ben 25 yaşında bir doktorum.
bu ülkenin düzeninde başarılı sayılmak için yapılabilecek her şeyi yaptım, ilköğretim ve lisede her sene yüksek notlar, başarı belgeleri havada uçuştu.
üniversite sınavında ilk 2000'e girdim. ülkenin iyi sayılan saygın bir tıp fakültesine yerleştim. fakülte hayatım olağanüstü başarılı geçmese de, bir kere bütünleme sınavına girmeden; benim açımdan başarılı bir şekilde mezun oldum.
fakülte bitti; bir büyükşehirin hastanesinin acil servisine doktor olarak atandım. ayda bir günde ortalama 250 hasta baktığım yerde; nöbet çıkışı gidip uzmanlık sınavına çalıştım. bunu da kazandim.
bu arada acilde çalışırken covid de oldum. amcamı covidden kaybettim vs... covidle alakalı hemen her yerde çalıştım. gerçek bir covid savaşçısı olarak görev yaptım, yıllar sonra bu yorumu süreç geçtikten sonra meslek hayatımın daha ilk senesinde böyle bir görevi yaptığım için mutlu olacağım. ama aynı zamanda aşırı derecede yoruldum. nedenine gelirsek:
cerrahi branş istediğim için ürolojiyi tercih ettim. şu an bir çömez asistan olarak hayatıma devam ediyorum. koşullar inanılmaz derecede ağır. üstelik benim bölümüm diğer birçok cerrahi branşa göre daha rahat. örneğin bir genel cerrahi asistanı 36 saat aralıksız çalışırken benim bölümümde gece uyumaya fırsat oluyor. ama evet 36 saat... hatta bazen 48 saat bile oluyor
bu hafta perşembe ve dün nöbetciydim. perşembe covidde, cuma kendi bolumumun servisinde. cuma günü o kadar yoruldum ki, bugün nöbet çıkışı evde akşam 8'e kadar uyudum. tek boş günümü de uyuyarak yemiş oldum.
yarın yine nobetciyim, evet 36 saat daha çalışacağım. eve gittiğimde duş alıp yemek yiyip uyumak dışında çok az vaktim olacak. bu, geçici bir dönem. belki 1-1.5 sene. belki daha az. ama bu koşullarda çalışırken her gün yaşlandığımı hissediyorum. her gün biraz daha yaşam enerjim azalıyor. başkalarına şifa dağıtmak için çalışırken kendi ruh sağlığımı, beden sağlığımı kaybettiğimi hissediyorum. ki 25 yıldır sigara içmeyen, sigara karşıtı olan ben sigaraya başladım. 5 dakika da olsa kafamı dağıtmama yardımcı oluyor. seneye bu işlerden kurtulup rahatlayacagim diye bırakirim diye kendimi avutuyorum.
ben bu kadar çalışırken, işten işe koşarken de elbette sırasını bekleyemeyen, kavga çıkarmaya çalışan hastalarla denk geliyorum. bu daha da yıpratıyor. keşke sıra hemen size gelse, işinizi hemen görsem de ben de boş boş oturabilsem, ama olmuyor. bekletmek zorunda kalıyorum, daha acil işlere öncelik vermem gerekiyor.
böyle işte. özetle, hayattan benden ne beklendiyse yaptim, yapmaya devam ediyorum ancak inanılmaz derecede yalnız ve yıpranmış hissediyorum şimdiden. gün içinde kaç kere oturup aglayasim geliyor artık saymıyorum. aldığım bir aylık maaş ile bir playstation 5 bile alamayacağım bu arada; ama onu sorgulamiyorum bile. şu an is dışında başka bir şey düşünecek hiçbir vaktim yok çünkü.
elbet bir gün bugünler bitecek... ya da ben biteceğim. hadi bakalım.
cp34 profili
-
ekşi itiraf
-
ekşi itiraf
birkaç gün geç kaldım yazmak için ama yine de yazmak istiyorum.
entry'lerime daha önce rastlayan varsa bilir; acil serviste çalışıyorum ekimden beri. mezun olur olmaz acile atanıp mesleğe başladım. şehir değişikliği, arkadaşlardan ayrılık vs derken 6 senedir yaşadığım yerden kopup buraya geldim. bu sırada eylül ayındaki uzmanlık sınavından kötü olmayan ama daha iyisini yapabileceğime inandığım için tercih yapmadığım bir puan aldım.
atandığım yerde sınava çalışmaya devam edecektim. hem acile, hem de sınava çalışabilirim diye düşündüm ki bu pek çok kişiye göre çok zor bir şey. üstelik gittiğim yer de çok yoğundu, bu kadar yoğun olmasını hiç beklemiyordum. zaten türkiye'de hiçbir acilin koşulları pek iyi değilken bizim acilin yoğunluğu ortalama bir yerden çok daha fazlaydı.
bu süreçte beraber sınava hazırlanabilecek arkadaşlar edindim; beraber kütüphanede çalışmaya başladık. beni motive ettiler; normalde nöbet çıkışı doğrudan eve gider tüm gün uyurdum; onlar sayesinde kütüphaneye gidip ders çalıştım. arada kafamı masaya koyup uyudum tabii, o kadar olsun.
arada depresyona girdim, inanılmaz bir yoğunluk vardı çünkü; kaldırmak kolay değildi. ama sağolsun ailem ve yeni edindiğim çevrem de çok destek oldu. yapabileceğime tekrar inandım. şubat'taki sınavı kazanabilirdim.
ocak ayı geldi, hayatımın fiziksel anlamda en yıpratıcı ayıydı. sistemden kontrol ettim, nöbet başına 250 hasta bakmışım. bu yoğunlukta hiç uyumadan kütüphaneye gitmeye devam ettim. kazansam da, kazanamasam da elimden gelenin en iyisini yapmak istiyordum.
şubat'ta ise harika arkadaşlarım sayesinde az nöbet tuttum; ben sınava çalışayım diye onlar fazla nöbet aldı. böyle iyi arkadaşlar sayesinde de son düzlükte iyi çalıştım.
en sonunda, 2 gün önce sınavı kazandığımı, istediğim yere yerleştiğimi öğrendim. başardım!!! pes etmeden çalışmanın karşılığını aldım. :)
merak edenler için, ürolojiyi tercih ettim. birkaç hafta öncesine kadar başka bölümler istiyordum lakin içimdeki cerrahi bölüm isteği en sonunda kendini gösterdi. sonuç olarak çok mutluyum.
bu coronavirüs salgını bitene kadar acilde kalmaya devam edeceğim ancak içim çok rahat artık; geleceğim belli. çalışmam gereken bir sınav yok artık.
koşullar ne olursa olsun emek verdikçe karşılığını alırsınız. umarım sizler de hedeflerinize ulaşırken benim karşılaştığım iyi insanlar gibi insanlarla karşılaşırsınız. kendilerine sonsuz teşekkür ederim.
"durmamak üzere; yürümeye karar verenler asla ve asla yorulmazlar." mustafa kemal atatürk. -
bir doktorun gözünden acil servis
merhabalar, ben bir devlet hastanesinde çalışan 24 yaşında bir doktorum. temmuz'da mezun oldum; birkaç aydır acil serviste çalışıyorum. sadece birkaç ay olmasına rağmen oldukça yıpratıcı olaylar yaşadım ve düzenin bazen ne kadar içinden çıkılamaz hale geldiğini gördüm.
ekşi sözlük'te hemen her gün doktorların linç edildiği başlıklar açılıyor; bunların bazıları haklı yere, bazıları da haksız yere oluyor. bugün ise taze bir doktor olarak ben; hastaları linç etmeden sadece kendimi size anlatmaya çalışacağım.
öncelikle acilin tanımıyla başlayalım: "acil hal; ani gelişen hastalık, kaza, yaralanma ve benzeri durumlarda olayın meydana gelmesini takip eden ilk 24 saat içinde tıbbi müdahale gerektiren durumlar..." diye devam eden bir tanım. (sağlık bakanlığı böyle diyor)
en son pazar günü nöbetçiydim; tek başıma baktığım hasta sayısı 300. peki bu 300 hasta içinden kaç tanesi bu acil tanımına uyuyordu? %10'undan az olduğunu söyleyebilirim. işte problem tam burada başlıyor.
acil servis poliklinik değildir; bunun bilincine varmamız gerekiyor. aylardır bacağım ağrıyor; kan değerlerim düştü mü kontrol ettirmek istiyorum; gebe miyim bunu test ettirmek istiyorum, ilaç yazdırmak istiyorum gibi taleplerin karşılanacağı yer acil servis değildir. ben henüz mesleğinin başlangıcında olan biri olarak emin olun ki herkese yardım etmeyi çok istiyorum; her hasta güleryüzlü ayrılsın, ne iyi doktordu desin arkamdan istiyorum. ancak; 300 kişi baktığım zaman ve bunların birçoğu sadece acili meşgul etmeye geldiği zaman hem diğer hastalara bakamıyorum hem de bu hastalar ile tartışma içine giriyoruz.
ilaç yazdırmak, kan değerlerini kontrol ettirmek gibi işlerin muhatabı aile hekimlerinizdir. onlara giderseniz hem daha iyi ilgilenirler; hem de gerekli tedaviyi düzenlerler. bunu güzel bir dille anlatmaya çalıştığım zaman duymadığım laf kalmıyor. olay sadece bir "ilaç yazıp geçmek" değil. aile hekiminiz sizin hangi hastalıklarınız olduğunu, neden hangi ilaç kullandığınızı bilir ve ona göre ilaçlarınızı düzenler. benim gibi acil doktorları ise günde yüzlerce hasta baktığı için hastalığınızı takip edemeyeceğinden o ilacı yazarsa sizin zararınıza olabileceğini öngöremeyebilir. işte bu yüzden acil serviste ilaç yazılmaz.
bunun dışında hastanın gözünden haklı olduğu bir konuya değineyim. acil olmayan; ancak o an kendisini rahatsız eden bir durumdan dolayı acile başvuran hastalar bu 300 kişinin 200'ünü filan oluşturuyor. örneğin; "günlerdir midem ağrıyor" gibi bir şikayetten bahsedelim. günlerdir midesi ağrıyan birisi acil servise değil; dahiliyeye başvurması gerekir. hastaların birçoğu "hocam, dahiliyeye randevu aldım ancak 3 hafta sonrasına sıra veriyor." gibi bir cümleyle karşımıza geliyor. bu konuda hastaların haksız olmadığını kabul ediyorum; ancak acilde tanı imkanları kısıtlı olduğundan; sadece o anki şikayetinizi giderecek bir tedavi verebileceğimizi, daha sonra mutlaka o şikayetinizin uzmanıyla görüşmeniz gerektiğini unutmayınız. çok fazla hasta ve hastalık var; herkesin uzmanlık alanı farklı. bunun bilincinde olarak acil servise gelmelisiniz.
acilde "yeşil-sarı-kırmızı" alanlar olmak üzere 3 tane alan vardır. hastalar şikayetlerine göre bu 3 alandan birine yönlendirilir. yeşil en az acil, kırmızı en acil olmak üzere. yeşil alan hastaları bu bahsettiğim poliklinik hastaları olduğu için bu hastalara öncelik vermeden, sırayla bakarız. imkanlarımızı sarı ve kırmızı alanlardaki hastalara yönlendiririz. bu yüzden "acile geldim 2 saat bekledim, demek ki ölsem kimse bakmaz" gibi bir şikayette bulunuyorsanız, yeşil alan hastası olduğunuz için o kadar beklediniz. ben de isterim kapıdan girer girmez herkesle ilgilenelim; ama imkanlar bu kadar. ki sadece türkiye'de değil, emin olun dünyanın çoğu yerinde bu böyledir.
geçen nöbetimizde orta yaşlı bir erkek hasta geldi. kendisine öncelik verilmesi gerektiğini, çok kötü olduğunu burasının ne biçim hastane, bizim ne biçim doktorlar olduğumuzdan başladı, ortalığı yıktı. ben de, sırayla baktığımızı ısrarla söyledim. çünkü orası yeşil alandı. bir ton laf yedikten sonra şikayetini sorduğumda "grip olmuşum" lafını duydum. grip olduğu için ortalığı birbirine katan hastalarla muhatap olmak gerçekten motivasyonumuzu düşürüyor.
gelelim son olarak bahsetmek istediğim konuya. "doktor yüzüme bile bakmadı, doğru düzgün konuşmadı, ilaç yazıp gönderdi. özelde olsa böyle olmazdı." kendi nöbetimden yola çıkarak konuşayım; gün başlangıcında güne pozitif ve enerjik başlayıp hastalara "hoşgeldiniz, buyrun ne şikayetiniz vardı" diyerek hitap ediyorum. günün ortalarında yorgunluk başladığı zaman ağzımdan çıkan her kelime beni yormaya başlıyor ve "ne vardı" gibi kaba sayılabilecek bir üsluba dönebiliyorum. ben de her hastaya tek tek hoşgeldiniz demeyi çok istiyorum fakat 24 saat boyunca yüzlerce insanla muhatap olduktan sonra bunu demek imkansızlaşıyor. kelimeyi bırakın harften tasarruf etmeye çalışıyorum. ama bunları yaparken her hastayı yine muayene ediyor; yanlış tanı koymaktan kaçınıyorum. evet özel hastanede olsaydınız size böyle davranmazdım. çünkü özel hastanede bu kadar çok hasta bakmak zorunda olmazdım. durum bundan ibaret. elbette ne zaman olursa olsun kaba ve kötü davranan doktorlar var; ama bu o insanın kişiliğiyle alakalı. doktorluk mesleğiyle ilgili değil.
daha değinecek birçok konu var; ancak zaten yeterince uzun oldu. son olarak şunu söyleyeyim. biz doktorlar kötü insanlar değiliz, sadece çok yoğun koşullarda çalışıyoruz. emin olun en acil olmayan hastayla bile elimizden geldiğince ilgilenmeye çalışıyoruz. siz de bunun farkında olun.
edit: yazdığım giride en ufak hakaret veya saygısızlık yokken bana "gerizekalı, yaratık" gibi sıfatlarla hitap eden birilerini görmek ne acı. normalde cevap vermem ancak sadece şunu söyleyeyim; biz mesai falan yapmıyoruz 24 saat nobet tutuyoruz ve gerçekten 300 hasta bakmak zorunda kalıyorum. o 20-30 hasta bakılan polikliklerle acili karıştırmayınız. hadi diyelim karıştırdınız, bunu insan gibi dile getirmek varken hakaretle söylemek nedendir anlamadım. ben aynısını yapmayacağım.
bir başkası da sen kim oluyorsun da hastayı linç etmek tabirini kullanıyorsun demiş. ben doktorlarin linç edildiği gibi hastaları etmeyeceğim demek istedim sadece, bunda da yanlış bir şey göremiyorum.
kimseye kötü bir ithamda bulunmadığım halde küfürlü hakaretli tepkiler gelmeye başladı, fazla diyecek bir şey yok bunun üzerine. -
20 mart 2016 gs fb maçının ertelenmesi
açık bir şekilde gönderme içeren erteleme.
fenerbahçe'nin 19 şampiyonluğu var, maç saati de 19:00'dan 20:00'a alınıyor. federasyon burada beşiktaş'a "siz ne yaparsanız yapın fenerbahçe bu sene 20. şampiyonluğu alacak" mesajı veriyor. ayrıca maç da 20 mart'ta.
beşiktaş duruma acilen sesini çıkarmalı.