geçtiğimiz aylarda bir gece, saat 11 suları.. canım nasıl sıkılmış.. ne yapsam etsem derken o ceketi gördüm. ne kadar severek aldıysam da pek giyecek fırsat bulamamıştım, o da meğer bu geceyi bekliyormuş.. hemen kalktım, giydim güzelce, aynada baktım kendime, saçlarımı attım geriye, "selam" dedim aynadaki yansımama..
gerizekalı bir mutluluk yayılmıştı bünyeme, ceket de mutluydu belli ki, sıkıca sarmıştı bedenimi. "kilo mu aldım yahu ben" demeye kalmadan kombinimi tamamlamıştım. akşam vakti durup dururken ayakkabısına kadar giyenen bir adam olduğumu farkedip daha fazla garipleşmeden kendimi dışarı atmam gerektiğini farkettim. ben adım attıkça sanki insanlar bana bakıyordu, onlar baktıkça ben daha bir uzuyor, daha bir sempatik oluyor, neredeyse herkese "selam" diyecek bir ruh haline bürünüyordum.. bürünüyordum da nereye gidiyorum hala bilmiyordum. derken bir bakmışım elim havada, sonra yine bir bakmışım saniyesine bir taksi önümde, adeta bir film sahnesi..
önde araba olmadığı için takip ettiremeyeceğimden aklıma ilk gelen cool semti yani cihangir'i söylüyorum.. sonra cihangir'i düşünüyorum, nerede olduğunu hesap etmeye çalışıyorum, taksimetreyi kesiyorum, of nasıl acıkmışım, acayip menemen bir gün, menemen günü, menemen yemeliyim derken taksicinin sorusuna *menemen* diye haykırıyorum. adam normalmiş gibi tekrar sorarak kendi alternatif yolunu öneriyor, olur diyorum ama sanki yollar birer yumurta, binalar biber, boğaz domates, geçiyoruz gidiyoruz derken bir ses beni uyandırıyor.. ağzım güzelim ceketime akmış, saç baş dağılmış, gözlerimi siliyorken "geldik abi 84 tl" diyor bir ses.. "yavv o fiyata menemen olur mu" derken tamam sen 70 ver diyor.. uykuluyken nereleri dolaştırdıysa verip iniyorum şirin mi şirin demek isteyip diyemeyeceğim bir cihangir sokağında.. bahar gecesi mi, puslu bir kış gecesi mi anlayamadığım pis pir soğuğu iliklerime kadar hissediyorum ve daha çok sarılıyorum ceketime, seviyorum arada iyi ki varsıni ısındım sayende diyorum ve koşar adımlarla ışıkları yanan ufak bir cafeye giriyorum..
nasıl girdiysem artık tüm mekan bana bakıyor.. ufacık, tefecik en fazla 8-10 masanın olduğu bir mekana girmiş bulunuyorum.. sahip çift hoşgeldiniz ile karışık nereye oturtacaz bunu şimdi korkusu ile "tt-tek kişi misiniz" şeklinde sual buyuruyorlar.. arkama bakıyorum, ceketimleyim diyemeyeceğime göre, "e-evet" diye kekeliyorum çiftler restoranına.. beni mekanın en arkasında, yapayalnızlar için özel yapılmış artık tozlanan yalnızlar masasına oturtuyorlar.. tek sandalye, masada tek bir gül, ve ilginç köşe bir yer, mekandan hafif ayrık durumda.. umursamadan geçiveriyorum.. sahip çift de tanıdık hani, tiyatro ünlüsü ama ünsüzü de olabilir, belli ki burada tutunmuşlar hayata, ay canım derken siparişimi soruyorlar.. normalde uzunca menü gözatışı ve kararsızlık yaşadığım bu anda menüyü itip, ağzımın kenarında bir gülüç ile sanki içimde bir cüneyt arkın varmış gibi "menemen istiyorum canım" diyiveriyorum kendimden emin.. tiyatrocu kız bir salağa cevap verircesine "burada menemen yok" diyor.. yıkılıyorum, lanet olsun sana entel cihangir cümlesini yutup "çay var mı bari" diyorum.. kız menüyü sert bir şekilde kapayıp üffleyip gidiyor.. anlıyorum ki çay var..
o üşümeden midir yoksa yalnızlığımın bu köhne köşede bana hatırlatılmasından mıdır bilmem çay içtikçe içiyorum.. aslında karnım da aç ama içimdeki cüneyt arkın nayır diyor.. köşedeki yansımamda kendimi görüyorum ve bacaklarımın uyuştuğunu, karnımın ağrıdığını hissediyorum.. çişim gelmiş meğer, panik yapmıyorum. insanlar aşağı yukarı iniyorlar tuvalete. benim köşede arkadamki paravanın yanında kapak görüyorum. kapaklara bayılırım, aşağı okunu da görünce kıza, "buradan tuvalete iniliyor dimi" soruma "hı-hı" şeklinde bir cevap alıyorum.. geldiğimden beri kimsenin umursamadığı bendeniz her zamanki gibi wc öncesi ödememi yapıyor ve dolabın kapağını kaldırıyorum.. kaldırıyorum da bu sefer beyaz bir kapak beni karşılıyor. daha bir meraklanıyorum.. kapakta bir ayak izi var, bu sefer sola çek diyor.. ayağımı basıp sola çekiyorum ve içine ışık hüzmelerinin girdiği bir depo görüyorum..
ceketim, merakım, menemen birbirine destek vererek bacağımı bu ne idüğü belirsiz yere sokmam için tezahurat yapıyorlar. bir bacağım içeride, bir diğeri yukarıda kalınca epey bir derinlik olduğunu keşfediyorum ve kafamla eğilip güvenli olup olmadığına bakıyorum.. bu bakışmada karşımda ağzına yemeğini götürürken kitlenmiş bir cem yılmaz ile karışılaşıyorum, "portakal suyunu çok severim diyor" bir şekilde gömleğime dökülmüş portakal suyunu işaret ederek, içebilirsin abi diyorum gömlekten.. "lan ne gazı var burada, bu neyip kafası" derken mekan sahibi kız ve sevgilisinin sesini duyuyorum.. "aaa orada depo mu varmış".. bu uyandırma servisi ile gerçek bir vaka içerisinde olduğumu farkedip iki bacağımı da boşluğa salarak, pılımı pırtımı toplamış şekilde ardımdan önce ana kapağı, sonradan beyaz kapağı sürüp eğilerek ışığa doğru yürüyorum artık..
bambaşka bir mekandayım.. adeta ben olmuşum alice, mekan olmuş harikalar diyarı, karşımda da gözlüğünü bir bilge edası ile koyup sigarasını söndüren cem yılmaz.. o da benim gibi güzel bir ceket giymiş, kol düğmesine kadar takmış ve benim gibi süslü bir mekanın alt katının en köşesindeki yalnızlar masasında oturuyor.. kendisine yaklaştığımı görünce gel abi otur diyor.. ben zaten sanldayeyi çekmiş bulunduğumdan normal karşılıyorum bu cümleyi. içimdeki yorgunluk, yalnızlık ve hüzün ile bir an arkama bakıyorum. mekanın güzel bir süslemesi olarak kurgulanmış şömine köşesinden bir noel baba edası ile çıktığımı farkediyorum, sonra afiyetle çorbasına devam eden cem yılmaz'a dönüyorum.. nedendir bilinmez "süzme mercimek mi o abi" diyorum.. bu alakasız soruya "çok severim" yanıtını geliyor, ama bu "ezogelin galiba" diyor ve sonra sormadan edemiyor, "ne yapıyorsun".. ben de gayet normal bir şekilde günümü özetliyorum, keyifleniyor epeyce absürtlüğüme.. ben de rahatlıyorum.. "yazılımcıyım" diyorum, ne isterlerse yazıyorum, milyonlar kullanıyor belki de, belki de gülüyorlar, küfrediyorlar yazdıklarıma diyorum.. "benim gibi desene.." diyor..
garson bölüyor sonra.. "misarifiniz geleceğini bilmiyorduk cem bey" diyor telaşla beni işaret edip, nereden geldiğimi de kestiremeyerek.. "ben de" diyor gülümseyerek, "tanrı misafiri" diye ekliyor. garson soruyor, "ne istersiniz".. ben elbette, "menemen" diyorum.. cem yılmaz kahkahası ile o yalnızlık ve hüzününü çokça ardında bıraktığını gösteriyor, garson da hafif bozuntu ile "bizde menemen yok" diyor.. ben nasıl girdiğimi anlayamadığım mekanın entelliğini kestirememenin verdiği üzüntü ile boynumu tam bükerken cem yılmaz kükrüyor! "sizde iki domates, iki biber, dört yumurta yok mu aslanım", iki porsiyon gönder derken ortayı işaret ediyor.. garson koşarak uzaklaşıyor, ben "into the middle" diyiveriyorum, tebessüm ediyor..
güzel ceketmiş diye işaret ediyor ceketime.. her şeyin onun başının altından çıktığını anlatıyorum.. sonra tereyağı kokusu sarıyor ortalığı, mekanın şefi elinde harika ötesi bir bakır kap içinde menemenimizi ikram edip özrünü diliyor, cem yılmaz gülümsüyor.. çayımız ile birlikte ortadan banarak menemenimizi yiyoruz.. bundan güzel skeç olur diyor ha diyor, ben bunda oynarım.. gülümsüyorum, tereyağına da ban diyorum cem abi'ye, oo ayıpsın diyor ve gece akıp gidiyor...
zlipknot8 profili
-
cem yılmaz'ın menemen ısmarlaması
-
16 nisan 2017 türkiye geneli referandum anketi
bilimsel bir anket çalışması nasıl yapılır bilmeyen biri tarafından ortaya atılan fikirdir. doğru örnekleme sahip olan ve sadece 200 katılımcıdan oluşan bir anket bile en doğru sonuçları verebilir, bir milyon kişinin bir ankete katılması çalışmanın güven aralığını düşürecektir, elde doğru verinin oluşması için verinin homojen dağılması gerekir, yoksa sapmalar oldukça yüksek olur, bunları temizleseniz bile yanlış tespitte bulunma olasılığınız artar, kaldı ki internet ortamında yapılan oylamalarda türlü yöntemlerle birden fazla oy verilebilmektedir. bilhassa ekşi sözlük gibi ortak örneklem grubunu baz alan bir anket yapmak, sultanbeyli merkezde bir anket yapmaktan farksızdır, yani ağırlık sadece bir grupta dağılacak ve çalışma bilimsel olarak çöp olarak kabul edilecektir. anlık sonuçların hemen görülebilmesi ise ayrı bir vaka..
-
istanbul atatürk havalimanı'nın kapatılması
2018'de kapanması kesinleşmiş.. sebebi basit: "üçüncü havalimanı para basacak"..
anlamıyorum, anlayamıyorum.. neden istanbul'da üç aktif havalimanı olamıyor, neden yük dağıtılamıyor? her şey rant mı, her şey para mı yahu.. neden biri de çıkıp "aga biz napıyoruz ya" demiyor bu işe..
kapısına kadar metrosu yapılmış, insanlar yıllarca sabrettiler tüm metro hattı buraya bağlansın diye, reklamı yapılmadı mı bunun marmaray'da bile? altyapısı sonunda oturmuş, neden kapatılıyor? tamam anladık yoğun, rahatlatın abicim, neden kökten siliyorsunuz.. yeni havalimanına 2020'den önce metro gelmeyeceği ortada, hop havataş rantı da cepte mi yani nedir? illa biz böyle uygun gördük, böyle olacak tavrı mı olmalı? güzergah ve iniş/kalkışlarda güvenlik riski var diyenler, istanbul koskocaman bir alana sahip ve oldukça uzun bir süreçte seçilmedi mi bu alan, neden buna dikkat edilmedi, binlerce mühendis/analist var devlette yatıp para kazanan, bu insanlar bunu hesaplamadıysa vatandaşın suçu günahı ne?
üçüncü havalimanının daha yolları hazır değil bırak metroyu, insanlar nasıl gidecekler, nasıl gelecekler.. neden böyle zorlaştırılıyor anlamıyorum. denilse ki kademeli olarak 2020'ye kadar üzerindeki yük kaldırılacak, bu süreçte üçüncü havalimanının altyapısı oturtulacak anlarım, ama yok, komple jilet gibi kesilecek deniyor.. ben çözemiyorum. -
gökdeniz karadeniz
adam 36 yaşında, 9 yıldır rusya'da üst düzey top oynuyor, hala daha takımını sırtlıyor, bu sezon 22 maçta 7 golü var ve kulübü sözleşmesini 2018'e kadar uzattı, 38 yaşına kadar top oynayıp efsane olarak ülkemize gelse kimse ismini bilmeyecek, resmen kimse adamın haberini yapmıyor..
-
torku konyaspor
fenerbahçe ile puan farkını 5'e indirmiş, takipçisi başakşehir ile 11, galatasaray ile farkı 15'e çıkarmış ve uefa'yı garantilemiştir.
demek ki bir takım süperstarları olmadan, devamlı taraftar desteği ve doğru hoca ile de başarılı olabiliyormuş.. -
14 aralık 2015 imamhatip lisesi atatürk rezaleti
adam geleceğe gidiyor*, gelmişken bir imam-hatip'e uğrayayım diyor, masanın altında kapağı yırtılmış bir kitap buluyor ve buna atatürk rezaleti diyor.. sen bizim cumhuriyet lisesine gelseydin gördüklerinle roman yazardın herhalde yazar kardeş.
-
4 aralık 2015 cuma hutbesi rezaleti
tasavvufi bir hutbedir.
"kalp deniz, dil kıyıdır. denizde ne varsa kıyıya o vurur." (mevlana)
hutbelerde çok nadir bilimsel alıntılar yapıldığına şahit oldum. rezillik ararsak, konjoktürel ve subliminal siyasi yönlendirmeleri ele alabiliriz. hutbelerde bilimsel içerik arayan arkadaşlar ya yanlış yerdeler ya da islam'ın tasavvuf kolunu ve ruh noktasını atlamışlar. çok abes bunu açıklamam ama; hiçbir din yapısı itibari ile bilimsel dayanaklara dayanan pozitif argümanlar topluluğu değildir, aksine ruhun ötesindeki bilinmeyenlere odaklanır ve oraya yerleşirler, yerleştikleri yer kimine göre kalbdir, kimine göre ruh, kimine göre beyin, kimine göre zaten bunlar hiçtir ve tek gerçek vahdet-i vücudtur. burada kalp yerine, beyin dense idi, sanmıyorum ki bunu rezil bulanlar tatmin olsunlar.
şu mesajın değindiği noktayı görmeyip kalbin çizgili kastan oluşan, 4 odacıklı 4 kapakçıklı, vücuda kan pompalayan, metabolizmayı ayakta tutup artık ürünleri vücuttan uzaklaştırıp enzim ve hormonları ilgili yerlere ulaştıran bir organ olduğunu düşünüyorsanız zaten bu noktada yapacak bir şey yoktur:
“dikkat edin, vücutta öyle bir et parçası vardır ki o iyi olursa bütün vücut iyi olur. o bozulursa bütün vücut bozulur. dikkat edin; o, kalptir.”
"no beauty shines brighter than that of a good heart"
"aklın yoksa yandın, ya kalbin yoksa o zaman sen zaten yoksun ki" (mevlana)
edit: başlık sahibi ve özel mesajlarla bana küfredenlere bu entry'nin 2. cümlesi yeterlidir. -
instagram resimlerinin büyültülememesi sorunu
iki kere tıklayınca zoom yapıldığını bilmeyen birinin feryadıdır.