genel bir yeşermene müsade ediyorum ifadesi sinyal vermek. hani kadınlar kendilerini çok açığa atmadan, erkek sabinin aklıyla oynayarak önce kendilerine aşık ederler, sonra peşlerinden koştururlar, dünya sıkıntıdan sonra "pff, evet madem" derler ya, işte o sürecin ilk adımına sinyal vermek derler bizim orda. sadece kadın mı yakar yeşil ışığı, sinyal verir? tabii ki hayır! fakat körolasıca hayvansal içgüdülerimiz kadını seçici, erkeği talep eden olarak sınıflandırmış. zaten şu içgüdümün, genetik mirasımın neyime faydası olmuş ki burada işime yarasın. benimkisi fakiri yaşatır türden bir ümit işte. hiç.
bu meret iyi şey, hoş şey de, mimik, ses tonu, yüz ifadesi, konuşma esnasındaki vücut reveransları dahil bir çok fenomeni doğru yorumlama gerektiriyor. sabah yediğini hatırlayamayan ben gibi bir sürü adam da yanlış anlıyoruz bu yüzden. o yüzden oluyor abi hep kesişiyorduk, nasıl öyle oldu bilmiyorum'lar, oha o kız mı kesikmiş bana hiç anlamadım'lar. doğru okumak mesele yani. benim pek işim olmaz zaten de, sonraki nesillere ders niteliğinde başıma gelen bir kaç şey anlatayım istiyorum.
bak mesela, fi tarihi. okulu yeni bitirmiş, yeni çalışmaya başlamışımdır filan. belki birkaç sene olmuştur ya da. gavur bir devlette doktora gittim. klinik öyle pis, öyle iğrenç ki anlatamam. çünkü bunlar abdest dahi bilmeyen insanlar. alınları secde de görmediğinden yüzler hep nursuzlaşmış. haceti gelen çok afedersiniz def-i hacetini koridorların yanlarında asılmış perdeleri çekip ortalık yerde yapıyor filan. hehe. yok lan yok. bildiğin hastane. bizde normalde yüzüne bakmaz ya doktor zamansızlıktan, burda bakıyorlar. bir de bizdeki beyazıd camisi cuma çıkışı atmosferi, samimiyeti yok hastanede. fark o kadar. öğle arasına yakın tek kaldım bekleyen, sanırım benden önceki randevu gelmedi. çevrede de kimse yok, sikerler diyerek çaldım kapıyı girdim muayenehaneye. orta yaşlı bir doktor hanımefendi ve akranım denilebilecek bir akça pakça bir kız var içerde. "özür dilerim, müsaitsiniz sandım" deyip çıkıyordum ki doktor durdurdu beni ve benim gibi şahane bir erkek görmediğini, ulu hakan attila'nın soyundan bir hun türkü olduğumu anladığını söyleyerek heykelleri yapılıp tapılmış yunan tanrıçalarını kıskandıracak diri göğüslerini sıvazl.. yok ya, bi saniye, o başka hikayeydi. ne demişti ya o? hah, hatırladım. müsaitim, yeğenim beni ziyarete geldi, rahatsız olmazsanız buyurun dedi. ne rahatsız olucam lan, hayret bi şey. girdim.
yabancısın yani, belli. muhabbet oradan açılıyor direkt. nereli olduğumu filan soruyor doktor, ordan yarı muhabbet, yarı muayene takılıyoruz. yalnız her dediğime kıkırdıyor yeğen. diyorum ki genç yaşımda soldu ciğerlerim, ecdadım sikildi, kız diyor ki "hihi, aksanı çok tatlı -evet-". lan ne oluyor anlamıyorum. işte o ara telefon çaldı, doktorun acilen bir yere gidip gelmesi lazımmış. dedi 5 dakika bekleyin beni. dedim sıkıntı yok, çıkayım, isterseniz öğleden sonra geleyim, gerek yok dedi, hemen geliyorum. dedim odanızdan bari çıkayım, yok, yok, otur sen burada diyerek çıktı. odada tanımadığım bir kızla oturuyorum ki ben tanımadığım insanlarla havadan sudan konuşamam. taksiciyle, berberle konuşamıyorum düşün. taksiciyle konuşamayan insanın bir yabancıyla, hele bir kadınla konuşabilmesi zaten havsalanın alacağı şey değil. telefon melefon da yok, mal gibi tavana bakıyorum.
-adın neydi? çok değişik bi şeydi ama anlayamadım.
+selçuk.
-salcuk?
+selçuk, selçuk.
-heceler misin?
+çuk -çük değil, çarls'ın kısaltması çak gibi- diyelim. arkadaşlarım da söyleyemiyor.
-ama ismin çok şirinmiş. söyleyebilmek isterdim.
+ben 25 senedir söylüyorum, hiçbir faydasını görmedim.
-hihi, çok komiksin.
+yoo. -halbuki, "yani bizim de kendimize göre şakalarımız komikliklerimiz var tabii." demek lazım. ama diyemiyorsun. çünkü bazı şeyler öyledir. ..çok iyi bi açıklama yaptım bence.-
ismin ne demek, neden bu ismi seçmişler diye bir sürü laf. bir de arada iltifatımsı bir şey söylüyor mesela, ki iltifata mesafem belli, anam yakışıklı oğlum diyor, mala bağlıyorum. saçın güzel olmuş dedi biri vaktiyle de bir kere 30 saniye filan sustum, aklıma hiçbir şey gelmedi. geleneği bozmadım, kız iltifat edince de mala bağladım. hatta bi ara vaziyet o kadar yürek parçalayıcı bir duruma geldi ki rahmetli dedemin ismiydi dedim selçuk. djhsnghdsgfs. bir de kız sürekli o şehre yeni geldiğini ve arkadaşının olmadığını, çok sıkıldığını söylüyor. o öyle dedikçe, ben de alışırsın buralar güzel yerler filan diyorum. çünkü kaymakamım siktiğimin yerinde. 3-4 kez tekrar etti bu çok sıkılıyorum tiradı ve nihayet bana saatler gibi gelen 5 dakika sona ermiş olacak ki doktor geri geldi. sırtımı filan dinleyip beni siktir etti. eve gittim, arkadaşıma anlattım olayı, oğlum ne biçim memleket lan burası, adamlar sıkıntıdan adımı çok ilginç buldular deyip.
+selçuk?
-efendim aga.
+taşak mı geçiyorsun?.
-yoo.
+o zaman gerizekalısın?
-yoo.
+dskgdjsgjfs, oğlum sende sike sürülecek akıl yok lan.
ki ben de öyle düşünürüm ama böyle çirkin çirkin suratıma bakıp gülmesi yersiz. sonra anlattı; kız beni dışarı çıkarmanı istiyorum demek istiyormuş. o kadar dediğim normal şeylere de ondan gülmüş. ben komik değilmişim, bana anam babam bile o kadar gülmezmiş. ki gülmüyorlar. halbuki ne kadar süper hikayeler anlatıyorum. yani durup durup sürekli "pfff, çok sıkıldım" büyük ihtimal sinyal.
sonra, yine iş yerinin oralarda büyükçe bir ofis açılıyor, sahibi bizim patronun ahbabı filan diye yardımcı oluyoruz. iş de en genç mühendis ben olduğumdan bana kaldı. artık açılış yakın gidiyoruz geliyoruz. ofis ekibinin bir kısmı da geldi, onlar da oryantasyonlarını yapıyorlar. kim ne iş görecek, nerede ne var. ben de tanışıyorum tabii insanlarla. ya bir kız var, çalışan herkes yazıyor kıza. ama bildiğin herkes yazıyor. evli barklı adamlar, bu kız için yuva yıkılır filan diyorlar, düşün. ki bunu diyen adamlar da gavur ha. kızlar, yok öyle yani bilmem nere erkeği böyle, vay mozambik erkeği şöyle diye. aynı bokuz. bir gün öğlen arası oturdum bir köşeye, bi şeyler okuyorum. biri pardon dedi, baktım bu kız.
-adın selçuk değil mi?
+evet.
-peki, benim adımı biliyor musun?
+yoo.
-cenıfır.
+tamam.
bana yine saatler gibi gelen 15 saniye mal bir sessizlik oldu. kız görüşürüz deyip gitti. ben de meşguliyetime döndüm. sonraları denk geldikçe selam veriyor filan cenıfır, ben de diyorum ki lan bi de gavur derler, bak nasıl terbiyeli insanlar. bir hafta kadar sonra isim muhabbetinin çok benzerini "sen benim telefon numaramı biliyor musun?" diye yaptı, ona da yoo dedim. çünkü çizgim belli olduğundan dolayı. çevremdeki insanlar oğlum kız sinyal veriyor, iş atıyor filan diyorlar ama sinyalin böyle olmaması lazım. gerçi sinyal dediğin tam nasıl olur onu da bilmiyorum ya, siktiret. ayrıca başımız bağlı. herkes akıllı olsun. gel zaman git zaman benim işim bitti. vedalaştım insanlarla.
aradan epey zaman geçti, bizim patronu aramışlar. bir sistem sıkıntısı mı ne olmuş, bir bakabilir misiniz diye yardım istiyorlar. bizimki dedi siktir git bi bak ne olmuş. gittim aga, bu kız da orada. dedi hayırdır, dedim böyle böyle bir sıkıntı olmuş ona geldim. kız dedi ki senin geleceğini bilsem bütün bilgisayarları bozardım. aga beynimden vurulmuşa, vurgun yemişe döndüm. zaman durmuş, mekan anlamını kaybetmiş adeta. sanırsın ki koca kainatta sadece ben ve cenıfır varız, varlığımız bile birbirinden bağımsız değil, yekpare... kendime hakim olmaya yoğun bir çaba göstererek, gözlerimi yeşil gözlerinin taa derinlerine diktim ve öyle bi bok yeseydin senin hayatını sikerdim çocuk dedim. adamı dinden imandan çıkarırlar yemin ederim ya. emeğe saygıları yok insanların. benim götüm çıkmış vakitlice bitireyim işimi diye, haspam bozarım diye beni tehdit ediyor. ya sen kimsin ya?
neyse, orası kapitalizmi hicvetmek, konumuz değil. "sen benim numaramı biliyor musun" da büyük ihtimal sinyal. ayık olmak lazım.
göndermeden ekleme: hatun bunu okuyup götümü kesecek ama sonraki nesiller için tecrübeyi aktarmam lazım. ardımdan eğitim şehidi, adrenalin bağımlısı dersiniz. arivederci.
hatuna not: tabii ki bi arkadaş.
nota izahat: akşam olsa da yatsak.
izahata hülasa: tüm hıristiyan aleminin kırismıs-ı şerifleri hayırlara vesile olsun, allah seneye de kavuştursun diyorum ben. çünkü barış ve sevgiden dolayı. evet.
krismıs ne alaka? aralık'tan beri kenarda. sene dolmuş, mevsim değişmiş; ne gam, ne cefa. üstelik lazanya. kokladım açelya. -böyle böyle bir şiir kitabı, neden olmasın diyor insan-
kandile selam çakma ama kırismıs, istır hepsinden haberin olsun seni lanet olası dejenere pislik. sae out! (drops mic)
..ya neler anlatıyordum, nerelere geldim. mikrofonu da öyle yere atar gibi oldu, kusura bakmıyorsun değil mi? ayıp oldu lan. bi saniye. (picks mic up)
rap müziği bırakmamın da, amerikan başkanı olmamamın da nedeni bu naiflik, büyüğü küçüğü bilmek. gerçi amerikan vatandaşı da değilim, başkanlıkta muhtemelen sıkıntı oluyordur. halbuki amerikan vatandaşı olsan, mr. president mı olacaksın, büyük kolaylık. diğer taraftan başkan olsan da büyük dert, sorumluluk. milliyet sürekli haberini yapacak filan. yok türk başkandan şok hareket, yok türk başkan putin'i kırdı geçirdi. yemin ediyorum sıkıntı bastı. putin başlı başına problem. adam üniversitedeki nerde sikimsonik bir iş var peşine düşen marjinal arkadaş gibi. vay efendim kgb'de bana fare yedirdiler, vay efendim ben at sevmiyom, ayıya biniyorum, yok bir kral kobra dolması yaparım parmaklarını yersin. anladık amına koyim, çok kuuğlsun, çok değişiksin, ayılara fısıldıyon. yeter ya.
#selçukforpresident
sae4 profili
-
sinyal vermek
-
çocuk sahibi olmak
daha evvel uzun süre oğlum olsa ne oluru düşünmüştüm. şimdi şimdi kızım olsa nasıl oluru düşünüyorum. çok acayip değil mi aga? mesela benim bir abim var, adam kızı olduktan sonra denyolukta dünya markalığından sezen cumhur önal'lığa döndü. adam adeta bir ruh adamı, adeta bir sanatçı. nasıl değiştirir bir kız beni çok merak ediyorum. gerçi benim çocuk sahibi olmak gibi bir derdim de yok ama acaba nasıl olur diye düşünmek çok güzel. bi bana mı öyle geliyor acaba. yok lan yok, çok güzel. öhm.
olmuş bir tane kızım, almışım ilk defa kucağıma mesela. hatuna, çocuk doğurup da kafasına takmayanı dövdüklerini tahmin ettiğim kurdeleden almışım. kırmızı. bizimki kendini gülşen bubikoğlu sanarken, ben kucağımdaki çocuğa bakıyorum. okuduklarım aklıma geliyor. erkeklerin çok büyük bir kısmı, çocuklarını kucaklarına aldıklarında herhangi bir şey hissetmez. sevgi zamanla gelişir ve temeli paylaşımdır. ben de çocuğa nötr olanlardanım demek ki. öyle bakıyorum. kendi çocuğuma bakar gibi değil, herhangi bir çocuğa bakar gibi bakıyorum. annelerin çoğunun çocuklarının güzelliklerini yersiz abartmaları geliyor aklıma. 3 kilo bi şey, 50 cm boyu var. tipe bak.
vakit geçiyor, iletişim başlıyor aramızda. akşam alıyorum kucağıma işten gelince. bakıyor böyle yüzüme bön bön. sağıma soluma bakıyorum, hatun içerde. ne ayaksın lan sen diyorum, hala bakıyor. hehe, tipe bak lan diyorum. sonra iyice darlıyor kucağımda beni. oturmayı öğrendi diye televizyona doğru oturtuyorum bunu. arkadan da kesiyorum ne yapıyor diye ara ara ki düşmesin, başıma iş açmayayım. reklamlara bakıp kahkaha atarken çocuk, birden bana bir dönüyor ve gülümsüyor ki aklım çıkıyor. bu çocuğa nasıl der insan güzel değil diye. dünyanın en güzel çocuğu bu olmalı diyorum. hatta dünyanın en güzel insanı bu. oha.
yaş 3-4. oğlanı parka götürdüysek kızı da götürelim parka. gitmeden tembihliyorum bunu, git güzel kızlara sırnaş. kaç yaşına geldin babana bi faydan olsun diyorum. anneme söyliycem diyor. adını söyleyemiyor, adımı söyleyemiyor ama maşallah anasına her şeyi söylüyor. yapma etme güzel kızım diyorum, baba şaka yaptı sana diyorum. çukulota al bu iş huzur içinde çözülsün diyor. ataya babaya saygı yok diye söylene söylene bakkala gidiyorum. bakkal, beni her gördüğünde seviniyor. bütün yollar bakkala çıkıyor.
aradan zaman geçiyor, kız da büyüyor elbet. 9 yaşında. okula gitmeler filan. bilmediğini bana danışıyor. matematiğin resmen anasını sikmişler ama çocuğun ahlakı bozulmasın diye he babam, evet babacığım filan diye idare ediyorum soruları. sonra birden ersin diye bir pezevenk peydah oluyor akşam ders çalışmalarımızda. ersin şöyle, ersin böyle, ersin aşağı ersin yukarı. ersin basketbolu en iyi bilenmiş, çok çalışkanmış. ersin'i de bilmesem gam yemeyeceğim ha. taş çatlasın 1.40, 30 kilo bi şey. vursan yarısı boşa gider. işkilleniyorum, işkilleniyorum, sonra dayanamıyorum ve hatuna soruyorum çünkü ben çok kazak bir erkeğim, öyle kıza sorup şımartmam; nedir bu ersin denen adamın haneme bu denli girmesinin sebebi diye, bizimkisi hoşlanıyormuş ersin'den. çıldırıyorum. ne demek hoşlanmak ya. 9 yaşında çocuk hoşlanmaz. bizim zamanımızda hoşlanma mı vardı. gelir ailesi, münasip şekilde tanışırız diyorum. hatun beni dehliyor, anenelerimiz hiçe sayılıyor. ersin, seninle de veli toplantısında görüşeceğiz. ölümcül kaplan tekniğim şu anda çok tehlikeli seviyelerde, o zamana kadar muhtemelen master roshi seviyesine gelirim.
gün geçiyor, zaman geçiyor, kız 15 yaşına geliyor. regl midir nedir, onu bir şekilde halletiler herhalde. konuşmak zorunda kalmadığıma çok memnunum. ne diyeceksin ki çocuğa. "şimdi kızım, regl dediğin çok doğal bi şey. yanisi kafana takmıyacan hacı" diyemiyorsun. insanlar belli yaşa gelince vücutlarında bazı değişiklikler olur? cık. bu çocukların 18 yaşında doğmaları lazım. neyse, her şeyi de biz mi halledeceğiz canım! hatun hallediversin. ergen olunca maalesef garip afralar, tafralar, kişiliği koyacak yer aramak, agresyon. bobo beni anlamıyorsun. evet, anlamıyorum. nedir yavrum senin derdin diyorum. off, diyo içeri gidiyor. şimdi erkek olsa, hani bizim pederden de bildiğim bazı taktikler var. onlarla bir şekilde yerimizi yaparız ama kıza bir şey de denmiyor. hatuna diyorum nedir bunun olayı diye, yine oğlan meselesi. mert. bu kız benim pantolon değiştirmemden çok oğlan değiştiriyor, daha ersin'i kabul edemedim kimdir bu mert denen densiz diyorum, bu kız nereden buluyor bu kadar oğlanı, biz bu kızı anadolu lisesi diye kazara torna tesviyeye mi yazdırdık diyorum, ben bu kadar oğlanı askerde görmedim diyorum, fakat yine çirkin bir şekilde sepetleniyorum. hatun içeri gidiyor, artık ne konuşuyorlarsa bilemiyorum, geri geliyor ve evime, haneme, mahremime, elin herifinin yemeğe geleceğini söylüyor. oğlum ben mr cingılbört müyüm lan, ne işi var elin adamının evimde desem de sözüm dinlenmiyor. kız gitmiş tanışmış, oğlan da bizle tanışacakmış. oğlan olsaydı güreş ediyoruz ayağına 2 künde çekip hırsımı alırım ama vuramazsın da, kız çocuğu. allah'ım daha neler göreceğiz.
o karanlık cumartesi günü, dünya güzeli kızım, mert denen zibidiyi getiriyor evime. mert. tam tahmin ettiğim gibisin. cölelenmiş saçlar. ben oldum tavırları. iğrenç bir ses tonu. insan değil elyın. çocuk değil manda yavrusu. her fırsat bulduğumda ters ters bakıyorum buna ama mert denen antilop siki daha sözsüz haberleşmeden bihaber. rahat ol ama mert, akşam daha bitmedi. bizim kızla hatun mutfağa gidiyorlar, işte aradığım fırsat;
-evet delikanlı. meslek?
+öğrenciyim amca.
-öğrenci mi? haha! seni zavallı. geçimini nasıl sağlıyorsun peki?
+baaamdan harçlık alıyom. haftalık.
aslında hakettiği baaanın amına koyim ama diyemiyorum. ayıp.
-peki baandan aldığın harçlıkla evini nasıl geçindireceksin?, diyorum. susuyor.
-bak delikanlı, ben lafı uzatmayı sevmem. kızımı peşini bırak, sana 30 tane kola alayım, diyorum. yine sukunet. fakat yüzü düştü.
öyle boynunu büktürürler mert efendi. akıllı olacaksın. 1-2 saat oturuyor mert suratı asık halde, sonra da siktir olup gidiyor. hatun, çocuğu evine bırak dese de biz daha ölmedik lan, diyerek bu salvodan kurutuluyorum. artık kızın peşini bırakır piç.
ertesi akşam, ben tam da her şeyi halletmişken, artık yastığa başımı rahatça koyacağımın hayali ile eve girmişken, kızım höykürerek üzerime saldırıyor. lanet olasıca mert ötmüş.
-babaaaaaağ! babaaaaağ! mert'e nasıl dersin öyle şeyler?
+kim demiş ya?
%ne oluyor kızım? selçuk, nedir mesele?
-anne, babam mert'e benden ayrılırsa 30 kutu kola alacağını söylemiş.
%selçuk, ne kolası ya? kaç yaşında adamsın, utanmıyor musun?
+hayatım, para vereydim de sonra parayla ne yaptı diye onu mu düşüneydim. hayret bi şey. her türlü pislik var. hap alır, ot alır. zaten it kopuk bir oğlana benziyor, benden bulmasın belasını.
-baba, mert'i rahat bırak. biz birbirimizi seviyoruz.
+ya bırak kızım ya. bi benim aşkım satılık değil bile demedi. ayhan ışık filmi seyretmemiş oğlandan sana hayır gelmez.
%- selçuk/baba, saçmalama. bıdı bıdı bilmem ne. -hep bir ağızdan, anlamıyorum yine-
+eeh, sikerim lan mert de mert. başlarım mert'inize.
%selçuk evde küfretme, çocuğun ahlakını bozacaksın!
+niye? kolçıstır düşeşi mi bizim kız. benden habersiz kızı natingım prensiyle mi nişanladın. evde duymasın, sokakta duymasın. ilk duyduğu yerde düşsün bayılsın. tövbe tövbe.
bu kadar makul argümanlarıma rağmen yine ben haksız oluyorum. kız da mert bi benim aşkım parayla satılamaz demedi diye benle tam 15 gün konuşmuyor. yapay sevda bunlarınki arkadaş. anlatamıyorsun ki.
sonra çevrilen yaprak sayfaları, geçen günler, aylar ve hatta yıllar. okuldan mezuniyetini de gördük. tüm ahmakça hareketlerime rağmen iyi bir insan yetiştirdik diyorum hatuna, kızım 200 metre önümde kepini atarken. meslek sahibi, bana bağımlı değil artık diye üzülürken, artık kimseye muhtaç olmayacak diye gururlanıyorum. kalem gibi doğru olsun istedik hep çünkü. sonra bir akşam, bu sefer aracısız, kendi geliyor. biri var diyor, hayatlarımızı birleştirmek istiyoruz. seçimini sorgulamayacağımı, nasıl mutlu olacağına inanıyorsa ancak arkasında olacağımı söylüyorum. gözleri doluyor. sonra dünyadan yok olsun diye umduğum onlarca adetin hala tekerrür ettiğini, tedavülde olduğunu görüyorum hayretle. önce oğlanla tanışacağız. ali diye bir elaman, zibidinin biri. ya tamam kızın seçimine saygı gösterelim, suretle şaka olmaz, euzubillah küfre girer filan da bu bildiğin at hırsızı diyorum hatuna, teksas'a girerse sorgusuz sualsiz vururlar bunu diyorum. diğer taraftan sakın kıza söyleme diye tembihleyecek kadar da anlıyorum kadın ruhundan.
isteme diye evime geliyorlar bir başka kara cumartesi, kalabalık değil kabile. at hırsızı kılıklı ali'nin eşi dostu da at hırsızı kılıklı oluyor. armut dibine düşmüş, mendel bu günleri ta 200 yıl önceden görmüş. bir sürü anlamsız prosedür geçiliyor ve uğurluyoruz yeni akrabalarımızı. akşam, yastığa kafamı koyduğumda belki 30 senedir ilk kez bir kadın için gözlerimin dolduğunu hissediyorum. hatuna, " mert de iyi çocuktu aslında" diyorum. "hala çocuk gibisin" deyip gülümseyerek uykuya dalıyor. benim gözüme uyku girmiyor.
çünkü bugün, ihtiyarlığımın ilk günü; ve ali, senden nefret ediyorum.
düzeltme: dogubatisentezi'nin uyarısı ile sezen cumhur öner değil, önal. -
emlakçı
emlak/gayrımenkul danışmaları. uzmanlar. hey yavrum hey. çok tuhaf insanlar lan. yani insan ama değil gibi de, aynı dili konuşuyoruz ama kelimeler farklı anlamlara geliyor sanki. man in black hikayesi misali, aramıza sızmış uzaylılar. adam her an gömleği çıkarıp, karnına sakladığı elyını gösterebilir.
istanbul'da kiralar iyice insan onuruyla taşak geçer seviyelere çıktığı için küçük de olsa ev bakalım, zaten atadan babadan kalan bir şey yok, bakarsın bi sik beceririz dedik, ev bakıyoruz. 2 sene evvel kendileriyle muhattap olma şerefine nail olduğumda da adamlar zaten piyasayı ele geçirmişti zaten de, artık vaziyet iyice içinden çıkılmaz raddeye gelmiş. internetteki ilanların neredeyse tamamı yalan. resimler yalan, bilgiler yalan, yalan oğlu yalan. bazen ikinci el araba galericilerinden mi emlakçılardan mı daha çok tiksiniyorum diyorum ama sanırım emlakçıdan daha çok tiksiniyorum. bir kere türkiye'de emlakçı gariban ev arayanı sikmeye çalışıyor. gördüğüm tüm memleketlerde, ev sahibi emlakçıya komisyon verir ki evine alıcı, kiracı bulsun. bizdeki yavşaklar ev sahiplerine geçmeyen dişlerini kiracıya, fukaraya geçirirler. normalde emlakçının komisyonu %3 alıcı, %3 satıcı. hem kdv de dahil ha, şişş. bizdeki piçler ev sahibinden alamadığı komisyonu senden almaya çalışır. tapu harcı için %2 alıcı, %2 satıcı öder ama bu arkadaşlar bu meblağın tamamını sana itmeye çalışırlar. sanıyorum mal sahipleri dile getiremeye yüzleri olmadıkları tüm talepleri bu adamlar üzerinden yürütüyor. günün birinde emlakçının biri "selçuk, siyah deri don giyiyip geliyorsun. ağzında kırmızı top olsun, satış detaylarını konuşalım" diyecek diye ödüm kopar oldu. çünkü ben bu yaşıma kadar iffetimi koruyarak geldiğimden dolayı. hmm. gerçi mal sahiplerinin bazıları da arsız. bir tane inşaata gittim bakmaya emlakçıyla, inşaat sahibi oralarda. evim şöyle olacak, böyle olacak anlatıyor. baktım herif iyice uçmaya başladı, düşüneyim deyip müsade istedim.
-düşün tabii kardeşim. yalnız almaya niyetlenirsen emlakçı kardeşim olmadan gelme. ben kimsenin hakkını yiyemem.
+peki satın almaya karar verirsem siz veriyor musunuz emlakçı kardeşinizin hakkını?
-ne hakkı?
+satıştan %3. yasal hak.
-eoo, biz onu aramızda, hehe, :dddd
amına koduğumun salağı seni.
genel olarak güçsüzü değil güçlüyü, emeği değil sermayeyi savunmanın en mikro göstergesi emlak sektörü. bence yakın zamanda taksi şöförlerine duyulan nefreti de haklı olarak yakalayacaklar. bir kere bu adamların neredeyse tamamı yalancı ve köylü kurnazı. hepsi kolay yoldan, emeksiz zengin olmanın peşinde. fiyatların da amına koydular. ha, sorsan ev sahibi suçlu hep, çünkü aç gözlü. hep daha çok istiyor. yoksa emlakçılara kalsa, böyle mi olurdu hiç :( ya bi siktir git. adam ucuza satmaya çalışsa araya girip fiyatı şişirirsin, "oağbi buranın piyasası bu" diye. millet ömrünü ev diye harcar, senin sikinde olmaz di mi amcık seni. alacağın avantaya bak sen. tövbe tövbe. hayır arkadaş, emek veren herkes de ekmeğini kazansın derim. fakat durum öyle değil. en azından istanbul için konuşabilecek kadar fikir sahibi olduğuma inanıyorum, adam da benim gibi sahibinden.com'a bakıyor, oraya ilan koyan adamın evini araya girip kendi kiralamaya, satmaya çalışıyor. nerede emek? bir komisyon bedeli olacaksa eğer, hak internet sitesinin. ki ben yerlerinde olsam düşerdim bu ibnelerin peşlerine.
asıl uyuz olduğum bu kadar aleni yalan söylemek. ya o kadar garip yalanlar, o kadar tuhaf tanımlamalar duydum ki gülüyorum lan artık. yani normalde duysan, adamı dövmen lazım ama gülüyorsun. mesela kapısı olan ev ultra lüx. bak lüks değil, lux değil. lüx. bi de ultra. sanırsın klozet oturanın götünü otomatik yıkar, bulaşık kendini toplar, el çırpınca ışık yanar. 2 oda 1 salon ev lan. helası var alafranga. nasıl ultra lüx ben anlamıyorum. sonra o kadar karanlık olmayan oda. dsnkjfkshkfjs. bu da şu demek; kör şafta bakıyor oda, bildiğin ışığa hasret kalır, mutasyon geçirir köstebek olursun ama yani o kadar da karanlık değil. saat 4'te kararırmış oda, bu da makulmuş. amına koyim izlanda çünkü burası, 4'te karanlıkta kalmak normal. itin öldüğü yere bakan ev dağ manzaralı. sonra her yerde bir deniz manzarası. deniz manzaralı evin manzarasından istifade edebilmek için asgari boy 190 yalnız, ondan bahsedilmiyor. otursan göremezsin denizi amına koyim, öyle manzara. pezevenk öyle yazmış ki boğaz'da yalı alıyorum sanırsın. sonra 2+1+1 ev var. evet var. ya oğlum nerden aklınıza geliyor lan. yatak odasında giyinme odası varmış da, ev aslında 2+1 -es ver ve coş- +1'miş. çünkü 3 m2 dediğin çok ciddi bir yaşam alanı. metro muhabbetleri var bi de. metroya yakın olan ev pahalı, çünkü metro var. metroya en uzak ev zaten yürüyerek 10 dakika. o kadar uzak olmadığından pahalı. metro olmayan yer baksan, e oraya da ilerde metro olacak, o yüzden pahalı. metro olmasa da bu sefer minibüs geçiyor. hayır ne istiyorsunuz anlamıyorum lan, valla anlamıyorum. dağ başında mı oturalım, asfalt yola hasret mi kalalım. öyle yapsan da 5 seneye yol geliyor derler gerçi. 1 yaşında binalar var unutmadan. bina 1 yaşında ama köpek yaşına göre 1 yaşında. evin anası sikilmiş ama 1 yaşında. tövbe tövbe.
bir tane ev var, emlakçıyla konuşuyoruz;
-abi inanılmaz bi ev. yani bi ev ancak bu kadar olur. kız olsam veririm. hatta şimdi de veririm. vereyim geleyim mi abi?
+yok gerek yok. ev yeni mi?
-yeni abi, 1 yaşında bina.
+metroya yakın mı?
-10 dakika abi.
görelim dedim. aga, yani öyle yerlerden, öyle yollardan geçtik ki anlatamam. eve girdik. aslında ev mi desem, payölçerli ortaçağ şatosu mu desem, bilemiyorum. kapı gıcırdyarak açıldı, o kadar söyleyeyim.
+hani yeniydi ev?
-abi içi yeni. parkeler full yeni. ahşap abi. çam ahşabı ve meşe. ayrıca laminant. ultra lüx.
+burası metroya da uzak, emin misin 10 dakikada yüründüğüne?
-ben yürüyorum abi.
her şeyi geçtim, yürüme mesafesine takıldım. evin yerine bakıyorum, metroya bakıyorum, lan mümkün değil yürünmez. o mesafeyi 10 dakikada yürüyorsan toplu taşımaya ihtiyacın yok zaten. 1.6 turbo motor var herhalde pezevenkte. aklıma yürü lan, arabayla gelicem peşinden, 10 dakikada in, alıyorum evi demek geldi. lan dedim sonra siktiret. koşar moşar yaban çakalı, neme lazım. öyle de sikindirik süper kahramanım.
sonra başka. telefon gördüm bir tane, arayayım bilgi alayım dedim.
+ilanınızı gördüm, ev ile ilgili bilgi almak istiyorum.
-ev çok iyi abi. 100 m2 ve çok ferah.
+net mi 100 m2?
-yok abi, neti 75 m2 ama çok ferah.
+ne istiyorsunuz peki?
-803694629462974802 milyon yuro.
+komisyon?
-var abi.
+düşündüğümden fazla, teşekkür ederim.
-abi bi saniye. bu apartmanda ben de oturuyorum abi, kendi abim, annem de oturuyor. evi hep nezih insanlara verdik. nerelisin sen?
+karadenizliyim.
-meslek ne?
+mühendisim.
-ne mühendisisin?
+sicil numaramı da vereyim mi?
-abi yanlış anladın. diğer dairelerden birini elektronik mühendisine verdim abi, birini doktar bir çifte verdim. bir daireyi de belediye'de bir amir abimize verdim. apartman çok nezih abi. bina zaten bizim abi, komşu olmak istemediğimiz kimseye vermiyoruz ev. seni gözüm tutarsa indirdim yaparım. biz her sene 100 daire satıyoruz abi, bize insan lazım.
+sizin meslek neydi?
-müteahhidim abi ben. ayrıca gayrımenkul danışmanıyım.
+ya benim gözüm sizi tutmazsa?
-ne diyosun kardeşim sen?
+asıl sen ne diyorsun yarram? sen kimsin de beni gözün tutacak lan, dalyarak.
doğma büyüme paris'li, kraliyet ailesinden geliyor da adam beğenecek antilop siki, memleket soruyor. adamı yoldan, izandan çıkarırlar yemin ediyorum. -
samimiyet
bence memlekette çok ciddi bir samimiyet problemi var. aslında konuşulacak zaman da değil de, artık takatim kalmadı dayanmaya. biraz veryansın edeyim.
biz hiç samimi değiliz demeyeceğim ha, şişş, yanlış olmasın. aksine, oğlum biz ne kadar samimiyiz. ne çabuk samimileşiyoruz. bir ben garipsiyor olamam. orta yaşı aşan insanlarda özellikle gözlemlediğim bir gevşeklik bu naçizane çabuk samimileşmek dediğim şey. adamla minibüste yan yana oturmak, 329648726542765966529752. göbekten akraba olmak adama en mahremini sorma yetkisi veriyor. benim sorup, "sana ne lan at ağızlı?" cevabını almaya şaşırmayacağım soruyu adam hiç çekinmeden soruyor. cevap vermeyince de kabilesini siktiğim der gibi bakıyor. ben senin kabileni sikeyim, amcık ağızlıya bak ya.
uzaktan bir akrabam var. yani varmış. 80 yaşlarında bir teyze. annem 80 diyor daha doğrusu, bence rahat 3bini var kadının. uzak akraba diyorsam da barack obama, dalai lama, rahmetli başkan kennedy ne kadar uzak akrabam ise bu kadın da o kadar uzak akrabam. annemin eltisinin kaynının pazar arkadaşının yeğeninin halasının amcasının gelininin kayın validesi midir nedir kadın. çok karışık. bu yakınlık kurma eforunu herhangi bir insan için kursan muhakkak bir bağ bulursun yani. bizim hatunla eş dost gezelim diye bir yerlere gittik. bu teyze de var. bana diyo ki beni hatırladın mı. dedim kusura bakmayın, hatırlayamadım. meğer annem beni 1784'te altın gününe mi ne götürmüş, orada bu kadın da varmış da bunun yaptığı elmalı pastadan yemişim de çok sevmişim. teyzeyi tanımayınca, bu aymazlık, bu ata tanımazlık, bu redd-i anene karşısında havsalası alamayan kadın bir başladı veryansına ki, aman allah'ım. evlenmişim de başkasından duymuş, vay efendim hiç aramamış sormamışım, yan yatmış, çamura batmış. olaylar olaylar. ya bunları duyunca bir utandım, lan bir mahcup oldum anlatamam. resmen bu yaşıma kadıncağız sayesinde gelmişim. elmalı pasta vermiş, boru mu? ama işte nankörüm nankör. bu arada elmalı pasta da dönemin elmalı pastası ha, şimdiki gibi değil. o zamanın parasıyla 4 ev alınıyor elmalı pastaya. hadi maddi imkanları geç, ben bildiğin tüm eğitim hayatımı, sosyal çevremi o elmalı pasta üzerine inşa etmişim ama bir dönüp de kadir kıymet mi bilmişim? hayır. neyse, ettik bir eşeklik cezamı çekerim. kan benim damar benim!
benim hatunu tanıştırdım, el öptük filan. çay içiyoruz. eşimi ilk defa görüyor kadın ama sonuçta bana elmalı pasta vermiş, ilk elmalı pasta dünyadaki, ben de bizim hatunla evlilik müessesiyle bağ kurduğuma göre benim hatun üzerinde de yetkisi ve hakkı olduğunu anladı hemen. zaten hatunla tanışmam da elmalı pasta sayesinde. herkes akıllı olsun! laf arasında benim hatuna "yavrulamadın mı sen daha?" diye sordu benim sebeb-i hayatım. slhfskjhfks. tövbe tövbe ya. bir insanın beynin yanmasını yüzünden görebiliyorsun lan. kızın gözünün feri gitti, kulağından duman çıktı. bu kadar samimi bir ortam olunca, ben de geçmişe gittim, aklıma gördüğüm, şahit olduğum onlarca küçük sahne geldi, ortamdan uzaklaştım. mesela bir dolmuşta yeni tanıştıklarını anladığım 2 orta yaş teyzenin sohbeti, kadınlardan bir tanesinin çocuğunun olmaması, diğer kadının son derece rahat şekilde "aa, niye? olmuyor mu çocuğun? eşinde mi bir sıkıntı var sende mi?" diye sorabilmesi, diğer kadının sakin şekilde cevap vermesi, çevremde bulunan kimsenin hadiseyi yadırgamaması. 1994 yılında millet yokluktan kıvrılırken tek derdi yeni açtığı dükkanına gelen çocukların kuşunun uçup uçmaması olan taze esnaf abdullah abi. iş yerinde bir süre beraber çalıştığım, tanışıklığımızın 2. günü bana kadınlarla ilgili tavsiye vermeye başlayıp haftamız dolmadan "kaç karı siktin aslanım" diye soran, üniversite hocasını kendisine fakbadi yapmış, darlanınca "ben bağalanmıyom hacı" diye kadını yataktan kovmuş bir yunan tanrısı, rasputin'i hasetinden çatlatacak bir aşık olan hikmet abi, daha kimler kimler. nostalji güzel şey.
eve döneceğiz diye ayaklandık, arabaya bindik, hatunu ön koltukta yavrulamaması konusunda uyardım. az evvel yaşadığım nostalji dolu dakikalardan dolayı yüzümde de hafif bir tebessüm tabii. dünyanın fırçasını yedim. sanki yavrulama dedik. yavrula, yavrulama dediğin de doğal bir hadise sonuçta. sıkıntı yok. da yani sonra temizlemesi çok zor. en azından altına bir muşamba filan serelim diye dedim ne dediysem. kötü mü dedim yani. hiç.