nick that able to use7
profili

  • oğuzhan özyakup

    takımda topu basit, tafrasız, kısa ve dikine paslarla oynayan kimse yok. yapılan 10 hücumdan 3'ü caner'in, 3'ü quaresma'nın ortalarıyla, 2'si talisca'nın kendisine şut pozisyonu yaratma çabasıyla sona eriyor; kalan 2 hücum da pozisyon olacaksa zaten cenk değerlendiremiyor.

    muhtemelen bu sezon, son 3 senedir rakip ceza sahasına kısa paslarla girmeye en az teşebbüs ettiğimiz, ceza sahasında en az pas yaptığımız maçları oynuyoruz. bulduğumuz goller ancak o topların 8/10'unu kullanan isimlerin orta veya şutlarından geliyor. oğuzhan'la, oğuzhan'ın bildiği oyunu oynayacak, ver-kaça girecek, al ver yapacak, ileri topu birlikte taşıyabileceği bir kimse yok. hücumlarımızın 8/10'u rakip kaleye 40 metre mesafedeyken sona eriyor aslında.

    geçen sene caner'in sakatlanması nimetti, hiçbiriniz buna uyanamadınız. caner sakatlanınca sol kanattaki her topu 40-50 metre mesafeden ortalamaya çalışan kimse kalmayınca takım iki sene önceki oyununa kör topal devam edebildi. şimdi iki kanatta iki early-crosser ile oynuyoruz. kanatlar çizgiye o kadar yapışmış ki orta sahada baskı yapıp top kazanamıyoruz. ama bizim taraftarda bu oyunu oynayan oyunculara ve bu oyun sistemini değiştirmek için bir adım atmayan hocaya herhangi bir eleştiri yok, tek eleştirilen oğuzhan. onun sebebi de bütün yaz "oğuzhan şukadarmilyonyüro len amq" diye kafa siken gerizekalı renklilerin bizim taraftarı koyun gibi gütmesi. zira ozan tufan'ın alındığı milli takıma bu çocuğun alınmamasını mazur görebilen beşiktaşlıların yaşadığı akıl tutulmasının başka bir açıklaması yok.

    bakın ben size çok basit açıklayayım. milli takım son 10 senedir bir takım değil. oğuzhan bir takım oyuncusu. bu sebeple milli takımda üst düzey bir performans gösteremedi. oğuzhan'ın yanına koy sosa'yı, olcay'ı, onunla birlikte oyunu tafrasız, basit ve akıllı oynayacak oyuncuyu oğuzhan tüm takımı yönetsin. ama herkesin kendi halinde olduğu, her topu ayağına alanın, kendi meziyetlerine göre topu kullandığı bir takımda oğuzhan oynayamaz. çünkü bireysel yetenekleri o kadar üst düzey bir oyuncu değil. bu bağlamda söylemeli ki, beşiktaş da -tıpkı milli takım gibi- takım olma özelliğini çok hızlı bir şekilde yitiriyor.

    hem diğer başlıklarda "takım neden pas yapamıyor" diye zırlayıp hem oğuzhan'ı eleştirmek olmaz. takım boyu iki taç çizgisine yapışmış kanatlarla 60 metre olmuşken, en önemli meziyeti kısa pas yapmak olan oyuncuların yapabileceği hiçbir şey yok. oğuzhan beşiktaş'ın bu orta-kafa-gol oyunundan çıkış biletidir. yapılması gereken şenol hocanın o 10 toptan 8'ini kullanan oyunculardan takım oyuncuları yaratmasıdır. değilse bu sene çok q7 orta açsın da birilerine çarpan top gol olsun diye bekleriz.

    ek: bu yazı oğuzhan'ın özellikle hücumdaki formsuzluğunun nedenini açıklamak için yazılmıştır. ancak takımın kötü oynamasında en öncül sorumluluk bu oyuna göz yuman (belki de bu oyunu teşvik eden) şenol güneş'te, sonrasında takımı bu kötü oyuna mahkum bırakan q7, caner, talisca ve babel'de, sonrasında yedek oyunculara ısrarla forma vermemesiyle bir kere daha şenol güneş'tedir. önce bunları konuşalım, sonra oğuzhan ikili mücadele kazanamamış, atiba hatayla gole sebep olmuş, pepe kritik top kaybetmiş bunlara gelir sıra.

    yukarıdaki eleştirileri yapmayan insanların oğuzhan'ı fütursuzca eleştirmesi apaçık bir linç kültürünün tezahürüdür. önemli bir oyuncumuzun haksızca linç edilmesini önlemek bir beşiktaşlının boynunun borcudur. takım şu an ideal bir oyun sergilemiyorsa bunun sebeplerini konuşalım elbette, fakat oğuzhan takımın iyi oynamamasında üçüncül, dördüncül etkendir.

  • türban takan kadının özgür insan olabilme ihtimali

    akp mitinglerinde kadın ve erkekler ayrı bölümlere alınır araya parmaklık çekilir. darbe sonrası o ankara hengamesinde kızılay meydanına girerken bayan polisler, o taraf bayan girişi olduğu için üstümü aramayı reddetmişti de gidip caddenin öte ucunda erkek polislere aratmıştım üstümü.

    haliyle sormuştum, daha kadın ve erkek olarak dahi yan yana duramayan, kendi içlerinde bile birbirlerini "onlar kadın bunlar erkek" diye ayıran bu kitle mi demokrasinin savunuculuğunu yapıyor diye.

    çünkü bazı kavramlar yan yana gelmezler, gelemezler.

    bulamadım şimdi entry'i geçenlerde bir suser "pre-modern normu post-modern ile açıklama yavşaklığı" demişti. liberallikten ne olduğunu şaşırmış, kavram karmaşasında boğulan bir kitle, böyle tartışmalarda çıkıp "sene olmuş 2016 hala türban tartışıyorsunuz, ister bikini giyer ister türban." gibi hiçbir temeli olmayan, göze ilk bakışta özgürlükçü görünen ama beş kuruş derinliği olmayan ezbere argümanlarla suyu bulandiriyor. pre-modern normu post-modern ile açıklama yavsakligi diye buna deniyor işte.

    pre-modern norm:
    ataerkil bir din katkısıyla, halihazırda ataerkil olan bir toplumda "erkek kadının üzerindedir ve kadın üzerinde egemendir" kabulü vardır. bu kabul üzerine bir "erkek kadının ne giyip giymeyecegine karışabilir" teamülü oluşmuştur. bu teamüle bir de ilahi söz eklenir ve tesettür ortaya çıkar: "kadının saçlarını, boynunu, kollarını, göbeğini.. başka bir erkeğe göstermesi yasaktır."

    post-modern norm:
    kadın ve erkek eşittir. kimi üçüncü dünya ülkesi cumhurbaşkanları aksini söylese de bu tartışmaya açık dahi değildir. kadın üzerinde erkeğin egemenliğinden söz edilemez. dolayısıyla kadın istediğini giymekte serbesttir.

    bilaller için özet:
    yani normun özü aslında kadınlara, pre-modern erkek egemen toplum tarafından dikte edilen bir "saç gösterme yasağı" iken; bunu evvela kadın hakları, kadın erkek eşitliği için mücadele edip "kadının istediğini giyme özgürlüğünü" kazanmış toplumun edinimlerinden biri gibi göstermeye çalışmaktadır yavşaklık.

    yani bir kadın türban giyiyorsa bunu post-modern algımızdaki gibi, bunu yapmakta serbest olduğu için, bunu yapmasına veya yapmamasına kimse karışmadığı için yapmıyor. pre-modern dünyadaki saçını gösterme yasağına uyuyor. ve bu ilkel normu günümüze taşırken post-modern toplumun kazanımlarını (kadın istediğini gitmekte serbesttir) kullanıyor.

    bakın benim bütün hayatım bu safsatanın sevdiğim insanlara dikte edilmesini önlemeye çalışmakla geçti ve geçecek. türban meselesi üzerine dusunmedigim tek bir gün, tek bir saat yoktur. kardeşlerim, kuzenlerim, arkadaşlarım dindar çevrelerinin baskısında ezilmesinler diye bir tarafımı yırtıyorum. ama sonra siz mega-liberaller üzerine üç dakika dusunmediginiz konu üzerine iki satırlık entry girip "isteyen takar isteyen takmaz ha mini etek giymiş ha türban :)))" diye ampır ampır konuşunca şarterlerim atıyor.

    türban takma özgürlüğü denen şey tıpkı akp mitinginde atılan demokrasi sloganları gibidir. oksimorondur.

    ***

    kimin özgür olup olmadığı tartışmasını ise tesettürlü insanlar üzerinden değil, genel olarak herhangi bir dine inanan insanlar üzerinden yapmayı yeğlerim şahsen.

    münferit bir olay:
    bu yaz ilkokuldan liseye kadar 10 sene bifiil birlikte okuduğumuz bir arkadaşımız intihar etti. haberi aldığımızda ilk reaksiyonu "şimdi intihar edenin cenaze namazı kılınır mı kılınmaz mı" diye sormak olan arkadaşlar oldu. (kimi için alakasız, kimi için hayli anlamlı olabilecek not: orta cağ avrupasında intihar edenlerin kafaları kesilir ve cesetleri kimsenin bilmeyeceği bir yere gömülürdü.)

    yeni doğmuş bir bebek, büyüdükçe çevresinde kabul gören normları ve uygulanan kuralları benimser. orta halli, normal zekalı, ortalama ahlaka haiz bir ailede yetişen bir çocukta, örneğin çalmanın, öldürmenin, kötü söz söylemenin yanlış olduğu önkabul olarak oluşur. öyle erken benimsenir ki bu normlar, insana sürümden gelmiş gibidir.

    bu aslında klasik bir otorite problemidir. baskın otoritenin yaygınlaşmasını sağladığı fikirler kolaylıkla toplum tabanında benimsenir. yukarıdaki paragrafta verdiğimiz aile örneğinin aslında 1000 aileden 999'unu temsil etmesi buna bir örnektir. zira örneğini verdiğimiz normlar (çalmak öldürmek kötü söz söylemek) modern toplumun oluşması sürecinin neredeyse başından beri, insanoğlunun "iyi ve kötü" ayrımını sorguladığı ilk dönemden beri kabul gören, ve günümüzde modern devletin kanunları tarafından alenen konulmuş normlardır. yani bu "orta halli orta zekalı orta ahlaklı bir aile" tanımının neredeyse her aileyi ifade edecek kadar yaygın olmasında devlet bir otorite olarak etki sahibidir.

    insanın doğumdan itibaren lanetlendigi şeylerden biri işte bu otorite. otoriteler gölgesinde büyüyor her çocuk, haliyle de aklın o pür ve tam bağımsız çalışma halini görmek hicbir zaman mümkün olmuyor.

    bu başlığın tartışma konusu etmeye çalıştığı şey de otoritenin, din ve tanrı formunda ortaya çıkışı. dindar ailelerde doğan insanlar devletin kanunlarıyla konan kurallarla tanıştığı kadar erken yaşlarda tanışıyorlar din ve tanri'ya dair ailenin benimsediği normlarla. din dogmatik, tek tiplestirici ve hayatın o kadar merkezinde ki, nasıl bir insan hırsızlık yapmadan önce "ya hapse girersem" diye düşünürse bir dindar da ya cehenneme gidersem diye düşünüyor. yani, devlet gölgesinde yaşayan herkes, devlet otoritesi tarafından ona en küçük zamanlarında öğretilmiş olan şeyi nasıl ki artık bir refleks olarak düşünüyorsa (hırsızlık yaparsam devlet beni cezalandırır), aynı şekilde sıkı bir din diktası altında büyümüş kişi de bir hadiseyle karşılaştığında ilk refleksi "dinine göre bu ne kadar uygun" oluyor (intihar edenin cenaze namazı kılınır mı?).

    haliyle, bir insanın hayatında bu tarz otorite figürleri ne kadar fazla olursa, kişinin kendine ait düşünce alanı o denli daralıyor. tam bağımsız düşünce zaten imkansız, zaten bir ütopya. ama hayatında ne kadar fazla otoriteye, ne kadar katı bir şekilde biat ederse kişi özgürlüğünü o kadar kaybeder. elde kalan bağımsız düşünce otoritelere teslim edilir, hadiseye verilen ilk reaksiyon bireysel bir ahlak ve düşünce dünyasının ürünü değil; otoritelerce öğretilmiş, bireysel olarak değeri olmayan bir tepkidir.

  • game of thrones

    geçen sezon neye başladıysak ona devam ediyor diyen adam iyi bir izleyici değildir kusura bakmayın.

    hiçbir şey, bakın hiçbir şey eskiden kaldığı yerde değil; buna arya'nın sakil karate kid eğitimi de dahil, dany denen salagin olayları da. eskisine göre dizi x3 fast forward şeklinde gidiyor. eski sezonlardaki tempoyu koruyacak olsalar şu an brienne sansa'yı ancak bulmuş olurdu sezon sonunda castle black'e varırdı. her şey o kadar hızlı ilerliyor ki hadi tyrell ordusunu şehre alalım, hop bir bölüm sonra ordu şehirde. bir bölümde baelish tüm vadi ordusunu moat cailin'e götürüyor. orada öyle bekliyorlar birkaç bölümdür kimse hayırdır dayı sen orduları niye topladın diye sormuyor.

    işin daha da kötüsü, bu kalite emaresi değil. dizinin o zorba reklam politikası ile yarattığı televizyon tarihinin gördüğü en büyük hype'ın getirdiği "hicbir şey olmuyor yaa" izleyicisine yaranmak için bildiğin senaryo kalitesi arka sokaklar seviyesine düştü. özellikle dany (gerçi bunun hikayesi istisnasız her zaman fazla şanslı ve tutarsız olmuştu) ve kings landing hikayeleri tamamen sapıttı. jamie'nin beş sezonluk enfes karakter gelişimi çöpe atıldı falan filan bunlarla ilgili kapsamlı bir eleştiri yazacağım.

    filmde şimdi osuruktan bir sahnede dany ordu kazanıyor, normalde "bu karı yanmıyor cadı lan bu" deyip atlara bağlayıp kadını beşe bölecek adamlar ne hikmetse kadının önünde diz çöküyor. sonra yaratılan salak izleyici "tüylerim diken diken oldu :)))" falan diyor.

    neyse. bunları daha detaylı yazacağım bir ara. ancak sonuç olarak hala daha hicbir şey olmuyorcu tayfanın olması şaşırtıcı, adamlar 5 bölümde tüm westeros'daki orduları sahaya sürdüler. ve bunu yapmak için senaryo kalitesinden de, temel sinema kompozisyonundan da leş gibi tavizler vererek kaliteyi iyice ayağa düşürdüler. ama hala daha "bir şey olmuyor çok sıkıcı" adamları var ortalıkta. düşün artık seviye ne kadar düşük. adam harbiden arka sokaklar'daki kadar aksiyon bekliyor belli ki.

    "you win or you die"ı da "bu işte yaşamak da ölmek de bir ekip işidir" diye çevirip vereceksin bunları ahhshab.

    ya abi uzatıyorum hala ama, açın bakın bölümlerin puanlarına. nerde savaş var, nerde öldürme var, nerde ejderha ve dany'nin memeleri var o osuruk bölümlerin puanları en yüksek. ama hala daha bu dizinin en iyi sahnesi robert'ın ağacın altına işedikten sonra ned'le betsy'nin koca memeleri üzerine konuşmasıdır, robert'ın sarayda cersei ile lyanna stark hakkında konuşmasıdır.

    ama gel gelelim normal izleyiciye hardhome sahnesi süperdi ya. bildiğin zombi saldırısı sahnesi sinema televizyon tarihinde 300 milyonuncu kez falan yapılmış. adamlar bildiğin ejderha zombi ölümsüzlük cadı büyü sex çıplaklık ensest ne kadar popüler kültür zimbirtisi varsa kitliyor millet de "ejderhalar ne kadar büyümüş dany konuşma yapinca ağladım gözlerim doldu" falan diye izliyor.

    onu bunu bırakın da hüsnü çoban öldü mü beyler?

  • golden state warriors

    üçlükler kaldırılsa play off'a son sıradan kalırmış. böyle bir argümanla eleştiriliyor. bence de basketbola ofsayt kuralı getirilse en fazla ziraat türkiye kupasında yarı final görürler onda da eczacıbaşı vitra'ya elenirler.

    federer gibi bir efsane dururken ergenler tarafından sevilen ezik takım.

  • vodafone arena

    sözlük ne kadar beyinsiz doldu amk. "sevinmek için sevmedik" lafından "kazanınca da sevinmesinler" çıkarımı yapmak net gerizekalilik alemetifarikasidir.

    evet, devletin her biri şehirden en az 20 kilometre uzakta 40 tane stad inşaatı yürüttüğü ülkede dünyanın en güzel yerini devlete peşkeş çekmeyip kendi alnimizin teriyle dikdik bu stadı ve sonuna kadar övüneceğiz.

    ulan hiyaragasina bak. galatasarayin oynadığı stadda benim vergimin payı var lan. 90 dakika takimima söven bursanin, 120 insanın haince öldürülmesinden sonra saygı duruşunu ıslıklayan konyanın stadında benim payım var aloo. hanginizin benim stadıma en ufak emeği geçti?

    dünyanın en güzel stadını milyonlarca kardeşimle birlikte inşa ettik. sike sike kutlamasını yapacağız, torunlarim olduğunda bile ovune ovune anlatacağım. siz de umarım bu sürede saraydan iş gördürmek yerine "kendi emeğinizle" bir şeyler basarabilmenin hazzını bir sefer olsun yaşarsınız.

  • ekşi sözlük

    (bkz: 24 eylül 2015 suudi arabistan faciası) başlığını
    (bkz: 24 eylül 2015 mekke şeytan taşlama faciası) başlığına taşıyarak sansürlemiş kıçımın sözlüğü. 300 entry girilmiş başlık sol frame'de görünmüyor*. ki başlığı açan sansüre takılmaması için başlığı ilk şekilde açtığını ifade etmişti.

    bir gayrimüslim ve beşiktaşlı olarak soruyorum, sebebi ney amk ya ne bu sansür merakı? rezilsiniz rezil.

  • ekşi sözlük'teki herkesi dövebileceğim gerçeği

    kaprağımın başını döversin.

    sultanbeyli, 13, 149 boy, 38 kilo, 13 senedir hayattayım çizik boya değişen en ufak sıkıntı yok. ;))

    liseliyim.