bunu beğenmiyo musunuz diyen hamurişi beyinli boomerlar olmuş.
nerede yumurta, peynir, zeytin,domates? işin sağlık boyutu var. nerede makro/mikro günlük besin ihtiyaçlarını gözetmek; hangi diyetisyen , hangi hekim bunu onaylar? yumurta, peynir, zeytin, sebze nerede? demir, kalsiyum, b12,c,d,e vitamini nerede? sen hayatsız bir çalışan olarak sabah metroya binmeden açma alacak zamanın varsa şanslı hissediyo olabilirsin . lakin devlet yurdunda sistemli şekilde fixlenmiş bir menüde öğrencilere her gün bunu çıkarmak sistematik bir halk sağlığı ve eğitim sorunudur. neymiş mis gibi açmaymış, beyaz un +rafine yağ = insülin direnci-->diyabet---> obezite veya reflü-->gastrit--->ülser.
bunu yiyerek ders çalışan inşaat mühendisinin yaptığı binada oturasıcalar sizi.
baharda bluescu olan metalci4 profili
-
kyk yurdundaki insanlık dramı kahvaltı
-
ego teriminin yanlış kullanımı
(bkz: egosu olmayan akademisyen) başlığı gibi kullanımlardan yola çıkarak yazılmıştır.
descartes'in keskin ve bütün tek bir 'düşünen ben' anlayışına karşın, psikoanalizce yapılan devrimde(freud tarafından) kişinin benliği(ya da bilinçliliği) üç kısımın işlemesiyle oluşan kompleks bir bütündür:
-id
-ego
-superego
çok kabaca :
burada hayvani ve ilkel istekleri olan, içgüdüsel olan id'dir, bu hayvani kısmı sosyal normlara göre çekip düzenleyen, kuralları içselleştirmiş kısım kontrolcü denetleyici olan superegodur; ikisinin dengeyi bulmuş hali ile ( idin isteklerine reality check yaparak) dışarı yansıyan son davranışın sorumlusu da ego olur.
( aslında tam olarak bu değil, ama şimdilik detaylarda boğulmaya gerek yok)
ego teriminin basit türkçe karşılığı olsa olsa benlik, kendilik olabilir ki bu kötü bir şey değildir, aksine olmaması sıkıntı yaratır muhtemelen( kişilik bozuklukları gibi)
egosu olmayan insan, düşük egolu insan vb. kullanımlar anlatım bozukluğudur, kavram karmaşasındandır.
bu kafa karışıklığının sebebi, psikologların da kullandığı 'ego şişmesi' deyişinden geliyor sanırım. ego şişmesi dediğimiz şey kişinin çok fazla egosu olması(o nasıl olacaksa artık) değildir.
superego dediğimiz sosyal dünyaya dönük kısmın kontrol manyağı bir ucubeye dönüşüp kişiyi mükemmeliyetçi baskısı ile muma döndürmesi ve kendisini sürekli yargılayıp değiştirerek mükemmel olmaya çalışması kısmıdır. içinizdeki kendinizi sürekli dışarıdan görüp, gözetleyip azarlayan taraf, biraz 'elalem ne der'ci taraf artar.
bu durum gerçekleştiğinde gerçek istekleriniz, duygularınız yontula yontula yüzeysel ve güdük kalır ve hep eleştirilme korkusu ile mümkün olan en iyi halde davranmaya çalışırsınız.
bu ego şişkinliği de çoğu zaman, yüksek egolu diye bahsi geçen arkadaşların tavrı ile sonlanmaz.
aşırı çekingen, içe kapanık, gereğinden fazla nazik, yapmacık vb. bulduğunuz insanlarda oluşması da olasıdır illa ki narsisizmle ilişkili değildir.
insanların birbirinden yakınırken bahsettiği 'egolu' olma halinde asıl eleştirilen kast edilen şeyin karşılığı 'bencillik', 'kendini beğenmişlik' , 'kibirlilik' gibi haller veya modlar, kısmen narsisistik kişilik bozukluğu sendromunun semptomları.
bunlar hastalık boyutunda olmadan da hepimizde çeşitli oranlarda bulunan ve belli oranlarda bulunması da sağlıklı ve elzem olan hallerdir.
kişiliğin varlığı(yani ego) gerekli , kendisini olumsuz etkilerden koruması, travmaları çözebilmesi için kendi kendisinin güçlülüğüne dair olumlu bir yargı şart, bunu kendini beğenmişlik değil özgüven gibi daha yumuşak kavramlarla anlatıyoruz ki sıkıntı yaratmasın ama özünde ikisi de aynı itkinin benzer sonuçları.
'ego'dan yakınanların büyük kısmının kastı süperegonun sebep olduğu ego şişmesi hali iken, bir kısmı da idin sebebiyet verdiği bencilliği kast eder; her ikisi de bir ölçüde sağlıklıdır. benliği öldürmek, kendinle savaşmak( tabii neticede de hep itaatkar ve uslu olmak),çilecilik gibi tasavvufi konseptler genelde ortaçağda skolastisizmle hristiyan dünyasından yayılmıştır. kişiliği bu ölçüde törpülemek, 'kendinden geçmek ', kendine eza çektirme pratikleri sağlıksızdır. sosyal olarak da kimliksiz birey toplumun mekanik işleyişine katkısı hariç işlevsizdir; kişiliğinizin,prensiplerinizin, iyi ve kötü yönlerinizin olması sizin var olmanız bir suç değil.
kibirli, ukala, bencil, duyarsız bir götoş olmayın yeter.
ego= nefis denklemi de tam değil aslında, ego parçalı bir kişiliğin bir kısmı nefis ise tüm kendilik, benliği karşılayan bir kelime. yabancı( süslü) kelimelere gerek yok derken psikoloji terimleri yerine arapça kelime öne sürmek de efsane olmuş.
not: söz konusu başlıkta ukteyi veren kulube-i ahzana teşekkürler. -
kocaman tabağa yarım kaşık yemek koyan restoran
sanatı endüstriyel meta haline getirdik tıpkıbasım kitap yazdık replika film çevirdik madem şimdi de olağan tüketim malzemesini 'sanat' yapıp elitliği buradan kasalım. aferin iyi halt yedik, çok güzel oldu böyle. oğlum güldürmeyin beni, kahvaltı ediyorum boğazımda kalıyo ya.
'tarif'i alınıp aynısı dünyanın her yerinde yapılabilen şeyden sanat mı olur allasen. dali'yi hayal ediyorum şef şapkası takmış otuz gram turkuaz boyaya, üç bardak su diye anlatıyor çırakları not alıyor falan.
'chef'miş.
sizin elitizminizi, üç kuruşluk 'ucuz' zevkinizi, mideye hitap eden on beş dakikalık 'sanat'ınızı sevsinler. sen daha dizaynla sanat ayrımsaması yapama bir de millete söv. fonksiyonel metanın, temel ihtiyacın sanat olduğu nerede görülmüşse -son iki üç saçma onyıldan evvel-?
tanınmış mimarlar bile yüzyıllardır özeleştiride tevazuda, biz sanat değil tasarım yapıyoruz, yer yer de zanaat diyor; yaşadığınız mekanı hem fonksiyonel hem estetik yapmaya çalışıyoruz işte diyor; şu 'mutfak'çı tayfadaki özgüvene bak sen.
önce çomar sonra şopar şimdi de davaro dediğiniz halkı bir mutfağa alıp kesmediğiniz kalmış, evet tamam en harika damak zevki senin, en incelikli sen tüketiyorsun, bravo al bu da 'biğonz' madalyan, ince işçiliklisinden.
siz o köydeki dudak büzdüğünüz tarhanaya yufkaya kurban olun lan.
ayar oluyorum oğlum size, bir bu tipler bir de şu ukala barista tayfası.
he evet lattenin üzerine resim yaptın; koloniyalizm kurbanı üç beş güney amerika, sömürülmüş asya ve afrika ülkesinin kahvesini birbirinden doğru ayırt edebiliyorsun, harikasın bravo sana.
tek kültürünüz, dininiz imanınız yediğiniz içtiğiniz olur, yemek fotoğrafı çekmek başlıca hobinizdir sonra sağda solda insanların 'materyalist'liğinden dem vurur 'çıkarcı' diye ağlarsınız o da ayrı sevimli.
e bu adamın kafasına 15 liralık süslü pasta-kahveleri, 30 liraya 90 gr süslü etleri sokan, dekorasyon üzerinden gösterişinle aklını çelen sen, tüketim toplumu dediğinin önden giden tekeri sen.
şurada iki lokma zıkkımlanıp kalkıcaz, fransızca italyanca isimleri okumaktan damağımız büzüşüyor, menüde fiyata da değil telaffuzu en kolay olana bakıyoruz artık.
gitmeyin şunların lokantasına kardeşim gitmeyin lan işte, mesela cihangirde yol kenarına masa iskemle atmış pilavcı mert abi var, kuru da yapıyor yanına, bir de güzel müzik açıyor oradan, misler gibi de doyuyorsunuz. kasıntı kasıntı bakışlara ve ''oğlum pilov değil' 'pilaf pilaf'' dediğine de rastlanmadı.
size terminoloji de lazımdır şimdi bak bu iyi yenilebilir sanat hatta şu: yenilenebilir sanat -
sevgiliyle akışkanlar mekaniği üzerine konuşmak
sevgiliyle değil herhangi bir insan evladı ile de akışkanlar mekaniği konuşulmaz. akışkanlar mekaniği üzerine konuşulabilecek bir konu değildir. beraber navier-stokes denklemi çözersin o ayrı. genel olarak mekanik üzerine konuşulacak bir şey değildir, sende bilgi varsa belli başlı noktaları belki aktarırsın ama onu da zaten en basit seviyede o da biliyordur.
demeye çalıştığım şey şu ki fenni, matematiksel, istatiktiksel bilgi zaten net ve gereken kesinliğe sahip olduğundan üzerine tartışamazsın. hadi elli yıl öncesine gitsek bilgi bu kadar ulaşılabilir olmasa belki o anlığına masadakilerin aklına gelen bir soru üzerine beyin fırtınası yapıp bir şeylere ulaşmaya çalışması olası ama şimdi mesela dur aşkım bakayım deyip googledan çat diye buluyorsun cevabı.
e pek muhalefetli bir konu da yok bu alanlarda, genelde çağa uyan bir konsensus var olsa olsa veri eksikliğini giderene kadar merak ve muhabbet devam edebilir. oturup da görelilikle yer çekimininin uyumunu dert edeceksen de zaten bu da öyle pek yemek masasında dillendirilip çözülecek mevzu değil.
iş bu yüzden sayısalcılar hep nerdliğe yalnızlığa itiliyor, adam gelip fuko şöyle dedi lacan böyle dedi ben de şunu şunu düşünüyorum diye gayet ilgi çekici ve üzerine muhabbet edilebilen başlıklar açıyor, senin elinde ne var bilmem kaçıncı dereceden diferansiyel denklemi nasıl çözerim bunu biliyosun gel de bununla sohbet aç.