aran suildur4
profili

  • 17 eylül 2021 ekrem imamoğlu tweet'i

    karadenizli müteahhitten beklenen tvittir. adnan menderes denen zat bu ülkeyi batıya sömürge etmiş, bugünün yaşanan yolsuzluğun, biatın önünü açmış, vatan cephesi gibi milleti bölen, 5-6 eylül olayları gibi faşizan rezilliklerin sorumlusu din rantçısı toprak ağasının önde gidenidir.

    siz hala bu karadenizli müteahhitin ülkeyi kurtaracağını zannetmeye devam edin.

    kılıçdar chp’sinin en büyük belediyesinin başkanı olması da bambaşka bir tartışma konusu.

  • ocak ve şubatta korona geçirdiğini iddia edenler

    şubat sonunda semptomlar gösterip mart başında domuz gribi teşhisi konulmuş, iki haftaya yakın yorgan döşek yatmış, temmuz başında da mesai arkadaşı kovid olunca yapılan taramada antikor testi üzerinden daha önce kovid geçirdiği anlaşılan ablamın kuvvetle muhtemel dahil olduğu grup.

    al sana büyük resim, ayan beyan da gerçek. neyin tatavasını yapıyorsunuz anlamıyorum ki. bu ülkeye kovid’in girişi resmi olarak açıklandığı üzere 11 mart falan değildir, çok daha öncesinde bir sürü insan bu hastalığı geçirdi. adını unuttum kadıncağazın, bir hastanede karşılamada sekreter olarak çalışıyormuş ya, onun ölüm tarihi de mart sonuydu yamulmuyorsam, ama kadının hastaneye yatırılma tarihi 10 mart, açıklanan resmi tarih 11 mart’ın 1 gün öncesi. git 2 hafta öncesine, zaten şubat yapıyor.

    ablamın yurtdışı hikayesi veya yurtdışından gelen kişi ile temas hikayesi de yoktu. mal mal konuşup insanı sinir etmeyin, bir sürü insan yakınlarını yitirdi. ablam yorgan döşek yatarken kovidden büyükbabamızı kaybettik. dayım da, ki kendisi pratisyen hekimdir, büyükbabamdan hemen sonra 40 gün hastanede kaldı, 10 günü yoğun bakım. sonradan öğrendik, hekimler hekim arkadaşlarını yaşatmak için ne kadar çabalasalar da, yoğun bakımdayken öldü ölecek gözüyle bakıyorlarmış. yani bildiğiniz ölümden döndü dayım da. kim bilir kimler ne zaman nasıl geçirdi bu lanet hastalığı.

    buna rağmen, sanki hasta sıfırı tespit etmiş de haspam, konuşup duruyor.

  • 7 mart 2016 kanzuk açıklaması

    kanzuk mahlaslı yazar "hukukçu" başak purut'un hala insanların zekasını, sezgilerini ve dahi duygularını hafife aldığı, ve sanırsam -başıma da bir şey gelmeyecekse-, yazarları kandırabileceğini zannettiği aşırı samimiyetsiz açıklama.

    birçok yazar çok güzel tespitler yapmış, güzel önerilerde bulunmuş, ama gördüğüm kadarıyla hiç kimse sürecin ekonomisini analiz edip sözlük yönetiminin politikasına dair bir sentez üretmemiş.

    (ne kadar okumuş, zeki, aklı başında, aydın insanımız olsa da, bu ülkenin bu hale gelmesinin temel nedenlerinden biri de bu sanırım. etnik ayrılıkçı terör sorununda da böyle oldu, gezi'de de böyle oldu, seçimlerde de böyle oldu, muhtemelen burada da böyle olacak. yine de, ben bir deneyeyim; çıkmamış candan umut kesilmez.)

    kanzuk'un açıklamasını yargılayabilmek/sorgulayabilmek için, buraya neden ve nasıl gelindiğini bilmemiz, anlamamız lazım. ki böylelikle, yönetimin değişim tercihlerinin arkasındaki nedenleri bilelim, buna göre de açıklama samimi midir, niyet gerçekten yazarları memnun etmek midir, yoksa çaktırmadan, yazarların daha fazla tepkisini çekmeden kendi ajandalarını uygulamak mıdır onu anlayalım.

    bana göre olaylar salt moderasyonun istifası ile başlamadı. daha önce de yazdım bunu, moderasyon istifa etmese ve sözlük yönetimi demokratik, katılımcı ve kutsal bilgi kaynağı ilkelerine sadık bir tavır gösterse dahi değiştiremeyeceği, kontrol edemeyeceği şeyler vardı:

    (1) değişen okuyucu profili

    (2) değişen potansiyel yazar profili

    (3) ilk iki maddenin gereği olarak ortaya çıkan alternatif mecranın rekabeti, namı diğer inci sözlük

    yönetim sözlük'ün değişmesi gerektiğinin farkındaydı. çünkü, yukarıdaki sıralamaya göre yazarsak;

    (1) internet kullanımının çok hızlı yaygınlaşması neticesinde kutsal bilgi kaynağı meraklılarından apayrı bir profil çizen ve ota boka elitist deme takıntılısından tutun da sadece goygoy isteyenlere, çok büyük bir "okuyucu müşteri" kitlesi çıktı ortaya. haliyle, reklam verenler, yani esas "para" kaynağı, hit sayısına bakacağı gibi, hangi kesimlere de ulaşacağını bilmek ister. sözlük, bu okuyucu kitlesini de çekmek zorundaydı.

    (2) daha önce yazdım demiştim.

    (bkz: #27016654)

    sözlük'ün içeriğindeki değişim bizzat yazarlardan kaynaklanıyor, bunu unutmamak lazım. ülkedeki kültürel ve sosyal değişimin sözlük'e yansıması da kaçınılmazdı. üstteki maddede belirttiğim gibi okuyucu nasıl değiştiyse yazar profili de değişti:

    - sadece ekşi'de yazayım diyen,
    - ben ekşi'de goygoy derdindeyim ne kutsal bilgisi diyen,
    - ekşiciler çok solcu/kemalist, türkiye değiştiyse ekşi de değişecek diyen,
    - evrim yok, bunlar kuran'da zaten yazıyor diyen,

    yazar adayları çoğaldı.

    bunların yazar yapılmaması düşünülebilir miydi? ya da yazar olmaları onaylansa bile, yazar olmalarının sürekliliği uçurulmaya elverişli şartlar yaratılarak -bir nevi uluslararası ticaretteki teknik engelleme gibi- eski yazar profili olabildiğince muhafaza edilebilir miydi? bu sorular önemsiz. zira, parayı veren reklam verenler olduğuna ve ülkedeki "buuunlaaaar" retoriğinin göz önüne alınması zorunluluğu kaçınılmaz olduğuna göre ülkedeki kültürel ve sosyal değişimi sözlük de yaşamalıydı.

    (esasen ben farklı bir strateji şansının -önceden- varolduğunu düşünüyorum; lakin, burada, ne olduğunu anlayabilmek adına, mevcut resme, olan bitene bakarak yönetimin ticari ve stratejik yaklaşımına dair empati yaptığımı hatırlatayım.)

    yani, sözlük yönetimi reklam verenleri -ve sonunda da sözlük'ü- hem ulaştığı kesim nedeniyle, hem de olası siyasi baskı nedeniyle yitirme olasılığını gördü.

    (tuncay özkan'ın kanaltürk'üne koç ve aydın doğan dahi reklam vermiyordu. özkan, kanalı ayakta tutabilmek için, bu grupların başka kanallarda yayınlanan reklamlarını kopyalayıp kendi kanalında yayınlatıyordu; belki utanıp da reklam verirler, ödeme yaparlar diye.)

    (3) 99'dan bu yana ekşi sözlük'e alternatif bir çok girişim oldu. hiç biri başarılı olamadı; inci hariç. inci sözlük, yukarıdaki iki maddede tanımladığım değişimin bir kesiminin vücut bulmuş haliydi. oysa bakıyorsun, sedat kapan kim, serkan inci kim, değil mi? işte, bu soruya rağmen, inci çok büyük iş yaptı, microsoft'un en büyük tehdit olarak linux'u görmesi gibi. çok da doğal; zira, ticaret yapanla, yani malını satanla, rekabet de edersiniz, bir yerde buluşup anlaşırsınız da, ama siz satıp o bedava verirken, temel paradigma değişimi yüzünden, ticaretinizden kaybetmeye mahkumsunuz. keza, bir rakip ticaretinizin paradigmasına aykırı bir "satış" şekli bulmuş ve bu da tutmuşsa (hatta artık marka olmuşsa) ticaret şeklinizi/yönteminizi değiştirmeniz kaçınılmazdır (inci, ekşi'deki değişimin önündeki en büyük görünür engel olan formatı ortadan kaldırarak bir paradigma değişimi yarattı). hal buyken, işletmenizi, ürününüzü yaşatmak adına;

    (a) ya ticaret şeklinizi/yönteminizi değiştirip yeni paradigmayı da dikkate alacak şekilde büyümeye çalışırsınız,

    (b) ya da eski paradigmanızda ısrar ederek karınızı olabildiğince maksimize edecek niş işler yaparsınız.

    ekşi sözlük yönetimi, yukarıdaki iki madde (değişen okuyucu ve potansiyel yazar profili) beraberinde bunu da (ticaretin şeklinin değişmesi) gördü.

    buraya kadar yönetimin aklındaki temel ticari değişkenleri anlattık. gelelim olan bitene...

    --- ara not ---

    şimdi editlemekle uğraşamayacağım; yukarıda hem yazar hem okur kullanıcının temel bir davranış değişikliğinden söz etmeyi unuttum.

    yeni tip sosyal medya kullanıcısının derdi kendini ifade etmek; ama sadece, kendisini ifade etmek! bilgilenmek, diğerleri ne diyor onları dinlemek, tartışarak sorgulamak, sorgulatmak gibi bir derdi yok. yani, yeni tip sosyal medya kullanıcısı sözlük'ü okumuyor!

    --- ara not ---

    buraya kadar anlattıklarım aslında kafanızda ampülü yakmış olmalı.

    - neden o kadar kadın yazar alındı?
    - neden nesil falan kalmadı?
    - neden çöp entrylere izin verildi?
    - neden format kalmadı?
    - neden nefret söylemi kullanan trolllere, bunların -size göre iğrenç- başlıklarına/entrylerine izin veriliyor?

    gibi bir çok sorunun cevabını artık tahmin edebilmeniz lazım.

    bugüne gelirsek... üç şeye dikkatinizi çekmek istiyorum:

    (1) başlık üstündeki "geç yüklenen" reklam

    (2) devamını okuyayım butonu

    (3) ekşi şeyler

    başlık üstündeki "geç yüklenen" reklam bence, yönetim için, en büyük ve doğrudan samimiyet testi. o ne mini çakallıktır arkadaş? reklam geç yüklenirken kullanıcı başlığa, başlığın altındaki butonlara ya da ilk entry kısa ise entrydeki butonlara basmak isterken reklam tıklamış olacak. bu kadar ucuz, bu kadar kullanıcının zekasını hafife alan, bu kadar insana kullanıldığını hissettiren bir sayfa tasarımı olur mu?

    zaten, başlık alanında reklamın ne işi var? ben kullanıcı olarak başlığı okuyup yazacaksam, benim alanımı neden daraltıyorsun? entryi düzelteceğim, minicik alan kalmış; karşımda koca ekran varken 5 satır yüksekliğinde pencerede entry düzeltmeye çalışıyorum ve başlık üstündeki reklam tüm ekranın üçte biri. yuh artık!

    kullanıcı dostu bir site samimi bir tasarım ile yapılacak olsa, reklam alanı olarak -sözlük'ün kullanım ve görünüm koşullarına göre- ekranın en sağ ya da en sol tarafında yukarıdan aşağı sütun ayırılabilirdi. reklam görünecekse, orada da gözükür; kullanıcıyı da rahatsız etmez!

    peki, kanzuk mahlaslı yazar hukukçu başak purut'un bu konuda bir cümle olsun, açıklaması var mı? vaadi var mı?

    devamını okuyayım butonuna gelirsek.... bu, sözlük'ün okunmadığının ve bunu da değiştirmek için yönetimin bir şey yapmadığının ve hatta tam da bunu kabul ettiğinin ilamıdır. okumuyorlar, o zaman devamını okuyayım butonu gibi bir şey koyup yazılan entryi ufaltalım, okumayan kullanıcı hemen alta geçebilsin.

    ne acı!

    burayı okutan ne, kanzuk mahlaslı yazar hukukçu başak purut? ekşi sözlük'ü bugüne getiren ne?

    kutsal bilgi kaynağı buharlaştı mı?

    bunların cevabını iyi bilen kanzuk mahlaslı yazar hukukçu başak purut, işte tam bu nedenlerle, ekşi şeyler'i istedi.

    tahminim, şöyle düşündü:

    "abi, reklam almamız lazım. reklam almak için sözlük'ün hite ve farklı profillerin erişimine ihtiyacı var. ama millet sözlük'ü eskisi gibi okumuyor. artık başlıklar da entryler de genelde çöp. format falan da kalmadı. doğru dürüst bir şeyler yazılsa bile çöp yığınının arasında kaybolup gidiyor. kanal manal işi de güzel, emek verilmiş, bilgi içeren -yani sözlük'ün ekşi sözlük olmasını sağlayan- entrylere erişimi sağlamadı. bir de bu çöp yığını ile site içi arama ve sınıflandırma olmaması gibi şeyler yüzünden kutsal bilgi kaynağı diyebileciğimiz ve ticaretimizi yaşatan içerik kalmadı... google aramalarında bile ilk sayfada çıkmıyoruz artık. yani, yakında ha ekşi sözlük, ha inci sözlük olacak. o zaman ben buradan nasıl para kazanmaya devam edeceğim?"

    düşündü, düşündü ve onedio'yu görünce kafada ampul yandı:

    "zaten bedavaya içerik üreten bir sürü emekçi yazar var. bunların bir kısmı debe'ye de giriyor. girmeyenleri de bir editoryal takım vasıtasıyla seçsek, tamamen bizim kontrolümüzde ayrı bir kutsal bilgi kaynağı yapsak, al sana yeni kutsal bilgi kaynağı. böylece, hem ekşi sözlük markasını, önemini yitirmemiş olur, hem de ben sadece bir editoryal takıma vereceğim para ile reklam alabileceğim ikinci ürüne sahip olurum. bi de kullanım sözleşmesinde yazdıklarınız fikir olarak size ait olsa da ticareten bize ait dersek, yeme de yanında yat!"

    bu fikir ilk başta güzel gelse de, emeğin katmerli sömürülmesi nedeniyle tam bir çakallık.

    kanzuk mahlaslı yazar hukukçu başak purut'un açıklaması, şu anlattıklarım göz önüne alındığında tamamen bir idare-i maslahat açıklamasıdır, çaktırmadan insanları itidale davet eden fakat çakallıktan da taviz vermeyen "benim düzenim sürecek" açıklamasıdır.

    ssg ve kanzuk, yaptıklarına açıklama uydurmak zorunda değil. ama, bir açıklama yapıyorsanız, bunca samimiyetsiz eylemin üstüne, hiç olmazsa samimi bir açıklama yapıp insanların hislerine hitap edebilirdiniz. zira, insanlar icabında ne yaptığınızı unuturlar, ama, onları nasıl hissettirdiğinizi unutmazlar.

    diğer yazarları bilmiyorum ama, kanzuk'un bu açıklaması ile kendimi aptal yerine koyulmuş gibi hissettim.

    olmamış sayın başak purut. bu iş böyle yönetilmez. elbette ticari menfaatlerini gözeteceksin. ama, üzerinden para kazandığın içeriği üreten insanları böyle aptal yerine de koyamazsın.

    bu işin yapıcı, katılımcı çözümü elbette var. bakalım, onu görebilecek misin.

  • kemal kılıçdaroğlu'nun maaşı

    siyasetten gram anlamayan, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan cahillerin üzerinde cahil cahil ahkam kestiği maaş.

    tüm chp milletvekillerinin maaşlarından 5000 tl partiye kesiliyor, bir nevi aidat, bağış olarak. bu bir.

    ikincisi, sene 2002. 22 kasım genel seçim çalışmasındayız. ya yalova'nın merkez köylerinden biri (bursa yolu üzerindeki deprem konutlarının arkasında) ya da yalova'nın teksas'ı denilen bi köy var, oradayız. girdik kahvehaneye, muharrem ince selam verdi bir önce. zaten tanınan adamdır yalova'da, hem chp il başkanlığı yapıyor, hem de dershane sahibi, illa bir şekilde tanıyor insanlar. bir de halk çocuğudur, sıcaktır, dinler, dikkate alır, tartışır, şakalaşır, girer hemen herkesin damarından, o yüzden insanlar da öyle çekinmez, rahat konuşur. bir de tabi laf sokmaya meraklı vatandaş illa her yerde olur, karşısında yalova'nın o sözde halkçı, müslüman, muhafazakar siyasileri olsa dut yemiş bülbüle dönüşen lavuk tipler muharrem hoca'ya laf atmaya çalışır falan.

    neyse, yaşlıca bir amca, "o, hoş geldin muharrem. niye lokum falan getirmedin ya, yaşar okuyan paket paket getirdiydi." dedi.

    bismillah, daha dakika bir. e, muharrem hoca da iyi laf yapar, "dayı sen beni tanımıyon mu, elmalık'tanım ben, köylü çocuğuyuz. bizim arkamızda ne fabrikalar var, ne de bu siyasetten para kazanıyoruz. yaşar gibi seçim çalışması yapsam, benim o lokumun parasını parası olan birilerinden almam lazım. diyelim ki aldık, iki gün sonra o adam, o paranın karşılığını ben milletvekili olduğumda istemez mi? isterse ne yaparım?" dedi.

    sözde uyanık köylü pustu kaldı tabi.

    yaşar okuyan ise, o seçim dönemi boyunca her gece 1500 kişilik yemek veriyordu...

    birileri kızına araba alamaz, hatta birilerinin bir kızı bir de oğlu var, adlarını bile duymadınız. hattızatında bunların düğünleri bile çankaya köşkü'nde yapıldı da, o gecenin elektrik parasını vatandaş olarak cumhurbaşkanı kendi cebinden ödedi.

    birileri de gemicikler alır oğluna, ayakkabı kutuları, kasalar, para sayma makinaları, pastorize sıvı yumurta, mısır şurubu işleri alır. hatta, vekillerin partiye her ay para vermesine gerek kalmaz, ne de olsa arkada kapı gibi rüşvet havuzunun tür tür döndüğü vakıflar vardır. çocuklarının düğünlerini, turgut özal'ın bile yap(a)madığı çırağan'da, dolmabahçe'de, yani saraylarda yaparlar.

    o yüzden çok da şey edilecek bir maaş değildir.

    peşin edit : iş bankası falan diyecek ilk kişinin ağzına kürekle falan vurmayacağım, götüne tek tek altı adet ok sokacağım. bi haltı da öğrenin, ondan sonra fikir beyan edin, arapperest yavşaklar.

    sonradan düşen jeton editi : o kadar cahil, o kadar salak oluyorsunuz ki, günahım kadar sevmediğim kılıçdaroğlu'nu savunmak zorunda bırakıyorsunuz. işte o kadar salak, o kadar cahilsiniz. anladın mı? o kadar salak ve o kadar cahilsiniz, o derece!

    edit üç : parti ziyaretler için falan harcırah vermiyor, herkes cebinden harcıyor. birileri gibi devletin helikopterine, makam arabasına atlayıp devlet imkanlarıyla partinin işi yapılmıyor yani. a, sizde bunu anlayabilecek kadar adalet duygusu, vicdan ve zeka var mı? üçü de yok, apron devesi!