dokunmayın gülbişime!
pislik han, madem durumu anladın esat evlenmiyor diye niye söylemiyorsun? diyeceğim de esat evlenmiyor dese bu sefer de kim evlenecek sorusu ile muhatap olup açık vermemek için gülben'in canının yanmasına kendi s*kinin keyfine göz yumdu. kadın zaten 30 küsur sene acı çekmiş, ezilmiş, aşağılanmış, utanmış. bir şirkette salınıp iki mutlu olacaktı, kardeşi olacak yunan tanrısı kılıklı çöpçü çükünün derdine kızı daha beter etti.
sinirlendim çünkü bu tipler gerçekten var. daha kötüleri de var. dizideki en tehlikeli karakter, han. safiye çoğu zaman kartlarını açık oynuyor. doğrudan gidip ya şikayet ediyor ya da karşısındakiyle tartışmaya giriyor. gülbenim zaten zararsız, tehlikesiz. neriman da hakeza arada kalıyor. babanın geçmişteki vurdumduymaz, ilgisiz halleri aileye en büyük zararlardan bazılarını vermişse de adam geçmişindeki evlat - eş acısı ve istemediği bir evlilik yapmak zorunda kalması sebebiyle bu hale gelmiş. annenin aksine kasten zarar vermemiş. ama ilgiden sevgiden yoksun bırakması çocukları önce annenin hedef tahtasına sonrasında da bu karakterlere evriltmiş. babanın telafi etme şansı varken kullan(a)mıyor olması şu anki en ciddi sorunu yine de tehlikeli bir karakter değil.
dede aslen kontrol manyağı. kızının yazdığı mektuptan anlaşıldığı şekilde yanlış evlilik yapmasının sebebi de dede. kız, evden, evdeki yasakçı, kavgacı babadan kaçıp başka bir erkekte sığınacak limanı bulduğunu sanmış. torunlarına da aynen kızına davrandığı gibi muamele ediyor. 30 senede bir adım ilerlememiş. şaşıracak bir şey yok. türkiye'deki pek çok kız babası bu şekilde. ömürleri vefa eder de daha fazla terör estiremeyecek şekilde elden ayaktan düşerlerse anca o zaman biraz insan gibi davranmaya başlıyorlar.
en tehlikeli karakter han dedim çünkü han kendisinde yanlış olan şeylerin oldukça farkında olmasına rağmen düzeltmek adına hiçbir çaba göstermiyor. tam tersine sorunlu özelliklerini insanlardan saklayıp "ideal kişi" portresi çizerek insanları etki altına alıp manipüle ediyor. sessiz atın çiftesi pek olur. inci'ye ciddi hasar vereceğini düşünüyorum. inci bu hasarı kolay kolay tamir de edemeyecek zira han yüzünden kendisine yardım edebilecek kişilerden izole olacak. manipülatörlerin en etkili silahı da budur. avuçlarının içine aldıkları kişiyi herkesten uzaklaştırıp sadece kendilerine ait hale getirerek hapsederler. safiye, neriman, baba ve gülbişim, han'ın umrunda bile değil. otorite sahibi olmayı, onları yönetmeyi sevmesinin yanı sıra kendisi de o evden başka bir yerde "normal" bir hayat süremeyeceğini biliyor. inci'ye de çıkabilecek bütün sorunlara rağmen o evde kalmayı dayatabilir. o ev, han'ın istif deposu, arızalarının diğerleri ile kıyaslanınca göze batmadığı güvenli sarayı. han, o evin hanı. uygar'a yaptığı saldırıdan da belli olduğu şekilde öfkesini kontrol etmekte de yer yer zorluk çekiyor. hem fiziksel hem de psikolojik şiddete eğilimi var. dizi ilerledikçe daha da açığa çıkacaktır. 1 haftadır bile tanımadığı kadınla yangından mal kaçırır gibi evlenmesi de büyük aşkından ziyade büyük psikolojik sorunlarının sonucu.
bu aşk konusunda inci de aşırı etki altında kaldığından kabul etti. dedenin otoriter kontrol manyaklığı, eski sevgilinin takıntılı ve ısrarlı takibi, annesinin yaşadıklarının acısı üst üste gelince inci aşırı şekilde tetiklendi ve kendini ona bambaşka bir hayat vaat eden han'a sığınırken buldu. gözündeki perde kalktığı zaman bu evlilikten kolay kolay kurtulamayacağını fark edecek.
ah gülbişim! zorlama, baştan ölü doğum esra - esat aşkı yazıp balımı üzerlerse mahkemeye gider trt vergi payımı geri alana dek başlarına bela olurum. keşke az biraz eli maşalı olup sesini yükseltebilse de azıcık da olsa huzur bulsa. belki ilerledikçe esat'a olan sevgisinin de etkisiyle açılır. sabah uyanıp yatağı kuru bulduğu andaki sevinci, ruju yanaklarına dokundururken hem utangaç hem mutlu hem de telaşlı bakışları ne güzeldi. merve dizdar gerçekten mükemmel. uzun zamandır ne yerli ne yabancı yapımlarda bu denli doğal, içten ve gerçek bir oyunculuk görmüştüm.
mickey isedi4 profili
-
masumlar apartmanı
-
depresyondan şak diye çıkaracak şeyler
"şükür" kesinlikle değildir. hatta depresyondaki bir insanın karşısına geçip bilmiş bilmiş, parmak sallaya sallaya hayatta şükredilecek ne çok şey olduğundan, dertlerinin önemsiz olduğundan, kendisini aşırı önemsediği için bu halde olduğundan vs bahsederseniz muhtemelen boynuna geçireceği halatı satın almış olursunuz. o yüzden öyle saçmalıklar yapmayın. eğitimini almadığınız, deneyimlemediğiniz konularda ahkâm kesip de elalemin sebebi olmayın.
verem nasıl şak diye geçmiyorsa, depresyondan da şak diye çıkılmıyor. zira insanlar dün keyifli, neşeli otururken bugün şak diye depresyona girmiyor. depresyon, ivedilikle tedavi edilmesi gereken ciddi bir hastalıktır. bu alanda yapılan klinik çalışmalar, beynin işlevindeki bozulmalar, kalıtımsal ve çevresel etkenler, vücuttaki kimyasal, hormonal yapının sağlıklı bir insandaki gibi çalış(a)maz hale gelmesi, travmalar, stres gibi pek çok etkenden dolayı bireylerin depresyona girdiklerini gösteriyor.
dünya sağlık örgütünün yaptığı araştırmalar tedavi edilmemiş depresyonun en yaygın intihar sebebi olduğunu ortaya koyuyor. içerisinde bulunduğumuz 2020 yılı itibariyle uzmanlar dünya çapında kalp rahatsızlıklarından sonraki en yaygın ölüm nedeninin depresyon olacağını öngörüyor. ayrıca depresyon, kalp rahatsızlıkları, tansiyon, diyabet, felç gibi hastalıklara yol açabilmekte, aralarındaki ilişki tam olarak ortaya konamamış olsa da bazı kanser türlerinde tetikleyici etkenlerden biri olduğu da düşünülüyor.
ayrıyeten depresyona "modern çağ hastalığı" diyerek sanki son 15-20 senede ortaya çıkmış gibi davranmak da yanlış. son yıllarda depresyon oranında artış ve depresyona girme yaşında düşüş gözleniyor olsa da insanlık uzun süredir depresyonla mücadele içerisinde. günümüz koşullarında tanı, tedavi ve farkındalığın artmış olması, her geçen sene artan yüzde ile insanların kliniklere benzer şikayetlerle başvuruyor olması görünürlüğü ve konuşulurluğu arttırdı. depresyona girmiş olmak, önceki yıllarda pek çok toplumda stigmatizasyon sebebi olduğundan insanların yardıma ulaşması ve istatistiklere girmeleri zordu.
paralı olmak, bedenen sağlıklı olmak, aile ve arkadaşlık ilişkilerine sahip olmak hatta huzurlu bir ortamda yaşamak dahi depresyona girmeme garantisi vermez ve haliyle depresyondan çıkma garantisi de değiller. sadece bunların eksikliği bireyi depresyona daha kolay itebilir. herkes depresyona girebilir. günümüzde tahmini olarak her 3 kadından ve her 5 erkekten biri hayatlarının bir döneminde çeşitli seviyelerdeki depresyonla mücadele ediyor.
elbette ki depresyondaki bireyin olumlu şeylere yönelmesi, kendisini mutlu edecek aktivitelerde bulunması, sağlıklı beslenip uyku düzenini düzeltmesi, sosyal çevresinin desteği tedavide oldukça önemlidir. şükretmek, dua etmek, manevi tatmine yönelmek bireye iyi gelecekse uygulanabilir. ama bütün bunların yapılabilmesi için öncelikle sağlanması gereken asıl tedavidir yani, psikoterapi ve uzman kişinin vereceği ilaçlar. asıl tedavi de kimseyi "şak diye" çıkarmıyor. zamana yayılmış, titizlikle takip edilen sürecin sonunda insanlar kurtuluyor.
velhasıl kendinizden kötü koşullarda yaşayan, sizden daha ciddi -kime göre neye göre daha ciddi tartışması yapmak da mümkün ama yazı yeteri kadar uzadı- sorunlara sahip insanlara bakıp "oh iyi ki de ben böyle değilim" demek, kendinizi başkaları ile olumlu-olumsuz herhangi bir şekilde kıyaslamak kısacası "şükür mode on" vaziyette gezmek depresyona girmenize engel olmayacağı gibi ayıp ve yakışıksız bir davranıştır, yapmayın.
gerçekten depresyondaki bireyler; sürekli şikayet eden, sızlanan, söylenen, tatminsiz, hobisiz, boşlukta kalmış kimseler değildir. tam tersi olarak depresyon hastalarının ayırıcı tanılarından biri sessizleşme ve tepkisizleşmedir.
son söz olarak da depresyonda iseniz, bundan şüpheleniyor iseniz şak diye çıkamayacağınızın bilincinde olup yardım isteyin ki tedavi başladıktan sonra "neden iyi olmuyorum?" düşünceleri ile hayalkırıklığına uğramayın. hiçbir hastalığın tedavisi bir anda mucizelerle gelmez, sabırlı olun, direnin ve kendinize er ya da geç bunun biteceğini mutlaka her gün hatırlatın. -
aralık 2017 bavul dergi rezaleti
yazının sahibi aslı tohumcu. twitter'ında şöyle demiş "bu ay bavul dergi'de 5harfliler.com'dan esinle erkeklerin ağzından gerçek taciz hikayeleri yazdım."
5harfliler.com'daki yazı da şu. bu yazı da aslında birden çıkmış değil. türkiye'deki #sendeanlat kampanyası gibi kadınların uğradıkları tacizleri yazdığı #metoo etiketi twitter'da ve facebook'ta yayılıyor. bu etiketin çıkış noktası da son zamanlarda sık sık duyduğumuz hollywood tacizlerine dayanıyor. abartısız milyonlarca kadın bu etiket altında yaşadıkları tacizleri anlatırken okuyan pek çok erkeğin tepkisi tıpkı #sendeanlat etiketinde olduğu gibi; "inanamıyorum, bunu yapan insan olamaz, midem bulandı, başım döndü, bütün erkekler böyle değil, kadınlara sahip çıkalım vs vs" ekseninde dönüyor. bir kısım erkek de #howiwillchange (nasıl değişeceğim?) konulu başka bir etiketle hem kadınlara destek veriyor hem de kadınlardan tavsiye istiyor.
sonrasında ise 5harfliler.com'daki yazıda da belirtildiği üzere israilli aktivist bir kadın çıkıp; kadınların uğradıkları tacizleri anlattığı yeter, değişmek istiyorsanız önce özeleştiri verin bir #metoo etiketi de siz açıp yaptığınız ve pişman olduğunuz tacizleri yazın diyerek; örnekler veriyor.
verilen örnekler net, çarpıcı, edebiyat kasmadan olduğu gibi yazılmış. tavsiyenin amacı özeleştiri verilmesini sağlamak, yaptığından utanan erkeklerin de olduğunu göstermek, tacizin sadece kadının üzerine yığılmasına bir nebze de olsa engel olmak. çünkü ne kadar duyarlı olursa olsun bir erkek; kadına yönelik tacizi gözüyle görmediği sürece tahayyül etmekte zorlanabiliyor. hemcinslerinin ne kadar ileri gidebileceğini haberlerde görse de bizzat birinci ağızdan duymadıkça hayatın içerisinde konumlandıramayabiliyor.
bu kadar uzattıktan sonra asıl mevzu bahis "yazıya" geldiğimizde ise karşımıza ciddi anlamda büyük bir sorun çıkıyor. 5harflilerde yayınlanan yazıdaki, israilli aktivist bir kadının yazısındaki erkeklere "yazın" diye tavsiye edilenle, aslı tohumcu namlı şahsiyetin yazdığı arasındaki zihniyet ve söylem farkı o kadar bariz ki!
kendini kadın hakkı savunucusu olarak tanımlayan bir kadın '90ların internet sitelerindeki erotik hikayeler formatında bir şeyler yazıp; bunu "taciz karşıtlığı" olarak pazarlıyor. bir ilkokul çocuğunu merkez alarak açık açık neredeyse yazılı çocuk pornosu sahnesini bir derginin sayfaları arasında oynatıyor. asıl sorun ise bunu yaparken kullandığı üslup! pişmanlıklarınızı paylaşın diye ortaya atılmış bir fikri; pişman olmak şöyle dursun yaptığını anlatırken tekrar zevke gelen birinin ağzıyla yazıyor.
çarpıcı olsun, tiksindirici olsun diye bu şekilde yazmış denilebilir. ama hepimizin algısının yeteceği şekilde yazı tiksindirici değil, tacizci-pedofil birilerinin hayal edip zevk alabileceği kadar özendirici.
bavul, ot, kafa vb. cehaletinin farkında olamayacak kadar kibirli lümpen kesime sığ bile denemeyecek kadar rezil bir muhaliflik pazarlamaktan, ortazekalılığın alametifarikası sözlerle "marjinal ve zeki" gözükmeye çalışan yazarlarla dolup taşmaktan başka hiçbir işe yaramayan bu dergilerden çok da bir şey beklememek lazım aslında ama insan yine de bir dur durak noktaları olmasını istiyor. marjinal olacağız, muhalif gözükeceğiz diye derginin orta yerine çocuk pornosu yazmamalarını bekliyor!
yeni türkiye'nin yeni edebiyatına ait yeni yazarı tarafından yazılmış bir yazı; hepimize hayırlı olsun.
edit: twitter'dan da kendisine karşı en kalbî duygularımı ileteyim dedim ama hanım abla twitterını kilitlemiş. neymiş yazdıkları kendi başına gelenlermiş. canım ya! bu tipler yazar, aydın, solcu, ilerici, muhalif gibi sıfatları haiz oluyor. bu sapık yazılarını eleştiren bizler de hiçbir şeyden anlamayan sanat düşmanı, kadın bile olsak kadın düşmanı gericiler oluyoruz. -
3 yaşındaki çocuğu serviste unutmak
bu sabah olayı anlattıktan sonra annemden öğrendiğim ve kanımı donduran bir olay var. çok yakın bir akrabamızın oğlunun başından geçmiş.
akrabamızın oldukça pahalı bir kreşe yazdırdıkları oğulları bir süre sonra sürekli hastalıklı gezmeye, idrar yolu sorunları yaşamaya ve evde asla uyumamaya başlamış. götürdükleri hastanede yapılan idrar tahlilinde sakinleştirici bir maddeyle idrar yapımına engel olabilecek bir maddeye daha rastlanmış. doktorlar tabii ki de öncelikle akrabalarımızdan şüphelenmiş. çocuğa uyuşturucu madde kullandırmış olabileceklerine kadar pek çok şeyi sorgulamışlar. aile temiz çıkınca çocuğun en çok vakit geçirdiği bir diğer yer olan kreşe yönlenmişler ve bingo!
kreş görevlileri sabah gelen çocuklar huysuzluk yapmasın, bütün gün uyusun ve altlarını değiştirmek zorunda kalmasınlar diye hemen her gün çocuklara çok düşük doz da olsa sakinleştirici vermekte, kreşin dağılıp ailelerin gelmesinden yaklaşık 1-1.5 saat önce çocukları uyandırıp oyun oynatmaktalarmış.
tabii ki dava açılmış. veliler davayı kazanmış ve kreş kapatılmış. bir kaç ay sonra kreşin sahipleri başka bir adla başka bir semtte kreş açıp işletmeye devam etmişler.
kreşler bu raddeye varacak ölçüde denetimsiz. bu yavrunun ölümünden sorumlu olanlar için umarım ki durum bizim akrabamızın başına gelenler gibi olmaz. değil başka bir yerde tekrar kreş işletmek, günyüzü bile göremezler, umuyorum.