zordur. ebeveynlerin sürekli tartıştığı ve şiddetli kavga ettiği bir ortamda çocuk kendini çok güvende hissedemez, endişe sahibi olur. sevgi konusunda açlık yaşar, tam olarak sevginin ne olsuğunu öğrenemez veya hissedemez. ebeveynlerinin tartıştığı saatler onun ilgi, şefkat, oyun zamanı beklentisini karşılayamaz. bir şey sormaya, bir şey istemeye, acıktığını dahi söylemeye çekinir. içine kapanır.
tartışmalarda söz sahibi olamadığı için bir köşede korkarak izlemek durumunda kalır ve aklında ailesinin kendiyle ilgili bir sorun olduğuna dair şüpheleri ortaya çıkar. bunu dile getiremez, okulda dikkat dağınıklığı yaşar. arkadaşlarıyla ilişkileri zayıflar, onların anne baba ilişkilerini merak eder, imrenir, izler, izler, izler...
bir sonraki tartışmanın ha çıktı ha çıkacak olma düşüncesiyle aklına geleni rahatlıkla paylaşamaz veya soramaz. çocukluğuna dair sorular aklında kalır, kaldıkça birikir ve cevaplanmamış sorular yanıtlarını az bir ilgi gördüğü yöne doğru akıtır. yanlış arkadaşlıklar başlar, yanlış duygusal beklentiler oluşur. önce kendisini suçlar, sonra bunun küçük yaşlarda ailesinden kaynaklandığını düşünür. kendi içinde çatışma yaşar. biyolojik evrelerinin geçişi sürecinde ailesinden gerekli tam desteği alamaz.
şu bir gerçektir, ailede içerisinde büyük tartışmalar gören çocukların akıllarına bu görüntüler kazınır ve kendilerinin aile yaşamının da böyle olacağı korkusuyla yaşarlar. özgüven problemi yaşarlar. güvensizlik ve tedirginlik yaşar daha çok, olması gerekenden daha fazla şüphe taşır aklında. geleceklerine dair şüphelr, ilişkilerine dair şüpheler, işlerine dair şüpheler ve güvensizlikler. kısaca herşeye karşı güvensizlik yaşarlar.
kabahatinbuyugukendisindeolanadam4 profili
-
sürekli tartışma yaşanan bir evde yaşamak
-
hatırladıkça iç burkan garibanlık anıları
henüz ortaokul 2. sınıfım. o vakit vakıf yurdunda kalıyorum. aynen vakıf yurdu, bilenler bilir, vakıf yurdu olmasından mütevellit millet tanıdıklarını işe almış, temizlik görevlisinden ambar memuruna kadar herkesin bir bağlantısı var bir yerlerden. bunlar geceleri sırayla nöbete kalıyor falan. her neyse. aileden uzak bir memleketteyiz. bazılarının anası, bazılarının babası yok bazılarının da kimliğine yazılacak bildikleri ne bir anne ne de bir baba adı var vesselam.
yurt koğuşları (koğuş derdik, askeri jargon) çift kat ranzalı, 12 kişilik. akşam yemekleri doğru düzgün çıkmıyor. her akşam yemekten bir iki saat sonra acıkıyoruz. oda arkadaşlarımızdan kafalayabileceklerimiz arasından kurban seçip yemekhaneye inip masalardan akşamdan toplanan dilimlenmiş ekmeklerden çalıp! açlığımızı bastırmaya çalışıyoruz. tam bir küçük emrah sahnesi: bakkaldan/fırından ekmeği alıp topukluyoruz.
bir gün barbunya pilav var akşam yemeğinde. bulamayanlar var elbet ama öyle bir barbunyayı onlar da pişmemiş diye geri çevirebilirler. pilavı zaten bir kaşıkta yedin yedin, yoksa ikiye bölerek yutmak mümkün değil. neyse iki üç saat geçti, ben milleti gaza getirmeye çalışıyorum. bu sefer gidip kim kurban olacak diye gözlerim koğuşu geziniyor. baktım kimsenin niyeti yok. belli ki barbunya tok tutmuş, mecbur ben inecektim artık. bir tane çocuk vardı üst ranzamda: yusuf. yusuf saf bir çocuktu. gülmezdi pek, güldüğünde bile yüzünün ifadesi çok değişmezdi. kahkaha attığını veya bir yere koşturduğunu hiç görmedim, çok sakindi. yusuf, 'ben seninle gelirim', dedi. gel dedim. yaverimle beraber balerinler misali parmak ucuyla indik bodrum kattaki karanlık yemekhaneye. neyse ekmek sepetinin başına geçtik, ısırılmamış ekmeklerden seçmeye çalışıyoruz. o sırada arkadan tok bir ses geldi.
- ekmekleri bırakın lan, koğuşunuza çıkın.
karanlıkta arkama bakmaya korkuyorum. yusuf yürekliydi, benim gibi değildi. benim cesaret edemediğimi yaptı ve sırtı dönük seslendi.
+ sen kimsen bilmiyorum ama biz acıktık, ekmek alıp yukarı çıkacağız, dökmeden yiyeceğiz.
- sizin pisliğinizi ben mi temizleyeceğim şerefsizler!
bunu dediğinde net anlamıştık temizlikçi eleman olduğunu, yusufla göz göze geldik.
arkamızı döndük. bize doğru geldi hızlı adımlarla. yusuf elindekilerle beraber birkaç esnek hareketle yukarı kaçtı, temizlikçi hamle yaptı ama yakalayamadı. ve ben yalnız kaldım...
geldi kulağıma asıldı, nasıl bir nefretse sol kulağımı kulak memesinin altından yırttığını hissettim. elimdeki ekmek parçalarını arkamdaki masaya bırakıp elimi attım, elimde kanı gördüm. yalvarıyorum 'murat abi bırak' diye ama iyice asılıyor. küfürler yağdırıyor bana, aileme. yalvarmaktan cevap veremiyorum küfürlerine. sonra bırakıyor, ağlıyorum orada. ağlamamdan korkmuş olacak ki herhalde ekmekleri elime tutuşturup 'siktir yukarı çık hemen' diyor.
çıkıyorum yukarı, arkadaşlara ekmekleri veriyorum. ama nasıl bir acıtasyon ortamı var görmelisiniz. ben gururla ekmekleri pay ediyorum, sonra o kanlı kulağımla alt ranzaya yatıp uyuyorum.
iki gün sonra koğuş arkadaşlarımızın da verdiği cesaretle yusuf'u yanıma alıp, yurt müdürüne durumu anlatıyorum. müdür önce bize kızıyor.
temizlikçi elemanı yanına çağırtmış bir sonraki gün. müdürün elemana nasıl bağırıp çağırdığını nöbetçi belletmenden öğreniyoruz o akşam. işten de kovuluyor ama bende bıraktığı yara kapanmıyor...
onu sürekli bir tanıdığa takip ettiriyorum yıllarca. sadece nerede, ne yapıyor onu öğren diyorum. olayla ilgili hiçbir şey anlatmıyorum yıllar boyu. çok kötü bir şey yapmasından korkuyordum, belki de önemsiz gelebileceği ihtimaline karşı...
ilk defa o yaşta birine karşı kin beslemeyi öğrendim.
...
aynı memlekette lise bitiyor. öss sınavını da atlattıktan sonra bir gün yine lise arkadaşım olan yusuf ile elemanın çalıştığı catering şirketinde mesai bitimini bekliyoruz. abiye de durumu bir gece önceden izah ediyorum. zorla ikna ediyorum, yoksa yerini yurdunu söylemeyecekti.
mesai/vardiya çıkışı eleman bizi on adım kala görüyor, iki saniye baktıktan sonra tanıyor, kaçıyor. arkasından koşup yakalıyorum. kimsenin müdahale etmesini istemiyorum.
sonrası malum. ama kulak çok önemliydi!
bu yaptığımı acaba şimdi yine yapar mıyım bilmiyorum. çünkü olayları zamana ve duruma göre değerlendirmek gerekirmiş. yaptığım yanlıştı ama içimde onun ezikliğiyle yaşayamam diye düşünüyordum.
onun cezası sadece yurttan atılmak olmamalıydı. anasından babasından uzak bebeleri dövmek, hatta hiç haddi değilken dövmek, bir ekmek parçasını aldı diye dövmek ne kadar delikanlı davranışıysa benim ki de o denli bir davranıştı.
bugün içim rahat. yapmasam hep bir şey eksik kalacaktı.
nereden mi hatırladım bu anıyı?
bugün yemekte barbunya vardı... -
uydudan izlenen kartalın türkiye'de vurulması
"national geographic'de 4 saat anlatılan kuşu, yaban tv'de 5 dakikada vurdular, bizim vedat milor 2 dakikada yedi." fenomen sözünü akla getirmiştir.
-
antidepresan kullanan kişiye kullanma diyen kişi
bunu kullanıp da düzeleni görmedim, diye devam eder. peki kaç kişi tanıdın antidepresan kullanan diye sorduğunuzda okuldayken/iş yerinde birkaç kişi tanıdığını söyleyerek genelleme yapmayı sever. bu söylediğini dünyanın en iyi önerisi ve destekli tespiti olduğunu zannettiğinden karşınızda kasım kasım kasılır. kahvede oturuyormuşçasına kolları ve bacakları açar çayından bir yudum alır ve kapalı olan perdeden dışarıya bakıp dalma görüntüsü vermeye çalışır. o henüz 25 yaşındadır ve hayatta tecrübe etmediği bir şey kalmamıştır. o kadar iyidir ki sorunlarla baş etme noktasında, en ufak canı sıkıldığında karşıdakine küfür eder kendini yemeğe verir.
seni de unutmadık koca egolu küçük yürekli adam.