anket varmış. alayım bi dal.
eminim çokça yazılmıştır. dobby diyoruz bizim oğlana. hatta yabancılık çekmesin diye de evin odalarına harry potter evlerinden isim verdik. çalışma odası ravenclaw, banyoya myrtle's bath falan dedik.
arada yolunu kaybedince 'nerde bu tatar ramazan' dediğimiz de oluyor tabii. kültür şoku yaşadığı doğrudur.
golgem ve ben5 profili
-
robot süpürge isimleri
-
heyecanımı kaybettim diyen sevgiliye yapılacaklar
eğer ilişkinin ortalama ikinci senesine doğru bu cümleyi kuruyorsa daha önce uzun süreli ilişkisi de yoksa ilişkilerdeki heyecanın bir süre sonra biteceğini bilmediği için ufak çaplı panik yaşamış olabilir. bu durumda sakin olup partnerinize bu durumun gayet normal olduğunu, iyi haberin ise artık ilişkinizin oturduğunu, herkesin birbirini daha iyi tanıdığı için daha güvenli evreye geçtiğinizi söylerseniz rahatlayacaktır (bunun için referans veremeyeceğim ancak şuradan, emre hocanın podcast'lerini dinlerseniz, orada bir bölüm bu konu üzerine yoğunlaşıyordu).
ancak, eğer bu cümleri daha ilişkinin başlarında kuruyorsa ilişkinin zaten misattribution of arousal nedeni ile başlamış olma ihtimali yüksek olabilir.
peki ne menem bir şeydir bu misattribution dediğimiz şey? efendim şöyle ki; bir uyrılma yaşadığımızda (mesela kalbimiz hızlı hızlı attığında, terleyip, nefes alış verişimiz hızlandığında) bunu yanlış duygu durumuna atfetme olayıdır. bunu araştırmak isteyen iki kafadar araştırmacı donald dutton ve arthur aron, kanada'daki 700 metre yüksekliğindeki capilano köprüsünde bir deney yapar. kadın deney yürütücüsü bir grup katılımcıya köprüdeyken numarasını verir ve deney ile ilgili soruları olursa aramalarını rica eder. aynı kadın araştırmacı diğer grup katılımcıya ise sokakta aynı işlemi uygular. sonuçlara göre asma köprü üzerindeki katılımcılar önemli ölçüde bir fark ile kadın araştırmacıyı verilen telefondan arar. donald ve arthur'a göre bunun sebebi asma köprü üzerindeyken katılımcıların yükseklik nedeni ile yaşadığı fiziksel deneyimleri (hızlı kalp atışı vs.) yanlış duygu durumuna atfetmeleridir. yani kişiler yükseklik nedeni ile yaşadığı heyecanı kadını çekici bulmak olarak değerlendirmişlerdir.
konumuza dönecek olursak. tabii ki herkes asma köprüde tanışacak değil ama bazen ilişkinin yasak olması, imkansız olması gibi durumlar da heyecan yarattığı için bu durumu karşıdaki insandan hoşlandığımıza atfedebiliriz diye düşünmekteyim. bu yüzden evliyken başkası ile birlikte olunca çoğu kişi aşık olduğunu zanneder ancak ilişkinin yasak olma durumu ortadan kalkınca tutkunun bir anda yok olduğunu fark eder.
yani demem o ki; duygularınızı doğru tanımlayın, iyi düşünün, iyi tartın sonra katakulliye gelmeyin. -
ekşi itiraf
daha yedi yaşındayken notumu verdiler benim; bu kız okumaz. abim kimsenin yardımı olmadan kendi başına okuma yazmayı öğrenince ben ne yapsam yaranamadım. okuma yazma okulda mı öğrenilir oğlum. bu nasıl bi ezikliktir! *
aslında öyle kötü bi öğrenci de değildim. ödevlerini zamanında yapan, boş zamanlarında kitap okuyan, hep takdir belgesi getiren bi öğrenciydim. ama abisine sınıf atlattırılması düşünülen bi çocuğa göre hep 'eh, idare eder' oldum.
ortaokul bitince ailemin benim hakkımda "okumayacak bu kız, acaba meslek lisesine mi versek? hem meslek sahibi olur hemen." diye konuşulduğunu duymuşluğum bile var. artık nasıl dert ettiysem bu konuşmayı, lisede okul birincisi oldum. bu başarı aileme yetti sanırım. inandırdık onları okuyabileceğime ama bitmiyordu ki sıkıntılarım. okulda kimse okul birincisi olduğuma inanmak istemiyordu. kendi hocalarım bile "bu dönemlik bu, seneye olamazsın" diyordu. bu öğrenciyi ben yetiştirdim demek yerine herkes ayağımı kaydırmaya çalışıyordu. diğer dönem de okul birincisi olunca, sana kolay hoca denk gelmiş diye bir sonraki dönem sınıfımı değiştirip daha zor hocaya verdiler. okulun sıfırcı matematik hocasından bile 100 almam bile yetmedi.
üç sene burslu olarak farklı dersanelere gittim. hepsinde öncelikle kendimi kanıtlamam gerekiyordu. herkesin öylesine girdiği denemelere ben hep stresle giriyordum. henüz türev, integral konularını görmeden sorularını çözmem bekleniyordu. yapamayınca da "heh işte bak ben demiştim" deniyordu.
işin tuhaf yanı şu; bana inanmayan tüm bu insanlarla aynı fikirdeydim. bu sınavdan kesin kötü alırsın, çok zor dediklerinde "bence de, zaten geçen sınavda sorular kolaydı, ondan yüksek aldım" derdim. fen lisesinden bi arkadaşım "biz parabol sorularını kalem kullanmadan çözüyoruz dediğinde, "ben kalem kullanıyorum, üniversite benim neyime" demişliğim var. başarısızlıklarımı kendime, başarılarımı da hep hoca kolay sormuş gibi bahanelerle dış faktörlere bağlıyordum.
türkiye'deki iyi üniversitelerden birine gittim. gidene kadar inanamadım kendime. hatta başarı bursu aldım ama burs mülakatında bile rakiplerimi tanıdıktan sonra "yok ya ben hak etmiyorum bu bursu, onlar alsın" demişliğim var. lisans bitti, yüksek lisansı başlar. başka üniversiteden geldin, hadi kendini kanıtla derler. yine sil baştan başlar her şey. şimdi doktora için iyi bir üniversitedeyim. ama ben bile hala içten içe "ulan bu adamlar beni ne yapsın" diyorum. yurtdışından bir hoca ile mailleşiyorum qualified biri olduğumu söylediklerinde inanamıyorum. ben bile kendime güvenmezken insanlar bana neden güvensin ki?
bu kadar özgüvensiz biri olarak en nefret ettiğim sorulardan biri tabii ki mülakatların vazgeçilmezi olan "neden sizi tercih edelim?" sorusu. ne bileyim oğlum ben. sormayın böyle zor sorular bana. -
1 şubat 2018 çukurambar patlaması
bu tür başlıklarda 'bilmem nereden de duyulan patlama' diye entry'ler girmeseniz de olayın asıl nedenini açıklayan entry'ler arada kaynamasa keşke! ne oldu acaba diye yüreğimiz hopluyor şurada zaten. bir de bilgi içerikli entry bulana kadar dokuz doğuruyoruz!
-
ekşi itiraf
annemin bir ilişkisi var sanırım sözlük. yani emin değilim ama şüphelerim var. telefonunu köşe bucak saklıyor, sürekli mesajlaşıyor, bazen biri aradığında telefonu açmayıp, "neden açmıyorsun, kimmiş" dediğimde "tanımazsın, sonra ararım ben onu" diyor. bazen de köşe bucak samimi konuşmalar yapıyor.
annemle babam ayrılalı seneler oldu, normal bi durum olması gerekiyordu bunun ama henüz normalleştiremedim sanırım.
annemin biriyle ilişkisi olması değil aslında yadırgadığım, annemin birine sevgisini gösterebiliyor olmasını normalleştiremedim sanırım. bizim ailede erkekler kız çocuklarına, kadınlar da erkek çocuklarına düşkündü hep. yani babam bana; annem de abime düşkün olagelmiştir. ama en başında yanlış takımı tutmuşsam demek ki annemle babam ayrıldıktan sonra babam beni de unuttu. on dokuz yıl aklına gelmedim. haliyle tek kalemi de kaybettim. o yüzden öyle pek sevgi ortamında büyüdüğüm söylenemez. sevgiyi tatmamış biri olarak, birini sevsem bile sevdiğimi göstermede başarılı olamadım. çünkü nasıl seveceğimi öğretmediler hiç. şimdi bunca yıl sevgisini esirgemiş ya da göstermemiş annemin birine şirinlik yaptığına, güzel sözler söylediğine şahit oluyorum. insan merak ediyor madem sevmeye yeteneğin vardı benden neden esirgedin ki bunca yıl? şimdi birini seviyor oluşunu nasıl kabulleneceğimi bilmiyorum.
peki hangisi daha kötü ki? annemle ayrıldıktan sonra beni de unutup on dokuz yıl aramayan babam mı? yoksa yanında olmama rağmen bunca yıl sevgisini benden esirgeyen annem mi?