yabancin degilim10
profili

  • ali koç'un garsona sorduğu kokteyl sorusu

    "bunun içinde ne var? kesin bilmiyorsundur"
    marx’ın meşhur yabancılaşma kavramının günlük hayattaki izdüşümü bu, nerede görsem tanırım. marx'a göre yabancılaşma işçinin emek üzerindeki kontrolünün kaybıdır. “işçinin yabancılaşması, yalnızca emeğinin bir nesne, dışsal bir varoluş haline gelmesi değil, aynı zamanda emeğinin onun dışında, ondan bağımsız ve ona yabancı olarak var olması ve özerk bir güç olarak onun karşısına çıkması anlamına gelir. nesneye bahşettiği yaşam onun karşısına düşmanca ve yabancı olarak durur.”

    lümpen proleteryayı biliyorduk, lümpen burjuvaziyi de öğrendik çok şükür

  • yazarların mitolojideki favori tanrısı

    benim favorim, toprak ana olarak da bilinen gaia.

    görsel

    her yerde hazır ve sessiz bir tanrıçadan bahsediyoruz. gaia hayattır, her şeydir, dünyanın ruhudur. o, her bakımdan dünyada yaşayan herkese hayat veren besleyen bir tanrıçadır. ayrıca öldükten sonra kendisine döneceğimiz yerdir. bir tanrıdan beklenen her şey onda var üstelik de dişi.

  • sabahları kahve içmeden yapamam diyen insan

    en sevdiğim şeylerden biri sosyolojik tahayyül için günlük hayatımızın rutinlerine bakmak. kahve içmek hiçbir zaman sadece kahve içmek değildir. hatta dün ekşi sözlükte bir yazarla da bu konuyu konuşmuştuk, antony giddens'in kahvenin sosyolojisi diye tanımladığı bu olayı.

    bir fincan kahve içmek gibi her gün milyonlarca insanın yaptığı basit bir eylem gibi dursa da sosyolojik alt yapısı incelendiğinde bu rutin faaliyetle alakalı birçok sosyal süreç olduğunu görürüz. kahve sadece basit bir içecek değil, günlük sosyal aktivitelerimizin bir parçası olarak sembolik bir değere sahip. çoğumuz için kahveyi içmekle ilgili ritüeller, kahvenin kendisini tüketmekten daha önemli. ayrıca merkezi sinir sistemini stimule eden bir madde* içermesi sabah içmeyi o kadar mantıklı hale getiriyor ki.

    bütün bunlara ilaveten, bir fincan kahve içtiğimizde bizi, bu kahvenin ağacından elimizdeki fincana kadar ulaşmasını sağlayan binlerce insana bağlayan karmaşık bir dizi küresel sosyal ve ekonomik etkileşimin de son halkası oluyoruz.

  • 1.90 boyunda yakışıklı zeki vegan feminist erkek

    1.90 konusunda yorum yapmayayım zira bir anlamı yok, ekşideki manipülatif boy pos başlıklarından biri daha. yakışıklılık ve zeka da göreceli olduğuna göre bu kombinasyondaki feministlik ve veganlık kısmı için yorum yapmak istiyorum.

    feminist olmakla vegan olmak arasında tuhaf bir ilişki var gibi görünüyor. bir erkek kadın haklarını önemsiyorsa, hayvan haklarını da önemsiyordur ya da tam tersi diye bir varsayımda bulunalım.

    feminizm ve veganlık arasındaki bağlantı göz önüne alındığında, bazı kadınların flört politikalarının arkasındaki mantığı anlayabilirsiniz. vegan beslenme biçimi, ataerkilliği, kapitalizmi ve kadınlar, hayvanlar ve doğa üzerindeki baskılarını ortadan kaldırmayı amaçlayan bir siyasi silaha dönüşmüş durumda. hayvan haklarının daha fazla konuşulması, feminizmin kimlik temelli hareketlere dönüşüp güçlenmesi anlamında.

    vegan-feminist biri, kadın-erkek eşitsizliğini, insanların hayvanlara ve doğaya atfedilen hiyerarşisini reddeder. aslına bakarsanız hayvanlara yapılan baskı, diğer tüm baskı türlerinin kökenindedir.

    fakat gelin görün ki kendilerini feminist ilan eden erkeklerin çoğunun, ileri evrimleşmiş erdemli bir kişi olduklarının sinyali vererek kadınları cezbetmeye çalışan pasif agresif erkekler olduğunu düşünüyorum. yürüme stratejisi olarak bu argümanı geliştirmiş sinsi adamlar çoğu.

    bu farklı yürüme stratejisini geliştirmiş 1.90'lık yakışıklı erkek, insan ve doğa arasındaki temel karşıtlıkla yüzleşmeyen antroposentrik bir bakış açısına sahip bir erkek ise eğer, kendisine ekolojik sistemin ayrılmaz bir parçası olarak doğaya yeniden yerleştirilmiş yeni bir insan kimliği önermek istiyorum. sadece yırtıcı olarak değil, aynı zamanda av olarak da bütünsel bir besin zincirinin parçası olmasını, etik olmayan şekilde yetiştirilmiş etleri yemeyen, vahşi av hayvanlarından yiyecek olan etik bir omnivore olmayı da düşünebilirsin yakışıklı.

  • no woman no cry'ın türkçe karşılığı

    bob marley ve bunny wailer'ın trenchtown*da bir yardımevinde* performans sergiledikleri yıllarda söyledikleri bir şarkıymış bu.

    bob marley en yakın arkadaşı olan sevdiği kadına şarkı söylemiş. onunla geçirdiği tüm iyi ve kötü zamanlardan bahsedip, ondan güçlü olmasını ve ağlamamasını, başını dik tutmasını istiyormuş. çünkü her şey yoluna girecek falan filan anlamında. jamaika lehçesi diyolla. goygoyu bırakın bence.

    değeri bilinmeyen bir şarkıdır.

  • araba kullanırken yapılan en keyifli şey

    araba kullanmanın kendisi keyifli zaten. daha başka bir şey yapmaya gerek yok.

    arabada olmaktan, araba kullanmaktan, karayolu seyahatinden çok hoşlanan biriyim. hayatımın en güzel zamanlarını yalnız ya da başkalarıyla arabada geçiriyorum.

    şimdi araba olayı çok güzel ve konforlu bir şey. elinin altında sen ne zaman istersen o zaman hareket etmeye hazır bir araç var ve bu özgürlük hissi harika. istediğini bindirirsin, istemediğini sallarsın gider. patron daima sensin. araba da konforluysa trafik mrafik takmıyorum harika vakit geçiriyorum.

    önemli telefon görüşmelerini yapmak, müzik dinlemek, bazen dizi seyretmek, hayat sorgulamalık uzun gece yolculuklarında zihinde selfpsikanaliz yapmak, kendi kendine konuşmak, jest mimik çalışmaları yapıp aynadan nasıl göründüğünü kontrol etmek, başka insanları gözlemlemek, sıcaksa soğuk klimasıyla, soğuksa sıcacık kaloriferi ile kötü hava koşullarını bertaraf etmek falan...harika ya daha ne sayayım.

    kendimi bildim bileli arabam var. arabalarıma hep bir isim koymuşumdur. onlarla sanki bir canlı gibi, ruhu varmış gibi iletişim kurarım. arabada yalnız olmak o kadar izole, o kadar değerli bir zaman dilimi ki. bazen kendi kendime espri yapıp hiç komik değildi deyip kendimi bozuyorum. sonra da arabamın telkini ile alttan alıp kendimi affediyorum. bazen kendimi azarlıyorum;

    "+ya sen ne şapşalsın!
    -sen kime şapşal diyorsun?" sadece araba şahit.

    gündemi arabada takip ederken, haberleri dinlerken hoşuma gitmeyen bir şey duyduğumda "kalıbını skeyim senin" deyip rahat rahat deşarj oluyorum, arabadan başka şahit yok. o da sessiz melek. ayrıca araba sadece bizim taşıtımız değil, performans sahnemiz. duş haricinde, akustiği ve ekosu en güzel yer araba. şarkıları acımadan söylüyorum ve bilmediğim şarkıların da sözlerini de bir güzel uyduruyorum. başkasının yanında dinlemeye utandığım ağır arabesk fantezi şarkıları bangır bangır, haykıra haykıra, hönküre hönküre dinliyorum. "aman sesini kıs kafam şişti" diyen yok. bu ne avamlıktır diye eleştiren yok oh miss. gelsin aylayk tu movik movikler, viii völ vi völ raaakyular, doz doz dozlar. arabada en yakın arkadaşınızlaysanız, işte o zaman düet zamanı. bazen şarkı sözlerini küfürlü sözlerle değiştirip kahkahalarla gülüyorum. "bazen küçük bir an için ömür bile verilir" :))

    demin yoldaydım, radyoda çıkmasın mı
    "benim adım ebruli biraz gerçek biraz rüya,
    yalanını siks... ay sevsinler, aşksız dönmüyor dünya."

  • 1.55 kadınların çok güzel olduğu gerçeği

    olay güzellik çirkinlik olayı değil sanırım. erkekler, minyon kadınların yanında kendilerini güçlü hissediyor.

  • ses yakışıklılığı

    tipiyle düşüremeyen sesiyle…

    (bkz: herkes kendi meşrebince birini sikmeye çalışıyor)

  • kocasına performansı düşük davası açan kadın

    seks iyi bir ilişkinin %10’u, kötü bir ilişkinin %90’ıdır lafını hatırlatan bir haber.

  • dünyanın en kötü bağımlılığı

    akıllı telefon ve bildirim bağımlılığı.

    steve jobs gider ayak ebesini sikti insanlığın. telefon ovuştura ovuştura günler, aylar, yıllar geçiyor. mala bağladı toplum.