçmalayışında savunmamı gerektirmez. evet açık seçik, sözlükteki manasıyla söylüyorum, celal şengör tam bir eblehtir. jorge luis borges’e hayran olup cuntacıları desteklediği için lanet eden biriyim, yemişim celal şengör’ün cv’sini.
bazı insanların ne mal olduğunu çok detaya inmeden anlayabilirsiniz. godwin kanununa takılma pahasına şu örneği vermem kafi. tarihte hayran kalınacak o kadar şahıs varken, cengiz han ve timur gibi canavarları sözüm ona savaş taktikleri ve coğrafyayı kullanış biçimleri yüzünden övüp yüceltip, daha sonra hitler hakkında menfi şeyler söylerse bir insan, bu adam bir eblehtir. bunun zamanın ruhuyla, döneme göre tarih okumasıyla alakası yok. bahsettiğim iki katliam makinesi hakkında konuşurken gözlerinin nasıl cıvıl cıvıl olduğuna bakmanız yeterli. peki, bu celal hoca neden hitler’i sevmiyor? toplama kamplarında öldürülen insanlara acıdığı için değil, hatta isterseniz size o kamplardan elde edilen verilerin ileriki dönemde anatomi bilgisine nasıl faydalar sağladığını bile anlatabilir. alman diktatörü sevmeme sebebi, hitler’in o seçilmiş, o yüce, o nadir bulunan bilim insanlarına takındığı tavrı ve yüksek kültüre ait bazı unsurları avama takdim etmesi (opera). celal şengör’ün umurunda bile değil insanlık. malumunuz bok yemek de işkence değil kendisine göre.
felsefe falan bildiği de yok bu arada. tam bir pozitivist. zannediyorum ekşi sözlükte benden önce daha yetkin insanlar izah etmiştir, bu adamın felsefe hakkında bildikleri presokratiklerin arkhe arayışındaki metotlarının bilime katkısı ve anaksimandros. hatta bazen salt anaksimandros bildiğini zannediyorum. bence yatak odasındaki yastıklara da anaksimandros figürü bastırmıştır. beyefendi sözgelimi plotinus’u, üç azizi, ibn arabi’yi, spinoza’yı, foucault’yu ismen bilir içeriğini haiz değildir. hiç de alınmaz bu söylediğime zira ona göre pozitif bilimler haricindeki bütün bilimler zaten zırvadır. sosyolojiymiş, felsefeymiş, gerek yok bunlara. ya bilimcisindir, ya asker, ya bürokrat ya da avam… bu kadar. popper’ın ismini ve çalışmasını öne atıp hegel ve marx’a salak demeyi çok seviyor da bahsettiği çalışmada popper’ın diyalektiğin sosyal hareketleri çok iyi açıkladığı noktasında şüphesi olmadığını dile getirdiğini nedense hiç anlatmıyor. (sosyalist değilim bu arada, hatta herhangi bir ideolojiye yakın değilim)
gelelim şu monarşi meselesine…
cahil insanların arasında yaşayan az çok birikimli herhangi biri ara ara meritokrasiyi savunabilir, bu düşünceye meyledebilir. itiraf etmeliyim gündelik yaşamımda o kadar çok salağa denk geliyorum ki platon veya aristoteles’e yaslandığım oluyor ama günlük yaşamım meritokrat olmaya hiç uygun değil. bu tür bir sistemin içinde barındırdığı kusurları rahatlıkla görebiliyorum. zaten bu iki düşünürün düşüncelerinde keramet olsaydı, insanlığın son 500 senesi platon ve aristoteles’in saçmalıklarını yıkmakla geçmezdi.
fakat benim tersime celal şengör kelimenin tam manasıyla meritokrattır. bu ve benzeri şahıslara göre bir toplumu yönetmesi gerekenler ya monarktır ya da asilzadegan – bürokrat – asker ailelerde yetişmiş entelektüel - mavi kanlı insanlardır. demokrasinin içinde barındırdığı paradoksa çok atıf yapıyor ama o övdüğü monarşilerin içinde barındırdığı bir yığın paradoksu ve ilkelliği görmek istemiyor hazret. medeniyet tarihi boyunca lider kültü nedeniyle binlerce savaş çıktığını, altın tahtlarında kıçını yayarak oturan liderlerin ihtirasları yüzünden savaşlarda milyarlarca insanın öldüğünü görmek istemiyor baydünyacatanınmışvebelvederesarayındaşunubunutanıyıpsohbeteden biliminsanımız! bugün de monarşiyi savunmuş. sormalı bu çelişkiler yumağı ateiste, monark gücünü nereden alıyor? teorisi dünyevi mi uhrevi mi? boş yere çelişkiler yumağı demiyorum kendisine…
sormak lazım ayrıca, recep tayyip erdoğan’ın şu anki iktidarıyla nasıl bir alıp veremediği var? teorik olarak savunduğu şeye cuk oturan, hatta yeşil kemalizm diyebileceğimiz bir egemenliğin altındayız. nedir ki derdi? söyleyeyim, akp’nin islamcı bir parti oluşu ve gücünü avamdan alışı… şu iki unsur olmasaydı celal şengör seve seve, göbek ata ata recep tayyip erdoğan’ın gölgesinde pantolon askılarından tutmuş size o kendine has tiksindirici kahkahasını atıyor olurdu. tam bir ayn rand tasviri trump da böyle… şayet o embesil herif gücünü dindar ve avam amerikalılardan almıyor olsaydı, celal için hava hoştu.
var böyle tipler. murat bardakçı böyle, celal şengör böyle, ilber ortaylı ne yazık ki böyle. entelektüel ailelerde doğmaktan, asker veya bürokratlar içinde büyümekten kendilerini toplumun geri kalanından daha üstün, daha seçkin, daha kıymetli zannediyorlar. hepsinin devlete borçları var. devlet lafını duyunca pavlov’un köpeği gibi ağızları sulanıyor. ne kadar aydın görünürlerse görünsünler, devlet babaları şayet onları göreve çağırırlarsa en adi suçları bile yalanlarla, laf kalabalıklarıyla sümen altı etmek için didinmekten geri durmazlar. soykırım olan şeye soykırım değil derler, on binlerce insanın kayıtlı kuyutlu öldürülmesini devlet teorisine bağlayıp geçiştirirler. paşaları darbe yapar, binlerce gence sadece solcu oldukları için işkence yapılır, yüzlerce insan faili meçhule kurban gider ama celal gibiler bok yedirmeyi işkenceden saymaz, o günlerde yapılanların gerekli olduğunu iddia eder, paşasının cenazesine katılır. askeri yönetimleri ve otoriterliği savunur. zira senin benim bizim gibilerin önemi yok celal şengör gibiler için. o florya’da, o nişantaşı’nda, o istinye’de, bebek’teki köklü ailelerin çocuklarına zeval gelmesin de, kime gelirse gelsin.
çok merak ediyorum, askeri yönetimlere, monarşiye ve işkenceye dair o siktiriboktan düşüncelerini neden avrupa ve amerika’daki çok övündüğü kürsülerde dile getirmiyor. yemiyor mu? dünyanın umurunda olmayan bir ülkede ve çok az kişinin bildiği bir dilde canlı yayında saçmalamak kolay, yiyorsa git bu saçmalıkları amerika’da yayımlat. çık kürsüye savun. ingilizcen o cahil addettiğin ecevit’e kıyasla pek ala iyi, neden yapmıyorsun bunu celal?
bülent ecevit daha evvel de bahsedildiği gibi yüksek eğitimli, celal şengör gibi birçok dile vakıf aydın bir insandı. evet iyi bir lider değildi ama şu ana dek hala bir yolsuzluğu ortaya çıkmadığına göre iyi bir insan olduğu aşikar. ülkenin kaynayan kazan olduğu günlerde iktidarda kaldı. yıprandı. özellikle 80 darbesinden sonra chp’de yaptığı manevralar (istifası) hakikaten acemi işiydi. ne yazık ki emekli olup köşesine çekilmesi gerekliyken tekrar siyasete atıldı. iktidardayken eşinin tesiriyle saçma sapan bir af ilan edip çoğu pisliğin özgürce dışarıda dolanmasına sebep oldu, bunların arasında mesela gazeteci metin göktepe’nin katilleri de vardır. kıbrıs sürecindeki tutumu haricinde iyi bir yönetim sergilediğini söylemek abes olur ama kesinlikle cahil bir adam değildi. hatta rahatlıkla söyleyebilirim, türkiye cumhuriyeti tarihinin yüksek kültürlü tek başbakanıydı. ve celal şengör bu adama cahil diyor.
celal şengör’e göre ise cahil olmayan büyük lider kenan evren’dir. kırk yıldır saçtığı pisliği bir türlü temizleyemediğimiz, cemaatleri güçlendiren, yeşil sermayeyi palazlandıran, apolitik bir nesil yaratan, apolitik olmayanları işkencehanelerde ağırlayan, ülkenin ekonomisini özal ile beraber bankerlere peşkeş çekmiş kenan evren...
senin beynini seveyim celal.
bilhassa son 15 yıldır zaten iktidardakilerden çektim çekeceğimi bir de papyonlu bir obezin siktiriboktan düşüncelerini dinlemek istemiyorum. (amerika’daki obeziteye laf sokup kendi obezliğini görmezden geldiği ana ithaftır bu gediğe konan taş) gına geldi artık, git kütüphanene kapan, bilim insanı ol araştırma yap ya da alo fatih ile yaptığın programlarda salt bilim hakkında konuş, batıdakilerden feyz al biraz. -
devlet bahçeli
bir adam düşünün ki yarım asırlık siyaset yaşamında memlekete tek faydası, bazı aklı selim insanları, okeye dördüncü olarak bile çağrılmayacak böyle kifayetsiz bir insanı kırk sene içinde barındıran türk siyasetinin koşullarını düşürdürmeye sevk etmesi. bilmiyorum sabah uyanıp aynaya baktığında hiç mi düşünmüyor "ben kimim - ne yapıyorum - şu ana dek ne başardım" diye.
kanımca bir ailesi olmamasından kaynaklanıyor her şey. makamını bırakması halinde ecel gelene dek bir evde yapayalnız yaşayacağını, unutulacağını, ilk tekmeyi atacakların bugün gölgesinden çıkmayan dalkavuklar olacağını gayet iyi biliyor ve bundan ölesiye korkuyor. ancak bayramlarda ziyaret edilen eski bir devlet büyüğü olmak istemiyor. bu yalnızlığa, unutulmuşluğa düşmemek için yalandan, riyadan ibaret o fanus içinde yaşamaya kendini ikna etmiş, bu suni dünyadan çıkmamak için de elinden geleni ardına koymamaya ant içmiş. kendi tüzüğünü hiçe sayması, muhaliflerini ihraç etmesi, dün şeytan dediğiyle bugün dost olması... hepsi bahsettiğim bu korkudan filizleniyor.
birçok siyasetçiden nefret etmişimdir ama bu adamın varlığına nefret edecek kadar bile ehemmiyet vermiyorum. bende sadece acıma hissi uyandırıyor. yazık, diyebiliyorum. hepsi bu.
tanım: geniş zaman kipinden beni soğutmuş şahıstır. -
evrimin müfredattan çıkartılması
türkiye’nin her karışında olduğu gibi, ekşi sözlükte de cahil popülasyonu ağır basıyor. evrimi eleştirmek için yazılan yazılara bakıyorum da sahiden durum fecaat. internetin insanları genel inanışın aksine aptallaştırdığını, araştırma ve öğrenme safhasında tembelleştirdiğini ve gençleri hazır bilgiye alıştırdığına dair tezim ciddi ciddi kuvvetleniyor.
evrim bir olgudur. teori olan kısmı milyar yıldır süregelen bu “doğal” olgunun step by step nasıl ilerlediğine dair modellemelerdir. milyar yıl sürmüş, iklimler, coğrafi konumlar, mutasyon, doğal seleksiyon gibi etmenlerle türlere ayrılmış zibilyon tane canlı arasındaki geçişler, gerek söz konusu zamanın muazzamlığı gerekse de bulunan kalıntıların azlığı sebebiyle kesin bir şemaya izin vermediği için de teori olarak kalacaktır. kesinlikle yanlışlanabilir bir teoridir, zaten bu yüzden bilimdir. (bkz: karl popper) ancak bir asırdır bu teoriyi yıkan, yıkmaya cüret gösterecek kadar sağlam hiçbir antitez de çıkmamıştır. yaradılışçı oluşumların alçılarla üretip dünyaya pazarladığı çakma fosillere biz sadece gülüyoruz, yoksa siz inanıyor muydunuz? yazık, kıyamam
teorinin yanlışlanabilir olmasının sebebi defolu bir görüş olmasından değil, din ile bilimin dünyaya bakışındaki temel farktan kaynaklanmaktadır. din dogmalara dayanır, her şeyi olduğu gibi, mukaddes kitaplarda olduğu gibi ele alır ve gerisini düşünmez, sorgulamaya kalkmaz (gerçi bin yıl önce böyle değildi ya neyse) bilim ise yılmadan, usanmadan deneyler yaparak iddia ettiği şeyin geçerliğini sorgulayarak, iddiasını temellendiren yapıtaşlarını eleştiri süzgecinden geçirerek yoluna devam eder. yakın bir örnek, tarihteki ilk yerleşik mabetlerin tarım devriminden sonra inşa edildiğine dair hipotez göbeklitepe’nin bulunmasıyla çöktü, tarihler binlerce yıl geriye atıldı. teori çöktü mü? çökmedi, çöken hipotezdi. yanlış yere yerleştirilmiş puzzle parçası çıkarıldı, yerine doğrusu (en azından şimdilik) yerleştirildi.
“zaten bir teori, ispatlanmamış işte, doğru olsa kuram olurdu” diyen aptala söylenecek şey, kuram ile teorinin aynı şey olduğudur. teori fransızcadan dilimize girmiş, nazariye kelimesinin tam karşılığıdır, 1940’lı yıllardan sonra öztürkçe “kuram” kelimesi türetiliyor ve nazariye yerine bu kelime kullanılıyor. hepsi bu.
ah şu dil bilgimiz…
zaten başımıza ne geldiyse theory of evolution’ı evrim teorisi diye çevirmemizden, müfredata böyle sokmaktan geldi. evrimin teorisiydi asıl olan. chicken translate veya değil, şayet böyle çevirseydik emin olun o iptidai inanışlarını tehdit altında gören insanlara çok fazla malzeme verilmezdi.
teori ile hipotez arasındaki ayrımı haiz olmayanlar gelip de burada bilmedikleri, anlamadıkları, anlamak için en ufak bir çaba sarf etmedikleri (muhtemelen harun yahya’nın kediciklerine hallenmekten vakitleri kalmıyor) bir mesele hakkında entry yazıyorlar. hayırdır kızlar falan mı mesaj atıyor? nedir bu anlamadığınız, bilmediğiniz şeyler hakkında yorumda bulunma, “dur ben de yazayım, entrylerimde gözüksün” sevdası?
madem teorileri müfredattan kaldırıyoruz, newton, einstein, bohr falan, bunları niye kaldırmıyoruz? genel görelilik kuramı, özel görelilik teorisi, birleşik alanlar teorisi falan… hadi kaldıralım tümüyle. allah yaratmış böyle gidiyor işte diyelim. bıyıklı, göbekli hocalarımız da çok yorulmaz artık. ne dersiniz?
evet, senin adem ve havva’dan türeyen (lilith’i de unutmayalım) insanlık modelin çok edebi gelse de 21.yy’da yaşayan ve biraz nitelikli okuma yapan aklı başında herkes bunun tam manasıyla masal olduğunu idrak eder. he canım he, adem baban ile havva anan yasak elmadan ısırık aldılar, yeryüzüne atıldılar, aman sabahlar olmasın dercesine çiftleştiler, çocukları da ensest ilişkiye girerek üçüncü kuşağı oluşturdu sonra olaylar gelişti. he tamam. sen inan tabi, senden ümidimiz yok, bu yaşa kadar gelip bu masala inanıyorsan bu saatten sonra sana bu masalın saçmalığını anlatacak kadar vaktimiz yok. tamam anlıyorum, sevgili allah’ın senin özel bir canlı olduğunu, bütün dünyanın, evrenin senin için yaratıldığını iddia ediyor, hatta bak sana kitap yollamış ama evrim sana tüm bunların yalan olduğunu söylüyor. sen de kabullenemiyorsun. ama niye çocuklarının da senin gibi cahil kalmasını istiyorsun? maymunla aynı atadan gelmeyi neden saçma buluyorsun ki? dikkatini çekerim maymundan geliyorsun demedim, maymunla aynı atadan geliyorsun dedim. aradaki farkı anlayabiliyor musun? hatta düşünüyorum da şimdi, neden kaplanlarla, fillerle aynı atadan geldiğine kafayı takmıyorsun da şu maymunları bu denli kafaya takıyorsun? maymun fobin mi var? acaba evrim teorisi hakkında teferruatlı bir okuma yapmamış olabilir misin?
hayır ben asıl şunu merak ediyorum. bu dangalaklar müfredattan kaldırdı ya evrimi. ya da ismini değiştirdi şimdilik, her neyse işte. peki dünyanın 4.5 milyar yaşında olması, prekambriyen, kambriyen, permiyen, jura gibi dönemler, dinozorlar, canlılar arasındaki dna benzerlikleri, mutasyon, neandertal, erectus, habilis kemikleri gibi buluntuları nasıl izah edecekler?
19.yy’da yüce allah ile kulları arasındaki ilişkiye nifak tohumu ekmek isteyen, başlarında darwin denen mendeburun olduğu bir grup illuminatici sözde bilim adamının ortaya attığı safsatalar bütünü olarak mı anlatacaklar?
durumumuz örnekle şu. bir orman, ortada bir ceset, başında da iki dedektif. biri cesedin bulunduğu noktaya, üstünden çıkan kimlik kartına, tırnaklardaki kalıntılara, bileklerdeki şerit halindeki izlere ve vücutta ölüme sebebiyet veren bıçak yaralarına bakıyor. cui bono ve cui plagalis diye soruyor zihninde. katili bulmak için gördüğü bütün bu ipuçlarına birleştirip kendi kafasında bir hipotez yaratıyor.
öbür dedektif ise oflayarak sigarasını tüttürüyor “amma düşündün emmoğlu, öcüler öldürmüş işte adamı. zaten dediydiler bu orman cinli periliymiş, hadi sittir et gidelim, bize de musallat olmasınlar” diyor. ikisi ayrı ayrı rapor yazıyor. biri cinayetin nasıl ve hangi koşullarda saat kaç gibi işlendiğini katili belirtmeden bildiren bir rapor kaleme alıyor. öbürü ise raporuna ayetel kürsi ile başlıyor ve cinayeti ormandaki cinlere bağlıyor. üzerine pek düşünmemek gerek diyerek sonlandırıyor. normal olan nedir? normalini bilmiyorum ama türkiye de cinayeti öcülere bağlayan adamın raporu kabul görüyor.
bir gün lan… bir gün… sadece bir gün bu ülke beni utandırmasın. sadece bir gün bu ülkeyle gurur duyabileceğim bir şey olsun. ama olmuyor. bu ülkenin tek vasfı benden vergi almak ve beni utandırmak. başka bir vasfı yok. -
25 ekim 2016 gültan kışanak'ın gözaltına alınması
ben bu ülkeyi seviyorum, neden biliyor musunuz? onca derdimiz varken her gün en az bir kere bana toplumun ekseriyetinden farklı ve zeki olduğumu hissettirecek şeyler yaşatıyor. sağ olsun var olsun bugün de gültan kışanak’ı gözaltına almışlar da sözlükteki yavru kurtların geniş zaman kipli, hükümet stepnesi liderlerinden öykünerek dizdikleri devlet fetişi kaynayan namelerini, tespitlerini okuyup kafatasımdaki o vıcık vıcık organla gurur duydum.
kürt sorunu yoktur diyen mi dersin; terörist başka cemaat başka diyen mi dersin; 12 eylül sonrası cezaevinde işkence çekmiş kadına, el bebek gül bebek yetiştiği evin hadise ve justin bieber posterli odasında alay edercesine tavsiyeler veren mi dersin; 32 yıldır uygulanan inkâr ve baskı politikasını yeni bir icat olarak görüp gaza gelen mi dersin; 90’lara geri dönülsün diyenler mi dersin; bir düzine tutuklama olunca kürtlerin taleplerini geri çekeceğini düşünenler mi dersin; akp’nin hukuk tanımayan bir parti olduğunu kabul edip mevzu kürtler olunca hukuksuzluğu mazur görenler mi dersin; devletin neredeyse yüz yıldır kürtlere uyguladığı ve daha birkaç yıl önce hükümet tarafından da kabul edilen asimilasyon politikası hiç yaşanmamış gibi bütün suçu kürtlerde bulanlar mı dersin; uzar gider bu.
hiç sıkılmadan, afiyetle okudum bu entryleri.
iyi ki varsınız çocuklar. sizin cehaletiniz, kullanışlı aptallığınız ve ezbere inançlarınız olmasaydı ben ve benim gibiler çok… nasıl diyeyim, çok vasat hissederdik kendimizi. lütfen devam edin bölmeyeyim, o muhteşem, yapıcı, ülkemize aydınlık yarınları gösterecek ulvi fikirlerinizi merak ediyoruz. hadi hadi durmayın, nefretinizi kusun, zevkle okuyor ve dersler alıyoruz.
ha bu arada lütfen bu başlıkla ilgilenirken bedelli askerlik başlığını da ihmal etmeyin, şimdi baktım bugün anca 19 entry girilmiş. olmuyor böyle, en az 50 olacak. hadi bakalım. kolay gelsin, iyi faşizm seansları diliyorum size. -
15 temmuz 2016 nice saldırısı
bu katliamın ardından hani ölümlerden zevk alır gibi tweet yazan, entry giren, fransa'nın dış politikasına değinip rüzgar eken fırtına biçer misali şeyler yazan çizen insanlar var ya, ve açık açık ışid'i destekleyenler. işte prensiplerimden ödün verip hepsine orospu çocukları diye küfretmek istiyorum ama hem annelerine ayıp hem de orospulara hakaret olacak.
neden bu olaylar fransa’da oluyor da başka yerde olmuyor diyenler var. zira hem fransa avrupa’nın en çok müslüman barındıran ülkesi, hem de nüfusundaki müslümanların büyük bir kısmı sömürge kökenli (cezayir, tunus ve batı afrika ülkeleri). ne tam fransız olabilmişler ne de tam olarak cezayirli, tunuslu. soykırım ve geçmiş fransız politikaları yüzünden devlete karşı mesafeliler ama aynı zamanda fransa’yı hak edilmiş vatan olarak görüyorlar. içlerinde hayli marjinal; terör örgütlerinin manifestolarına kanmaya, aidiyet hissetmeye muhtaç insan var. ışid ve benzeri örgütler de bundan nemalanıyor. libya harekâtı veya petrol şirketleri ile alakalı teoriler tali mevzular anlayacağınız.
bu saldırının islam dini ile alakası var mı? şimdi eğri oturup doğru konuşalım, yayılırken bile kan dökmüş, savaşlarla hakimiyet kurmuş bir dinden ve eli kılıç tutan bir peygamberin dininden “islam kelime manasıyla barış anlamına gelir, haliyle islam barış dinidir” gibi bir argüman çıkardığınız anda ben dahil aklı başında birçok kişiyi bir gülme krizi tutuyor. kuran’ın içinde bilhassa medeni surelerdeki bazı ayetlerin ötekini dışlamaya, sindirmeye, köleleştirmeye, düşman belletmeye, öldürmeye çanak tuttuğu da açık.
şimdi kendini zeki addeden bazı suserlar diyor ki, “bu ayetler o zamanın, o günün koşulları yüzünden indi” gariplerim öğrenmişler ya tarihi o günün koşullarına göre değerlendirmeyi, bunu kullanıyorlar akılları sıra.
hmm… şimdi bu kuran isimli kitap mukaddes değil mi? her kuşağa, her zamana, her çağa hitap eden evrensel bir kitap öyle değil mi? o halde her ayeti ve her hükmü bugünü de kapsıyor?
o halde? bu dindar tayfa af buyursunlar o kadar aklı evvel ki, kendi kendilerini yalanlıyorlar ama farkında bile değiller. çıkıp da o ayetlerin hükmü kalmadı diyebiliyor musun? hadi çıkın diyanet işlerinin bir etkinliğinde kapın mikrofonu, bas bas bağırın bu tür ayetlerin hükmü kalmadı diye, bakalım linç ediliyor musunuz edilmiyor musunuz?
sonuç olarak bu adamlar terörist olabilirler, psikolojik sorunları olabilir, başka nedenlerden tevarüs eden kinleri olabilir ama bu insan müsveddelerini kalabalık arasında kendilerini patlatmaya, bir tırla masum insanları ezip geçmeye götüren o inanç, o motivasyon, ebu bekir el bağdadi gibi canilerin perspektifinden, retoriklerinden, manifestolarından geliyor. peki el bağdadi ve muadillerine müslümanların kanmasını kolaylaştıran temel sebep ne? inandıkları dinin en mukaddes emanetinde bazı sayfalarda bulunan bazı ayetler, el bağdadi’nin düşüncelerini destekliyor veya tam tersi el bağdadi o ayetlerden yola çıkarak kendine göre bir sistem yaratıyor. zira adam diyor ki, bu kitap mukaddes ise ve kıyamete kadar hükmü geçerliyse niye öldürmeyeyim, yıkmayayım, patlatmayayım? bana bunu emrediyor.
siz bu konuyu konuşmadığınız düşünmediğiniz, sırf dininizi koruyacaksınız diye aptalı oynadığınız sürece islam dünyasından daha çok terör örgütü çıkacaktır.
buradan birileri çıkıp bana hristiyanlığın yayılım döneminde roma topraklarında yaşananları, haçlı seferlerini, emperyalizm ve misyonerlik faaliyetlerini, kolonyalizm ve köleliği, ırak’ta yaşananları anlatmaya kalkmasın. emin olun çoğunuzdan daha iyi biliyorum bu ve anmadığım çoğu tarihi vakayı. islam’ın aydınlanma çağını, en hakiki oryantalistlere açıklayıp kafa ütüleyen biriyim ama doğrucuyum da.
islam’ı diğer semavi dinlerden ayıran ve onların geçirdiği dönüşümü yaşamasını engelleyen, önünü tıkayan bir özelliği var. islam’ın şeriatı, peygamberi yaşarken tesis edildi ve mukaddes kitabı ardıllarınca yazılmadı, peygamberin bizatihi kendisi tarafından sahabelere ezberletildi. kuran incil’in aksine konsillerde seçilmedi, derlenmedi. kuran kitaplaştırılma sürecinde ne yaşadı, hangi ayetler eksik nakledildi hangi ayetler değiştirildi onu da bilemeyiz ama halifeler döneminden beri kabul edelim ki bu kitap mutlak kudretini korudu.
zaten bu yüzden islam’ın aydınlık çağı çok uzun süremezdi. ilim ve felsefe alanında yapılan çalışmalar zamanla insanları kitabı sorgulamaya ve islam’ın dilini konuşup ona ait olmayan çok daha kadim inançlara, tasavvufa, vahdet-i vücuda, animizme sürüklüyordu. haçlıların yaşattığı zulmün travması da işin içine eklenince içtihat neredeyse bitirildi, cihat kavramının üzerine titrendi. o gün bugündür islam’ın ana gayesi budur. ha barışla, ha savaşla yayılmak, fethetmek, tahakküm kurmak, ümmetin popülasyonunu artırmak. bilimmiş, felsefeymiş, sanatmış, ticaretmiş, bunlar ikincil, üçüncül meseleler olarak kaldı.
insanlarda hegelyen bir beklenti var. hristiyanlığın yaşadığı reformu er geç islam’ın da yaşayacağı farz ediliyor ama kanaatim şudur ki bu olmayacak. aksine islam bir süpernova gibi şişecek, şişecek ve kendi içine çökecektir zira ardındaki tarihselliği onun önünü tıkıyor.
işte ülkemizde, fransa’da, suriye’de, ırak’ta ve dünyanın birçok ülkesinde yaşanan bu katliamlar bahsettiğim çöküşün emareleri. çaresizlik... islam alternatif üretemiyor, çağa entegre olamıyor. her modern girişim veya aydınlanmacı politika daha fundamentalist antitezler yaratıyor. özgür, kişisel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmadığı, insanların istediği gibi yaşayabildiği, rahatlıkla yazıp çizebildiği bir islam ülkesi var mı? buna en yaklaşan ülke türkiye idi ama son otuz yılda neler olduğunu görüyorsunuz. ayet okunmuş fasulye ile bilim yarışmalarında ödül alan bir nesil üretebildik hamdolsun.
bunlar devam ederken, bu çöküşün şarapnel parçalarından etkilenen dünyanın geri kalanının islam’a fobi geliştirmesini engelleyemezsiniz. batı’nın ortadoğu politikasını anarak bu katliamları ve örgütleri aklayamazsınız. batı’nın elinde bir hipnoz cihazı mı var? tunuslu adamı hipnotize edip terörist mi yapıyorlar? istediğin kadar tarihsel bahanen olsun, sivil insanları, çocukları, polisleri, askerleri öldürüyorsan suçu gidip geçmişe atamazsın, bizi sömürgeleştirdiniz ben de sizi öldürüyorum dediğin an tarih önündeki haklılığın silinip kaybolur. asala’dan pkk’ya, boko haram’dan el kaide’ye her terör örgütü için söylüyorum bunu.
fransa’da bu vakaların sık yaşanmasına bir sebebinin de pyd’nin uluslararası mecrada meşrulaştırılma girişimi olduğunu iddia eden bir asalak vardı başlık altında. engellediklerimden biri olduğu için nickini şimdi göremiyorum. varsa böyle düşünenler, onlara da cevap yazalım.
pyd pkk tabanlı bir oluşum olduğu kadar, içinde hiç pkk’nın içinde bulunmamış, suriye’nin kuzeyinde yıllarca yaşayıp suriye vatandaşı olmayı bekleyen kürtleri de barındırıyor. ister kabul edin ister kabul etmeyin, suriye’de ışid’e karşı en etkin mücadeleyi gerçekleştiren, örgütün belini büken örgüt de pyd oldu. sizin ne idüğü belirsiz özgür suriye ordunuz değil anlayacağınız. avrupa’yı kana bulayan ışid’e karşı en etkili mücadeleyi sergileyen bu örgüte sempati beslenmesi kadar normal bir şey var mı? ki hatırladığım kadarıyla pyd heyeti daha bu şubat ayında elysee sarayı’na ziyarette bulunmuştu. hükümetiniz hükümet olsaydı da geleceği öngörebilseydi, pyd’i destekleyip ülke içindeki kürtlerden de tam destek alarak alemlerin en kral ülkesi olsaydı. belki bu kadar asker ve sivilimiz de ölmemiş olurdu? ha ne dersiniz? ama ne yaptı türkiye cumhuriyeti? ne yaptığını gayet iyi biliyorsunuz, kimleri desteklediğini, kimlere terör örgütü diyip kimlere demediğini…
pyd sizce terör örgütü mü ve hala bu katliamların arkasında bu tür ülke bölmeli menfaatler mi arıyorsunuz? pkk’nın suriye’ye geçmesi ve pyd’nin örgütlenmesi için kürt koridorunu açan ben miydim akp hükümeti mi? neden götünüz yemiyor da şimdi terör örgütü olarak ilan ettiğiniz bu örgüte vaktiyle kucak açan hükümete iki kelam edemiyorsunuz? 1984’teki okyanusya halkından zerre farkınız yok.
oturduğunuz yerden komplo teorileri yazıyorsunuz. bugün fransa’da haftalar önce istanbul’da masum insanlar ölürken, malak gibi yatağa yayılıp üç kuruşluk bilginizle teori kasıyorsunuz ve benle, benden daha nitelikli olanların sesini o gürültüde duyulmaz kılıyorsunuz. tek vasfınız bu… istatistiksel veri olmaktan gayrı hiçbir şey başaramayacak vasat insanların sesinin bu kadar çıktığı bir dönem var mı acaba medeniyet sahnesinde?
temennim odur ki bu ve benzeri katliamlar bir daha yaşanmasın, ülkemiz ve dünyanın geri kalanında böyle örgütlerin soyu kurusun, daha medeni daha barışçıl bir gelecek bizi bekliyor olsun lakin dedim ya az evvel doğruyucum diye, mantığım temennimin nidasını bastırıyor.
çok istiyorum biliyor musunuz birçoğunuz gibi kan ağladığımı, üzüntümden gece uyuyamayacağımı, kahrolduğumu yazabilmeyi, romanesk cümlelerle duygularımı ifade etmeyi. ama çoğunuz kadar sahte olmayı başaramıyorum. uyuyamayacağım diyenlerin çoğunun horul horul uyuduğunu, kahrolduğunu söyleyenlerin şu an belki kahvaltı yapıp işe gitmek için hazırlandığını, kan ağladığını söyleyenlerin eşiyle sevgilisiyle seviştiğini biliyor olmak, bu kadar gerçekçi olmak insanı insandan soğutuyor.
duyarsızlaştığımı hissediyorum. bir ailesi, çocukluğu, gençliği, hayalleri olan, bir kızın bir oğlun ana babası olan bir kadının bir erkeğin eşi olan bu insanların; benim gibi sizin gibi şu dünyaya en fazla yetmiş seksen yıllığına gelmiş bu canların bir çırpıda, aniden, yok yere, şeytanın dahi tasavvur edemeyeceği kadar gaddar bir şekilde öldürülmesine karşı duyarsızlaşıyorum.
hayalleri olan, yaşam hakkı olan tek bir insanın öldürülmesi bile günlerce aylarca üzerinde durulup düşünülmesi elzem bir hadiseyken, yüzlerce insanın bir anda öldürülmesine müteakip siyasi, tarihsel, dini tartışmalar yapan biri durumuna gelmek, getirilmek. üzülüyorum zira sizi yererken size dönüşüyorum, size bir şey anlatayım derken sizin dilinizi öğreniyor kendi dilimi unutuyorum.
türkiye ve dünya halklarından ümidimi keseli çok oldu. masumlara kolayca dokunan şu ecel efendinin, siyasi ikbali için dünyanın başına bu belayı açmış şeref yoksunu tiranlara dokunacağı günü bekliyorum. mezarlarına tüküreceğim günü bekliyorum.
o günü görecek kadar şanslı mıyım acaba? zira biliyorum ki şu ölüm dediğimiz şey her nedense en son katilin kapısını çalıyor.
ekşi sözlükten insan manzaraları:
örnek 1: okuduğunu anlamamış bir sözlük yazarı. http://i.hizliresim.com/ppje5n.jpg
örnek 2: direkt küfrü basmış garibim. http://i.hizliresim.com/9lzgb9.jpg
ben canilere bile küfür etmek isteyip edemediğimden yakınayım, gençlik rahat rahat annemizi orospu, ecdadımızı yahudi dölü, bizi ibne kılıyor. insan müsveddelerinin arasında yazıyoruz resmen.