tahminim bundan 4 ya da 5 ay önce, şirketin ufak tefek birkaç eksik eşyasını almak için ikea'ya gittik. modern ofislerin yolu buradan geçmezse olmuyor, biliyorsunuz, "pöengg" masa lambasız bir modern ofis düşünemiyorum. aldık biz alacaklarımızı, sıraya girdik bekliyoruz. o arada mütevazı alışveriş sepetim önümde diğer kasaları gözlemliyorum. "o kutu oradan geçmez, alttan okutsana barkodu, ay kırk tane vazoyu ne yapacakmış acaba" diye kendi kendime konuşuyorum içimden.
sonra neden fark ettim, hemen yanımızdaki sırada bir gerginlik var. sırada kucağında bebekli bir kadın var, yanında annesi ya da kayınvalidesi olduğunu tahmin ettiğim biri, arkalarında da karı koca bir çift ve engelli çocukları. yaş tahminim tutmayabilir ama 20li yaşlarda gibi geldi bana, zihinsel engelli bir kız çocuğu. kaşlarını çatmış, eli annesinin elinde öyle duruyor. her an bir sorun çıkabilir endişesiyle annesi dedi ki, "pardon müsaade eder misiniz biz çıkalım sıradan." kızın elini iyice kavrayıp sıranın önüne doğru yöneldi, öne doğru hamle yapınca hemen önlerindeki kadının kucağındaki bebeğin koluna vurdu kız. bebek bir anda ağlamaya başladı.
bebekli kadındaki çığlığı duymalıydınız. ya da duymamalı. "geçin beeeeeeeeeeee geçiiiiiiiiiiiiin, sahip olamıyorsan dışarı ne çıkarıyorsun bunu. (muhtemelen o yanındaki daha yaşlıca olan kadının uyarısı üzerine) ama anne çocuğuma ben fiske bile atmadım" vs vs diye uzadı gitti. bebekli olan, hassas anne olma rüştünü ispatlamanın mağrurluğuyla takribi 20 saniye kadar ağlayıp susan bebeğinin kafasına huşu içinde öpücükler kondurdu. engelli çocuğunun eline yapışmış diğer anne ise bir çırpıda adeta koşarak uzaklaştı. hemen bebekli kadının arkasında, hala sırada olan baba da boynunu büktü, bakışlar dağılana kadar da kafasını kaldırdığını görmedim.
bu bana çok dokundu, o anı hiç unutamadım. bir çocuğu doğru yetiştirmek ona hoşgörü öğretmek değilse nedir ki? biz doğurunca o çocuk sıradan bir insan olmaktan öte biricik mi oluyor? başkalarına bu kadar tahammülsüz, bu kadar izandan yoksun kadının büyüttüğü çocuk yarın nasıl bir insan olarak topluma karışacak? o kadına "abla istemeden çarptı koluna, sevmek istedi" demek yerine böyle hareket etmeyi tercih ettiren bilinci idrak etmiş olmayı, bu karanlığın içinde yaşamayı, bu insanlarla aynı sıralarda olmayı gerçekten hiç istemezdim. bir süredir omuzlarımda ağır bir yükle yaşıyor gibi hissetmememin sebebinin gün içinde maruz kaldığım bunun gibi pek çok şey olduğunu daha fazla fark ediyorum artık. çok sıradan bir alışveriş sırasında, trafikte, cafede garsona sipariş verirken, para üstü alırken, dolmuşa binerken, asansörden inerken bile bu ülke insanı bana umutsuzluk, mutsuzluk yüklüyor. böyle yaşamayı, bu insanlarla bir arada olmayı hak edecek bir şey yaptığımı düşünmüyorum. burada yaşamak, kendine hakaret etmek gibi bir şey oldu iyiden iyiye. "beğenmeyenler ülkemizden defolsuuuuuuuuuun" diyerek, ilk taşı en kibarınız atsın rica ederim.
degmesin yagli boya6 profili
-
unutulmayan anlar
-
pişmanlık
bir dönem buraya uzun uzun çektiğim acıları yazdığım bir ilişkim olmuştu. o zaman ego kırılmasını acı mı sanıyordum bilmiyorum ama fiziksel olarak hissediyordum acıyı.
yaşadıklarım o kadar saçmaydı ki, insan hani bir şey yaşadıktan bir süre sonra "ulan ne saçmaymış" aydınlanması yaşar; ben daha tartışırken aydınlanıyordum, "ne kadar saçma bir şey şu an yaşadığım" diye. ama orada duruyordum, bütün o saçmalığı idrak ederek duruyordum. çünkü karşımdaki için sebepler yaratmak benim en güçlü yanlarımdan biri. sokaktan geçen adam bana tokat atsa tokadın etkisiyle yüzümü ovuşturup bunu neden yaptığına dair sebepler taramaya başlarım zihnimden. gerçi ben de onun burnunu kırarım ama olsun, sebepleri anlamak benim için önemli.
misal bir kavga hatırlıyorum. çalıştığım şirket güneşli'de bir plaza yaptırıyor, patron da parti parti herkesi binaya götürüyor gezdirmeye, herhalde gövde gösterisi için, bilemiyorum. o gün de bir on beş kişilik mühendis kadrosu olarak bizi götürecek, ben de erkek arkadaşıma haber veriyorum, ataköy'de oturuyor, işim bitince direkt eve gelirim erken olur herhalde diyorum. ama planladığım gibi olmuyor, bizim plaza gezisi uzuyor. patron diyor ki herkesi yemeğe götüreceğim, durum icabı davete icabet etmek durumundayım o an. kaldı ki bulunduğumuz yerde taksi durağı, toplu ulaşım şansı vs yok, el mahkum göt gardiyan şirket arabalarından biriyle geri döneceğim. yine haber veriyorum ben yemeğe kaldım, bir saat sonra gelmiş olurum sen yemek için beni bekleme diye.
yemek faslı vs bitiyor, kalkıyorum ben uygun güzergahtaki arabalardan birine biniyor ve yolda haber veriyorum, eve doğru geliyorum diye. "tak" bir telefon, hemen in o arabadan! neden diyemeden, "nedeni, niyesi yok hemen ineceksin ben geliyorum oraya doğru" diyor. arkadaştan rica ediyorum benim inmem gerekiyor diye, onların şaşkın bakışları eşliğinde yenibosna'da e-5'in ortasında iniyorum arabadan ve orada bekliyorum. niye beklediğimi bilmeden 45 dakika boyunca bekliyorum. ne çeşit bir salak neyi beklediğini bilmeden aralık soğuğunda otoyolun kenarında birini bekler? ben bekliyorum.
sinirden yolu karıştırmış, o yüzden o kadar çok beklemişim. soğuktan artık elim ayağım hissizleşmiş bir halde duyduğum ilk açıklama şu; "senin patronların mı belirleyecek bizim yemek yeme saatimizi, zaten ne diye çalışıyorsun anlamıyorum." buraya bir parantez açmam lazım, kendisi hekim ve ailesi çok varlıklı. ben o zaman kendisinden daha fazla maaş alıyordum ama tabii onun babasının desteği ile benim maaşım kalıyor devede kulak. işimi daima küçümserdi. dedim ki, "an la mı yo rum." allah belamı versin şöyle dedi bana, "bu benim için hayal kırıklığıdır. bir keresinde dayım beni x bir yere götüreceğini söylemişti ama gelmemişti ve ben onu hiçbir zaman unutmadım. sen de bana erken geleceğini söyledin ve gelmedin. bunun yarattığı hayal kırıklığını sen asla anlayamazsın."
hahahhasiktir yaa, bana bunları söyleyip beni terk edecekmiş meğerse onun için "in" demiş bana arabadan. o gece ve takip eden üç gün boyunca benim ateşim düşmedi. bunu başta aldı bir göt korkusu, ateşimi ne yapsa düşüremiyor her saat başı hastanedeyiz. ciddi bir şey olmadığını anlayınca gözlerinde eyleminin sonucuna dair mutluluğu gördüm. çünkü onun için bir insanın onu beklerken hasta olması bir başarıydı, bundan sonra hayatına girecek bütün kadınlara anlatılacak bir zafer.
bu sadece bir tanesi, bunun gibi belki yüzlerce şey ve ben her seferinde "insan yaşadıklarından değil yaşamadıklarından pişman olurmuş" mottosuyla onun için, onun adına türlü sebepler (bahaneler) uydurup gidip barıştım. gerçekten hangi an nerede vazgeçiyor insan bilmiyorum ama bir pes etme noktası var, artık uzlaşının mümkün olmadığını idrak ettiğin, asla hiçbir olayı benzer şekilde değerlendirmediğini kabullendiğin anlar topluluğu var.
sonra ben çok pişman oldum. adalet duygumu bunca zedelediğim için, itibar etmediğim fikirlerin karşısında durmadığım için, kendime yaşattığım ve hissettirdiğim her şey için. bütün genellemelerin neden karşısında durmamız gerektiğinin bir tane ispatı daha; yaşadıklarımdan pişman oldum, öyle böyle de değil üstelik.
sonra bana mesaj attı bir gün. gezi parkının o kutlu büyüsüne kapıldığım günlerdi. mesaj attığını görüp bir saat kadar daha biber gazından kaçtım, unuttum bile mesaj atmış olduğunu. sonra evlendi. sonra yine mesaj attı, bu sefer tersledim. çok rahatlarım sanıyordum bu tersleme anı geleceği zaman, hiçbir rahatlama hissetmedim. pişman oldum, koskoca evrenden böyle sikko bir adalet beklentisi içine girdiğim için. çocuklar ulu orta öldürülüyordu ve evrenin olmayan adaleti onlar için bile işlemiyordu.
zaman geçti, bunlar artık benim için salaklığıma şaşkınlıktan başka bir şey ifade etmez oldu. geçtiğimiz günlerde ben de evlendim. evlendiğim adam eski ilişkime dair bu ve bunun gibi salakça birkaç şeyi daha biliyordu. geçenlerde bir gün tartıştığımızda bana dedi ki, "ben bu dozda tartışmalara alışık değilim. hayatımda kimse benimle bu şekilde konuşmadı. ama sen alışıksın çünkü kendin anlattın eski ilişkini." anlatmak pişmanlıktır. "ağaca dayanma kurur, insana dayanma ölür." diye boşuna dememişler, insan pişmanlıktır.
bir üst satırda anlatmak pişmanlıktır tespiti yapan ben, bir sayfa dolusu yazarak hiç tanımadığım insanlara hayatımın en saçma özel anlarını anlatıyorum. insan saçmalıktır. -
ekşi sözlük
bireysel olarak etkim ve yapabileceklerim çok sınırlı olduğu için ilkesizlik ve haksızlık karşısında elimin kolumun bağlı olmasından her zaman nefret ettim. ortada doğrudan müdahale edebileceğim bir şey yoksa ben de tek yapabildiğimi yapıp; haksızlık edene, o gün sırtı sıvazlanıp pişkince sırıtana gözlerimi dikip izledim. hem asla böyle olmamak hem de akıbetini görebilmek için; hayat şarkılardaki gibi olsun, eden bulsun diye bekleyerek.
misal, gezi günlerinde elinde sopalarla gençleri köşe başlarında bekleyen beyoğlu esnafını şimdi huzur içinde seyrediyorum. güce tapan vasıfsız çoğunluğun böyle böyle kendi kuyruğundan başlayıp kendini tüketmesini diliyorum. kadın ve erkek öğrencilerden, yanyana yürüyen, öpüşen sevgililerden, eşcinsellerden ve bu insanların kahkahalarından rahatsız olan, özgürce yaşayamadığı için aslında kendi hayatından nefret edip herkesi eşit vasatlığa çekmeye çalışan, değişen beyoğlu çehresinden son derece memnun, çarşaflı kadınları, görgüsüz cahil profili tercih eden siz değil misiniz? oh olsun size. bir bölge sinemasız, tiyatrosuz, kültür merkezsiz bırakılmasın diye mücadele eden insanlara tiksinerek bakarken rica etmeyi bilmeyen araplara kaldınız ya, oh olsun size, bin kere, milyon kere.
bir de ekşi sözlük var mesela. kuruluşu, işleyişi, marka oluş şekli tamamen özgün ve gücünü de bu özgünlükten alan bir oluşum iken, sözlüğü sözlük yapan insanların burada ne için bulunduğunu, bulunmaya devam etmek isteyeceğini bir kenara koyup vasata hitap etmeyi, daha çok para kazanmayı tercih etti. hay hay. bugün, misyonunu şikayetimvar.com'un daha işlevsel bir formuna dönüştürmüş olmasını ne yalan söyleyeyim çok hoşuma giderek takip ediyorum. bundan yıllar sonra "neydik, ne olduk" sorusunu sorduracak dönüşümlerini de kısa sürede tamamlar umarım.
bkz: ekşi sözlük melih gökçek reklamı rezaleti dfjgdfghdghfjd -
kürt
(bkz: #55481628)
şu entrye öyle çok mesaj geldi ki, gerçekten bezdim. gelen mesajlarda da daha işin daha a b c'sinde takılıp kalıyoruz. "samimi değilsin, pkk de çocuk öldürdü onu niye yazmıyorsun, başka azınlıklar da var onlar niye ayaklanmıyor." en son da şey geldi, "size "kürt" dendiği için dağa çıkıyorsunuz, çerkes'e de çerkes deniyor ama dağa çıkmıyor."
gerçekten meseleyi acayip özümsemiş ve şahane idrak etmiş olduğunuz için karşıma geçip hesap sorma hakkınız var. yani sizce adamların derdi gücü kendilerine "kürt" denmesi olabilir mi? mesele benim kendime kürt diyememem, yıllarca dilimi konuşamamam, kürtçe bir şarkı okuyacağım dediğim için sürgünde ölmem olamaz değil mi? evimde otururken açılan ateş yüzünden kardeşimin öldürülmesi, askeri araca koyulup götürülen babamın ölüsüne bile ulaşamamam falan olamaz derdim. derdim, başıma bütün bunlar geldiği halde, size sistematik şekilde yüklenmiş algıyla, kürt olmanın içini sizin zihninizde nasıl doldurduğunuz da olamaz. derdim olsa olsa kaçak elektrik kullanmak gibi şeyler olur değil mi?
ya gerçekten çok özür dilerim ama elinizin altında bin tane enstrüman var, okumak için pek çok kaynak var. rica ederim yani, ortalama bir akıl şunu düşünebilir bence, akıl sağlığı yerinde herhangi bir insan "ben kürtüm ve bana kürt diyorlar. o halde şu silahı alayım da gidip dağda biraz çatışayım" demez. yani diğer azınlıkların eline silah alıp örgütlenmemesi argümanı o kadar çiğ ki, şu kadar yazı yazacağınıza gerçekten açıp iki satır farklı kaynak taraması yapsanız başka şeyler konuşuyor oluruz.
hiçbirimiz eşsiz kar tanesi değiliz kardeşim, hepimiz insanız, insan dediğin varlık canını yeterince tehdit eden her durum karşısında savunmaya geçer. doğası budur. insan yaşamak için savaşır. kimse bana kürt dediler diye kalkıp dağda canı pahasına savaşın bir tarafı olmaz. açın 5 nolu diyarbakır cezaevi belgeselini izleyin, roboski belgeselini izleyin, açın ahmet kaya'nın kendi ağzından savunmasını izleyin. izleyin ki, devlet birinin adına "terörist" dediği zaman herkesin nasıl üçüncü sınıf holigana dönüştüğünü görün.
size bir şey anlatmak için illa "anana bacına yapsalar" örneği mi vermemiz gerekiyor? yarın sabah uyansan ve burası kürdistan olsa... diye başlayan kürtlerin başına gelmiş şeyleri anlatıp biricik canının tehlikeyi düşmesi ihtimalini idrak ettimemiz mi gerekiyor? yoksa kendiliğinden "ya madem bu konuda kesecek ahkamım var dur hele üç tane bi şey okuyup, izleyip öyle konuşayım" demek çok mu zor?
önce hele bir kürt meselesini doğru idrak edelim ondan sonra, "pkk savaşı neden şehirlere taşıdı" diye pkk suçlayalım. amacı neydi, bu amaç kime hizmet ediyordu konuşup daha iyi idrak edelim. ama siz diyorsanız ki, "ben ana akım medyanın yazdığından, çizdiğinden zerre şüphe duymuyorum, şimdiye bu teroristler irşad olsaydı bu ülke gülistan olurdu"; lütfen gerçekten yüreğim tükendi, bırakın birbirimize temas etmeyelim. neye inanıyorsanız onun aşkına bana mesaj atıp had bildirmek zorunda değilsiniz, zira sizin istediğiniz şekilde bir had sınırı bende yok.
arkadaşlar hoşunuza gitmeyecek biliyorum ama ben samimi olmak zorunda değilim. sizin samimiyet ihtiyacınızı tatmin etmek zorunda değilim. ben lafa başlamadan evvel sizin "hdp doğuda silah zoruyla oy topladı" diye nereye dayandığı belli olmayan paranoyanızla uğraşmak zorunda değilim. ben "devlet burada katliam yapmış, yapıyor" demek için "ama pkk de teröristtir. önce o terörist başının icabına bakılsın, sonra ölen kürtleri konuşalım" demek zorunda değilim. değilim yani. birini lanetlemek için önce sizin daha hassas olduğunuz noktaya parmak basmam gerekmiyor.
ya nusaybin izlenimlerinde izliyorum, kadın tandır başında ekmek pişiriyor. sizin var ya, şivesini, görüntüsünü her şeyini aşağıladığınız kadın; "bizim çok çocuğumuz var. birisi ölürse geriye 14 tane kalır. türklerin bir tane çocuğu var, onu kaybetmesinler. bize ellerini uzatsınlar, biz sadece barış istiyoruz. biz gerillanın da, polisin de, askerin de, sivilin de ölmesini istemiyoruz. erdoğan bizim hepimizi kıyma makinesine koyup katletse de o kıymalar yine birleşip kürt olacaklar. biz kürtlüğümüzden vazgeçmeyiz." diyor. dünyayı, kimlik sorununu senden benden on gömlek daha iyi idrak etmiş, evinde delik deşik olmadık duvarı kalmamış, cenazesini bile gömememiş kadın söylüyor bunu. sen de kolunu kavuşturup bunu izleyip diyosun ki, "yaaaani haklı olabileceği şeyler var ama gerilla dedi sonuçta, terörist başına terörist başı demediği için haksız bence. neden türklerin bir tane çocuğu ölecekmiş ki? bunlar terörist olmasa ölmez." gerçekten istediğiniz ne ya, bütün cizre halkı, cenazeleriyle uzaydan görülecek şekilde "terörist başı" mı yazsınlar, o zaman mı öldürülmemeleri gerektiğine ikna olacaksınız? ne istiyorsunuz? sizin devletiniz düşman icat etmeden yönetebilme kabiliyetine sahip değil kardeşim. yarın işine gelirse sen terörist olursun, bunu idrak etmek için illa başına gelmesi mi gerekiyor?
aynı ortamda bulunduğum, bir tarafından bir şekilde hayatımın temas ettiği insanlar, "kaşlarını bölemeyenler mi bu ülkeyi bölecek zaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa" diye paylaşımda bulunacak, ben bunun zekasını sorgulamayacağım ama ben kürt ölüyor derken, "asker de ölüyor" diye şerh düşme mecburiyetini yerine getirmediğim için samimiyetsiz olacağım. yani lütfen, rica edicem artık.
zorundalık dersi mi istiyorsunuz? ağzınızı açmadan önce bu ülkenin caz dinlemeye giden aydın insanlarının aynur doğan'a yaptığı ayıbın hesabını vereceksiniz. yok öyle sadece pkk adam öldürüyor demek. önce bana ahmet kaya'yı protesto etmek için onuncu yıl marşı söyleyenlerden bugüne neden hiç ilerleme kaydetmediğinizin açıklamasını yapacaksınız sonra sizi belki dinlerim.
https://youtu.be/8zadc1rp-ie?t=1m48s
sizin iki gram arlanmanız olsa şu utanç size yüz yıl yeter be. -
dünün en beğenilen entry'leri
dun kizil sakal'in bana yazdigi nick alti entrysinin listeye girmesinden anliyoruz ki sozluk benim pezevenk oldugum konusunda hemfikir. sakalin mi seveni cok benim mi bilmiyorum ama ben gorup okusam bu ne lan derim. delirdiniz mi arkdslar acaba? neyse tesekkurler sozluk tesekkurler kizil yurek. sevgiler, your pezevenk.
-
ankara bombacısının heykelini dikeceğiz
fazla empatiden vefat etmediyseniz benim de bir iki empati ricam olacaktı.
ben gerçekten anlayamıyorum ya, seçim sonuçlarından bugüne dek yüzlerce insanın öldürüldüğü bir koşulda sizi en çok inciten şeyin hdp'nin "pkk terör örgütüdür" demiyür olmasını anlayamıyorum. gerçekten anlamıyorum ya, insanların paramparça bedenleri daha meydandayken bu yazının bunca beğenilmesinin alt metni "hak ettiniz" değilse nedir allah aşkına?
ankara bombacısının heykelini mi dikmek istiyorsun? buyur dik arkadaşım, engel olacak pek kimse olacağını sanmıyorum. güzel bir açılış da yaparsınız, hem cumhurbaşkanı da katılır. içine siniyorsa, gerçekten dik. ankara bombacısının niyetini, sebebini, yarattığı sonuçları idrak edip içine sindiriyorsan gerçekten çok isterim ki o heykeli dikesin. yapılan şeylerin yanında çok da abes kalmayacaktır. nedir yani altı üstü bir heykel, ethem'in öldürüldüğü yere pankart açanlardan rica edin, hızla yanıt alacağınıza dair inancım yüksek.
empati mi istiyorsunuz? size sayfalarca, günlerce yazılacak argüman yok mu sanıyorsunuz? kürt'e reva gördüğünüz, "devlet sana bir tokat atıyorsa sen diğer yanağını uzatacaksın" mottosunu kendiniz için de benimser miydiniz? son kürt öldürülene kadar, işkenceden kırılana kadar beklemeleri mi gerekiyordu? ya da topyekün sizin kafanız rahat olsun diye bir araya gelip kendilerini mi imha etselerdi? "karadeniz'in de elektrik olmayan köyleri var ama ayaklanmıyorlar" diye diye onlarca yıl geçmesine rağmen, kimsenin "köyümüzde elektrik yok" diye ölüme gitmeyeceğini idrak edemediniz mi? çocuğun devlet eliyle, polis kurşunuyla, askerin tankıyla, tüfeğiyle öldürülsün, akşam haberlerinde değil bir isim bir sayı olarak dahi ölümünden bahsedilmesin, sen koltuğundan oturup buna gösterilen tepkiyi "teröristler yine askere saldırdı" olarak izle ve şimdi gel de ki "önce o eli indireceksin, pkk terör örgütü diyeceksin, o yüzüğü de sahibi kimse vereceksin." yemiyor birader, olmuyor yani. keşke selahattin demirtaş ölen asker de biziz, polis de biziz derken ne demek istedi diye üç saniye düşünmeye niyetin olabilseydi. sen bütün ailesi işkenceden geçirilmiş, annesi gözü önünde dövülmüş çocuğa in bakalım oradan, madem barış istiyorsun gel önce bir benden özür dile diyemezsin yav. diyorsunuz da olmuyor işte. anlayacaksınız arkadaşlar, bu meseleyi önce anlayacaksınız, okuyacaksınız, yıllarca zehirlenmiş zihninizden bu zehri atıp sebep sonuç ilişkisi kuracaksınız.
şiddet kullanarak, sindirmeye çalışarak yönetmeye çalışmak bir yerde şiddeti doğuracaktı. hiçbiriniz ailenizden son kişi öldürülene kadar beklemezdiniz, sonuçları ne yazık ki masum insanları da etkileyecekti. bu şiddeti doğuran ilk kıvılcıma bakmak gerekmiyor mu? insanlardan, sürekli öldürülmesine rağmen sağduyulu davranmalarını beklemenin bir parça gerçeğe uzak olduğunu anlayamıyorsunuz çünkü ezberlere tutunmak çok kolay.
"yani konuşmaları çok hoşuma gidiyor ama terörörörörörörörörörör" demekten yılmadıysanız biz okumaktan yıldık. bu adamlar kimdir, nereden gelmişler, nereye gidiyorlar, amaçları nedir diye anlamak isteseniz bin tane kaynağınız var iken istiyorsunuz ki sizin biricik iç rahatlığınız için, oturduğunuz yerden şiddet görüntüsü izlemek istemediğiniz için adam çıkıp "o konuda apo'ya ben de çok kırgınım açıkçası" desin. bu insanlar sizden daha çok şiddetten bıktıkları için barış diyorlar, barış için ölüyorlar. tüm pkkleri dahil etmiyorum, içlerinde bu kanlı savaştan beslenen kim varsa onları da lanetliyorum. ama bu kanı ilk akıtan, bu şiddetin fitilini ısrarla ateşleyen kimse o hesabı ilk ondan sormalısınız. kimsenin kaderi sonsuza kadar öldürülmeyi kabul etmek değildir.