flortozhatun5
profili

  • asil kadın bulmanın aşırı zorlaşması

    “sen hiç monako prensesi fantazisi olan erkek gördün mü? göremezsin. hepsi hizmetçi, sekreter, konsomatris vs. ister.”

    zerrin iffet (yalan dünya)

    jhshsjahaha

  • 35 yaşından sonra hala aşk arayan bekar kadın

    35+ bir kadına, “beni kabul etmeyip de ne yapacak, düşürürüm ben bu yaşa gelmiş kadını,” diye yaklaşan ama reddedilen birinin hezeyanı. aksi takdirde sizinle alakası olmayan insanların size dokunmayan tercihlerini neden kendinize dert edesiniz, değil mi?

    edizhun; arkadaşlar, ciddi soruyorum; geri zekalı mısınız? bi' insanı savunmak için onunla aynı özelliklerde olmak mı gerekiyor? afganistanlı/suriyeli de değilim; onlarla ilgili yazdım. tacize, tecavüze, kadın cinayetine de uğramadım; aleyna çakır'ı savundum...

    yaşımdan size ne? 35+ değilsem bu densiz giriye cevap veremez miyim? gerçekten hastasınız, yahu, lami cimi yok; hastalıklısınız.

  • ekşi itiraf

    aylık itiraflarımı yapıp gideyim. here we go!

    bazı insanlar yabancı şarkı dinledikleri için kendilerini kültürlü sanıyor, çok gülüyorum.

    olaylar istediği şekilde ilerlemeyince sorunu kendisinde değil de karşı tarafta arayan, sen zaten şöyleydin böyleydin bla bla saçmalayan insanlar var. siyasetçilere kızmayın arkadaşlar ben nerede hata yaptım diye düşünmeme huyu bu toplumun iliklerine işlemiş.

    insanlar en yakınlarına bile çok rahat yalanlar söylüyor ama inatla onları sevdiklerini iddia ediyorlar. gelin sadece otuz saniye dürüst olalım; kandırabildiğiniz kişiye saygı duyma ihtimaliniz yoktur. ve saygı duymadığınız birini gerçek anlamda seviyor olamazsınız. işin içinde maddi/manevi bir çıkar vardır ki yanından ayrılmıyorsunuz. keşke ne istediğinize dair biraz daha farkındalığınız olsa. olsa ki kendinizden başka kimseyi inandıramadığınız yalanları söylemeye bir son verseniz.

    bazen kendimi çok yalnız hissediyorum, ama sonra pişman oluyorum, pişmanlığımın sebebi beni seven (sevdiğini iddia eden) insanlar değil. sanki kitaplarım çiçeklerim hatta buraya düştüğüm notlar gönül koyacakmış gibi içim burkuluyor.

    bana hesap sorma ihtimali olan hiçbir şeyi tutamadım hayatımda. kök salmaya uygun olmayan karakterime göre bir çizgi belirlemişim hiç farkında olmadan. bu açıdan baktığımda beni üzdüğü için terk ettiğim, ya da beni terk ettiği için üzüldüğüm birkaç kişiden özür dilemem gerekiyor ama dilemeyeceğim. nasılsa sevmemişlerdir. kim bilir ne hesapları vardır üzerimde ama gerçekleştiremeden yollarımız ayrılmıştır. adem-i itimat meselesini epey abartmışım görüldüğü gibi. eski günlerime döneceğime dair de çok umutlu değilim. zira en yakınımızdakilerin bile sinsi sinsi ilerlettiği bir planı olabiliyor bize dair, hiç de masum olmayan planlar... dikkat etmek gerek.

    bazen çok üşengeç olabiliyorum. hala anlamadım neden yapıyorum bunu. öyle ki doksan dokuzuncu merdivende yorulup geri indiğim ama o son adımı atmadığım olur. örnek; bir hikaye yazdım, en uygun ismi de buldum ama benden önce yazan olmuş aynı isimle bir şey. farklı bir kelime uymayacağı için vazgeçtim. düşünmek istemiyorum, hikaye ve içeriğine dair o kadar yorgunum ki yeni bir beyin fırtınasını kaldıramayacağım maalesef. o da diğerleri gibi haricinin derinliklerinde kalsın, edebiyatımız bir şey kaybetmez nasılsa.

    karakterimdeki en büyük eksik, bir üstteki paragraftan da anlaşılacağı gibi, tutku. hayatımda hiçbir konuda tutkulu olamadım. hadi tutkuyu geçtim hırs bile yok. ulan insanın bir tane bile 'sensiz yaşayamam' dediği biri olmaz mı? ya da nasıl olmaz? ya da ne deneyimlemiştir ki yaşanabildiği bilgisiyle devam ediyordur hayatına? üniversitedeki ev arkadaşım duvarları yumruklamıştı sevgilisi gitti diye. sabaha kadar göğsüne vura vura ağlamıştı abartmıyorum, sonra da kaşlarını ve bıyıklarını almayı bırakmış, çocuk gelene kadar sürdürmüştü inadını. bizim o görüntüye katlanmakla ilgili suçumuz neydi bilmiyorum ama böyle zamanlarda yanında olmayacaksak neden arkadaşlık ediyoruz?

    bir de leyla ile mecnun da şirin adlı bir karakter girmişti diziye son sezonlarda, mecnun'a demişti ki 'madem seninle olabilmenin tek yolu adımın leyla olması, ben de olurum o zaman' ve bir gün mecnun’un kapısında belirmişti, nüfus cüzdanındaki yeni ismiyle. gerçekten de leyla olmuştu kadın. çok özenmiştim. aşık olunuyor evet, ama neden her şeyden vazgeçecek kadar olamıyoruz? ya da bu çamuru kimseye bulaştırmayayım 'ben olamıyorum'

    çocukluğumda; istediği herkesi etkileyebilen, başarılı, -göreceli olmakla birlikte- güzel, zarif, aklı başında, nerede ne yapması gerektiğini kestirebilen bir kadın olmayı hayal ederdim. kısmen oldum da. ama işler benim sandığım gibi yürümüyormuş. insanlar öyle kadınları uzaktan izlemek için çevrelerinde tutuyor ve gözlerini doyuruyorlarmış yalnızca. koca bir ömrü paylaşmak, hasta olduğunda çorbasını yapacak kişi olmak değilmiş hiçbirinin hayali. bir kadının karşısında titreyince değil, karşılarında titreyen bir kadın görünce mutlu oluyorlarmış. kimseye bizim için titreyin demedik ilginç olan. tamamen kendi kafalarında oturttular bir tahta ve hiç farkında olmadığımız o algının acısını yine bizden çıkardılar. sağlık olsun. o kişilere ah etmiyorum, tek isteğim 'yaptıkları her espriyi dakikalarca açıklamak zorunda kaldıkları bir hayat yaşasınlar' ya da 'ıslak tuvalet terliğine bassınlar' (bkz: leyla ile mecnun)

    beş yıl önce bir arkadaşım evlilikten bahsederken 'sen kahır çekmezsin' demişti bana. o an anlamamıştım, şimdi anlıyorum ki bizden hep bir şeyleri görmezden gelmemiz bekleniyor. mutsuz edildiğin halde gitmemekmiş kahır çekmek; nefes alman ona bağlıymış gibi yaptığı her terbiyesizliğe katlanmakmış, aldatıldığını fark etsen bile anlamazdan gelmekmiş, peri padişahının oğlu/kızı muamelesi yapmakmış karşı tarafa. benim bunu idrak etmem gerçekten imkansız, neden sevdiğimiz kişileri elimizde tutmak için değil de kaçırmak için debeleniyoruz ? neden 'kahır' çekecek biri olup olmamalarını önemsiyoruz ? neden üzüyoruz ? zorluyoruz ? tepiniyoruz o sevginin üzerinde ? yok, yok, bu benim algılarımın çok dışında. asla ve kat'a girmez beynime. uğraşmayayım en iyisi.

    önyargılı biri olmamak için, daha ilk bakışta ne tür bir pislik olduğu anlaşılan kişilere şans veriyorum. 'hadi' diyorum 'şaşırt beni, genellemelerin doğru olmadığını ispatla' istiyorum ki atılan taş ürkütülen kurbağaya değsin. maalesef ki her seferinde benim tahminlerimden daha beter bir karakter çıkıyor içlerinden. nazi kampıyla karşılaştırılamaz elbette fakat ‘eğer bir tanrı varsa ayaklarıma kapanmak zorunda kalacak' bu tiplerle yolumu kesiştirdiği için.

    yaşanan bir durum acı veriyor gibi görünüyor bazen, sonra sahne değişiyor gözümde. olur ya filmlerde kamera sizin sevdiğiniz karakterin açısından karşıya bakıyordur ve yavaşça o karakteri izleyen gözün açısına geçer. o dönüş canlanıyor kafamda, diğer tarafta neler yaşandığını merak etmeye başlıyorum; nasıl göründüğümü, nasıl bir imaj verdiğimi, sözcüklerimin nereye dokunduğunu ya da dokunamadığını... bu bir lanet bence, çünkü olayları bu şekilde değerlendirdiğinizde kimseye uzun süre kızgın kalamıyorsunuz. içimdeki anaç canavar neden bu kadar doyumsuz bilmiyorum. herkesi her şeyi affediyor! affetmese keşke süründürse biraz ne olur sanki.

    seçimlerimizi düşünüyorum son zamanlarda, kimi neden alıyoruz hayatımıza? gördüğüm kadarıyla birçok kişinin en derinlerdeki tek korkusu ‘yalnız kalmak’ özellikle erkekler kendilerini terk etme ihtimali olmayan kadınları tercih ediyor. hayatının öznesi değil de birilerinin kızı olarak kalmış kadınları. ali’nin kızıydı ahmet’in karısı olacak. kimliksiz, ancak bir başkasının kimliğiyle var olabilecek, ancak o zaman tamamlanmış hissedecek kadınlar. erkeklere hiç kızmıyorum inanın, buna izin veren hemcinslerimi anlayamıyorum hepsi bu.

    tarım okuyorum aöf de, bugüne kadar ilgilendiğim akademik alanların hiçbiriyle yakın - uzak alakalı değil. keşke örgün okusaydım diyorum diğer yandan. dünyaya ait her şeyden tiksinmeme çok az kaldı, o gün geldiğinde ve kendimi dağlara vurduğumda başımın çaresine bakarım, aç kalmam en azından.

    semizotu ektim, üç hafta içinde mahsul alınır demişlerdi ama inanmamıştım fakat akşam eve geldiğimde gördüm ki çoktan kafalarını çıkarmışlar topraktan. iki günde çimleniyorsa üç haftaya kalmaz bir güzel salatasını yapıp yerim ben onları.

    okul hayatım boyunca hep en arka sırada oturdum, ilkokulda boyumdan ötürü attılar beni muhtemelen sonra da alışkanlığa dönüştü. o yüzden midir bilmem lakin herkesi görebildiğim açılarını severim hayatın. mesela ne güzel olurdu bir dağın tepesine çıkıp (nemrut olabilir) insanların sahte hayatlarını izlemek. bir süper gücüm olsa ağızdan çıkanları değil de akıldan geçenleri duyduğum. hissetmiyor değilim asıl duyguları ama ben sizin sesinizden sizin ifadelerinizle duymak isterdim. belki aklımın yetmediği kelimeleriniz vardır...

    leyla erbil'i düşünüyorum bazen, demiş ki 'hiç sevilmedim'. yalnızca ahmet arif'in aşkı bile insana 'beni artık kimse sevmese de olur' dedirtebilecekken o kadın neden böyle bir cümle kurmuş? sevilmiş ama onun istediği gibi seven olmamış belki. bu da çok acı ulan. ah be leyla ah be leyla... sen göçtün bu dünyadan ama ben seni çok fazla kafaya takmasam mı acaba? sana o cümleyi söyleten hissi deneyimlemem umarım.

    bir zamanlar bir nihilist tanımıştım, durun durun hemen heyecanlanmayın. elbette gerçek nihilist değildi. beni nereye koyduysa artık nihilizm vs dediğinde etkili olacağını düşündü sanırsam, hakkını yemeyeyim işe yaradı ama o nihilist şimdi aile babası. benimle vakit geçirebilmek için rol yapmış, akademi ödülüne layık ama oyunculuk yapmadığı için harcanan değerlerimiz var, çok üzülüyorum ülkem adına. bir kadının beğenisini kazanmak, aynı anda, nasıl hem bu kadar değerli hem de bu kadar değersiz oluyor anlamıyorum.

    bir arkadaşımın eski sevgilisi; lisede albert camus okumaya başlayan, varoluşçu felsefeyi sonuna kadar benimsemiş ve insanların bir dine mensup olabilmelerine anlam veremeyen bir adammış. ama o adam omuzları açık gelinliğin üzerine bolero giyen bir kadınla ellerini göğe açıp dualar ederek evlenmiş. burada da çok görüyorum kadınları eleştiren cesur yürekler. ama hepinizin nasıl kadınlara hayatını ipotek ettiğini biliyoruz neyse ki. yazık burayı takip eden genç kadınlarımıza. erkeklerin gerçekten yazdıkları şeylerden şikayetçi olduğunu zannedecekler ve belki de ona göre şekillenecek fikirleri. inanmayın kızlar olabildiğiniz kadar itaatkar olun. yoksa sizi mutlu etmeyecekler, terk edecek ve o sürekli eleştirdiği kadınlardan biriyle evlenecekler.

    carie bradshaw der ki; belki bazı kadınların dizginlenmeye ihtiyacı yoktur, belki de onların, kendileriyle yan yana koşacak birini bulana kadar özgürce koşmaları gerekir.

    bugün de 30’luk ablalığımızı yaptık, hadi gidelim flortoz.

    c u.

    not: üzgün/dertli/mutsuz olduğumu düşünüp mesaj atanlar oluyor, öncelikle teşekkür ederim ama inanın mutsuz değilim. ara sıra tespitlerimi paylaşıyorum sadece, bir dilim çizkek yiyince bir hafta gülümseyerek dolaşan insanım ben, endişelenmeyin lütfen.

  • şişman kızla sevgili olan erkek

    bugün bir arkadaşım iki arkadaşı arasında çöpçatanlık işine soyunduğunu anlattı bana. olurlar mı sence diye sordu. ben de anlaşabilecek gibi görünmediklerini o adamla başka bir kadın arkadaşının daha uyumlu olabileceğini söyledim. benim -güya- feminist arkadaşım ismi geçen kadının kilolu olduğunu adamın onu beğenmeyeceğini söyledi. daha önce de birileriyle tanıştırmak istemiş ama kadının kilosundan dolayı erkekler hiç oralı olmamış. erkekler göbekli kadınları direk eliyorlarmış (paşalara bakın hele). tabii bu bizimkinin yorumu, adamlar belki başka bir nedenden hoşlanmamıştır.

    ilginç olan, ben karakter olarak uyumluluklarını kastetmiştim. o tiplerini yakıştırdım sandı. beni tanıdığını düşünüyordum yanılmışım demek ki.

    neyse konu bu değil.

    birincisi; niye insanları tanıştırmaya çalışıyor anlamış değilim. birbirine uygun gördüğün arkadaşlarını aynı ortama sokabilirsin, aralarında bir çekim olursa devamını getirirler zaten ama öncesinde fotoğraf göstermeler vs çok çirkin. (bunu kendisine de söyledim)

    ikincisi; sevgili aranan adamı tanıyorum. sayılı üniversitelerden birinde akademisyen ama görsel olarak bir iddiası yok. akademisyen diyorum, şekilcilikle işi olmaz - kadınları metalaştırmaz sanıyorum ama durum hiç de öyle değil. adam kendi görselliğini hesaba katmadan manken vücutlu, mümkünse evlenme meraklısı olmayan ve her anlamda açık fikirli bir kadın arıyor.

    yalnız o değil çevresindekiler de ona ‘güzel’ kadın bulma derdinde. ama kimse ‘ulan bu adam resmen çirkin bir de kilolu’ demiyor.

    demesin zaten, doğrusu bu ama kadınlar için de denilmesin. kadın 34 36 beden olmak zorunda, 38 e biraz izin var, 40 ve üzeri seçenek bile görülmüyor ama erkekler kişisel hijyenlerine bile dikkat etmesin. bakın kiloya vs giremiyorum bile, günde bir kere dişlerini fırçalayan adamdan ‘aa o çok titizdir’ diye bahsediliyor.

    üçüncüsü; kadının herkes düşmanı. en çok da kendi cinsi maalesef. bir kadın bacaklarını kalın buluyor mesela ya da selülitinden - çatlağından şikayetçi. sen kalın bileklerinle rahatça etek giyiyorsun diye sana saldırıyor. ‘o karınla nasıl bikini giyersin’ diyor. ‘o da bir zahmet zayıflasın yıllardır diyette’ gibi çirkin çirkin dedikodu yapıyor kaç yıllık ‘arkadaşı’nın arkasından.

    siyasi girilerden sonra düşülen ‘akpli -chpli değilim’ notu gibi olacak ama 36 38 bedenim. bir şeyleri savunmak için mağdur olmak şart değil. doğuştan getirilen kadarcık insan olmak empati kurmaya yetiyor, çok iyi kalpli şefkatli olmanıza gerek yok hani.

    bu toprakların insanları neden bu kadar acımasız, ne yaşıyorlar hiç anlamıyorum. anlamak da istemiyorum. acıysa acı, yoksulluksa yoksulluk, kimsesizlikse kimsesizlik... herkes çok zor hayat mücadeleleri veriyor ama bu kimseye hadsiz olma hakkı vermiyor.

    merhametli, vicdanlı çocuklar yetiştiremiyoruz lanet olsun, herkes hayatının bir döneminde akran zorbalığına maruz kalıyor. büyüyünce de süperego giriyor devreye, kişilerin yüzüne karşı geçilemeyen dalgalar her fırsatta atıyor kendini dışarı. dedikodu, arkadan kuyu kazma, başkalarının eksiğini bulma, bulmaya çalışma vs vs

    psikoloji hocamız bir hastasını anlatmıştı;

    adamını biri 14 15 yaşlarındaki oğlunu da alıp gelmiş hocama ve ‘kulaklarımız hem büyük hem kepçe, bizi kimse beğenmiyor, sevmiyor’ demiş. hocam şaşırmış sevilmeme nedeni olarak bunu sunmalarına ama birkaç seanstan sonra hikaye çıkmış ortaya; adamın eşi evi terk etmiş, çocuğunu da hiç arayıp sormuyormuş. baba oğul kendilerinde fiziksel bir kusur bulup yansıtma yolunu seçmişler. bir nevi savunma mekanizması.

    problem hiçbir zaman görsellik değildir arkadaşlar. estetik kaygıları yüksek olanlar kompleksli insanlardır. kendinden emin göründüklerine bakmayın, asıl kompleksliler özgüvenli imajı veren tiplerden çıkar bunu da sakın unutmayın.

    kilo dediğin nedir çok önemliyse gider zayıflar insan. ki sağlık problemine dönüşmedikçe zayıflamayabilir kendi seçimi.

    ayrıca kimsenin değinmediği bir konu da bu sağlık meselesi. aşırı kilonun bazı hastalıklardan kaynaklanması ya da onlara yol açması kimsenin umrunda değil. tek derdimiz beş on dakikalık tatmin ne de olsa. insanlık bu dertten kurtulabilse keşke ya da arz talep dengeli olsa, birileri karşı cins görünce sevişmekten başka şeyler de düşünebilse, beyne kan gitmediğini bu kadar açık etmese...

    inanmadığım tanrılardan sizin adınıza sevgi dileyeceğim. çok sevilin inşallah kimsede hata kusur arayamayacak kadar çok...

  • türklerin ingilizcesi en kötü olan millet olması

    siz hiç, bir çinliyle ingilizce konuşmadınız sanırım.