"türkiyelileşme tartışması yürütülürken dikkat edilmesi gereken önemli bir husus var. gündelik siyasette özellikle medya üzerinden ve genellikle yanlı bir biçimde yaratılmaya çalışılan algılara dayalı bir türkiye partisi ol(ama)ma tartışmasının çalışmamız açısından bir değeri yok. bu tarz gündelik tartışmalarda türkiye partisi olmak bir zorunlulukmuş gibi dayatılarak öncelikle ahlâki bir sorunla malul olunmaktadır. “etnik” ya da “etnik olmayan” bir parti olmanın bir tercih olduğunun göz ardı edilmesinin, ne denli seçkinci ve buyurgan bir tavrı yansıttığının fark edilmeyerek söz konusu üslubun kullanılması son derece ironiktir. ikincisi, kürt yasal siyasetine “türkiyelileşmediği”, “türkiye partisi” olmadığı ya da olamadığı eleştirileri yöneltilirken, bu sava kanıt olarak genelde demokratik toplum partisi’nin (dtp) türkiye’nin her yerinden oy alamaması gösterilir. nitelikten çok nicelikle ilgilenen bu bakış açısı doğru kabul edildiği takdirde milliyetçi hareket partisi (mhp) ve
hatta cumhuriyet halk partisi’nin (chp) de –etnik parti olarak yaftalanmamalarına rağmen– “türkiye partisi” olmadıklarının iddia edilmesi gerekmekte." (şeref kavak- kürt siyasetinin 2000’li yılları: “türkiyelileşme” ve demokratik toplum partisi türkiye siyasetinde kürtler isimli kitabın içinde)
öncelikle halkların demokratik partisi'nin türkiyelileşme iddiasına yukarıda ifade edilen bakış ile bakmak gerektiğinden, onun ne kadar türkiyelileştiğine dair izleri %10 barajını aşan performansıyla, türkiye'nin her yerinden oy almasıyla, neredeyse her ilinde örgütlü olmasıyla, politikalarında öncelik ayrımını gözetmesine rağmen (ki bu da nesnel şartlardan dolayıdır) her türlü soruna dair çözüm önerisi sunmakla, partili milletvekillerinin mecliste gösterdiği performans ile ölçülür. şerif kavak, demokratik toplum partisi'nin türkiyelileşme iddiasını milletvekillerinin meclisteki performansı üzerinden inceleyerek, dtp'nin her şeye rağmen türkiye'nin genelini ilgilendiren problemlere yönelik çözüm çabalarını ortaya çıkarır.
"tbmm 23. dönem dtp/bdp grubu milletvekillerinin meclis çalışmalarının tematik istatistikleri bu açıdan oldukça ilginç veriler sunmakta. dtp’li vekillerin verdikleri 267 araştırma önergesinin konu başlıklarına göre sayıları şu şekildedir: ekonomi: 44, çevre: 28, çalışma yaşamı: 22, faili meçhuller: 22, sağlık: 21, insan hakları: 19, eğitim: 18, kadın: 12, demokratikleşme-kürt sorunu: 17, cezaevleri: 10, çocuklar: 9, üniversiteler:8, farklı kültürler: 7, basın özgürlüğü: 6, asker intiharları: 6, toplu mezarlar, kayıplar: 5, anadil: 4, engelliler: 4, koruculuk: 3, spor: 2."
"dtp’li vekillerin verdikleri kanun tekliflerine baktığımızda da bu parti için “kürt meselesi dışında politikası olmayan”, “etnik parti” ifadelerinin kullanılmasının temelsizliği teyit ediliyor: çalışma yaşamı-özlük hakları: 20, cezaevleri-tutukluluk- cmk: 14, inanç-düşünce özgürlüğü-tmk: 10, anadil-yer isimleri- kürdoloji: 10, kadın: 8, tck’da değişiklik: 7, siyasi partiler-seçim kanunu: 7, eğitim: 7, genel: 5, toplumsal olaylar-polis kanunu: 3, sağlık: 3, askerî kanunlar: 3, faili meçhul-hakikat komisyonu: 2 (barış ve demokrasi partisi resmî blogu 2011).
aynı çalışma bdp ve hdp için yapıldığında benzer sonuçlar alınacağından eminiz. dolayısıyla parti, türkiyelileşme iddiasını fiile dökmüş, bu konuda somut ve pratik adımlar atmış, hatta öyle ki demokratik toplum partisi'nin de hedeflediği konumdan ileri gitmiştir. bunu da eşbaşkanlık seviyesinde ifade etmiştir. yerellerde mümkün olduğu kadar (ki bunu yüksek kota ile) kadın cinsine yönelik eşitlikçi adımı ile taçlandırmıştır.
şimdi, hdp'nin türkiye partisi olma iddiası geçen zamanda kanıtlanmıştır diyebiliriz. türkiye'nin her türlü sorununa parti programı ve demokrasi mücadelesi ekseninde çözüm önerileri sunmuş, türkiye'nin batısında saldırıya uğramamış çok az yer olmasına rağmen her yerinde örgütlenmeye çalışmış, temsiliyet düzeyini tabana yaymıştır. mesele eşbaşkanın birinin türk olmasının zorunluluğundan öte politik faaliyetinin bu eksende olup olmamasıdır.
türkiyelileşme meselesinin bir türk eşbaşkanın varlığı ile gerçekleşmediğini, ama onun varlığı ile en somut haline büründürülmek istendiğini figen yüksekdağ'ın eşbaşkan olmasıyla kanıtlanmıştır.
hasip kaplan'ın partinin yeni döneminde, parti ve taban içinde ortaya çıkan 'lidersizlik' sıkıntısını arkasına alarak demirtaş'ın yerine bir türk'ün gelmesini hazmetmemekle ortaya koyduğu anlayış şekilci, bürokratik ve aynı zamanda halkların demokratik partisi-halkların demokratik kongresi programını zerre kadar anlamayan bir siyaset anlayışıdır. bizim cepheden gösterilen tepkinin, onun ve partinin ırkçı olduğu iddialarına kadar ulaşması, kaplan'ın niyetinden öte parti fikrinin ve pratiğinin türkiyelileşme iddiasında katettiği mesafeye gözlerini kapatmaktan kaynaklanıyor.
buraya kadar olan satırlar dostlarıma ve yoldaşlarıma bir hatırlatmadır.
başta şovenist sol olmak üzere sonrasında faşistler ve ulusalcıların gösterdiği tepkiye gelirsek: onlardan her fırsatta partinin ırkıçlığına, teröristliğine dair söylediklerinden başkaca bir şey duymamaktayız. herhangi bir temsiliyet hakkına sahip olmayan hasip kaplan'ın söyledikleri üzerinden kendi faşist zihniyetlerine kanıt aramakla meşgul olan bu kişiler, parti merkezinin yaptığı (demokratik bölgeler partisi de dahil olmak üzere) açıklama karşısında gerekli cevabı almışlardır. altan tan üzerinden partinin dinciliğini yorumlayan bu şüreka, kaplan üzerinden, bir noktaya kadar kabul edilebilir bulunan, 'ezilenlerin milliyetçiliği' tavrına gösterdikleri tepki kürt halkına gösterdikleri yaklaşımdan bağımsız değildir. parti içi tartışmaların sizlerin platformuna aksetmesi üzücü ama aynı demokratik olgunlukla kaplan'ın parti içinde de sıkıntı yaratan ama hızlı bir reflekle gösterilen tepkinin niteliği sizlerin asla kavuşamayacağı bir mekanizmayı da ortaya dökmüştür. kaplan'ın amacının koltuk sevdası olması, kendini kürt halkını realitesine borçlu olduğu konumu kullanma hakkı vermez ama aynı zamanda siz ırkçı ve faşistlerin de buradan yola çıkarak partiyi (ve hatta kürt halkını) ırkçılıkla itham etmenize imkan sağlamaz.
iyotzin9 profili
-
demirtaş'ın yerine sakın bir türk göz dikmesin
-
kürtlerin göç ettiği şehirlerin iflah olmaması
göç ve zorla göç ettirme, kentleşme, gettolaşma, milliyetçilik, ekonomik konumu kaybetme olgularını irdelemeden, sosyolojik tespit yapmaya devam edenler, 'benim de kürt arkadaşlarım var' deyip 'ırkçılık yapmak istemiyorum' diye başlayan cümlelerini sıçmaya devam ediyorlar. geçen aylarda suriyeliler üzerinden estirilen linç kampanyaları iktidar eliyle nasıl bıçak gibi kesildiyse, türkçü-ulusalcı kesimler kendilerine düşman yaratmak için eski hesapları yeniden kurcalamaya başladılar. suriyeliler üzerinden akp'ye vurmayı başaramayan bu kesimler, modernlik, çağdaşlık, kentlilik, yasaya uyan vatandaşlık üzerinden yeniden kendilerini tarif ediyorlar. ki bunlar arapça tabelaların artışı üzerinden, arap turistin varlığını körfez ülkeleri ile girilen ilişkiler üzerinden sorgulamak yerine, yersiz ve saçma tepkilerini ortalık yerde göstermeye, 'kendi yurdunda parya' olmanın sancısını çekmeye devam ettikçe bu tür gaza gelme, kuzenim görmüş, komşum söylemiş, arkadaşımın başına gelmiş örnekleriyle kendilerini ihya etmeye devam edecekler.
bir diğer örnek manisa-selendi'de yaşanan romanlara yönelik linç (bkz: 5 ocak 2010 selendi'deki linç girişimi) üzerinden daha farklı bir uygulamasını gördüğümüz bu ırkçı yaklaşımın alıcısı, akp karşıtlığından ve ekonomik-siyasi pozisyonlarını kaybetmelerinden ötürü hayli fazla olmaktadır. türkmenleri zorla yerleşik hayata geçirmeye çalışan, heterodoks islam-alevi inancını sunni egemenliğine almaya çalışan, etrak-ı biidrak bir milletten modern, imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kütle yaratmak isteyen bu toprakların egemenleri, yüzyıllardır bu kütleyi nasıl da evirip çevirip hallaç pamuğu gibi atttığının sırrı da burada yatar.
(bkz: sanki hiç leğende yıkanmamış gibi mocha içmek) başlığının ironik bir biçimde açığa çıkardığı soylu olmama hali, türklerin osmanlı saraylarında birer kul bile olamamasının acısı, yıkılmış bir imparatorluktan ufala ufala misak-ı milli sınırlarına mahkum olmanın verdiği küçüklük duygusu, "türk'e boyun eğmenin, türk'ün boyun eğdirmesinin şan şeref dolu yıllarının çok uzaklarda kalması", yitip giden iktidar, ülkenin en büyük ve kalabalık şehirlerinin karşıtının elinde yıllardır talan edilmesi, ekonomik-siyasal pozisyonlarında yaşanan düşüş, kalabalık olmanın histerik gururu ve daha birsürü şey. haklısınız gencolar. ben de olsam bu kaybedişler içinde, suçluyu ekonomik-siyasal ilişkilerde değil, aşağıda alıntılayacağım sebeblerden kaynaklı, yan yana olmak zorunda kaldığınız diğer milletlerden insanlara bok atarak kendimi tatmin ederim.
"neoliberal dönemdeki hızlı göçün ikinci sebebi, 1990’lı yıllarda kürtlerin zorunlu göçe tabi tutulmasıydı. güneydoğu’da uygulanan olağanüstü hal döneminde, kürtlerin yaşadığı bölgelerde üç binden fazla köyü boşaltıp yakıldı, kürdistan işçi partisi’ne (pkk) verilen ve giderek artan desteğin önünü kesmek için de zorunlu göç politikası uygulamaya başlandı. milyonlarca kürt köylüsü, önce bölgelerindeki şehirlere ancak daha sonra da ülkenin batı kesimlerine göçe zorlandı (yükseker ve kurban 2009; ayata ve yükseker 2005). konda araştırma enstitüsü tarafından yakın bir geçmişte yapılan ankete göre, 1990’lı yıllarda ülke nüfusunun yüzde 4,8’ine, kürt nüfusun ise yüzde 23’üne karşılık gelecek büyüklükte bir zorunlu göç yaşandı. türkiye’nin o dönemdeki nüfusu dikkate alındığında, bu oranlar yaklaşık 2,3 milyon kişinin zorunlu göçe tabi tutulduğu anlamına gelmektedir (konda 2011, hesaplama yazar tarafından yapılmıştır). kürtlere karşı uygulanan bu zorunlu göç, 1980’den bu yana dünyada görülen zorunlu göç uygulamalarının en büyüklerinden biri olup, benzer örneklerini nijerya, somali, sudan, zimbabwe ve kolombiya’da görmek mümkündür.
kürtlerin zorunlu göçe tabi tutulması, kürt isyancılığına karşı alınmış bir askerî önlem olmakla birlikte, izleyen on yıllık dönemde meydana gelecek toplumsal, siyasi ve ekonomik süreçlerde istenmemiş sonuçlara yol açtı. öncelikle, zorunlu göç türkiye’nin sınıf yapısını ve işçi sınıfının etnik bileşimini kökten değiştirmiştir. ikinci olarak, söz konusu zorunlu göç, kürt hareketini kentlileştirmiş ve, ironiye bakın ki, 3 milyon kürdün yaşadığı tahmin edilen istanbul, kürt göçmenlerin tabiriyle “dünyadaki en büyük kürt şehri” haline gelmiştir. üçüncüsü, zorunlu göç, toplam kürt göçünün hızını ve kapsamını dönüştürmüş, önceki göç dalgalarından nitel ve nicel olarak farklılaşmasına yol açmıştır (keyder ve yenal 2011).
türkiye’deki büyük şehirlere yeni gelenler kendi topraklarından siyasi ve askerî-güvenlik önlemleri nedeniyle çıkartılmış olup, önceki nesil göçmenlerin aksine, bu şehirlerin sunduğu sosyal ve ekonomik fırsatlara kapılıp gelmiş değillerdi. kürtler en dezavantajlı kesimdi, çünkü zorunlu göç onları mülksüz bıraktı. köylerini, evlerini, ekilebilir topraklarını geride bırakmaya zorlandılar; kentlerin ekonomik ve mekânsal çeperleri kabul edilebilecek yerlerde son derece olumsuz koşullarda hayatta kalabilmek için akrabalık ve hemşerilik ilişkilerine güvenmek durumundalardı (ayata ve yükseker 2005). üstelik söz konusu zorunlu göç kayıt içi kalıcı işlerin son derece sınırlı sayıda yaratılabildiği bir neoliberal ekonomik ortamda gerçekleşti. ucuz işgücü kaynağı oluşturan, mesleki vasıfları bulunmayan ve bulabildikleri her işte çalışmaya hazır olan bu yerlerinden edilmiş kürtler, istanbul gibi şehirlerdeki kayıt dışı işgücü pazarının önemli bir bölümünü oluşturmuşlardı."
yukarıdaki alıntılar, erdem yörük'ün "neoliberal hegemonya ve tabana dayalı siyaset: islamcı hareket ve kürt hareketi" isimli makalesinden.
şimdi, kürtlerin neden büyük şehirlerde bu kadar çok yoğun bir nüfusa sahip olduğunu, istanbul'un en büyük kürt şehri olduğunu anlattık. ama ırkçı ve kinci zırvalamaların, zorla göç olgusu üzerinden devletlerine halel getirmeyeceklerini hepimiz biliyoruz. o yüzden bu kısım aklı başında insanlar için yazıldı.
cenk saraçoğlu, 'tanıyarak dışlama' isimli çalışmasında ayrıntılı değinmiş. kentin çeperlerinde yaşayıp, ekonomik hayata dahil olan kürtlerin, çevreyi, günlük yaşamı, moderniteyi nasıl da hiçe sayarak yaşamlarını idame ettirtiklerini, birer güvenlik sorunu olarak kent soylularını ürküttüklerini, modern dünyaya rezil ettiklerini, bunları da sırf kürt oldukları için yaptıklarını söylemeleri, işte ırkçılığın, faşizmin dik alası olan nokta budur. afrika'da, hindistan'da, amerika'da, almanya nazi döneminde yaşananlardan ne farkı var? nazilerden, ku klux klan'lardan, amerikan yerli halkının asimile-katliamından, apartheid rejiminden, hindu radikallerinden ve onların uygulamalarından ne farkı var?
türk olmayı, modern, nazik, bilinçli, çevreye duyarlı, az çocuklu, kadına saygılı, vergi vermeyi kutsallaştırmış, yasalarla uyumlu olmayı default olarak genlerinize yazıldığını iddia ediyorsunuz. selanik, kafkas, rodos göçmeni olmayı övünülecek bir nişan gibi taşırken, yozgat'a, bayburt'a, rize'ye, ankara'ya ve daha bir çok 'türk' kentine bok atıp, çomar gibi bir kavramı bizlerle tanıştıran sizlersiniz.
sizin asıl derdiniz, götümüzde ayı bağırırken, tepemizde balyozlar patlarken, iktidara ve onun yeni devletine karşı çıkacak cesareti ve programı ve örgütü bulamamak ama gücününüz yettiğine diklenmek ve bunu en rezil en ırkçı bir biçimde yaparak halen varlığınızın dayandığı kültürel-siyasal geleneği yeşertmeye çalışmaktır. bu gelenek çok kan döktü, niyetiniz bu kanı dökmeye devam etmek. -
nuriye gülmen
şöyle bir açıklamada bulunmuş:
"şimdilik şu kadarını söyleyeyim: grev kırıcılığı yapmaktan vazgeçin. açlık grevine kendi irademizle, kendi belirlediğimiz zamanda başladık. ne zaman biteceğine biz karar vereceğiz ve emin olun birilerinden fikir almak istesek bu kişiler asla 'açlık grevini bırakın' çağrısı yapanlar olmayacak.
basın aracılığıyla 'açlık grevini bırakın' çağrısı yapanların ortak noktası, bir kez bile direnişin havasını solumamış, elimizi tutmamış, gözümüzün içine bakmamış olmalarıdır. bu itibarla kendilerini hiç samimi bulmadığımı da belirtmeliyim.
dünya sizin etrafınızda dönmüyor. dünyanın merkezinde siz ve sizin mükemmel fikirleriniz yok. açlık grevi size bir soru soruyor. bu adaletsizlik karşısında ne yaptınız, ne yapacaksınız? bırakın adaletin peşinde koşanları yollarından döndürmeye çalışmayı, kendi muhasebenizi yapın." -
susma sustukça sıra sana gelecek
dün, şişli'de hdp'nin basın açıklamasına gelen kitle tarafından sık sık atıldı bu slogan. bilenler bilir kürt hareketinin pek kullandığı bir slogan değildir bu. diğer sloganlarına göre pasif kalır belki de o yüzden pek rastlanmaz gösterilerinde bu slogana. garipsedim doğrusu. ama hiç olmadığı kadar güncel olduğunu bu sabah yapılan cumhuriyet baskınında kendini göstermiştir. kürt vatandaşlar ekseriyeti atatürkçü-kemalist olan bir semtte bu sloganı ata ata dağılırken, çok değil 100 metre ötesindeki cumhuriyet gazetesi binasının ertesi gün basılıp, yazar ve çalışanlarının gözaltın alınacağını tahmin etmemişlerdir muhakkak. bunu görmek için kahin olmaya gerek yok. yarın sıra ülkücülere gelecek diyen naif arkadaşlar, 12 eylül döneminde göstermelik ülkücü tutuklamalarını hatırlatıyorlar bize güya. ancak şu süreçte politik ülkücülerin bırakın gözaltına alınmasını hedef gösterilmesi bile mümkün değildir. zira bahçeli üzerinden akp faşizmine eklendikleri için sistemin dayanacağı bir güç olma özelliğini koruyorlar. o yüzden ülkücü-faşist harekete sıra gelmeyecektir.
kime sıra gelecektir, ohal ilan ediliğinde 'suçunuz yoksa ohal size bir şey yapmaz' diyen apolitik kesime mi, sözcü gazetesi muhaliflerine mi, diğer islamcı cenaha mı, aydınclıkçı faşistlere mi? sıra daha derinleşmek üzere devrimcilere, sosyalistlere, alevilere, sosyal demokratlara, fiziki imha boyutuna ulaşmak suretiyle kürtlere, bir dönem bir şekilde akp karşıtlığı yapan kesimlere gelecektir sıra.
dün şişli'de kürtlerin haykırdığı 'susma sustukça sana sıra gelecek' sloganına kulak verseniz iyi olacak. -
selahattin demirtaş
bugün düzenlenen hdp grup toplantısında şunları söylemiştir:
*bütün dünyanın, bm ve nato’nun gözleri önünde gerçekleşen srebrenitsa katliamında yaşamını yitirenleri saygıyla anıyorum.
*şırnak yok edilmiş durumda. bugün bunlar yapılıyorsa, bosna’da yapılanlara sessiz kalındığı içindir.
*şırnak'takilerin tek suçu boyun eğmeyen kürt olmalarıdır.
*fotoğraflardan birisi 1937’de guernica’da çekilmiş. diğeri iki ay önce şırnak’ta. kaç kişinin haberi var? https://pbs.twimg.com/media/cnkcmhcwaaa9hwx.jpg
*ablukaların, katliamların terörle mücadeleyle alakası yok. tek suçları kürt olmaları.
*şırnak askeri eğitim alanına dönüştü. yokmuş gibi davranabilirsiniz. bosna’yı da bütün dünya yok saydı. bir gün hesabı sorulacak.
*sizin çocuğunuz kumarhaneden çıkmıyor olabilir. ama gün gelir evini yıktığınız, saray'ınızı yıkar neye uğradığınıza şaşırırsınız.
*lice'de binlerce dönüm esrar tarlası varmış. önce komutanlarına sor. karakoldan görülen tarladan pay almadan nasıl izin vermiş? https://pbs.twimg.com/media/cnknffqxyaulkom.jpg
*varsa suç işleyen, askerle ortak mı yapmış hepsini alabilirsiniz, savaş uçaklarıyla bombalamayla nasıl bir alakası olabilir?
*bütün ülkelerle ilkesizce barışacaksın, vatandaşınla kavga edeceksin. putin’e yazdığın mektubu yurttaşına yazamıyor musun?
*israil’e küfür edilir, akp destekçileri şakşak yapar; anlaşma yapar akp şakşakçıları alkışlar. bu nasıl bir şey?
*kemer belediye başkanı rus pilotun ailesine ev veriyor. biz yapsak vatandaşlıktan atılmıştık. bunlar ahlaksız politika üretiyor.
*esad’dan biz hesap soracağız diye meydanlarda oy toplayanlar bunlar değil miydi? şaka hükümeti. ama gülemiyor insan.
*suriye’yle savaşmayın, radikalleri beslemeyin dediğimizde, bize vatan haini diyenler, o dönemde vatan hainliği yapmış olmasın...
*sen suriyeli mültecilerin diploması ile uğraşacağına, önce kendi diploman ile uğraşsaydın da o işi halletseydik.
*'mülteci hukuku uygulanır ve "göç ve göçmenler bakanlığı" kurulabilir.yandaş trt'nin yayını dursa kaç bakanlık bütçesi karşılanır!
*"...ırkçılık ve savaşla bu sorun çözülemez! çözüm barıştadır"
*yanlışın yanlış olduğunu her yerde söyleyeceğiz. hırsızın hırsız olduğunu, katilin katil olduğunu her yerde söyleyeceğiz.
*vatan kanla sulanırsa vatandır diyor. topraklarımızda petrolden çok kan var. hala vatan değilse, kürdün kanını dökerek mi olacak?
* bunların evlatları kumar masasında, yoksul cudi’de, gabar’da can verecek. ölen kürt yoksul, ölen türk yoksul. bunlar sefa içinde.
*bu partide toplandık. kürdüz, aleviyiz, türküz, ermeniyiz, süryaniyiz... derdimiz evlatlarımıza huzurlu bir ülke bırakmak.
*milletvekillerimiz kendi ilkelerini satılığa çıkarsaydı, yarısı bakan olmuştu. şimdi hepsi mahkemede yargılanıyor.
*görüşmeler sürerken herkes barış diyordu. akp yazarları neredeyse apocu olmuştu. o zaman barış diyebilirdin şimdi diyemezsin.
*biz varız diye ülke dağılmıyor. iç savaş çıkmıyor. inanın biz olmazsak bu ülke suriye’ye döner.
*cumburbaşkanı çıktı suriyelileri vatandaş yapacağız dedi. yetkileri arasında yok. çok güveniyorsan, referanduma götür.
*sakın ola ki suriyelilere yan gözle bakmayın.sakın ola. ırkçılıkla, şovenizmle bu konuya yaklaşılmaz değerli kardeşim.
*türkiye’nin doğudan ve suriye’den gelenlere de mülteci hakkı tanıması lazım. yaşayabilecekleri insani koşullar yaratılmalı.
*tek bir hdp'li bile kalsak gerçekleri haykırmaya devam edeceğiz. asla buna(erdoğan'a) boyun eğmeyeceğiz!
*erdoğan'ın ayağı bir kaysın, denizli'ye şırnak'ın aynısını yapar. sanmayın ki sizi çok seviyor.
*ayağı kaydı mı samsun'a, antalya'ya da aynını yapar. iktidarını kaybedecek olursa bütün ülkeyi ateşe verir. -
20 mayıs 2016 dokunulmazlık teklifi oylaması
oylanan ve 373 'evet' oyuyla kabul edilen 83. maddeye yönelik değişiklik teklifi şu şekildedir:
“geçici madde 20 - bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte; soruşturmaya veya
soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden, cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden, adalet bakanlığına, başbakanlığa, türkiye büyük millet meclisi başkanlığına veya anayasa ve adalet komisyonu üyelerinden kurulu karma komisyon başkanlığına intikal etmiş yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekilleri hakkında, bu dosyalar bakımından, anayasanın 83 üncü maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesi hükmü uygulanmaz.
[bahsedilen birinci cümle: seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz.]
bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş gün içinde; anayasa ve
adalet komisyonu üyelerinden kurulu karma komisyon başkanlığında, türkiye
büyük millet meclisi başkanlığında, başbakanlıkta ve adalet bakanlığında bulunan yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyalar, gereğinin yapılması amacıyla, yetkili merciine iade edilir.”
bu değişikliği sadece, hdp milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılması olarak değerlendirmek, sarayın meclis aritmetiğini değiştirmeye yönelik hamlesini, akp'nin bu sayede mhp destekli otoriter idarenin son taşlarını örmesini ve böylece sarayın saltanatını ilan etmesini görmemek demektir.
"bu 316 milletvekilinin çok daha azı, örneğin 276 milletvekili isterlerse istedikleri milletvekilinin yasama dokunulmazlığını anayasamızın 83’üncü maddesinde ve tbmm içtüzüğünün 131-134’üncü maddelerinde öngörülen usûle göre, anayasaya ve hukuka uygun olarak, mükemmel bir şekilde kaldırabilirler." şeklinde ifade edilen bir yol ile dokunulmazlıkların kaldırılması mümkünken akp'nin dolambaçlı yollarla hdp'yi tasfiye etmesinin ve buna chp'nin alet olmasının tek bir açıklaması vardır. chp tam bir siyasi körlük ve 'popülist' kaygılarla hareket ederek [referandumda yenilen bir chp ve hdp ile yanyana gözükmek istemeyen chp] akp'nin bu oltasına takılmıştır.
bundan sonra ne olacak?
hdp milletvekillerinin temsil görevleri, onlara oy veren kitlelerin temsiliyet hakkı akp yargısı eliyle sonlandırılacak, demokratik [türkiye tipi demokratik] haklarının kullanımının [diğer tüm yasa değişiklikleriyle] önü 'çoğunluk' kudretiyle kesilmiş olacak. tıpkı geçmiş örneklerde olduğu gibi, temsiliyet ve yasa yapıcılıkta çoğunluğu elinde bulunduran akp iktidarı 2008 yılından beridir sürdürdüğü tekleştirici, dışlayıcı ve yokedici yönetim tarzını, tayyip başkanlığına tahvil ederek bir üst boyuta taşıyacak. toplumsal mücadele olanaklarının kısıtlandığı, örgütlü hak arama mücadelesinin zapturapt altına alındığı, muhalifliğin kriminal bir sürece dönüştürüldüğü bu süreçte, dokunulmazlığın kaldırılması otokratik idarenin sonucu ama aynı zamanda yeni dönemin başlangıcını ilan etmektedir.
tıpkı 19 mayıs 1919'da mustafa kemal'in samsun'a çıkışıyla yeniden şekillenen türkiye tarihinin, yine 19 mayıs 2016'da binali yıldırım'ın başbakan olarak tayin edilmesi ile önemli bir dönemeci dönmesine denk düşen bir yeni bir başlangıç.
iktidarın ve devletin, toplumsal yaşamın tüm biçimlerine yeni ve ağır bir tahakkümünün başlangıcı.
kürt halkının, işçi sınıfının, kadınların, gençlerin, yoksul halkın, doğanın yenilenmiş ve güçlenmiş saldırı dalgasına maruz kalmasının başlangıcı.
tarihsel, kültürel ve moral tüm değerlerin yıkıma uğratılmasının ve bu yolla devlet-i âli'nin kan üzerinden, baskı üzerinden, yıkım üzerinden tekrar tekrar tesis edilmesinin başlangıcı.
türkiye halklarının 'bu lanetli tarihten kopmaması' için atılan binbirinci adımın başlangıcı.
'onu başkan yaptırmadık' ya, bunun intikamının başlangıcı.
"arkadaşlar!
dışarıda bir şeyler oluyor farkında mısınız? uykuda olanları sarsın, uyandırın. herkese söyleyin, yakında ışıklar kesilebilir.
karanlıkta ne yapacaksınız?" -
ekşi sözlük
cizre olayları hakkında dezenformasyon kaynağı olarak kullanılmıştır. yazarların bir kısmının özellikle algı operasyonu yapmak için, belediye başkanlarının, hdp temsilcilerinin ve eşbaşkanlarının röportajlarını, konuşmalarını nasıl cımbızlayıp başlık açtığını, olmuş olayları nasıl farklı göstermeye çalıştıklarını, ve kişilere nasıl hukuk dışı ithamlarda bulunduklarını örnekleriyle görelim.
en taze örneği, bugünün debe'sine giren (bkz: üç genç eline silah aldı diye müdahale edilir mi) başlığı. yazar kişisi haberlerde dinlediği selahattin demirtaş'ın beyanında, demirtaş'ın söylemediği ve hatta ima dahi etmediği halde başlıkta ifade edilen ve sözlük yazarlarının (bkz: gerard depardieu'nun vatandaşlıktan çıkması) başlığında gösterilen duruma düşmeleri gibi bir hale sebep olmasına yol açacak şekilde bir başlık açmıştır. oysa ki: (bkz: #54768853) 'de yazıldığı gibi demirtaş '"bizim, halkımız ve türkiye toplumunun işi sadece genç bedenlerin konulduğu tabutları omuzlarında taşımak, ölümün bilançosunu tutmak değildir. bizlerin işi oradan cenazelerin çıkmasını engellemektir. silvan'dan da haberler geliyor; yaşamını yitirenler var, 3 mahallede sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş. bu koşullarda seçimi düşünmeyi bir tarafa bırakıp insanların canını kurtarmak dışında hiçbir şey düşünemeyiz. diyalog kapıları sonuna kadar zorlanmalıdır. illa 'kamu düzenini sağlayacağım' diye operasyonel yaklaşım dayatılır ve bunun üzerinden bir siyasi bir politika hayata sokağa geçirilmeye çalışılırsa oradan barış, çözüm çıkmıyor. cizre'de 10 gün boyunca sağa çıkma yasağı ilan ettiler. taradılar, operasyon yaptılar, iletişimi kestiler. insanların su ve ekmeğini kestiler, 120 bin kişilik bir şehri zindana çevirdiler ne oldu? 10'uncu gün gittik cizre'ye. yıkılmış, harabe bir kent, duyguları kırılmış bir halk, ama şu devlete ve hükümete yüzde 1, binde 1 inancı varsa onu da yitirmiş bir halk kalmış geriye. dimdik ayakta, iradesi, acıları ile birlikte bir halk kalmış geride. kim. ne kazandı, e elde edildi. cizre'de, diyarbakır'da bir sorun var. bu sorunun adı; kürt sorunudur. kürtler'in kendi dil, kültür ve tarihi ile kendi topraklarında özgürce yaşama sorunudur. 3 genç eline silahları aldı diye bütün kentleri bombalayarak memleketi suriye'ye çevirerek neyi çözeceksiniz?" demiştir.
aynı başlığın 4. entrysi (bkz: #54768159)
34. entrysi (bkz: #54769520)
42. entrysi (bkz: #54770835)
47. entrysi (bkz: #54771506)
73. entrysi (bkz: #54776577)
82. entrysi (bkz: #54777083)
83. entrysi (bkz: #54777289)
92. entrysi (bkz: #54778422)
93. entrysi (bkz: #54778615) aksini söyleyip, açıklamanın çarpıtıldığını söylese de, yazarların niyet okumaları, kof millyetçilik ve sığ siyasal fikirleri nedeniyle sazan gibi atladıkları yer yer nefret söylemi dahilinde cümleler kurduğu bir başlık haline gelmiştir. sözlük moderasyonuna iletilen başlık değiştirme talebi işleme alınmamıştır.
bir diğer dezenformasyon çalışması olarak (bkz: berxwedan edin) başlığında görülebilir. yazıldığı günün debe'sine giren entry, berxwedan'ın annesini hpg'nin şehir yapılanması mensubu olarak ilan ediyor, 30'u yazar 63'ü çaylak yazar tarafından favorileniyor. isnat edilen suçun, suçu isnat eden kişi tarafından kanıtlanması ilkesini bir kenara bıraksak bile, hangi istihbarati bilgilere dayanarak bunu söylediği meçhul olan yazar kişisinin bahsi geçen entrysi sözlük moderasyonuna iletilen şikayetlere rağmen halen yerli yerindedir.
cizre'de öldürülen cemile çağırganın derin dondurucuya konulan ölü bedeninin fotoğrafının filistin'de çekilmiş olduğu söyleyen sabah gazetesi haberini sözlüğe taşıyarak (bkz: cizrede buzdolabındaki cesedin filistinden çıkması) başlığı açıldı. ilk dolaşıma giren fotoğraf cemile'ye aitken, sosyal medyada başka kullanıcılar tarafından başka fotoğrafların yayılmasıyla gelişen hadise, gerçek fotoğrafın bile yalan olduğu maniplasyonuna yola açtı. dopermen'in açtığı (bkz: buzluktaki naaş cizre'de değil filistin'de yalanı) başlığa rağmen ve dezenformasyon yarattığı nedeniyle şikayet edilmesine rağmen başlık düzeltilmedi ya da yazarlar bir yaptırıma uğramadı.
çok daha vahim sonuçlara yol açan bir başka başlık ise, (bkz: cizre'de türkiye'ye karşı iç savaş yürütüyoruz) başlığı. cizre belediye başkanının görevden alınmasına neden olan ve sözlük dahil sosyal medyada yer alan çarpıtılmış açıklamanın, aslının ne olduğu kimse tarafından dikkate alınmadı.
başlığın 9. entrysi (bkz: #54633839)
10. entrysi (bkz: #54633897)
19. entrysi (bkz: #54634163)
22. entrysi (bkz: #54634217)
32. entrysi (bkz: #54634884)
34. entrysi (bkz: #54635073)
35. entrysi (bkz: #54635124)
37. entrysi (bkz: #54635499)
40. entrysi (bkz: #54635959)
45. entrysi (bkz: #54638361)
46. entrysi (bkz: #54658307)
49. entrysi (bkz: #54666947)
50. entrysi (bkz: #54667487)
52. entrysi (bkz: #54692723)
53. entrysi (bkz: #54692961)
56. entrysi (bkz: #54703403)
57. entrysi (bkz: #54726050) olayın aslını anlatmak için çırpınıp durmuştur. ancak nafile. leyla imret' atfedilen, 'cizre'de türkiye'ye karşı iç savaş yürürütüyoruz' başlık ne düzeltilmiş ne de başlığı açan ve dezenformasyona katkıda bulunan yazarlar bir yaptırıma tabi tutulmuştur. sonuç
(bkz: cizre belediye başkanı'nın görevden alınması)
trollük amacıyla açılan (bkz: 12 eylül 2015 demirtaş leyla imret ses kaydı) ve (bkz: cizre'de gömülmüş binlerce cesedin bulunması) başlıklarını hiç söylemiyorum bile.
(bkz: polise suç atmak için kendi grubu yapmış olabilir)
(bkz: ethem sarısülük'ün türk bayrağını yakması)
(bkz: berkin elvan taksim'de eylemde vuruldu)
(bkz: camide içki içme görüntüleri)
(bkz: sözde kabataş saldırısı) bunları diyenlerden, yayanlardan ve medet umanlardan bir farkı yok burada yapılanların.
ekleme: (bkz: #54780758) -
yeni başlayanlar için 90'lı yıllar türkiye'si
ön açıklama: çatışmasızlığın son bulmasıyla yeniden başlayan savaş ortamının palazlandırdığı milliyetçi-şovenist duyguların 'vallahi 90'ları özledik, beyaz toros, vatan-millet-sakarya' histerisi, hemen akıllara 90'lı yılları getiriyor. bir çok mecrada türkiye 90'lı yıllara geri mi dönüyor tartışması yaşanıyor.
sözlük yazarlarının (bkz: 90'lı yıllar) başlığına girdiği entrylere göz attığımızda, pop müziğin geliştiği, sokaklarda oyun oynamanın son devrelerinin yaşandığı, gelişen bilgisayar teknolojisi anlatımlarının ekseninde 'nostaljik' duyguların egemen olduğunu görüyoruz. şiddet ve hukuksuzluk çok az yazar tarafından bahsedilmiş. hafızasızlıkla meşhur insanımız için, bu mecrada 90'lı yıllara tanık olmamış tosuncuklarımıza bir şeyler öğretmek için, devletin hukuksuz ve şiddetli baskı uygulamalarının türkiye topraklarına nasıl egemen olduğunu göstermek için işte türkiye'nin karanlık vardiyası...
(ilk bölüm türkiye'nin batısını içeriyor)
(bkz: devlet terörünü açığa çıkarmak)
"
12 eylül 1980'de askeri cuntayla ağır darbeler yiyen toplumsal muhalefet, 80'li yılların son dönemine kadar cuntanın yaratmış olduğu ortamın etkisinde güçten düştü. toplumun dokusunu bozan bu süreçte muhalif avını sürdüren baskı aygıtlarının başarısının yanı sıra cuntacıların ideolojik üstünlüğü de sağlandı. eğitim kurumları, kültürel araçlar, medya, dinsel kurumlar, siyasal kurumlar yaratılan ortamın sürdürülmesi için adeta yeniden ihdas edildi. hegemonik üstünlük en üst düzeyde yaşanmaya başlandı.
karşı duruşlar genellikle cezaevlerinde uygulanan baskıları ortadan kaldırmak için yapılan tutuklu ve mahkûm eylemleri ile bunu destekleyen organize olmuş mahkûm yakınlarından ibaretti. bunun anlamı ileri politik kitlenin cezaevlerine kapatılmış olmasıydı. bu kitle, ülkeyi dönüştüren güçlerle ne fiziki ne de propaganda gücüyle mücadele edebilecek durumdaydı. yalnızca kapatıldığı alanda ortaya çıkan acil sorunlarıyla ilgili mücadele edebiliyorlardı. (bkz: gül demir ve çığlık)
1984 yılında kürt bölgelerini etkileyen silahlı bir mücadele başladı. bu durum, devletin o zamana kadar zor yoluyla kurduğu ve açılan alanlarda yarattığı rıza mekanizmalarıyla güçlendirdiği toplumsal yapıyı kısa süre içinde tehdit eder oldu. askeri yönetimin neredeyse bir yıl içinde zor yoluyla ezip geçtiği ülke muhalefetine göre daha cılız ve dar bölgede hareketlenen bu asi grup iki yıl içinde büyüdü.
toplumsal muhalefetin dinamiklerinin 90'lı yıllara giderken geçirdiği süreçler şu şekildedir:
kamu çalışanları
1990'lı yıllara doğru ilerlerken toplumsal muhalefet birçok alanda nicel birikim içindeydi.
1986 yılında ankara'da örgütlü öğretmen geleneğinden gelen insanlar tarafından abece adıyla çıkarılmaya başlanan dergi, ilerde gelişecek kamu çalışanlarının örgütlenmesinde mihenk taşlarından birini oluşturacaktı. dergi etrafında çeşitli illerde düzenlenen panel, söyleşi ve etkinlikler eğitimcilerin bir araya gelmesine ve şubat 1988'de eğit-der'in kurulmasına yol açtı. mayıs 1990'da eğitim-iş ve kasım 1990'da eğit-sen kuruldu. bu iki sendika 1995 yılında birleşerek eğitim-sen'i kurdular. kesk tarihi
milliyetçi kanatta yer alan memurlar 6 mart 1989 tarihinde türkiye kamu çalışanları yardımlaşma ve dayanışma vakfını kurdular. bu vakıf 1992 yılında türkiye kamu-sen konfedarasyonu'na dönüştü.
daha dindar memurların oluşturduğu memur sendikaları ise 1995 tarihinde memur-sen adıyla konfederasyon kurdu.
işçiler
1980 darbesinin ezdiği bir diğer toplumsal kesim ise işçiler ve sendikalarıydı. grev yasaklamaları, işten çıkartmalar, sendikaların kapatılması gibi müdahaleler ile işçi sınıfının sesi kısılmaya çalışıldı. 1984 yılında greve çıkan dok gemi-iş sendikası'nın ilk iki grevinden biri yargı kararıyla yasadışı ilan edilmiş, diğeri ise yenilgiyle sonuçlanan bir sözleşmeyle nihayetlendirilmişti.
işçi çıkarma yasağının kaldırıldığı 1984'ten itibaren ise tazminatlar bile verilmeden işçi kıyımı yaşanmaya başladı. hükümet, yasaların kendine tanıdığı hakkı kullanarak ağaç-iş, petrol-iş, deri-iş, öz maden-iş, öz gıda-iş gibi pek çok sendikanın grev kararını düşürdü ya da erteledi. yüksek hakem kurulu, takdir hakkını kullanarak birçok işyerini grev yasağı kapsamına aldı veya grev kararını uygulatmadı.
cılız giden işçi mücadelesinde ilk büyük grev kıvılcımının atıldığı işyeri netaş'tı. 12 eylül darbesinden sonra yapılan ilk büyük grev olan netaş grevi, toplusözleşmedeki anlaşmazlık nedeniyle 18 kasım 1986'da başladı. 93 gün süren ve 3150 kişinin katıldığı grev, ekonomik ve sosyal koşulların iyileştirilmesiyle 18 şubat 1987'de kazanımla sonuçlandı. yarattığı etkiler, çeşitli kesimlerden gelen destek ve dayanışma nedeniyle oldukça etkili bir grev olmuştu. (bkz: netaş grevi) bir tanıklık
18 mart 1987'de petrol-iş sendikası çeşitli illerde yaklaşık 4 bin işçiyle grev kararı aldı. bundan sonra peşpeşe gelen grev dalgası, 1987 yılından başlayarak 90'lara varan domino taşını oynatmış oldu.
12 mayıs 1987'de 723 kişiyi kapsayan kale kilit ve kale vida grevi, 24 haziran'da 1500 işçinin katıldığı deri-iş grevi, 30 haziran 1987'de 6100 işçiyle seydişehir alüminyum fabrikası grevi başladı.
1987 yılının başından itibaren başlayan ve yaklaşık 12 bin işçiyi kapsayan grevler aynı yılın temmuzunda 40 bini demiryolu işçisi olmak üzere 52 bin işçinin daha grev kararı almasıyla kitlesel bir düzeye ulaştı.
1988 yılının ekim ayına gelindiğinde ise 410 bine yakın işçi toplusözleşme görüşmesi içindeydi. bunlar içinde 14 bininin grevi sürerken, 9 bin işçi daha grev kararı aldı. uzlaşmazlıkta olanlarla birlikte 128 bin işçi ise toplusözleşme görüşmelerini sürdürüyordu.
1989 yılında ise büyük grevler içinde 131 gün süren seka grevi ocak ayında anlaşmayla sonuçlanırken daha büyük bir grev başladı. mart ayında karabük demir çelik fabrikası'nda iş yavaşlatma ve pasif direnişle başlayarak greve gitmeden sözleşme için baskı eylemleri başlamıştı. 4 mayıs 1989'da başta karabük, iskenderun ve ereğli'de olmak üzere 24 bin demir çelik işçisi greve çıktı.
anadolu tarihinin en büyük işçi eylemliliklerinin başlangıcı olan '1989 bahar eylemleri' bahar ayında başlayıp 325 işyerinde tüm yıl boyunca devam etti. 1990'lı yıllarda ise kitlesel eylemlere aşama aşama gelindi. 80 sonrası grev süresince uğradıkları mağduriyetler nedeniyle grevden korkan işçiler 1990'lara girilirken grev ve direniş fırtınası yarattılar.
öğrenciler
1983 yılının ekim ayında yeni dernekler kanunu'nun yürürlüğe girip ardından anap'ın seçim ile iktidara gelmesiyle, 1984 yılında üniversite öğrencileri dernekleşmek için adımlar atmaya başladı.
ilk çalışmaları yapan öğrenciler, eski örgütlü yapılarında dayanan igd ve tip taraftarlarıydı. yarın ve gün dergileri etrafında örgütlenme mücadelesini hem tartışmaya açtılar, hem de hedef oluşturarak çalışmalarını yürüttüler.
kasım 1984'te ilk dernek kurma başvurusu ankara üniversitesi hukuk fakültesi öğrencileri tarafından yapıldı.
ancak dernek için gerekli sayıyı bulup emniyet müdürlüğü'ne başvuran öğrenciler tehdit, gözaltı ve işkenceye maruz kalıyorlardı. bu nedenle başvurudan hemen sonra korunmak için bir süresaklanmak zorunda kalıyorlardı.
ilk öğrenci derneği `ankara üniversitesi hukuk fakültesi öğrenci derneği` (hföd) 1 ekim 1985 tarihinde kuruldu.
öğrenci mücadelesi 1986 yılından itibaren görece merkezileşip bir platform düzeyinde temsil edilmeye başlandı. bu platformlar siyasi mücadeleden ziyade yök'e karşı, okuldan atılmalara karşı veya yemek, barınma sorunları gibi akademik-demokratik hak arama mücadelesi veriyorlardı.
öğrencilerin ders geçme ve okuluyla ilişkisini kesme şartlarını belirleyen yök'ün 44. maddesine uzun zamandır karşı eylem yapan öğrenciler, 26 ekim 1986'da marmara üniversitesi hukuk fakültesi öğrencisi isa tanrıverdi'nin bu madde gereği okuldan atılacak duruma gelip intihar etmesiyle eylemlerini iyice artırdılar. öğrenciler 6 kasım 1986'da, ölen isa tanrıverdi'nin imzasının da bulunduğu imzaları uzun bir yürüyüşle ankara'ya götürdü ve tbmm başkanlığı'na verdiler. 6 kasım günü dernek temsilcileri yök'ün önüne siyah çelenk bıraktı. ardından 'atılmalara son, yök kaldırılsın' talebiyle süreli açlık grevi yaptılar. ancak her eylemden sonra toplu gözaltılarla karşılaştılar. öğrenci hareketi tarihi
1987 yılının ilk aylarında düzenlenen bir kanunla 'yök'ün getirdiği hüküm uyarınca, çağdaş görünüm ve kıyafet dışında olanlar, kıyafet yönetmeliğine aykırı davrananlar için okuldan atılmaya kadar gidileceği' açıklandı. üniversitelere türbanla girişin kesin olarak yasaklanması anlamına gelen bu karar, dindar öğrencilerin şiddetli tepkilerine neden oldu. türkiye'nin birçok şehrinde aylar boyunca süren yürüyüş, basın açıklaması, imza kampanyası, sınav boykotu, telgraf çekme, uzun oturma, açlık grevi, fakültelere bayrak ve türban asma gibi kitlesel eylemler yapıldı.
90'lara hızlı, dinamik ve kitlesel bir durumla giren üniversiteler, karanlık bir kumpasın en açık oyun alanına dönüştürülecekti. disiplin soruşturmalarının yoğunlaştırılması, polis-idare-sivil güçlerin işbirliğiyle öğrenci muhalefetine saldırılar, sağcı grupların yoğun olarak saldırılara başlaması, gözaltılar ve burada işkencelerin yoğunlaşması, öğrencilerin gözaltında kaybedilmesi, sokak infazlarının uygulanması öğrenci hareketinin artmasına koşut olarak devreye sokuldu.
kürtler
toplumsal muhalefeti tam anlamıyla ezdiğini düşünen cunta artık seçimlerin yapılıp parlamenter hayata geçilmesine karar verdi. cunta başının cumhurbaşkanı olup, yeni düzenin hamiliğine başladığı bu dönemde sessizliği bozan eylem 15 ağustos 1984 eruh baskını ile gerçekleştirildi. siirt'in eruh ilçesindeki jandarma karakolu'na yapılan saldırıda 1 jandarma eri öldü, 6 er ve 3 sivil yaralandı. hakkari ili şemdinli ilçesinde de jandarma subay açık hava gazinosu, subay lojmanları ve ilçe jandarma karakolu'na düzenlenen saldırıda ise 1 subay, 1 astsubay ve 1 er yaralandı. bu pkk'nin büyük ölçekli ilk silahlı eylemi oldu. olayın akabinde bölgede büyük askeri operasyonlar düzenlendi. resmi rakamlara göre 361 gerilla yakalandı, 102'si öldürüldü. açıklamalarında hükümet ve genelkurmay'ın hafife aldığı 'eşkıyalar' bir yıl boyunca resmi rakamlara göre 73 kişinin ölümüne neden oldu. 1980 yılından 1987 yılında kadar 41.103 olayda, 4053 ölü 11.441 yaralı kayıtlara geçmiştir.
12 eylül'e kadar 19 ilde uygulanan sıkıyönetim, darbeden sonra tüm illerde uygulamaya konulmuştu. tehlikenin ortadan kalktığı illerde 19 mart 1984 tarihinden itibaren tedricen kalkan sıkıyönetim, 19 temmuz 1987 tarihinde kadar tüm illerden kaldırıldı. ancak onun yerinde aynı uygulamaların mülki amirler tarafından yürütüldüğü olağanüstü hal başlatıldı.
bölge, kurulan olağanüstü hal valiliği ile yönetilmeye başlandı. ilk olağanüstü hal valisi hayri kozakçıoğlu 4,5 yıl görev yaptı. ohal bölgesi bingöl, diyarbakır, elazığ, hakkari, mardin, siirt, tunceli ve van'ı; ayrıca başbakanlık onayıyla aynı kanunla 'mücavir il' olarak tanımlanan ağrı, adıyaman, bitlis ve muş'u kapsayan 11 ilden oluşuyordu. batman ve şırnak'ın 6 mayıs 1990'da il olmalarıyla ohal kapsamındaki il sayısı 13'e yükseldi. mücavir il olan bitlis 9 mart 1994 tarihinde ohal'e geçirildi. 30 kasım 2002 tarihinde ohal'in tamamen sona erdiği diyarbakır, hakkari ve tunceli gibi iller, sıkıyönetim dönemiyle birlikte hesaplandığında aralıksız 23 yıl olağanüstü yönetim altında kalmıştı.
harekete geçen kürt silahlı hareketini güçlenmeden ezmek ve 'isyancı kuvveti etkisiz hale getirmek' için uluslararası düzeyde başarı görmüş tüm askeri faaliyetler yürütüldü. büyük operasyonlar düzenlendi.
sayısal olarak binlerce askerin katıldığı sürek avları başlatıldı. tespit edilen gerilla noktalarına defalarca kez hava saldırıları düzenlendi. isyancıların ve oluşturdukları taraftarların sempatisini ve moral desteğini kırmak için başlangıçtan itibaren yüksek düzeyde askeri refleks verildi. öldürülen, yakalanan ve teslim olan örgüt üyelerinin sayısına bakıldığında gösterilen askeri reaksiyon belli oranda örgüte kayıp verdiği ve ve büyük bir kırımın yaşandığı söylenebilir. alınan önlemler, yapılan psikolojik savaş taktikleri, propagandalar, askeri operasyonlar vb. kürt silahlı hareketini bastıramadı. tersine bumerang etkisi yaratıp hareketin daha da kitleselleşmesine, bölgede yaygınlaşmasına ve halkla önemli bağlar kurmasına yol açtı.
tüm bunların üstüne uygulamaya sokulan 'gayrinizami harp' taktikleri kürt hareketi'nde ateşe dökülen benzin etkisi yarattı. 1983 yılında kurulan 'özel harekat şube müdürlüğü' ve 'özel harekat grup amirlikleri' 1987'de terörle mücadele ve harekat dairesi başkanlığı bünyesinde 'özel harekat şube müdürlüğü' olarak faaliyet göstermeye başlayıp 'gayrinizami harp' için de büyük oranda kürt coğrafyasında kullanılmaya başladı. bunun yanında 27 ağustos 1987 tarihinde jandarma genel komutanlığı istihbarat başkanlığı'na bağlı olarak kurulan 'jandarma istihbarat ve terörle mücadele grup komutanlığı' (jitem) bölgede oluşturduğu timlerle daha karanlık metotlar uygulayarak devreye girdi.
iktidar 'kalpleri ve zihinleri kazanmak', rızayı üretmek için kullanacağı mekanizmaları kaldırmaya başlamıştı. böylece 1990'larda korkunç bir iktidar vahşetinin sergileneceği amil ve aktörler 80'li yıllarda toplumsal arenada baş gösterdi.
sosyalist gruplar
türkiye muhalif hareketinde önemli yer tutan yasal sosyalist/sol partilerin 12 eylül darbesinden sonra kurulması 1987'yi bulmuştu. türkiye komünist partisi ile türkiye işçi partisi, 8 ekim 1987 tarihinde brüksel'de yaptıkları bir açıklamayla, türkiye birleşik komünist partisi (tbkp) adı altında birleşmeye karar verdiklerini ilan ettiler. 17 kasım 1987'de türkiye'ye gelen nihat sargın ve nabi yağcı uçaktan iner inmez gözaltına alındılar. günlerce işkence gördükten sonra tutuklanıp iki buçuk yıl hapis yattılar. kutlu ve sargın, tahliyeleri, komünist partinin yasallaşması, 141., 142. ve 163. maddelerin kaldırılması için 6 nisan 1990 tarihinde açlık grevine başladılar. parti resmen 4 haziran 1990 yılında kuruldu. ancak anayasa mahkemesi partiyi isminde 'komünist' kelimesi geçtiği gerekçesiyle bir yıl sonra kapattı.
daha sonra başkanlığına doğu perinçek'in getireleceği sosyalist parti, avukat nusret senem başkanlığında 1 şubat 1988 tarihinde kuruldu. 1992 temmuzunda da kapatıldı.
kürt tandaslı halkın emek partisi'nin kuruluşu ise 1990'da oldu. ancak partinin temelleri ekim 1989'da paris'te düzenlenen kürt konferansında katılan shp'li yedi milletvekilinin partiden atılması ile atıldı. bu nedenle istifa eden 10 shp'li milletvekili ile 7 haziran 1990'da anadilde eğitim ve yayın, kürt sorununun özgürce tartışılacağı demokratik ortam, ohal'in kaldırılması, özel tim, kontrgerilla faaliyetlerinin, köy koruculuğunun, antiterör yasasının kaldırılması; köye dönüşlerin sağlanması, toplu sözleşmeli grev hakkı gibi talepleri dile getirerek halkın emek partisi'ni kurdular. (bkz: #51645075)
sadun aren'in önderlik ettiği sosyalist birlik partisi'nin kuruluşu ise 15 ocak 1991'i bulmuştu.
sansasyonel silahlı eylemlerle sessizliklerini bozmaya çalışan silahlı sol grupların günlerce tartışılacak eylemi 10 ocak 1988'de geldi. kocaeli kandıra'da 197. piyade alayı'nın deposunu basan 10 kişillik grup, depodan silah ve mühimmat alarak kaçtı. türkiye'nin batısında uzun zamandan beri radikal sol gruplara misilleme olarak yapılan operasyon, gözaltı ve tutuklamaların yerini alacak olan ve 90'lı yıllar boyunca bir misilleme biçimi ve politik taktik olarak uygulanacak 'yargısız infaz'ların büyüyerek geri gelmesi bu olay zincirinden sonra oldu. zira kandıra baskınında yer alan ermeni asıllı manuel demir bu eylemin ardından başlatılan operasyonla öldürüldü. 'kaçarken öldürüldü' açıklamasına rağmen, olayın tanıkları ve adli tıp raporları, demir'in işkenceye uğradığı sonra da boş bir arsaya götürülüp kurşuna dizildiği ortaya çıkmıştır.
sokak infazları ya da yargısız infaz olarak adlandırılacak ilk büyük olay ise, 7 ekim 1988'de istanbul tuzla köprüsü'nde yapıldı. geniş bir güvenlik çemberinin oluşturulduğu ve 45-50 siyasi polisin katıldığı mahalde 274 kurşunla delik deşik olan araçta bulunan 4 kişi öldürüldü. (bkz: tuzla katliamı) bir tanıklık
kürt coğrafyasında şiddetin artmasına, olayların kontrol altına alınmasında zorluklar çıkmasına paralel olarak devreye sokulan şiddet ve hukuk dışı uygulamalar, batıda da tedricen devreye girmeye başlıyordu. 1980'lerde büyük bölümü kürt coğrafyasında ve gerillalara karşı ya da ileri politik militanlara karşı uygulanan kanunsuz öldürmeler 90'lara gelindiğinde sendikacı, aydın, öğrenci, militan, gazeteci, memur ayrımı yapmadan tüm ülkeye yayılacak ve iktidarı koruma aracı gibi görülecekti.
işçiler, memurlar, öğrenciler, sendikalar, radikal grupların izinde anlatılan 1980 dönemi toplumsal muhalefetin genel panorması, türkiye ve dünya tarihinde izler bırakan iktidar mücadelesinin, manevralarının olduğu 1990'lı yılların türkiye'sine gelirken bu şekilde oluşuyordu. karanlık bir vardiya başladı; devlet egemenliğini korumak için gittikçe sertleşen aygıtları, grupları ve kişileri devreye soktu. karanlık bir mekanizmayı işbölümü içinde hayata geçirdi.
" -
hacamat'ın şapşik selo kapağı
iğrendirdi.
ekleme: bazılarında başlığın ilk sahibi engelli olduğu için görülmüyormuş.
dudayeva'yı güldüren bir kapakmış.