hickiran karasinek ve uyuyan karinca6
profili

  • kadınlardan kadınlara tavsiyeler

    bazen çok alakasız şeyler inanılmaz çağrışımlar yapıyor insanın hayatında ve bir bakıyorsun sabahın altısında, elinde geçirilmeyi bekleyen bir adet nevresim takımı, envai çeşit düşünceye dalmışsın..

    şu yazacaklarımı "nevresim takımı değiştirmek" başlığına yazıyordum biraz önce.. ama baktım konu başka yere gidiyor, dedim buraya kondurayım.

    on yıla yakın evli kaldım ben. bir adamla tam on kış geçirdim. ve on kış mevsimi boyunca ben hep iki ayrı nevresim geçirdim iki ayrı tek kişilik yorgana.. ve yatağın iki ayrı ucunda bulunmak üzere biri bana, ikisi ona üç yastık kılıfımız oldu hep. ortalama yirmi günde bir değiştirsem takımları, demek ki on ayrı kış mevsimi boyunca, yirmi günde bir, neden bir adamın benden tiksinircesine yatağın ucunda sırtını dönüp yattığını, benimle aynı yorganı neden paylaşamadığını merak ettim.

    seneler geçince düştü köşeli jetonum.. hayatı paylaşmıyormuşuz ki yorgan paylaşalım dedim.. cosmopolitan dergisi testlerindeki "uyurkenki pozisyonlarınıza göre ilişki durumunuzu analiz ediyoruz" yazıları gibi ulvi(!) tespitler yaptırıyor bana geçmişim ve bakıyorum da.. belki de uyku hali gerçekten de bir parça göstergesidir ilişkideki samimiyetin.

    velhasıl bu sabah yeni çarşafları sererken bunu düşündüm...
    bir adam, sokulmuyorsa sana.. zorlama arkadaşım. sevgi dilenme kimseden. kimse değişmiyor. o da değişmeyecek.
    tüm kadınlar mıçmıç ilgi bekleyen, sevildiğini hissetmek isteyen, fiziki temas arayan, kedi gibi tipler değildir elbet. mutlaka vardır daha mesafeli olmaktan rahatsız olmayan, beklentisiz kadınlar.. ama ben onlardan değildim. mutlu olmak için tek kriterim vardı; o da yakınlık, temas, samimiyet. aradığımı bulamayacağımı bile bile, beni, benim istediğim gibi sevemeyecek biriyle onlarca çarşaf ve on ayrı sene eskittim.

    şimdi ise...
    uykusunun en derin yerindeyken bile eliyle yanındaki boşluğu yoklayan, uzaklaşmışsam sarılıp beni kendine çeken bir adamla birlikteyim. uyurken bile sevilmek mümkün'ü öğretiyor bana. uykusunun arasında kokluyor, öpüyor. tek bir yorganım var artık. bir nevresim takımı ve iki yastık geçiriyorum ikimiz için. yatağın ayrı köşelerine çekilmiş uyuyor da olsak, biliyorum ki en azından ayağı ayağıma değiyor oluyor.. kaybettiğim senelerime, onsuz uyuduğum her bir geceye yanıyorum.

    karşı cinsin her ferdi kafamız bozunca iddia ettiğimiz gibi öküz değil güzel arkadaşlarım.. bakışıyla iç ısıtan, "beni gerçekten seviyor mu" diye sorgulatmadan, verem etmeden, yumuşacık seven, mest eden adamlar da var.

    o yüzden..
    beklemeyin.
    otobüs durağından vapur geçmiyor.
    heba etmeyin senelerinizi.
    geçen senelerinize ayrı, bulduğunuzda şükredeceğiniz o adamdan yoksun kaldığınız zaman için ayrı yanıyorsunuz sonra.

  • boşanmak

    korkunç bir başarısızlık hissi getiriyor beraberinde..

    bir otelde tatildeyim şu an. elli tane çift var etrafımda. algıda seçicilik dedikleri bu mu, yoksa şu ülkenin tüm mutlu insanları bu tatil beldesinde mi toplandı gerçekten merak ediyorum.

    6.5 yaşındaki kızım bile en sevdiği erkek arkadaşıyla el ele yürüyor. 20lik gençler göz göze oturuyor. çocuklu aileler reklam filmlerinden fırlamış gibi mutlu. 80lik çiftler bile diz dize, ilk günkü aşkla bakıyorlar birbirlerine..

    çok kıskanç bir insan değilimdir ama her bir gözeneğimden kıskançlık fışkırıyor şu an. bu yanlış ata oynamışlık hissi öldüğüm güne kadar kambur olacak sırtımda.

    yeniden sevsem birini, geçmişim hep uçan bir balon gibi elimde olacak, başımın üstünde dalgalanacak. daha önce evlenmemiş olsa sevdiğim adam, klasik türkiye gerçeği, istenmeyen gelin olacağım. kızım var, en düzgün gördüğüm adamı bile elli kere sorgulayacağım.. binlerce yalan söylenmiş bir insan olduğum için, karşımdaki "allah bir" dese bile artık inanmayacağım..

    telefonumda beni aldatan, maddi manevi dolandıran, kendime güvenimi elimden alan ama çocuğumun babası olması sıfatıyla nadiren de olsa görüşmek zorunda olduğum bir adam, "şerefsiz köpek" ismiyle kayıtlı ve ben o şerefsizin bizi getirdiği noktanın, bu enkaz gibi boşanmanın altında tüm ağırlığımla eziliyorum. onun dağıttığı hayatımın faturasını hem kendime, hem hayatımdakilere kesiyorum.

    aylarca çalıştığım bir sınavdan kalmışım gibi, saatlerce uğraştığım yemeği fırında yakmışım gibi, iş yerinde önemli bir sunumu yüzüme gözüme bulaştırmışım gibi başarısız, yenik, mahcup hissediyorum..

  • çocuk tacizi

    avukatlık stajımı yaptığım zaman, sınıfın yaş ortalamasının bir 4-5 yaş üstündeydim. geç mezun olmuştum onlara kıyasla. ne dersiydi hatırlamıyorum, idam üzerine konuşuluyordu. islam hukuku, suç ile cezanın orantılı olması gerekliliği, insani değerler, diğer bıdı bıdılar..

    kızımı anneme bırakıp gidiyorum staja. ev, barodan 40 km. ötede, dersler akşam saati ve trafikte eve dönmem iki saat sürüyor, kızım anne diye ortalığı yıkıyor. sinmişim sınıfın en arka köşesine, kitap okuyorum, dersi dinlediğim ettiğim yok. dakika sayıyorum bitse de imzamı atıp gitsem eve diye.

    kopuk kopuk cümleler geliyor kulağıma sonra.. çocuk istismarı örneğinden hareket ediyorlar, idam, recm, bu minvalde tartışıyorlar bir şeyler. sınıf elli kişi kadar. hepsi birer sevgi kelebeği.. tamamına yakını bir pedofilin dahi, karşı şiddete uğramasına, idama karşı. elini kaldıran söz istiyor, fikrini söylüyor, karşı fikri olan dahil oluyor, öyle bir tartışma ortamı. kapadım kitabı dinlemeye başladım.

    kızın biri "neticede idam çok insanlık dışı bir şey. ne gibi bir ıslah mekanizması var ki, hukuk bu olmamalı, sonuçta adam ölse de çocuğun yaşadığı taciz yok sayılmıyor ki" gibi bir şey dedi. beynimin içinde sinirden bir şeylerin klik diye attığını hissediyorum bazen. o an da öyle bir ipin kayışı koptu beynimde.

    elimi kaldırdım, söz istedim.
    hoca bilmem kaç gündür domuz gibi ifademle sağ arka köşede sinip kitap okuyor oluşuma alışmış olacak ki el kaldırınca şaşırdı, "oo bitti mi kitap" ifadesiyle, "buyrun?" dedi..

    çok sinirlenince titremek gibi iğrenç bir huyum var. konuşucam ama elim kolum ayrı oynuyor, sesim desen sabit tonda devam edemiyorum..

    anne olduğumu, konuştuğumuz şeylerle kızımın yan yana gelme ihtimalini bir salise bile düşünecek olsam, idamın feriştahını, farklı usullerle, çıplak ellerimi kullanarak söz konusu insan(!) üzerinde gerçekleştirmekten çekinmeyeceğimi, kızın bu hümanist, laylay bakış açısının belki büyüyünce, belki de anne olunca değişeceğini, o koltukta şu an kendisi değil annesi oturuyor olsa, söylediklerine "hadi leyn" diyeceğini, onun saçının teline zarar verecek adamın kafasını kopartmakta tereddüt etmeyeceğini, titreyen iğrenç ses tonumla anlatıp duruyorum.

    utanmasam kalkıp çakıcam kıza iki tane, öyle sinirlenmişim, "hukuk bu olmamalı yeaa" sını yediresim var. çocuk tacizi, tecavüzü konuşuyorsun. ne adaleti, ne suçlunun hayata geri kazandırılması? bunlara ölçülü ceza falan da gerekmiyor hatta. neden seviniyoruz hapishaneye düşen seri katillerin/tecavüzcülerin/çocuk istismarcılarının şişlenmesine? çünkü bazen yetmiyor türk hukuk sistemi bize. aldıkları ceza, üç vakte kadar çıkma ihtimalleri, döngünün tekrarlama ihtimali hepimizin gözünü korkutuyor. damat koğuşuna almalar, şişeye oturtmalar o yüzden içimizin yağlarını eritiyor.

    çocuk tacizi de böyle bir mevzu. ne hukuku, ne adaleti, ne mekanizması ya?

    sınıfta üç dört saniyelik bir sessizlik oluyor. "abla doğru söylüyor yaa" diye giriyor bir oğlan lafa. bir süre de benim söylediklerim üzerinden konuşuyorlar.

    uzun zamandır gelmemişti aklıma o gün.

    düne dek. dün çarşıya çıktık, ayakkabı almaya götürdüm kızımı.

    6.5 yaşındaki kızımı..
    süt dişleri yeni sallanan, saçları iki yandan örgülü, 112 cm. boyundaki kızımı..

    bir ayakkabı beğendi, deneyelim dedik.
    eğildi çıkarttı ayakkabısını, yenisini denemeye koyuldu..

    anne olmak, sürekli tetikte olmayı gerektiriyor bu ülkede. yavrusunu koruyan aslan gibi, çocuğun çevresini tarıyorsun sürekli. menzilime 30larının sonunda, muhtemelen önümüzdeki üç beş ay, nefes aldığım sıklıkta benden küfür yiyecek bir puşt takıldı.

    kızıma bakıyor. ama hani... değişik..
    eğilmiş, ayakkabı deneyen, süt dişleri sallanan, 6.5 yaşındaki kızıma bakıyor.

    tetikte olmak fesat olmakla yan yana yürüyor çoğu zaman. gene götümden mi anladım acaba diyorum, yer değiştirip kızımın arkasını kapatacak şekilde yer değiştiriyorum.. ve o puşt, o şerefsiz oğlu şerefsiz, o oksijen israfı yer değiştirip çocuğumu görebileceği farklı bir açıya(!) geçiyor.

    zaman duruyor o an. hani aksiyon filmlerinin dövüş sahnelerini yavaşlatıyorlar, böylece biz adamın her yaptığı şeyi salise kaçırmadan izleyebiliyoruz ya, öyle bir moda giriyorum ayakkabıcıda.

    yanlış anlıyor olmalıyım, bakmıyordur, bizim yanımızdaki bir şeye bakıyordur diye düşünmeye zorluyorum kendimi. ama bakıyor allah'ın belası!! kızımın bacaklarına, kalçalarına bakıyor, süzüyor ve benim beynim birazdan adamı öldürüp hapise gireceğim zaman, kızımın velayeti kime geçecek acaba diye düşünmeye başlıyor.

    3-4 dakika, şuradaki boruyu söküp üstüne mi yürüsem, direkt polis mi çağırsam, gelişine üstüne mi atlasam diye düşünüyorum.. bir yanım da döner gider diye umuyor ama gitmiyor pislik. gitmiyor.

    çocuğuna ayakkabı deneten bir kadının yanına gidiyorum, temiz yüzlü birine benziyor, kızımı oturtuyorum yanına. beş dakika sizinle kalsın, buradayım, lütfen diyorum. yüzümde nasıl bir ifade varsa, korkuyor olmalı kadın. peki diyor.

    "dila" diyorum, "kımıldama, şu tarafa bak, gelicem.."

    göz ucuyla hala kızıma bakıyor şerefsiz, bana baksa, beynime fışkıran kanın etkisini görecek yüzümde, başka yöne bakacak. görmüyor. otuz yaşımı geçmişim, çekmiyor benim yaş grubum ilgisini demek. bakmıyor.

    reyonların arasından geçip yanına gidiyorum, iki düğmesi açık iğrenç çizgili sarı gömleğinin üstünden göğsünü itiyorum, "neye bakıyorsun ulan sen?" diyorum.

    soğukkanlı biriyim ve yaşadıklarımı saniye saniye geri sarabilirim birine anlatırken genelde. ama o beş dakika yok. kopuk. sesim tek tük geliyor kulağıma. sapık diyorum, öldürürüm seni diyorum, bildiğim tüm küfürleri ediyorum. ayağa kalkıyor mağaza.

    yakın zamanda ameliyat olmuş, orası burası sargılı şekilde dolaşan altmış kiloluk bir kadınım ve o an dört yetişkin erkek zor zaptediyor beni, zor alıyor o adamı benim elimden. mağaza müdürü geliyor, alışveriş merkezinin güvenliği geliyor, kızımı emanet ettiğim kadın polis çağırıyor.

    avaz avaz ağlıyor kızım. "anne ne oldu, anne ne oluyor, anne bir şey söyle, anne bana bak" diyor. benden korkuyor çocuğum o an. onu korumaya çalışırken bir de korkmasına sebep oluyorum.

    o mağazada, bir allah'ın kulu destek olmuyor bana. bir allah'ın kulu bir şey demiyor adama. delirmemin sebebi gün gibi ortadayken, çalışanlardan biri "abi ne oldu sen anlat ya" diyor.. abisi "ben bir şey yapmadım, üstüme saldırdı" deyince, "mübarek günde oluyor mu abla böyle yeaa" diyor oğlan.

    adam sakallı. "oruçluyum, kötü oldum, oturtun beni" diyor, beni zaptedenlerin arkadaşları onun ellerine kolonya dökmeye gidiyorlar.

    benimse kısa eteğim, dövmelerim ve şort giymiş 6.5 yaşında bir kız çocuğum var.. benim oruçlu olma ihtimalim, onun sapık olma ihtimalinden düşük görünüyor belli ki.

    o hengamede kaçıyor adam.
    hızlı adımlarla sıyrılıyor kapıdan ve ne güvenlik, ne yoldaki polis, ne orda çalışan güçlü kuvvetli onca genç çalışan ne de üç beş müşteri engel oluyor..

    "durduk yere diğer müşteriye saldırıp huzur bozan cazgır müşteri" muamelesi görerek çıkıyorum oradan.

    hukuk yok bu memlekette.
    hak aranacak merci, güven duyulacak makam yok.
    olsa, bir avukat olarak ben, "bu işin peşi bırakılmaz" diyebilirdim.
    diyemiyorum.

    çünkü adalet yok. yok işte yok.

    20 sene sistematik olarak bir okul dolusu çocuğa tecavüz eden müdürlerin, amcasından hamile kalan 12 yaşındaki masumların, vakıflarda tacizlere gark olan öğrencilerin, kuran kursunda odaya çocuk kitleyip ilim öğreten imamların ülkesi burası artık..

    ayakkabı denerken bir çocuğun bacağına, kalçasına baktı diye birini şikayet etmek, temmuz sıcağında kar yağmasını beklemek gibi artık. öyle beyhude.

    seneler öncesinin o stajyer avukatını karşıma oturtup şunları okutmak isterdim bu sabah. "bu adamın önce çükünü kesmeli, sonra da asmalı diyorum, sen ne dersin?" diye sormak isterdim. yine "suç-ceza orantısı"ndan bahsederse de, onu kızımla tanıştırmak isterdim.

    6.5 yaşında, süt dişleri sallanan, saçları örgülü kızımla..

    ölende mi, öldürende mi diyorlar ya bazen; suçun göbeğinde çocuk varsa, bu laf cuk oturuyor. bir çocuktan haz duymak, bunu bakışla ya da sözle ya da fiilen harekete dökmek korkunç bir şey.. dürtüsünü, arzusunu, şehvetini anlamak normal bir insan zihninin yapabileceği bir şey değil. o yüzden anlamaya çalışmak, analiz etmek, masaya yatırıp yargılamaya çalışmak falan müthiş manasız geliyor bana. en ilkel dürtülerimle, çocuğun anasına babasına bırakmalı bu adamları diyorum. bırakmalı ve dönüp gitmeli.

    o puştun lehine işleyeceğinden adım kadar emin olduğum sistemin ucunun bana da dokunacağını, beni de pışpışlayacağını bilebilsem, yemin ederim katil olurdum o mağazada ben dün.

    ama öyle olmuyor.
    çocuğunu korumaya çalışan anneler, oruç tutup çocukların kıçına başına bakan şerefsizler kadar önem arz etmiyor.

    bu ülkeden, bu adamlardan, görüp müdahale etmeyen, "aman öte tarafa bakalım, bize bulaşmasın" diyenlerden, milleti bu hale getiren tüm hukuksuzlukları meşrulaştıran her bir pislikten topyekün nefret ediyorum.

  • babalar günü

    kendini çok takdir eden, seven bir insan değilimdir ben. ama bir kadın olarak, bugün, benim kendimi en güçlü hissettiğim gün.

    duvara çiviyi de ben çakıyorum bu evde, kızımın bisiklet zincirini de ben tamir ediyorum. korktuğunda arkama saklanıyor çocuğum. kötü rüyalar gördüğünde "anne öldürürsün canavarları değil mi?" diye bana soruyor. aile resminde evin reisi diye ortaya çizdiği de benim, sene sonu gösterilerinde, piyano resitallerinde, özel günlerinde çift kişilik koltukları dolduran da... iki kişilik seveniyim onun. saçının tek bir telini korumak için dünyayı ters düz edeniyim..

    "anasının kaderi kızına" derler.. çok yakar canımı bu söz.. ama doğru mu sanki? babalar gününde, kendi babasızlığıma yandığım gibi, biraz da kızımınkine yanıyorum ben şimdi..

    çocuğunu deliler gibi sevip gözünden sakınan, onu korktuğu o canavarlardan, kötülüklerden, dünyanın pisliğinden korumayı nefes alışı gibi doğal sayan, her ihtiyaç duyduğunda yanında olan, evladına "babam hep benim yanımda, sağımda, solumda, arkamda"
    dedirtebilen baba gibi babaların günü zaten kutlu olsun ama...

    bir de benim gibi hem annelik hem babalık yapan; çoğu zaman kendini yetersiz, yorgun, bitkin hisseden, çocuğundaki baba eksikliğini kendi benliğinden koparttığı parçalarla tamamlamaya çalışan tüm kadınların da babalar günü kutlu olsun...

  • anneler günü

    mutsuz bir evlilik bir insanın başına gelebilecek en kötü şeylerden biri.
    işin mi kötü, değiştirirsin. arkadaşların mı nankör, hayatından defedersin. ailende mi pislikler var, görüşme; neticede sen seçmedin onları, doğumunla gelen bir eklenti paketiydi hepsi.

    oysa evlilik öyle değil.. sırtına zibilyon tane umudu, hayali, planı yüklenip evleniyorsun biriyle. sen seviyorsun. sen seçiyorsun. sen yürüsün istiyorsun. aşkınız kabından taşıyor, çocuğun oluyor. ama olmadı mı olmuyor, yürümüyor.. isteyerek seçtiğin ve bir nikah memurunun önünde "evet" diyerek başladığın hayatı, bir başka salonda, bir hakimin karşısında "evet, boşanmak istiyorum" diyerek bitiriyorsun.

    bugün anneler günü.
    kızım babasında.
    sabahın beş buçuğunda, gözleri çakmak çakmak geldi yanıma.
    "gitmek istemiyorum, anneler günü bugün, seninle olmak istiyorum" dedi.
    baba günü bugün dedim.. gitmezsen üzülür dedim.. yarın acısını çıkartırız biz dedim..

    "kahretsin ki beceremedik geçinmeyi..
    yanlış insanlar seçmişiz evlenmek için..
    mutsuz olduk, mutsuz ettik..
    affet kızım, üzüntümüzü senin üstüne de bulaştırdık.." diyemedim.

    baba günü bugün dedim.

  • ağzı bozuk olan hatunlar

    arkadaş olanları iyiymiş, kafa oluyorlarmış. sevgili olanı çekilmezmiş. kadın dediğin zarif olurmuş.

    siktir git be paşam.
    "kadınların efendi adam yerine piç tercihi"ne giydirip duruyorsunuz ya, siz de farklı değilsiniz.

    düz kadın sevmiyorsunuz. kendi gibi kadın sevmiyorsunuz.
    yanınızda "-mış gibi" olacak kadın. naz, niyaz yapacak. peşinde koşturacak, inletecek, öttürecek sizi. kırılacak kibarlıktan. porselen gibi oturacak yanınızda. ingiltere kraliçesinin türkiye şubesi olacak. boku bile pembe olacak.

    hem ağzı bozuk kadın deyince ne canlanıyor gözünüzde, o var bir de.
    yolda yürürken yanından geçene cüccük hareketi yapıp, durduk yere "naber lan yarraaam" mı diyecek kız size? öyleyse kız değil, deli bulmuşunuz zaten, sessizce uzaklaşın yanından.

    sinirlenince, kızınca, üzülünce, belden aşağı bir fıkra anlatınca sövüyoruz arkadaşım biz de. beğenmeyen küçük oğluna almasın.