whokares38
profili

  • ali babacan

    akp'den yaka silkip bu adama oy verecek grup, malın önde gidenidir.

    kendisi 2002-2007 yılları arasında ekonomi bakanlığı yaptı. devraldığı ekonomi, zaten kemal derviş ve grubu tarafından gerekli reformlar yapıldıktan sonra rayına konulmuş bir ekonomiydi. bunu sahiplenmeye kalkması bile komik.

    kendisinin asıl karnesi için türkiye'nin 2002-2007 seneleri arasındaki "özelleştirme" dosyasına bakmak yeterli. bu seneler arasında sayısız kurum ve kuruluş, üç kuruşa elden çıkarıldı. bunların arasında türk telekom ve tüpraş gibi kurumlar da var. geleceğin en önemli yapıtaşları arasında bulunan iletişim ve enerji sektörlerinde faaliyet gösteren iki kurum ali babacan döneminde satıldı.

    hele türk telekom... 2005'te özelleştirilen kuruma üst düzey yönetici olarak akrabasını koydu bu adam... aynı akraba, 2010 senesinde insan kaynaklarının başından türk telekom ceo'luğuna geldi. ben hayatımda insan kaynaklarından ceo'luğa terfi eden birini görmedim. yıllardır da dünyanın en büyük şirketleriyle çalışırım... sonra da burada elif can bilmemne diye zırlayın...

    ali babacan diye sarıldığınız adam akp'nin kurucu üyesi! adam akp'den 2019'da istifa etti. dna'sı bu.

    2013'te ayakkabı kutuları boşaltılırken değil...

    2016'da kandırılırken değil...

    ülkenin altına dinamiti koyan balyoz, ergenekon sonrası değil...

    ihale kanunu yüzlerce defa değiştirilip delik deşik edildikten sonra değil...

    daha neler, neler...

    ama ne olduysa 2019'un yaz aylarında istfa etti.

    ne oldu o dönem?

    tayyip istanbul'da 800,000 oy fark yedi. hayatının tokadını yedi.

    kimse kusura bakmasın...

    ali babacan'ın "akp 2.0" projesi olma ihtimali benim için çok kuvvetli. kaybedecekleri koltuk için truva atını şimdiden hazırladılar. hedefleri de türkiye'nin içini oyan aptal, salak liberal sürünün oylarını chp'den devşirmek ve akp ile koalisyon kurup kurulu düzeni bozmadan yola devam etmek.

    bu ülke zaten ne çektiyse kendini zeki ve eğitimli olarak gören aptal liberal sürüsünden çekti.

    bir de romantiklik kasmazlar mı...

    düşüyor mu böyle?

    sayın gerizekalılar, hala anlamamışsınız. türkiye'ye ingilizce bilen ve odtü'yü 4.0 ile bitirmiş biri lazım değil. onlardan çok var. her sene mezun olmaya devam ediyorlar, ama türkiye'de kalmıyorlar. çünkü türkiye ahlaksızların elinde. türkiye'ye ahlaklı bir lider lazım. ali babacan ise yukarıdaki sebeplerden dolayı bu isim değil. kendisi ahlaksızlar ordusunun br üyesidir. ahlaklı bir lider seçilirse, ingilizce bilip odtü'yü 4.0 ile bitirenler gerekli kadrolara girebilirler. ali babacan, türkiye'nin gelmiş geçmiş en ahlaksız iktidarının kurucu üyesi ve daha geçen sene istifa etmiş bir neferidir. bir odtü'lü olarak yazıyorum... bizi abartmayın. bizden çok var. çok daha ahlaklılarımız da var. türkiye'nin en büyük sorunu ahlaksızlıktır. o düzelirse, yargı da düzelir, basın da... bunlar varken geri kalan her şey zaten düzelir. aptal yığınlara karışıp "ehonomi düzelsin, önemli olan o" derseniz, yarınınızı da kaybedersiniz.

  • alman ekonomisinin dibe vurması

    kültürün dile yansıması çok enteresan bir konu.

    mesela türkiye gibi orta doğulu ülkelerde "dibe vurmak" deyimi, yolun sonu gibi algılanır. zaten bu başlığa bakarsanız, yazarların bir çoğunun almanya'nın ruhuna el fatiha okumaya hazırlandığını görürsünüz.

    orta doğululuk bunu gerektirir.

    dibe vurmak ölümdür.

    başkasının dibe vurması ise kendi koşullarınızdan bağımsız olarak sizi iyi hissettiren bir durumdur.

    orta doğulu politikacılar bunu iyi bilir. kişi başına düşen milli geliri, türkiye'nin kat be kat üstünde olan ülkelere "yardım" yaparken, bir türk vatandaşını özel uçakla isveç'ten "kurtarırken" sahneye koydukları senaryo aslında hep aynı hedefe güdümlüdür:

    başkalarını daha kötü durumda göstererek kendini iyi hissetme, ya da olduğundan iyi gösterme.

    almanya hakkında çıkan haberin orijinalini okudum.

    orta doğulu ile batılı arasındaki fark zaten haberin orijinalinde gün gibi ortada.

    alman ekonomi bakanı demiş ki... "en dip noktaya ikinci çeyrek sonunda ulaşacağımızı ön görüyoruz. pandemik öncesine ise 2022 başlarında gelebileceğiz."

    batılılar "dip noktayı" ölüm noktası olarak değil, geri zıplama noktası olarak görür. dip nokta ne kadar hızlı gelirse, çıkış da o kadar erken gerçekleşir.

    bizim orta doğulu imamlara sorarsanız, ortalık güllük gülistanlık. o kadar süperiz ki, almanya'ya bile biz yardım ediyoruz. zaten baksanıza, adamlar dibe vurmuş.

    ama dibe vurmak ile dip noktasından geri sekmek doğululuk ile batılılık kadar farklı kavramlar.

    atatürk bizi "ya istiklal, ya ölüm" diyerek dip noktasından geri sektirdi.

    başımızdaki orta doğulu cıvık imam sürüsü ise hala dibi arıyor.

    dibi bulmak onların işine gelmez.

    çünkü dibe giden yolculukta inanılmaz zenginleşiyorlar. türkiye ve türk halkı umurlarında bile değil. maksat yolculuğu yavaşlatmak. yavaş olmasa da yavaş izlenimi vermek. maksat sizi, bizi uyutmak. biz uyuklarken de ceplerini doldurmak. maksat bundan ibaret ey türk halkı.

    en son dibe inerken avrupa'dan bulunan muazzam borç ile dolmabahçe sarayı yaptırıyordu bunların kafasındaki şahıslar. bunların takipçisi de ülke batarken kendine hem yaz hem de kış sarayı yapma derdinde.

    orta doğulular böyledir.

    evet, bizim dibe yolculuğumuzda camların perdesi çekili. dışarıyi iyi seçemiyoruz. yolculuk yavaş. zaten "teğet" lafının anlamı, x sonsuza giderken şöyle bir merhaba deyip sonra uzaksayan fonksiyonları içerir. gerçek ve yalan arasındaki uzaksama gibi. bunların sözlüğündeki teğet, aslında söyledikleri yalanları sizin yaşadığınız gerçeklerden uzaksatarak dibe vuruşu geciktirmek anlamındadır. tabanları bunları yalayıp yutmakla meşgul.

    almanya 2022'nin ilk aylarında krizden çıkar.

    atatürk osmanlı'nın uzun çöküşünden sonra bir anda dibe vuran ülkeyi en dipten zıplatır.

    bunu yaparken ülkeyi batılı değerlerle bağdaştıracak devrimleri yapar, adımları atar.

    başımızdaki 2. osmanlı devleti ve onun tepesindeki saraycı padişah ise gidişattan memnun. yavaş bir çöküş onun işine geliyor.

    baksanıza, isveç'ten vatandaş kurtardık.

    siz dolar acaba niye 7 tl oldu diye düşünürken... alman ekonomi bakanı 2020'nin ikinci çeyreği sonunda başlayacak zıplamanın 2022 başı civarında normalleşmeye yol açacağını belirtirken sizin politikacılar ne yaptı, biliyor musunuz?

    "acayip iyi yönettikleri" ve bitmek üzere olan salgın için atatürk havalimanında yeni hastane kurma kararı aldı, ihaleyi de yandaşa verdi. iki pisti iptal etti, üçüncüsünü de kullanılamaz hale getirdi. bahsi geçen hastane gözünden akan iki damla yalancı yaşın karşılığı olarak sağlık bakkalına devredilirse ona da şaşırmam.

    devir fırsat devri.

    hastanenin yanına bir de rezidans... şöyle denize karşı... arap motifli betonarme çirkinlikler. diğer yanına avm...

    orta doğulular krizi böyle fırsata çevirir.

    batılılar ise girişimcilik için gereken riski belirleyen çıtanın alt seviyeye inmesiyle ya iş kurarlar, ya yatırım yaparlar.

    siz almanya'yı dert etmeyin.

    onlar zıplama noktalarına doğru hızla gidiyorlar.

    umarım biz de aklımızı başımıza alıp önümüzdeki ilk seçim tarihini dibe vuruşumuz olarak ilan ederiz ve atatürk'ün manevi önderliğinde kendi zıplama noktamızı sandıkta bulup orta doğulu imamlardan kurtuluruz.

    muhtaç olduğumuz kudret, damarlarımızdaki asil kanda var. almanlar ise sadece çalışkan ve dürüst :)

  • köpeksiz sokaklar istiyoruz

    köpeksiz sokak istemek, köpek istememek değildir. önce bu konuda anlaşalım.

    bugün hayvan hakları (ve insan hakları) konusunda türkiye'den fersah fersah ileride olan ülkelerde sokak köpeği göremezsiniz. nerede geri kalmış, cehalet içinde yaşamaya alışmış ülke var, orada sokak köpeği de görürsünüz. korelasyon net bir şekilde ortada.

    köpek sevgisi ne demektir, önce ona bir bakalım.

    - günde iki defa dışarı dolaşmaya çıkarırsınız. sabah 30-60 dakika, akşam 30-60 dakika. hayır, bu sadece ihtiyacını gidermesi için değildir. köpeğin dışarıda dolaşmaya, bunu yaparken sizinle sosyalleşmeye de ihtiyacı vardır. buna zaman ayıracak mısınız?

    - köpeğinize günde iki defa kuru mama ve o mamayı daha yenilebilir hale getirmek için ıslak mama ya da evde hazırladığınız bir şeyler vermeniz gerekli. bunu yapacak mısınız?

    - köpeğinizin bakıma ihtiyacı var. ayda bir tüylerini kısaltmanız, özel şampuanla yıkamanız lazım. bunu yapacak mısınız?

    - köpeğinizin sürekli veteriner kontrolünde olması lazım. üç ayda bir reçetesi var. bunlar daha çok engelleyici ilaçlar için. belli köpek türlerinin bilinen belli sorunları var. bunlar için özel ilaçlar var. bütçenizden kesip ona para ayıracak ve bu disiplini koruyacak mısınız?

    - beklenmedik hastalık, kaza gibi olaylarda köpeğinizin bakımı zorlaşacak ve pahalılaşacak. bunu karşılayacak mısınız?

    - bütün gün sizin yolunuzu gözleyen bu canlıya yürüyüş dışında biraz da oyun zamanı ayıracak mısınız? arabanıza bindirip ara sıra kumsala, parka götürecek misiniz?

    köpekleri seviyorsanız, sokak köpeği kavramını savunmak yerine, o köpekleri birer birer evinize alın. sokakta kalanların kısırlaştırılması ile sorun zaten çözülür.

    hollanda böyle yaptı. hollanda'da sokak köpeği yok.

    ha, bir de pet-shop'tan köpek alma konusunda fena vergi getirdiler. köpek isteyen gidip barınaktan "evlat edindi". evet... evlat. köpek sahibi olmak, evlat sahibi olmak gibi bir şey. aslında bunun acilen türkiye'de yapılması lazım. oyun konsoluna fahiş vergi bindiren devlet, pet-shop'tan alınan köpeklere %1500 (evet, yüzde bin beş yüz) vergi getirse, doğum gününde karısına, çocuğuna, sevgilisine, metresine köpek hediye eden gerizekalı sürüsü yok olacak. sonuç olarak köpek sahibi olmak nedir, zerre haberi olmayan bu grup da o köpekleri sokağa atmayacak.

    ama ben anladım ki durum bu değil. türkiye'de köpekleri bu kadar çok seven bir grup insan olduğuna göre, ben onların da birer köpek evlat edinip evlerine alacaklarını düşünüyorum. almıyorlarsa hiç kusura bakmasınlar. onlar köpek filan sevmiyor.

    bugün abd'de 76 milyon köpek var. bunların sadece %10 kadarı barınaklarda. burada acayip bir barınaktan köpek edinme kültürü var. gezegendeki en yüksek evcil köpek rakamı abd'de. ama sokakta yok. göremezsiniz.

    nerede sokak köpeği var?

    türkiye'de... hindistan'da... çin'de... bulgaristan'da... romanya'da... bu tip ülkelerde var.

    sorumluluk almadan öyle uzaktan sevgi olmaz.

    seviyorsan sorumluluk al.

    hem sen mutlu ol, hem de sürü halinde gezen sokak köpeklerinden tedirgin olan insan mutlu olsun.

    öyle "biz de insansız sokak istiyoruz" gibi ergen çıkışlarıyla çözülmez bu işler sayın köpek-sever.

    bu da benim köpeğim. evlat edindim :)

  • pınar fidan

    pırıl pırıl bir genç kadın.

    bahsi geçen klibi izledim... diyor ki, "cemevine saldırıp duruyorlar, ama kimse ölmüyor... kimse yok ki cemevinde."

    tespit 1... yerli yerinde. neden kimse yok? insanlar gitmeye korkar oldu. onu sizin anlamanız gerekiyor.

    diyor ki, "cemevine alevilerden çok saldırganlar gidiyor."

    tespit 2... bu da yerli yerinde. zaten 1. tespitin çıkış noktası bu.

    sonra diyor ki, "alevi öldürecekseniz, meyhanelere filan saldırın."

    tespit 3... müslüman olsam en azından alevi olurdum :) karşı tarafın zekasıyla da dalga geçiyor.

    ve nihayet, diyor ki, "hiç olmadı, otele tıkar yakarsınız."

    ...

    ...

    ...

    yalan mı?

    insanlar bu işin üzerine ciddiyetle gitti de ne oldu? senin zırvaladığın sözlükte sivas katliamı davasının zaman aşımına uğramış olması hakkındaki başlıkta bir kaç yüz yazı var, o kadar. bu kadının başlığında ise linç daveti var.

    insanımız aptal.

    sivas'ta diri diri yakılmak istenen aziz nesin'in tespiti iyimser.

    bizdeki kendini akıllı sanan salak libaralleri de denkleme eklesen, türkiye nüfusunun %70'inden fazlası aptal çıkar. adamlar kendi ayaklarına sıkmaya o kadar alışmış ki, sivas'ı yakan yobazlarla bir olup bu kadına saldırıyorlar.

    pınar fidan sadece karakomedi yapmış. ofansifiniz filan size kalsın.

    ülkede ciddi bir halt yapılmıyor ki.

    devletin tepesine kurulmuş şahıs 2013 senesinde ne demiş?

    "çok uzun yıllardır hapis yatanlar var, vicdanlar rahatsız" demiş...

    ona saydırsanıza hadi.

    şu anda iktidardaki akp sayesinde üzeri kapatılan, sanıkları tahliye edilen, dahası akp bünyesinde bir yerlere getirilen olayın failleri, işbirlikçileri, üzerini kapatıcıları "ok", ama konuyu karakomedi dahilinde işleyen pınar fidan savcılık öyle mi?

    savcının başka işi yoksa bir zahmet ülkeyi gerçekten ayrıştıranlara bir baksın. burada da lafı geçmişti. atatürk'e vatan haini demek "ok" ama iktidar partisinin aklayıp adaletlileştirdiği olay hakkında karakomedi yapmak waaaooowwww.... yuh size.

    ülkede savcı mı kaldı? gitmiş komedyen sorguluyor. sorgula abicim... bir iki espri öğrenirsin.

    şehit haberi çıkar, dış politika eleştirisi yapılır "sus, zaman birlik olma zamanı."

    sivas olayı hakkında karakomedi vasıtasıyla bir şeyler anlatılmaya çalışılır, "sus, o bizim ortak acımız..."

    hah, işte ortak acı filan değil. ortak acı olsa, tüm halkın vicdanını rahatlatan bir sonuç alınırdı. aksine, olayların üzeri kapatıldı. bu şekilde de olsa gündeme gelmesi güzel. pınar fidan'ı sanık sandalyesine oturtmaya kalkmadan konu hakkındaki gerçek suçluları sanık sandalyesine oturtsanız, pınar fidan'a sandalye kalmaz. savcı bey, belli ki zamanınız var.

    göreve.

    hadi.

    ne kadar berbat bir yere dönüştü türkiye...

    afganistan ile aramızda bir kaç karakomik espri var. teknolojik afganistan.

    bir çoğunuza yazıklar olsun :)

  • togg

    hakkında önemli bilgi eksikliği olan projedir.

    öncelikle, yapılan prototipi bir kenara bırakalım. bu prototip aslında türkiye için yapılmadı. pininfarina tarafından bundan yıllar önce geliştirilmeye başlandı ve 2018 senesinde ilk olarak çin'e sunuldu. anlaşma sağlanamayınca türkiye adeta katalogdan seçip bir kaç rötuş attırdıktan sonra bunu bir anda "yerli ve milli" yaptı.

    yukarıda bahsedilen bilgi eksikliğine gelmeden pininfarina hakkında bir noktaya daha değinelim.

    bu şirket seri üretim yapan bir şirket değil. zaten şu andaki piyasa değeri 80 küsür milyon euro olan ufacık bir butikten bahsediyoruz. 2015 senesinde hindistanlı mahindra otomotiv grubu tarafından topu topu 168 milyon euro karşılığı satın alınmış.

    yani türkiye zamanında bu şirketi satın alsa, ortam daha milli olurdu.

    gelelim konuya...

    hindistanlı mahindra'nın sahibi olduğu pininfarina'nın konsept kataloğundan seçilip badana / boya yaptırılan bu araç ile ilgili bilgi eksikliği ne?

    bu proje akp'nin kendi kasasından finanse ettiği özel bir proje değil. sözümona seri üretim, destek ağı ve sürekli ar-ge için gereken milyar dolarlar devlet teşviği adı altında sizin ve bizim vergilerimiz ile karşılanacak.

    peki bunun bize getirisi ne olacak?

    bu aracın türk halkından toplanan vergi karşılığı türk halkına geri verecekleri nelerdir?

    gururu filan bir kenara bırakın.

    bu araç türk halkına ucuz, vergi yükü iyice azaltılmış bir opsiyon olarak mı sunulacak? mesela hindistanlı üretici tata şirketi, hindistan halkına tanesi 7,000 dolardan otomatik vitesli kompakt araç satıyor. sıfır kilometre, 40,000 törkiş lira.

    bizim prototipi satın almaya yanaşmayan çin'de byd yuan ev model elektrikli aracın sıfır kilometre fiyatı 14,250 euro, yani 95,000 tl.

    bizimki hakkında yapılan en iyimser tahmin ise 250,000 tl bandından başlıyor. kısacası, bu arabayı finanse eden halk bu arabayı satın alacak güce sahip değil. gerçi ay sonunu zor getiren halk, katalogcu başkana dünyanın en büyük başkanlık saraylarından birini yaptı.

    tamam... diyelim ki hedef ucuz araç değil.

    hedef ar-ge ve türkiye'nin üretim ekonomisine evrilmesi.

    bu noktada büyük çelişki söz konusu...

    otomotiv endüstrisinde onaylanmış patent sayısı yaklaşık 180 bin. sırada bekleyen patent başvuru sayısı 400 bin'in üzerinde. bu konuda öne çıkan ülkeler almanya, japonya, güney kore ve abd. türkiye haritada herhangi bir ağırlığa sahip değil.

    patent sayımız yok denecek kadar az.

    peki biz bu elektrikli aracı nasıl seri üreteceğiz? dışarıdan parça alacağız. parça alımı dışında bir de patentli teknoloji ya da teknik kullanımı için lisans ücreti ödeyeceğiz. aldığımız parçaları getirip türkiye'de birleştireceğiz.

    iyi de... bu türkiye'de zaten yapılıyor. türkiye'de araba birleştiren şirketler zaten var.

    dünyadaki tüm otomotiv şirketleri zaten dışarıdan parça kullanıyor diyebilirsiniz. haklısınız. ama hiç biri başkasının kataloğundan araç seçip onu üretmeye kalkmıyor. bu otomotiv şirketlerinin hepsi belli bir katma değer üretiyor.

    alacağımız parçalardan en önemlisi pil. dünyada yüksek ölçekte elektrikli araç pili üretebilen şirket sayısı çok az. bu son derece yüksek yatırım isteyen, son derece zahmetli bir iş. arabaya gelmedik daha... sadece pilden bahsediyoruz. tesla yıllardır araba değil pil üretme derdinde. alman otomotiv devleri pil yüzünden geriden geliyor. bmw'nin, mercedes'in, tesla'nın yıllardır yapamadığını biz 2 senede yapacağız, öyle mi?

    gösterin planı, inanalım.

    aslında ana fikir o... nerede bunun planı?

    vatandaşın 3.6 milyar dolarını ona buna peşkeş çekmeden önce birileri bize şu işin fizibilite raporunu gösterebilir mi?

    çözülmeye çalışılan problem ne?

    problem çözülmezse risk ne?

    çözüm konusunda hemfikir miyiz?

    kim hangi sorumluluğa sahip?

    belirlenen hedefler ve o hedeflere ulaşmak için öngörülen planlar ne?

    plan hangi değişkenlere hassas? hassaslık analizi yapıldı mı? 3.6 milyar dolar diye başlayıp 10 milyar dolar yakma riskimiz nedir?

    başarı neye benziyor? ne olursa başardık diyebileceğiz?

    yok.

    yok.

    yok.

    yok.

    ne var?

    çinlilerin reddettiği katalog güzeli var.

    gerisi nerede? zorlu'ya, akp'nin arpalığı olan bmc'ye filan güvenin.

    valla ben bırakın 3.6 milyar doları, o konsorsiyuma 3.6 kuruş teslim etmem. hele böyle plansız, programsız bir projeye hiç teslim etmem.

    işim romantik kısmı bariz... ama romantiklik yapalım derken milyarlarca doların plansız, programsız bir harcama ile yandaşa aktarılmasına göz yummayın.

    bakın, daha işin alt yapısına gelmedik. sırf ar-ge'den, fizibiliteden, seri üretimden bahsediyoruz. bir de bunun alt yapısı var.

    ne yapalım yani, yapmayalım mı??

    yapalım... yapalım da... hangi sorunu çözmeye çalışıyoruz ilk önce ona karar verip ona göre adam gibi bir proje geliştirelim... fizibilitesini yapalım... halktan 3.6 milyar dolar istemeden önce sonuçları halk ile paylaşalım... ondan sonra yapalım.

    ya da yapmayalım...

    mesela bir fikir...

    vw adı geçti bir ara... vw olur, bmw olur, vs...

    faz 1.

    diyelim ki... gelin türkiye'ye, yeni nesil elektrikli araçlarınızı burada üretin. istihdam sağlayın. üniversitelerimizden belli sayıda mezun çalıştırma garantisi verin. biz de sizin araçlarınızın türkiye'de üretilen modellerinden ötv almayalım. halkımız bunları satın alsın... türkiye büyük pazar... siz de kazanın, biz de kazanalım. hem halkımız araç sahibi olsun, hem elektrikli araca avantaj sunalım ve çevremiz temizlensin, hem de petrol ihtiyacımız kademeli olarak azalsın.

    faz 2.

    türkiye büyük ülke, evet, ama gelir dağılımında sıkıntı var. gelin düşük bütçeli tüketiciler için özel bir ortak proje yapalım. projede bizim mühendislerimiz ve tasarımcılarımız sizinle yan yana çalışsın. türkiye'de çok daha avantajlı koşullarda üretilecek bu aracı da afrika, güneydoğu asya, latin amerika gibi düşük gelirli bölgelere özel bir logo ile birlikte satalım.

    bu senaryolarda herkes kazanıyor. hem de 3.6 milyarı doları çöpe atmadan kazanıyor.

    o parayla ne yapılabilir?

    ben yeni nesil bir yazılım üreticisi olarak burada yazılanları destekliyorum. yıllardır hayal edilir... türkiye aslında yazılım alanında bölgesel bir silikon vadisi olabilecek potansiyele sahip. ama inanılmaz eksiğimiz var. teknik öğretiyoruz, ama iş ya da uygulama kültürü öğretmiyoruz. yetişen insanları cilalamak yerine sürekli köreltiyoruz. oysa bu alanda dünyada giderek büyüyen bir açık var. herkes hindistan'a gitmek istemiyor. bizim coğrafyaya talep var. ama arz yok. onun yerine kuyu kazıp katalogdan araba seçiyoruz.

    uzun bir yazı oldu ama, ben bu arabanın amacını anlamadım.

    eminim konsorsiyum ortakları anlamıştır.

  • chernobyl (dizi)

    beş bölümden oluşan harika bir hbo mini-serisi.

    yazarı abd'li, yönetmeni isveçli, oyucular ingiliz, irlandalı, isveçli, abd'li, vs.

    kısacası, bu diziyi alıp da abd propagandası gibi kategorize etmek en basitinden tembelliktir.

    ben dizide sscb hakkında kara propaganda olduğuna da inanmıyorum. aksine, dizi büyük ölçüde sovyet halkını pozitif bir ışık altında gösteriyor. halk daha büyük bir amaç için kendini feda etmeye, arkadaşının iyiliği için kendi iyiliğinden feragat etmeye, görevi için hayatını vermeye hazır.

    bunun neresi kara propaganda?

    madenciler, askerler, sivil halk, doktorlar, hemşireler... hatta bazı politikacılar... hepsinin pozitif kaliteleri ön plana alınmış. zaten bunun tersi de mümkün değil. tarih olan biteni zaten yazmış. çernobil'de hayatları pahasına çalışarak dünya'nın ufak sayılamayacak bir kısmını ölümden kurtaran insanlar var. elleriyle toprağı kazan, küreklerle radyoaktif madde temizleyen, ölüme gittiklerini bile bile o havayı soluyan, sırf acı çekmesinler diye evcil hayvanları öldüren, devletlerine inanmamalarına rağmen, birbirlerine inanan insanlar var. sovyet idealine, sovyet devletinden daha bağlı insanlar var.

    bunun neresi kara propaganda?

    nükleer santral patladı. o kara propaganda değil.

    daha dün kasaplık yapanlar sırf birilerinin adamı oldukları için yönetici oldu. o kara propaganda değil.

    sscb'nin asıl gücü, içeriden ne kadar koflaştığını saklayabilmesi ile sınırlıydı. o kara propaganda değil.

    devletin sistematik bir hata ile defalarca inşa ettiği berbat santral dizaynı gerçekten vardı. o kara propaganda değil.

    tepeden aşağı inen ve sscb'de din gibi algılanan kota hedeflerinin tutturulması, takvimden şaşılmaması gibi kavramlar gerçekten vardı. bunlar kara propaganda değil.

    insanlar istedikleri işleri değil, atandıkları işleri yapıyordu. o kara propaganda değil.

    işler sarpa sardığında devlet değil, birey suçluydu. varlık amacını bireyi değil, toplumu yüceltmek olarak betimleyen sovyetler'in her sorunda faturayı bireye kesmesi ironik bir durumdu. o da kara propaganda değil.

    çernobil'in ilk aşamada gizlenmeye çalışması? o da gerçekten oldu. kara propaganda değil.

    gülerek yazıyorum ama... sscb cidden dağıldı. uyanın. kendi kendilerini dağıttılar. o da kara propaganda değil.

    dizi sovyet halkını yüceltirken, devlet aparatını olduğu gibi betimlemiş.

    kara propaganda filan yok. aksine, pozitif bir yaklaşım var.

    1986 senesinde türkiye'nin başbakanı, bugünün iktidarının yapı taşlarından olan partinin kurucusu turgut özal'dı. o dönem türk basınında "türk usulü demlenen çay radyasyonu yok ediyor!" yazıyordu... referans olarak da alman bilimadamları gösterilmişti :)

    avrupa ise sınırlarını her türlü tarım ithalatına kapatmakla meşguldü.

    o da kara propaganda değil. o da oldu.

    aslında gerçek hayatta olan biten her şey betimlense, kara propaganda dediğiniz şeylerin son derece masum kaldığını göreceksiniz.

    ne demişler? bazen "art imitates life..."

    sözde holivud'un kara propagandasını istemiyorsanız, sizi "burned by the sun" izlemeye davet ediyorum.

    öz be öz rus yapımı.

    içsel bir eleştiri.

    holivud yok.

    bu diziyi cennet bahçesi gibi gösterir... ama sovyet hayallerinizi de yıkıp geçer.

    ona göre...

    iyi seyirler.

  • mobil bankacılıkta ab'den ileri olmamız

    dijital bankacılık sektörü, türkiye'nin gerçekten de iyi becerdiği, hatta global anlamda lider pozisyonunda bulunduğu bir sektördür.

    nüfusun genç ve dinamik olmasının yanında bunun bambaşka sebepleri var.

    dijital bankacılık konusunda türkiye ile birlikte hangi ülkeler aşama kaydetmiş, bakacak olursanız, önünüze meksika, hindistan gibi ülkeler çıkar. enteresan bir durum, zira bu ülkeler de aynen bizim gibi "gelişmiş ülke" kategorisinde değil.

    genç ve dinamik nüfus dışında, bu ülkelerle bambaşka ortak yönlerimiz var.

    1. bu ülkelerin hiç biri mobil / dijital "devrim" öncesi daha geleneksel anlamda kuvvetli bir altyapıya sahip değillerdi. mesela avrupalılar, zamanında türkiye'de en ücra köylere kadar giren cep telefonu ve buna bağlı teknoloji kullanımını çok şaşırtıcı buluyorlardı. oysa türkiye'nin başka çaresi yoktu. avrupa köylerinin aksine, türkiye'nin taşrası komünikasyon alanında büyük altyapı eksikliği çekiyordu. mobil altyapı yatırımları ile bu sorun çözüldü. üstelik avrupalılar gibi yaşlanmakta olan klasik altyapıya bakım yapma gereği duymadan, daha ucuza çözüldü. aynı durum meksika ve hindistan için de geçerli.

    2. klasik altyapı eksikliğini dijital altyapı ile çözen ve (genç nüfus yanında) taşralı nüfusu da dijital komünikasyona alıştıran ülkeler, finans prosedürlerinin dijitalleştirilmesi yolundaki en önemli engellerden biri olan "kültürel red" sorununu daha kolay aştı. bu ülkelerde zaten klasik anlamda bireysel bankacılık geleneği, klasik altyapının da zayıf olması nedeniyle tam oturmamıştı. tam oturmayan bir şeyi yenisiyle değiştirmek daha kolay oldu.

    3. belki de en önemli, ama en az görünür sebep bu... türkiye, meksika ve hindistan gibi ülkeler aslında hayatın akışını etkileyen pratik konularda daha çabuk değişme kabiliyetine sahipler, çünkü karar mekanizmaları daha hızlı işliyor. risk alma konusunda daha gönüllüler. finans teknolojisi konusunda inovasyon yapmayı değerlendiren bir abd bankasında yapılan her toplantıya 30 kişi katılır ve aylarca sonuç alınamaz. abd ve hatta ab şirketleri, riski azaltma üzerine kurulu "görüş birliği ile yönetim" tarzını benimsemiştir. türkiye gibi ülkelerdeki benzer şirketler ise "liderlik ile yönetim" tarzına daha yatkındır. türkiye'deki toplantıda biri elini masaya vurup istenen kararın sorumluluğunu alabilir (zira sorumluluk almak türkiye'de ucuzdur), oysa batılı şirket kültürleri sorumluluğun paylaşımı tarzında çalışır. sonuç olarak batılılar kurumsallıkla yürütülen değişim konusunda daha yavaştır. bu ille de dezavantaj değil tabii ki.

    sebepleri ne olursa olsun, global pazarda son derece geçerli, hayatımız üzerinde son derece etkili bir alanda liderlik pozisyonunu elde etmemiz çok güzel.

    bazen geriden gelmek de bir avantajdır.

  • f-35 mi s-400 mü

    aslında rusya'nın savaş uçağını boş yere düşürüp üzerine bir de ankara büyükelçisini öldürmeseydik, durduk yerde s400 filan almak zorunda kalmayacaktık.

    bu s400 alışverişi tamamen tayyip'in putin'le ilişkileri düzeltip ülkeye rus turist çekerken rusya'ya domates satma stratejisinin bir parçasıdır. fikrin sahibi de putin'dir. putin de bunu paraya ihtiyacı olduğundan değil, bir yandan türkiye'yi sıkıştırırken diğer yandan nato'ya "bakın, ortağınızı ne hale getirdim" mesajını vermek için yapmaktadır.

    şu aşamada ta aralık '17 gibi imzalandığı açıklanan 2.5 milyar dolarlık s400 anlaşmasından geri çekilirsek domatesler yine elimizde kalabilir, rusya'nın tayyip'i olan putin'in bir emri ile turizm acentaları yine türkiye rezervasyonlarını iptal edebilir.

    anlaşmadan geri çekilmezsek bu defa da başta abd olmak üzere nato ile ters düşeceğiz.

    bir de hepsinin üzerine ortada suriye konusu var. ilişkileri sözde düzelttikten sonra putin'den icazet alıp orada operasyon felan yapan tayyip s400 nişan yüzüğünü "ben istiyorum ama ailem karşı" tadında iadeye kalkarsa turist - domates ikilisine bir de suriye ayağı eklenecek.

    kısacası...

    konu s400, f35 filan değil...

    konu şu...

    biz aslında ait olduğumuz nato ve zamanla iyi bir ticaret ilişkisi kurduğumuz rusya arasında (win / win) nasıl pinpon topuna döndük? nasıl oldu da bir anda ya birini, ya da diğerini seçecek konuma getirildik. 50 senede inşa edilen bu güzel durumu 2015 sonrasında nasıl yıktık?

    türkiye'yi bu duruma sokanlar oturdukları koltukları hak ediyorlar mı? iett'de otobüs tarifesi yöneten herkes 80 milyonluk ülkenin dış politikasını da yönetebilecek derinliğe sahip midir?

    biz hak ettiğimiz gibi mi yönetiliyoruz?

    şimdi ergen tartışmasına devam edebilirsiniz... aslında s400 f35'i mahvedermiş, ama f35'in de kimseye açıklanmamış ışık hızını geçme özelliği varmış, hatta s400 dünyanın dönüş yönünün tersine fırlatılırsa kara delik yaratıp düşmanları yutuyormuş ama f35 de buna karşı bir paralel evren tetiğine sahipmiş, aynı anda sekiz düğmeye basıp bir de üçgen - kare - kare - daire kombosu yapınca bir anda tüm dünyada abba çalıyormuş.

    of ya...

  • dinden haktan bahsedenlerin çatır çatır hak yemesi

    paradoks olarak görülebilecek, ama aslında son derece basit bir konudur bu. bizim halkta "bunlar nasıl müslüman" gibi bir bakış açısı var. anlayamıyorlar... bizim halka çocukluktan beri aşılanan şey, müslümanlık ve iyi ahlak arasında olması gereken kuvvetli bağdır.

    aslında öyle bir bağ yok.

    evrensel olarak islam eşittir iyi ahlak gibi bir öğreti yok.

    mesela abdullah eymen tarafından derlenen "konularına göre peygamberimiz (s.a.v)'den öğütler" adlı bir kitap var.

    bahsedeceğim sayfa şuradan görülebilir... bu kaynak der ki, ümmü gülsüm'ün tanık olarak rivayet ettiği bir hadise göre hz. muhammed yalan söylemenin üç durumda caiz olduğunu söylemiş ve bunları savaş, dargınları barıştırma ve aileyi koruma olara sıralamıştır.

    kaynak olarak verdiğim kitap bahsi geçen hadis için ek kaynak olarak buhari'yi gösteriyor.

    verilen kaynağı ingilizce olarak aradım... ve buldum. öyle ya, bunun türkiye'deki bir elemanın uydurması olmadığı ne malum?

    bahsedilen hadisin arapçası ve ingilizce çevrimi şurada görülebilir... burada da detaylı olarak belirtilmiş kaynaklar var.

    sonra bir de diyaneti araştırdım... hadislerle islam, 3. cilt, 401. sayfa'ya bakılırsa aynı hadisin burada da yer bulduğu görülebilir.

    sanırım hadisin varlığını ispatladık...

    gelelim asıl konuya...

    akp tabanının büyükçe bir bölümü seçimleri bir demokrasi egzersizi olarak değil, bir savaş olarak görüyor. zaten yıllardır başarılı olmalarının sebebi de birer oyveren olarak değil, birer savaşçı olarak sandığa gitmeleri. karşılarında düşman olarak da siz varsınız.

    kısacası, akp tabanının, lider kadrosunun, medyasının sayısız yalan söyleyerek avantaj elde etmeye çalışmaları onlar için aslında caiz. bugünün savaşı artık sandıkta veriliyor. bu şekilde yorumluyorlar. elde ettikleri ganimetleri geri vermek istemiyorlar. seçkin birer müslüman olarak bu hakkı kendilerinde görüyorlar ve bu yolda yaptıklarını haram olarak kabul etmiyorlar.

    ortada aslında bir paradoks filan yok.

    bu sadece bir savaş taktiği.

    bir de şu var... aynı hadiste aile kurumunu korumak için erkeğin karısına yalan söyleyebileceği açıklanmış. bu tarz bir izin ne kadar çarpık bir kültüre yol açabilir, onu da siz düşünün. zaten görüyoruz.

  • apple vs huawei

    ilkokul düzeyinde dönen tartışmalara konu olan bir karşılaştırma da olsa buna (telefon odaklı olarak) biraz bakalım. zira bu karşılaştırmanın altında çok önemli bir kaç nokta yatıyor.

    ilk önce bir kaç tanım:

    - apple abd'li bir şirket. apple sadece bir donanım ürünü değil, bir ekosistem satıyor. apple hem donanımın hem de o donanımı çalıştıran işletim sisteminin sahibi. bunların yanında, apple aynı zamanda itunes ve appstore'un da sahibi.

    - huawei bir çin şirketi. huawei bir altyapı ve (telefon konusunda) donanım şirketi.

    - google bir abd şirketi. huawei'in donanımında gelen android işletim sisteminin sahibi google.

    şimdi bir kaç önemli finansal bilgi:

    - apple'ın son açıklanan finansal çeyrek sonuçlarına göre apple bu çeyrekte 63 milyar dolar ciro kazanmış. bu cironun yaklaşık 10 milyar doları servis cirosu (itunes, appstore, vs.). dahası, apple sadece iphone cirosunu geçen senenin aynı dönemine göre %29 yükselterek 37 milyar dolar elde etmiş. hani apple batıyor, kimse iphone almıyor diyorsunuz ya, o yüzden yazdım bunu. ama daha ilginci muazzam yüksek kar marjına sahip servis cirosundaki artış. bu kalem de seneden seneye (aynı dönem için) %27 artmış. kısacası, apple'ın cirosu çok büyük oranda ürün ve servis satışından elde ediliyor.

    - huawei'in geçen ağustos ayında açıkladığı yılın ilk altı ayını kapsayan verilere göre bu şirket 2018'in ilk yarısında 48 milyar dolar ciro elde etmiş. huawei'in iki çeyrekte elde ettiği rakam, apple'ın tek çeyrekte elde ettiği miktardan çok daha az, ki bu miktarın içinde huawei'in tüm ürünleri ve hizmetleri dahil. hani huawei'in altyapı işleri bayağı bir pohpohlanmış burada da, o yüzden yazdım. daha ilginci, sözlüğe göre muazzam bir momentum yakalamış olan huawei'in seneden seneye elde ettiği ciro artışı sadece %15. apple'ın neredeyse yarısı kadar bir artış söz konusu. huawei parasını donanımdan ve altyapı hizmetinden kazanıyor. cironun apple'ın yanına yaklaşamamasının sebeplerinden biri, geniş ve ucuz bir telefon skalası sunması. 200 doların altına telefon satıyorlar.

    - google için finansal bilgi yazmayacağım. tek yazacağım şey şu... google'ın elde ettiği cironun %85'i reklamdan geliyor. bunu da aklınızda tutun.

    gelelim sadede...

    android, google'ın daha fazla reklam satması için oluşturulmuş bir platformdur. bu reklamın hem kaynağı, hem de hedefi ise sizsiniz. google sizin kişisel bilgilerinizi paketleyip satarak ciro elde eden bir şirket. android + chrome da bu iş planının "olmazsa olmaz" ögeleri.

    android + chrome tarzı bir kurulum, ios + safari kurulumuna göre neredeyse 50 kat daha fazla kişisel bilgiyi google'a geri sızdırıyor. dahası, google ve apple arasında birt fark var...

    apple'ın deklare ettiği kullanıcı anlaşmasına göre, apple'ın elde ettiği veri, diğer kullanıcı verileri ile karıştırılıp yeniden sizin şahsınız ile bağdaştırılamayacak şekilde kullanılıyor. buradaki amaç genel kullanıcı trendlerini takip etmek. bu bağlamda ios, android'e göre çok daha fazla veriyi lokal olarak cihazda depolarken, android yeniden sizinle bağdaştırılabilecek verileri sürekli google'a iletmekle meşgul. para oradan geliyor.

    bir de çin faktörü var.

    huawei...

    android kullanıcısı...

    hem çin devleti ile içli dışlı bir firma, hem de google'ın veri avcısı işletim sistemini kullanıyor.

    önemli bir nokta daha var... huawei'in kullandığı içsel donanım parçalarının büyük bölümü yine huawei'e bağlı alt-şirketler tarafından üretiliyor. zaten telefonlar bu yüzden ucuz. ama bununla ilgili bir risk de var... o parçaların mimarisi sadece huawei tarafından biliniyor.

    sevgili sözlük yazarları...

    evet.

    huawei hem ucuz hem de donanım olarak fena olmayan telefonlar üretiyor. ama o ucuz telefonların gerçek fiyatı çok daha pahalı. siz bunu hem çin orijinli ve totaliter bir şirketin (canı isterse sizi gayet takip edebileceği) bir platformu ve o platformun üzerinde bulunmasının tek amacı reklam geliri elde etmek olan bir işletim sistemini kullanarak zaten ödüyorsunuz.

    apple bu konuda çok ilginç bir konuma sahip...

    tim cook da hayli zeki bir adam.

    apple senelerdir kullanıcı gizliliği konusuna odaklanmış durumda. apple denen şirket 2016 senesinden bu yana fbi ile hem kavgalı, hem de davalık. apple denen şirket abd hükümetine kafa tutup iphone'ların kriptolama anahtarını ulaşılır yapmıyor. abd hükümeti apple'a baskı yapıyor. apple ise kasıtlı olarak anahtarı okyanusun dibine atıyor ki istese bile çıkaramasın.

    çinli bir oligarşi şirketinin sizi bu şekilde koruyacağını bir salise de olsa düşünebiliyor musunuz?

    2018 senesinde şirket manifestosundan "don't be evil" maddesini çıkaran, varı yoğu reklam için veri satmak olan google'ın sizin kişisel verinize sahip çıkacağını sanıyor musunuz?

    bırakın kamerayı, lensi, ekranı... onlar zaten birbirine yeteri kadar yakın.

    ben yukarıdaki sebeplerden dolayı iphone kullanıyorum.

    şu andaki telefonum 256gb'lik iphone xs max. harika çalışıyor. ama en önemlisi, yukarıda bahsedilenler konusunda rahatım.

    daha android'i hedefleyen virüs tarzı yazılımların seneden seneye gösterdiği geometrik artıştan bahsetmedik bile. kullanıcı tecrübesini ne pahasına olursa olsun koruyan apple'da o sorun o derece büyük değil.

    kapanış için bir noktadan daha bahsedeceğim...

    apple'ın 2018 cirosu yaklaşık 265 milyar dolar.

    türkiye'nin 2017 cirosu (dışarı sattıklarımız) 157 milyar dolar.

    apple'ın şu andaki nakit pozisyonu neredeyse 250 milyar dolar.

    türkiye'nin şu andaki dış borcu neredeyse 500 milyar dolar. apple'ın nakit pozisyonu, dış borcumuzu bir anda yarıya indirecek hacime sahip :)

    yukarıdaki noktalara değinmeden böyle bir karşılaştırma yapmak anlamsız.

    çocukça.

    edit: ilkokul seviyesi diye boşuna demiyoruz. 2014’te gerçekleşen ve ünlü insanların fotoğraflarının çalınıp sızdırılması ile ilgili sözde hack aslında apple’ın güvenliği ile ilgili değil. bu bilgiler “phishing” yolu ile direk bu ünlülerden elde edilen şifrelerin kullanımıyla gerçekleşti. pek bahsedilmez, ama aynı olayda sürüyle gmail hesabına da erişildi. ortada bir hack yok. siz kendi elinizle şifrenizi birilerine verirseniz, burada sağlayıcı şirketin güvenlik açığından bahsetmeniz mümkün değil. fotoğrafların ya da diğer dosyaların icloud’da depolanması ise tamamen opsiyonel. size kalmış.

  • dr. cahide topsakal rezaleti

    başlık altında yazılanlar doğru ise “etik etik” diye saçmalamayı bir kenara bırakıp direk kriminal açıdan değerlendirilmesi gereken olaydır bu.

    öncelikle, verilmeyen bir hizmet için alınan para iade edilmiyor. sözlük dili ile yazalım... internet sitesinden satın aldığınız televizyonun parasını vermişsiniz ama ürün ortada yok.

    ikincisi ve belki de daha vahimi, kayıt dışı (vergisiz) kazanç. bu kadın biraz araştırılsa belki bu olayda tasvir edildiği gibi kayıt dışı milyonlarca lira para aldığı ortaya çıkacak. bunların hepsi ayrı ayrı cezaya bağlanıp bu kadın hapiste süründürülebilir. olması gereken de aslında o.

    var böyle “doktorlar”. olayı araştırıp komik bir para cezasına bağlayan dernek de ayrı bir trajedi. o nasıl ceza?

    bu başlıkta bile “evet çok uzun süre okula gidiyorlar ama” tadında, daha baştan mazereti hazırlayan yazılar var.

    çok uzun süre okula gidiyorlar, ama seçtikleri için gidiyorlar. gitmek zorunda değiller. hayatları ile ilgili yaptıkları seçimler doktorlara hırsızlık hakkı tanımıyor.

    normal bir ülkede bu kadın ve bunun gibiler mesleklerinden men edilir, haksız elde ettikleri kazanç da icra yolu ile kurbanlarına geri ödenirdi. vergi kaçırma ile ilgili ceza ayrı...

    ülke resmen tepeden tırnağa yankesiciler tarafından işgal edilmiş durumda.

  • 31 ağustos 2018 zam yapmanın yasaklanması

    venezuala olma yolunda atılabilecek adımlardan biridir. adamlar bunu denemiş zaten... ama tecrübesini iett'den alan asrın liderimiz ve etrafındaki jöleli danışmanlar "sabah gazetesi" dışında kitap ya da kaynak okumadıkları için bu konuda bilgisiz olabilirler.

    biz kısaca aydınlatalım..

    sıkı fiyat tavanlarına sahip ekonomilerde satış fiyatı artık maliyetini karşılamayan ürünler üretilmez. özel teşebbüs bile bile kaybedeceği, ya da başka yollarla elde edeceğinden daha düşük kar marjı için parasını üretime bağlamaz. bu bir...

    bu durum o ürünler için piyasada kıtlığa neden olur. bu iki...

    kıtlık sonucu kaçakçılık gibi olaylar artar. devlet artık bu tip alışverişlerden vergi alamaz. bu üç...

    diyelim ki devlet cidden delirdi ve üretimi de zorunlu kıldı...

    bu defa da fiyat kontrollü (ucuz) ürünler ters kaçakçılığa maruz kalır. yani bu ürünlerin türkiye'den dışarı kaçırılıp ülke dışında gerçek piyasa değerine satılması bir nevi devlet eli ile desteklenmiş olur. bu da kıtlığı tetikler.

    devlet bunların hepsi ile "mücade ederken" kendini tuz kaçakçılığı yaptığı için taksim meydanında vinçten vatandaş sallandırırken bulabilir. zaten o noktada ortada ülke filan da kalmamıştır.

    sonuçta para bu... girdiği kabın şeklini alıyor.

    sen oturduğun yerden onun bunun parasını ye... saray üzerine saray yaptır... uçak üzerine uçak al... ülkeyi beton parkına çevir... tüketim ekonomisini büyüme gibi göster... ondan sonra fiyatları kontrol et, enflasyonu yok say, paranın değersizleşmesini görmezden gel... oh ne güzel...

    konu hakkında çok sayıda kaynak var... jöleli, bak burayı oku, sonra da iett'ci abine anlat.

  • 4 yılda ilişkiye girmeyi çözemeyen çift

    bunu okuyunca aklıma yıllar önce tanıdığım hindistanlı bir elemanım geldi.

    adamın adı dharmendra'ydı. biz ona kısaca "dharm" derdik.

    adam en koyusundan güney hindistanlıydı ve çok kısa boyluydu. 150cm filan diye tahmin ediyorum. üzerinden yaz kış hiç çıkarmadığı, gri pantalon, krem rengi kazak ve kum rengi paltosu vardı. hep temizdi ama. çok muntazam gelirdi işe. saçı hep taralı, tırnakları hep kısa...

    kendisi tabii ki bilgi işlem görevlisiydi.

    neyse... aradan aylar geçti...

    hindistan'daki ailesi dharm'a gelin bulmuştu... görücü usulü. dharm hindistan'a gitti, evlenip geldi... ama karısı abd'ye gelmemişti henüz... daha yeni gelecekti. evrak işler, vs.

    dharm karısının gelmesine bir kaç gün kala bir sabah işe saç baş dağınık, gözler şiş filan geldi... üstü başı berbattı... paltosunun düğmeleri yanlış iliklenmişti... hani düğme ve delik denk gelmez ya, öyle. adamın hali içler acısıydı...

    sorduk, bir şey demedi...

    sonradan öğrendik ki, kendisi seks konusunda sıfır bilgiye sahip olduğu için şirketteki en büyük porno koleksiyonuna sahip bir abd'liden bir sürü dvd ödünç almış ve bütün hafta sonu bir araştırmacı edasıyla bunları seyretmiş. adamın izlediği bazı film isimleri gerçekten bana tehlikeli geldi. ama azim işte... hint azmi ve bilgi işlem disiplini... adam not filan almış. filmlerden sonra çizimler yapmış.

    olaydan bir kaç ay sonra karısı ile tanıştık.

    aman tanrım.

    top-model vücudu, inanılmaz güzel bir yüz, nefis gözler... en az 170cm boy... yanında da bizim cüce dharm. :)

    ama her ikisi de mutlu görünüyordu... hatta kız kısa sürede hamile kaldı.

    buradan ne anlıyoruz?

    görücü usulü güzel de olabilir. porno ise gerekli.

    neyin nereye gireceğini bilmek önemli.

  • 2018 ekonomik krizi

    hali hazırda içinde bulunduğumuz finansal kriz, bahsedilen büyük çaplı ekonomik krizin öncüsüdür.

    asrın liderimizin nefret ettiği bir kaç konu var...

    biri yüksek kur... kendisi tl'nin bu denli zayıflamasından rahatsız. ikincisi yüksek enflasyon. artık minare çuvala sığmıyor. dünyanın en kolpa istatistik kurumu bile artık rakamları düşük gösteremiyor. üçüncüsü ise yüksek faiz. bu zaten yeterince yazıldı, çizildi.

    kaderin cilvesi...

    asrın liderimiz bu üç değişken ile başbaşa kalıverdi.

    ülkeden dışarı doğru para akışının önüne geçmek için tl'yi kuvvetlendirmek istese, faizleri yükseltecek. o bunu yapmak istemiyor.

    giderek artan enflasyonu kontrol altına alıp talep darlığı yaratarak mevduat hesaplarını kuvvetlendirmeye çalışsa, yine faizleri yükseltmesi lazım... hayır, istemiyor. tl'yi başıboş bırakıp faizlere dokunmasa bu defa da sıcak para dışarı kaçacağı gibi bir de her açıdan dışarıya bağlı "montaj ekonomimiz" öncer kur artışı sonra da arz düşüklüğü nedeniyle yüksek enflasyona yol açacak. dış kaynaklı yatırımın bir risk kontrol aracı olarak kullandığı swap'lara getirilen kısıtlamalar yüzünden yatırımcılar borsadaki pozisyonlarını ufaktan eritmeye başladı bile. o da bir değişken... kur biraz olsun kontrol altına alındı ama bu defa da borsadan kaçış tetiklendi. ne yapsa olmuyor...

    damat zor durumda...

    asrın liderimiz kendisine "hayır" diyemeyecek birini o koltuğa oturttu... sonuçlarını hep beraber göreceğiz... ama ben kestirmeden yazayım... bunun sonuçları kötü olacak.

    kötü yönetilecek olan finansal kriz kaçınılmaz olarak ekonomik krize yol açacak.

    ekonomi yönetimi ve bilgisizlikle bezeli kişisel gurur birbirlerine ters kavramlardır.

    bu işlerden biraz olsun anlayan insanlar yıllardır dışarıdan gelen ucuz kredi ile tüketime abanarak kanser hücrelerinin çoğalması gibi hastalıklı bir büyüme yakalayan türkiye ekonomisinin kontrollü bir küçülmeye götürülmesi yönünde hemfikirler. bunun tetiğini de faiz oranlarındaki artış çekecek. sonrasında talep darlığı nedeniyle enflasyon düşecek ve halk elindeki varlığı biriktirerek değerlendirecek. süreç boyunca işsizlik artacak, sosyal hizmetler iyice kısıtlanacak ve adalet mekanizması, ihale kanunu, rüşvet / yolsuzluk, üretimin deskteklenmesi, eğitim gibi belli alanlarda yapısal reform kaçınılmaz hale gelecek. bu uzun ve acılı bir yol olacak.

    işin trajikomik tarafı, biz bu reformları derviş döneminde zaten yaptık. akp ise gerek lider kadrolarının kişisel çıkarı, gerekse giriştikleri toplum mühendisliğinin finansmanı için bunları birer birer yıktı.

    neyse...

    hani bu ortamlarda yazarlar ya... "ekonomik kriz olması için üst üste iki çeyrek küçülme olması lazım" filan diye... işte o olaydan bahsediyoruz.

    içinde bulunduğumuz finansal kriz için o tanım yok. kapı gibi bir finansal krizimiz var. ama bizi yöneten bilgisiz ve fazlasıyla gururlu imamlar tamamen günü kurtarıcı tedbirlerle artık gelmesi kaçınılmaz ekonomik krizin etki alanını daha da büyütüyorlar.

    nedir o günü kurtarıcı tedbirler?

    finansmanı nereden geleceği belirsiz ve artık iyice ısınmış makinanın belki de uzun dönemde patlamasına yol açacak sözde mega-projelerdir.. bakınız - kanal istanbul.

    suudi arabistan'a karşı katar'ın koruyuculuğuna soyunup türk askeri karşılığında para dilenmektir.

    rusya'nın kucağına daha da iyi bir yerleşip putin'in gönlünü hoş tutmaktır.

    sizin kanınızı emmeden günahını bile vermeyecek çin ile sözde ittifak kurmaktır. yunanistan krizi sırasında çin'in yunan kamu değerlerini nasıl kuruş düzeyinde satın aldığını araştırın yeter.

    iç politikada puan kazanmak için yerin dibine batırdığınız avrupa'ya heyet yollamak, avrupa'nın finans merkezi ingiltere'nin ortasına çadır kurmaktır.

    abd başkanına "sizin papazı verelim, ama halkbank'ın borçlarını silin" diye teklif götürmek, ama ne yazık ki avucunu yalamaktır.

    emlak satışı karşılığında vatandaşlık vermek, türkiye halkının savaşarak kazandığı ve koruduğu ülkeyi yavaş yavaş araplara peşkeş çekmek, bunu da sözde milliyetçi oy desteğiyle yapmaktır.

    ülkeye para lazım...

    gerekirse asker satarız, gerekirse toprak satarız.

    yukarıdaki iki kavram zaten akp'nin midesini rahatsız eden konular. adamlar göreve geldiklerinden beri askeri tasfiye edip ülkeyi satma derdindeler.

    belki de kriz onlar için bir fırsat.

    asrın liderimiz 15 temmuz için ne demişti?

    "darbe girişimi allah'ın büyük bir lütfudur."

    kendileri belki de bu krizi de aynı şekilde görüyorlardır. büyük bir lütuf... ülkenin daha da yalnızlaştırılıp içinin boşaltılması için güzel bir vesile. sorun yok. boş kalan bölgelere doldurulacak çok arap var.

    yüce tanrı veriyor da veriyor...

    size ne düşüyor?

  • ankara'yı sevme nedenleri

    elvis...

    ankara bir tezatlar kümesidir. başkenttir, ama özgüveni yoktur. aslında büyük bir şehirdir, ama yeterince büyük değildir. küçük desem; o da değil.

    havası bile sıkıcıdır...

    yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve yağışlıdır.

    aslında iyi olmasına iyidir de, buna ne kendisi inanır ne de başkasını inandırır.

    dediğim gibi; özgüveni zayıftır.

    o gün yenimahalle’deki bir okulun arka bahçesinde basketbol oynuyordum. yeni arkadaşlar, yeni çevre... zaten asosyal biri olarak bu benim için hayli zordu.

    bahçeye benden biraz daha büyük olduklarını tahmin ettiğim iki eleman geldi. ellerinde iki gitar... biri ritm çalıyor, diğer solo deniyor... sonra rolleri değişiyorlar.

    ben de gitar çalıyorum... biraz... ama iyi değilimdir ki ben. benden iyi sürüyle gitarist vardır. kötüyüm ben kesin... ama kimse bilemez ki... çünkü kimse duymadı. duymasınlar... ben kötüyüm o konuda.

    o esnada arkadaşım ali yanıma geldi... bu iki elemandan birinin grup kurduğunu, diğerinin de denemeden geçtiğini söyledi. sonra ben bir şey diyemeden dinç’e bağırdı...

    “dinç, bak whokares de gitarcı...”

    ali biliyor.

    ali sussa keşke.

    sonuçta sıra bana geldi... basket topunu bıraktım. telleri saptan 10 santim tepede gibi duran, sağı solu çökük, çizik içindeki markasız akustiği elime aldım.

    daha yeni tanıştığım dinç a-majör / 12-bar ritm geçerken ben de pentatonik ile konuya girdim :)

    yaş 15...

    dinç ve ben yenimahalle’deki bir okulun arka bahçesinde blues çalıyoruz.

    bir hafta sonra dört kişiyiz... dinç bas gitarda... solistimiz var... tamer. davulcumuz var... kemal. ben de gitardayım....

    tamer ilk provamızda seslendirdiği ilk sözlerle benim olmayan kendime güvenimi yepyeni bir temel üzerine inşa eden parçanın giriş sinyalini veriyor...

    “you ain’t nothin’ but a hound dog...”

    do-majör anahtarından :)

    ve dördümüz bir anda, aynı anda, aynı ruh ile bir şeyler üretiyoruz.

    ankara kendi başına anlam ifade etmesi zor bir yer. ankara sanki koskoca bir mavi set. tecrübeler, değişim, size eşlik eden diğer aktörler bu şehre anlam yüklüyor.

    ben burada yetiştiğim için memnunum.

    ankara’dan ödünç aldığım birşeyler var...

    yetersizlik hissi... eksiklik hissi... hatta beceriksizlik hissi... bazen şanssızlık hissi...

    ama bunların hepsinin toplamı benim kendimi aşmamı sağlıyor.

    istanbul’un ta kalbinden gelen kendine güvenle ortalama bir yerlerde olmaktansa ankara’dan aldığım güvensizlikle her durum ve her ortamda hep tepeye oynamak beni büyük oyunları kazanabilmem için iyi hazırladı.

    kazandıklarım da var, kaybettiklerim de...

    bu gece ankara’dayım...

    bütün güvensizliklerim ve süper güçlerim... hepsi burada, bir arada, benimle.

    keşke o da benimle olsaydı.

  • öss derecesi zekayı göstermez diyen tip

    türkiye gibi eğitim sistemi iflas etme noktasına gelmiş bir ülkenin köhnemiş sınav prosedürleri ile insan zekası arasında korelasyon kurma çabası olsa olsa öğrenilmiş bir çaresizliğin dışavurumudur.

    türkiye'nin en kaliteli eğitim kurumlarından geçtikten sonra bunların kıvrıla kıvrıla gittiği tünelden kendi çabası ile çıkmış biri olarak size çok basit bir yorumda bulunacağım.

    zeka denen şey labirentten birinci, ikinci, ya da onuncu olarak çıkmak değildir. zeka denen şey labirente tepeden bakabilmektir.

    zeki insanlar başkalarının değiştirilemez olarak gördükleri kuralları kendi çıkarları doğrultusunda eğip bükebilirler.

    mesela labirente tepeden bakıp kendi yolunu çizen nusret gökçe zeki bir insandır. mesela labirenti en önde bitirip aselsan'da işe giren odtü'lü mühendis, hiç kusura bakmasın, benim zeki tanımıma uymuyor.

    son olarak...

    hayır, her başarılı insan zeki değildir.

    zeki insan ise anası, babası ve toplum tarafından dikte edilen geleneksel kilometre taşlarını dert etmez. o zaten kendine uygun yolu yine kendisi çizer.

  • türk mühendislerin hiçbir şey geliştirememesi

    istisnalar kaideyi bozmaz... sıkıntılıyız bu konuda. ama mühendisleri suçlayarak da bir yere varamayız.

    peki bu konu nasıl incelenmeli?

    ben biraz araştırdım (3.5 dakika filan sürdü) ve objektif bir metod buldum. türkiye global ölçekte ne kadar rekabetçi? diğer ülke ekonomileri ile rekabet yeteneğimiz ne? bu yeteneği etkileyen faktörler ne?

    bunlara bakmadan türk mühendislerinin (olmayan) garajlarında yeni interneti filan keşfetmelerini beklemek yersiz.

    world economic forum'a göre rekabet yeteneğini etkileyen tam 12 değişik parametre var. bu parametreler 3 ana grupta toplanıyor.

    a. temel gereksinimler:

    1. kurumlar
    2. altyapı
    3. makroekonomik çevre
    4. sağlık ve eğitim

    b. verim yükselticiler:

    1. yüksek eğitim ve iş eğitimi
    2. ürün pazarı verimi
    3. işgücü pazarı verimi
    4. finansal pazar gelişimi
    5. teknolojik yeterlilik
    6. pazar büyüklüğü

    c. inovasyon ve kapsamlılık faktörleri:

    1. iş yönetimi kapsamlılığı
    2. inovasyon

    bu tanımları bir kenara park edelim...

    2017-2018 senesi itibarı ile, dünyanın en rekabetçi 10 ekonomisi şu şekilde tanımlanmış. tanımlayan kurum yine yukarıda bahsedilen wef.

    türkiye tabii ki bu listede yok. ama liste 137 ülkeyi kapsayacak şekilde genişletilirse, türkiye'yi 53. sırada görebiliriz.

    evet... 53. sıradayız.

    ama kolaya kaçmak yerine neden 53. sıradayız ona bir bakalım ve kendi pozisyonumuzu en tepedeki isviçre ile karşılaştıralım.

    aşağıdaki tablodaki ilk rakam türkiye'nin pozisyonu, ikinci rakam ise isviçre'nin pozisyonu.

    a. temel gereksinimler: 60, 1

    1. kurumlar: 71, 4
    2. altyapı: 53, 6
    3. makroekonomik çevre: 50,3
    4. sağlık ve eğitim: 84,2

    b. verim yükselticiler: 51, 3

    1. yüksek eğitim ve iş eğitimi: 48, 5
    2. ürün pazarı verimi: 53, 6
    3. işgücü pazarı verimi: 127, 1
    4. finansal pazar gelişimi: 80, 8
    5. teknolojik yeterlilik: 62, 2
    6. pazar büyüklüğü: 14, 39

    c. inovasyon ve kapsamlılık faktörleri: 66, 1

    1. iş yönetimi kapsamlılığı: 67, 1
    2. inovasyon: 69, 1

    sıralamalar böyle...

    türkiye aleyhine bu sıralamaya neden olan sebeplere bir bakalım (en tepedeki en belirleyici):

    1. yeterince eğitimli olmayan iş gücü.
    2. finansmana ulaşım zorluğu.
    3. verimsiz devlet bürokrasisi.
    4. politik istikrarsızlık
    5. vergi oranları
    6. enflasyon
    7. vergi yönetimi
    8. kısıtlayıcı işgücü regülasyonu
    9. döviz regülasyonu
    10. yetersiz altyapı
    11. ülke çapındaki işgücü genelinde etik davranış sorunları
    12. inovasyonu engelleyen kapasite yetersizliği
    13. devlet istikrarsızlığı, darbeler
    14. yolsuzluk
    15. yetersiz halk sağlığı
    16. yaygın suç ve hırsızlık

    şimdi de bu faktörlerin bazıları arasında türkiye ve isviçre nasıl birbiri ile yarışıyor, ona bakalım:

    yolsuzluk: türkiye eşittir isviçre x 5
    yetersiz halk sağlığı: türkiye eşittir isviçre x 10
    altyapı yetersizliği: türkiye eşittir isviçre x 24
    enflasyon: faktör karşılaştırması imkansız.
    devlet istikrarsızlığı: faktör karşılaştırması imkansız.
    yaygın suç ve yolsuzluk: faktör karşılaştırması imkansız.

    isviçre'ye göre tek avantajımız pazar büyüklüğümüz.

    durum bu...

    o son lafı tekrar bir düşünün...

    pazar büyüklüğümüz.

    tek avantajımız o.

    şimdi gelin abd'nin marshall yardımlarını dağıttığı ve türkiye cumhuriyeti döneminin ilk sağ parti iktadırının gücü elinde bulundurduğu döneme giderlim.

    türkiye'de endüstrinin yok edilmesi, üretimin baltalanması, her tür stratejik girişimin engellenmesi o döneme rastlar.

    marshall planına göre, türkiye nato'nun tarım ülkesi olacaktı.

    fabrikalar dağıtıldı, traktörler geldi.

    kuruluşunun ilk 20-25 senesinde toplamda dış ticaret fazlası vermeye başlayan ülke, menderes iktidarı döneminde inanılmaz dış ticaret açıkları vermeye başladı.

    şu andaki rolümüz değişik...

    artık tarım ülkesi bile değiliz.

    müşteri ülkeyiz.

    her konuda dış ülkelere bağlıyız.

    batı için en büyük önemimiz nüfusumuzun büyüklüğü ve dünyanın en problemli bölgeleri ile batı arasında bir açıkhava kampı görevi görüyor oluşumuz.

    sıcak para girişimiz senelerdir ülkenin değerlerinin satılması ve araplara toprak ve konut satılması ile sağlanıyor.

    bu ülkede neyin mühendisinden bahsediyorsunuz?

    gerçek anlamda mühendis yetiştirecek ve onları destekleyecek ülke var mı ortada?

    o günler mederes ile ve menderes'in şu andaki uzantıları ile bitti.

    türkiye bugün gdp'sinin %1'ini ar-ge'ye harcıyor.

    küçücük israil bunun 4 katından fazlasını harcıyor.

    küçücük israil'de 4,000'in üzerinde yüksek teknoloji konusunda inovasyon odaklı çalışan şirket ve dünyanın en kalifiye mühendisleri var.

    dökün kolaları... :)

    bu arada...

    inovasyon o yukarıdaki listenin son ayağı... ilk 11 kategoriyi düzeltelim, inovasyon zaten gelir.

  • atatürk'ü bitiren video

    atatürk'ü bitiren değil, aksine yücelten bir konuşmadan yapılmış alıntıdır.

    bahsi geçen konuşma, 1 kasım 1937 tarihli meclis konuşmasıdır, ve cumhuriyetin 3. yasama yılının açılış oturumunda gerçekleştirilmiştir.

    konuşmanın tam metni tbmm arşivlerinde bulunabilir, tam adresi de buradadır.

    aynı konuşmada atatürk tam olarak şunları da söylemiştir:

    - "bilindiği gibi, biz yurt güvenliğinin içinde kişilerin güvenliğinin de, ona yaraşacak biçimde olmasını göz önünde tutarız. bu güvenlik, türkiye cumhuriyeti kanunlarının ve türk yargıçlarının güvencesi altında, en ileri biçimde varlığını sürdürmektedir."

    - "sayın milletvekilleri, milli ekonominin temeli tarımdır. işte bu nedenle tarımda kalkınmaya önem vermekteyiz. köylere kadar yayılacak programlı ve pratik çalışmalar bu amaca erişmeyi kolaylaştıracaktır. fakat bu önemli isteği uygun bir biçimde amacına ulaştırabilmek için ilk önce ciddi çalışmalara dayalı bir tarım politikası belirlemek ve onun için de, her köylünün ve bütün vatandaşların kolayca kavrayabileceği ve severek uygulayabileceği bir tarım rejimi kurmak gereklidir."

    - "endüstrileşmek, en büyük milli davalarınız arasında yer almaktadır. çalışması ve yaşaması için ham maddeleri ülkemizde bulunan büyük küçük her çeşit sanayii kuracağız ve işleteceğiz. en başta vatan savunması olmak üzere, ürünlerimizi değerlendirmek ve en kısa yoldan, en ileri ve zengin türkiye idealine ulaşabilmek için bu bir zorunluluktur."

    - "ekonomik kalkınma, türkiye'nin, hür, bağımsız, her zaman daha güçlü ve her zaman daha müreffeh bir türkiye idealinin bel kemiğidir. türkiye bu kalkınmada; iki büyük güç kaynağına dayanmaktadır. toprağımızın iklimi, zenginlikleri ve başlı başına bir varlık olan coğrafi durumu ve bir de, türk milletinin, silah kadar, makine de tutmaya yaraşan güçlü eli ve milli olduğuna inandığı işlerde ve zamanlarda, tarihin akışını değiştiren kahramanlıklar ortaya çıkaran yüksek sosyal benlik duygusu."

    - "cumhuriyet bütçelerinin beliren ve daima güçlenmesi gereken ortak özellikleri yalnız denk oluşları değil, aynı zamanda, koruyucu, kurucu ve verici işlere her seferinde daha fazla pay ayırmakta olmalarıdır. bu politikamızın, milli faaliyet üzerinde derhal yaratmaya başladığı etki ile bütçe tahmin rakamlarımız, yalnız gerçekleşmekle kalmamış, her zaman fazlası ile kapanmaya başlamıştır. 1936 yılı bütçesi, gelir tahminine ve 1935 yılı gelir tahakkuklarına göre, 22 milyon fazla ile kapanmıştı. 1937 bütçesinin de bu güne kadar gösterdiği durum, aynı ümidi fazlası ile gerçekleştirecek niteliktedir."

    - "devlet gelirlerinin artırılması için yeni vergilerin yürürlüğe konması yerine, düzenli bir programla var olan vergilerin uygulanması ve toplanma usullerinin yeniden düzenlenmesi gereklidir."

    - "son iki yıl içinde hayvan, tuz, şeker, çimento, petrol, benzin, elektrik ve ham madde resim ve vergilerinde yapılan ve her biri % 30 - 50 oranlarında olan bir vergi indirimini gerektiren vergi yükü azaltılması, üretimin özendirilmesi yönünden vatandaş ve ülke için olumlu ve hayırlı sonuçlar vermektedir."

    - "doğu bölgesi için van gölü sahillerinin en güzel bir yerinde, her aşamadaki okulları ve bunlara ek olarak üniversitesiyle modern bir kültür şehri yaratmak yolunda şimdiden harekete geçilmelidir. bu yararlı girişimin, doğu illerimiz gençliğine vereceği verimlilik cumhuriyet hükümeti için en mutlu bir eser olarak kalacaktır. önerdiğim bu yeni girişimlerin, eğitmen ve öğretmen ihtiyacını artıracağı şüphesizdir. fakat bu yön hiçbir zaman işe başlama cesaretini kırmamalıdır."

    - "geçen yıl ankara'da kurulan devlet konservatuvarının, müzikte, sahneden kendisinden beklediğimiz teknik elemanları hızla verebilecek duruma getirilmesi için, daha fazla çaba ve özveri yerinde olur. her çeşit spor çalışmalarını türk gençliğinin milli terbiyesinin ana unsurlarından saymak gerekir. bu işte, hükümetin şimdiye kadar olduğundan daha ciddi ve dikkatli davranması, türk gençliğini spor bakımından da milli heyecan için özen ile yetiştirmesi, önemli sayılmalıdır."

    - "bu yıl içinde denizaltı gemilerini ülkemizde yapmaya başladık. hava kuvvetlerimiz için yapılmış olan üç yıllık program, büyük ulusumuzun içten ve bilinçli ilgisi ile şimdiden başarılmış sayılabilir. bundan sonrası için bütün uçaklarımızın ve motorlarının ülkemizde yapılması ve harp hava endüstrimizin de bu temele göre geliştirilmesi gerekir. hava kuvvetlerinin aldığı önemi göz önünde tutarak, bu çalışmaları planlamak ve bu konuyu layık olduğu önemle ulusun gözleri önünde canlı tutmak gerekir."

    - "dış politikamız, geçen yıl içinde de, barış ve uluslararası işbirliği yolunda gelişmiş ve yürüdüğümüz yolun değişmez olduğunu bir kez daha belirtmiştir. milletler cemiyetinin geçirmekte olduğu çetin dönemlerde, cumhuriyet hükümeti, bu uluslararası kuruluşa olan bağlılığını, her alanda göstererek barış idealine en uygun yoldan ayrılmamıştır. büyük bir milli davamız olan hatay olayının geçirdiği dönemler tarafınızdan bilinmektedir. milletler cemiyeti yüksek yönetimi altında yapılmakta olan görüşmeler, hatay halkına yaraşan mutlu ve bağımsız yönetime kavuşması yolunda amaçladığımız gayeyi sağlayacak belgelerin kabul ve imzası ile sonuçlanmıştır."

    - "hükümet bu son yıl içinde, devletlerle olan ticari ilişkilerini, ülkenin ekonomik bünyesine uyacak antlaşma ve sözleşmeler yaparak düzenlemiştir. bunlar arasında fransa, ingiltere, almanya ve sovyet rusya ile imzalanan önemli ticari anlaşmalarını özellikle belirtmek isterim. hükümetin dış kuruluşlarının, ekonomik kalkınma savaşımızda ilgili daireleri için bilgi ve haber alma ufuklarını genişleten yardımcı birer daire olarak çalışmalarını düzenlemek gereklidir."

    bu konuşmanın yapıldığı sene, türkiye'nin dış ticaret fazlası var. 1937 senesinde türkiye'nin ihracatı, ithalatından daha yüksek. bunu gerçekleştiren adam, aynı konuşmada tarım, endüstri ve askeri alanlarda politika açıklıyor. bunu gerçekleştiren adam, daha son bir kaç senede güzel sanatlar okulu, konservatuvar, spor akademisi filan kuruyor. bunu gerçekleştiren adam, fransa ile ittifak yapıp, suriye'den hatay'ı olduğu gibi, hem de bir tek türk askerinin burnu kanamadan alıveriyor.

    sizinki ne yaptı?

    en büyük başarısı türbe kaçırmak. en büyük başarısı cumhuriyet tarhinin en borçlu, en fazla cari açık veren ekonomisini yaratmak. en büyük başarısı sürekli kandırılmak. hayır, aslında karşılaştırmak bile komik.

    atatürk'ün adını anarken önünü iliklemesi gereken kapasitesiz tipler gelmiş burada atatürk'ü bitiriyor.

  • bitcoin

    nereye gideceğini, ne yapacağını bilmediğim psikolojik varlık.

    öte yandan, size gerçek hayattan bir tecrübemi anlatabilirim...

    sene 1999... aylardan aralık. vertical net adlı bir şirket o yıllarda benim daha yeni katıldığım necx adlı bir şirketi 105 milyon dolar karşılığı satın alıyor... ben o yıllarda bu şirketin info-tech bölümünde kod performansını geliştirme ve ölçeklenebilirliği yükseltme üzerine çalışıyorum. altımda mit'de phd yapmış insanlar filan çalışıyor. enteresan bir durum. gerçek zamanlı mesaj yönetimi için filan daha tibco yeni yeni piyasa yaparken, biz c++ ile sybase adaptörü yazıyoruz.

    vertical net ilginç bir şirket... döneminin google'ı, tesla'sı, amazon'u gibi bir yer.

    hatta o yıllarda amazon.com ceo'su jeff bezos'un sağ kolu joe galli, amazon'u bırakıp bize katılıyor... bu link üzerinde de necx'i görebilirsiniz.

    neyse, fazla detaya girmeyelim...

    vertical net bizi satın aldığında benim payıma da 25,000 hisse senedi opsiyonu düşüyor... opsiyon fiyatı sadece 1.00 dolar. 2000 senesinin mart ayında, yani biz satın alındıktan neredeyse 3 ay sonra hisse senedi 148 dolardan işlem görüyor.

    opsiyonlar 9 bin, 8 bin, 8 bin olmak üzere üç sene üzeriden vest edecek.

    ne hayaller, ne hayaller...

    hisse senedi 148 dolarda bile kalsa, üç sene içinde elime geçecek 4 milyon dolara yakın parayı düşünüyorum. bana maliyeti neredeyse sıfır.

    ama enteresan bir durum var...

    vertical net'in piyasa değeri 11 milyar doları zorlarken, elde ettiği senelik ciro sadece 100-120 milyon dolar civarında. veritcal net öyle bir hikaye anlatmış ki, wall street ve ortalama yatırımcı parayı bastıkça basmış.

    ortada ciro yok...

    bahsedilen strateji neredeyse hayal ürünü...

    piyasa değeri ile şirketin yarattığı değer arasında en ufak bir ilişki yok...

    ve...

    daha bizim birinci sene dolmadan hisse senedi fiyatının 1 doların altına düşüşünü izledik. büyük yatırımcı duruma uyanınca kabak orta ve küçük yatırımcının başına patladı. büyük yatırımcı çok çabuk bir şekilde yön değiştirdi.

    şirket de battı tabii...

    ben de bir kaç kez isim değiştiren bu şirketin 2010 senesinde yeniden satılışına ortaklık ettim.

    bitcoin'e gelecek olursak...

    bence bu zamanında vertical net hissesi almaktan bile daha büyük bir kumar :) neden çıktığını, neden düştüğünü kimse anlamıyor, anladığını söyleyen de ne söylediğinin farkında bile değil. üstelik bu "pazarda" henüz kurumsal oyuncu yok.

    ama geliyorlar...

    kimler mi geliyor?

    short poziyoncular geliyor... yine de net konuşmamak lazım, ama abd'deki yüksek ölçekli yatırımcılar yarından itibaren piyasaya sunulacak finansal enstrümanlar ile futures üzerinden short pozisyon almak için adeta kara-cuma sırasında birbirlerini eziyorlar. buna bir de stop-loss mekanizması eklenirse değmeyin keyiflerine.

    demem o ki, bitcoin'in çöküşüne para yatıracak olan insanlar, bunun yükselişinden kazanılan paradan daha yüksek paralar kazanabilir. zaten geçmişi regüle edilmediğinden, kimin eli kimin cebinde bir süre belli de olmayacak. şu anda deli gibi fiyatı yukarı iteleyen aktiviteler, müthiş bir short stratejisi için altyapı olabilir.

    bilemiyoruz.

    zaten o yüzden bu tip kumarlara da girmiyoruz.

    yatırım tavsiyesi değil, sadece bir gözlemler bütünü bu.

    blackjack'ten çok paralar kazanan insan da var. hatta bir kere vegas'ta makinadan yüzbinlerce dolar kazanan bir teyze görmüştüm.

    çok mutluydu.

  • karnabahar

    çok yönlü bir yiyecektir. çok severim. aşağıdaki tarifi uygulayın, pişman olmazsınız.

    öncelikle, fırınımızı 180-190 derece civarına ayarlayıp ısıtıyoruz. daha önceden golf topu boyutlarında, ya da azıcık daha küçük halde bölünmüş karnabaharımızı çırpılmış yumurtaya batırıp hemen ardından ufalanmış bayat ekmekle kaplıyoruz.

    bu şekilde hazırlanmış karnabaharı, fırında 20 dakika kadar pişiriyoruz. dışı hafif çıtır ve koyu altın renginde olmalı.

    karnabahar fırında pişerken bir yandan da sosumuzu hazırlıyoruz...

    iki tatlı kaşığı hafif kalın kıvamlı kırmızı biber sosu, iki tatlı kaşığı tabasco tarzı daha sıvı biber sosu, bir çorba kaşığı az yağlı mayonez (ben kurutulmuş domates karışımlı olanları seviyorum) ve bir tatlı kaşığı balı iyice karıştırıp çırpıyoruz.

    fırından çıkardığımız karnabaharın üzerinde bunu iyice gezdiriyoruz. sunum öncesi, tabağın üzerine de taze rendelenmiş maydanoz koyup servis ediyoruz. yemyeşil maydanoz, portakal rengi ağırlıklı tabak üzerinde güzel bir kontrast yaratıyor.

    ana yemek değil de, et ağırlıklı bir ana yemeği desteklemek için süper bir tabak bu.

    nefis, kolay ve değişik.

    tavsiye edilir.