roseamongtheruins5
profili

  • seren serengil

    ‘bütün muhteşem hikayeler iki şekilde başlar; ya bir insan bir yolculuğa çıkar ya da şehre bir yabancı gelir’ demiş tolstoy. ablamızın hikayelerinin boktanlığı hep aynı çöplükte takılması ve bu çöplüğe gelenlerin hep sonradan benzer şekilde suçlanacak bağımlı (kumar, uyuşturucu) tanıdıklar olması. yolculuk yok, şehre gelen yabancı yok, ne mi var;
    1) fonda ‘bim bam bom çok şükür dostlar, artık benim de bir sevgilim var’ çalan ‘mıç mıç dönemi’. bu dönem gözlerin kusur görmediği, röportajlarda, sosyal medya gönderilerinde ‘sapı övme, yüceltme’, nişan-nikah aşamalarının dakika dakika göze sokulduğu dönem olarak yaşanılır. ünlü roma imparatoru vı. vasıfsızus frapanus’a göre hep bir şekilde gündem olmayı becerip bu sayede reklam anlaşmaları bağlayanlar ikili ilişkileri bu kadar dışa dönük yaşamalıyken, meşhur yunan filozofu histrionikus kişikliktis’e göre bu çift olma hali coşkusu daha derin kişilik problemlerinin tezahürüdür. bilemiyoruz tabii ama bebek haberlerinin, yumurtalıkların, uterusun, rahmin, spermin, yapay ya da doğal biraraya gelme hikayelerinin, sonradan fake’di gerçekti iddialarının, kişisel mahremiyet alanlarının halka arzedildiği, türlü türlü cinsel detayın yedi kat elin ağzına sakız edildiği süreçte bu dönem içinde değerlendirilebilir. hatırlatmakta fayda var: yolculuk yok; kıçtaki kıl ağardığında bile hala arkasına sığınılan çocukluk travmalarını başka bir çocuğa yaşatabilmek için terk edilmeyen çöplük var. şehre gelen yabancı yok; mümkünse baba figürüyle aynı zaaflara sahip bir ‘tanıdık’ ağırlama var ki aynı yerden tekrar tekrar kırılma nesiller boyu devam etsin.
    2) fonda ‘arkanı dön ve çık istenmiyorsun artık’ çalan soğuk savaş dönemi var. genelde talihsiz sonlanan hamilelik dönemine denk gelir bu süreç ve ‘zaten alt soydan, kumar ya da uyuşturucu bağımlısı, ailesi ayrımcı yahudi, annesi berdel evliliği yapmış, babişkosu belliş değil, bizi gülbin ayırdı, benim evimde yaşadı, çöp adamdı hayat üfledim, pinokyo’ydu tahtasını ete kemiğe çevirdim, zaten kürttü, kapkaç mafyasındandı, kara para aklıyordu, mahmutpaşa’da sırtında kumaş taşıyordu, gay dedikoduları çıkmıştı, saraydan tebdil-i kıyafet edip çıkaraktan tanışmıştım, çiğ soğan yiyip sıfatıma hohluyordu’.. şeklinde suçlamalar havada uçuşur. bütün muhteşem hikayelerde ana karakteri evirebilmek için toplumsal, fiziksel, sosyal, ailevi çatışmaların yanında iç çatışma yazılır ki ya bir korkusundan, zaafından arınsın ya da karakterindeki bir düğümü açsın. bu ablamız aynaya bakmadığı sürece ne bir yolculuğa çıkar, ne şehrine bir yabancı gelir ne de minor-moderate-major-massive değişiklik sıralamasına uygun hikaye iklimi oluşur.

  • sokak köpekleri sorununun çözümü

    sokağındakilerden başlayıp yemediğini vermek, gelip giderken 'naber lan soysuzlar çetesi?' diye bi başlarını sevmek hal hatır sormak, yanaştırmayana sokulmadan uzağına bi kap su, migros'ta 2 liraya satılan bisküvi kemiklerden koymak, karda telef olmamaları için üç beş çare düşünmek, en kötü ihtimal apartmana doldurup komşu şikayet edince 'ay bunlarda her bulduğu açık kapıdan giriyo' ayağına yatıp komşudan çok zırlamak, düşkünlüklerini gurur yapmak. evet. mahallendeki hayvanlar çöpü oyun için değil açlıktan karıştırıyosa ne eşref-i mahlukatlığın, ne en zeki yaratık olmanın bi önemi yok. dört duvar arasına sıkışmışlığı bi bok sanan bencil bok çuvalının tekisin ve konuşarak iletişim kuramadıkların ölsün istiyorsun. annen de senin gibi düşünseydi ve sen daha konuşmayı sökemeden ipini çekseydi sokak köpeklerinden daha tehlikeli kibirine sövmezdim.

  • dalgıcı kurtarmak için denize atlayan başkan

    nur içinde yatsın babası taci oranın en büyük kırtasiyecisiydi. çoktur parası olmayanlara okullar açılmadan bir gün önce artan kitapları, defterleri verip 'aman çocukları okula yollayın' diye teşvik etmişliği. şimdi ak başkan tabii, devşirdiler.
    daha bunun hastalık olduğu anlaşılmadan evvel, elimde kitapla dükkanına gidip 'taci bu kitapların içindeki harfler zıplıyo, düz duran harfli kitap var mı?' dedim diye tezgahın arkasında yarılmışlığı var. sonra babamla konuşup doktora götürsün diye yönlendirmişti. gözlerim doldu reklamsa bile.

  • sözlükçülerin yaşamak istedikleri şehirler

    şehir değilde heidi'nin dedesiyle isviçre alpleri. odun kırarak, milka kapağındaki mandaları sağarak. heidi'nin dedesine bi torba viagra götürüp oralarıda bozabilirim. heidi'yi ahırda dövüp saçını çekip dışarda 'canım arkadaşım' deyip sarılabilirim. evlerini ateşe verebilirim. bilemedim.

  • bir erkeğin en güzel yeri

    başının eti