size bi hikaye anlatayım. itiraf da olabilir:
bilen bilir, yurtlarda sevgilisinden ayrılan kızlar krize girer kendini yerlere atar, ayılır bayılır. bildiğin şovdur bu. kendi gibi olanlardan destek aldıkça bu şov daha bi abartılır. eee biz de insan ruhu incelemeyi öğrenmeye gitmişiz. bu fırsatı kaçırmaz gidip şovu izlerdim. not falan alırdım. yurtta kalmak istememin sebeplerinden biriydi. ne kadar çok insan o kadar değişik vaka.*
bunlar ayılıp bayılınca taşradan su ürünleri fak fik fok ya da zilli dilli "edeb"iyati okumaya gelen yol arkadaşları hemen ambulans çağırırdı. aynı şeyi baba evinde yapsa ağzında insan dışkısı koleksiyonu yapılacağını bildikleri halde değişik bir cesaretleri ve özgüvenleri olurdu.
neyse dostlarım, insan yurtlarda sabretmeyi öğreniyor ama final zamanı, hele de yüksek lisansı hedefleyenler için bu kızların ayılıp bayılmaları sinir bozucu olabiliyor.
işte bu finaller zamanı sevgilisinden ayrılan bir kız var. bir kaç gün arayla şovunu yapıyor. her akşam intihar edeceğine dair halka sesleniş. neredeyse "saat 20.00' da bileklerimi keseceğim eyy halkım!" falan diye herkese saat konum falan verecek. yeter ki sevgilisinin kulağına gitsin, balkon konuşması yapmaya razı.
yine bir akşam " ben onsuz yaşayamam. artık yaşamak istemiyorum. " falan diye koridorda hönkürmeye* başladı. şov için ısınma hareketleri yapıyor.
baktım geleceğimi yakacak bu kız. yuksek lisans, doktora vs bitirip çocuklarımın anası, henüz var olmayan sevgili kocişkomun biricik karısı olabilme ihtimalimi düşürüyor. finallere az kaldı. bari 4 yılı bitirebilseydim vs. derken müthiş bir fikir geldi aklıma. bence müthişti yani.
aramızın iyi olduğu yurt görevlisi de o gün nöbetçi. fırsatı kaçırmadım. gittim dedim ki "bu kız intihara meyilli. ailesinin bilmesi gerekiyor. belki memleketinde psikologa götürürler. yurtta intihar vakası yaşanırsa hepimizin psikolojisi alt üst olur. o günkü görevli de sıkıntı yaşar. sonuçta her gün ambulans geliyor. nasıl olur da kızın durumunu fark etmezsiniz derler"
görevli ablanın gözler açıldı. işin ucunda kendisi vardı. "ben bi müdüre hanımı arayayım." dedi.
ertesi gün şov vakti yine rimeli akmış ruju suratına bulaşmış bir vaziyette saçlarını yolup çığlık atıyor. histerik histerik ağlıyor. aşağıya indirdiler ambulansı aramışlar onu bekliyor tayfası.
gorevli abla müdireyi aramış ve müdire de
"siktir et zilliyi defolsun gitsin." demiş olmalı ki* o baygın kızımız babasını karşısında görünce birden bilinci yerine geldi. "aaağ buba sen niye geldin?" diye bi kalkışı vardı. adam adeta isa mesih. ölüyü diriltti sanki.
ama babanın kulaklarından dumanlar çıkıyordu.
"sıçtırtma lan babana soytarı! bu ne kılık lan mımına koduğumun kızı." diyince kızın havarileri ortadan kayboldu. yurt görevlisi araya girdi sakinlestirdi. sonra adam kızını alıp memlekete götürdü.
o günden sonra bayılma vakaları bıçak gibi kesildi. bir iki deneme oldu tabii. onları da "ya ailesini arayalım. yazık" diyerek kendilerine getirdik.*
bu da böyle bir anımdır. başlığı görünce aklıma gelmesi ise tammamen tesadüf.*
dogrularin yemin etmeye ihtiyaci yoktur6 profili
-
üniversitelilerin ısrarla okula gitmek istemesi
-
#semineruzaktanolsun
herkes çankaya'da çalışmıyor. mezrada çalışan adamı da memleketinden kaldırıp göndermek mantıksız. fakat ben ondan bahsetmeyecegim:
instagramda yaklaşık 300 bin takipçili bi tane lüzumsuz öğretmenler sayfası var. paylaşımlar hep evlenmek üzerine. bunu o sayfa organize ediyor.
ben bu kadar kalitesiz öğretmen topluluğunu bir arada hiç görmemiştim. bi inceleyin de görün.
her gün evlilikle ilgili bi karikatür paylaşılır. altına:
"ahh ahh işşallah bize de böyle eş nasip olur" diyen avcı kadın öğretmenler yazar ve onları besleyen düz duvarcı erkek öğretmenler de ava çıkar.
eğitime dair en ufak bir paylaşım, bir yöntem, teknik, psikolojik bir konu, tartışma vs. yok.
admini "siz bunu beğeniyorsunuz o yüzden ben de bunları paylaşıyorum" diyor.
zaten kendisi tembelliğe alışmış. "seminerler uzaktan olsun. önce sağlık" diye bakanı sürekli taciz ediyor. ama tatil fotoğrafları paylaşmaktan da geri kalmıyor. bazen de bakana "ponçik" diyor. varın siz anlayın seviyeyi...
maaşını alamayan özel okul öğretmenlerine dair çalışma yok. atanamayan öğretmenlere dair yalandan 2 paylaşım. o da tepki gelmesin diye. sonra herkesin herkese yürüdüğü bir ortam... bunlar tabii ki seminer istemez. çoğu sosyal medya bağımlısı.
toplum bilimcilerin bu sayfayı inceleyip ülkemizdeki eğitimcilere dair çıkarımlarda bulunmasını tavsiye ediyorum. ama bunları incelemeye dair amaç belirlemezseniz dayanamazsınız. zira takip etmeye tahammül edilemeyecek kadar sığlar.
ekleme: ovvv mesaj kutum patlamış. ayol sayfanın ismini öğrenmek isteyen o kadar çok kişi yazmış ki gidip takipçi sayısına baktım. tabii ki artmış. sayfanın adını sormayın artık recaa ederim. vay be, benim gibi düşmanınız olacak ki ihya olasınız dostlarım. kıl kuyruk admin de dumur olmuştur şimdi.
eyy admin, bakan olursam ilk seni, sonra her gönderi altına yazı yazan hilal midir nedir o zavallıyı; mersinli, beyaz giyinen o örümcek beyinli tipi; bir de "kuul " görünmeye çalışıp takipçi kasan ve birbirine "kanka kız olsam sana yazardım. " diyen o 2 zibidiyi görevden alırdım.
sizden gelecek eğitim şamanlardan gelsin. o derece gereksizsiniz. -
rus kızların türk kızları ile ilgili gözlemleri
videodaki ilk kadının (harun abi de olabilir) dip boyası gelmişken başkasının saçlarını eleştirebiliyor olması, kendi çirkinliğine bakmadan başka kadınları fiziği ve giyimi üzerinden aşağılamaya çalışması tam bir avamlık. " sen önce kendi kaşlarına bak." derler annem. sen yaparsan başkası da sana yapar. salak olma.
video boyunca makyaj, elbise, kuaför, ayakkabı, erkek, güzellik... biri de demiyor ki şu eğitimi aldım, şunu okudum, dünya görüşüm şu... türk kadınları okumuyor vs... yok... bakım, erkek, güzellik, erkek, elbise, erkek... erkek... erkek...
vasfı bir erkeğe kendini beğendirmekten öteye gitmeyen zavallıları ciddiye almayın kızlar. kendi ülkelerindeki erkeklerden yüz bulamadıkları için bizim bamya beyinlilere yamanıyorlar.
unutmayın, siz cumhuriyet kadınısınız. bir erkeğe muhtaç olmadan yaşamak en önemli gayeniz olmalı.
şunlara alkış tutan ergenleri de engelleyin ki bir şekilde karşınıza çıkmasın. hayat bu -allah korusun - bir şekilde tanışırsınız falan... -
hakan sabancı'nın kız arkadaşını unutması
varlık bir imtihandır. öyle büyük bir boşluk bırakır ki ruhunuzda, sahip olduklarınızın kıymetini kaybetmeden anlamazsınız. dünyadaki tüm kadınlar sıraya girse yine mutlu olamayacak bu çocuk.**
oradaki ezik kıza pek acıdım. para uğruna böyle bir muameleyi kendi onuruna nasıl yakıştırıyor? ortamlarda "beni sabancı ekti" diye hava mı atıyorlar acaba? bu kafayı sanırım hiç anlamayacağım.
kız birinin sevgilisiymiş. ınsanlar telefonunu bir yerde unutsa krize giriyor. sevgilisini götürdüğü yerde unutan adamdan hayır gelmez kızım. kaç kurtar kendini. -
bir çocuğun hayatını kurtarmak
bizim " isterim ama..." diyerek şımarıkça bir tembellikle es gectiğimiz şeyler aslında birilerinin hayatına mâl olabiliyor.
çocuklar yaşasın. kendi çapımızda gereken özeni gösterlim nolur. -
türk evlerinin aşırı eşya içermesi
bu durumun temel sebebi fakirliktir.
anneler kendi evlerine alamadıklarını kızları için istediler. "ben alamadım kızımda olsun." diyerek damatlara yüklendiler. düğün maliyetleri korkunç meblağlara yükseldi.
aslında marjinal faydasını düşünürsek
tüketim arttıkça bir zaman sonra fayda sıfıra indi ve sonra da azalmaya başladı.
önceki kuşaklar alabildikleri eşyalar için seviniyordu. bulaşıkları elde yıkayan bir kadının bulaşık makinesi ile kurduğu bağ kızınınkinden farklıdır. kızı o makineyi zaten baba evinde kullandı ve cezbedecek bir özelliği kalmadı. artık rengi, programı vs. diyerek farklılık arayışına girdi. bu da doyumsuzluğu beraberinde getirdi. zamanla görgüsüzlüğe, avamlığa normallik süsü verildi. herkes de bunu kabullendi.
yani, insanlar eksiklerini tamamlayayım derken eşyaların esiri oldu.
iki lokma bir hırka diyerek müevazı yaşayan insanlardan "ayhhh evindeki koltuk ile halının köşesindeki çiçek uyumsuz olmuş." çılgınlığına evrildik.
sürekli bir tatminsizlik ve eşyalarla kavga hali mutsuzluk getirdi. çok güzel evlerde çok mutsuz hayatlar sürüyor.
unutmayın platon'un da dedigi gibi:
"onemli olan hayatta çok şeye sahip olmak değil; en az şeye ihtiyaç duymaktır."