guilty5
profili

  • the big lebowski'den akılda kalanlar

    lebowski konuşur konuşur konuşur ve konuşur. dude'un neden halıyı alamayacağını her bağlamda açıklar. dude ise halıyı alır gider.

    coen kardeşlerin sinema anlamında kırk yıldır yapmaya çalıştıkları şeyin belki de en net aktarılmış halidir üstte bahsi geçen sahne. sinema görsel hikaye anlatma yöntemidir. laflar ikincildir. dude lafları sevmez. halıyı sırtlamasına yardımcı olabilecek aletlerdir laflar onun için sadece. hatta genelde bir yerlerden duyduklarını aynen kopyalar kullanır. yeni cümle üretecek kadar ciddiye almaz dili. filmin açılışında başkan bush'tan duyduğu cümleyi hiç değiştirmeden kullanır mesela. sadece sonuna "man" ekler. this aggression will not stand man

  • kekremsi bir tat denince akla gelen ilk şey

    küçükken kadife yerdim. göstermedikleri doktor, göstermedikleri şifacı, imam, hoca kalmadı.

    psikoloji diye bir şey pek duyulmamıştı. bir de orayı denediler. psikoloğa götürdüler. çocuk psikoloğu dediler. öyle dendiği için doğal olarak karşıma bir çocuk adam çıkmasını bekledim. ben gibi ama bir şekilde bir şeyler öğrenmiş. o yıllarda bu kadar katı düşünmüyor insan.

    neyse. kocaman bir adam çıktı çocuk psikoloğu. kolları aşırı kıllıydı. saati vardı altın. biri söylemese anlamazdım psikolog olduğunu. bu adam psikolog demezdim. normal adam derdim. kolları kıllı derdim. bir de ilginç bir özellik olarak altın saat takıyor derdim. ama psikolog demezdim. sonradan öğrendim ki duvardaki ufak bir kağıt parçasına atıfla deniyormuş psikolog. adamla ilgisi yokmuş.

    tam da doğru yere geldiğimizi söyledi. benzer bir vaka daha varmış elinde. bir hafta sonra tanıştırdı bizi. o da kadife yiyordu. ben de kadife yiyordum. tarif edemiyordu tadını. ben de tarif edemiyordum. o yüzden yiyordum açıkçası. hiç sormamışlardı, ben de hiç söylememiştim.

    o an fark ettim. bir kelime de ben uydurabilirdim. tariflememe gerek yoktu. isim versem yeterdi. bir psikolog da böyle bir şeydi sonuçta. biri bir isim uydurmuştu ve herkes acayip ciddiye alıyordu. ben de kekremsi dedim. o yıllarda viral yoktu, dawkins de memetics'i henüz ortaya atmıştı ve haberim yoktu, ancak bir şekilde viral olsun istedim, yayılsın bu tabir. insanlar kökenini merak etsin. ve bugüne nasip oldu açıklamak. ve isim verdiğim için yeme dürtüm birden durdu. diğer çocuğun da hoşuna gitti, o da bıraktı yemeyi. psikolog da profesör olmuş. bir uydurma isim daha.

    aferin gençler. kullanın bu kelimeyi. kadifenin tadı kekremsidir. yediğim başka hiçbir şey kekremsi değildi. kelimenin mucidi olarak başlığın taşınmasını rica ediyorum. kafa dinleyebileceği bir yere yerleşsin.

  • kurban bağışı nereye yapılmalı sorunsalı

    bazen rüyamda mümin oluyorum. eşim çocuklarım... pikniğe gidiyoruz. arabam var. özel okullar özel hastaneler büyük ekran tv ve bir sürü madrabazlık şarlatanlık hokkabazlık gırla gidiyor.

    salavat vakti geliyor salavat getiriyorum. oruç zamanı geliyor sahur-iftar, kolay iş. namaza zaten alışmış vücut. arada bir de hacca umreye gidiyorum, acunla falan karşılaşıyorum, çadırda kalp krizi geçiren adamın tabutuna omuz veriyorum. deve kesip kuma gömüyoruz, yedi dolardan taş alıp şeytanın alnına alnına vuruyoruz.

    bazen rüya uzuyor. zekat zamanı geliyor. zekat verecek bir kişi bile yok etrafımda. bir tane zekat verilecek kişi bile tanımıyorum. fakirlik bittiği, herkes eşit şartlarda güreştiği vs için değil. önünde özel güvenliğin olduğu, mercedeslerin cirit attığı, milyonluk evlerle dolu bir sitede yaşayan bir alagavat olduğum için. bir tane bile ihtiyaç sahibi tanımıyorum. bir tane bile kışı zor geçiren tanıdığım yok. bir tane bile yetersiz beslenen çocuk görmemişim. tam bir müslümanım. dünyadan kopuk. kendinden kopuk. gerçek olan ne varsa hepsinden kopuk. thy biletini ucuza almak için gün boyu sayfa yeniliyorum. çadırda kalp krizi geçirmem inşallah diye namaz sonunda dua ediyorum. allah benim belamı veriyor ve ben oluyorum. ben allahın benim belamı vermiş haliyim.

    zekat için kurban için bir aracıya ihtiyaç duyuyorsanız, geçmiş olsun gerçek olan her şeyden kopmuşsunuz. dışarı çıkın. gitmediğiniz yerlere gidin. ayağınız ne tarafa çekiyorsa aksi yöne gidin ve görün. bir sürü aç kediyi köpeği görün. bir sürü sefili görün. günde 11 saat çalışıp ay sonunu getiremeyeni görün. kasanın önünde çikolataları bıraktıran ebeveyni ve o çikolataları bırakan bebeciği görün. o zaman sormazsınız böyle anlamsız sorular. tanrılara kurban verecek kadar bu işi ciddiye alan insanların gerçek şeyleri hiç ciddiye almaması ziyadesiyle düşündürücü.

    hepimizin allah belasını vermiş. leibniz usta kızmasın (leibniz'in amına koyim) ama olası evrenlerin en kötüsünde yaşıyoruz, biraz daha kötü olsa mümkün olmazdı dünya. kurban etini verecek, zekat verecek tanıdıklarımız bile yok. soyutlamışız kendimizi. ufacık konfor alanları oluşturmuşuz ve sir elton john gibi takılıyoruz. rahatın peşindeyiz. kişisel rahatımız her şeyin önünde. duvarlar çekmişiz garibanla aramıza ve fark etmiyoruz ki o gariban benim, sensin. o kedi benim, o kedi sensin. hz muhammed bundan 15 asır önce evinde kedi besleyendir ve sen ey kendini müslüman sanan şarlatan, sen şarlatansın. başka bir şey diyeceğimi sandın ama demeyeceğim. veya diyeceğim. sen dünyadan kopmuşsun. arabanın derdine düşmüşsün. araban varsa ikinci arabanın derdine düşmüşsün. osuruklu çocuğunu yılda kırk bine özel okula yollamanın derdine düşmüşsün. çok kerametli ailenle kaplıca tatili yapmanın derdine düşmüşsün. dev ekrandan survivor izlemenin derdine düşmüşsün. inşallah allah belamı vermez diye düşünüyorsun ama allah belanı vermiş. sen, allahın belanı vermiş halisin. sen, senden daha kötü olamazsın. sen, senden daha çirkin olamazsın. uğraşsan bile olamazsın. allah senin belanı versin, vermiş de.

    zekat için, kurban için aracı arıyorsanız bu kavramların ortaya çıkma sebebini bir kez daha düşünün. "bir kez daha" dedim ama çoğunuz bir kez bile düşünmediniz. ezber laflarınızı sorgulayın. babalarınızın ve dedelerinizin osuruklu akıllarını sorgulayın. kendi osuruklu aklınızı sorgulayın. o akıl size sorgulayın diye verildi, survivor izleyip göt kesin diye değil.

  • ekşi itiraf

    çok ilginç bir şey oldu. daha doğrusu benim için ufak ancak insanlık için büyük bir ilginçlik vuku buldu.

    ssg az önce yeşillendirdi. demiş ki sövmediğin bir tane insan grubu, bir tane cenah, güruh, topluluk kaldı mı? smiley koymuş bir de. tabii güruh ve cenah sözcüklerini ben ekledim, ssg o kadar hakim değil anadiline.

    neyse. sövdüğüm saydığım yok aslında. sadece isimlere pek inanmıyorum. komünist red pillci feminist fenerli fenersiz akepeli cehapeli müslüman ateist yahudi yahuda yahut da buda veya budist bu da... ne yazık ki hepsi laf. ayrıntıda farklı canlıların kendilerini eylemek için üfürdükleri anlamsız laflar hepsi.

    ve ne yazık ki her boydan her yaştan sapiens bu lafları çok ciddiye almış durumda anadolu sathında. hattı müdafaanın olmadığını sathı müdafaa etmemiz gerektiğini duyduğum an kurtuluş savaşını bırakmış, belçika'ya kaçmış ve oradan işgalci devletleri kınayan bir bildiri yayımlamış biri olarak diyebilirim ki sathı müdafaa gerçekten zor. ülke sathının her santimi her milimi her zerresi her taşı her gölgeliği ezber lafla dolmuş. neredeyse parmak izine kadar aynı olan adamlar birbirini yiyecek hale gelmişler. biri galatalı ve akepeli, diğeri fenerli ve cehapeli. sırf kavga edebilmek için uydurulmuş üfürükler. ama çok ciddiye almışlar.

    soruyorum, televizyon dışında bir yerde bir fenerbahçe veya akepe gördünüz mü? yok. göremezsiniz de. bunlar televizyonda var. serçe mesela öyle değil. serçe hatta tam tersi. tv ekranlarında hiç serçe görmüşlüğüm yok ama serçe her an kafamızın üstünde.

    televizyonları arada kapatın. telefonları arada kapatın. interneti arada kapatın. ben kapattım. bu da benim itirafımdır. (tanım yapma zorunluluğunun kalktığını tam yedi yıl sonra öğrenmiştim, yanımda kölem cuma vardı, o da köleliğin kalktığını tam 13 yıl sonra öğrendi. aptallık da kalktı arkadaşlar, aptal olmak zorunda değilsiniz.)

  • ekşi itiraf

    ekşi itiraf şarlatanlıktır. ekşi itiraf rezilliktir.

    lakin bunları augustine'in itiraflarını düşünürken fark ettim. augustine'in itiraflarını düşünmek şarlatanlık olduğu için bıraktım hemen. kendi itiraflarımı düşündüm. lafa bak amına koyim. hiçbir anlamı yok. o yüzden anlatacağım işte.

    insanlar beni çok sinirli, gaddar vs sanıyorlar. bu bir persona. bir tek böyle söyleyince dinliyorsunuz sevgili maymun kardeşlerim. bu da size bazı şeyleri söylemek için üretilmiş bir persona. bugün anadolu insanı bu tona alışmış. başımızda hep ceberrutlar var çünkü. anne-baba ile başlıyor. okulda öğretmen. dolmuşta şoför, sokakta polis, mutfakta aşçı, sokakta kaplan, ülkede siyasetçi, şehirde belediye reisi, mahallede muhtar ve çaydanlık kod adlı maymun, yatakta fahişe, döşekte hasta... her yerde bir tane otorite var, bizimle tepeden konuşuyor. bu persona da bunların adi, kötü bir kopyası işte.

    ama bazı şeylere gerçekten sinirliyim. kurumlara gerçekten öfkeliyim. kırgınım. sevdiğim her şeyi bozmuşlar. bunu fark edip de nasıl öfkelenmem? ilkokul arkadaşlarımı hatırlıyorum. maymun gibiydik. kedi gibiydik. çocukken iki bebek memeli ne yaparsa biz de onları yapardık. saçma yoktu eğlenceli vardı. hayat bu kadardır. eğlenceli şeyler vardır. yaparsın.

    kurumlar yüzünden bu çocuklar kendilerini çok ciddiye almaya başladılar. konuşulamaz hale geldik. bir araya gelip kafede oturuyoruz. al dört tane çocuğu oturtmaya çalış mesela bir kafede. siksen oturtamazsın. on dakika dayanabilirler. ama biz hımbıllaştık. tüm enerjimizi çaldılar. sürekli bir şeylerin peşinden koşturdular ve hiçbirinin hiçbir anlamı yoktu. ufaldıkça ufaldık. buna nasıl kızgın olmayabilirim ki?

    öğrencilik dönemimiz de ağır işçi gibi geçiyor. sürekli bir iş güç var. bir mesele var. bir koşuşturmaca. üniversite öğrencilerinin eğlence anlayışına bakın. fabrika işçisi ile tam olarak aynı. bira, sigara, müzik, kafayı yatıştırmak, uyuşturmak. neden? çünkü yorgun. çünkü bedenini çürüttük adamın. çünkü kafasını siktik adamın. kimya vizesine mi baksın istatistik ödevini mi yetiştirsin quiz'e mi hazırlansın posteri mi yetiştirsin okumaları mı geciktirsin makaleyi mi geçiştirsin... ölme eşeğim ölme. kurguladıkları sisteme bak. ve bizi bununla siktiler. biz bunun mağduruyuz. hareket etmenin sadece birkaç formunun kabul gördüğü mekanlar tasarladılar ve bizi onlara hapsettiler. sesimizi, kolumuzu, bacağımızı yükseltemeyeceğimiz mekanlar. ve ömürlerimiz o mekanlarda geçti.

    10 kilo fazlası için yıllardır diyetisyene giden sapiens kardeşlerimi görüyorum. anlatıyorum. dinlemiyorlar. inanılmaz derecede kararlılar bu işin olurunun diyetler ve aynı kelimeden türetilmiş diyetisyenler olduğu konusunda.

    bir başkası hayatından bunalıyor ve psikoloğa gidiyor. psikolog onu aylarca yıllarca sikiyor. hiçbir düzelme yok. dahası düzelme ihtimali de belirsizleşmiş artık. psikoloğa bir umutla giden veya en azından bir umutla gittiğine inanan birey 2 yılın sonunda müzmin depresif olduğuna kanaat getiriyor. acınası hayatına birazcık renk katsa zaten her şey düzelecek. ama o genetiğinden dolayı spesifik bir tip insan olduğundan emin. çünkü genetik algısı da bir posta sikmiş arada. depresyona meyilli insan tipiyim ben diyor. bende bipolar olur, kaçınılmaz. nörolog da bunu desteklemiş, o da bir posta sikmiş.

    pastanelerde çalışmış kişilerin çoğu bazı tatlıları yemezler nasıl yapıldıklarını bildikleri için. işte siz de bu bilimlerin nasıl yapıldığını bilseniz bir daha dokunmazsınız. ama parlak ve vitrinde ve ağzınız sulanıyor. bu sayede bizi sikiyorlar. siktiler.

    buna sinirliyim işte. yanımızdakini siklemediğimiz televizyondakinin ağzından çıkacak iki tane lafa baktığımız sisteme sinirliyim. gün boyu arda turan ve fatih terim düşünen adam da aynı nesnenin bir noktası sadece. ama hepimiz aynı bokun üzerindeyiz. içindeyiz. o bokuz.

    ilişkilerimiz bu kafayla. sinema bu kafayla. müzik bu kafayla. eğitim sistemi böyle. akademi, bilim, felsefe vs böyle. siyaset, idare, yönetim böyle. ebeveyn-çocuk ilişkisi böyle. sağlık algımız bu kafa.

    ufacık eğlenecek alan kalmayana kadar sıkıştırmışlar. yahu neyin peşindeyiz bu kadar. yemişim teknolojinizi. hikaye anlatmayın. reklamları düşünceler sanmaya başladık. akıllı telefonların gerçekten büyük nimet olduğunu söyleyenlerle dolu etraf. akıllı telefon nimet olamaz, akıllı telefonla ulaştıkların nimet olabilir en fazla. akıllı telefon araçtır. bir şempanze bir kovandaki balı hangi çubukla karıştırırsa karıştırsın alacağı balın miktarını kovan belirlemiştir zaten. araya çok alengirli, teknolojik çubuklar koyarak daha fazla bal alamaz. hayat budur. gözlerimiz, kulaklarımız, sikimiz, amımız varken alacağımız zevkin sınırını bunlar belirler götümüze soktuklarımız değil.