corvus corona7
profili

  • survivor 2022 all-star

    sizlere hikmet ve yunus emre kapışmasında kim galip gelir onun simülasyonunu yazayım;
    şimdi hikmet dediğimiz adam 110 kilo 1.95 boylu bi çam yarması ve güreş antrenoru. yunus emre ise 185 boy 80 kilo civarı bi kafes dövüşcüsü. eğer arada siklet farkı olmasa yunus emrenin %30 gibi bir şansı olurdu. aynı sikletlerde bile neden şansı daha düşük? çünkü ne kadar iyi dövüşcü olursanız olun bir güreşciyi kavganın ilk anında darbelerle yere yıkamazsınız. darbeleri vurmak için yaklaştığınızda bi yerinizden mutlaka kapar ( güreşciler bu kapma işine epeyi çalışırlar) kaptıktan sonra da yere indirip kilitlerler, elinizi kolunuzı oynatamaz hale gelirsiniz. ( sokak kavgasında karşınızdaki adamın burnuna ve kulaklarına bakın. burnu kırıksa bir kere düşünün boksördür. kulakları kırıksa iki kere düşünün güreçcidir. )

    dönelim konumuza
    sonuc: kavga başladığı an yunus emrenin hikmete hızlıca dalıp seri vuruşlarına şahit olursunuz. bu darbeler hikmet cüssesindeki bir adamı yıkmaz. hikmet kisa surede yunusu bir yerinden kapar ve kısa sürede hikmetin altında kolu/boynu kırılmasın diye bas bas bağıran bi yunus emre görürsünüz.

    edit; bu entryi hikmetin guresi iyi bildigini varsayarak yazdim. elimizde seviyesini olcecek bir veri yok. yunus emre ise kendi klasmaninda vasat bir dovuscu...

    edit2: ne demek istediğimi anlamayanlar güreş kökenli khabib’in gelmiş geçmiş en iyi kafes döğüşcülerinden mcgregor’a ringde ne yaptığına baksın. khabib ne kadar darbe alırsa alsın bütün müsabakalarında rakibini mutlaka kapar, sarar ve kırış pozisyonuna getirerek pes ettirir. https://youtu.be/jn07h_jl_am

    şimdi fularımı takıp belgeselimi izlemeye kaldığım yerden devam edebilirim :)

  • enes kara

    bugun 14 yasindaki ogluma
    "oglum; her hal ve sartta neyi seçersen veya ne olursan ol senin babanim ve seni karsiliksiz seviyorum. bu hayat senin ve her nasil yasamak istiyorsan oyle yasayabilmen icin destekcinim." dedim. "neden bana durup dururken bunlari soyluyorsun baba" dedi. "bil istedim" diye gecistirdim.

    bil ki sebebi sensin enes. giderken bıraktığın o mesaj kimbilir nice çocuğun hayatını değiştirecek. rabbim rahmeti ile muamele etsin.

  • 35 bin tl ile yapılabilecek en iyi şey

    20.000 liraya motosiklet al (peugeot django, şekilli de bi motordur)
    3.250 liraya koruma ekipmanlarını al (kalitesiz mali sifira alacagina kaliteli mali ikinci el al. kafani kullan)
    1.500 liraya a2 ehliyet al
    1.750 liraya kapalı alanda özel sürüş eğitimi al (honda'nın gebze'de verdiği eğitim iyidir)
    1.500 liraya çadır-kamp ve outdoor ekipmanı al (unutma ikinci el kaliteli malzeme)
    5.000 liraya akdeniz - ege ve güney marmara rotasında 1 ay sürecek çeyrek türkiye turu yap
    2.000 lira ihtiyat akcesi olarak yanında dursun ne olur ne olmaz.

    bu seyahatin sana motosiklet gibi özgürlükle iç içe olan harika bir aracla ulaşım alışkanlığı ve o tarza ilişkin bir kültür kazandıracak.
    bu seyahatin outdor şartlarında minimum imkanlarla yaşayıp hayattan büyük bir keyif alabileceğini öğretecek.
    bu seyahatin seni direnç, zorlukla başa çıkma ve kendin olma konularında eğitecek.
    bu seyahatinde bir sürü güzel insan tanıyacaksın.
    bu seyahatin ömrün boyunca unutamayacağın bir anı olacak.
    bu seyahatin yaşam tarzını ve hayata bakışını etkileyecek.
    basit yaşamanın verdiği keyfe dair şaşırtıcı bir tecrübe edinecek ve bu tecrübeni hayatının kalanına yansıtacaksın. eyvallahsızlık alışkanlığın olacak.
    daha sonraki yıllarda bu ekonomik gezi-tatil deneyimini sürdüreceksin. karadeniz ve iç anadolu turlarını balkan ve avrupa turları takip edecek. böylece dünyalı olma kültürü edinecek ve dünya vatandaşı olacaksın. yabanci dilin gelisecek.

    seyahate çıkmadan önce uzun expedisyon yapanların blog ve videolarını takip et. nerde neye dikkat etmen gerekir, güvenlik kuralları nedir, kamp atma kurallari nedir, hava şartları vs göre yanında bulunması gereken ekipmanlara dair biiiiir ton altin kiymetinde bilgi edinirsin. (ben oyle yapmayip agustos sicagi diye mal gibi yazlik montla yunan yoluna gece yarisi cikip alexandropoli'ye varmadan kollarimin titremesinden motoru suremez oldum. gece vakti 100km hiza cikip saatlerce rüzgar yiyince mevsim senin icin artik kış oluyormuş onu kendim deneyimleyerek öğrendim :)

    ve dikkat et. ileri sürüş eğitimi almadan motorsiklete binme. korumasız motorsiklete binme. motorsiklete bindiğinde artık görünmez olduğunu kimsenin seni taşıttan saymayacağını bil: hayalet sürüş kuralını ilke edin. hız yok, riske girmek yok, makas yok. diğer sürücülerin sana göre hareket etmesini beklemek yok. bol bol eğitim videosu izle. bu kurallara uyarsan motosiklet keyiflidir. bir taşıta binmekten korkmana gerek yok olacak olan olur. kaderde motosikletle ölmek varsa sen motosiklete binmezsin ama motosiklet gelir sana hiç ummadığın bir an ve yerde biner.

    hadi sana iyi tatiller.

    not: kumar oynamaya devam edersen bir gün herseyini kaybedersin.

  • yazarların ekşi sözlük'te yazma amacı

    6. ve 9. nesil olarak 2 ayri donemi kapsayan 18 yillik bir iliski bizimki... (henuz buralar dutlukken baslayan.) cogunuz buralarin eski halini bilmez. edebiyat dergilerinde, kose yazilarinda, ansiklopedilerde, kitapcilarin yeni cikanlar koselerinde bulamayacaginiz turden kaliteli yazilar ve afili yazarlar vardi. (nesli tukenmekte olsa da hala var.) ki o donemlerin sozlugu tum yazarlar olarak hepimizin icinde olmaktan gurur duydugu bir yerdi.

    bir ulkeye gitmeden once ilk buraya baktim. merak ettigim kisilerin yasam detaylarini buralardan okudum. arastirma yaptigim konularda: onlarca ayri kaynaktan binlerce sayfa kitap okuyarak edinebilecegim bilgileri kiymetli yazarlar sayesinde burada cok kisa bir surede kolayca edindim. birini sevdim; sevmek bir neymis ilk buraya baktim. cigerimde pnömotarax tespit etti doktor; eve donup basima gelecekleri buradan okudum. terkedildim, teselliyi burada aradim. yeniden kavustum; sevimcini ilk buraya kaydettim...

    degerinin; gunluk tiklanma sayilari ve sayfa basi goruntuleme rakamlariyla belirlendiginden beri sozluk de epeyi bozdu. oyle basliklar ve yazarlar goruyorum ki, artik icinde olmaktan utanc duydugum bir yere donusuyor giderek. olsun. zamanla kendini bozmayan ne var ki zaten?

    benim icin bu haliyle sozluk: bazilarinin nasil alcaklasabilecegini gordugum, bazilarinin ruh yuksekligine gipta ettigim, gundem hakkinda fikirler edindigim, kalemi kuvvetli yazarlari takip ettigim, survivor basligini okurken eglendigim, anlamini sadece bizlerin bildigin”habire gotten zarto” gibi basliklarda katila katila guldugum, cokca ogrendigim, elimden geldigince de fikrimi nesretmeye calistigim bir yer.

    yazma sebebime gelince: belki bir arkadasim bir cumlemden etkilenir, ruhunda ipince bir yere dokunurum, belki bunalmisligina bir soluk olur, karanligina bir mum yakarim. sayemde bir tebessum belirir yuzunde

    “diye.”

  • kanal istanbul

    rant, vurgun ve soygun kanalin siyasetle ic ice gecmis tartismali ekonomik boyutu. isin daha onemli
    ekolojik boyutu var ki kanal istanbul projesinin yol acacagi ekolojik zararin telafisi asla mumkun degil. 70 milyar harcayip acilan o kanal 170 milyar harcanip kapatilsa bile geri donusu olmayan bir “felaket” soz konusu...

    buyrun bilimsel gerekce;
    bundan altı yıl önce yeşil düşünce derneği’nin düzenlediği çılgın projeler konferansı’nda hacettepe üniversitesi’nden deniz bilimci prof. dr. cemal saydam çok etkili bir sunumla kanal istanbul’un neden ve nasıl bir ekolojik felakete sebep olacağını açıkca anlatmıştı. konferansta yapılan sunumlar daha sonra tarafından kitaplaştırıldı.

    konu tekrar gündemdeyken cemal saydam’ın 2013 yılında yaptığı konuşmayı tekrar hatırlayalım
    (kaynak yesilgazete.org)

    “her fırsatta yazdığım gibi, eğer bir inat uğruna bu kanal projesi gerçekleşir ise bu işin bir daha geri dönüşü de olmaz. hata yaptık kapatalım deseniz dahi olmaz. sistem bir kez anoksik (oksijensiz) koşullara döndü mü geri dönüşü sonsuza kadar olmaz ve bu yöneticilerimiz tarihe denizlerin ekolojisini değiştiren ama ülkemiz de uluslararası bir felakete yol açan ülke olarak geçer.”

    kanal istanbul ile ilgili olarak bir görüş ortaya koyabilmeniz için akdeniz, karadeniz ve marmara denizi hakkında detaylı bilgi sahibi olmanız gerekmektedir. aksi halde böyle bir fikir cazip gelebilir ve de dünyadaki diğer örneklere bakarak neden bizde de olmasın yaklaşımını öne sürebilirsiniz.

    yokuş yukarı karadeniz

    sonuçları beğenirsiniz veya beğenmezsiniz ama denizleri konuşturmak benim işim. diyelim ki istanbul boğazı‘nda bir yere oturdunuz ve boğaz’ın o eşsiz manzarasını seyrediyorsunuz. dikkatli bakarsanız gözlerinizin önünde akan devasa bir nehir oluğunu fark edersiniz. gözünüzün önünden de bir iki gemi geçmiş ise bir tarafa giden gemilerin daha yavaş, diğer yana gidenlerin de neredeyse koştuğunu fark edebilirsiniz. normal koşullarda marmara’dan gelip karadeniz’e giden bir gemi 30 km uzunluğundaki boğaz boyunca en az 30 cm yokuş çıkmak zorunda kalır. nedeni de basit: karadeniz, marmara’ya göre ortalama en az 30 cm yüksektir. eğer poyraz varsa ve de aylardan haziran ya da temmuz ise bu yükseklik çok daha fazla olur; 70-80 hatta 1 metreye kadar çıkabilir. hatta yol boyunca tuzluk da azalır suyun kaldırma kuvveti azalır ve gemi suya daha da batar, motorlar daha da zorlanır. iyi de neden acaba? işte türk boğazlar sistemini dünyadaki diğer kanallardan ayıran ve de yerkürede sadece ama sadece bize has olan bu özelliğinin nedeni karadeniz’e giren tatlı suların fazla olmasından kaynaklanmaktadır. karadenizdeki tatlı su girdisinin ana kaynağı da tuna, dnyeper, dnyester ve don nehirleridir.

    ‘doğal arıtma sistemi’

    marmara denizi etrafındaki onca yapılaşmaya kirlenmeye karşı bunca zaman direnmesini, direnebilmesini yine belki dünyada sadece bu denizimize has su bütçesi ile direnmiş görünüyor.

    iki tabakalı bir yapıya sahip olan marmara denizimizin ilk 25 metresi karadeniz suyu ile doludur ve bu su marmara’nın toplam 3378 km3 hacminin sadece 230 km3 kesimini kaplar.

    geri kalan 3148 km3 yoğun akdeniz suyu ile doludur. yani marmara denizi’nin sadece %7 lik bir kesimi etrafındaki yerleşim yerlerinin atıkları ile boğuşmak durumunda idi. yapılan çalışmalar ile neredeyse %95 doğruluk oranı ile marmara denizi’nin su bütçesi çıkarılmış ve karadeniz’den gelen suyun marmara denizi üst tabakasını üç ayda bir değiştirebildiği; akdeniz’den gelen suyun ise marmara denizinin %93’nü oluşturan alt tabakayı yedi senede bir değiştirebildiğini göstermiştir.

    işte bu nedenle marmara denizi üst tabakası yakın zamana kadar hiçbir arıtıma tabi tutulmadan yüzeye verilen kirliliğin geri dönüşümü olmayan kötü etkilerinden kendini kurtarabilmişti. artık istanbul metropolünün atık suları arıtılmakta ve arıtılmış sular marmara denizi’nin alt tabakasına verilerek boğazlar aracılığı ile karadeniz dip sularına taşınmaktadır.

    marmara denizi 12000 sene önce bir tatlı su gölü idi. keza aynı şekilde karadeniz de o dönemlerde göldü. akdeniz ise her zaman olduğu gibi yoğun tuzlu bir deniz idi. iklimsel değişimlerden dolayı yükselen karadeniz göl suları önce boğazlar aracılığı ile marmara’ya daha sonra da akdeniz’e ulaşınca tuz dengesinin sağlanması amacı ile de akdeniz yoğun suları alt taraftan karadeniz’e kadar ulaşmıştır. bu son hali, son 3000 seneden beri oluşmuş olan hassas bir dengedir. işte bu nedenlerden dolayı akdeniz ve karadeniz’in yapısal özelliklerini bilmek marmara denizinin anlaşılmasında çok önemlidir.

    akdeniz ile karadeniz’in farkı

    akdeniz dikey karışımın çok olduğu ve bu nedenle de atmosferik oksijenin en diplere kadar taşınabildiği; binde 38,8 tuzluluğa sahip 15 ila 30 derece arasında sıcaklıklarda değişim gösteren bir denizdir. güney tarafındaki çöl misali de içerisinde hiçbir şey barındıramadığı için denizin çölü olarak tabir edilen bir haldedir. bu hali elbette güney sahillerimizdeki turizm sektörü için hayati öneme haizdir ancak balık açısından da belirli nehir önlerinin haricinde neredeyse ekonomik balıkçılığın olmadığı olamayacağı bir denizimizdir.

    öte yandan karadeniz ise dikey karışımın olmadığı; belirli yoğunluk tabakalarının hem balık yaşamını hem de anoksik alt tabakayı belirlediği; dünya denizleri içerisinde sadece kendine has pek çok özelliği barındıran bir denizimizdir.

    doğal olarak denizlerin oksijen kaynağı atmosferdir ancak bu marmara denizi’nde sadece ilk 25 metre için geçerli bir durumdur. tabakalaşma nedeni ile atmosferik oksijen alt tabakaya geçemez; bu nedenle marmara denizine oksijen sağlayan sular sadece çanakkale boğazı’nın altından gelen sulardır. buradan giren sular da ancak çanakkale boğazı marmara birleşmesine kadar etkili olabilmekte ve marmara içerisine girince hemen balık yaşamını destekleme sınırının çok altında seviyelere inmektedir.

    dolayısı ile marmara denizinin alt tabakasındaki oksijen eksikliğinin nedenlerini anlamak marmara denizinin dinamikleri ve kanal istanbul’un olası etkilerini incelemek açısından çok önemlidir.

    marmara denizi oluşumu öncesinde en derin yeri 1400 metre olan kapalı bir göl havzası idi ve bu nedenle dip kesimlerde organik madde birikimi ve doğal bozunma sonucu oksijen tükenme noktasına gelmiştir. deniz koşullarının oluşumu sonrasında ise ekoloji tamamen değişmiş ve son 3000 seneden bu yana da marmara denizi’nin alt tabakası balık yaşamını desteklemekten çok aşağıdaki seviyelerde ve de özellikle istanbul tarafında oksijensizlik sınırına yaklaşan seviyelere inmiştir.

    bütün sistem birbirine bağlı

    oksijenin istanbul tarafında tükenme noktasına gelme nedeni de istanbul şehri ile değil; boğaz çıkışında mevcut olan “jet akımı”na bağlıdır. bu jet akışının nedeni de istanbul boğazı’ndaki su dinamikleri ile belirlenmektedir. görüleceği gibi sistem birbiri ile ilintili, her birinin ardında bambaşka nedenler ve özellikler olan karmaşık bir yapıdadır. bu jet akımının nedeni ise boğaz’aa 60-70 metre kalınlığında giren karadeniz suyunun boğaz boyunca hisarlar önünde ve salacak önlerindeki iki hidrolik kontrol noktasından geçmesi ve marmara denizine 15 metre kalınlığında girmesine dayanmaktadır. bu akımın tam tersi yönde olan ve marmara’nın altından gelen yoğun akdeniz suyu ise 30-40 metre kalınlıkta başladığı boğaz serüvenini sadece en altta birkaç metre kalınlıkta tamamlamakta ve karadeniz’in dip suyuna doğru akmaktadır.

    bu jet akımı, marmara’nın bugünkü oksijen fakirliğinin ana unsurudur. buna detaylı girmeden önce bu jet akımının uydulardan nasıl izlendiğine bir bakalım.

    istanbul boğazı’ndan marmara denizi’ne çıkan su, hayırsız ada‘ya çarpınca nasıl ikiye ayrılmış. sanki bir gemi suyu yarıyor gibi. bu olay marmara için çok ama çok önemli. bu su, marmara’ya doğru sanki bir hortumun ucunu sıkmışçasına hızla çıkarken çok önemli bir olaya neden oluyor ve marmara’nın tuzlu alt tabakasından önemli ölçeklerde suyu emiyor ve yüzeye taşıyor.

    kapalı döngü

    bu su çıkışını takiben marmara denizi’nin alt tabakasında bulunan ve başka türlü yüzey suyuna karışma olanağı olmayan ve en önemlisi de besin tuzları açısından çok ama çok zengin olan alt tabaka suyu, yüzey suyu ile karıştırmaktadır. işte bu karışım sonrasında da yüzey suyunda organik madde çoğalması izlenmektedir. karadeniz suyunun marmara denizinde yarattığı en önemli olay bu “jet” çıkışı sonrası oluşan organik yüktür. yüzeyde balıklar için besin kaynağı oluşturan ve marmara’nın balık açısından zenginliğinin nedeni olan bu akım, daha sonra oluşan maddelerin dibe çökmesi ile alt suya oksijen yükü bindirmektedir. marmara denizi’nin orta ve batı kesiminde oluşan bu yük, dip suya batışını takiben de akdeniz’den gelen ve çanakkale boğazı’nın altından geçerek marmara’nın dip çukurunu dolduran su ile birlikte bu sefer karadeniz’e doğru yaklaşmaktadır. yani kapalı bir döngü oluşmakta ve organik maddelerin parçalanması sonrası tükenen oksijen doğal olarak marmara’nın kuzeydoğusunda yoğunlaşmaktadır. marmara denizi yüzeyinde oluşan organik madde oluşumlarını bu uydu resminden de görmek izlemek mümkündür.

    uydu verisinden de görüleceği gibi boğaz’dan daha koyu renkte çıkan karadeniz suyu zaman içerisinde marmara’daki daha yeşil renkle karışmaktadır. burada renklerin daha yeşil olması daha yoğun alg patlaması anlamına gelmektedir. bu yoğun alg patlamaları marmara denizi’nin kısıtlı oksijen girdisi nedeni ile istanbul önlerinde oksijeni sıfırlama noktasına kadar getirmiştir.

    kanal istanbul panama’ya süveyş’e benzemez

    işte bu nedenlerden dolayı kanal istanbul’u bir panama kanalı’na bir süveyş’e benzetmek denizlerimizin özelliklerini hiç ama hiç bilmeyen anlamayan kişilerin öne süreceği bir şekilsel benzetmeden öteye gidemez.

    sistemin çalışma prensipleri ile ilgili olarak bu gerçekleri sıraladıktan sonra şimdi gelelim olası bir “kanal istanbul”lu senaryoya. her nerede yapılırsa yapılsın, diyelim ki açıldı ve karadeniz suyu bu insan yapımı ve aslı hakkında hiçbir şey bilmediğimiz için basındaki hurafelere göre dibi dümdüz ve 25 metre derinlikteki ikinci kanaldan marmara’ya doğru hızla akmaya başladı. akmaya başladı diyorum çünki bu kanal açılsa da açılmasa da karadeniz ile marmara arasındaki su seviye farkı aynı kalacaktır. yani dzkk seyir hidrografi dairesi tarafından yapılan ölçümlere göre olan su seviye farkından dolayı bu ikinci kanalda da su bu sefer boğazdaki derinliklere tümseklere çarpmadan olduğu gibi marmara’ya akacaktır. karadeniz ve marmara arasında belirli bir zaman döneminde dahi 65 ila 15 cm arasında değişen yükseklik farkı nedeni ile kanaldan geçecek olan su tuzluluğu hiç değişmeden aynı boğaz çıkışı gibi marmara’nın kuzeyinde bir yerde jet akımı ile marmara’nın üst suyu ile buluşacak; ama bu sefer hem bol besinli üst tabakadan ve belki de yoğun tuzlu alt sudan da su kapacak ve sistemin alışık olmadığı yeni bir yem fabrikasının çalışmasına neden olacaktır. bu seviye değişimleri kanalı panama benzeri kapaklar ile idare ederiz şeklinde düşünenlerin bir kez daha düşünmesi için elzem olan değişimlerdir.

    planlanan kanal, basındaki haberlere göre istanbul ile tekirdağ arasında bir yerden marmara’nın üst suyuna taşıyacaktır. işte bu yeni fabrikanın üreteceği organik yük, ilk önce marmara’da yaratacağı ikinci organik yük nedeni ile balık üretimine belki de katkıda bulunacaktır. ama zaman içerisinde meydana gelen organik yük, sonuç olarak alt tabakaya geçecek ve yine oksijen tüketerek parçalanma sürecine katılacaktır. işte bu olay zaten sınırda olan alt tabakadaki oksijen seviyesi üzerine ek bir yük olarak binecek ve oksijen bakımından sınırda olan alt su eninde sonunda ama mutlaka bir şekilde oksijensiz kalacaktır.

    hidrojen sülfür tehlikesi

    tüm dert de bu aşamadan sonra başlamaktadır. sistem bir kere oksijensiz kaldı mı bu sudaki kimyasal dengeler tamamen değişecektir. oksijensiz ortamda alt suyun besini daha da bol hale gelecek ve her iki fabrika daha çok organik madde üretmeye başlayacaktır. bu da üst tabaka için daha fazla organik madde üretimi anlamına gelse de alt tabaka için ilave oksijen yükü demek olacak ve alt taraftaki kimyasal yapı çok daha kötüleşecektir. bir başka olumsuz etki de oksijensiz suyun denizin dibine temas ettiği yerde bu sefer çok daha değişik koşullar oluşacak ve 25 metredeki tabakalaşma sınırında çok ince mangan oksit parçacıkları ile dolmaya başlayacaktır. bu, zamanla tüm marmara’yı kaplayacak ve 25 metrenin altına zaten zor ulaşan güneş ışığı artık hiç geçemez olacaktır. bu senaryolar birleşince alt sudaki hidrojen sülfür konsantrasyonu kısa zamanda hızla artacak ve her lodos sürecinde alt suyun üst su ile karışması ile atmosfere de çıkacaktır. lodos rüzgarları güneybatılı olduğu için bu hidrojen sülfür kokusu istanbul’a doğru taşınacak ve tüm şehir zamanla artan bu kötü koku ile kaplanacaktır. zamanında haliç’teki veya izmir körfezi‘ndeki koku misali… oksijensiz alt tabakadaki suyun eninde sonunda izmit körfezi’ne dolması ile körfez’de deniz dibinde ve su tabakasındaki deniz yaşamı kesinlikle sona erecektir. sadece lodos değil bu sefer doğudan esen her rüzgar ile ilk etapta körfez’in tamamı çürük yumurta kokusu ile dolacaktır.

    bu işin ilk aşaması, eğer sistem anoksik koşullara dönüşür ise hidrojen sülfürlü bu su istanbul boğazı’nın altından karadeniz’e doğru giderken salacak’ta veya hisarlar önünde yine üst su ile karışacak bu sefer de karadeniz suyunun kimyasal yapısını etkilemeye başlayacak ve boğaz çıkışındaki suyun yapısal özellikleri de değişecektir. mesela hisarlar önlerinde veya kuleli askeri lisesi önlerinde zaman zaman dipten kaynayan sular veya girdaplar şeklinde beliren değişimler bu sefer alt tabakadaki hidrojen sülfürlü yani çürük yumurta kokusunu da beraberinde taşıyacak ve boğaz yaşanmaz hale gelecektir. ama buradan çıkan su sadece koku taşımayacak bol da besinli olacak ve bu da yine organik yükün artması anlamına gelecek ve marmara’nın altı sürekli olarak şok üstüne şok dalgaları ile bombalanacak; ama sonuç olarak her lodos ile daha da artan kesafette ama aynı nefasette olmayan hidrojen sülfür (çürük yumurta) kokulu hava istanbul’u kaplayacaktır. zaman içerisinde istabul’un kanalizasyon deşarj projesi de bu anoksik sudan etkilenecektir. boğaz boyunca üst su ile karışım noktalarında da suyun kalitesi bozulmaya başlayacak ve marmara’nın üst suyunun da kalitesi hızla bozulacaktır.balık yaşamı ne olur derseniz boğaz balıkların göç alanı olmaktan çıkacak ve geride kalanlar ya karadeniz’de ya da akdeniz’de yerleşecek ve bir daha asla marmara’ya girmeyeceklerdir.bu da göç etme alışkanlığına sahip türlerin yepyeni davranışlar geliştirmesine neden olacaktır.

    bütün senaryolarda sonuç: felaket

    bunlar benim uzmanlık alanlarım ile ilgili bildiklerimin üzerine geliştirebildiğim senaryolar. bu işe beraber emek sarfettiğim diğer kişiler ile de görüşünce hep aynı olguya ulaşıyoruz: felaket. tam uzmanlık alanım değil ama dahası da var. kanal istanbul’u yaptınız ve devasa bir ada oluşturdunuz. bu adanın yeraltı sularını besleyen ıstranca (yıldız) dağları’ndan gelen tatlı suyun önünü de, açtığınız 25 metre derinliğindeki kanal ile kestiniz. yeraltındaki doğal su depoları (akiferler) tatlı su doldurmayınca, bu sefer zamanla bu yeni adadaki tüm yeraltı tatlı su kaynakları deniz suyu ile dolacaktır. yani bu ada zaman içerisinde kuyularından sadece deniz suyu çıkan bir ada haline gelecektir.yani bu adada yaşayacak kişilere sonsuza kadar su taşımak zorunda kalacaksınız. burada oluşan yağmur suyu ve kanalizasyon atıkları da ayrı bir tablo elbette. kanala verirseniz marmara’ya gidecek ve orada etki yapacak. kanalın alt akıntısı da olmayacağı için çare tüm kanalizasyonu toplamak ve karadeniz’e vermek; hem de devasa borular ile. nedeni, burada oluşacak ve orta boylu bir devlet sayısına ulaşacak insan sayısı. onca masraf ile bu kanalizasyon suyunu tam arıtımdan geçirseniz dahi boşaltacağınız yer yine karadeniz. diyelim 50-60 metre derinliğine verdiniz, iyi de bu su az sonra istanbul boğazına girecek. yani yeni ada eski boğaz’ın katili olmaya namzet. bol besinli su karadeniz’in zaten bol besinli suyu ile birlikte boğaz’a girerse, zaten besinden dolayı şok üstüne şok yaşayan marmara, bunların altından kalkamaz.

    konunun bir başka boyutu daha var elbette. benim bildiklerimi ukraynalı ve rus bilim adamları da biliyor. böyle bir projenin uzun zaman sürecinde kendileri için ne anlama geldiğinin elbette farkındalar. neden ses çıkartmıyorlar acaba? nasılsa olmaz diyecekler ama boşa harcanacak her para bizim zarar ama onların da kar hanesine yazılacak.

    vatanımı seven ve doğru işler yapılmasını isteyen bir bilim adamıyım. işim de deniz bilimleri yani kendi işimi yapıyorum ve de uyarıyorum: bu bir daha asla geri dönüşü olmayacak projeyi lütfen unutun diyorum. her fırsatta yazdığım gibi, eğer bir inat uğruna bu kanal projesi gerçekleşir ise bu işin bir daha geri dönüşü de olmaz. hata yaptık kapatalım deseniz dahi olmaz. sistem bir kez anoksik koşullara döndü mü geri dönüşü sonsuza kadar olmaz ve bu yöneticilerimiz tarihe denizlerin ekolojisini değiştiren; ama ülkemiz de uluslararası bir felakete yol açan ülke olarak geçer.

  • ahmet kaya

    o zamanlar bir televizyon kanalinda calisiyordum. muzik programlarina bir cok unlu isim gelirdi. kuliste istedigim unluyle tanisma sohbet etme imkanim vardi. kimler geldi gecti ama ben hic kimseyle tanisma sohbet etme istegi duymadim. hickimse icin studyonun bulundugu kata inmedim. 2 kisi haric; biri muslum gurses digeri ahmet kaya... kendisiyle ilk o televizyon kanalinin kulisinde tanistim. gorusmemiz o gunden sonra da devam etti...

    uzun sohbetlerimiz oldu... cihangirdeki o zamanlar adi “gak” produksiyon olan (vefatindan sonra “gam” oldu) ofisine cok gittim geldim.

    kargalari cok severdi, uzun uzun anlatmisti bir seferinde. “karga akillidir ama en ozemli ozelligi basinin caresine bakar, ozgurdur kimseye minnet etmez. bu yuzden de evcillestirilemez” sirketinin adini kargalari sevdigi icin gak koymustu.

    kendi sirketimin amlemini onun anisina karga yaptim. sozluk nick’im onun anisina “corvus corona”dir.

    cok yufka yurekli cok merhametliydi. bi yoksul haber okur gozleri dolardi.

    gercekten cok ama cok inanilmaz neseli, esprili, eglenceli ve komik bir adamdi (ki en cok bu yonunu severdim) onun oldugu yerde hic sıkılmazdınız.

    ve bu memleketi, bu memleketin butun insanlarini irk, dil, din gozetmeksizin cok ama cok severdi. asla ama asla bir vatan haini degildi. bu ulkenin linc kulturuyle yetismis kalles ve pust insanlari onu gurbette bolucu unsurlarin kucagina itti. apoya sarki soylemismis, pkk’yi ovmusmus gecin bunlari... uc ay icinde adamin felegini sasirttilar... ben onun vatanseverligini burada ovmeye gerek bile duymam.

    gulten abla, guc bela yalvar yakar pariste tutuyordu... yoksa ona kalsa bu ulkenin hapishaneleri bile parisin sarayindan iyiydi. (oyle bir cendereydi ki gelseydi gercekten icerde öldürülürdü. gulten abla her seferinde; “nolur biraz durulsun ortalik, nolur biraz daha dayan, cocugunu babasiz koyma” diyerek durduruyordu.

    gurbete, vefasizliga, uc bes ayda silinmeye, hakaretlere, vatan hainligi damgalarina dayanamadi kalbi... cocugu babasiz kaldi.

    ona bunu yasatan linc leskeri sirtlanlara ve bugun burada ona hakaretler yazarak hala o kulturu devam ettirmeye calisan artiklarina yaziklar olsun...

    sen rahmetle uyu agabey. bak seni silmeye calisanlar silindi gitti ama senin öldüğün gün dogan bebeler bugun turkulerini ezbere soyluyor...

    “ozanlara ölüm yoktur” cunku.

    beni en etkileyen en sevdigim ve her dinledigimde beni baska bir aleme sokan sarkisi; “karanlikta”
    bu sarkiyi ne zaman dinlesem; gece oluyor, gokte parlak bir ay ve disarda kar yagiyor... ben ufak ve sicak bir kulubedeyim, odun yaniyor, alevin golgeleri odanin duvarlarina vuruyor. ince dal citirtilarini ve kar yagisinin ipince sessizligini duyuyorum. butun insanlardan cok uzakta ve bir basimayim. kalakalmisim oyle bicak kesmez bir huzun. bu sarki basliyor ve sol omzuma soguktan usumus bir karga, yuregimin sol yanina tuhaf bir umutla birlikte gelip konuyor. yalnizligimmis korkusuzlugum, anliyorum. anliyorum yâr uykuda ben yine penceremde...

    karanlikta;
    https://youtu.be/afnmh2lzk7u

    edit: ozelden cok mesaj geliyor; vatan haini degilse “kürdüz ölene kadar” sarkisini niye soyledi? buradan yazayim toplu cevap olsun.

    ofkenin hircinligidir bu, dogru degil ama anlasilabilir.
    40 yil turkce konusmus, turkce dusunmus, turkce uretmis, turkce sarki soylemis, kurtce bie bilmeyen kürt asilli bir adam gunun birinde bir tek kurtce sarki soyleyecegim dedigi icin koca bir ulke adami itin gotune sokmussa... kose yazilarinda “sunnetsiz pezevenk, fahise, vatan haini yazilari girla gitmisse... ulkenin 1 numarali gazetesinde butun kisilik haklari ayaklar altina alinarak 8 sutuna manset; “vay serefsiz” basliklari atilmissa... albumleri sokaklarda parcalanmis, sarkilarinin calinmasi medyalarda yasaklanmissa... kiz cocugu okula gidemez eşi sokaga cikamaz hale getirilip kendisi ulkeden gitmek zorunda birakilmissa. bunlarin hepsi uc ay icinde yapilmis, uc ay icinde bir adamin omru yok edilmisse... karsiliginda da bir kac ciliz ses haric hic kimseden en kucuk bir insaf sesi yukselmemisse... kendisine gurbette kucak acan, sahiplenen kürtlere 10.yil marsini mi soyleyecekti bu adam ne soyleyecekti?

    zulmunuz apoyu ozletmis demek...

  • kadınlar tipe mi paraya mı zekaya mı önem verir

    (genelde) kadinlar bir erkekte

    tip var para yok: bakar, sevmez
    tip yok para var: bakmaz, sever
    tip var para var: bakar, sever
    tip var para var zeka var: bakar, sever, terkedilir.
    tip var, para var zeka yok: bakar sever, evlenir.

    (istisnalar tabiki var)

    edit: ha gayret ha. ulan su sozlukte 10 yildir nice afili bilgiler edebi metinler dizdim orali olmadiniz. “en cok favorilenler”e sokacaginiz su entrye bak. rezilsiniz ibneler