duygusuz, donuk ve umursamaz haldeyim.
üç gün önce halam öldü. ne hissetmem gerektiğini bilmiyorum. bu dünyaya ait olamamış kişiler var bir de ölümlerin büyüttüğü kişiler var. adına okul, kültür merkezi vb. yaptırılan kişileri demiyorum. ilham oluşturan kişileri diyorum.
günün birinde büyük bir kitleyi olmasa da birkaç kişiyi etkilemiş şekilde göçeceğim.
belki de büyük bir kitle etkilenir. bilmiyorum.
kendimi gereğinden fazla önemsememek huyum olduğundan sadece üretirken hissettiğim coşkunluğa bağlanıyorum.
ben insanların potansiyellerini görür ve olabilecekleri o maksimum kişi kimse, onunla muhatap olur gibi davranırım. ne yazık ki başlarda gözünde pırıltıyla bakan kişiler zamanla o kişi olamayacaklarına dair korku hisseder acısını benden çıkarırlar. olsun. içinizdeki cevheri gören ve çıkaran insanlarla rastlaşmanızı dilerim.
ankara bir yazar için fena bir şehir değil. roman yazmak için ideal.
günler uzuyor. çalışılacak ışıl ışıl gündüzler geliyor. yaşasın.
kalemdefter12 profili
-
ekşi itiraf
-
ekşi itiraf
hastanedeyim. ağabeyim ameliyat oldu. bir süre yoğun bakımda tuttular. şimdi beyaz floresanlı, duvarları çıplak bir odada yatıyor. ben refakatçiyim.
yıllar geçtikçe ailemde çoğu insana refakat ettim ama ağabeyimle ilk kez yaşıyorum bunu.
tüm hastalar kardeştir. serum torbası, sonda, amonyak kokusu, getirilen çiçekler, yüzünde gecenin yorgunluğu kımıldayan hemşireler, hepsi tuhaf bir gün sabaha uyanmak için.
sağlığınıza dikkat edin. sevgiler... -
ankara'yı sevme nedenleri
ankara yazarların şehridir. edebiyatın ev sahibidir. ankara, ıstanbul'un yapay sanat ortamından uzaktır. katıdır. burada saygın olan her yerde olur. ankara, cumhuriyet'in kentidir. atatürk 'ün ebedi istirahatgahının eteklerinde aydın fikirlerin yeşerdiği yerdir. mağrur bir kenttir ankara. cumhuriyet' in en önemli üniversitelerinden birkaçının bulunduğu, yakışıklı şehirdir.
-
ekşi itiraf
insanlar kendi yetersizliklerini görmemek, düşünmemek ve hatta mümkünse aksini hissetmek için kendilerine olabilen en saf biçimde yaklaşan insanların üzerine basarlar. bu yaygın olandır.
elbette tam aksi durumlar da vardır.
bazı insanların ödülü de cezası da kendisidir. nasıl mı?
öyle bir insansınızdır ki nasıl biri olduğunuzu bile fark edemiyorsunuzdur. bu sizin cezanızdır.
elbette tam aksi durumda olanlar da vardır.
yıllar herkes için geçiyor ve ölüm herkes için adilce yaklaşıyor. umarım yaşantınızı noktalamadan önce "içim gerçekten rahat" diyebilirsiniz.
bunu yapabilmenin tek yolu "olabildiğince yalın olmak" metodundan geçiyor.
sevgiler... -
ekşi itiraf
geçen hafta bir cüceyle tanıştım. çok güzel bir kadın. etrafındakilerin pek hobbit esprisi yapacak insanlar olmadığını hatta bunun ne olduğunu bile bilmediklerini söyledi. elflerin kulaklarını o da seviyor. taze çekilmiş kahvenin kokusuna bayılıyor ve her gün bir demlik filtre kahve içiyormuş. cüce tapan biri değilim ama zekası görüntüsünün ulaşamayacağı yerlerde gezen insanlara hayranlık duyuyorum.
iskandinav mitleri hakkında konuştuk. cüceler ve devler hakkında konuştuk. yalanlar ve cetveller hakkında konuştuk. her şeyi ölçen insanın tedarik edemediği tatmin duygusu hakkında konuştuk.
ilkokuldayken bir arkadaşı varmış. en ön sırada otururlarmış ve arkadaşı çok zekiymiş. gururla anlattığı arkadaşını yirmi beş yıldır görmemiş.
bir keresinde oldukça yakışıklı bir adamla çıkmış ve adamı aldatmış. bu yüzden adamın kendini paraladığını söyledi ve telefonundan adamın fotoğraflarını gösterdi.
müze gezmeye, ormana gitmeye, mantar yemeye ve evde çiçek yetiştirmeye düşkün olduğunu söyledi.
belgesel izlerken cüce gezegen vs gibi tanımlar gördüğünde mutlu olduğunu, dünyanın herkes için ifade ettiği şeyin dışında onun için masalsı bir yanı olduğunu, hayal kurmaktan hoşlandığını ve yabancı dil bildiğini anlatırken gururluydu.
insanlar bize yargılayan gözlerle bakarken satranç oynadık. "bir metre yukarıdan baktıkları için kendilerini bir b.k sanıyorlar!" dedi.
evde babasından kalma bir piyano varmış ama ayağı pedala uzanamadığı için piyanoya pek dokunmuyormuş. evdeki tek cüce kendisiymiş ve annesi oldukça uzun sayılabilirmiş. erkek kardeşi onun otoritesini ergenlik zamanlarında aşmış ve söz dinlemiyormuş.
"bence tüm hayat bir nimettir ve kimse değerini anlamıyor" dedi. şimdiye kadar yüzlerce kalbi kırık erkeğe sırdaşlık ettiğini ve herkesin tek derdinin penisini sokacak karanlık ve ıslak bir yer bulmak olduğunu, bunun için çabalayan düşük yaratılışlı insanların arasında "değerliler" diye tanımladığı az kişinin dahil olduğu bir grup olduğunu söyledikten sonra benim de "değerliler" dediği gruptan biri olduğumu söyledi.
yaptığım esprilere güldü ve birlikte bowling oynamak için sözleştik. sanırım oluyor. ancak masallarda ve filmlerde görülebilen insanlarla arkadaş oluyorum. yaşasın... -
yıldız tilbe'nin sahnede müzisyen azarlaması
yıldız hanım türkiye'de cehaletin kutsanmasının raf ürünlerinden, öncü modellerinden biridir. sahnede seyirciye duyurarak çalışanları azarlayan, onları küçük düşürmeye çalışan bu yabani tavrı kabul edilemez.
acaba hayatında hiç coltrane dinledi mi? kendisi dışında dünyada kimler ne tür müzik yapıyor ve kendisi bunun neresinde? acaba dünyayı derinden hisseden bir insan kendisini dinler mi? acaba "acı pazarlayarak" yükselinen o tuhaf müzik piyasasında "insanlar ruhsal açıdan olgun, kültürlü bireyler olsaydı" beni dinleyen olmazdı diye düşündü mü?
niyetim kendisini linç etmek değil. bana kalırsa temsil ettiği müzik ekolü bu ülkenin de dünyanın da kamburudur.
yanında çalışanlara da allah sabır versin. -
kilolu kızları daha seksi bulmak
obez bir sevgilim olmuştu. insanlar onu görünce acımayla bakardı. hastanede tanışmıştık. başka bir şehirde yaşıyordu. bulunduğum şehre taşındı. iki katlı eski binaların olduğu bir semtte ev tuttuk, tüm eşyaları bir odaya sığıyordu. kışın yerdeki batyaniyenin üzerine uzanır, ayağımızı pervaza dayar ve ağaçların karanlık göğün altında incelen dallarına bakar, boyuna atıştırırdık.
yer yatağında uyurduk. melek gibi uyurdu ve duru bir yüzü vardı. tam bir kızıl afetti.
o kütlesine rağmen ondan daha hafif bir kadın tanımadım. ay ışığında dokunmaya korkardınız. upuzun saçları vardı, buradan başlayıp çocukluğumuzun sessiz evlerine kadar gidiyordu.
arkadaşlarım onu yakıştırmamıştı bana, umurumda olmadı. iç dünyası o kadar zengin başka bir tanıdığım yoktu. dudaklarının tadını hatırladığımda hala vücudumu ateş basıyor.
annesi hastalandı. o da hastalandı. kemoterapiden sonra eridi. kanseri atlattı ama artık birbirimizin kitabını, yüzünü okuyamaz olmuştuk.
şimdilerde biraz kilolu, benden çok daha iyi bir adamla beraber. bazen, o eski evin önünden geçiyorum.
sizin aptal estetik algılamanız umurumda değil. kilolu ve muhteşem kadınlar var. ben bir tanesini tanıdım. -
26 ocak ankara kızılay dilenci rezaleti
üst edit: arkadaşlar. ben çocuğu tutup kendimden uzağa (1 metre) montunun kollarından tutarak savurdum bir kez ve sonrasında cebinden ne olduğunu anlamadığım tornavida ucu ya da bıçak olasılıklarından biri olduğunu algıladığım bir cismi fırlatmak üzere harekete geçti.
korktum. ısrarını tacize dönüştürdüğü için korktum ve eğer daha da arttırsaydı muhtemelen korkuyla saldırganlaşırdım. kusura bakmayın ben sizin gibi on kişiyi dövebilen, hayatta kimsenin sırtını yere getiremediği bir cüneyt arkın değilim. basit, sıradan bir insanım. fiziksel olarak zarar görmekten değil. dayak yemekten değil. yaralanmaktan değil. bir hastane odasında yatar vaziyette annenizin sizi ziyaret ettiği o anı düşünün. bu yüzden korktum. bunu kimseye yaşatmak istemiyorum.
bana özelden "nefret dolu" bir entry yazdığımı söyleyenler var. beni tanıyanlar nefret dolu biri olmadığımı biliyorlar.
bana özelden "vicdansız" diyenler var. başkasının vicdanı nasıl ölçümleniyor bilmiyorum.
bu çocuğa yemek ısmarlamak ya da para vermek çözüm değil bunu biliyorum.
ayrıca bana ahkam kesen arkadaşlarım benim yaşantım hakkında hiçbir bilgiye sahip değiller. belki de açlıkla savaşıyorum nereden biliyorsunuz? belki sizin gibi düzenli bir hayat sürdürmememin zorluklarıyla savaşıyorum. belki sizin gibi bir gelirim yok nereden biliyorsunuz? başkasına verebileceğim beş lirayla üç gün yaşıyorum belki nereden biliyorsunuz?
ahkam kesmeye gelince yukarıdan aşağı ne vicdansızlık kalıyor ne bir şey. kızılay benim için travma dolu bir yer. orada olan en ufak şey ellerimin titremesine neden oluyor.
bunu yaşadım ve kızılay'da olmaktan zaten fazlasıyla rahatsız oluyorum. aylarca terapi aldıktan sonra yeniden o caddede yürüme cesareti bulabildim.
şehrin her tarafının güvenli olması gerekiyor. benim sivil toplum kuruluşlarına ya da yoksullara yardım etmediğimi nereden biliyorsunuz?
bu bizi ilgilendirmez diyen arkadaşlara da başlığı zorla okutmuyoruz.
bunun çözümü benim şikayet etmem vs değil. insan hakları heykeli'nin dibinde görev yapan çevik kuvvet memurlarından tutun bulvardakilere kadar her taraf polis kaynıyorken nasıl oluyor da insanlar bu kadar rahat kamu düzenini bozabiliyor?
yoksulları görmezden gelmiyorum. birilerine yardım ettiğimde gelip buraya başlık açmıyorum. aç kalmış birini doyurduğumda başlık açmıyorum.çünkü bunlar beni ilgilendiren şeyler başkalarını değil. burada anlattığım şey başka.
benden para istediler de vermedim çünkü beş liram kıymetliydi meselesi değil bu.
tanımadığınız insanların vicdanı hakkında ve kişiliği hakkında konuşmayın derim.
üst edit bitti
günün birinde rezalet başlığı açmak da varmış...
bugün gama iş merkezi'nin altındaki garanti atmsinden para çektim. yanıma yaklaşık yüz yıldır yıkanmamış bir çocuk geldi. para istedi. vermeyeceğimi söyledim. parayı cebime koydum.
elini cebime atarak yemek ısmarla dedi. ben de çektiğim parayı görünce bana iliştiğini anladığımı ama bunun benim param olup olmadığını bile bilmeden benden para istemesinin ayıp olduğunu söyledim.
önüme geçti. "para verme bak çorba ısmarla çok açım bir haftadır yemek yemedim" dedi. bu arada kolumu bacağımı tutuyordu. fiziksel sınırımı ihlal etmiş ve huzursuz etmişti. metro istasyonuna girmek için yürüyen merdivene yöneldim. "aşağıda güvenlik beni dövüyor, inemem" diyerek daha sıkı tuttu.
"beni rahatsız ediyorsun, ısrar etme" dedim. parayı koyduğum pantolon cebimin kenarından tutarak "para ver" dedi. "veremem" dedim. "o zaman yemek ısmarla" dedi. "gider misin?" dedim. elini pantolon cebime sokmak için fırsat aradığını anladığımdan elini çektim. gene sarılmaya kalktığı zaman da iteledim. bu sırada merdivenlerden aşağı inmiştik ve bir sonraki merdivenin altında güvenlik görevlisi vardı. cebinden bir bıçağa benzeyen bir nesne çıkarıp fırlatmak üzere hareket etti. merdivende önümdeki insanı eziyordum.
aşağı indim. bir polis ve bir güvenlik görevlisiyle dışarı çıktık. çocuk, banka atmsinden para çekmiş bir kadının çantasına asılıyordu. kadın otobüs durağına gidiyordu. çocuğu yakaladı polis.
çocuk ağlayarak soyunmaya ve kendini yerlere atmaya başlayınca insanlar toplandı.
çocuğun yüzüne bire bir benzeyen tıpkı çocuk gibi esmer bir kadın yanımıza gelerek "daha çocuk o" dedi. o kadının çocuğun annesi olduğunu anlamak için sherlock holmes olmak gerekmediğini biliyorum.
bu arada çocuk "anneme söyleyin merak eder" diye ağladı. "annen nerede?" sorusuna da başıyla atm'nin orayı işaret ederek "orada işte" dedi. yanımızdan geçen bir hanımefendi söze girdi "demin bana da annesinin öldüğünü söylemişti!" dedi.
çocuk "o annem öldü bu annem işte annem ölmedi de annem..." dedi ve kazağını vs tamamen çıkardı.
hemen yanıbaşımızda biten kadın da "çocuk bu, kötü bir şey yapmaz, çocuk, çocuk" diyordu. o kadın (çocuğa fiziksel olarak benzeyen) olay patlayınca hemen oraya gelip "şikayet etmeyin yapmaz çocuk" diyen kadın işte...
çantasına asıldığı kadından da para istediğini anlamak için einstein olmak gerekmiyor. gene fiziksel alanın ihlali.
buraya gelip "bir yemek parası vermemişsin vicdansızsın" diyen insanlara da sözüm "tanımadığın bir insanın vicdanı hakkında ne güzel atıp tutuyorsun" olacak.
bu tür olaylarda gaspçıyı ya da dilenciyi savunan kişiler genellikle işbirlikçileri oluyor.
şikayetçiyim dedim. çocuk soyunarak ve ağlayarak kamuoyu oluşturmayı deniyordu.
polis "biz alsak bile çocuk olduğu için salıverecekler" dedi.
şimdi soruyorum. bu insan azmanı çocuk beni ya da kendisine para vermeyi reddeden birini şişlese ne olacak?
kızılay'ın merkezi polis kaynıyor olduğu halde kişisel alanı ihlal ederek ve fiziksel temas kurarak bir gaspçı gibi para isteyen ve ısrarını sürdüren çocuklar ve onları buna zorlayan yetişkinler nasıl tespit edilemiyor? neden gereği yapılmıyor?
bir şey olmazcı arkadaşlar, başınıza böyle bir şey geldiğinde duyduğunuz huzursuzlukla nasıl başa çıkıyorsunuz?
kimse bana "o çocuk" demesin. çocuk olduğu için beni gasp edebilir gündüz gözüne tehdit edebilir paramı isteyebilir değil mi? sadece 15 yaş altında olduğu için bunları yapma hakkı var değil mi? bunu mu anlamalıyım?
kızılay'da zabıta'nın da yeri olduğu halde (meşrutiyet caddesi ve atatürk bulvarı'nın kesiştiği yerde) nasıl bu kadar rahat dilencilik yapabildiklerini açıklayabilecek biri varsa sevinirim?
not: şimdi buraya gelip bana akıl verecek insanlar var. buraya gelip "olmamış... rezalet puanım şu kadar" diye espri yapacak gerizekalı insanlar var.
arkadaşlar, ben, normal bir insan gibi, şehirde, güvende hissetmek isteyen, şiddetten uzak yaşama gayretinde okur-yazar bir kimseyim.
"bana denk gelseydi ağzını burnunu kırardım" diye yorum yapacaksanız yapmayın. ben de kendimden zayıf birine şiddet uygularsam karşımdakini savuşturabilirim ama yapmıyorum. bu çözüm değil.
bu çocuklar kimdir nedir vs. bununla ilgili sosyal duyarlılık gösterecek arkadaşlar da bir zahmet çenesini kapasın çünkü konu o değil.
konumuz dilencilikle gaspçılık arasında bir tutum gösterecek cesareti bu insanlar nereden buluyor?
başkentin merkezinde yürürken birisi elini cebime atamasın istiyorum. anlaşıldı mı? -
icra edilen mesleğin en duayen kişisi
tanrı
-
15 haziran 2017 chp güvenpark yürüyüşü
yürüyüşün yalnızca chp'ye indirgenmesi çok yanlış. başlık değişmeli.
bugün gördüğüm isimler:
aykut erdoğdu
eren erdem
ahmet akın
zeynep gürcanlı
pınar ayhan -
ekşi itiraf
babama dair hatırladığım en eski anım solgun ve kirli pencere camından bir vitraydan süzülür gibi içeri düşen ışığı avuçlarında öğütüp üzerime dökmesiydi.
bahçeyi sularken gökkuşağı yaratmıştı bir keresinde de.
bir keresinde çene kemiği ve bir sözle bozguna uğratmıştı kötü adamları.
bir keresinde yumruğunu bir ağaca devşirmişti de o ağaç heybetiyle herkese göstermişti gününü.
bir keresinde kırık bir fidana tutunmuştu da, ne kadar hafif olduğunu görmüştüm. ringteki köşesine çekildiğinde seyircilerle kurlaşırdı babam.
ruhu şad olsun. -
13 mart 2016 ankara patlaması
patlamanın göğe yükselen alevden mantarını gördüm. üzerimize yağan cam ve metal parçalarından korunmak için refleks olarak yere yattım. kulağım sağır olmuştu, çınlamadan başka bir şey yoktu. üzerimdeki kan benim mi başkasının mı bilmiyordum. önceden, kurşunla vurulan insanların ilk dakikalarda şokun etkisiyle ve yaranın sıcağıyla acıyı fark etmediklerini, vurulduklarını anlamadıklarını duymuştum. kollarımı yokladım, vücudumu yokladım. üzerimdeki camlar yüzünden iki gözümün de yerinde olup olmadığını yokladım. iki kadına iyi misiniz diye sordum. biz iyiyiz de siz iyi misiniz deyip alnımı işaret ettiler. küçük bir çizik ve biraz kan. insanlar kaçışıyordu. dehşet içinde yüzlerce insan.
yaşıyor olduğuna sevinemiyorsun. bir saniye içinde onlarca şey düşünüyorsun. belki de öldüm diyorsun. emin olamıyorsun.
o an ne arzuların, ne kavgalı olduğun hayat, başarısızlıkların, ilkeler ve son gördüğün gülümseme, hiçbiri umurunda olmuyor. bitiyor bir şeyler ve "son sözünü" söyleme hakkı tanımıyor hayat. veda edemiyorsun.
bu şekilde ölmek istemiyorum diyorsun. annen üzülür.
tanıdığım insanlar burada değildi. sevdiklerim hayatta diyorsun.
patlama hakkında sosyal medyada duyarlılık gösteren, korkmuş ve öfkeli insanlar olduğunu, hemen klavyelerine sarılıp bir şeyleri lanetlediklerini biliyorsun. içinden gelmedi yazmak. soluduğun o şey her neyse canını yakıyor ve patlamadan saatler sonra bile kıvırcık saçlarının arasından cam parçaları ayıkladın. yaşıyorsun ve bunun ne kadar süreceğini bilmiyorsun. ölebilirsin. yaşam için amaç edindiğin hiçbir şeyi gerçekleştiremeden, amaçların için çalıştığına hiçbir insanı tanık edemeden ölebilirsin.
şu an, bu yazıyı okuyan sen, beni tanımıyorsun. öldüğümde istatistik olurum senin için. benim de tıpkı senin gibi uyandığımı, zihnimde düşünceler gezdiğini, duygularım olduğunu anlama yetin yok. sadece bu bozuk camın ardından bakıyorsun. anlama yetisi olanlar kafalarını önlerine eğdi ve dünyayı değiştirmek için senin çocukça bulduğun biçimde çabalıyor, kararlılık gösteriyor.sen sadece öfkeleniyorsun. kimin yaşayıp kimin öleceğini bilmiyoruz ama bir potansiyeli olan, dünyaya bir değer üretecek olan insanlar ölebiliyor. sen izliyorsun. şimdi sorum şu; sen yaşadığını mı sanıyorsun?
her canlı ölümü tadacaktır ama sadece bazıları yaşamayı tadar.