omniscient narrator6
profili

  • cumhuriyetin 100. yılı

    cumhuriyetin 100. yılının resmi tarihe kadar neredeyse kutlanmaması, yıl boyu dişe dokunur hiçbir etkinlik yapılmaması tam bir skandal ve kara bir leke olarak bu güruhun peşinden ilelebet gidecek. güçleri, sistemi anca bu kadar bozmaya yetti ama cumhuriyet fikri, beklenenin aksine, insanlardan silinmedi. aksine daha çok insan, böyle öcü gibi kaçmaya ve unutturmaya çalıştıkları şey nedir diye kendiliklerinden merak etmeye başladı. yıllarca resmi kutlama sıkıcılığına hapsedilmiş cumhuriyet ve kurucuları, özel olarak da atatürk hakkında bilgi edinmek için insanlar kendileri çaba göstermeye başladı. elbette akp güdümüne girmiş devlet kurumları, sopayla kontrol edilen medya, tüm eğitim kurumları, cemaatler, dernekler, vakıflar aracılığıyla güdülen unutturma ve cahilleştirme politikası, meraklı insan sayısını azaltacaktır ama ateş sönmedikçe umut kesilmez.

    tarihin garip bir cilvesiyle bugün cumhurbaşkanlığı makamında bulunan kişi, cumhuriyet ve beraberinde getirdiği kanun ve kurallar, temel haklar olmasa, değil devlet başkanlığı yapmak, babasının yaşadığı bölgeden çıkışına izin verilmeyeceği için ne istanbul'a gelebilirdi ne ankara'ya. hasbelkader gelmiş olsa bile babıali'ye yaklaşamazdı bile. bugün akp seçmeninin çoğunluğu, osmanlı devleti tarafından orta çağ'da yaşamaya terk edilmiş köy, kasaba ve şehirlerden cumhuriyetin imkanlarıyla 1950'lerden itibaren büyük şehirlere göç etmiş insanlar. sonra bu insanlar ilk fırsatta, o mahrumiyetin kaynağı cumhuriyetmiş gibi tepkilerini cumhuriyete, inönü'ye ve daha az da olsa atatürk'e yönelttiler. oysa mesele cumhuriyet değildi, anadolu'yu sadece tahıl ve asker deposu olarak gören osmanlı devletiydi. (bu durumu kabullenemeyen insanlar var ama acı gerçek bu.) bugün neslin deden ceddin baban diye gaza gelenlerin anlamadığı en ironik durumlardan biri de budur. kendilerini siklememiş bir devleti yüceltmeye çalışıyorlar. üstelik bunu milliyetçilik kisvesiyle yapıyorlar. osmanlı'da milliyetçilik balkanlar elden çıktıktan sonra düşmemek için tutunulmuş bir daldır. kaldı ki zaten imparatorluklarda milliyetçilik aranmaz, bunu idrak edememiş olmamız da ayrı bir yara. imparatorlukta milliyetçilik olmaz çünkü devlet kurumları farklı kökenlerden insanların elindedir. devlet yönetiminde rumu, ermenisi, çerkezi, arabı, boşnağı şusu busu olmuştur. ancak bu devlet içinde türklerin son döneme kadar neredeyse tek yeri askerlik ve çiftçilik olagelmiştir, o kadar. sadrazam olsun, nazır olsun, devlet yönetiminde önemli mevkilerde türklerin bir ağırlığı falan yoktur, gayrimüslimlerin ve müslüman olup kökeni türk olmayanların ağırlığı daha fazladır. devlet yönetimi buna göre planlanmıştır. bu planda bir gariplik görmüyorum bu arada; gariplik, buna rağmen osmanlı devleti çerçevesinde türk milliyetçiliği naraları atanlarda.

    ilk cumhuriyet hükümetleri, dünya savaşı sonrası ve yeni bir dünya savaşı beklentisi sırasında, sıkı ve korumacı ekonomik politikalar uygulayarak ülkeyi ekonomik olarak ayağa kaldırmaya çalışırken ipleri çok sıkı tutmuş ve özellikle ikinci dünya savaşı sırasında mucizevi bir şekilde durumdan istifade ederek ekonomik büyümeyi sağlamalarına rağmen bunu halka yaymada yetersiz kalmışlardı. bu bir gerçek, hiç uzatmaya gerek yok. osmanlı dönemindeki koyu fakirlik sorunu çözülemedi. dünya savaşı çıkmış ama savaşa girmeyen ülke vatandaşı için bunun bir anlamı yok. anlaşılabilir bir durum. ama bu ekonomik politikaların arkasındaki endişenin esas kaynağı, osmanlı devletinin son döneminde hazineyi yabancı devletlerin kontrolüne vermek zorunda kalacak kadar batmış olmasında ve cumhuriyeti beş parasız, insanların ziynetini makbuz karşılığı alarak (sonra geri ödeyerek) finanse edilen savaşlardan çıkarak kurmuş olmalarında aranmalı. travmalar sadece bireyleri değil, devletleri de etkiler ve korumacı güdüler ağır basar.

    cumhuriyeti kuran paşalar, osmanlı paşalarıydı. idrak sorunu yaşayan bazı tarihçiler bunu osmanlı devletini yüceltmek için argüman olarak sunuyor. iyi de o paşalar o devletin nasıl tel tel döküldüğünü gördükleri için kelleyi ortaya koyup osmanlı devletinin yöneticisi olan padişaha karşı çıkıp atatürk'le beraber anadolu'da direnişi örgütlediler. halkına hiçbir faydası olmayan, sözümona hüküm sürdüğü toprakları işgale gelen devletlere tepki duymayan, kendi küçük tahtını koruduğu sürece dünya yansa umrunda olmayacak padişahların başta olduğu bir sistem ülkeyi felakete sürüklediği için, bu osmanlı paşalarının çabasıyla cumhuriyet geldi (hepsi bu fikre sıcak bakmamış olabilir ve bakanlarla yola devam edilmesi de normaldir). cumhuriyet, çoğunluğu orta çağa hapsolmuş/hapsedilmiş/terk edilmiş bir toplumu, modernite treninin son vagonuna bindirmeye çalışma projesidir ve mucizevi bir şekilde işlemiş ve başarılı olmuştur. sağlam temellerle kurulduğu için olsa gerek, altının bu kadar oyulmasına ve neredeyse 70 yıldır lokma lokma yenmesine, yağmalanmasına rağmen yerinde duruyor.

    bugün geldiğimiz noktada, sahip olduğu her şeyi cumhuriyete borçlu olmasına rağmen, kendisi için padişahlığın sunduğu konforu arayan yöneticiler ve itinayla besledikleri niteliksiz ayak takımı geleceğimizi tehdit eden en büyük tehlike. ülkenin yarısı işgücüne dahil değil, milyonlarca ne idüğü belirsiz yeni dalga orta çağ kaçkını aramızda yaşıyor. ülkenin bir yanı 2023'teyken diğer yanı zihnen en iyi ihtimalle 7. yüzyılla 10. yüzyıl arasında bir yerde saplanıp kalmış. bu ikinci grup cumhuriyetin kendilerine sunduğu tüm bireysel hakları kullanmak isterken, genel toplumu kendi çağlarına layık görüyor. uçmak isteyen bir kuşun ayağına taş bağlamak gibi bir his bu. kuş yine kanatlanıp havalanıyor ama gücü yettiğince yükselip bir süre sonra yorgun düşüp yere çarpıyor.

    cumhuriyet, ardımızda bıraktığımız 100 yılda, eksiğiyle gediğiyle bugün kendini ülkenin sahibi gibi gören kara kalabalıklar da dahil herkesin kimsesi olmaya devam etmiştir. nostaljik bir anakronizmle özlem duyulan osmanlı devleti döneminde zerre kadar kıymet verilmemiş, unutulmuş, terk edilmiş bir toplumu bugüne taşımaya çalışmıştır. içerde o gücü devşiremediği için dışardan ne idüğü belirsiz milyonları ülkeye doldurarak çöküş sürecini başlatan yöneticiler yüzünden orta vadede bu idealin sonuna gelmiş gibi görünsek de ateş yandığı sürece umut vardır. zor zamanlar aşılır, aşılmıştır. güneş her gün doğmaya devam ediyor.

    her şeye rağmen, şöyle bir düşündüğümde, cumhuriyetin 100. yılı, bu şuursuz ve cehaletinde kaybolan kalabalığı kullanan propaganda makinesinin siyasi "tasarımıyla" yalandan, yapmacık, zevksiz ve sakil bir şekilde kutlanacağına; değerini anlayan insanların kalbinde ve zihninde kutlansın isterim. bu görmezden gelme, unutturma, yüz yılı gözden uzak tutma çabaları bu nedenle beni etmesi gerektiği kadar rahatsız etmiyor. bunların kutlamadan anladığı şey insanların mutluluğu değil, siyasal angajmanı ne de olsa.

    yeryüzünde kendini var eden ve iktidar olma fırsatı sağlayan sisteme bu kadar düşman olan başka bir kişi, oluşum ve kitle var mıdır acaba?

  • akp'nin türkiye'yi sefalet endeksinde 1. yapması

    akp çekirge gibi sıçrayıp duruyordu ama bu sefer olmadı galiba. 2013'te fed parasal genişlemenin sona erdirileceğini açıkladığından beri bizim ekonominin yönü aşağı. 2018 seçimlerinden bugüneyse adeta serbest düşüşe geçmiş durumdayız. nihayet g-20'den de düştük.

    net hata noksan denen bir kalem var, ülkeye bir şekilde giren ama kaynağı tam anlaşılamayan para. kimisi kara para der, kimisi ruslardan gelen para der, kimisi turizmden gelen ama henüz muhasebeleştirilmemiş para der. hah işte o para olmasa kırk satırla kırk katır arasında kalmıştık. ekonomiyle ilgili hiçbir veri şeffaf ya da inandırıcı olmadığı için neyin ne olduğunu da bilemiyoruz haliyle ama işimiz elalemin ne karşılığı olduğu belirsiz gizli kapaklı verdiği üç beş kuruşa kalmış durumda.

    hazır orta sınıf sefillerin ikinci perdesini oynamaya başlamışken, ülke yüzde 10'luk zengin kısım ve geri kalanlar olanlar ayrışmaya başlamışken, nerden nereye temalı bir başarı konuşması yapmanın tam zamanı bence. 20 yılda ülkeyi avrupa birliği'ne tam üyelik perspektifinden alıp afrika ülkeleri seviyesine getirmek az buz başarı değil, herkese nasip olmaz. sefalet endeksinde birinci olduk dese alkışlamayacaklar mı sanki? avuçları patlayana kadar alkışlarlar.

  • 21 ağustos 2022 ales

    sözel kısmında aradığını bulamayanlar üzülmesin. çoğunlukla sorun sizde değil, ösym'de. bazı sorular türkçe değil, ösym'ce yazıldığı için ve yazan kişinin zihninin okunmasını gerektirdiği için cevaplanabilir durumda değil.

    andre gide'li soruda, adamın roman anlayışı boş bırakılmış mesela ve doldurulması isteniyor, tek ipucu son cümle: "bitmemiş bir romanın bitmiş romanı". buradan hareketle anlamamız gereken şey "romanın sonsuz bir anlam alanına açılan kapı olması". özellikle istesen bu kadar absürt soru hazırlanmaz.

    cümle sıralama soruları birden fazla sırada anlamlı olabiliyor.

    sanatçı-galerici sorusu yanlış mesela. paragrafta "sanatı ve sanatçıyı destekleme fikri" geçerken, doğru kabul edilen (söylenebilir denen) şıkta "sanatı ve sanatçıyı koruma düşüncesi" ifadesi geçiyor. destekleme ve koruma aynı şey değildir, eşanlamlı kullanılamaz.

    arkeolojiyle ilgili soru: ilk cümleye bakalım: "genel kanının aksine arkeoloji salt meraktan doğmamıştır." şimdi de soruya bakalım: "... aşağıdakilerden hangisi söylenebilir?" şimdi de verilen cevaba bakalım: "merak, genel kanının aksine arkeolojinin nedeni değil, sonuçlarından biridir." ilk cümlede salt meraktan doğmamıştır diyor, yani merak tek başına bir etken değildir demek bu. yani merak ve başka etkenler var demektir. yanlış soru.

    neyse daraldım, devam edemeyeceğim. kendime eziyet etmeyi sevdiğim için bu sınavlara giriyorum ve her seferinde yanlış sorular oluyor ve her seferinde değişen bir şey olmuyor. ciddi ciddi bu yanlış soruların bir amaca hizmet ettiği için özellikle hazırlandığını düşünüyorum.

    benim tuzum kuru ama bu sınavlarla işe girecek, yüksek lisans, doktora başvurusu yapacak, buna göre hayatını, yaşadığı şehri değiştirecek insanlar var. baştan aşağı elden geçmesi gereken ilk kurumlardan biri de bu ösym denen ömür törpüsü olmalı.

    ekleme: ben bu sınava geçen yıl da girmiştim ve o sınavda da ipe sapa gelmez hatalar vardı ve hataların tipi bugünkü sınavdakilerle pek benzer. bak sen şu işe.

    geçen yıl yapılan ales'le ilgili entry: (bkz: #128212091)

  • ilker canikligil

    türkiye'de neden fikir hayatı gelişmiyor diye soran eden kaldıysa hâlâ, o tip sorular sormayı bırakmak için ilker canikligil ile ilgili şu son yazılanlara bakmak yeterli olacaktır. canikligil kendi istediği karakter olmadı diye sinire kesen deliler kendinden geçmiş, onu nasıl beğenmez, bunu nasıl beğenmez, şunu nasıl hatırlamaz, bunu nasıl unutur diye çıldırıyor. türkiye kocaman bir tımarhane, ekşisözlük de bu tımarhanenin konsantre hali.

    bir entry okuyorum, canikligil'in ruhunun derinliklerine inivermiş. neymiş, canikligil uzun metraj çekmemiş, bu da onda yaraymış. maşallah arkadaş telekineziyle beynine girmiş, snaps olarak takılıyor, tüm işleyişe hakim, adamın en derin travmalarına tespit etmiş. ekşisözlük yazarı olduğu için bu teşhisi kabul etmemiz lazım. muhtemelen ilker canikligil de en kısa zamanda terapiye başlar artık.

    bir başkası, david niven'in ölüm tarihini bilememiş, adamı erken öldürmüş diye bayrakları yarıya indirmeyi teklif edecek nerdeyse. bir paragraf sitemkâr yazı yazıp bunu da kritik hata diye belirtmiş çünkü sinefil kendileri, büyük otorite. çok kritik hata gerçekten, bu hata bize dünyanın yok olması olarak geri dönecek. şimdi çok az kişinin bildiği bir sırrı paylaşacağım: hafıza-i beşer nisyan ile maluldür. ama david niven söz konusuysa bunu kabul edemeyz. unutmayacak, şaşırmayacak, achtung! ne yapalım, kurşuna dizelim mi? ne de olsa insan olan david amcayı unutmamalı. kendisi bizim önderimiz, ışığımız, kuzeyimiz, güneyimiz, doğumuz ve batımız.

    nuri bilge ceylan'ı beğenmemiş, tarkovski'yi beğenmemiş. canikligil, tarkovski ya da nuri bilge ceylan sevenlerin onay makamı mı? o beğenmeyince, beğenen insanlar kendi zevklerinden şüpheye mi düşüyor? nasıl bir manyaklık bu yahu? canikligil dünyaya gelirken, "tarkovski'yi seveceğim, ilerde nuri bilge ceylan da parlayacak, onun da en büyük hayranı ben olacağım" diye anlaşma falan mı imzalamış? taahhüt mü vermiş? siz canikligil'e güvenip mi izliyorsunuz bu filmleri. o sevmezse depresyona mı giriyorsunuz? beğeni öznel bir meseledir gençler, alışın şimdiden.

    bu nasıl bir ruh hastalığıdır ki kendi halinde bir insan görüşlerini paylaştı diye saldırıya uğruyor? bu nasıl bir gerizekalılıktır ki bazı insanlar, diğer insanların farklı beğenileri olabileceğini idrak edemiyorlar? bence çok tuhaf. "benim beğendiğimi beğenmiyorsa ölsün" demek gibi bir şey bu. sırf flu tv'yi takip ediyorsunuz diye niye adamın sizinle aynı beğeniye sahip olmasını istiyorsunuz ki? umuyorum ki bu aklını kaçırmış kitle ergenlik çağında, hormonal baskı altında ergen öfkesine kapılmış insanlardır. diğer türlü manzara çok iç karartıcı.

    takip ettiğiniz bir insanın sizinle aynı fikirde olmaması çok normal bir durum. cidden öyle. inanılmaz gibi geliyor belki ama gerçekten çok normal. hafızası da zayıflar, tarihleri, isimleri, filmleri de karıştırır. sizin ölüp bittiğiniz eserleri umursamaz. bunlar çok normal. bazen gerçekten çok tedirgin oluyorum, ekşisözlük bir tür tımarhane de acaba ben yanlışlıkla içerde kısılı mı kaldım diye.

    takip ettiğiniz insanlar sizinle aynı fikirde değilse ve bu sizde böyle saldırgan dürtüler oluşturuyorsa, ruh sağlığınız bozuk olabilir, bir baktırın bence. deliye bak ya, benim beğendiğim yönetmeni nasıl beğenmezsin diye dertlenmiş, bir de adam azarlıyor. cehennem tasviri gibi bir şey.

    ilker canikligil, para mara kazanmadan amme hizmeti yapıyor. bence kıçınızı kırıp istifade edin. kültür-sanat hayatı çöle dönmüş ülkede tematik programlarla iki gıdım bilgi-birikim aktarıyor. yayın kopyası olarak 30 dakikalık görüntüde kaydettiği insanların aktardığı damıtılmış bilgiyi edinmek için aylarını harcaması gereken ruh hastaları, adamın neyi sevmesi gerektiğini dikte etmeyi falan kendilerine hak görüyorlar. bence bu gerçekten de çok ağır bir psikolojik sorun. yazarken bile inanamıyorum. "benim beğendiğim şeyi beğenmiyor, o zaman kötü." bildiğin beyinsizlik beyanı olmuş bu.

  • 21 ağustos 2020 karadeniz'de doğalgaz bulunması

    hemen ışığı gören gelmiş, muhalif olmaya gerek yok diye döktürmeye koyulmuş. en çok da bu tiplere ayar oluyorum. akp 18 yıldır ülkenin başında, daha koşulsuz şartsız, altından bir çapanoğlu çıkmayan, sadece ve sadece halkın yararına tek bir akp icraati yok. haliyle insanlar güvenmiyor. güven kayboldu mu, kolay kolay geri gelmez. sadece bu olay özelinde bile manzaraya bakalım, görelim.

    bir cumhurbaşkanı, ülkeyi derinden etkileyecek büyük bir olay var ama söylemem, iki gün sonra cuma namazından sonra söylerim diyemez. devlet ciddiyetini, üslubu falan geçtim. alenen ben bu konuyu siyasi propaganda malzemesi yapacağım demiş oluyor. ya açıklama yaparsın ya da yapacağın zamana kadar beklersin.

    ülkenin ekonomi bakanı çıkıp "türkiye için bir eksen değişikliği olacak, cumayı bekleyelim, biraz meraklanalım" dememeli, diyememeli. üstüne enerji bakanı yerine söz alıp ağzından allah kitap düşürmeden miting yapar gibi konuşmamalı. bu kadar doğalgazla nereye eksen değişikliği oluyor acaba? bari bunu açıkla. açıklayamadı.

    "türkiye neden rus ve azeri gazına avrupa'nın iki katı para ödüyor?" sorusuna devlet sırrı diyenlerin olduğu yerde, ekonomi bakanı çıkıp şöyle cari açık kapanacak böyle uçacağız diyemez. iki katı diyorum. insanlar kışın fahiş fiyatlı faturalar yüzünden çoluğunu çocuğunu ısıtamadı da bir bakan dalga geçer gibi kalın giyinin dedi. avrupa'nın iki katı ücret ödemesek de malın ederini ödesek, herkesin faturası yarıya inse bize yeter zaten.

    bu gaz eğer gerçekten bahsedildiği hacimdeyse, bunun tespit edilebilmesi için aylar süren çalışmaların yapılmış olması lazım. birileri kafadan miktar uydurup yazmadıysa, raporun da haftalar önce gelmiş olması lazım. demek ki bu haber ihtiyaç duyulan bir anda açıklanmak için özellikle saklanıyormuş. türkiye'nin geleceğini kurtaracak bir miktar falan ortada yokken, haber bülteninde sıradan bir haber olacakken, tüm kanalların ortak canlı yayınında tüm ülkeye duyurulması sadece siyasi propaganda kokuyor.

    tekirdağ'da halihazırda 286 milyar metreküp rezerv bulunduğu daha geçen yıl haber oldu. bütün tantana 40 milyar metreküp için mi? 40 milyar eksik olsa, bu gürültü kopmayacak mıydı? kopacaktı. bir önceki maddeye bakınız.

    iki gün önce müjde var dendi. sonra önce petrol, sonra gaz haberleri yayılmaya başladı. en son reuters'e açıklama yapan bir yetkilinin ağzından 800 milyar doğalgaz dendi. o arada açıklama yalanlandı mı bilmiyorum ama herkesin gözü önünde borsada bir haltlar oldu. dövizde bir haltlar oldu. normal bir ülkede bu süreç bayağı kelle götürecek bir soruşturmanın açılmasıyla devam ederdi. bizde konuşulmuyor bile. bu haberi önden almış olanların sermaye piyasalarındaki, banka hesaplarındaki hareketlilik inceleniyor mu? hiç sanmıyorum. binlerce insanı ordan oraya savurdular, sonra miktarın basına sızdırlanın yarısından bile az olduğu anlaşılınca düşen fiyatlarla bu insanların paraları iç edilmiş oldu.

    açıklanan miktarın, o da nüfus artışı ve mevsimsel şartlar hesaba katılmazken, türkiye'nin aşağı yukarı 6 yıllık ihtiyacına denk olduğu anlaşıldı. türkiye'nin elinde bu gazı çıkaracak teknoloji var mı? yok. ne yapacağız? birileri işi alacak, sonra diğer tüm ihalelerdeki gibi ortaklık kurulan uluslararası şirket işi yapacak. bize vergisi kalırsa iyidir. hadi, biz açalım, biz işletelim, biz boruyu çekip getirelim. kârın hepsi bize kalsın. satın alma taahhüdüyle, yani gazı kullanmasak bile parasını ödeyeceğimiz bir sistemde, üstelik normal fiyatının iki katı para ödeyip aldığımız gazdan ettiğimiz zararı bile kapatmaz ordan gelecek para. anca fazla ödediğimiz paranın 2-3 yılını çıkarır. cari açığı kapatıp artıya falan geçirmez.

    kış günü kombiyi açamadığı için millet soğuktan zayıf düşmüş, solgun suratlarla gezerken, hükümet gazı ucuzlatmamış, kullanmadığımız gaz için rusya'ya milyar dolarları ödemişiz. tekrar edeyim mi? insanlar faturalar çeyrek asgari ücret seviyesine geliyor diye kombiyi yakamamış. halkı çok düşünen hükümet de artık "soğuk iyidir dinç tutar" mı diyor ne diyorsa artık, kullanma hakkımız olmasına rağmen gazı halkına ucuza vermiyor. onun yerine kullanılmayan gazın parasını rusya'ya ödemeyi tercih ediyor. biz ısınamayıp zayıf düşüyoruz, hasta oluyoruz, ilaç peşine düşüyoruz falan. o zayıflıkla kimimiz grip olup ölüyor, kimimiz zatürre. ama gazı ucuzlatmaktansa buna göz yumuyorlar.

    hükümetçe açıklanan enflasyon verilerine dünyada inanan bir kişi yok. hükümetçe açıklanan salgın hastalık istatistiklerine inanan yok, şehirler kıpkırmızı olmuş haritalarda, insanlar yatak yok diye servislerde ölmeye başlamış ama her gün dünyanın en muntazam istatistiki veri çizgisini biz çekiyoruz, sıfır dalgalanma. sen de bizi aynı hükümetin açıklamalarına inanmıyoruz diye kınıyor, hain ilan ediyor, gelmişimizi geçmişimizi anıyorsun.

    sen şimdi anlat güzel kardeşim, güzel bir şey olsa bile ondan biz mi faydalanırız gerçekten? cevabı ararken, dolar bazında müşteri garantili projeler var, onları düşün. hasta garantili şehir hastaneleri, geçiş garantili otoyol, alt geçit, köprüler, çalışır vaziyettekini kapatıp yüz milyonlara doları tazminat olarak ödememize neden olan yolcu garantili havaalanı. sözleşmelerde yetkili mahkeme ingiliz mahkemeleri, garantiler abd doları ve her yıl abd'deki enflasyon oranında da artış var. bu arada bu geçiş garantili projeler kamu borcu olarak görünmüyor. kamu borçluluğumuz çok düşük yav derken bunlar dahil değil yani. üç köprü parasına bir köprü yapıp 10-25 yıl ülkeyi borçlandıranlar o gazı sana bana yâr ederler sanıyorsan, ya çok safsın, ya süzme salaksın ya da bir çıkarın var.

  • ayasofya

    tuğracı doblocu bakış açısından bile kılıç hakkından bahsedilemez. osmanlı devleti, istanbul'u iki kez düşmana kaybetmiştir. 1918 ve 1920'de şehir düşmanın eline geçmiştir. yani fatih'in torunları, bu şehri kaybetmiştir.

    1923'te başkomutan mustafa kemal atatürk şehri geri alana kadar da düşman kuvvetleri şehre sahip olmuştur ve yönetmiştir. (o arada ingiliz kuvvetlerindeki müslüman din kardeşlerimizin kaç müslüman kadına tecavüz ettiğine de bir ara bakarsanız.) hoşunuza gitmiyor ama kılıç hakkı falan yok ateşli genç arkadaşlarım. işgalle beraber şehir el değiştirince bitti o işler.

    şehir artık fatih'in şehri değil, ingilizlerden geri alınmış şehirdir. şehri alan da atatürk'tür. bu şehri alan son komutan atatürk'tür yani. bunu kasıtlı olarak mı görmezden geliyor insanlar bilmiyorum ama istanbul, osmanlı devleti tarafından kaybedilmiş ve son osmanlı padişahı da ingilizlerin egemenliğindeki şehirden kaçmıştır. kaç kere daha söylersek anlayacaksınız acaba?

    cumhuriyetin kurulmasıyla da eski devletin borçları dahil her şey yeni devlete devredilip halkın malı olmuştur. bilmem ne osmanoğlu'nun çıkıp topkapı sarayında ben oturacağım, dolmabahçe'de de kardeşim oturacak, boşaltın demesi gibi bir saçmalık bu vakıf işi.

    bunlardan bağımsız olarak, istanbul'da yaşayıp sevinen akp'liler falan var ya, yarısından çoğu ayasofya'nın yerini bile bilmez, hiç görmemiştir, seçim dönemi otobüslerle taşınmazsa da göreceği yok. yaşayanların yarısının deniz görmediği yer burası.

    bir ay bile sürmeyecek bu goy goy, sonra da yanındaki heybetli sultan ahmet gibi kuşlara ve meraklı turistlere kalacak yine. camilere giden varmış gibi atıp tutulmasına da ayrıca hastayım.

    son olarak, rte için 25 yıllık bir kozdu bu ve bugün bozdurmaya karar verdiğine göre gerilim ve kutuplaştırma siyasetine devam edecek. yakında seçim olmadığına göre heybesindeki en güçlü gerilim unsuru bu değil demektir. muhtemelen iç karışıklık yaratıp muhalefeti sokağa dökerek kendi kitlesini konsolide etmek ve belki de yeniden ohal ilan etmek için uzun vadeli bir plan yapılmış. internet yasakları ve baroların hükümetin kontrolüne geçmesi falan. yine muhtemelen cumhuriyet değerleri etrafında hedefler seçilmiş ve onlara saldırarak, muhalefet karşılık verirse en sevdiği iş olan gerilim siyasetine çekecek herkesi. muhalefet karşılık vermezse de ezelden kanlı bıçaklı olduğu cumhuriyet değerlerine zarar vermenin keyfini çıkaracaktır. ancak bu tür radikal adımlar genelde son çare, son barut olmuştur. tarih bize böyle gösteriyor. hatırlatmak boynumuzun borcu, bu tür işler cepte para varken işe yarar. insanlar sefalete sürüklenirken, borç gırtlağa yaklaşmışken, daha kötüsü umut ufukta batmışken genelde ters teper. haftaya ve ondan sonraki haftalarda yaptıracakları ankette görürler zaten. yaklaşan ikinci döviz krizini ayasofya'dan izleriz artık.