bu terliği 15 euro’larda bir almanya ziyaretinde alan biri olarak neden farklı anlatmaya çalışacağım. zaten az çok ilk cümleden anlatıldı gibi.
2015 yılında içi yünlü olan modelini aldım, ev içinde geçen yıla kadar kulladım, en ufak bir deformasyonu olmadı. en sonunda bağ bahçe işleriyle uğraştığım bir mekanda kullanayım istedim ve içindeki yün katmanını ayırayım istedim, sökene kadar canım çıktı. neyse şimdilerde dışarı ortamında kullanıyorum hala en ufak bir deformasyon yaşamadı. yedi yıldır benimle.
bu terliklerin bir benzerini eşim almış, bağ bahçede kullanayım iyi olur diye, keşke şu an fotosunu çekme şansım olsa da görseniz, kenar hattı komple kalktı şerit boyunca ayrıldı. şimdi bana yapıştırsan da giysem diyor..
paran varsa imitasyondan kaç.. bu terliğin malzemesi croslite. darbeyi yüzde kırklar oranında emici bir materyal olduğu belirtiliyor, haliyle sabahtan akşama kadar ayağımızda olan bir malzemenin her adımda zeminden kafatasımıza kadar uzanan darbeleri yüzde kırk sönümlüyor olması vereceğimiz parayı haketmesine tek başına yeterli. ikincisi eskimiyor, ben eskimiş bir crocs görmedim.
üçüncüsü havuz kenarında filan kayıp götünüzün üstüne düşme ihtimalimiz zayıf, sahilde ayağını rahatsız etmez. içindeki son kum tanesine kadar kolayca temizlersin.
daha fazla yazmayım. geçen yıl kırmızısına 400 lira vermiştim on yıl giyerim.
tukenmezkalem5 profili
-
crocs terlik almanın mantıklı açıklaması
-
sadece adı ve soyadıyla e-mail alabilen insan
senesi belli değil aldık. marifet değil çöpe döndü mail adresi. türkiye’de ne kadar aynı kombinasyonda isim soyadı varsa hepsinin bankacılık işleri, telefon faturaları benim maile düşüyor. bu maillerden kurtulmanın yolunu bilen varsa yeşillendirsin isterim, bankayı arayıp bu adam ben değilim maili değiştirin desem, şahsın kendisi aramalı diyor. şahsa da sisteme girerken hatayı yapan adama da ayrı ayrı kafam girsin.
edit: harf -
sucuğun pişerken eğilmesi
sucuğun içindeki kıymanın belli bir oranı yağdır, ısıyı gören yağlar et kısmından ayrılır ve tavaya süzülür, ısıyı yedikçe de yağ harici geriye kalan kısımlar bir birine yaklaşır daha sıkı tutunur o sırada eğilme bükülme olur. ayrıca belli bir ısı derecesinde eğilip bükülmeyen bir şey var mı ki!
-
para mutluluk getirir mi getirmez mi sorunsalı
mutsuzluğun kaynağı genelde elde edemediklerin veya elde edecek umudunun olmamasıdır, para aşağıdakileri kolayca sağlayabilir;
iş sahibi olmak,
eş sahibi olmak,
sevgili sahibi olmak,
araç sahibi olmak,
özgürce seyahat edebilmek,
tatil yapabilmek,
kendine ait bir yaşam alanı oluşturmak,
çocuğunun eğitimi için özel okul,
gelişimi için özel bakıcı...
para bunların alayını insana gerçekleştirir.. yurt dışına çıkacaksın vize için bile malın mülkün var mı, dönecek misin diye bakılıyor.
istisnalar dışında sağlık konusunda dahi; düzenli check up’lar ile erken teşhisine, konforlu tedavi görmeye, dişine yaptıracağın implantın/dolgu malzemesinin kalitesine, sıra beklemeden gireceğin mr çekimine kadar sağlığa olumlu etkisinin olabildiğini de varsayarsak para mutluluk getirir. para mutluluk getirmez diyen mutlu olmak nedir desen bilmeyenlerdir.. para var olan mutluluğun üstüne garanti koyar, miktarına göre elde ettiklerin artacağından bu mutluluk da artar..bir seviyeden sonra paranın da çözemeyeceği seviyede bir mutluluk beklentisine girersen de tehlike sinyalleri çalar.. aman ha! -
baban ne iş yapıyor diye soran ilkokul öğretmeni
sözlük için: öğrencisini yakından tanımak isterken küçük kalpleri üzenlerdir.
bu soruya bir gün ben doktor demiştim. arka sıralardaki murat’ta ne doktoru senin baban temizlikçi demişti.
çocukluk aklı küçüğüm, hastanede sadece hemşire ve doktor olur sanıyorum babam da her gün hastaneye giden bir adam, haliyle ben de doktor sanıyorum kendisini. ne zamanki bu soru soruldu benim bilmediğim gerçeği murat biliyormuş meğer, hastanenin başka bir biriminde çalışan hizmetliymiş babam, öğrenmiş oldum.
hatırlarım bana hep derdi “emir alan olma emir veren ol” diye, demekki sıkıntıları varmış o dönemlerden, allah bilir ne şartlarda çalışıyorlardı..ortaokula gelmeden bu sorunun cevabı değişti; çoçukluğunda bulamadığı okuma fırsatını, dışardan liseyi bitirerek kapattı ve hizmetli kadrosundan memur kadrosuna geçmişti. söylemine göre de bir hastanenin her bölümünde az veya çok çalışmışlığı olmuştu. babam doktor değildi ama çok fazla yaşanmışlığı olmuştu, beni en çok etkileyeni;
2002 senesinde, mr sonucumda şüphe ile birlikte ibni sinaya özel bir doktora gelmemiz gerekmişti.
ortopedi profu doktor yener hoca, kendisi bir
hastaya bakıyor biz de kapısında bekliyoruz.. hoca hastaya bir tavsiyede bulunuyor, bir ilaç
yazacak ama aklına o anlık gelmiyor, sarı olur filan derken bunu duyan babam, ilacın ismini
söylüyor.. sonra bizim sıra gelince hocanın ilk sorduğu sen ne iş yapıyorsun olmuştu.
babam hastane çalışanı olduğunu belirtmişti ve muayenem bittiğinde o dönemin 180 milyon muayene ücretini hoca kabul etmeyip bizi uğurlamıştı. ( doktorların hastane çalışanından ücret almadığı zamanlar, şimdilerde de almayan kesin vardır)
babam, “emekli günüm dolsun bir gün fazla çalışmam” dediği yılların üstüne 20 yıl daha çalışarak 63 yaşında 43 yıllık bir hizmetle emekli oldu.
ben kendisiyle hep gurur duydum ama çocukluk döneminde böyle sorular sorup unutulmayacak anlara sebep olmayın öğretmenler. eminim bunu hala sürdüren öğretmenler vardır, bunu yapmayın.