prekrasnoe daleko3
profili

  • şekerbank'ın kölelik düzenine geçmesi

    bankada çalıştığı için sektörden haberdar olan ya da eşinden dostundan duyan bilir, bir sürü banka öküz gibi fazla mesailerle, fazla mesai ücreti vermeden, belli bir seviyenin üstündeki yöneticiler dışında, insanların kalifikasyonuna, yaptıkları işe ve yaşam şartlarına kıyaslayınca üç kuruş maaşla çalıştırıyor herkesi. özellikle mesai dayatması birim yöneticileri eliyle organize edildiği için, açılan bir kaç iş davası dışında gündeme de gelmiyor bu konu. türkiye’de bir kez işvereninizle davalık olduktan sonra, bunun ileride iş bulmanızı nasıl da zorlaştırdığı (kara listeler) düşünülünce, dava açanların sayısı da çok olmuyor haliyle.

    şekerbank olayı bir adım diyeceğim de bir az kalır, on adım daha ileri götürmüş. gayet kurumsal yoldan -insan kaynakları departmanının attığı bir maille- çalışanların bankaya 3 kez geç giriş yaptıkları takdirde yıllık izinlerinden bir gün düşürüleceği, 09.00-10.00 arası ve 17.30-18.00 arası turnike çıkışlarının kapatılacağı ve çıkışların ancak insan kaynaklarının iznine tabi olduğunu haber vermiş. bu kadar mı?! hayır?! çalışanların bundan sonra, günde “en fazla” 5’er dakikalık iki molası olacakmış. hani bu bankalar herkesin 6 deyince çıktığı yerler olsa anlayacağım. millet zaten 8’den önce çıkamıyor, hafta sonları da gelip çalışıyor. dayatılan performans beklentisi normal mesai içerisinde olabilecek gibi değil ki zaten. şimdi bir de turnikeleri kapatma, yemek molası dışında 5’er dakikalık sadece iki molaya izin verme ve 3 kez geç gelenlerin yıllık izninden düşme kararı almışlar. bu nedir yahu! tamamen kanuna aykırı, hiçbir yerinden tutulacak gibi değil. düşünsenize 3 defa, kazara 5 dakika gecikseniz gitti bir gün izin. bari gecikilen süreleri topla da öyle düş, yine kanuna aykırı olur ama en azından daha adil gelir kulağa.

    kaynak diyenler buyursun

  • evlilikte eşten tiksinme eşiği

    başlığı açan seksist olmaktan kaçınmış ve "eş" demiş; fakat niyeyse genel olarak erkekler nasıl tiksindiklerini anlatmışlar. öncelikle tiksinmek nedir yahu arkadaş? hoşlanmamak olur, kıllanmak olur, hayal kırıklığı yaşamak olur, sevginin azalması veya bitmesi olur ama tiksinmek nedir gerçekten?!

    hep kadınlardan şikayet edilmiş ya, biraz da erkeklerden dem vuralım. sevgilimle 1,5 sene birlikte olduktan sonra evlendim. ilişkimizi farklı şehirlerde yaşayarak sürdürüyorduk. zaten evlenmek istememizin temel gayesi de iş değiştirmeden aynı şehirde yaşayabilmekti.

    ben evlenmeden önce de sonra da, onun eve gelmesine yakın mutlaka saçıma, üstüme başıma çeki düzen verirdim. evde giydiğim rahat kıyafetlerin bile paspal olmamasına dikkat ederdim. adam naptı? evde sürekli beyaz don ve atletle takıldı. (beyaz kısmına vurgu yapmak istiyorum.)

    evlendikten sonra da, önceden olduğu gibi spor yapmaya devam ettim. ne kilo aldım, ne fiziğim değişti. adam naptı? düzenli spor salonuna giderken ve boks yaparken bir anda evde göbeğini büyüten bir miskine dönüştü.

    geliri benden fazlaydı. evliliğin onun yaşam standardını düşürmesini istemediğim ve zaten kendi paramı da kazandığım için, her ne kadar bütçemiz ortak olsa da, harcamalarına karışmazdım. adam naptı? parayı, "benim mesleğimde görünüş önemli" diyerek kıyafete, bol miktar alkole, alıp da sonradan suratına bile bakmadığı çeşitli hobi malzemelerine saçtı. kimin 38 gömleğe ihtiyacı olur ya da iş yaşamında resmi giyinmesi gereken kaç erkeğin kum rengi kemeri ve ayakkabısı vardır? (bak kahverengi veya siyah demiyorum, kum rengi!) hadi oldu diyelim, buna sahip kaç kişi söz konusu ayakkabıyı aldıktan 3 hafta sonra halı sahada unutup almaya bile tenezzül etmez? onun yüzünden, hayatımda en çok para kazandığım dönemde kendimi borç içinde buldum.

    her ne kadar annesinden hiç hazzetmesem de, dişimi sıkıp ayda bir hafta sonumu heba ederek onunla birlikte şehir dışındaki ailesini ziyarete gittim. annesiyle ve ablasıyla oturdum, sohbet etmeye ve vakit geçirmeye çalıştım. adam naptı? benim ailemi ziyarete gittiğimizde kendini bir odaya kapatıp 2 gün boyunca hiç kimseyle muhatap olmadan dizi izledi. ben de onu bir daha yanımda taşımadım, ama o bir kere bile çok sıkılıyorsun, bu sefer gelme demedi.

    eskiden işe gitmek için 8 de kalkarken şehir değiştirince 5.30 gibi saçma bir saatte kalkması gerekiyordu. belki mutsuzluğunu azaltırım diye, evden 8.30'da çıkmama rağmen, onunla kalkıp kahvaltı hazırladım. adam naptı? her gün işten gelince benimle hiç sohbet etmeden, bir "nasılsın?" demeden koltukta sızdı. yorgundur, normal dedim ama bu uyumalar hafta sonu da devam etti. sonucunda hiç bir şey konuşmayan, paylaşımı olmayan iki yabancıya dönüştük.

    say say bitmeyecek diğer öküzlüklerine ve alkol sorununa girmeyeceğim bile.

    şimdi ben bu adamdan tiksineyim mi? kötü tek bir duygum yok ona dair; çünkü o adam beni çok sevdi ve ne yapmış olursa olsun, sevgisini her zaman hissettirdi. keza ben de öyle. benim saydığım gibi, o da bana dair pek çok şey sayabilir eminim, ama sorunun özünde ikimizin de evliliğe uygun olmaması ve aslında bunun da ötesinde birbirine uygun insanlar olmamamız yatıyordu. bu arada, ikimiz de düğün istememiştik, o parayı balayında yemeye bilendik. çok da güzel yedik. evlilik prosedürlerini olabilecek en kısa ve sıkıntısız şekilde atlatmaya çalıştık. ben girdiğim ilk gelinlikçiden denediğim ilk gelinliği aldım. ilk girdiğimiz yerden yarım saat içinde davetiye olayını çözdük. nikah şekeriyle uğraşmayıp onun yerine çevreci bir derneğe bağış yaptık, karşılığında nikaha gelenlere dağıtabileceğimiz bir şeyler verdiler. evi zaten önceden tutmuştuk, burnumuzun dibindeki bir arçelik bayiine gidip en ucuzundan beyaz eşyaları hallettik. kalan eşyalar için aynı yöntemi ikeada uygulamıştık. takmayacağım için takı istemedim, ailesi ele gune rezil oluruz diye zorla aldı, gerçekten hiç takmadım, boşanınca da geri verdim. bunları niye anlatıyorum? insanları tiksindiren o süreçlerini yaşamadık biz, ama evliliğimiz felaketti.

    işin içindeyken öfkeliydim, kırgındım, üzgündüm ama her zaman ortada olan bir şey vardı: adamın ne olduğu aslında başından beri belliydi, ben görmek istemedim. sizin de o "tiksindiğiniz" kadınların ne olduğu belli. hiç öyle kadınlar bir anda canavara dönmüş gibi yapmayın. maalesef kültürümüz, aile yapımız ve insanların her şeye dair yaşadığı ve içinden çıkmayı reddettiği saçma rekabet ortamı, evlilik, düğün, bok püsür sürecini* tiksindirici hale getirebiliyor; fakat o kadınlardan tiksinmeden önce "bu kadını tercih eden ben değil miyim?" diye bir kendinizi sorgulayın, evlenmeye niyet edecek kadar ileri gittiğim bir kadını nasıl "hiç" tanımadım diye bir düşünün, ulan hiç bir şey yapamıyorsanız kendi ailenize, ne bileyim akrabalarınıza falan bakın. bir sorun bakalım ananıza, evlenirken neler istemiş. ya da varsa kız kardeşinize, kadın olan kuzenlerinize sorun neler istiyorlar? diyorsanız ki paşa konaklarında doğmuş büyümüş, osmanlı soyundan gelen elit bir asilzadeyim, kezbanlarla evlenmeye karar verdiğinizde tek suç o kezbanlarda mı acaba? eğitim seviyesiymiş, gelirmiş, bunlar hikaye. bizim kültürümüzü, davranış kodlarımızı belirleyen çok daha derin bileşenler var. ambalaja kanıp içindekine bakmazsanız böyle gelir sözlükte ağlarsınız.

    ha bir de, kadını mal gibi görüp bekaret tantanası yapanlar, o "mal" kendine maddi değer biçince niye şaşırıyorsunuz?

  • küçük meme

    en büyük avantajı ergenlik çağında dik durma alışkanlığı kazandırmasıdır. o çağlarda iri memeli arkadaşlarınız memelerini saklamak için kambur dururken, siz aksine memem varmış gibi görünsün diye dimdik durur ve oturur, sopa yutmuş gibi yürürsünüz. bu da sonradan alışkanlık haline gelir. yetişkinliğe eriştiğinizde insanlar size "profesyonel sporcu musunuz?", "balerin misiniz?" gibi sorular sorar. oysa cevap çok başkadır.